1. Uzman
  2. Hidayet ÇALIŞKAN
  3. Blog Yazıları
  4. Depresyonda olduğumu düşünüyorum, ne yapmalıyım?

Depresyonda olduğumu düşünüyorum, ne yapmalıyım?


Depresyonu sıklığı ne kadardır?

Genel olarak major depresyon yaygınlığı % 3-5.8 kadardır. Bir yıllık yaygınlık % 2.6-6.2 olarak verilmektedir. Hayat boyu risk erkekler için % 3-12, kadınlar için % 10-26'dır. Farklı araştırmalara göre farklı rakamlar verilmekle birlikte tüm oranlar buna yakındır. Epidemiyolojik veriler herhangi bir yılda kadınların % 13'ü, erkeklerin % 8'inin depresyonda olduğunu göstermektedir. Türkiye Ruh Sağlığı Profili Çalışması’nda 12 aylık depresif nöbet yaygınlığı kadınlarda % 5.4, erkeklerde % 2.3, tüm nüfusta % 4.0 olarak verilmektedir. Görüldüğü gibi kadınlarda iki kat daha fazladır. Yineleyici depresyonlar kadınlarda daha sıktır. Akut atak geçirenlerin % 15 kadarında depresyon süregenleşme eğilimi gösterir.

Depresyon için risk etkenleri nelerdir?

  • Erken ebeveyn kaybı
  • Madde ve alkol kötü kullanımı
  • Anksiyete bozuklukları
  • Kadın olmak
  • Erken ebeveyn kaybı
  • Düşük sosyoekonomik düzey
  • Ayrı yaşama, boşanmış olma
  • İşsizlik: İşsizlik depresyonda risk etkeni olması yanında işte verimliliği azalmasının önemli nedenlerindendir.
  • Daha önce depresyon geçirmiş olma
  • Yakın zamanda önemli yaşam olayları, stres etkenleri
  • Kişilik yapısı
  • Çocukluk döneminde cinsel veya fiziksel kötü davranılma öyküsü
  • Bazı ilaçlar
  • Tıbbi hastalıklar
  • Hormonal değişiklikler.

Depresyonda cinsiyet farklılığı nasıl açıklanabilir?

Kadınlarda depresyonun erkeklere göre iki kat fazla olması erkeklerin belirtilerini, alkol kullanımı, değişik eyleme vurum davranışları şeklinde ifade etmesi, kadınların bu olanakları kullanamamaları, aynı stres etkeni karşısında daha yoğun belirtiler göstermesi biçiminde açıklanmaktadır. Diğer önemli bir açıklama da hormonal nedenler ve geleneksel kadın rolü ile ilgilidir. Ayrıca kadınlarda gebelik, doğum, premenstrüel dönem gibi biyolojik ve psikolojik olarak depresyona yatkınlık yaratan ek özellikler vardır. Cinsel ve fiziksel istismar da kadınları daha çok etkilemektedir.

Kadın ve ekeklerde depresyon sıklığı ile ilgili olarak aşağıdaki sıralama yapılabilir (en azdan en sıka doğru):

  • Evli erkek
  • Evli kadın
  • Bekar veya dul kadın
  • Bekar, dul, boşanmış erkek
  • Ayrı yaşayan ve boşanmış erkek

Depresyonun klinik belirtileri nelerdir?

Klinik depresyonun temel niteliği hoş olmayan duygudurum, ilgi ve zevk azlığı, umutsuzluk ve karamsarlıktır. Olgular derin bir üzüntü yaşarlar. Gelecekleri ve yaşadıkları ile ilgili olarak hep kötümser düşünürler. Hastada depresif duygudurum ile birlikte değişik etkinlik ve sorumluluklara karşı ilgi kaybı izlenir. Olağan etkinliklerden zevk alamaz. İş, özel zevkler, bireysel ilişkiler, cinsel aktivite de dahil olmak üzere hiçbir şeyden zevk alamazlar. Bazı olgularda önde gelen belirti bunaltı olabilir. Anksiyete (bunaltı, kaygı) düzeyi çok artabilir, ajitasyon (huzursuzluk) gösterebilirler. Genel olarak ilgileri azalır. Umutsuzluk ve çaresizlik duyguları o kadar yoğun olabilir ki düştükleri bu durumdan hiçbir şekilde kurtulamayacaklarını düşünebilirler. Depresif hastalar basit günlük aktiviteleri bile yapmakta güçlük çekerler. İş, aile, para ve kendi sağlıkları ile aşırı biçimde kafaları meşgul olur. Enerji düzeyi azalır. Bazı olgularda önde gelen belirti somatik belirtiler olabilir. Tepkisel davranırlar.

Umutsuzluk, kötümserlik, benlik saygısında düşme ve suçluluk duyguları intihar düşünce ve eylemlerini uyarır. Sevilenle yeniden birleşme düşünceleri ortaya çıkabilir. Düşünce içeriğinde geçmiş olaylar önemli bir yer tutar. Yoğun anksiyete (bunaltı, kaygı) belirtilerinin depresyon olgularında intihar girişimleri için belirleyici bir etken olduğu ileri sürülmektedir. İntihar düşünceleri ve girişimleri depresyonun önemli belirtilerindendir.

Depresif olguların çoğunda duygudurum değişiklikleri ile birlikte iştah ve kilo kaybı bulunur.

Uyku bozukluğu depresyonun çok sık karşılaşılan bir belirtisidir. Dalgınlık, unutkanlık olabilir. Bazen ağır olgularda aklından geçenlerle dış dünyada olanlar birbirine karıştırılabilir.

Depresyon tanısı nasıl konur?

Depresyon tanısı koyabilmek için anlatılan belirtilerin tamamının bulunması gerekmez. Yukardaki belirtilerden bir küme işlevselliği bozacak kadar ağır ise ve başka nedenlere bağlanamıyorsa tanı konur.

Çocuklarda depresyon görülür mü?

