1. Uzman
  2. Can AKGÜL
  3. Blog Yazıları
  4. DEPREM KORKUSU (SİSMOFOBİ)

DEPREM KORKUSU (SİSMOFOBİ)

Bugün ülkemizde ne yazık ki sık sık konuşmak zorunda kaldığımız, hayatlarımızın bir gerçeği depremden bahsetmek istiyorum.

Korku duygusu, insan hayatının diğer bütün duygular gibi bir parçasıdır. İnsan, belirsiz veya negatif olarak yorumladığı, baş edemeyeceğini düşündüğü durumlar karşısında ortaya çıkan doğal bir cevaptır (Sevim, 2021). Canlılar, çevrede bir tehdit, tehlike, sakıncalı bir durum hissettiğinde korku duygusu harekete geçer. Bu duyguyu harekete geçiren olaylardan biri de doğal afetlerdir. Ülkemizde en çok karşılaştığımız, herkesin en az bir kere deneyimlediği doğal afet olan deprem; yarattığı maddi kayıpların yanı sıra en çok da manevi hasar ile insan hayatını etkiler. Her an, her yerde olabilir gerçeğinin yarattığı belirsizlik hissi ise, insanların bu durumu baş edemeyeceği bir tehdit olarak algılamasının en belirgin sebebidir. Bunların yanı sıra, ülkemizde sık sık tekrar edilen sorular göz önüne alındığında, ‘’Evlerimiz sağlam mı?, Ya binalar yıkılırsa? Gerçekten depreme hazır mıyız?, Depremin ne olduğunu, hazırlanmak için neler yapmalıyız?’’ vb., bu belirsizlik hissinin yarattığı korku cevabı da toplum ve bireyler için kaçınılmaz oluyor.

Korku tepkisinin sonuçları ne oluyor?

Yapılan çalışmalar gösteriyor ki, insanlara deprem hakkında ne hissettikleri sorulduğunda en sık alınan cevaplar çaresizlik, yoğun kaygı, korku, panik, sevdiklerini kaybetme korkusu, belirsizlik hissi, boşluk gibi tanımlamalar oluyor (Erkan vd., 2007). Bu kadar yoğun bir duygu karmaşası karşısında, ve özellikle de depremi günler öncesinden bilecek bir teknoloji eksikliğini bilmemek, afetlerin yerini zamanını bilmemek ve engelleyememek gibi sebepler de işin içine girince, insanlar kendilerini korumak için bazı savunma mekanizmaları geliştirir. Bu mekanizmaları çevrenize kulak kabarttığınızda günlük hayatta sık sık duyabilirsiniz. Örneğin kimi Twitter’da takip ettiği bir ‘’ profesörün ’’ depremi doğru tahmin ettiğini ve bu sayede hazırlık yapacak zamanı olduğunu iddia ederken, kimi sizi ve kendini evinin ne kadar sağlam olduğuna ikna etmek için sıkı bir uğraş verir. Kimi zaman depremin o kadar da yıkıcı olmadığını, bu konuda bu kadar endişe etmenin yersiz olduğu inkar mekanizmasını gözlerken, kimi zaman ise ‘’Kader, kısmet, yapacak bi şey yok.’’ Şeklinde söylemlerle dışsallaştırıldığını görürüz. Bunların hepsi, yaşanan korku duygusu ile başa çıkmak için, güven duygusunu hissetmek için bilinçdışında geliştirilen ve sosyal olarak kabul edilebilir savunma mekanizmalarıdır (Freud, 2018).

Sismofobi (Deprem Korkusu) Nedir?

Yüzlerce fobi arasından, sismofobi sismik tehlike bölgelerinde yaşayan insanlar arasında oldukça sık rastalanan, genellikle irrasyonel deprem korkusu olarak adlandırılır (Artinian, 1998). DSM5 (Mental Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı) Tanı kitabında spesifik bir başlık olarak yer almamasına karşın, toplumumuzda yaşanan travmatik deprem deneyimlerinden sonra bile çevremizde birçok insanda belirtileri gözlemleyebiliriz. Bu noktada bir ayrım yapmamızda fayda görüyorum; birçok kişi üzerinde kontrolü olmadığı doğal olaylarından korkabilir, örneğin bir şimşek çaktığında yerinden sıçrayan insanları sıkça görürüz, ancak burada ‘’fobi’’ şeklinde bahsettiğimiz sismofobide, günlük doğal işleyişe yansıyan yoğun bir kaygı, ve hatta günlük hayattan geri çekilmeye varan bir korku tepkisi ayırt edici özellik olarak karşımıza çıkar.

Sismofobi (Deprem Korkusu) Nedenleri Nelerdir?

