EBEVEYNLİK VE SİBER ZORBALIK
Ebeveynlerinin sevgi dolu olduğunu düşünen gençlerin siber zorba olma olasılığı daha düşüktür
NYU Rory Meyers Hemşirelik Koleji'ndeki araştırmacılar tarafından yapılan yeni bir araştırmaya göre, ebeveynlerini sevgi dolu ve destekleyici olarak algılayan ergenlerin siber zorbalık yapma olasılıkları daha düşüktür.
Uluslararası Zorbalık Önleme Dergisi'nde yayınlanan bulgular, COVID-19 pandemisinin aile hayatında yarattığı değişiklikler göz önüne alındığında özellikle önemini görüyoruz. NYU Meyers'de doktora öğrencisi olan Laura Grunin, "Birçok genç için uzaktan eğitimin sınıf eğitiminin yerini alması ve cep telefonları ve sosyal medyanın arkadaşlarla yüz yüze etkileşimin yerini almasıyla, siber zorbalığın ortaya çıkması için daha fazla fırsat vardır" dedi çalışmanın baş yazarı. "Daha yüksek işsizlik oranları ve evden çalışan daha fazla ebeveyn sayesinde yeni aile dinamikleri ve ev stresleri de ortaya çıktı." ABD'li gençlerin yarısından fazlası siber zorbalık veya taciz, hakaret, tehdit veya dedikodu yaymayı içerebilecek çevrimiçi davranışlarla ilgili deneyimlerinin olduğunu bildiriyor. NYU Meyers'te klinik profesörü ve araştırmanın kıdemli araştırmacısı Sally S. Cohen, "Genç bir kişinin akranlarına siber zorbalığıyla ilgili hangi faktörlerin olduğunu anlamak, ailelerin, okulların ve toplulukların zorbalığı önleyebileceği veya müdahale edebileceği yöntemler geliştirmek için önemlidir" dedi.
NYU Meyers'de yardımcı araştırma bilimcisi ve yardımcı doçent olan Gary Yu, çalışmayı Grunin ve Cohen ile birlikte yazdı. Araştırmacılar, Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) Okul Çağındaki Çocuklarda Sağlık Davranışı anketinden elde edilen verileri kullanarak, 2009-2010'da ankete katılan 12.642 ABD'li genç ve gençten (11 ila 15 yaş arası) gelen yanıtları analiz etti (DSÖ verileri Amerika Birleşik Devletleri'nde toplanan okul çağındaki çocuklar üzerinde). Ergenlere zorbalık davranışlarının yanı sıra ebeveynleriyle olan ilişkileri de dahil olmak üzere belirli aile özelliklerine ilişkin algıları sorulmuştur. Araştırmacılar, ergenlerin ebeveynlerini ne kadar sevecen olarak algılarsa, siber zorbalık yapma olasılıklarının o kadar düşük olduğunu bulmuşlardır. Ebeveynlerinin sevgi dolu olup olmadığı sorulduğunda, "neredeyse hiçbir zaman" diyen gençlerin, ebeveynlerinin "neredeyse her zaman" sevgi dolu olduğunu söyleyenlere göre yüksek düzeyde siber zorbalık yapma olasılığı altı kat daha fazlaydı. Gençlerin ebeveynlerinin onlara ne kadar yardım ettiğini ve onları anladığını ne kadar hissettiği de dahil olmak üzere diğer duygusal destek türleri de gençlerin siber zorbalık davranışında bulunup bulunmama ihtimaline katkıda bulundu. "Bulgularımız, gençlerin siber zorbalık yapıp yapmadıklarını etkileyebilecek bir faktör olarak ebeveyn duygusal desteğinin önemine işaret ediyor - ve daha da önemlisi, gençlerin ebeveynlerinden aldıkları desteği nasıl algıladıklarıdır" dedi.