Evet. Çocukluk döneminde de depresyon görülebilir. Tedavi edilmemesi halinde uzayabilir ve erişkinlikte de sürebilir. Çocuklarda depresyon belirtileri bazen erişkinliktekinden ayrılabilir. Okul reddi, hastalık uydurma, ebeveynlerini kaybetme kaygısı, okul sorunları biçiminde kendini gösterebilir.

Depresyonun seyri nasıldır?

Depresyon olgularının % 85 ya da daha fazlası bilinen olağan tedavi yöntemlerinden yararlanır. Tedavi edilmeyen olgular ise 6-24 ayda düzelirler. % 5-10 kadar olguda ise iki yıldan fazla sürer. Tedavi ile bu süre birkaç hafta ile birkaç aya indirilebilmektedir. Tedaviye erken başlamak yanıt alma süresini kısaltır. %10-15 olgu ise süregen seyir gösterir. Başlama yaşı yönünden aynı aile bireyleri arasında ilişki vardır. Erken başlayanlarda yineleme olasılığı daha yüksektir. Stres etkenleri ile başlaması arasında bir ilişki olabilmekle birlikte bu zorunlu değildir. Depresyon yaşam boyu ataklar ve yinelemelerle sürer.

Depresyon tekrarlar mı?

Depresyon yineleyici bir hastalıktır. Daha önce tekrarlamış olması tekrarlama olasılığını arttırır.

Depresyonda yineleme için risk etkenleri

  • Kalıntı belirtilerin varlığı
  • Daha önce depresyon geçirmiş olmak
  • Kronik depresyon
  • Duygudurum bozuklukları için aile öyküsü
  • Anksiyete ve madde kullanımı depresyonla birlikte görülmesi
  • Depresyonun 60 yaş üzerinde başlaması

Depresyonun nedenleri nelerdir?

Birçok psikiyatrik hastalıkta olduğu gibi depresyonda da tüm kliniği açıklayacak bir model bulunmamaktadır. Genel kabul gören görüş beyinde kimyasal iletimde rol alan maddelerle ilgili bir dengesizliğin olmasıdır. Bu dengesizlik çevresel nedenlerden etkilenmektedir.

Uyku bozuklukları depresyona neden olabilir mi?

Uyku sorunu depresyonun önemli bir belirtisi olması yanında depresyona da neden olabilir. Son yıllarda uzun süreli uykusuzluğun depresyona yol açabileceği konusunda kanıtlar ortaya çıkmıştır. Bu nedenle uyku düzeninin sağlanması tedavinin temel amaçlarından biri olmalıdır. Bu amaçla olguların alkol almaları uyku sorununu genellikle kötüleştirmektedir.

İlaçlar depresyona neden olabilir mi?

Birçok antihipertansif ilaç, kalp ilaçları (kardiyotonik, antianjinal, antiaritmik), antiinflamatuar, (ağrı kesici ve romatizma tedavisinde kullanılan ilaçlar) antibakteriyel ilaçlar, hormonlar, kolinerjik ilaçlar, organik çözücüler, birçok psikotrop (ruhsal yapı ve sinir sistemi üzerinde etkisi olan bazı ilaçlar) ilaç, alkol depresyona neden olabilir. İlaç ve alkol yoksunluğu da depresyona neden olabilir.

Tıbbi nedenler depresyona neden olabilir mi?

Evet. Birçok enfeksiyon hastalığı, tümörler, kalp ve solunum sistemi hastalıkları, birçok merkezi sinir sistemi hastalığı, genel beden travmaları, metabolik hastalıklar, beslenme sorunları, mide-barsak sistemi hastalıkları, kollagen doku (bağ dokusu) hastalıkları gibi birçok hastalık depresyona neden olabilir. Hastanede yatan olgularda olasılık daha da artar.

Depresyonun normal yastan ne farkı vardır?

Yasta üzüntü, ağıt, değişkenlik gösteren anksiyete, kötü rüyalar ve buna bağlı uyku sorunları, uykusuzluk, iştahsızlık, kilo kaybı ve normal etkinliklere karşı ilgi azlığı gibi depresyonda da izlenebilen belirtiler bulunur. Normal yasta bu belirtiler zamanla azalarak kaybolur. Sıklıkla da hekim müdahelesi gerekmez.. Depresyonda benlik saygısı azalırken kayıp ardından izlenen depresif durumlarda benlik saygısı korunur. Kendilerini değersiz bulmazlar, ağır suçluluk duyguları da olmaz. Ayrıca işlevsellikte önemli bir kayıp da olmaz.

Depresyon belirtileri yaşla değişkenlik gösterir mi?

Evet. Yaşlılarda bedensel ve bilişsel belirtiler affektif belirtilere göre daha fazla izlenir. Depresif duygudurum sık olmakla birlikte duygusal ifadelerde azalma daha sık izlenir. Apati, yorgunluk ve uyku sorunları sık olarak ifade edilirken çökkünlük pek ifade edilmez. Somatik belirtilerin yaşlılarda tıbbi durumlara bağlı olma olasılığını da unutmamak gerekir.

Depresyon olgularında intihar olasılığı ne kadardır?

Duygudurum bozukluğu gösterenlerde intihar düşünce ve eylemleri % 20-40 kadardır. İntiharları gerçekleştirenlerin geçmişlerinde de intihar girişimleri bulunmaktadır. İntihar riski belirtilerin şiddeti ile her zaman bağlantılı değildir. Yaşlılarda intihar olasılığı gençlere göre iki kat daha fazladır. İntiharla ilgili konuşanlarda olasılığın daha az olduğu düşüncesi yanlıştır. Hastanede yatan olgularda intihar girişimi oranı % 15 kadardır. Depresyon olgularının % 15’i intiharla ölmektedir. Tüm intiharların % 70’i depresyon olgularıdır.

Depresyon olgularının hastaneye yatması zorunlu mudur?

Depresyon tedavisinde hastaların yatırılması genellikle gerekmez. Aşağıdaki özellikleri taşıyan hastaların yatması gerekebilir.

