1. Uzmanlar
  2. Hidayet ÇALIŞKAN
  3. Blog Yazıları
  4. Eşimle cinsellik yaşayamıyoruz. Boşanmalı mıyım?

Eşimle cinsellik yaşayamıyoruz. Boşanmalı mıyım?


Bütün canlıların biyolojik olarak ortak amacı hayatta kalmak ve üremektir. İnsanlar, hayatta kalmak için beslenme ve güvenlik ihtiyaçlarını karşılayıp, sosyal ilişkiler kurarak da fiziki ve ruhsal yaşamını devam ettirmeye çalışır. Cinsellik ile de biyolojik olarak üreme amaçlı genlerini geleceğe aktararak neslini devam ettirme içgüdüsündedir.

İnsanın evrimsel gelişiminde cinselliğin, kadın ve erkek ilişkisinin ayrılmaz doğası olduğu bilinmektedir. Cinsellik; hem üremek amaçlı hem de bireyleri birbirine yakınlaştırması, sosyalleşitirmesi ve ilişki esnasında alınan hazlar sebebiyle fiziksel, zihinsel, duygusal ve hatta sosyal anlamlar taşımaktadır.

Bu anlamda bireylerin sağlıklı ve mutlu bir ilişki yaşayabilmesininin temel taşlarından birinin cinsellik olduğu açıktır. Uyumlu bir beraberlik için cinsellik, çiftler için olmazsa olmazlardandır. Sosyal ve kültürel olarak cinsellik; yaşanması ve hatta konuşulması dahi ayıp, günah, yasak, gizli tutulması gereken bir şeymiş gibi algılansa da aksine aslında temel bir içgüdüdür ve insan hayatının ayrılmaz bir parçasıdır. Cinsellik ile ilgili içgüdüsel olarak bazı bilgilere ya da hislere sahip olsak bile üzerine bilgi edinmemiz ve bilgileri paylaşarak geliştirmemiz gerekmektedir. Özellikle çiftlerin birbiriyle cinsel yaşamları hakkında dürüstçe, açık bir dille konuşabilmesi çok önemlidir.

Mutlu bir cinsel yaşam için öncelikle bireylerin kendi ihtiyaç ve isteklerini bilmesi, cinsel haz noktalarını fark etmesi ve kendilerini iyi tanıyor olması gerekir. Eşlerine kendisi ile ilgili beklentilerini doğru bir iletişimle ifade edebilmeleri, neyi isteyip neyi istemediklerini, nelerden hoşlandıklarını ya da hoşlanmadıklarını açıkça ifade edebilmeleri gerekmektedir. Karşılıklı olarak isteklerin paylaşıldığı, sevgi, saygı ve anlayışla dinlenerek ortak bir pencereden ele alınan düzenli bir cinsel yaşam, çiftlerin iletişimini arttıracak, ilişkileri çok daha doyurucu ve sağlam olacaktır. Mutlu bir cinsel yaşam ilişkide de mutluluk getirecektir.

Cinsel İlişkinin Amacı Nedir? 

Cinsel ilişki, nesillerin devamı için gerekli olan üremeyi sağlamaktadır. Zaten evrimsel amacı da budur. İnsanlar da dahil tüm canlılar üreme eylemine doğuştan yatkındırlar. Cinsel ilişkinin insanlardaki farkı ise nesillerin devamını sağlamakla birlikte birçok duygu ve hazzı da içermesidir. Örnek vermek gerekirse, kendisi sayesinde devam eden bir neslin olması insan için bir hazdır. İnsanlar kendi çocuk ve torunlarıyla olan ilişkilerinde sevginin yanında gurur hissine de sahip olurlar çünkü bu durumu kendi başarıları olarak görürler. Bunun yanında, içgüdüsel tatminin sağlanması ve haz almak gibi amaçlar da vardır.


Neden Cinsel İlişkiye İhtiyaç Duyuyoruz ?

Cinsellik ve cinsel ilişki, ilişkilerin vazgeçilmez bir parçasıdır. Öncelikle, her türlü duygu içeren davranışın partnerler arasında sevgi ifadesi gibi görülmesi cinselliği çoğu ilişkide temele yerleştirmektedir. Cinsellik, partnerleri daha değerli ve seviliyor hissine ulaştırmaktadır ve bu nedenle de, mutlu bir ilişki için de önemli bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Bireysel anlamda düşünüldüğünde ise karşımıza içgüdüsel bir tatmin duygusu, hormonal sistem ve cinsellikte yaşanan haz çıkmaktadır. Şimdi bunları biraz detaylandıralım.

Cinselliğin evrimsel bir öğe olduğundan ve tüm canlıların üremeye yatkınlıklarından bahsetmiştik. Bu yatkınlığın bir sonucu da cinsel ilişkiye olan ihtiyacı doğurmaktadır. İçgüdüsel bir tatminin ve fark etmeden yapılan içgüdülere bağlı eylemlerin verdiği doyum duygusu cinsellikte hissedilmektedir.