Grunin "Ebeveynlere, destekleyici olduklarını düşündüklerini değil, ergenlerinin ne düşündüklerini vurgulayacağım. Ebeveynler, gençlerin siber zorbalık davranışıyla ilişkili olabileceğinden, gençlerinin ebeveyn duygusal desteği algısını ayırt etmeye çalışmalıdır" dedi. Bazı demografik faktörler de gençlerin siber zorbalık olasılığıyla ilişkiliydi. Kızların yüksek düzeyde siber zorbalık sergileme olasılığı erkeklere göre çok daha düşüktü. Irk da bir rol oynadı: Asyalı Amerikalı ergenlerin siber zorba olma olasılığı en düşükken, Afrikalı Amerikalı gençlerin beyaz gençlerden daha düşük düzeyde siber zorbalık yapma ve daha yüksek düzeyde siber zorbalık yapma olasılıkları daha yüksekti. Cohen, "Anketin yapıldığı 2010 yılından bu yana, teknoloji ve sosyal medya gençlerin yaşamlarında giderek daha yaygın hale geldi; mevcut pandemi sırasında ekran süresinin artması yeni zorluklar doğuruyor. Çevrimiçi erişim ve gönderilerdeki anonimlik, siber zorbalık için yaygın fırsatlar yaratıyor. " Araştırmacılar, eğitimcilerin, sağlık çalışanlarının, sosyal medya uzmanlarının ve gençlerin gelişiminde çalışan diğer kişilerin siber zorbalığa yönelik programlar oluştururken aile dinamiklerini dikkate almaları gerektiğini belirtiyor. Grunin, "Çalışmamız ebeveyn desteği eksikliğinin doğrudan siber zorbalığa neden olduğunu kanıtlamasa da, çocukların ebeveynleriyle olan ilişkilerinin zorbalık davranışlarını etkileyebileceğini öne sürüyor. Siber zorbalığı önlemek için müdahaleler geliştirirken bu ilişkiler göz önünde bulundurulmalıdır" dedi.
ENG-
Teens who think their parents are loving are less likely to be cyberbullies
Adolescents who perceive their parents to be loving and supportive are less likely to engage in cyberbullying, according to a new study by researchers at NYU Rory Meyers College of Nursing. The findings, published in the International Journal of Bullying Prevention, are especially relevant given changes in family life created by the COVID-19 pandemic. "With remote learning replacing classroom instruction for many young people, and cell phones and social media standing in for face-to-face interaction with friends, there are more opportunities for cyberbullying to occur," said Laura Grunin, a doctoral student at NYU Meyers and the study's lead author. "New family dynamics and home stressors are also at play, thanks to higher unemployment rates and more parents working from home." More than half of U.S. teens report having experience with cyberbullying, or online behavior that may involve harassment, insults, threats, or spreading rumors. "Understanding what factors are related to a young person's cyberbullying of peers is important for developing ways that families, schools, and communities can prevent bullying or intervene when it occurs," said Sally S. Cohen, clinical professor at NYU Meyers and the study's senior author. Gary Yu, associate research scientist and adjunct associate professor at NYU Meyers, coauthored the study with Grunin and Cohen. Using data from the World Health Organization (WHO) Health Behavior in School-Aged Children survey, the researchers analyzed responses from 12,642 U.S. pre-teens and teens (ages 11 to 15 years old) surveyed in 2009- 2010, the most recent WHO data on school-aged children collected in the United States. The adolescents were asked about their bullying behaviors, as well their perceptions of certain family characteristics, including their relationship with their parents. The researchers found that the more adolescents perceived their parents as loving, the less likely they were to engage in cyberbullying. When asked if their parents are loving, youth who said "almost never" were over six times more likely to engage in high levels of cyberbullying than those who answered that their parent is "almost always" loving. Other types of emotional support, including how much teens feel their parents help and understand them, also contributed to the likelihood of whether young people engaged in cyberbullying behavior. "Our findings point to the importance of parental emotional support as a factor that may influence whether teens cyberbully -- and more importantly, it is how teens perceive the support they receive from their parents," said Grunin. "I would stress to parents it is not necessarily if they think they are being supportive, but what their adolescent thinks. Parents should strive to discern their teen's perception of parental emotional support as it might be associated with youth cyberbullying behavior." Certain demographic factors were also related to teens' likelihood of cyberbullying. Girls were much less likely than boys to exhibit high levels of cyberbullying. Race also played a role: Asian American adolescents were the least likely to be cyberbullies, while African American teens were less likely than white teens to engage in lower levels of cyberbullying and more likely to engage in higher levels. Cohen added, "Since 2010, when the survey was conducted, technology and social media have become increasingly ubiquitous in teens' lives; the increase in screen time during the current pandemic poses new challenges. Online access and anonymity in posts create widespread opportunities for cyberbullying." The researchers note that educators, health professionals, social media experts, and others working in youth development should take family dynamics into account when creating programs to address cyberbullying. "While our study doesn't prove that a lack of parental support directly causes cyberbullying, it does suggest that children's relationships with their parents might influence their bullying behaviors. These relationships should be considered when developing interventions to prevent cyberbullying," said Grunin.