  • Ciddi intihar düşünceleri gösterenler
  • İntihar planları yapanlar
  • Kendine ve çevreye zarar verme eğilimi olanlar
  • Gıda reddi olanlar
  • Ayaktan tedaviyi sürdürme güçlükleri
  • Psikotik özellik gösterenler
  • Ciddi intihar girişimi olanlar

Depresyon genetik bir hastalık mıdır?

Hem depresyon hem de bipolar bozukluk (iki uçlu hastalık) ailesel yatkınlık gösterir. Yakın akrabalarda bu iki hastalığın görülme sıklığı genel topluma göre 2-5 kat daha fazladır. İkiz çalışmaları da genetiği desteklemektedir. Ancak genetik etkiler yatkınlık düzeyindedir. Depresyon hastalığı çevresel stres etkenlerindeden önemli ölçüde etkilenir.

Depresyon tedavi edilebilir bir hastalık mıdır?

Evet. Depresyonda tedavide işbirliği yapan hastalarda tedavinin başarısı hemen hemen kural gibidir. Olgular tedaviye yüksek oranda yanıt verir.

Psikoterapi yarar sağlar mı?

Evet. Bilişsel, davranışçı tedaviler, kişiler arası ilişkilere yönelen psikoterapiler depresyonda yarar sağlar. Hafif depresyonda psikoterapi öncelikli olarak seçilebilir.

İyileştikten sonra ilaç kesilmeli midir?

Hayır. Depresyonu süreğenlik kazanmasında ve yinelemesinde en önemli nedenlerden birisi eksik tedavidir. İlk kez tedaviye alınanlarda tedavi süresi yaklaşık bir yıldır. Bu süre sonunda kalıntı belirtiler varsa süre uzatılır. Yineleyen olgularda da tedavi süresi uzamaktadır.

Antidepresan ilaçlar mutluluk ilacı mıdırlar? Bağımlılık yaparlar mı?

Hayır. Antidepresan ilaçlar depresyon olgularında duygudurumda yükselmeye neden olmakta, depresyonu tedavi etmekte, ancak normal duygudurumu değiştirmemektedir. Öfori yapmazlar.

Fiziksel bağımlılığa neden olmazlar.

Antidepresan ilaçlar diğer ilaçlarla etkileşir mi?

Tamamının olmasa bile bazılarının ciddi etkileşmeleri olabilir. Bu konuda en doğru yaklaşım tedavi eden hekimden bilgi almaktır.

Yeniden hastalanmamak için ne yapılmalıdır?

Bu konuda en uygun yol doktorunuzun önerilerine uymaktır. Yineleyen depresyonlarda en önemli neden gerek ilacın dozu gerekse tedavi süresi açısından yetersiz tedavidir. Doz ve tedavi süresine uymak depresyondan yüksek oranda korunmayı sağlar.

Çevresel nedenlerin belirgin olduğu durumlarda stres etkenlerini azaltacak veya kontrol edecek önlemler depresyonun yinelemesini azaltabilir. Örneğin aile içi iletişim sorunlarının belirgin olduğu durumlarda aile veya bireysel psikoterapi yarar sağlayabilir.

İlaçların ciddi yan etkileri var mıdır?

Antidepresan ilaçlar uzun süre kullanım güvenliği kanıtlanmış ilaçlardır. Doktor denetiminde kullanılması halinde kalıcı ve ciddi yan etkilere neden olmazlar. Ancak her ilaca karşı aşırı duyarlılıkların olabileceği, fiziksel sorunların ilaçların yan etkilerini arttırabilecekleri unutulmamalıdır.

Sık görülebilen yan etkiler arasında

  • Ağız kuruluğu
  • Görme bulanıklığı
  • Kabızlık
  • Bulantı, kusma
  • Terleme
  • Uyuşukluk
  • Uyku sorunları
  • Kilo alma
  • Baş ağrısı, baş dönmesi
  • Mide barsak sistemi bozuklukları ve ishal
  • Karın ağrısı
  • Libido azlığı ve başka cinsel sorunlar
  • Bunaltı sayılabilir.

Yan etkilerin bireysel olarak ve ilaç gruplarına göre farklılık gösterebileceği unutulmamalıdır.

Antidepresan ilaçlarla birlikte alkol alınabilir mi?

Antidepresan ilaçlar alkolün etkilerine karşı duyarlılığı arttırırlar. Ayrıca alkol antidepresan ilaçların klinik etkinliğini de azaltır. Nöbet olasılığı da artar. Bu nedenle antidepresan ilaçlarla birlikte alkol alınması önerilmez. Bu tür etkileşmeler bazı ilaç gruplarında daha önemlidir. Bunun için doktorunuzdan bilgi almalısınız.

Depresyon bir kişilik sorunu veya zayıflığı mıdır?

Kesinlikle hayır. Depresyon gerçek bir hastalıktır. Kişilik zayıflığı ile bağlantısı yoktur.

Hekim önerilerine uymamanın nedenleri nelerdir?

  • İstenmeyen yan etkiler
  • Hasta hekim ilişkisinin niteliği, güvensizlik, yeterli bilgi alamama
  • Hastalığın şiddeti
  • Hastanın eğitim düzeyi: Eğitim düzeyi düşük olanlarda uyumsuzluk daha fazladır.
  • Antidepresan ilaç seçimi: Bir ilaca uyum göstermeyen olgu başka bir ilaca uyum dösterebilir.
  • Hastanın kişilik yapısı

Depresyon ağırlaşarak şizofreni gibi ağır hastalıklara dönüşür mü?

Hayır. Şizofreni ile depresyon arasında nedensellik bağlantısı yoktur. Depresyon ağırlaştığında ağır depresyon olur. Ancak depresyon şizofreninin seyri sırasında sık olarak ortaya çıkar. Şizofreniye eşlik eden depresyonlar ile diğer depresyonlar arasında nedensellik bağı konusunda yeterli bilgi bulunmamaktadır.

Bipolar bozukluk ile depresyonun ne gibi bağlantısı vardır?