Hormonal sistem, kadın ve erkeklerde farklıdır. Cinselliğe yatkınlık da bu hormonların neredeyse tam kontrolü altındadır. Kişiyi cinselliğe yönelten ana etkenin de bu hormonlar olduğu düşünülmektedir. Benzer şekilde, hem kadın hem de erkeklerdeki cinsel hormonların oranları ve miktarları cinselliğe meyili belirler. Özetlemek gerekirse, cinselliğe meyil için önemli etkileri olan hormonların partnerlerin vücudundaki oranları; partnerlerin ilişkiye girme isteklerinin en önemli belirleyicisi olmaktadır.

Cinsellik, yine evrimsel sürecin bir getirisi olarak haz duygusunu da içerisinde barındırmaktadır. Vücutta bulunan sempatik ve parasempatik isimli iki sinir ağı vardır. Bu ağların bizdeki etkileri farklı farklıdır. Cinsellik sonucunda elde edilen hazların da bu sinir ağlarının arasındaki geçişe bağlı olduğu düşünülmektedir. Cinsellikte elde edilen yoğun duygular ve haz da çiftlerin buna ihtiyaç duymalarına sebep olur. Stresli zamanlarda ve çiftin arasının çok da iyi olmadığı dönemlerde cinsellik bir onarıcı olarak görev alabilse de esasında ana problemin çözümünden bir kaçış olarak kullanıldığında çözüm süreçlerinin normalden uzun sürebilmesine de neden olabilmektedir.


Kaliteli Bir Cinsel İlişki Nasıl Olmalıdır?

İlişkiler, uyum ve karşılıklı mutluluk üzerine kurulursa daha sağlam olmaktadır ve bu durum, yalnızca davranışlar ve kişilikle ilgili değil, aynı zamanda, cinsellikteki uyum ve partnerine değer vermekle de alakalıdır. 

Kaliteli bir cinsel ilişki için öncelikle partnerlerin beklentileri biliyor olması ve buna uygun şekilde hareket etmesi gerekir. Bunun yanında, partnerlerin bencillikten mutlaka uzak durması gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki, cinsellik karşılıklı bir ilişki şeklidir yani bireysellikten kaçınılmalıdır ve bu da ancak karşı tarafın hislerine saygı duyulması halinde sağlanabilir.

Bir diğer önemli konu ise cinsel arzudur. Az önce de bahsettiğimiz üzere insanlar hormonların kontrolü altındaki canlılardır. Bazı hormonlar cinsel isteği arttırır ve bazen bu hormonlar yeterince bulunmayabileceğinde bu dönemlerde partnerlerin birbirine saygı göstermesi gerekmektedir. Buna sebebiyet veren konuların doğru bir iletişim ile konuşulması ile birlikte her iki tarafın da istekli olduğu bir cinsel ilişkinin, çiftler arasındaki bağı kuvvetlendirmesi de kaçınılmaz olacaktır.


Kaliteli Cinselliğin İlişkiye Olan Katkıları Nelerdir?

Doğru ve kaliteli cinselliğin ilişkiye birçok faydası olabilmektedir. Her ilişkide ilk zamanlar her geçen gün yeni bir heyecanla karşılaşılsa da ilerleyen dönemde durağanlık ve sıradanlık oluşabilmektedir. Buna karşı çiftlerin ekstra çaba göstermesi ve partnerine yenilikler sunması iyi etkiler oluşturabilmektedir. Her cinsel ilişki de yeni bir haz oluşturmaktadır ve ilişkinin bu durağanlıktan kurtulmasında etken olmaktadır. Yine benzer şekilde, uzun süreli ilişkilerde kaybolmaya başlayan tutku ve hazzın da devam etmesinde etkilidir. Ancak elbette tüm bu sürecin yönetimi çiftler arasında her konuda doğru bir iletişim kurmak ve şeffaf olmakla ideal hale gelebilir.

Mutlu Bir İlişki için Cinsellik Sıklığı Nasıl Olmalıdır?

Bu sorunun tek bir cevabı yoktur elbette. Daha doğrusu bu bir zorunluluk ve sayı limiti olmaktan ziyade, çiftlerin hayat tarzı, birbirleriyle olan uyumları ve beklentilerine göre büyük değişiklik göstermektedir. İlişkinin ilk dönemlerinde cinsellik çok daha sık yaşanabilmektedir elbette. Çiftler arasındaki heyecan, tutku ve birbirlerini henüz tam anlamıyla tanımadıklarından keşfetme arzusu öne çıkmaktadır. Ancak zaman içerisinde ve uzun süreli ilişkilerde ve evliliklerde cinsel ilişki sıklığı azalabilmektedir. Bu durum her zaman çiftler arasında bir sorun olduğunu göstermez. Kimi zaman kişisel öncelikler değişkenlik gösterebilir ve çiftlerin ilişkisine de yansıyabilir. Ancak bu uzun süreçli bir rutin haline geliyorsa çiftlerin arasındaki bağa da zarar vereceğinden, böyle bir uzaklaşma farkedildiğinde kadın ya da erkek partneriyle doğru bir iletişim kurarak bu durumu çözüme ulaştırmak için adım atmalıdır.