Sismofobi, yani deprem korkusunun sebepleri için biraz da travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) şeklinde adlandırılan bozukluğun tanı kriterlerine atıfta bulunulmasında fayda görüyorum (Köroğlu,2014). Lisans eğitimim sırasında Üsküdar Üniversitesinde, çok saygı duyduğum hocam Dr. Mert Akcanbaş, bize Travma Psikolojisi dersini anlatırken şöyle bir cümle kurmuştu, (kelimesi kelimesine yazamazsam, sürç-i lisan edersem affola.): ‘’Travma her zaman birebir yaşanmışlıkla olmaz, bazen insanın birinin acısına şahit olması, bazen birinin acısına bir ekrandan maruz kalması bile travmatik deneyim için yeterli olur.’’ İşte bu cümle, afetler travmatik olaylar karşısında oluşan hislerin bir açıklamasıdır benim neznimde. Detaylandıracak olursak, depreme maruz kalmak, depremi birebir yaşamak başlı başına insanoğlu için tetikleyici bir sebeptir. İnsanların günlük hayatı büyük oranda tahrip olur, bazen sevdiklerini kaybetme korkusu yaşar, bazense gerçekten sevdiklerini kaybeder, güven ve güvenlik duyguları zedelenir; bunlarla birlikte maddi kayıplar yaşayabilirler. Bu durum, sismofobinin başlıca tetikleyicisi olabilir, ancak görünenin ötesine bakıldığında, bu duruma şahit olan insanlarda da travma sonrası stres bozukluğu (TSSB), anksiyete bozukluğu, yas gibi durumların görüldüğü daha önce birçok çalışma ile kanıtlanmıştır. O halde sismofobinin sebeplerinden biri, deprem sonrası afet alanında arama kurtarma gibi çalışmalara dahil olup, insanların acısına şahit olan görevli veya gönüllü insanların maruz kaldığı görüntüler, sesler, kokular da olabilir. Örneğin yapılan bir çalışmada, afet bölgelerinde çalışan fotoğraf muhabirlerinin %16’sının, travma sonrası stres bozukluğu tanısına uygun olduğu görülmüştür (Newman vd., 2003). Ayrıca, afet dönemlerinde bazen günlerce hatta bazen haftalarca, televizyonlardan, gazetelerden, radyolardan ve sosyal medya platformlarından enkaz ile ilgili haberleri görüyor ve duyuyoruz. Böyle haberler, depremi birebir hissetmemiş olan kişilerde dahi kimi zaman deprem korkusu geliştirmeye sebep oluyor. Bu insanların da, tıpkı yukarıda bahsedilen gibi çeşitli psikolojik bozukluklar geliştirmeye yatkın olduğu görülmüştür.

Sismofobinin (Deprem Korkusu) Belirtileri Nelerdir?

  1. Kişiler, deprem ile ilgili çok ilgili veya tamamen kaçınmacı şekilde ilgisiz olabilirler.
  2. Kişiler; deprem ile ilgili bir şey duyduğunda veya kendi aklına geldiğinde kaçma, saklanma, saklandığı yerden bir süre çıkmama gibi tepkiler verebilir.
  3. Çarpıntı, hızlı soluma görülebilir.
  4. Ağlama, çığlık atma gibi tepkiler görülebilir.
  5. Baş dönmesi, bayılma, mide bulantısı, baş ağrısı, ağız kuruluğu, titreme gibi fiziksel belirtiler görülebilir.
  6. Kapalı alanlara girmekten imtina edebilir, gitmek istediği yerlerin deprem güvencesini kontrol etmek isteyebilir, yolda yürürken dahi yanından geçtiği binaları kontrol edebilir.
  7. Herhangi bir deprem olması durumuna karşın kaçış yolu planlamak için normalin üstünde çaba harcayabilir, evini veya sevdiklerini güvenceye almak için anormal şekilde para harcayabilir.
  8. Davranışları obsesif- kompulsif bir hal alabilir. Gününün çoğunu depremi düşünerek, deprem hakkında konuşarak harcayabilir.

Kişinin günlük yaşantısı gözle görülür şekilde normal işlevselliğinden uzaklaşır. Bunların ek olarak, depreme direkt olarak maruz kalan, o anı yaşayan insanlarda görülebilecek belirtiler (Akcanbaş, 2021):

  1. Depremle ilgili sürekli meşguliyet, deprem ile ilgili kabuslar.
  2. Uykuya dalmakta veya uykuyu sürdürmekte güçlük.
  3. Yas, korku, endişe, kaygı, öfke gibi yoğun duygular.
  4. Ani sesler karşısında irkilme, sürekli yer sallanıyor hissi.
  5. Deprem anına dair hiçir şey hatırlayamama, şok durumu, hatırlayamama bağlı suçluluk hissi
  6. Her an daha kötü bir şey olacakmış hissi ile alarm durumda olma hali


Yayınlanma: 06.10.2023 06:26

Son Güncelleme: 06.10.2023 06:26

Psikolog

Can

AKGÜL

Psikolojik Danışman

Uzmanlıklar:

İlişki / Evlilik Problemleri , Travma ve İlişkili Bozukluklar , Kendine Yabancılaşma ve Yalnızlık
Online TerapiOnline Ter...
süre 40 dk
ücret 600
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
süre 40 dk
ücret 800
Bunları da sevebilirsiniz...

