1. Uzman
  2. Feriha Pınar EKINCI
  3. Blog Yazıları
  4. 2 YAŞ SENDROMU İLE BAŞA ÇIKMAK

2 YAŞ SENDROMU İLE BAŞA ÇIKMAK

2 YAŞ SENDROMU NEDİR?


Bebeklik döneminden çocukluk dönemine adım atıldığı 1.5 ile 3 yaş arasında görülen 2 yaş sendromu, zaman zaman aileleri zorlayan bir süreçtir. "Terrible Two" olarakta bilinen 2 yaş sendromu, tüm sağlıklı çocuklarda olması beklenen, psikolojik gelişimin bir parçasıdır. Çocukta "yapabilirim" duygusu ve ardışığı olan "aslında yapamam" duygusunun birlikte yaşanmasıdır. "Hem yeterince iyiyim hemde galiba değilim". Kendisinin ayrı bir birey olduğunun farkına varan çocuk, ben merkezli bir döneme girerek varlığını tüm çevresine kanıtlamaya çalışır. Her şeyi yapabileceğini zanneden çocuk, başarısız olunca öfke nöbetine girebilmektedir. Çünkü her ne kadar konuşabilse de henüz yetişkinler gibi kendini ifade etme yeteceği gelişmemiştir. Kendini cümlelerle ifade edemeyen çocuk, en iyi bildiği şeye yönelir; BEDENİNE. 2 yaş döneminde sağlıklı bir şekilde gelişimi süren çocuğun her şeye hayır demesi, agresif davranışlar sergilemesi, öfke nöbetleri geçirmesi son derece normal bir durumdur.


SENDROMU ENGELLEMENİN YOLU VAR MIDIR?


Her ne kadar adına sendrom denilse de bu, çocuğunuzun gelişimi için beklenen bir dönemdir. Tıpkı ergenlik gibi, 2 yaşına kadar her şeyi anne ile yapmaya alışan çocuk yürümeye başlama ile beraber bireyselliği tadar ve ondan ayrı bir kişilik olduğunu keşfeder.


2 YAŞ SENDROMU BELİRTİLERİ NELERDİR?


• Aniden baş gösteren öfke nöbetleri 

• İnatçılık

• Her şeye "Hayır” demek

• Kendi isteği yerine getirilmeyince hırçınlaşmak

• Bebeklerin/ çocukların çok çabuk sinirlenmesi, dürtüsel tepkiler vermesi

• Aşırı hareketlilik

• Her şeyi ellemek isteği

• Asla söz dinlememe

• Söylenenlerin tersini yapma

• Her şeyi tek başına yapmaya çalışma

• Ağlama krizleri

• Kendine zarar verebilmesi (Başını duvara veya eşyalara vurması gibi)

• Yakınlarındaki herkes üzerinde otorite kurmak istemesi 

• İştah azalması, uyku düzeninde değişme.


2 YAŞ SENDROMUNUN NEDENLERİ?


• Bu yaşlar, sinir sisteminin gelişimindeki ara evredir. Konuşmaya ve yürümeye başladığı bir dönem… 

• 2,5 yaşındaki miniklerin kas-motor mekanizması henüz tam anlamıyla oturmamıştır. Seçme yeteneği yoktur, kafası karışıktır, iki seçeneği birden tercih etmeye çalışır. 

• Bu yaştaki çocukların beyni, bir yetişkinin beyninden iki kat daha aktif olduğundan sürekli soru sorarlar. Beyin çok hızlı çalışır. 

• Gündüz yaşadıkları gerilimler, gece uykudayken korkuyla uyanmalarına neden olabilir. 

• Bağımsızlıkları artar, o yüzden her şeyi tek başlarına yapmayı isterler. 

• "Ben” duygusu geliştiğinden sevip sevmediği şeyleri sürekli dile getirmeye başlar. 

• Kelime haznesi artar, sürekli konuşmak ister.


2 yaş dönemi, yürümeye ve konuşmaya başlayan çocuk için bireyselleşmenin ilk adımlarıdır. Motor gelişimi arttıkça hareketi de artar. O artık bağımsızlığını ilan etmek ister! Kendisini, çevresini keşfetmeye başlar; kendi başına hareket ettiğini gördüğü için daha çok bireyselleşir. Meraklıdır, enerjiktir. Bireyselleşme çabası içinde anne babaya ait olmak yerine onlardan uzaklaşmak ister. Annenin yardımına muhtaç olduğunun farkında olsa da başkaldırır, isyan eder, bocalar. O yüzden 2 yaşındaki çocuk, anne ve babasıyla inatlaşır, ısrarcı davranır, huysuzlaşır. Hep kendi isteklerinin yerine getirilmesini ister.


Ayrıca 2 yaş dönemi, tuvalet eğitimi ve beslenme açısından da önemli. Şöyle ki çişini ve kakasını istediği zaman tutup istediği zaman bırakabilmeyi keşfeder. Bu onun için büyük bir güç gösterisidir! Dışkı onun bir parçasıdır, değerlidir! Kirli bezden rahatsızlık da duymaz. Zorlama ve baskı asla olmamalı.


2 YAŞ SENDROMU YAŞAYAN ÇOCUĞA NASIL DAVRANILMALI?


Öncelikle soyut ve de uzun konuşmalardan sakınarak, olayları onun anlayacağı şekilde somutlaştırarak anlatmak, her krizin sonunda mutlaka onu sevdiğimizi hissettirmek önemlidir.