Evlilikte Cinsellik Neden Önemlidir?

Evlilikte de her ilişkide olduğu gibi cinsellik önemlidir. Evlilikten sonra zaman içinde cinselliğin yok sayılması doğru olmadığı gibi, özellikle bazı çiftlerin kafasındaki çocuk olduktan sonra cinselliği yok saymak gibi düşünceler ilişkiye zarar vermektedir. Az önce de bahsettiğimiz üzere, cinselliğin tutku ve hazzın devamlılığını sağlamak veya durağanlığı engellemek, ilişkideki bağı kuvvetlendirmek gibi birçok faydasının olduğu unutulmamalıdır.

Evlilikte cinsel yaşam hep aynı düzeyde sürmeyebilir, bu normaldir. Ev işleri, çocuklar, mesleki zorluklar, geçim sıkıntıları gibi etkiler, günlük yaşam sorunları hem cinsel isteği hem de birbirine ayrılan zamanı azaltarak eşler arasındaki romantizmi ve cinsel yaşamı engelleyebilir. Ancak tüm enerji ve zamanı bunlara ayrılıp cinsel yaşam tümüyle ihmal edilmemelidir. Günlük işlerden yorulduğu için ya da televizyon seyretmeyi tercih ettiği için cinselliği ihmal etmek doğru değildir. Aksi takdirde evlilik cansız bir hal alır ve eşler arasındaki bağ zayıflar, giderek uzaklaşma ve kopukluk yaşanması kaçınılmaz olur. Cinsellik eşler arasındaki samimiyeti besler. Bu sadece iki insan arasındaki ilişkinin sosyal boyutu ile ilgili de değildir, fizyolojik temelde de etkisi olan bir yaşantıdır, çünkü uyumlu ve doyurucu bir cinsel birliktelik sırasında vücutta kendini iyi hissettiren, bağlanma hormonu olan oksitosin salgılanır, bu da eşine yakın hissetmeyi sağlar.

Cinsellik ve evliliğin diğer bölümleri birbirini etkiler. Uyumlu ve doyum verici bir cinsellik evlilik yaşamında her iki tarafın da olaylara bakış açısını yumuşatır, gündelik yaşamda karşılaşılan güçlüklere toleransın artmasını sağlar. Evlilik hayatında çatışmalar da yaşanır, zaman ilerledikçe çocuklar vb fikir ayrılığına düşülüp çatışma yaşanabilecek yaşam olayları artar. Cinsel yaşam canlı ise fikir ayrılıklarından kaynaklı çatışmalarda eşlere ateşkes alanı sağlar, birbiri ile güç mücadelesine girmek gerine anlaşmazlıkları sevgi ile aşmalarına yardımcı olur. Dolayısıyla düzenli ve sağlıklı bir cinsel yaşamın duygusal bağı ve yakınlığı güçlendirmenin yanı sıra evlilikteki stresin azalmasını sağlayarak evliliğin devamına olumlu katkısı olduğu ve boşanma oranlarına etki ettiği söylenebilir.


Cinsellikle İlgili Sorunlarda Psikolojik Destek Almak Neden Önemlidir?

Bazı durumlarda cinsellik, partnerlerin karşılıklı gösterdikleri özen ve çabalara rağmen kaliteli hale getirilemeyebilir. Bu durumda sorunun çözümü için bu duruma sebebiyet veren etkenler de gözetilerek psikologdan destek alınması son derece doğal bir durumdur. Yazının genelinde de bahsettiğimiz, cinselliğin olmaması durumunda oluşabilecek olumsuz durumlardan kurtulmak için partnerler ve evli çiftlerin çift terapisi için uzman bir psikologdan destek alınması önemlidir ve bu konuda çekinilmemelidir.

KAYNAK : https://www.ozkanyigit.com/iliskilerde-cinselligin-onemi/

Yayınlanma: 14.01.2024 09:38

Son Güncelleme: 16.08.2024 17:39

Psikolog

Hidayet

ÇALIŞKAN

Psikolog

(*)(*)(*)(*)(*)
5 Yorum
Bedensel Belirti Bozuklukları (Somatizasyon)
Boşanma Süreci Sorunları
Çatışma Çözme Becerileri
Depresif Bozukluklar
Değersizlik / Boşluk Hissi
+6
Online TerapiOnline Ter...
süre 45 dk
ücret 2100
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
Hizmet vermiyor
Yapay zeka ile, kişiselleştirilmiş destek:
Menta AI
Yapay zeka ile,
kişiselleştirilmiş destek: Menta AI

Şimdi indir, konuşmaya başla

App Store'dan İndirGoogle Play'den İndir
Bunları da sevebilirsiniz...