Akran Zorbalığını Önlemek

Akran Zorbalığı: Sessiz Çığlıkların Hikayesi ve Çözüm YollarıAkran zorbalığı, günümüzde ne yazık ki birçok çocuğun ve gencin karşı karşıya kaldığı, fiziksel, sözel ya da psikolojik şiddet içeren bir davranış biçimidir. Genellikle okul çağında ortaya çıkan bu sorun, sadece mağdur olan bireyleri değil, tüm okul ve sosyal çevreyi etkileyen ciddi bir problemdir. Akran zorbalığını anlamak, yaygın görüldüğü yerleri belirlemek ve etkin şekilde önlemek, toplum olarak hepimize düşen önemli bir sorumluluktur.Akran Zorbalığı Nedir?Akran zorbalığı, bir bireyin yaşıtları tarafından sürekli olarak fiziksel, sözel, duygusal ya da siber yollarla tacize uğraması durumudur. Bu zorbalık türü; itme, vurma gibi fiziksel davranışları içerebildiği gibi, alay etme, lakap takma, dışlama ya da sosyal medyada küçük düşürme gibi psikolojik boyutlara da sahiptir. Özellikle tekrarlayan bir biçimde yaşanması ve mağdurun kendisini savunamayacak durumda olması, bu davranışları "zorbalık" olarak tanımlar.Akran Zorbalığı Nerelerde Görülür?Akran zorbalığı en sık olarak okul ortamlarında görülür. İlkokuldan lise yıllarına kadar öğrencilerin bir arada vakit geçirdiği sınıflar, koridorlar, tuvaletler, okul bahçeleri gibi alanlar, zorbalığın yaşandığı başlıca mekanlardır. Ancak bu durum yalnızca fiziksel mekânlarla sınırlı değildir. Günümüzde teknolojinin gelişmesiyle birlikte siber zorbalık da yaygın hale gelmiştir. Sosyal medya platformlarında, mesajlaşma uygulamalarında veya oyun platformlarında da zorbalık kolaylıkla gerçekleşebilmektedir.Ev ortamında ya da okul dışındaki sosyal alanlarda (örneğin spor kulüpleri, yaz kampları) da akran zorbalığı görülebilir. Bazı durumlarda öğretmenlerin, eğitmenlerin ya da diğer yetişkinlerin gözü önünde bile gerçekleşebilir, fakat çoğunlukla bu davranışlar gizli olarak yapılır ve fark edilmesi güç olabilir.Zorbalığın Birey Üzerindeki EtkileriAkran zorbalığına maruz kalan bireylerde ciddi psikolojik sorunlar ortaya çıkabilir. Kaygı, depresyon, özgüven kaybı, akademik başarıda düşüş, sosyal izolasyon, hatta intihar düşünceleri gibi ağır sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle zorbalığın sadece “çocukça bir şaka” ya da “büyüyünce geçer” şeklinde hafife alınmaması gerekir. Zorbalık, erken yaşta önlem alınmazsa, bireyin tüm hayatını etkileyen bir travmaya dönüşebilir.Akran Zorbalığını Önlemek İçin Neler Yapılabilir?1. Farkındalık Eğitimleri:Okullarda öğrencilere, öğretmenlere ve velilere yönelik akran zorbalığı hakkında bilgilendirici seminerler düzenlenmelidir. Öğrenciler, zorbalığın ne olduğu, etkileri ve nasıl müdahale edileceği konusunda eğitilmelidir. Farkındalık yaratmak, ilk adımdır.2. Açık İletişim Ortamı:Öğrencilerin kendilerini ifade edebilecekleri güvenli bir iletişim ortamı oluşturulmalıdır. Rehber öğretmenler ve okul psikologları, öğrencilerin yaşadıkları problemleri çekinmeden anlatabilecekleri kişiler haline gelmelidir. Aynı zamanda öğrencilere “yardım istemenin bir zayıflık değil, cesaret” olduğu öğretilmelidir.3. Zorbalık Karşıtı Politikalar:Okullarda zorbalıkla ilgili net kurallar ve yaptırımlar içeren bir politika oluşturulmalıdır. Bu kurallar hem öğrencilere hem velilere açık bir şekilde aktarılmalı ve herkes tarafından benimsenmelidir. Bu politikalar, yalnızca ceza vermeye değil, zorbalığı önlemeye ve zorba öğrencilerin de eğitilmesine yönelik