  • Ailenin tutarlı olması, aynı konu üzerinde önce hayır, sonra evet dememesi gerekir. Ayrıca anne ya da babanın kabul ettiği ya da etmediği bir duruma diğer ebeveyn farklı bir yanıt vermemelidir.
  • Çocuğun kişisel gelişimini desteklemek ve olası krizleri engellemek adına, ona kendi başına başarabileceği görevler verilmeli ve bu görevi başarabileceği konusunda cesaretlendirilmelidir. 
  • Enerjisi dış mekan aktiviteleri ile boşaltılmalı, koşup oynamasına, düşüp kalkmasına izin verilmelidir. 
  • Yapmayı ısrarla reddettiği aktiviteler ya da istekler karşısında çocukla inatlaşmak yerine, dikkatini farklı bir yöne çekilmelidir. 
  • GİT ODANA AĞLA, ORADA DÜŞÜN, SAKİNLEŞ ÖYLE GEL, demek kesinlikle yanlış. Bu 2-2,5 yaşında bir çocuğun kaldıramayacağı bir yöntem, çocuk daha odasına giderken neyi düşüneceğini unutacaktır, çünkü bu yaş grubu çocuklarda henüz bilgi aktarımı yoktur, krizin başını hatırlamayabilirler, üstelik bir odada tek başına ağlaması terk edilmişlik ve baş edemeyeceği bir yalnızlık duygusu yaşatır. Bunun yerine biraz ağlamasına izin verip, sonra sevgiyle sarılmalı, sakin kalabilmeli, ona "herşey yolunda, biz iyiyiz, mutluyuz" mesajı verilmelidir. 
  • Uzun uzun konuşmalar yerine, kısa anlatımlar ile onu uyarmak, kurgulanan hikayeler ve oyunlar üzerinden çıkarımlarda bulunmasına izin vermek çok daha doğrudur. 
  • Çocuğa seçim yaptırmak da bu dönemde yapılması gerekenler arasındadır. Örneğin iki farklı kıyafet gösterip, hangisini giymek istediğini ya da farklı oyunlar arasından hangi oyunu oynamak istediğini sormak, 2 yaş sendromunu yaşayan çocuğun kişisel gelişiminde olumlu rol oynar. 

.


HANGİ AŞAMADA UZMAN YARDIMI ALINMALIDIR?


Çocukların negatif ve agresif tutumları genellikle 3 ile 3.5 yaş arasında son bulur ancak bu durumun 4 yaşın sonuna kadar sürdüğü durumlar da görülebilir. 

Yukarıdaki teknikleri tutarlı bir şekilde uygulamışsanız ve hala uygulamanıza rağmen bir çözüm alamadığınızı düşünüyorsanız, öfke, saldırganlık, kendine zarar verme, suskunluk, içine kapanma gibi davranışları artarak gözlemliyorsanız ya da bu süreçle başa çıkma konusunda kendinizi yetersiz hissediyorsanız bir uzman yardımı almanızda fayda vardır


EBEVEYNLER BU SÜREÇTE KENDİLERİNİ NASIL RAHATLATABİLİR?


Çocuk büyütmek her döneminde farklı zorlukları da beraberinde getirir. Bazı zamanlar zorlukların üstesinden gelmek hayatın diğer dinamikleri de devreye girdiğinde yeterli gelmeyebilir. Yeterli anne ve babalık öncelikle kişinin kendi iyilik halini gerektirir. Siz iyi hissederseniz çocuğunuzda da bunun pozitif etkisini gözlemleyeceksinizdir. Kendinize zaman ayırmaya, iyi gelecek hobiler, aktiviteler edinmeye özen gösterin, çocuğun sorumluluğunu paylaşmayı unutmayın. Son olarak yapacağınız en iyi şey, bu dönemin tamamen geçici olduğunu kendinize hatırlatmak olacaktır. Zamanı geldiğinde çocuğunuzun bu zorlu süreci bitecek ve sakin bir çocuk haline gelecektir.



Yayınlanma: 04.05.2021 13:35

Son Güncelleme: 04.05.2021 13:42

Feriha Pınar EKINCI
Feriha Pınar EKINCI
Uzman Klinik Psikolog(*)(*)(*)(*)(*)
Uzmanlıklar: İlişki / Evlilik Problemleri, Depresyon ve Mutsuzluk, Güven Kaybı / Aldatma / Aldatılma
Özyeğin Üniversitesi Psikoloji bölü Devamını oku
Online Terapi
süre 50 dk
ücret 350
Yüz Yüze Terapi
süre 50 dk
ücret 350
Bunları da sevebilirsiniz...
kendinizi-kotu-hissettiginiz-zaman-icin-5-olumlu-dusunce