BASTIRILAN DUYGULAR NE KILIĞA GİRER?

BASTIRILAN DUYGULAR NE KILIĞA GİRER?Günlük hayatın temposu içinde birçok insan “güçlü” kalabilmek adına duygularını bastırmayı öğrenir. Küçük yaşlardan itibaren ağlamamak, sessiz olmak, uyumlu olmak ve sorun çıkarmamak öğretilir. Zamanla bu davranışlar birer tercih olmaktan çıkar ve bir yaşam stratejisine dönüşür. Oysa insan ruhu bastırılan hiçbir duyguyu gerçekten silmez. Sadece onu derinlere iter ve zamanı geldiğinde bambaşka şekillerde karşısına çıkarır.Toplum içinde “iyi çocuk”, “sorunsuz birey”, “olgun insan” olmak çoğu zaman duyguların bastırılmasıyla karıştırılır. Oysa olgunluk, duyguları bastırmak değil, onları anlayabilmektir. Çocukken üzüntüsüne yer açılmayan bir birey, ilerleyen yaşlarda kendi duygusuna yabancılaşabilir. Kızdığında dinlenmeyen bir çocuk, yetişkin olduğunda öfkesini ya kontrolsüz şekilde dışa vurabilir ya da tamamen içine gömebilir.Bastırılan duygular zihinden silinmez. Bilinçdışında birikir, büyür ve uygun bir zemin bulduğunda kendine başka bir çıkış yolu yaratır. Bu bazen tekrarlayan ilişki sorunlarıyla, bazen iş hayatında yaşanan tükenmişlikle, bazen de bedende ortaya çıkan ağrılarla kendini gösterir. Kişi bu belirtileri çoğu zaman anlamlandıramaz ve “Ben zaten böyleyim” diyerek kendini etiketler. Ancak çoğu zaman mesele kişilik değil, bastırılmış duyguların yüküdür.Her duygu aslında insanı korumak için vardır. Öfke, sınırların ihlal edildiğini haber verir. Üzüntü, bir kaybın sindirilmesine yardımcı olur. Korku, tehlikeye karşı bir alarm görevi görür. Utanç ve değersizlik hisleri ise kabul görme ve ait olma ihtiyacının izlerini taşır. Bu duygular bastırıldığında işlevini yitirir, ancak farklı kılıklara girerek yeniden kendini hatırlatır.Bastırılan öfke, en sık dönüştürülen duygulardan biridir. Açıkça ifade edilemeyen öfke, pasif-agresif davranışlara dönüşebilir. Kişi doğrudan konuşmak yerine iğneleyici sözler söyler, alttan alta karşısındakini suçlar ya da sessizlikle cezalandırır. Öfke biriktikçe, en küçük olayda büyük patlamalar yaşanabilir. Bu tür patlamalar çoğu zaman bugünün meselesi değil, yılların birikimidir.Bastırılan üzüntü ise çoğunlukla beden üzerinden kendini anlatır. Sürekli bir yorgunluk hali, isteksizlik, keyif alamama, boşluk hissi ve anlamsızlık duygusu bastırılmış üzüntünün işaretleri olabilir. Kimi zaman bu durum psikosomatik belirtilerle ortaya çıkar: mide ağrıları, kas gerginliği, baş ağrıları, uyku problemleri… Zihin üzülmemek için mücadele ederken, beden bu yükü taşımaya çalışır.Korkular bastırıldığında genellikle kontrol ihtiyacı şeklinde açığa çıkar. İnsan korktuğunu kabul etmek yerine her şeyi kontrol etmeye çalışır. Geleceği aşırı planlamak, sürprizlerden kaçınmak, belirsizliğe tahammül edememek bu durumun yaygın örnekleridir. Kontrol, kişiye kısa süreli bir güven hissi sağlasa da uzun vadede kaygıyı artırır. Çünkü hayatın doğası gereği her şey kontrol edilemez.Bastırılan değersizlik hissi ise sürekli onay arayışına dönüşür. Kişi kendi değerini içerden hissedemediğinde, bunu dışarıdan almaya çalışır. Takdir edilmek ister, beğenilmek ister, görülmek ister. Eleştiriler ise olduğundan çok daha derin yaralar açar. Çünkü eleştiri, sadece bugünkü davranışı değil, geçmişten taşınan “yetersizim” inancını da harekete geçirir. Bu yüzden kişi hep daha fazlasını yapar ama hiçbir zaman gerçekten yeterli hissetmez.Duygular bastırıldığında değil, hissedildiğinde dönüşür. Bir duyguyu bastırmak onu yok etmez, sadece erteler. Hissedilen duygu ise yavaş yavaş yumuşar ve insanın içinde bir akış başlar. Ağlamak rahatlatır. Kızmak sınırları fark ettirir. Korkmak, gerçekçi adımlar atmayı sağlar. Utanmak, insanın kendi hassas noktalarını görmesine yardımcı olur. İnsan duygularına alan açtıkça, kendiyle ilişkisi daha sahici bir hâl alır.Birçok insan için duyguları bastırmak bilinçli bir seçim değildir. Bu bir başa çıkma mekanizmasıdır. Çocukken duyguları görülmeyen, küçümsenen veya cezalandırılan bireyler, bastırmayı bir güvenlik yolu olarak öğrenir. Bu davranış biçimi o zamanlar işe yaramıştır; kişiyi hayatta tutmuştur. Ancak yetişkinlik döneminde aynı mekanizma artık zarar vermeye başlar.Bu noktada kişinin kendini suçlaması gerekmez. Bu senin “yanlış” olduğunun göstergesi değildir. Aksine, bugüne kadar elinden gelen en iyi şekilde hayatta kalmaya çalıştığının bir kanıtıdır. Asıl önemli olan, artık bu kalıpları fark edebilmek ve yavaş yavaş dönüştürmeye başlamaktır.Bazen dönüşüm büyük adımlarla gelmez. Bazen sadece bir durup nefes almakla başlar. “Ben şu an ne hissediyorum?” sorusu, sandığından çok daha güçlü bir kapıdır. Bu soruyu kendine sordukça, bastırılan duygular yavaş yavaş görünür hâle gelir. Ve görülen her duygu, biraz daha yumuşamaya başlar.Duyguların düşman olmadığını hatırlamak gerekir. Onlar, ruhun kendini korumak için kurduğu bir dil gibidir. Bastırıldıklarında daha karmaşık hâle gelirler. Hissedildiklerinde ise sadeleşirler. Her bastırılmış duygu, aslında görülmek isteyen bir parçandır. Bu parçalarla temas kurdukça, insan kendi bütünlüğüne biraz daha yaklaşır.Sonuç olarak, bastırılan duygular yok olmaz. Sadece kılık değiştirir. Bazen öfke olur, bazen korku olur, bazen bitmeyen bir yorgunluk, bazen de derin bir boşluk hissi… Ama hangi kılığa girerse girsin, hepsinin tek bir isteği vardır: Görülmek, anlaşılmak ve hissedilmek.Unutma:Duygular bastırıldığında değil, hissedildiğinde dönüşür.Ve sen, hissetmeye izin verdiğin ölçüde iyileşirsin.. . . . . . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .

Bağlanma Stilleri: Hayatımızı Sessizce Şekillendiren Görünmez Dinamikler

Kendimizi Tanımaya Çalışırken Atladığımız Gerçek: Bağlanma ModelimizBir insan neden ilişkilerde hep aynı döngüleri yaşar? Neden biri sevgiyi doyasıya yaşarken diğeri sürekli kaygı duyar? Neden bazı insanlar yakınlaşmaktan korkar, bazıları ise fazla bağlanır?Tüm bu soruların cevabı, çocukluk dönemimizde kurduğumuz bağlanma stilinde saklıdır. Üstelik bağlanma tarzımız, yalnızca romantik ilişkilerimizi değil; arkadaşlıklarımızı, iş hayatımızdaki davranışlarımızı, kriz anlarındaki tepkilerimizi ve duygusal dünyamızı da büyük ölçüde etkiler.İlginç olan şu: Birçok kişi kendi bağlanma stilini bilmeden yaşar. Sorunlarının sebebini karakter zanneder, oysa mesele karakter değil, öğrenilmiş bir duygusal kalıptır.Bu nedenle bağlanma stilleri, psikolojinin hem en derin hem de en gözden kaçırılan konularından biridir.Bağlanma Nedir ve Neden Bu Kadar Önemlidir?Bağlanma, çocuklukta bakım veren kişiyle kurulan ilişki biçimidir. Bebek için bakım veren kişi (çoğu zaman anne), dünyanın tamamı demektir. Onun sevgisi, dokunuşu, tepkisi ve tutarlılığı, bebeğin “Dünya güvenli bir yer mi?” sorusuna verdiği ilk cevaptır.Yani bağlanma, sadece “sevgi” değildir.Güven hissidir.Kendine değer duygusudur.Sevilmeye layık olduğumuza dair temel beklentidir.Başkalarına ne kadar güveneceğimizin temelidir.Ve bu bağlanma stili, yetişkinlikte aynen devam eder.Yetişkinlikte Dört Bağlanma Stili ve Hayata Etkileri1. Güvenli Bağlanma – Sevginin Sağlıklı HaliBu kişiler:Duygularını ifade etmekten çekinmez.Yakınlıktan korkmaz.Karşı tarafı kontrol etmeye çalışmaz.Sorunları konuşarak çözebilir.Sevildiğini bilir, sevdiğini hissettirebilir.Güvenli bağlanan yetişkinler, ilişkilerde en sağlıklı dinamiği kuran gruptur. Fakat toplumda oranı düşündüğünüz kadar yüksek değildir.2. Kaygılı Bağlanma – “Ya giderse?” Korkusunun Gölgesinde YaşamakKaygılı bağlanan bireyler genellikle şunları yaşar:Partnerinin sevgisinden emin olmakta zorlanır.Onay alma ihtiyacı yüksektir.Terk edilme korkusu yoğundur.Küçük davranışları bile büyük anlamlara yorar.Aşırı düşünme, mesaj bekleme, kuruntu yapma sık görülür.Bu insanlar aslında sevilmek ister; ama sevgiyi kaybetme ihtimali onları yorar. Çoğu kaygılı bağlanan kişi, “Neden hep beni yoran ilişkileri seçiyorum?” diye kendine sorar.3. Kaçıngan Bağlanma – Yakınlıktan KorkmakBu kişiler için ilişki demek:Kısıtlanmak,Yük hissetmek,Özgürlüğün tehdit edilmesi… anlamına gelebilir.Belirgin özellikleri:Hislerini kolay açamazlar.Aşırı bağımsız görünürler.Yakınlık artınca geri çekilirler.Duygusal mesafe onlar için güvenlik barikatıdır.Bu insanlar sevmeyi bilmez değildir; Sadece yakınlık onların sistemini alarma geçirir.4. Düzensiz Bağlanma – Kafası Karışık YakınlıkPsikolojide en karmaşık bağlanma stilidir. Çünkü kişi hem yakınlık ister hem de yakınlıktan korkar. Bir adım yaklaşır, iki adım uzaklaşır.Güvensiz çocukluk deneyimleri sebebiyle yetişkinlikte duyguları çok hızlı değişebilir. Hem kaygılı hem kaçıngan davranışlar aynı kişide görülebilir.Peki Bağlanma Stilim Yaşamımı Nasıl Etkiliyor?Bu soruyu birçok kişi terapide ilk kez sorar.Aslında bağlanma stiliniz:Kime aşık olacağınızı,Neden aynı tip ilişkileri yaşadığınızı,Kırıldığınızda nasıl tepki verdiğinizi,Güçlü bağlar kurup kuramayacağınızı,Kendinizi nasıl gördüğünüzü,Güven ve özgürlük dengenizi,Hayat boyu duygusal ihtiyaçlarınızı belirler.