Bipolar bozukluk depresyondan şimdi veya geçmişte en az bir manik atak (taşkınlık nöbeti) olması ile ayrılır. Bipolar bozuklukta manik atak yanında depresif dönemler de olabilir.

Depresyon olgularının % 10 kadarı hastalığın bir devresinde manik bir atak geçirmektedirler. Diğer bir deyimle bipolar bozukluğa dönüşürler. Duygudurum bozukluğu atağı (mani veya depresyon) olan olgularda manik atak için kesin bir belirleyici olmamakla birlikte ailede bipolar bozukluk olması bu açıdan önem taşımaktadır.



Depresyonda olan hastaya ailesi,çevresi nasıl davranmalı?

Bize gelen hastalardan biliyoruz ki,depresyon tanınmadığı için,hasta anlaşılmamaktadır.şahıs yaptığı işleri artık yapamadığından,”dermansız”,yorgun,bitkin olduğundan,hiçbir şeye karşı ilgi duymadığından; içinden gelmediğinden;çevresi tarafından”tembellikle,miskinlikle”suçlanır,oysa hasta yaşam enerjisini yitirmiştir.Bu durum hastanın” elinde ve iradesinde”olan bir şey değildir.tamamen hastalığın getirdiği bir sonuçtur.Hastanın çevresi mantıklı düşünmeli ve daha önce”tembel” olmayan bir insanın neden şimdi”tembel”diye nitelendirdikleri pozisyonda olduğunu anlamaya,çözmeye çalışmalıdırlar.

“Bir şeyin yok,evham yapıyorsun kafaya takıyorsun,düşünecek ne var”türünden sözler hastayı rahatsız eder.Anlaşılmadıklarını düşünüp iyice içine kapanırlar.Bazen de;haydi gezmeye gidelim,eğlenelim,haydi gül biraz”şeklinde cümlelerle hastalara yardımcı olunmaya çalışır.Oysa bu tür teklifler bile hastayı yorar.Depresyonda olan hastaların çoğunluğu sessiz-sakin gürültüden uzak,problemlerden uzak bir ortamda yaşamayı düşlerler.konuşmalar,bağrışmalar,çocuk sesleri,eğlenmeler çok rahatsız eder.çünkü

onlar çok farklı bir dünyada yaşarlar.Bu dünyada;elem ,keder,ümitsizlik,yorgunluk,karamsarlık”vardır,yanlızlık,çaresizlik”vardır.

Hastanın yakınında olanlar hastaya bir şey telkin etmeden onu nötr bir şekilde anlamaya,değerlendirmeye çalışmalı.yargılamadan,üzmeden konuşmalı.”Bir şeyin yok”sözünü asla kullanmamalı.Hastaya mutlaka bir psikiyatriste götürmelidirler.






Psikofarmakoloji Bilimsel Çalışma Birimi tarafından hazırlanmıştır


kaynak : https://psikiyatri.org.tr/halka-yonelik/24/depresyon-konusunda-bilmek-istedikleriniz

https://www.depam.com/2018/04/23/depresyon-nedir/

Yayınlanma: 16.11.2023 18:42

Son Güncelleme: 16.08.2024 17:45

Psikolog

Hidayet

ÇALIŞKAN

Psikolog

(*)(*)(*)(*)(*)

Uzmanlıklar:

İlişki / Evlilik Problemleri , Çocuk ve Ergenlik Dönemi Ruhsal Sorunları , Depresyon ve Mutsuzluk
Online TerapiOnline Ter...
süre 45 dk
ücret 1899
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
Hizmet vermiyor
Yapay zeka ile, kişiselleştirilmiş destek:
Menta AI
Yapay zeka ile,
kişiselleştirilmiş destek: Menta AI

Şimdi indir, konuşmaya başla

App Store'dan İndirGoogle Play'den İndir
Bunları da sevebilirsiniz...

Kendine “Evet” Diyebilmek: Ruhsal Özgürlük.