-Moraliniz bozuk olduğunda göz önünde bulundurmanız gereken motive edici ve gerçekçi fikirlerGünlük hayatta herkes zaman zaman kendisini mutsuz, üzgün, hatta karamsar hissedebilir. Bazı zorluklar üst üste biner, sıkışmış hissedebilirsiniz. İşte bu anlarda size destek olmasını ümit ettiğim bazı güven verici ve motive edici düşüncelerden bahsedeceğim.Öncesinde düşünce sistemimizden kısaca bahsedelim.İnsanların duygu ve davranışları, bulunduğu durumu yorumlama şekliyle ilgilidir. Bu yorumlama şekli ise kişiden kişiye göre değişmektedir. Başka kişilerle içinde bulunduğumuz aynı durumlarda farklı duygular hissedebilir, farklı tepkiler verebiliriz. Beck'e göre de kişinin duygularını belirleyen olayın kendisi değil, kişinin kendi düşünce sisteminde olaya yüklediği anlamdır. Kullandığımız dil, zihnimizden o an geçenler, ağzımızdan çıkan kelimeler biliyoruz ki ruhumuzu etkiliyor. Kötü hissettiğiniz anlarda kendinize vereceğiniz telkinler çok önemlidir. Göz önünde bulundurmanızı istediğim 5 düşünceyi sizin için bir araya getirdim.1.Küçük bir değişiklik büyük bir fark yaratabilir.Genelde yoğun bir şekilde kötü hissettiğiniz zamanlarda çözümün de ancak büyük bir düzeltmeye ihtiyacı varmış gibi kabul edebilirsiniz. Bu anlarda küçük bir değişiklik şaşırtıcı derecede büyük bir farkla sonuçlanabilir. Evet, kötü hissettiğiniz anlarda küçük değişiklikler için isteksiz olabilirsiniz ama isteği beklemek yerine eyleme geçmek denemeye değer. Böylece olumsuz hissi, beslemeyerek ömrünü kısaltmış olacaksınız. Aşağıda yer alan, örnek küçük adımlardan ilham alarak sizler de kendi hayatınıza uyarlayabilir veya aynılarını deneyebilirsiniz. Bu küçük adımlar, büyük bir fark yaratmanın yanında sizi ruhsal olarak besleyen şeyleri de keşfetmenize yardımcı olacaktır.•Ertelediğiniz bir görevi yapmak (iş dosyalarını düzenleme, beklettiğiniz bir maili yanıtlamak gibi).•Gideceğiniz yerlere araç yerine yürüyerek gitmek.•Uyku dışında yatakta geçirdiğiniz süreyi azaltmak.•Sizin için önemli olan kişilerle bir araya gelmek. (veya onlarla sesli-görüntülü konuşma gerçekleştirmek)•Ev içinde hareketi artırmak adına ev içi sorumluluklar oluşturmak.•Komşu ziyaretinde bulunmak.•Doğada vakit geçirmek.•Spor salonu üyeliğinizi yenilemek.Bunlar sadece geçici bir destek olabilir veya olmayabilir, öyle olsa bile yine de o anlarda ihtiyacınız olan çok önemli bir rahatlama sağlayabilir 😊2.Tahminlerimiz genellikle yanlıştır.Tahmin: gündelik dilde, bilinmeyen bir şey hakkında rastgele veya belirsiz bilgi kullanarak gerçekleşen düşünme sürecidir. Yalnızca aklımızda belirdikleri için sizce düşüncelerimizi her zaman doğru kabul edebilir miyiz? Yapılan araştırmalar her gün 6 binin üzerinde düşüncenin zihinden geçtiğini söylüyor. Bu düşüncelerle çevremizde gelişen olayları yorumlamaya, neler olup bittiğini açıklamaya çalışırız. Tahminler ise daha çok kestirmeler gibidir. Bu kestirmeler fazla düşünmeye gerek duymadan hüküm verir. Özellikle birey kendini kötü hissettiğinde, olumsuz duyguların o anki gerçeği yansıttığını kabul eder. Yalnızca öyle hissedildiği için de hissedileni referans alarak tahminde bulunur.•Hiçbir şey yapamayacağım, bu sorunun bir çözümü yok.•Korkunç bir performans sergileyeceğim. •Hep böyle olacak, bir şey denesem de artık sonuç alamam. •Bir daha asla sevemem/sevilmeyeceğim. •Vizem berbat finale çalışmamın da bir anlamı yok. •Çirkin hissediyorum beğenilmeyeceğim.Hissediyorum öyleyse doğrudur, bakış açısını kabul etmek gerçekçi değildir. Unutmayın ki bir durumu çözmek zor gelse bile, denemeden asla tam anlamıyla bilemezsiniz. 😊3.