olmalıdır.4. Empati ve Sosyal Beceri Eğitimi:Öğrencilerin empati kurma yeteneklerini geliştirecek drama, hikâye anlatımı ve takım oyunları gibi aktivitelerle sosyal becerileri desteklenmelidir. Empati kurabilen bireyler, başkasına zarar vermekten kaçınır. Ayrıca iletişim becerileri güçlü olan öğrenciler, zorbalık karşısında daha bilinçli tepkiler verebilirler.5. Ailelerin Rolü:Aileler, çocuklarının davranışlarını gözlemlemeli ve herhangi bir davranış değişikliği fark ettiklerinde bunu dikkate almalıdır. Çocukların evde kendilerini güvende ve anlaşılmış hissetmeleri, dışarıda yaşadıkları sorunları daha kolay paylaşmalarını sağlar. Ailelerin çocuklarıyla düzenli ve kaliteli vakit geçirmeleri, duygusal bağları güçlendirir.6. Siber Zorbalığa Karşı Önlem:Aileler ve öğretmenler, çocukların internet kullanımını denetlemeli, sosyal medyada maruz kalabilecekleri riskler hakkında onları bilinçlendirmelidir. Ayrıca dijital platformlarda karşılaşılan zorbalıkların nasıl rapor edileceği öğretilmelidir. Çocuklara dijital vatandaşlık eğitimi verilerek, interneti güvenli kullanmaları sağlanabilir.7. Pozitif Davranışları Teşvik Etmek:Zorbalıkla mücadele sadece kötü davranışları engellemekle kalmamalı, aynı zamanda olumlu sosyal davranışları da desteklemelidir. Yardımseverlik, iş birliği, destekleyici arkadaşlık gibi davranışlar ödüllendirilmeli; olumlu modeller sınıf içinde görünür kılınmalıdır. Bu, öğrenciler arasında sağlıklı ilişkilerin gelişmesini destekler.8.Öğretmenlerin Rolü Neden Önemlidir?Akran zorbalığını önlemede öğretmenlerin rolü kritik öneme sahiptir. Öğretmenler, öğrenciler arasındaki ilişkileri en yakından gözlemleyen ve ilk müdahaleyi yapabilecek kişiler olarak sürecin merkezindedir. Sınıf içinde güvenli bir ortam oluşturmak, öğrenciler arasında saygıya dayalı ilişkilerin gelişmesini sağlamak öğretmenlerin aktif çabalarıyla mümkün olabilir. Aynı zamanda zorbalık olaylarına karşı “sıfır tolerans” politikası uygulamaları ve tüm öğrencileri kapsayan olumlu davranış modelleri geliştirmeleri gerekir. Zorbalıkla ilgili olaylarda tarafsız ve duyarlı bir yaklaşım sergileyen öğretmenler, hem mağdurların hem tanık olan öğrencilerin sesini duyurmasında köprü görevi görebilir. Öğretmenlerin düzenli hizmet içi eğitimlerle desteklenmesi, onları bu alanda daha donanımlı hale getirir. Böylece eğitim ortamları yalnızca akademik değil, aynı zamanda duygusal açıdan da güvenli alanlara dönüşebilirAyrıca okul yönetimlerinin zorbalıkla ilgili olayları örtbas etmeden, şeffaflıkla ele alması önemlidir. Bu, hem öğrencilerin hem velilerin güvenini artırır. Okullarda öğrenci katılımını destekleyen zorbalık karşıtı öğrenci kulüpleri veya gönüllü destek grupları oluşturulması da sürece olumlu katkı sağlar. Öğrencilerin okul ortamında kendilerini daha güvende ve bağlı hissetmelerini vurgular.SonuçAkran zorbalığı, sadece mağduru değil, tanık olan bireyleri ve tüm okul iklimini olumsuz etkileyen ciddi bir sorundur. Bu nedenle bireysel değil, toplumsal bir mesele olarak ele alınmalı ve çözüm için iş birliği yapılmalıdır. Okullar, aileler ve toplum olarak farkındalıkla ve bilinçle hareket ettiğimizde, daha sağlıklı ve güvenli bir nesil yetiştirmek mümkündür. Unutmayalım: Sessiz kalmak, zorbalığı onaylamaktır. Hep birlikte ses olalım, çocuklarımızın yanında duralım ve onları dinleyelim. Çünkü bir çocuğun yalnız olmadığını bilmesi, bir ömrü kurtarabilir.