Gerçekten kendi hayatını inşa edebilmek, herkesin beklentisini karşılamanın mümkün olmadığını kabul etmekle başlar. İnsanların onayını alma, memnun etme ya da herkes için “doğru” olanı yapma çabası, çoğu zaman kişinin kendi ihtiyaçlarını geri plana atmasına neden olur. Bir noktadan sonra fark ederiz ki, başkalarını mutlu etme uğruna kendimizi ihmal etmek, içsel bir yorgunluğun ve kaygının en temel nedenlerinden biridir. Çünkü insan, kendi iç dengesini kurmadan dış dünyada huzur bulamaz.Toplumda sıkça öğretilen “önce başkaları, sonra sen” anlayışı, uzun vadede tükenmişlik hissini besler. Oysa sağlıklı bir benlik yapısı, başkalarına rağmen değil, kendinle uyum içinde yaşadığında gelişir. Kendi duygularını fark etmek, sınırlarını korumak ve ihtiyaçlarını dile getirmek bencillik değil, duygusal olgunluğun bir göstergesidir. Her yetişkin, kendi duygularını yönetme sorumluluğunu taşır; bu nedenle bizim görevimiz başkalarının yükünü taşımak değil, kendi yolumuzu koruyabilmektir.Kaygı, isteksizlik, iç sıkıntısı ya da yorgunluk gibi hisler, çoğu zaman kendine gösterilmeyen özenin sessiz işaretleridir. Kendiyle teması kaybeden bir zihin, sürekli bir koşuşturma içinde nefes almadan yaşar. Günün sonunda bedensel olarak ayakta kalıyor olsak bile duygusal olarak tükenmiş hissederiz. Bu noktada durmak, fark etmek ve “ben ne istiyorum, neye ihtiyacım var?” diye sormak, iyileşmenin ilk adımıdır.Birçok kişi, çocukluk döneminde sevgiyle kabul edilmenin koşulunu “iyi” olmak, uyum sağlamak ya da başkalarının beklentilerini yerine getirmek olarak öğrenmiştir. Bu öğrenme biçimi yetişkinlikte de devam eder. İş yerinde, aile içinde veya ilişkilerde, kendi sınırlarımızı korumak yerine sessizce uyum sağlamayı seçeriz. Fakat içimizdeki küçük bir ses, bir süre sonra “ben ne zaman?” diye sormaya başlar. İşte o soru, kişinin kendine dönme cesaretini çağıran bir işarettir.Kendine dönmek; geçmişteki kalıpları, alışkanlıkları ve otomatik davranışları fark etmekle başlar. Bu farkındalık, genellikle rahatsız edici bir süreci de beraberinde getirir. Çünkü uzun yıllar boyunca kendini başkalarına göre tanımlamış biri, birden bire “ben kimim?” diye sorduğunda boşluk hissedebilir. Fakat bu boşluk, kaybolmuşluğun değil, yeniden inşa edebilmenin alanıdır. Her yeniden doğuş, önce bir duraklama ve sorgulamayla başlar.Kendini önemsemek, yalnızca kendine vakit ayırmak ya da dinlenmek anlamına gelmez; aynı zamanda duygusal ihtiyaçlarını ciddiye almak, kendi iç sesine güvenmeyi öğrenmektir. Gün içinde farkında olmadan verdiğimiz küçük kararlar bile, benliğimizin yönünü belirler. Sürekli “başkaları ne der?” kaygısıyla yaşadığımızda, içsel pusulamız başkalarının eline geçer. Oysa gerçek özgürlük, dış sesleri susturup kendi kalbimizin sesini duyabilmektir.Kimi zaman “hayır” diyebilmek, kendine gösterilen en büyük sevgi biçimidir. “Hayır” demek, bir reddetme değil; kendi sınırlarını ve değerlerini koruma eylemidir. Bu beceriyi kazanmak kolay değildir, çünkü çoğu zaman suçluluk duygusunu tetikler. Ancak unutulmamalıdır ki, her “hayır” bir “evet”e alan açar. Bir başkasına “hayır” dediğinde, aslında kendi ruhuna “evet” demiş olursun. Bu farkındalık, duygusal olarak dengeli bir yaşamın temelidir.Kendine dönme süreci yalnızca duygusal değil, bedensel olarak da fark edilir. Sürekli başkalarına yetişmeye çalışan biri, genellikle bedensel gerginlik, kas ağrıları, uykusuzluk ya da mide sorunları yaşar. Beden, zihnin taşıyamadığını sessizce dile getirir. Bu yüzden kendi iç dengesini kurmak, sadece psikolojik bir süreç değil; bütüncül bir iyilik halidir. Bedeni, zihni ve duyguları bir bütün olarak ele almak, kalıcı bir denge yaratmanın yoludur.Kendini fark etmek ve önemsemek, aynı zamanda öz-şefkat geliştirmek demektir. Öz-şefkat, kişinin kendine karşı nazik, sabırlı ve kabul edici bir tutum sergilemesidir. Hatalarını acımasızca eleştirmek yerine, insani yönünü anlamaya çalışmak anlamına gelir. Her insan zaman zaman hata yapar, eksik kalır, yanlış kararlar verir. Önemli olan, bu durumlarda kendine düşmanca değil, dostça yaklaşabilmektir. Çünkü içsel iyileşme, anlayışla başlar.Kendine dönmek aynı zamanda sessizliğe izin vermekle mümkündür. Modern yaşamın hızında durmak neredeyse bir lüks haline gelmiştir; ancak insan sessizliğe ihtiyaç duyar. Sessizlik, bir boşluk değil, yeniden doğuşun alanıdır. Günün birkaç dakikasında bile olsa, nefesini fark etmek, zihni susturmak ve sadece “burada” olmak, içsel bir denge yaratır. O anlarda hayatın hızından değil, özünden beslenmeye başlarız.Bu süreçte en önemli farkındalık, kimsenin bizim yerimize hayatımızı yaşamayacağıdır. Başkalarının düşünceleri, yönlendirmeleri ya da beklentileri geçicidir; fakat kendi seçimlerimizin sonuçları bize aittir. Bu nedenle, kendi değerlerini merkeze almak bir lüks değil, bir gerekliliktir. Kendi duygularını tanımak, sınırlarını fark etmek, ihtiyaçlarını dile getirmek — tümü yaşamın temel becerileridir.Kendine dönmek, yalnızca bir içe bakış değil, yaşamın her alanında daha otantik, dengeli ve huzurlu bir varoluş inşa etmektir. Kimi zaman bu süreçte eski alışkanlıkları bırakmak, ilişkilerde mesafe koymak veya uzun süredir bastırılan duygularla yüzleşmek gerekebilir. Bu kolay değildir, ama anlamlıdır. Çünkü gerçek değişim, konfor alanının ötesinde başlar.Sonuçta insan, kendini tanıdıkça başkalarıyla ilişkisini de dönüştürür. Kendiyle barışan biri, başkalarıyla daha açık, daha samimi ve daha dengeli ilişkiler kurabilir. Artık sevilmek için çabalamak yerine, olduğu haliyle kabul görmeyi seçer. Bu noktada yaşam daha hafifler; çünkü sürekli bir performans hâlinden, gerçek bir varoluş hâline geçilir.Kendine dönmenin cesareti, büyük adımlarla değil; farkındalıkla atılan küçük adımlarla gelişir. Her gün, kendi duygularını fark etmek, iç sesini dinlemek ve kendine nazik davranmak bu yolculuğun parçalarıdır. İnsan, kendine sahip çıktıkça yaşamın da ona sahip çıkmaya başladığını görür. Çünkü içsel denge, dış dünyanın karmaşasında kaybolmadan yaşamayı mümkün kılar.Gerçek huzur, herkesin seni anlamasında değil, senin kendini anlamanda gizlidir. Ve kendini anlamak, hayata yeniden anlam kazandırır. Başkalarının beklentilerini karşılamaya çalışırken kendini kaybettiğinde, aslında dünyayı değil, kendi merkezini kaçırırsın. Fakat her farkındalık anı, o merkeze geri dönmek için bir fırsattır.Kendine dönmek; geçmişten, kalıplardan ve koşullu sevgiden özgürleşmek demektir. Bu özgürlük, kimseye meydan okumak değil; kendi iç dünyanda huzurla var olabilmektir. Ve bu, insanın kendi hayatını gerçekten inşa edebilmesinin en derin, en sade biçimidir.