Yayınlanma: 13.10.2021 11:06
Son Güncelleme: 13.10.2021 11:06
Bunları da sevebilirsiniz...
Anksiyete bozukluğu, bireyin günlük yaşamını etkileyen aşırı korku ve endişe duygularını içeren yaygın bir ruh sağlığı sorunudur. Bu bozukluk, kişinin normal yaşamını olumsuz yönde etkileyebilir, sosyal ilişkilerini zayıflatabilir ve işlevselliğini azaltabilir. Bu yazıda, anksiyete bozukluğunun ne olduğunu, semptomlarını, nedenlerini, türlerini ve tedavi seçeneklerini derinlemesine inceleyeceğiz.Anksiyete Bozukluğunun Tanımı: Anksiyete bozukluğu, kişinin belirli durumlar, nesneler veya etkinlikler karşısında aşırı endişe, korku ve gerilim hissettiği kronik bir durumdur. Bu endişe ve korku duyguları, kişinin normal işlevselliğini etkiler ve genellikle mantıklı bir neden olmaksızın ortaya çıkar. Anksiyete bozukluğu olan kişiler, endişe ve korkularının kontrolünü kaybederler ve sıklıkla bu duyguların etkileriyle başa çıkmakta zorlanırlar.Semptomlar: Anksiyete bozukluğu semptomları kişiden kişiye değişebilir ve genellikle fiziksel, duygusal ve davranışsal belirtiler içerir. Bu semptomlar arasında sürekli endişe, huzursuzluk, sinirlilik, uyku bozuklukları, kas gerginliği, kalp çarpıntısı, terleme, titreme, nefes darlığı, mide rahatsızlığı ve panik ataklar bulunabilir.Nedenler ve Risk Faktörleri: Anksiyete bozukluğunun nedenleri karmaşıktır ve birden fazla faktörün etkileşimiyle ortaya çıkabilir. Genetik yatkınlık, beyin kimyasındaki dengesizlikler, çocukluk travmaları, stresli yaşam olayları, kronik hastalıklar, yanlış öğrenilmiş davranışlar ve zorlu yaşam koşulları gibi birçok faktör anksiyete bozukluğunun gelişimine katkıda bulunabilir.Anksiyete Bozukluğu Türleri: Anksiyete bozukluğu, farklı alt tiplere sahip olabilir. Bu alt tipler arasında genelleşmiş anksiyete bozukluğu (GAD), panik bozukluğu, sosyal anksiyete bozukluğu, obsesif-kompulsif bozukluk (OKB), travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) ve özgül fobiler bulunmaktadır. Her alt tip, belirli semptomlarla ilişkilendirilir ve farklı tedavi yaklaşımları gerektirebilir.Tedavi Seçenekleri: Anksiyete bozukluğunun tedavisi, bireysel ihtiyaçlara ve semptom şiddetine bağlı olarak değişir. Tedavi genellikle bir kombinasyon yaklaşımını içerir ve şunları içerebilir:Psikoterapi (bilişsel davranışçı terapi, kabul ve kararlılık terapisi, duygusal odaklı terapi)İlaç tedavisi (antidepresanlar, anksiyolitikler)Stres yönetimi teknikleri (derin nefes egzersizleri, meditasyon, yoga)Yaşam tarzı değişiklikleri (sağlıklı beslenme, düzenli egzersiz, uyku düzeni)Sonuç: Anksiyete bozukluğu, bireyin yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyen ve günlük işlevselliği azaltan ciddi bir ruh sağlığı sorunudur. Ancak, uygun tedavi ve destekle, anksiyete bozukluğu olan bireyler genellikle semptomları yönetebilir ve yaşamlarını iyileştirebilirler. Önemli olan, bireylerin bu konuda yardım istemekten çekinmemesi ve uygun tedavi seçeneklerini araştırmalarıdır.Bu yazı, anksiyete bozukluğunun tanımını, semptomlarını, nedenlerini, türlerini ve tedavi seçeneklerini kapsamlı bir şekilde ele almaktadır. Ancak, anksiyete bozukluğu gibi ciddi bir sağlık sorunuyla karşı karşıya kalan bireylerin bir uzmana danışmaları ve profesyonel destek almaları önemlidir.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Yazıyı Oku