Örneğin kaygılı bağlanan biri “beni neden hep duygusal olarak ulaşılmaz insanlar çekiyor?” diye düşünür.Kaçıngan bağlanan biri “ilgi gösterince kaçıyorum ama yalnız kalınca üzülüyorum” der.Düzensiz bağlanan biri ise “kimseyi tam içeri alamıyorum, ama bensiz de yapamıyorum” duygusunu taşır.Tüm bu döngüler, çocuklukta öğrenilmiş bir bağlanma modelinin yetişkinlikteki yansımalarıdır.Bu yüzden bağlanma stilleri psikolojide hem çok özel hem de çok dönüştürücü bir alandır.Bağlanma Stili Değişebilir mi?Evet. Bu yazının en umut veren kısmı burası.Bağlanma stilimiz kader değildir. İnsan değişir. Beyin değişir. Duygusal örüntüler değişir.Ve en güçlü değişim, terapi ile gerçekleşir.Terapi, kişinin duygusal yaralarını fark etmesini, onları şefkatle iyileştirmesini ve kendi içinde güvenli bir bağ kurmasını sağlar.Daha güvenli bir bağlanma geliştikçe:Kaygı azalır,Duygusal istikrar artar,Sağlıklı ilişkiler kurmak kolaylaşır,Kişi kendini daha çok sever,Yakınlık korkusu hafifler,Duygusal iletişim güçlenir.Terapi Bağlanma Süreçlerini Nasıl İyileştirir?1. Güvenli Bir İlişki Alanı SunarTerapi, yargısız bir alandır. Kişi ilk kez “güvenli bir bağ” deneyimler. Bu deneyim, çocukluktan gelen kırılganlığı yumuşatır.2. Duyguları Tanımayı ÖğretirBirçok kişi aslında ne hissettiğini bile bilmez. Terapi, duyguların dilini öğretir.3. Geçmişin Görünmez İzlerini Ortaya ÇıkarırKişi, döngülerinin nereden geldiğini fark eder. “Demek ki problem bende değil, bağlanma stilimde.” diyerek suçluluk ortadan kalkar.4. Yeni İlişki Becerileri GeliştirirSınır koymak, kaygıyı yönetmek, yakınlığı artırmak, sağlıklı iletişim kurmak değişebilir becerilerdir.5. İçsel Güven İnşa EdilirEn önemlisi budur. Kişi “Ben sevilebilir biriyim.” duygusunu yeniden kazanır.Bu dönüşüm terapiyle mümkün olur ve hayatın her alanına yansır.Bağlanma Stilini Merak Eden Herkes Terapiye Bir Adım Daha YakındırBir insan kendi bağlanma stilini merak ediyorsa… İlişkilerindeki döngüleri sorguluyorsa… Geçmişiyle barışmak istiyorsa… Duygusal derinlik arıyorsa…Aslında terapiye hazırdır.Çünkü bağlanma çalışmaları, psikolojide en derin ve en dönüştürücü alanlardan biridir. Bu alanda uzman bir terapistle çalışmak, kişinin çocukluk yaralarını iyileştirmesine, yetişkinlikte daha sağlıklı ilişkiler kurmasına ve en önemlisi kendine güvenli bir alan yaratmasına yardımcı olur.Son Söz: Kendini Anlama Cesareti En Büyük DönüşümdürHerkes değişebilir. Hiçbir bağlanma stili “kader” değildir. Kırılganlıklar iyileştirilebilir, duygular düzenlenebilir, ilişkiler güzelleştirilebilir.Tek gereken ilk adımdır: bu ilk adımı atabilecek tek kişi sizsiniz. Kendi içsel dünyasını anlamaya cesaret etmek.Eğer sen de ilişkilerinde benzer döngüleri yaşıyorsan, duygularını anlamlandırmakta zorlanıyorsan veya kendini daha güvenli bir bağ içinde görmek istiyorsan…Bu alan üzerine çalışan bir terapist ile çalışmak, hayatında büyük bir fark yaratabilir.
Eylem CAN 06.12.2025