Çoğu zaman en kötü sorunumuzu çözmeden de kendimizi iyi hissedebiliriz. Bazen bir problem yaşadığınızda problem çözülene kadar daha iyi hissedemeyeceğinizi düşünür ve bu durumlarda kötü hisseder, umutsuzluğa da kapılabilirsiniz. Derken yaşam da bir yandan devam eder. İyi hissedebilmeniz için tek koşul olarak gündeminizdeki problemin bir an önce ortadan kalkması gerektiğine inanabilirsiniz. İnandığınızın aksine en çok düzeltmek istediğiniz soruna bir çözüm bulamasanız bile ruh halinizi değiştirmenin farklı yollarını bulabilirsiniz. Örneğin; çocuğunuzla ilgili bir davranış problemi yaşandığını düşünün. O an en kötü sorununuzun bu olduğunu kabul edelim. Probleminizi çözüme kavuşturmadan da yaşamın içerisinde sizi iyi hissettirecek şeyler muhakkak vardır. İyi şeylere kapınızı her zaman açık bırakabilirsiniz.4.Her zaman iyi tarafından bakmak zorunda değilsin.Pek çok kişinin genel eğilimi olumsuz atfedilen duyguları bastırmak, sahiplenmemek hatta belki yok saymak olsa da her insanın içinde öfke, üzüntü, kıskançlık, korku gibi toplumca olumsuz nitelendirilen pek çok duygu bulunur. Her şeye olumlu yönden bakıp daima keyifli duygular arasında gezinmek gerçekçi bir hedef değildir. Yaşamsal olaylar içerisinde her zaman pozitif bakış açısına sahip olmak veya olumlu tarafından bakmak kolay olmayabilir. Böyle bir zorunluluk var gibi hissedebilir hatta buna yönelik sosyal baskıyı da zaman zaman hissedebilirsiniz. Bu durumlarda Unutmamanız gereken bir şey var, o da her duygunun bireye ruhsal ihtiyaçları ve yaşantısı noktasında önemli bilgiler verdiğidir. Kötü diye tabir ettiğimiz duygunun yaşanmasına izin vermek de bir seçenektir. Bazen harekete geçmeye veya üretmeye enerjinin olmayacağını kabul etmek, duygusal yoğunluklar sonucu ortaya çıkan reaksiyonların (ağlamak, bağırmak vb.) insani olduğunu bilmek çok önemlidir.Yaşanılan tüm duygusal deneyimler, bireye karşılanmış ve karşılanmamış ihtiyaçları ile hayatında yolunda giden ve gitmeyen durumları işaret edebilmektedir. Sürekli olumlamaya çalışmak bu işaretleri ıskalamaya yol açabilir.Kendinizi kötü hissettiğiniz zamanlarda muhtemel olarak •Olumlu düşünürsem olumlu olur.•Benden daha kötü durumda insanlar var şükretmeliyim.•Bu korkunç olabilir ama daha kötüsü de olabilirdi.•İstediğim bu değildi ama avantajları da var.vb. şeyler düşünmüşsünüzdür. Bu düşüncelerin iyi geldiği zamanlar da olmuş olabilir. Peki bu sözler size şefkat vermek ve iyi hissettirmek yerine deneyiminizi örtüyor olabilir mi? Toksik pozitiflik, hayatın sadece olumlu atfedilen yön ve duygularına odaklanılarak mutluluğun ve iyimserliğin genellenmesidir. Mutsuzluğu tetikleyebilecek her durumdan ise kaçınılması; bu yolla kişinin duygusal deneyiminin küçümsenmesini, inkarını veya geçersiz kılınmasını ifade eder. Bu gibi durumlarda zor duygularınızı "kendinizi kandırarak" daha fazla pozitifliğe dönüştürmeye çalışmak yerine hissetmenize izin vermenizde bir sakınca yoktur. Ne hissederseniz hissedin duygularınızın geçerli olduğunun farkına varın. İyi hissetmemek de makbul.5.Ruh sağlığımızda iniş ve çıkışlar olması normaldir.Hayatımızda iniş çıkışlı dönemler yaşayabiliriz. Bazen bir kalp kırıklığı yaşadığımızda, bazen bir yakınımızı kaybettiğimizde, dersten kaldığımızda, işten çıkarıldığımızda ya da gerçekten istediğimiz bir şeyi elde edemediğimizde kötü hissedebiliriz.Hislerimizdeki iniş çıkışlar dalgalar gibidir, başlangıcı ve bitişi vardır. Bunların geçip gitmesine izin vermeliyiz. Bırakalım büyük dalgalar zamanla küçük dalgalara dönüşsün. Yapabileceğimiz en iyi şey çok bekletip taşmaya varmadan ifade etmektir. Bunu konuşarak, yazarak, şarkılarla şiirlerle veya dans ederek yapabilirsiniz. Tamamen size kalmış. Bırakın aksın duygularınız…Ruh sağlığınızdaki değişkenliğini kabullenmek, ‘’Hep çok mutlu hissetmeliyim’’, ‘‘Her zaman umutlu olmalıyım’’ gibi bazı beklentilerimizin gerçekçi olmadığını kabul etmemizi sağlar. Bu gerçeklik hayal kırıklıklarını da azaltacaktır. Böylece hayata dair beklentilerimizi daha rasyonel şekilde irdeleyebilmemizi kolaylaştırır. Bu iniş çıkışlarda duygularınızı sinyal olarak kullanın ama gerçekçi bakışın devrede olduğundan emin olun. Size iyi gelen veya iyi gelmeyen şeyleri fark etmenizi sağlayan harika bir rehber olabilir.Unutmayalım ki olumlu ya da olumsuz hiçbir duygu, daima doruk noktasında kalmaz, değişim kaçınılmazdır. Yazıyı Oku