Uzman: Eray ARSLANYayınlanma: 18.04.2024
İlişki dendiği zaman aklınıza neler geliyor? Aslında çoğu insana bu soruyu sorduğunuz zaman benzer cevaplar alma olasılığınız oldukça yüksektir. Birbirini tanımayan iki kişi tanışır, birbirlerini daha yakından tanımak isterler, derin bir bağ kurma arzusu ortaya çıkar, bir ilişkiye başlarlar. Zaman geçtikten sonra ya ayrılırlar ya da ilişkiye devam ederler. Ancak yapılan son araştırmalar, genç yetişkinlerin %60’ından fazlasının bir ayrıl, bir barış ilişki dinamiği içerisinde bulunduğunu ortaya çıkardı. Bu oranın gün geçtikçe artmaya devam etmesi, ilişkilere dair bakış açılarımızı değiştirmeye, yeniden şekillendirmeye başlıyor ve ilişkilerin doğasına dair kafamızda yeni soru işaretlerinin, kafa karışıklıklarının ortaya çıkmasına neden oluyor. Son dönemlerde bir ayrıl, bir barış ilişkilerinin dizilerde, filmlerde ve sosyal medyada oldukça sık kullanıldığını görüyoruz. Aynı zamanda yakın çevremizde de bu ilişki dinamiğine şahit olmamız, özellikle genç yetişkinlerde ilişki bittikten sonra tekrardan barışmalarının sebebinin birbirleri için çok eşsiz, özel olduklarından ve ilişkilerinin daha da güçlendiğine dair gerçekçi olmayan inançlardan kaynaklı olduğuda gözlemleniyor. O halde konumuza geçmeden önce hemen bir yanlış bilgiyi düzeltelim. Çatışmalardan uzlaşmacı ve sağlıklı bir biçimde çıkmak ilişkileri güçlendirir, ayrılıklar değil!Her ilişki içerisinde kavgalar edilir, çatışmalar meydana gelir, bunların yaşanması da sağlıklı olandır zaten. Sağlıklı bir ilişki için önemli olan bu çatışmalarda yapıcı ve uzlaşmacı bir tavır sergileyerek, var olan probleme karşılıklı olarak çözüm bulabilmektir. Ayrılık kararı, ilişki içerisinde çözülmesi için elinizden gelen her şeyi yaptığınız ve artık problemleri çözüme kavuşturamayacağınızı anladığınız zamanlarda, üstüne uzun bir süre düşündükten ve emin olunduktan sonra alınması gereken bir karardır. Şimdi, hep birlikte bir barış, bir ayrıl ilişki dinamiğini inceleyelim.Nedir bu bir barış, bir ayrıl ilişki dinamiği? Bu ilişki dinamiği de genel olarak bize aşina olan ilişkilere benzer olarak başlar. Partnerler tanışır, birbirlerini daha yakından tanımak isterler. Bir ilişkiye başlamaya karar verirler sonrasında çeşitli sebeplerden ötürü partnerler ilişkilerini sonlandırırlar. Belli bir müddet zaman geçtikten sonra tekrardan barışırlar. Burada partnerlerin birbirinden ayrı olarak geçirdikleri süre kısa olabileceği gibi ayrılık uzun süreli de