Kendini Anlamanın Gücü: Terapiye Başlamayı Düşünenler İçin

Terapi Neden Her Geçen Gün Daha Fazla İlgi Görüyor?Son yıllarda terapiye olan ilginin belirgin şekilde arttığını fark etmek zor değil. Artık insanlar yalnızca yaşadıkları sorunları çözmek için değil, kendilerini daha iyi anlamak ve hayatlarını daha bilinçli bir şekilde yönetmek için de terapi desteği alıyor. Modern yaşamın yoğun temposu, ilişkilerin karmaşıklığı, iş yükünün artması, sosyal çevrenin beklentileri ve kişisel hedeflerin baskısı, bireyleri içsel bir denge arayışına yönlendiriyor. Terapi ise bu arayışın en güvenli ve en etkili yollarından biri olarak öne çıkıyor.Birçok kişi terapiye başlamadan önce, “Acaba terapi bana iyi gelir mi?” diye düşünür. Bu soru, kişinin kendisiyle ilgili farkındalık geliştirmeye hazır olduğunun işaretidir. Çünkü terapi, sadece bir konuşma alanı değil; kişinin iç dünyasını keşfetmesine, duygularını anlamlandırmasına ve hayatındaki örüntüleri çözümlemesine yardımcı olan bir süreçtir.Terapi Yalnızca Problem Yaşayanlar İçin DeğildirToplumda sıkça karşılaşılan yanlış bir inanç vardır: Terapiye giden insanlar mutlaka ciddi bir sorun yaşıyordur. Oysa bu düşünce oldukça sınırlayıcıdır. Terapi, ruhsal bir “acil durum müdahalesi” değil; kişinin kendisiyle kurduğu ilişkiyi güçlendiren bir gelişim alanıdır.Kimi insan ilişkilerinde daha sağlıklı iletişim kurmak için, kimi karar vermede zorlandığı için, kimi kaygılarını anlamak için, kimi ise sadece hayatını daha dengeli yaşamak için terapiye başvurur.Bir kişinin terapiye gitmesi, zayıf olduğu anlamına gelmez. Tam aksine, kendine değer veren ve gelişime açık olan bireylerin tercih ettiği bir adımdır. Fiziksel sağlığımız için nasıl düzenli kontroller yaptırıyorsak, zihinsel ve duygusal sağlığımız için de profesyonel destek almak aynı derecede önemlidir.Terapiye Başlamadan Önce Zihni Meşgul Eden Sorular Çok DoğaldırTerapi sürecine girmeden önce pek çok kişinin zihninde soru işaretleri belirir. Bu sorular, sürecin anlaşılmaya çalışılmasının doğal bir parçasıdır.En yaygın sorulardan bazıları:“Terapide ne konuşacağım?” Belirli bir konuya sahip olmanıza gerek yoktur. Terapist, sizin duygularınızı ve düşüncelerinizi anlamlandırabilmeniz için doğru soruları sorarak süreci doğal akışında ilerletir.“Ya terapist beni yargılarsa?” Terapinin en temel prensiplerinden biri, yargısız bir alan yaratmaktır. Profesyonel bir terapist, danışanı koşulsuz kabul eder, dinler ve destekler.“Gerçekten işime yarayacak mı?” Terapinin etkisi kişiden kişiye değişse de, çoğu danışan süreç ilerledikçe duygularını daha net anlamaya, stresini yönetmeye ve davranışlarını bilinçli bir şekilde yönlendirmeye başlar.“Duygularımı açmakta zorlanıyorum, bu sorun olur mu?” Birçok insan terapiye ilk başladığında kendini ifade etmekte zorlanır. Bu çok normaldir. Zaman içinde duygularınızı paylaşmak daha kolay ve daha doğal hale gelir.Bu sorular, terapiye başlamak için bir engel değil; aksine kişinin süreç hakkında sağlıklı bir merak taşıdığının göstergesidir.Küçük Farkındalıklar, Büyük Yaşam Değişimlerine Kapı AçarTerapinin en güçlü taraflarından biri, kişinin zaman içinde yaşadığı farkındalık anlarıdır. Bu anlar bazen çok küçük görünür ama kişinin hayatında büyük bir dönüşüm yaratır.Örneğin:Yıllardır aynı ilişkisel hataları yaptığınızı fark edersiniz.Kaygılarınızın aslında bastırılmış bir korkudan kaynaklandığını görürsünüz.