Uzman: Oğuzhan TAŞDELEN

Yayınlanma: 02.06.2023

Tükenmişlik sendromu nedir?Tükenmişlik sendromu adı verilen psikolojik hastalık, 1974 yılında ilk olarak Herbert Freudenberger tarafından başarısızlık, yıpranmışlık, güç ve enerji düzeyinin azalması, tatmin edilmez isteklerin oluşması sonucunda bireyin içsel kaynaklarında oluşan tükenmişlik durumu olarak tanımlanmıştır.Christina Maslach tarafından ise hastalık " İş yaşantısı gereği yoğun duygusal taleplere maruz kalan ve devamlı olarak insanlarla yüz yüze olan bireylerde görülen fiziksel bitkinlik, uzun süren yorgunluk, çaresizlik ve umutsuzluk duygularının, yapılan işe, hayata ve diğer insanlara karşı olumsuz tutumlarla yansıması ile oluşan bir sendrom" olarak tanımlanmıştır.Özellikle bir bireyin kaldırabileceği iş yoğunluğunun üzerinde bir tempo ile çalışan kişiler ve yoğun stres altındaki bireylerde görülen tükenmişlik sendromunda bireyin kendini bu koşullar altında çalışmaya zorlaması sonucunda belirli bir evreden sonra çöküş başlar ve hastalık kendisini belli etmeye başlar. Günümüz toplumuna bakıldığında bu hastalığın tanınırlığı,ünlü kişilerde görülmesi ile atmıştır. Buna bağlı olarak sendromla mücadele eden pek çok kişide hastalıkları hakkında şüphe ve farkındalık oluştuğu görülür.Tükenmişlik sendromu belirtileri nelerdir?Bedensel tükenmişlik hissi,Duygusal tükenmişlik hissi,Kişiyi esir alan olumsuz düşünceler,Karamsarlık,Basit işleri bitirmekte zorlanma,İşten soğuma,Umutsuzluk,Kendini değersiz hissetme,Azalmış mesleki özgüven,Unutkanlık ve dalgınlık,Sürekli yorgunluk ve bitkinlik hissiyatı,Dikkat dağınıklığı,Uyku Problemleri,Sindirim sistemine ilişkin problemler,Kalp çarpıntısı,Solunum güçlüğü,Baş, sırt ve bacaklar olmak üzere vücudun belli bölgelerinde ağrıBu nedenlerin haricindetükenmişlik sendromunun daha pek çok kişiye özgü semptomu ile karşılaşmak mümkündür. Bu nedenle yukarıda verilen belirtilerden birkaçını kendisinde gören kişilermutlaka tükenmişlik sendromuna ilişkin testlerden geçmelidir.Tükenmişlik Sendromu Neden Olur?Tükenmişlik sendromu daha çok işle ve iş stresiyle ilgilidir, kişi işinde keyifsizken iş dışındaki yaşamında kendini keyifli hissedebilir. Depresyondaki olumsuz duygular ise hayatın tümüne yayılır. Ancak ikisi birbirini tetikleyebilir. Depresyonda olan kişinin tükenmişlik yaşama ihtimali güçlüyken, tükenmişliğin artarak devam etmesi ve başka olumsuz olaylarla birleşmesi de kişiyi depresyona sokabilir.Sürekli olarak yüksek düzeyde strese maruz kalan herkestükenmişlik sendromugeliştirebilir. Özellikle mesleki olarak başkalarına müdahale etme konumunda olan bireyler, örneğin acil durumlara ilk müdahale ekipleri, doktorlar ve hemşireler gibi profesyoneller tükenmişlik sendromuna karşı normalden daha savunmasızdır.Kariyer kaynaklı tükenmişlik sendromunun yanı sıra, çocuklara, hastalara ya da yaşlılara bakan bireylerde de bu tür aşırı yorgunluk gözlemlenebilir. Yakın zamanda yapılan bilimsel araştırmalar tıpkı doktorlar veya işletme yöneticileri gibi anneler ve babaların da tükenmişlik sendromundan etkilenebileceğini saptamıştır.Tükenmişlik sendromu tedavi yöntemleri nelerdir?Tükenmişlik sendromuher ne kadar bireyin sosyal ve psikolojik yaşamını altüst etse de tedavisi kolay ve oldukça etkilidir. Sendromun ilerlemişlik düzeyine bağlı olarak hastalığın tedavi