Kaygı Bozukluğu: Nedenleri, Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri

Kaygı Bozukluğu: Nedenleri, Belirtileri ve Tedavi YöntemleriModern çağın hızlı, rekabetçi ve belirsizliklerle dolu yapısı, birçok insanı fiziksel olarak olduğu kadar psikolojik olarak da zorlamaktadır. Teknolojiyle birlikte hayatımız kolaylaşsa da, zihinsel yüklerimiz artmakta; ekonomik kaygılar, toplumsal beklentiler ve bireysel sorumluluklar altında ezilmek, giderek yaygınlaşan bir sorun haline gelmektedir.Bu karmaşık ortamda en sık karşılaşılan ruh sağlığı problemlerinden biri olan kaygı bozukluğu (anksiyete bozukluğu), kişinin yaşam kalitesini önemli ölçüde etkileyebilir. Oysa çoğu kişi yaşadığı bu sorunları fark etmez ya da dile getirmez. Kaygı, belli bir düzeyde hepimiz için doğal ve hatta koruyucu bir duygudur. Ancak bu duygu sürekli hale gelir, aşırıya kaçar ve günlük yaşamın önüne geçerse, artık bir rahatsızlık olarak ele alınması gerekir.Bu yazıda kaygı bozukluğunu daha yakından tanıyacak; türleri, nedenleri, belirtileri ve tedavi yöntemleri üzerine derinlemesine bilgi bulacaksınız. Haydi başlayalım;1. Kaygı Bozukluğunun TürleriKaygı bozukluğu tek tip bir hastalık değildir; farklı biçimlerde ortaya çıkan ve her biri ayrı dinamikler barındıran çeşitli alt türleri vardır. Bu türlerin anlaşılması, doğru teşhis ve etkili tedavi açısından kritik öneme sahiptir.🔹 Genel Anksiyete Bozukluğu (GAB)Kişinin sürekli ve aşırı endişe duymasıyla karakterizedir. Endişe belirli bir konuya odaklı değildir; günlük hayatla ilgili birçok konuya yayılmıştır (sağlık, gelecek, maddi durum, sevdiklerinin güvenliği gibi). Bu durum genellikle kontrol edilemez niteliktedir ve en az 6 ay süreyle devam eder.🔹 Panik BozuklukAniden ortaya çıkan, yoğun korku ataklarıyla tanımlanır. Panik atak sırasında kişi kalp çarpıntısı, terleme, nefes darlığı, titreme gibi bedensel belirtiler yaşar ve genellikle kalp krizi geçirdiğini ya da öleceğini düşünür.🔹 Sosyal Anksiyete Bozukluğu (Sosyal Fobi)Kişi, sosyal ortamlarda olumsuz değerlendirilme korkusu yaşar. Kalabalık önünde konuşma, yeni insanlarla tanışma ya da yemek yeme gibi günlük durumlar büyük kaygılara neden olabilir. Bu kaygı, çoğu zaman kişinin sosyal hayattan uzaklaşmasına yol açar.🔹 Özgül FobilerBelirli bir nesneye, duruma ya da canlıya karşı duyulan mantık dışı ve yoğun korkulardır (örneğin yükseklik, kapalı alan, örümcek, kan görmek vb.). Fobi, kişinin günlük işlevselliğini ciddi şekilde kısıtlayabilir.🔹 Obsesif-Kompulsif Bozukluk (OKB)Zihni meşgul eden tekrarlayıcı düşünceler (obsesyonlar) ve bu düşünceleri bastırmak için yapılan zorlayıcı davranışlar (kompulsiyonlar) ile karakterizedir. Örneğin mikroplardan korkan bir kişi, defalarca el yıkamak zorunda hissedebilir.🔹 Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB)Ciddi bir travma sonrası gelişir. Kişi, olayla ilgili flashback'ler, kabuslar, yoğun kaygı ve duygusal tepkiler yaşayabilir. Travma yaşayan birey, olaydan sonra aylarca hatta yıllarca etkilenmeye devam edebilir.2. Kaygı Bozukluklarının NedenleriKaygı bozuklukları çok boyutlu nedenlerle ortaya çıkabilir. Genetik mirastan yaşam deneyimlerine kadar birçok faktör bir araya gelerek bu bozuklukların gelişmesine zemin hazırlar.🧬 Biyolojik FaktörlerGenetik yatkınlık: Ailede kaygı bozukluğu öyküsü olan bireylerde risk artar.Beyin kimyası: Serotonin, dopamin ve GABA gibi nörotransmitterlerin dengesizliği kaygı düzeyini etkileyebilir.Beyin yapısı: Özellikle amigdala gibi duyguları işleyen bölgelerdeki yapısal farklar rol oynayabilir.🌪️ Çevresel ve Psikososyal EtkenlerTravmatik yaşantılar (istismar, kayıp, kazalar)Uzun süreli stresAile içi çatışmalarSosyal izolasyonYoğun baskı ve beklentiler🧠 Psikolojik ÖzelliklerAşırı sorumluluk hissiMükemmeliyetçilikDüşük özgüvenOlumsuz düşünce kalıpları3. Kaygı Bozukluklarının BelirtileriKaygı bozuklukları sadece zihinsel değil, bedensel belirtilerle de kendini gösterir. Kişi çoğu zaman yaşadığı fiziksel şikayetlerin kaynağının psikolojik olduğunu fark etmeyebilir.Psikolojik Belirtiler:Sürekli endişe ve kötü bir şey olacak hissiKötü senaryolar kurmaHuzursuzluk ve gerginlikOdaklanma zorluğuKontrol kaybı korkusuFiziksel Belirtiler:Kalp çarpıntısıTerleme ve titremeNefes darlığıBaş dönmesiKas gerginliğiMide bulantısı, sindirim sorunlarıUyku problemleri (uyuyamama, sık uyanma)4. Tedavi YöntemleriKaygı bozuklukları etkili yöntemlerle kontrol altına alınabilir ve büyük ölçüde tedavi edilebilir. Tedavi, kişiye özel olarak planlanmalı ve bir uzmanın rehberliğinde yürütülmelidir.🔹 PsikoterapiÖzellikle Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT), kaygı bozukluklarında en etkili yöntemlerden biridir. BDT, kişinin olumsuz düşünce kalıplarını fark etmesini ve bunları yeniden yapılandırmasını sağlar.🔹 İlaç TedavisiKaygı semptomlarını azaltmak için antidepresanlar veya anksiyolitikler (kaygı giderici ilaçlar) kullanılabilir. İlaç tedavisi, genellikle psikoterapi ile birlikte yürütüldüğünde daha etkili sonuç verir.🔹 Yaşam Tarzı DüzenlemeleriDüzenli egzersiz: Endorfin salınımını artırarak ruh halini iyileştirir.Sağlıklı beslenme ve uyku: Ruhsal dayanıklılığı artırır.Stres yönetimi: Meditasyon, yoga, nefes egzersizleri gibi gevşeme teknikleri kaygıyı azaltabilir.Kafein ve alkol tüketiminin sınırlandırılması önemlidir.🔹 Destek Grupları ve Sosyal DestekBenzer sorunları yaşayan bireylerle deneyim paylaşımı, kişinin yalnız olmadığını hissetmesine yardımcı olur. Aile desteği ve anlayışı da iyileşme sürecinde kritik rol oynar.Son Söz: Kaygıyı Tanımak, Yönetmek ve İyileşmek MümkünKaygı bozukluğu, yalnızca bireysel değil, toplumsal bir ruh sağlığı sorunudur. Her geçen gün daha fazla insan, bu durumla sessizce mücadele etmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki; kaygı, tedavi edilebilen bir rahatsızlıktır. Erken tanı, doğru tedavi ve çevresel destekle bireyler daha dengeli, huzurlu ve üretken bir yaşama yeniden kavuşabilirler.Toplum olarak yapmamız gereken, bu rahatsızlıkları tabu olmaktan çıkarmak, ruh sağlığına dair açık ve destekleyici bir iletişim ortamı oluşturmaktır. “Sadece fiziksel değil, ruhsal sağlığın da değerlidir” diyebilen bir kültür, daha sağlıklı bireyler ve daha güçlü bir toplum demektir.Kaygınız sizi tanımlamaz. Yardım istemek güçsüzlük değil, cesarettir. Siz de kaygılarınızın üzerine giderek bir adım atın ve cesaretinizin nasıl büyüdüğünü farkedin.
Nuray ER 09.10.2025