Barış AYTAÇ 28.05.2025

Dijital Dünya ve Etkileri

Bilgisayarlar, akıllı telefonlar ve tabletler artık hayatımızın bir parçası olarak sürekli elimizin altında. İletişim kurmaktan eğlenmeye, çalışmaktan öğrenmeye kadar birçok alanda kullandığımız bu teknolojik cihazlar, bize fayda sağladığı kadar zarar da vermektedir. Sağladığı avantajlar çok büyük önem taşırken, bizler için yarattığı risk de görmezden gelinmemelidir. Çağımızın yeni ve giderek ciddileşen problemi: ekran ve teknoloji bağımlılığı.Ekran Bağımlılığı Nedir?Ekran bağımlılığı, dijital cihazların aşırı ve kontrolsüz kullanımı olarak tanımlanır. Telefona bakmadan birkaç saat geçirmek zor ve huzursuz ediciyse, sürekli sosyal medya bildirimleri kontrol ediliyorsa veya ekran süresi gerçek hayattaki sorumlulukların önüne geçiyorsa; bu durum bir alışkanlıktan çıkarak bağımlılık halini almış olabilir. Özellikle çocuk ve gençlerde görülen "internet oyun bozukluğu" , dijital bağımlılığın bilimsel olarak tanımlanmış bir versiyonudur.Teknoloji Hayatımızı Nasıl Ele Geçiriyor?Elimizin altında kolay ulaşılabilir olan teknoloji, birçok açıdan dikkatimizi çeker vaziyette. Uygulamalardan gelen bildirimler, yapılan araştırmalarda beynin dopamin salgılamasını tetiklemektedir. Bu da kişilerin sıklıkla telefonlarını kontrol etmelerini istemesine yol açmaktadır. Sosyal medyada sunulan sonsuz içerik akışı, dikkat tuzağı olarak kullanıcıyı ekrana kilitlemeyi amaçlar. Bunlara ek olarak uygulamalarda kazanılan rozet ve puan gibi ödüller, kullanıcıların uygulamalarda daha fazla vakit geçirmelerine neden olur. Kimler, Nasıl Etkileniyor?Her olay her bireyi farklı şekillerde etkileyebildiği gibi, ekran ve ekran bağımlılığı da benzer şekilde farklı yaş gruplarını farklı şekillerde etkileyebilir. Çocukların ve ergenlerin beyinleri gelişim aşamasında olduğundan, fazla ekrana maruz kaldıklarında beyinleri teknoloji ile biçimlenmektedir. Uzun süre ekranda vakit geçirilmesi çocuklarda dikkat eksikliği, hiperaktivite, sosyal izolasyon ve hatta agresif davranışlar görülmesine yol açabilir. Bunlara ek olarak öğrenme güçlükleri, dil gelişim problemleri ve hayal gücünde azalma durumları da gözlemlenebilir.Yetişkinlik döneminde ekran kullanımı, çoğunlukla iş gereci zorunlu olmaktadır. İş sebebiyle kullanım, kişisel kullanıma eklenince ekranda geçirilen süre bir hayli artmaktadır. Bunların hepsinin bir arada gerçekleşmesi de bağımlığı pekiştirmektedir. Bu yaş grubunda da ekran bağımlılığı, sosyal problemlere, ilişkilerde sorunlara ve yalnızlık duygusunun artmasına yol açabilir.Yaşlılar, teknolojiyi yeni keşfetme motivasyonu ile genellikle yalnızlıklarını giderme veya sosyalleşme ihtiyaçlarını karşılamak istemektedirler. Ancak teknolojinin fazla kullanımı yaşlılık dönemindeki kişilerde fiziksel hareketsizlik ve çeşitli fiziksel sorunlara yol açabilir. Günümüzde dijital dolandırıcılık ve bilgi kirliliği gibi risklere de en açık olanlar yaşlılardır. Belirtiler: Ekran Bağımlısı Olup Olmadığınızı Gösteren İşaretlerSabah uyandığınız anda telefon, tablet ya da bilgisayarı alıp kontrol etmek, ekran süresini sınırlamamak veya sınırlayamamak, sosyal bir ortamda bile teknolojik cihazları ve bildirimleri kontrol etmek istemek, teknolojik aletlerin yokluğunda boşluk hissi ve huzursuz olmak, günlük görevleri aksatacak şekilde sosyal medyada zaman geçirmek ve teknolojik aletleri kullanırken zamanın nasıl geçtiğini fark etmemek ekran bağımlılığının göstergelerindendir.Ekran Bağımlılığının Zihinsel ve Fiziksel EtkileriEkran başında sürekli uyarılma halindeki beyin yorulur ve karar verme becerisinde düşüş meydana gelir. Dijital ekranlar görme problemlerine ve göz kuruluğuna neden olur, baş ağrısı ve bulanık görmeye sebep olabilir. Masa