süreci de değişkenlik gösterir. Şiddetli olmayan durumlarda sendrom bireyin kendi kendine alacağı önlemler, iş yaşamında ve sosyal hayatında yapacağı düzenlemeler ile büyük ölçüde ortadan kaldırılabilir. Bunun sağlanabilmesi için mutlaka ruh sağlığına ilişkin muayenelerin yapılmış olması gerekir. Bu görüşmeler esnasında sendromun ortaya çıkışında rol oynayan faktörler belirlenerek tedavi sürecinde bu faktörlere yönelikönlem almak hedeflenir. Sendromun aşırı şekilde şiddetlenmiş ve ilerlemiş olduğu, kişinin iş yaşantısına veya günlük hayatına devam edememesine neden olduğu durumlarda hekim tarafından önerildiği takdirde ilaç tedavisi gerekli olabilir. Psikolojik tedavi sürecinde hastalığa yol açan etkenlere yönelik düzenlemelerin ardından bireyler kendilerine yeterli miktarda vakit ayırmaya, hobiler edinmeye ve bunları hayatının bir parçası haline getirmeye özen göstermelidir. İş hayatına ilişkin kafasında büyüttüğü sorunlar var ise iş saatleri haricinde bu konuları kafasından uzaklaştırmayı, bir diğer deyişle işi işte bırakmayı denemelidir. Yeterli miktarda dinlenmek, uyku düzenine gereken hassasiyeti göstermek ve dengeli beslenmek de tedavi sürecinde oldukça önemlidir. Ayrıca düzenli olarak spor yapmak da mutluluk hissi veren hormonların kandaki düzeylerinin yükselmesine neden olarak tükenmişlik sendromu ile mücadele sürecine destekte bulunur. Bu nedenle düzenli bir egzersiz planı belirlenerek buna sadık kalmak faydalı olacaktır.Tükenmişlik sendromu, başlangıçta küçük önlemler ile kendi kendine iyileşebilir bir durum olmakla birlikte tedavi edilmediği takdirde ilerleyerek çok daha ciddi boyutlu sağlık sorunlarına yol açabilir. Bu nedenleeğer bir bireyde tükenmişlik sendromu mevcut ise bu sorunun erken dönemde teşhis edilmesi ve bir an önce tedavi planının belirlenmesinin tedavi başarısı açısından çok büyük bir öneme sahip olduğu unutulmamalıdır. Eğer siz de tükenmişlik sendromuna yakalandığınızı düşünüyorsanız, derhal bir sağlık kuruluşuna başvurarak alanında uzman bir psikiyatr ile görüşebilirsinizTükenmişlik Sendromu yaşayan kişilerin ortak özelliklerine baktığımızda;Stresli bir yaşama sahip olmaları,İş sorunları yaşamaları,Aile problemlerinin meydana gelmesi,Ün ve şöhret problemleri,Ruhsal bozukluklara yatkın olma durumu,Özel hayatla ilgili (partner sorunları) sorunların olması,Yalnızlık hissinden çıkamama gibi pek çok nedeni vardır.Peki bu sendrom ile nasıl başa çıkabiliriz?En etkili yöntem psikoterapi sürecidir. Bunun dışında kendinize yeni rutinler oluşturabilirsiniz. Yeni rutinler oluştururken bazı şeylere dikkat etmelisiniz. Bu oluşturacağınız rutin mümkünse daha öncesinde deneyimlemediğiniz ama şu an deneyimlemeye çalışacağınız bir şey olmalı ve sizi bu rutini gerçekleştirme konusunda teşvik etmelidir. Teşvik edici olmayan her rutin yarıda bırakılabilir, bu durumda süreci olumsuz etkileyebilir. Yeni insanlar tanıyarak ve sosyalleşerek, eski arkadaşlar ile görüşme sıklığınızı arttırarak kendinize destek olabilirsiniz. Önemli olan süreç içerisinde neler yaptığınızdır. Mümkün olduğunca stres ve stresi yaratan/yaratabilecek ortamlardan uzak durmak sizin için oldukça iyi olacaktır. Kendinize yapacağınız en büyük iyilik, kendinize güzel bir hayat sunabilmektir.Sevgiler <3Psikolog ve Aile Danışmanı Yeliz Dilara KOÇAK . Yazıyı Oku