Bipolar Bozukluk: Duyguların İki Ucunda Yaşamak

Her yıl 30 Mart, dünya genelinde Bipolar Bozukluk Farkındalık Günü olarak anılır. Bu özel günün tarihi, yalnızca bipolar bozukluğa dikkat çekmek için değil, aynı zamanda bu hastalıkla yaşamış ve sanat dünyasında çığır açmış bir isme ithafen seçilmiştir: Vincent van Gogh. 19. yüzyılın en önemli ressamlarından biri olan Van Gogh, yaşadığı duygu durum dalgalanmalarına rağmen (veya belki de bu dalgalanmalar sayesinde) ardında yüzlerce eser bırakmış, renkleriyle, çizgileriyle ve tutkusu ile adeta ruhunun iç dünyasını tuvale aktarmıştır.Peki, böylesine yaratıcı bir dehanın da etkisi altında kaldığı bipolar bozukluk nedir? Gelin, bu psikolojik rahatsızlığı daha yakından tanıyalım.Bipolar Bozukluk Nedir?Bipolar bozukluk, bir duygu durum bozukluğudur. Eski adıyla “manik depresif hastalık” olarak da bilinen bu durum, bireyin ruh halinin normalden çok daha fazla dalgalanmasına neden olur. Yani kişi yalnızca üzgün ya da mutlu hissetmekle kalmaz; zaman zaman taşkın bir neşeyle (manik dönem), zaman zaman ise derin bir karamsarlıkla (depresif dönem) mücadele eder.Bu ataklar bazen aylarca sürebileceği gibi, bazı bireylerde bir gün içinde bile değişkenlik gösterebilir. Atakların ne zaman geleceği ya da ne kadar süreceği kişiden kişiye farklılık gösterir, bu da hastalığın öngörülemez ve zorlayıcı yönlerinden biridir.Manik Dönem: Enerjinin TaşmasıBipolar bozukluğun en çarpıcı belirtileri, çoğu zaman manik dönemde ortaya çıkar. Bu dönem, bireyin normalden çok daha enerjik, coşkulu ve hatta taşkın bir hale bürünmesiyle karakterizedir.Manik dönemde görülebilecek belirtiler şunlardır:Aşırı neşe, özgüven ve taşkınlıkUyku ihtiyacının azalması (örneğin 2-3 saat uyuyarak yetinme)Hızlı ve durmaksızın konuşmaDüşüncelerin hızla akması (zihinsel taşkınlık)Riskli davranışlar (düşünmeden para harcama, hızlı araba kullanma, dürtüsel ilişkiler)Kolay öfkelenme ve tahammülsüzlükGerçeklikten kopma (ağır vakalarda psikotik belirtiler)Bu dönem bazı kişiler için yaratıcılığın doruk noktası olabilir. Van Gogh gibi birçok sanatçının, edebiyatçının ve bilim insanının bu tür ataklar sırasında önemli eserler verdiği düşünülmektedir. Ancak bu taşkınlık hali sürekli değildir; çoğu zaman bu yüksek enerjili dönem, yerini derin bir çöküşe bırakır.Depresyon Dönemi: Sessiz Bir ÇöküşManik dönemin ardından ya da bazen bağımsız olarak gelen depresif dönem, bireyin enerjisinin tükenmiş, umutlarının sönmüş ve hayatla bağlarının zayıflamış olduğu bir evredir.Depresif dönemde görülebilecek belirtiler:Sürekli üzgün, umutsuz ya da boşlukta hissetmeGünlük aktivitelerden zevk alamamaUykusuzluk ya da aşırı uyumaYorgunluk, halsizlik, motivasyon kaybıDeğersizlik, suçluluk ve kendine yönelik eleştirilerİntihar düşünceleri ya da girişimleriBu dönem, kişinin hem kendi hayatını hem de çevresindeki ilişkilerini ciddi şekilde etkileyebilir. İş kaybı, sosyal izolasyon ve aile içi çatışmalar gibi ikincil sorunlar da depresyonun etkisiyle daha da derinleşebilir.Bipolar Bozuklukla Yaşamak Mümkün mü?Evet, bipolar bozukluk ömür boyu süren bir hastalık olabilir. Ancak bu durum kişinin sağlıklı, üretken ve tatmin edici bir yaşam süremeyeceği anlamına gelmez. Doğru tanı, etkili bir tedavi planı, düzenli takip ve bireyin kendini tanıması ile atakların sıklığı ve şiddeti önemli ölçüde azaltılabilir.Tedavi yaklaşımları:İlaç tedavisi: Duygu durum düzenleyiciler, antidepresanlar ya da antipsikotikler gibi ilaçlarPsikoterapi: Bireysel terapi, aile