başında geçirilen uzun saatler, kambur duruşla, sırt ve boyun ağrılarıyla sonuçlanabilir. Sosyal medyada ve dijital dünyada geçirilen sürenin artması, gerçek dünya etkileşimlerin azalmasına, yalnızlığa, asosyalliğe yol açabilirken kaygı düzeyini artırabilir. Sosyal medyada görülen idealize edilen hayatlar, kişilerde özgüven düşürerek mutsuzluğa ve depresyona yol açabilir.Ekran Süresini Azaltmak İçin Pratik Öneriler1.Zaman Bloklama Tekniği kullanın.Ekran süresinin kısıtlanması birçok açıdan faydalı olabilir. Ekran kullanılması gereken saatleri ya da ekranın kullanılmayacağı süreleri belirlemek, sosyal ve işlevsel olarak kişiye fayda sağlar. Buna ek olarak ekran süresinin kısıtlanması da önemlidir.2. Bildirimleri KapatınUygulama bildirimlerini kapatmak, gereksiz bildirimlerden kaçınmaya ve ekranı gerekmedikçe kullanmamaya yardımcı olur. 3. Cihazsız Alanlar BelirleyinYatak odası, yemek masası gibi bazı alanlarda telefon kullanılmaması faydalı bir alışkanlık olacaktır.4. "Gerçek Dünya"ya DönüşSosyal etkinliklere, doğa yürüyüşlerine, hobilere, arkadaşlara daha fazla zaman ayırmak, ekran süresini doğal olarak azaltarak sosyalleşmeyi de beraberinde getirir.Neden Bu Kadar Kolay Bağımlı Oluyoruz?Ekran bağımlılığı; psikolojik, sosyal ve biyolojik değişkenlerin birleşimiyle oluşan bir bağımlılık biçimidir. Bu bağımlılığın başlıca nedenleri şu şekilde sıralanabilir:Ödül Sistemi: Her bildirim bizi mutlu eder, dopamin salgılatır ve bu da ödül alma hissi uyandırır.Kaçış Mekanizması: Gerçek hayatımızdaki zorluklardan, sorumluluklarımızdan veya yalnızlık hissimizden kaçmak için ekranlara yönelmiş olabiliriz.Toplumsal Baskı: Özellikle gençler arasında sosyal medya kullanımı bir "zorunluluk" olmaktadır. Dışlanmamak, kabul görmek ve beğenilmek için çevrim içi olmak bir sosyal norm haline gelmiştir.Boş Zaman Alışkanlığı: Boş zamanlarımızı geçirdiğimiz sosyal medya, artık hepimiz için alışkanlık konumuna gelmektedir.Bu nedenler, teknoloji kullanımını masum bir araçtan, kişinin günlük yaşamını etkileyen artarak devam eden bir bağımlılığa dönüştürebilmektedir. Ekran Bağımlılığında Psikolojik Destek Ne Zaman Alınmalı? Bazen ekran süresini azaltmak ve işlevsel hayata geri dönmek için bireysel çabalar yetersiz kalabilir. Özellikle bağımlılığın davranışsal ve duygusal etkileri yoğunlaştığında bir uzmandan yardım almak en doğru adımdır.Psikolojik destek alınması gereken durumlar:·Teknolojik cihazlardan uzak kalındığında anksiyete, öfke veya panik duyguları yoğunlaşıyorsa,·Sosyal ilişkilerde ve iş/okul yaşamında olumsuz değişimler varsa,·Uyku düzeni bozulmuş, fiziksel rahatsızlık belirtileri ortaya çıkmaya başlamışsa,·Gündelik yaşam kalitesinde ve hayat kalitesinde düşüklük varsa,·Ekransız zaman geçirirken boşluk hissediliyorsa,·Ekran bağımlılığı nedeniyle depresif düşünceler veya yalnızlık artıyorsa psikolojik destek alınmalıdır.Eğer ekran karşısında geçirdiğiniz zaman, sizi hayattan uzaklaştırıyor, sosyal ilişkilerinizi zayıflatıyor ve zihinsel sağlığınızı tehdit ediyorsa; artık bir uzmana başvurmanın zamanı gelmiş olabilir. Psikolojik destek almak bir zayıflık değil, bilinçli bir güç göstergesidir. Psikolojik destek alarak teknoloji bağımlılığıyla mücadele etmek ve yaşam kalitesini artırmak mümkündür.Teknolojiden tamamen kopmak ne gerçekçidir ne de gereklidir. Önemli olan, teknolojiyi nasıl kullandığımızdır. Teknolojiyle sağlıklı bir ilişki kurulmalıdır. Doğru sınırlar ve sağlıklı alışkanlıklar ile dijital dünyadan faydalanılabiliriz. Cihazlar bizim hayatımızı kolaylaştırmak için var; hayatımızın merkezi olmak için değil. Bunun farkında olmak gerekir. Peki sizin 24 saatte ekranda geçirdiğiniz vaktin ne kadarı size gerçekten yarar sağladı, sizi geliştirdi?