Uzman: Yeliz Dilara KOÇAK

Yayınlanma: 25.05.2023

kafanin-icinde-ic-sesic-konusmalar-normal-midir

KAFANIN İÇİNDE İÇ SES/İÇ KONUŞMALAR NORMAL MİDİR?Kafanın içerisinde iç ses duymak aslında normal değildir ve mutlaka ayırıcı tanısının yapılması gereklidir. 1. Muhakeme ile ayır etmek gerekir. Muhakeme, ben şu meseleyi böyle mi yapıyım, böyle mi, buradan çıkınca Üsküdar’a mı gideyim, Kadıköy’e mi gideyim, bu meselenin artısı, eksisi nedir diye tartmak bu bir muhakemedir, tamamen normaldir. Kişiler uykuya dalarken, veya uyanırken herhangi bir iç ses duyması tamamen normal kabul edilir. Kafanın içinde uğultu ve çınlama gibi sesler duyabiliriz, bunlar kulak, burun, boğaz veya nörolojik rahatsızlıklar içerir. Aslında iç seste ayırt edilmesi gerekilen en önemli şey psikotik bozukluklarda olan sesten ayırt etmektir. Psikotik rahatsızlıklarda olan sese biz halüsinasyon diyoruz. Halüsinasyon daha çok kulağımızla duyduğumuz, dışardan gelen, daha kısa cümleler şeklindedir. Halbuki, Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu’ndaki iç sesler daha iç konuşma şeklindedir, diyalog şeklindedir ve zihinsel bir mesaj şeklindedir. Dissosiyatif vakalardaki seste ayırt edilmesi gerekilen en önemli meselelerden biri din veya şeytandan ayırt etmektir. Bazı insanlar zihin içerisinde duyulan seslerin doğa üstü güçlerden olduğuna inanırlar, zihnin içine cinlerin girdiğine, üç harflilerin girdiğini düşünürler. Maalesef cinci hocalar bu yoruma katılıp, cin çıkarma işlemi yaparlar. Geçenlerde Vatikan’da daha fazla cin çıkarma işlemi yapacak personele ihtiyaç olduğuna dair bir gazete haberi vardı. Maalesef, Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu’ndaki bu iç sesin, cin veya üç harfli ile izah edilmesi hem hastaya zarar verir, hem cin çıkarma işlemi hastalığın daha karmaşık hale gelmesine sebep olur. tedavinin çok kısa bir döneminde kendini cin olarak tanımlayan sesler aslında nasıl var olduklarını, diğer alter kimliklerden farklarının olmadığını anlarlar ve kısa bir zaman içinde zihnin bütününe entegre olurlar. DİSSOSİYATİF KİMLİK BOZUKLUĞU NEDİR?Dissosiyatif kimlik bozukluğu psikiyatrik bir rahatsızlıktır. Zihin bölünmesi olarak çevirebiliriz. Çocukluk döneminden başlayan bir rahatsızlıktır. Aslında bir baş etme mekanizmasıdır. Şöyle düşünün: bir çocuk zor bir anı yaşıyor, travmatik bir olay yaşıyor. Dövülme, aşırı eleştirme, cinsel istismar, yalnız kalma, aile içinde zorlu yaşantılar, fiziksel bir rahatsızlık gibi, bu çocuğu o kadar çok etkiliyor ki çocuk, bu acıya dayanamıyor, bu acıyı zihnin bütünlüğünün dışına çıkarıyor. Bir nevi içinden bir fonksiyonu, zihinsel fonksiyonu bütünün dışına atmış oluyor. Bu ayrılan parça yapay zekâ gibi kendi içinde evrilerek ayrı bir zihin yapısına dönüşüyor. Böylece zaman içerisinde sanki kendisi ayrı bir kişiymiş gibi davranmaya başlıyor. Dolayısıyla hafızayı, düşünmeyi dolayısıyla davranışları bu ayrışmış kimlik etkilemeye başlıyor. Aslında baş etme mekanizması olan bir hal zamanla kendisi bir probleme dönüyor. Aslında hemen hemen tüm toplumlarda gözüküyor, evrensel bir rahatsızlık. Ağır haliyle, en klasik haliyle toplumun aşağı yukarı %1’inde var. Daha hafif haliyle %3-5 arasında bir sıklıkla görülüyor. Bu şekilde düşünürsek Türkiye’de aşağı, yukarı geniş anlamda bir milyona yakın kişinin bu rahatsızlığı yaşadığı söylenebilir.DİSSOSİYATİF KİMLİK BOZUKLUĞU BELİRTİLERİ NELERDİR?Dissosiyatif kimlik bozukluğunun belirtileri zihnin bölünmesi üzerinden anlamak lazım. Zihin bölününce bu ayrı fonksiyon haline gelen hale biz alter diyoruz. Eğer kişide birden fazla kimlik hali oluşursa bu kimlik değişimleri zihnin kontrolünü değişik zamanlarda yaptığı için bir dizi belirti oluyor. Aşağı yukarı 3 tane temel belirti oluyor. Bir, alter kimlikler kendi içlerinde bir konuşma veya kişiyle konuşma yapıyorlar. Bundan dolayı bir iç ses duyma hali oluşuyor. İkinci belirti kimlikler arasındaki değişimlere bağlı amnezi, yani unutkanlık oluyor. Şöyle düşünün, normalde orijinal kimlik bedeni kontrol ederken, alter diğer kimlik, bedeni kontrol ederse değişik düzeyde bir unutkanlık, dalıp gitme, olup bitenden haberdarlığın azalması hali oluşabilir. Bu unutma sanki ben yapmıyorum, uzaktan seyrediyorum gibi olabileceğinden, olup biteni hiç hatırlamama düzeyine kadar olabilir. Üçüncü, yine alter kimliklerin değişimine bağlı kişinin ruh halinde ve yüz ifadelerinde oldukça hızlı olan değişmelerdir. Kişi sanki gün içinde çok hızlı, olağandan fazla değişiyordur. Bu değişim ruh halinde sevinçliyken, abartılı hüzünlü hale geçip çok güçlü ağlamaya, ufak bir meseleye çok güçlü bir şekilde öfkelenmeye dönüşebilir. Bu kişiler kendilerini tanırken bu iç ses duyma ve sanki içimde birden fazla kişilik var, benim içimde sanki başka biri var hissi yaşayabilirler. Bu birden fazla kişiye sahip olmuş olma, içinde sanki başka biri varmış gibi hissi kişinin bu rahatsızlık bende var mı sorusunu sormasına sebep olmalıdır.DİSSOSİYATİF KİMLİK BOZUKLUĞUNUN GÜNLÜK HAYATA ETKİLERİ NELERDİR?Dissosiyatif kimlik bozukluğunda hafıza ve kimliklerin sürekliliği bozulur. Alterler arasında sürekli bir