terapisi ya da grup terapileriYaşam tarzı düzenlemeleri: Uyku düzeni, stres yönetimi, sağlıklı beslenme, alkol ve madde kullanımından kaçınmaSosyal destek: Aile, arkadaşlar ve destek gruplarıyla kurulan güçlü bağlarAyrıca bireyin, hastalığını kabullenmesi, tetikleyici durumları tanıması ve atak belirtilerini erkenden fark edebilmesi, bu süreçte oldukça önemlidir.Toplumsal Etiketleme ve DamgalanmaNe yazık ki bipolar bozukluk gibi ruhsal hastalıklar, toplumda hâlâ önyargı ve damgalanma ile karşılaşabiliyor. Oysa psikolojik rahatsızlıklar, tıpkı diyabet ya da tansiyon gibi tedavi edilebilir ve yönetilebilir sağlık sorunlarıdır.Bireyler, sadece bu hastalığa sahip oldukları için dışlanmamalı, küçümsenmemeli ya da işe alınmaktan mahrum bırakılmamalıdır. Toplumsal farkındalık arttıkça, hem hastaların yaşam kalitesi artacak hem de toplum daha şefkatli ve kapsayıcı hale gelecektir.Son Söz: Anlamak ve Yanında DurmakUnutmayalım ki, hiç kimse bir ruhsal rahatsızlıkla doğmayı ya da yaşamayı seçmez. Ancak bazı insanlar, hayat yolculuklarında bipolar bozukluk gibi karmaşık bir duygu durum hastalığı ile mücadele etmek zorunda kalabilirler. Onların bu mücadelesi, dışarıdan göründüğü kadar basit değildir; kimi zaman zihinsel bir fırtınayla, kimi zaman içsel bir sessizlikle, kimi zaman da her ikisinin arasında savruldukları bir belirsizlikle geçer.Bipolar bozukluk, sadece kişinin psikolojik sağlığını değil; ilişkilerini, iş yaşamını, sosyal çevresini ve hayata dair umutlarını da etkileyebilir. Ancak bu, o kişilerin “zayıf” olduğu anlamına gelmez. Tam tersine, bu hastalıkla yaşamaya devam eden bireyler çoğu zaman inanılmaz bir içsel güç ve direnç geliştirirler. Yaşadıkları her iniş ve çıkış, duygularının derinliği kadar yaşama tutunma çabalarının da bir göstergesidir.Bizler, bu insanlara yardımcı olabilmek için illa ki psikolog ya da doktor olmak zorunda değiliz. Empati kurmak, yargılamamak, onları oldukları gibi kabul etmek bile başlı başına iyileştirici bir adımdır. "Yanındayım" demek bazen ilaçtan daha etkili bir destek olabilir. Onların yaşadığı her duygu geçişini anlamak zorunda değiliz, ama saygı göstermek bizim elimizdedir.Toplum olarak yapmamız gereken en önemli şeylerden biri de, ruhsal hastalıkları damgalamaktan vazgeçmek ve bu bireylerin yalnız olmadığını hissettirmektir. Çünkü her birey sevgiye, anlayışa ve desteğe layıktır — ruhsal durumu ne olursa olsun. Ayrıca unutmayalım ki; bipolar bozukluğa sahip insanlar sadece “hasta” değil, aynı zamanda sanatçı, öğretmen, mühendis, ebeveyn, dost ya da komşudur. Onlar da hayatın tam içindedir ve üretmeye, sevmeye, katkı sunmaya devam ederler.Vincent van Gogh gibi insanlar bize sadece renkleri, ışığı ve sanatı öğretmekle kalmaz; aynı zamanda insan zihninin ne kadar karmaşık ama bir o kadar da etkileyici bir yapı olduğunu da gösterir. Belki de onun fırçasından dökülen o eşsiz resimlerin ardında, sadece sanat değil, bir çığlık, bir içsel yolculuk, bir anlam arayışı vardır.Bugün, 30 Mart Dünya Bipolar Günü vesilesiyle, sadece bir hastalığı tanımakla kalmayalım — aynı zamanda bu hastalıkla yaşayan insanların yanında durmayı da kendimize sorumluluk bilelim. Anlamaya çalışalım, kabullenelim ve en önemlisi: unutmayalım, yalnız değiller.Çünkü gerçek iyileşme, bazen bir teşhisle değil, bir “Ben seni görüyorum ve olduğun gibi kabul ediyorum” cümlesiyle başlar.🎗️ 30 Mart Dünya Bipolar Günü'nde, gelin hep birlikte daha fazla bilinçlenelim, anlayalım ve destek olalım.
Nuray ER 09.10.2025