alabilir. İşte tam olarak burada ilişki yeniden başladığı gibi aynı zamanda bir döngüde başlamış olur. En önemli faktör partnerlerin bu dinamiği sistematik bir biçimde tekrarlamalarıdır. Yapılan bir çok çalışmaya göre bir barış, bir ayrıl ilişki dinamiği içerisinde bulunmak, hem ilişkiye hem de ilişki içerisindeki kişilere ciddi psikolojik zararlar verebiliyor ve bu zararların yarattığı olumsuz etkiler kişilerin hayatlarını uzun vadeli olarak etkileyebiliyor. Bu döngü ortaya çıktığında ve ayrılıp, barışmaların sıklığı artmaya başladıkça, çiftler arasındaki çatışmalar fazlalaşıyor, iletişim problemleri daha çok ortaya çıkmaya başlıyor, ilişkiye ve partnere dair güven problemleri ortaya çıkıyor. Partnere karşı hissedilen duygularda değişimler meydana geliyor, kişi kendi hissettiklerinden, duygularından emin olamıyor ve kafa karışıklıkları yaşamaya başlıyor. Bu dinamik böyle devam ettikçe, kişi kendine ve ilişkiye dair yabancılaşmaya başlıyor. Sağlıklı bir ilişkinin nasıl yaşanması gerektiğini unutabiliyor ve bir gün bu kısır döngüyü kırdığı zaman gelecek ilişkilerinde de yakınlık korkusu geliştirip, gelecekteki partnerine de güvenli bağlanamayabiliyor. Aslına bakacak olursak, bir ayrıl bir barış ilişki dinamiği içerisinde bulunmak var olan ilişkiyi tehdit ettiği gibi, kişinin gelecekte var olabilecek ilişkilerine dair de bir tehdit unsuru oluşturur hale geliyor. Derinlemesine bakmak gerekirse, bu tarz ilişki dinamikleri kendi bünyeleri içerisinde bir tür duygusal ve fiziksel suistimali de içeriyorlar. Kişiler birbirlerinden ayrı kalamayacaklarına dair gerçekçi olmayan inançlar geliştirmelerinden ötürü ayrı kalamıyorlar ancak beraber olduklarında da birbirlerine iyi gelmek yerine kötü gelmeye başlıyorlar. Böyle bir ilişki dinamiği içerisinde bulunmak ve ilişkinin yarattığı olumsuz duygularla baş etmekte güçlük çeken bazı kişilerde uzun vadede anksiyete ve depresyon gibi psikolojik rahatsızlıklar meydana gelmeye başlıyor.İlişki nasıl bu döngüye giriyor? Yapılan araştırmalara göre partnerlerin sağlıklı bir şekilde ayrılık konuşması yapmamaları, ara vermeye dair yapılan konuşmalar, barışma için açık kapı bırakılması, ilişki içerisindeki var olan sorunların açık bir şekilde konuşulmaması, neden ayrılık kararı alınacağına dair herhangi bir konuşmanın yapılmaması, partnerlerin birbirlerine net bir şekilde veda etmemeleri bu döngüyü başlatan faktörler arasında yer alıyor.Partnerimizle neden tekrardan barışıyoruz? Bu sorunun cevabı genellikle kişiden kişiye göre değişkenlik gösteriyor, bir çok kişi farklı sebeplerden eski partnerlerine geri dönme kararı alıyor. Ancak yapılan çalışmalara göre çoğu insanın eski ilişkilerine geri dönerken benzer şeyleri hissettikleri ve düşündükleri bulunmuştur. Bunların başında; kişilerin eski partnerine karşı hala içinde var olan hisleri, duyguları, eski partnerinin hayatının aşkı olduğuna dair düşünceler, yeni