Pelin BAYIN 26.05.2025

Duygularımız, İçinde Büyüdüğümüz Dünyadan İzler Taşır: Kültürel Bağlam

Duygular, insan deneyiminin temel yapı taşlarından biridir ve bireyin iç dünyasının dış dünyaya tepkisi olarak ortaya çıkar. Ancak, duyguların ne zaman, nasıl ve hangi bağlamda ifade edileceği, büyük ölçüde içinde büyüdüğümüz sosyokültürel ortamla şekillenir. Psikolog Hidayet Çalışkan, bu konuda yaptığı çalışmalarla, duyguların bireysel ve kültürel bağlamda nasıl anlam kazandığını derinlemesine ele almıştır. Bu makale, Psikolog Hidayet Çalışkan’ın duygusal süreçlere dair perspektiflerinden yola çıkarak, kültürel ortamın duygular üzerindeki etkisini bilimsel bir çerçevede incelemektedir.Duyguların Kültürel KökenleriDuygular, biyolojik temellere sahip olsa da, ifade biçimleri ve anlamları kültürel normlarla şekillenir. Psikolog Hidayet Çalışkan, duyguların evrensel bir doğası olduğunu, ancak bu evrenselliğin kültürel bağlamda farklılaşarak bireysel deneyime dönüştüğünü vurgular. Örneğin, bir kültürde sevinç yüksek sesle kutlamalarla ifade edilirken, başka bir kültürde sessiz bir tebessümle sınırlı kalabilir. Bu farklılıklar, bireyin sosyalizasyon süreciyle, yani içinde büyüdüğü aile, toplum ve kültürel değerlerle doğrudan bağlantılıdır. Psikolog Hidayet Çalışkan’a göre, duygusal tepkilerimizin şekillenmesinde çocukluk döneminde maruz kaldığımız kültürel normlar kritik bir rol oynar.Kültürel psikoloji alanında yapılan araştırmalar, duyguların yalnızca bireysel değil, aynı zamanda kolektif bir bağlamda anlam kazandığını gösterir. Örneğin, kolektivist toplumlarda (örneğin, Türkiye gibi), duygusal ifadeler genellikle grup uyumunu destekleyecek şekilde düzenlenirken, bireyci toplumlarda kişisel ifade ön plandadır. Psikolog Hidayet Çalışkan, bu bağlamda, Türk toplumunda duygusal düzenlemenin sıklıkla aile ve topluluk odaklı olduğunu belirtir. Bu, bireyin kendi duygularını ifade etmeden önce çevresindekilerin beklentilerini dikkate almasına neden olabilir.Duygu Düzenleme ve Kültürel EtkilerDuygu düzenleme, bireyin duygularını fark etme, adlandırma ve uygun şekilde ifade etme yeteneğidir. Psikolog Hidayet Çalışkan, duygu düzenlemenin kültürel normlarla şekillendiğini ve bu sürecin psikolojik iyi oluş için kritik olduğunu savunur. Örneğin, bazı kültürlerde öfke gibi negatif duyguların bastırılması teşvik edilirken, diğerlerinde bu duyguların açıkça ifade edilmesi kabul edilebilir. Psikolog Hidayet Çalışkan’ın terapi süreçlerinde vurguladığı gibi, bireyin duygu düzenleme stratejileri, çocuklukta öğrenilen kültürel kalıplarla doğrudan ilişkilidirBilişsel davranışçı terapi (BDT) yaklaşımında, Psikolog Hidayet Çalışkan, bireylerin kültürel bağlamdan gelen otomatik düşünce kalıplarını fark etmelerine yardımcı olur. Örneğin, bir birey, kültürel olarak “ağlamak zayıflıktır” inancıyla büyümüşse, üzüntüsünü ifade etmekte zorlanabilir. Bu durum, duygusal baskılanmaya ve uzun vadede psikolojik sorunlara yol açabilir. Psikolog Hidayet Çalışkan, bu tür kalıpların terapi sürecinde çözümlenmesiyle bireyin daha sağlıklı duygusal ifadeler geliştirebileceğini belirtir.Çocukluk Deneyimleri ve Duygusal ŞekillenmeÇocukluk, duygusal repertuarın oluştuğu kritik bir dönemdir. Psikolog Hidayet Çalışkan, aile dinamiklerinin ve ebeveyn tutumlarının duygusal gelişim üzerindeki etkisine dikkat çeker. Örneğin, bir çocuk, duygularını ifade ettiğinde sürekli eleştiriliyorsa, yetişkinlikte duygularını bastırma eğilimi gösterebilir. Öte yandan, duygusal ifadelerin desteklendiği bir ortamda büyüyen bireyler, daha esnek ve sağlıklı duygu düzenleme stratejileri geliştirir. Psikolog Hidayet Çalışkan’ın klinik gözlemleri, Türk toplumunda aile içi iletişimin genellikle duygusal ifadeleri sınırlayan bir yapıda olduğunu