etkileşim ve değişim olur. Zihnin bütünsel halinin devam edememesi, birçok soruna yol açar. Gündelik hayatı sürdürmek, kişi için oldukça zorlaşır. Okul başarısı bozulur, çünkü hafızayı etkiler. Eş ile ilişkileri olumsuz etkiler çünkü karşıdaki bir insanla uzun süreli yakın ilişkileri sürdürmek zor olur. Yaşam biçiminde değişimler, tutarsızlıklar oluşur. Örneğin bir alter kimlik dindar bir kimlik iken, başka diğer bir kimlik dindarlıktan oldukça uzak bir kimlik özelliğinde olabilir. Biri daha dindarlıkla ilgili ritüeller yaparken biri çok daha farklı yaşam tarzları oluşturabilir. Bu kişilerde sürekli bir acı olduğu için intihar girişimleri ve kendine zarar verme davranışları sıktır. Ayrıca “host kimlik”, ev sahibi kimlik, günü en fazla geçiren kimlik, genellikle depresiftir. O yüzden bu kişiler, gündelik hayatı sürdürebilecek enerjiyi çoğu zaman bulamaz olurlar. DİSSOSİYATİF KİMLİK BOZUKLUĞUNDA CİNSEL TACİZ ŞART MI?Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu için cinsel taciz şart değildir. Travmatik bir yaşantı 11 yaşından önce çocukluk döneminde olan bir yaşantı şarttır. Ama bunun illa bir cinsel taciz olması gerekmez. BİZ ÇOCUKLUK çağı travmalarını iki anma grupta özetliyoruz. Bir tanesi istismar, diğeri ihmal… İstismarın üç boyutu var. Cinsel, fiziksel ve duygusal… Cinsel istismar, 18 yaşından küçükken kişinin kendisinden beş yaş büyük veya iki yaş büyük bir aile üyesi tarafından istemediği bir cinsel yaşantıya zorlanmasıdır. Fiziksel istismar ise kişinin başkabiri tarafından, kendinden büyük biri tarafından dövülmesidir.Mahallede çocukların kendi arasındaki kavgalar fiziksel istismardan sayılmaz. Duygusal istismar ise kişi ile ilgili sürekli aşağılayıcı onu zora sokacak, kötüleyecek tarzda sözlere maruz kalmasıdır. İhmal ise –fiziksel ihmal- kişinin beden sağlığı, eğitim gibi fiziksel ihtiyaçlarının karşılanmaması halidir. Duygusal ihmal ise çocuğun ihtiyaç duyduğu sevgiyi, ilgiyi ve ihtimamı görememesidir. İstismar ve ihmal en önemli neden iken bazen erken dönemdeki fiziksel bir hastalık, anne babanın geçimsizliği, uzun süre akranlarından uzak kalma, yalnız kalma, anne ve babadan uzakta büyütülme gibi hallerde bölünmeye neden olabilir. Çocukluk çağı travmatik yaşantıları dissosiyatif kimlik bozukluğu oluştururken, gerekli şartlardan bir tanesi de dissosiyasyon kapasitesidir. dissosiyasyon kapasitesi çocuğun hayal kurma veya hipnoza yatkınlığıtla belirlenir ve kişiden kişiye değişir. Bir nevi iki şartın bir araya gelmesi gerekir. Dissosiyasyon kapasitesi yüksek olan bir kişide daha küçük travmatik yaşantılar dissosiyatif kimlik bozukluğu oluştururken, Dissosiyasyon kapasitesi daha düşük olan kişilerde ancak daha şiddetli travmatik yaşantılar dissosiyatif kimlik bozukluğu oluşturur.DİSSOSİYATİF KİMLİK BOZUKLUĞU TANISI NASIL KONULUR?Dissosiyatif kimlik bozukluğu psikiyatrik rahatsızlıklar içerisinde en fazla atlanan tanı grubudur çünkü sıklıkla akla gelip sorgulanmaz. Halbuki bu tanıdan şüphelenmek en önemlisidir. Özellikle, zihin içinde bir konuşma var ve kişi psikotik görünümde değil ise bu rahatsızlığı düşünmek lazım. Tanının konulması için şüphelenme ve bunun ile ilgili soruların sorulmasıdır. Genellikle tanı klinik görüşme ile konur ama yardımcı olarak da Dissosiyatif Yaşantılar Ölçeği (DYÖ) ve Dissosiyatif Görüşme Formu dediğimiz iki tane ölçek ve görüşme formu vardır. Bunlar da kullanılır. Ama en önemli şey özellikle, psikotik bozuklukta, depresyonda, bipolar bozuklukta ve sınırda kişilik bozukluğundan ayırt etmek gerekir çünkü sıklıkla bu rahatsızlıklarla karışır. Bence, Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu bir halk sağlığı sorunudur çünkü Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu’nun hem tanınmasında ciddi problem var hem de tedavi eden kişi sayısı nerdeyse bu ülkenin nüfusunda bir elin parmaklarından az. Bu ikisi bir araya geldiğinde aslında önemli bir halk sağlığı sorunu ile karşı karşıyayız. DİSSOSİYATİF KİMLİK BOZUKLUĞUNUN TEDAVİSİ NASIL YAPILIR?Dissosiyatif kimlik bozukluğunun temel tedavisi psikoterapidir. Psikiyatride ilaçların pek bir işe yaramadığı durumlardan biri budur. İlaçlar ancak belirtileri azaltır. Ana mekanizmayı, ayrışmış zihinleri bir araya getirmeyi, beceremez. O yüzden, kalıcı bir düzelme sağlamaz. Temel tedavi psikoterapi demiştik ve ne kadar süreceği konusu kişinin rahatsızlığının ne kadar şiddetli olduğuna ve bizim hangi yaş aralığında fark ettiğimize göre değişir. Spektrumun bir ucunda en hafif vakaları düşünün, orta ve ağır olarak düşünürsek eğer, hafif halinde ortalama 10 seans yeterli olabilir. Orta şiddetteki bir vakada 20 ila 40 seans devam edebilir. Eğer spektrumun en ağır ucundaysa kimlikler birbiriyle tamamen ayrışmışsa, aralarında unutkanlıklar var ise, travmatik yaşantılar ağır ise, kişi daha genç yaşta farkına varılmış ise, böyle bir durumda 50 seans veya daha fazlası gerekebilir. Bu 1 yıldan uzun, devamlı bir psikoterapi demektir. Kaynak:https://www.medaimyanikklinigi.com/dissosiyatif-kimlik-bozuklugunun-tedavisi-nasil-yapilir/ Yazıyı Oku

Uzman: Hidayet ÇALIŞKAN

Yayınlanma: 25.05.2023