Öfkenizin altında kimin ya da neyin yattığını keşfedersiniz.Kendinizi sürekli geri planda bırakmanızın sebebinin onaylanma ihtiyacı olduğunu anlarsınız.Hayatınızdaki döngülerin aslında çocukluk dönemindeki deneyimlerden beslendiğini fark edersiniz.Bu farkındalıklar kişiye bir şey öğretir: Otamatik davranmak yerine bilinçli davranmak mümkündür.Terapiden önce kişi çoğu davranışını refleksle yapar, neden böyle hissettiğini ya da böyle düşündüğünü fark etmez. Ancak terapi sayesinde kişi kendini daha iyi tanır, davranışlarını anlamlandırır ve yaşama daha bilinçli tepkiler vermeye başlar. Bu değişim, dışarıdan bakıldığında küçük görünse de, kişinin hayat kalitesini derin bir şekilde etkiler.Terapi, Duygusal ve Bilişsel Beceriler KazandırırTerapinin sadece konuşma üzerine kurulu bir süreç olduğu düşüncesi yanlıştır. Modern terapi yaklaşımları danışana çok sayıda duygusal ve bilişsel beceri kazandırmayı hedefler.Terapide kazanılabilecek beceriler arasında şunlar bulunur:Kaygı yönetimi teknikleri: Nefes egzersizleri, düşünce yeniden yapılandırma, beden farkındalığı.Duygu düzenleme becerileri: Yoğun duyguları tanıma, anlamlandırma ve sağlıklı şekilde ifade etme.İletişim becerileri: Kendini doğru ifade etmek, karşı tarafı dinlemek, empati kurmak.Sınır koyma: Kişinin kendi alanını koruması, gereksiz yükleri taşımayı bırakması.Stres yönetimi: Zihinsel ve duygusal yükleri hafifletme yöntemleri.Sağlıklı ilişki kurma: Bağ kurma, güven inşa etme ve ilişkisel kalıpları fark etme.Bu beceriler sadece terapi odasında kalmaz; kişinin günlük yaşamında aktif olarak yer bulur. Kişi zamanla daha sağlıklı kararlar verir, daha net iletişim kurar ve daha sakin bir ruh haline kavuşur.Terapi Bir Cesaret Yolculuğudur; Ama Sonu ÖzgürlüktürTerapinin en zor kısmı genellikle başlamaktır. Çünkü terapi, kişinin önce kendisiyle yüzleşmesini gerektirir. Bu yüzleşme bazen duygusal olarak zorlayıcı olabilir; ancak büyük bir özgürleşmenin başlangıcıdır.Birçok kişi birkaç seans sonra şu cümleyi kurar: “Keşke daha önce başlasaydım.”Çünkü terapi, kişinin zihinsel düğümlerini çözer, duygusal yüklerini hafifletir ve yaşamına daha sağlıklı bir yön vermesine yardımcı olur. Terapistin görevi yol göstermek, kişinin kendi iç sesini duymasına yardımcı olmaktır. Değişimi yaratan ise danışanın kendisidir.Terapinin sonunda kişi:Kendi değerini fark etmeye,Duygularını daha açık anlamaya,Sağlıklı ilişkiler kurmaya,Geçmiş yüklerini bırakmaya,Kendisiyle barışmaya başlar.Bu süreç hem derin hem dönüştürücüdür.Kendine Yapabileceğin En Değerli YatırımTerapi, kişinin kendine sunduğu en kıymetli hediyelerden biridir. Çünkü insan hayatı boyunca birçok duygu, olay ve düşünceyle karşılaşır. Zaman zaman bunların altında ezilmek mümkündür. Terapi ise bu yükü hafifletir, kişiye kendine dair daha net bir bakış açısı kazandırır ve hayatı daha anlamlı bir şekilde yaşamasına yardımcı olur.Eğer sen de duygularını daha iyi anlamak, davranışlarını düzenlemek, ilişkilerini iyileştirmek veya kendine yeni bir bakış açısı kazandırmak istiyorsan terapi bu yolculuğun en doğru başlangıcı olabilir.Kendini tanıyan biri, hem bugününü hem de geleceğini çok daha sağlıklı temellere oturtabilir. Terapi ise bu farkındalığın kapılarını açan güçlü bir araçtır.
Eylem CAN 06.12.2025