biriyle tanışmanın ve ilişkiye başlamanın zor olduğuna dair gerçek dışı inançlar.Bu döngüyü kırmak mümkün mü? Yapılan çalışmalar bize bu döngüyü kırmanın mümkün olduğunu gösteriyor. Ama nasıl? Partnerlerin ayrı kaldıkları süre boyunca ilişkiyi nasıl daha güçlü ve sağlıklı bir hale getirebileceklerine dair derinlemesine düşünmeleri gerekiyor. Aynı zamanda ilişkiye dair, kendilerine dair, partnerlerine dair yeni kararlar almaları gerekiyor. Bir bakıma ilişki içerisindeki çatışmalara yol açan olumsuz davranışlarını, eylemlerini, düşüncelerini tespit edip, kendilerinde değişime gitmeleri gerekiyor. Özellikle, tekrardan barışma kararı alınmadan önce kişilerin karşılıklı olarak, bunları net ve açık bir şekilde birbirleriyle paylaşmaları gerekiyor. Yapılan çalışmalar, kendilerinde ya da ilişkilerinde tek başlarına değişime gitmekte güçlük çeken bireylerin barışma kararı almadan önce gerek bireysel gerekse çift olarak bir uzmandan destek almaları gerektiğinin önemini vurguluyor. Unutmayın, terapi hayatınızdaki tüm olumsuz durum ve duyguların hayatınızdan tamamen çıkacak olması demek değildir. Ancak siz terapi ile tüm bu olumsuz duygu ve durumlarla nasıl baş edeceğinizi tamamen öğrenmiş olacaksınız. Yazıyı Oku
Uzman: Merve Ece KAYHANYayınlanma: 16.07.2022
Çevrende eşin, dostun ve/veya ailenden herhangi biri bir hata yaptığında, problem yaşadığında veya mutsuz olduğunda ona anlayışla yaklaşırsın. Hatta hemen şefkat ve anlayışla yaşadığı olumsuzluk her ne ise son bulacağını, kendisinin değerli olduğunu ve onun hep yanında olacağını ifade edersin. Onu rahatlatmak için ne gerekiyorsa elinden gelenin fazlasını yaparsın. Oysa sen benzer bir durumla karşılaştığında ya da hata yaptığında, aynı şefkati ve anlayışı kendine göstermekten kaçınırsın. Üstüne bazen de; "Ben yetersizim, beceriksizim, her şeyi mahvediyorum, hiçbir işe yaramayan biriyim." şeklinde birtakım olumsuz ifadelerle kendini eleştirirken bulursun.Diğerlerinin hata yapma ve üzülme hakkının olduğunu düşünürken; kendine neden bu kadar acımasızca davrandığını hiç düşündün mü?Unutma!Onlar kadar senin de hata yapma ve üzülme hakkın var. Hiçbir şey veya hiç kimse kusursuz değil. Mühim olan zaten kusursuz olmak değil; kendini olduğun gibi kabul edebilmek, sevebilmek... Kendini olduğun gibi sev ve acımasızca eleştirmek yerine ilk önce kendine şefkatli olmayı dene. Çünkü, kendini sevdiğin zaman, diğerlerini de gerçek anlamda sevdiğini ve hayattan daha çok keyif aldığını göreceksin. Eğer bu satırları hala okumaya devam ediyorsan tam şu an yapmaktan keyif aldığın bir şey düşün ve kendin için bir şeyler yapmaya bugünden başla. Hayatındaki en önemli kişinin "sen" olduğunu bir kez daha vurgularken, çevrendeki insanların yanlışları karşısında gösterebildiğin anlayış ve şefkati senin de fazlasıyla hak ettiğini hatırlatmak isterim.Sevgiyle kal... Yazıyı Oku
Uzman: Canan RAMADANYayınlanma: 20.10.2020