gösterir. Bu, özellikle kaygı ve stres yönetimi üzerinde olumsuz etkiler yaratabilirBağlanma teorisi açısından bakıldığında, Psikolog Hidayet Çalışkan, güvenli bağlanmanın duygusal esneklik ve psikolojik sağlamlık için temel oluşturduğunu vurgular. Güvensiz bağlanma stilleri (kaygılı veya kaçıngan), kültürel normlarla birleştiğinde, bireyin duygusal dünyasını daha karmaşık hale getirebilir. Örneğin, Türk kültüründe sıkça görülen “aYn aile bağları”, bireyin duygusal tepkilerini derinden etkiler. Psikolog Hidayet Çalışkan, bu bağlamda, terapi sürecinde bağlanma örüntülerinin duygusal tepkiler üzerindeki etkisini çözmenin önemine işaret ederPsikoterapide Kültürel DuyarlılıkPsikoterapi, bireyin duygusal dünyasını anlamayı ve dönüştürmeyi amaçlar. Psikolog Hidayet Çalışkan, terapi sürecinde kültürel duyarlılığın önemini vurgular. Her bireyin duygusal deneyimi, kültürel arka planıyla şekillenir; bu nedenle, etkili bir terapi süreci, bu arka planı dikkate almalıdır. Psikolog Hidayet Çalışkan’ın yaklaşımı, bireyin kültürel değerlerini ve aile dinamiklerini anlamayı merkeze alır. Örneğin, bir danışanın “aileye karşı sorumluluk” duygusu, Türk kültüründe güçlü bir şekilde kök salmış olabilir ve bu, terapi sürecinde ele alınması gereken bir faktördür.Psikolog Hidayet Çalışkan, psikodramanın kültürel olarak şekillenmiş duyguların ifade edilmesinde etkili bir yöntem olduğunu belirtir. Psikodrama, bireylerin kültürel normlar nedeniyle bastırılmış duygularını güvenli bir ortamda keşfetmelerine olanak tanır. Bu yöntem, özellikle duygusal ifadelerin kültürel olarak sınırlı olduğu toplumlarda, bireylerin iç dünyalarını anlamalarına yardımcı olurKültürel Normların Psikolojik İyi Oluş Üzerindeki EtkisiPsikolojik iyi oluş, bireyin duygusal dengeyi sürdürebilme yeteneğiyle yakından ilişkilidir. Psikolog Hidayet Çalışkan, kültürel normların psikolojik iyi oluş üzerindeki etkisini vurgularken, bireyin kültürel bağlamdan bağımsız düşünülemeyeceğini ifade eder. Örneğin, Türk toplumunda “elalem ne der” kaygısı, bireyin duygusal tepkilerini bastırmasına ve psikolojik stres yaşamasına neden olabilir. Psikolog Hidayet Çalışkan, bu tür kültürel baskıların terapi sürecinde ele alınması gerektiğini savunur.Araştırmalar, kültürel normların duygusal düzenleme stratejilerini etkilediğini göstermektedir. Örneğin, Gross ve John (2003) tarafından yapılan bir çalışma, kültürlerin duygu düzenleme stratejilerini şekillendirdiğini ve bu stratejilerin psikolojik iyi oluşla doğrudan ilişkili olduğunu ortaya koymuştur. Psikolog Hidayet Çalışkan, bu bulguları destekleyerek, bireyin kültürel bağlamını anlamadan etkili bir terapi sürecinin mümkün olmadığını belirtir.Duygularımız, içinde büyüdüğümüz dünyadan izler taşır. Psikolog Hidayet Çalışkan’ın çalışmaları, bu izlerin duygusal deneyimlerimizi nasıl şekillendirdiğini ve psikoterapi sürecinde nasıl ele alınması gerektiğini açıkça ortaya koyar. Kültürel normlar, çocukluk deneyimleri ve aile dinamikleri, duygusal repertuarımızın temelini oluşturur. Psikolog Hidayet Çalışkan’ın kültürel duyarlılığa dayalı terapi yaklaşımı, bireylerin duygusal dünyalarını anlamalarına ve daha sağlıklı duygusal düzenleme stratejileri geliştirmelerine olanak tanır. Bu süreç, bireyin hem kendisiyle hem de çevresiyle daha uyumlu bir ilişki kurmasını sağlar. Duygusal farkındalık ve kültürel bağlamın anlaşılması, psikolojik iyi oluşun temel taşlarıdır.*Kaynakça* Gross, J. J., & John, O. P. (2003). Individual differences in two emotion regulation processes: Implications for affect, relationships, and well-being. Journal of Personality and Social Psychology, 85(2), 348–362. İstanbul Psikodrama Enstitüsü: Psikodrama ve duygu düzenleme üzerine tezler. [](https://www.istpsikodrama.com.tr/tezler)