1. Uzman
  2. Merve ÜNAL
  3. Blog Yazıları
  4. Ne Zaman Psikolojik Destek Almalıyım?

Ne Zaman Psikolojik Destek Almalıyım?


Psikolojik destek, yaşamın her evresinde her bireyin edinmesi gereken oldukça önemli bir hizmet. Nasıl ki barınma, beslenme, dinlenme gibi temel fizyolojik ihtiyaçlarımızı karşılıyorsak ruhsal ihtiyaçlarımızın da karşılanması gerekiyor. İnsanoğlu gündelik yaşam içerisinde pek çok psikolojik etkenle bir arada yaşıyor. Özellikle metropollerde maruz kalınan psikolojik uyaranlar çok daha fazla.

Ekonomik güçlükler, trafik, işsizlik, şiddet, iletişim aksaklıkları, travmatik olaylar, kazalar, saldırılar, hastalıklar insanları olumsuz etkiliyor. Pek çok olumsuz etkene doğrudan veya dolaylı olarak maruz kalıyoruz. Sosyal medya, televizyon gibi kaynaklar da global düzeyde pek çok olumsuzluğa maruz kalmamıza neden oluyor. Bugün bulunduğumuz noktadan dünyanın bir başka ucunda gerçekleşmiş bir olaydan etkilenebiliyoruz. Dolayısıyla psikolojik destek ihtiyaçlarımız da artıyor.

Kişisel yaşam, akademik başarı ve kariyer gelişiminden başlayarak pek çok alan ve konuda insanlar psikolojik hizmetlere başvuruyor. Bu sayede sorunlar kronikleşmeden veya performansı ketlemeden ihtiyaç duyulan önlemler alınmış oluyor.

Pek çok birey kendini ifade edebilmek ve dinlenebilmek için bir uzmanla konuşmak istiyor. Konuşmak, objektif ve yargısız bir yaklaşımla dinleniyor olmak kişiye kendini iyi ve güvende hissettiriyor.

Artan önemine ve duyulan ihtiyaca rağmen psikolojik hizmetlerle ilgili önyargılar da hala devam ediyor. Psikolojik destek başvuruları çoğunlukla destek ihtiyacı kaçınılmaz hale geldiğinde yapılıyor. Psikolojik desteğe başvuran bireyler belki yıllardır baş etmeye çalıştıkları yaşantısal problemleri destek sayesinde kısa sürede atlatmak istiyor. Oysa yıllarca ötelenmiş bir ihtiyacın istenilen düzeyde karşılanabilmesi de zaman gerektiriyor.

Zamanında destek alınması ise sorunlar oluşmadan önleyici müdahale sağlıyor. Bu açıdan psikolojik danışmanlık hem önleyici hem de iyileştirici rol oynuyor. 

Stres ve problemler de herkesin hayatında etkilidir. Ayırıcı kriter, kişinin stresin üstesinden gelip gelemediğidir. Halledemediğini bildiği halde, ‘kendim hallederim / kendim halletmeliyim’ düşüncesi genellikle kişiyi psikoterapiye başvurmaktan alıkoyar. Problem devam ettiğinde, ciddiyetini, etki alanlarını koruduğunda ve kişi sorunların üstesinden gelemediğinde beklenen sonuçlar ortaya çıkar: Hayat kalitesinde bozulmalar, aile ve sosyal ilişkilerde zedelenmeler, iş performansında kötü yönde etkilenmeler başlayabilir. Kişi yaşadığı problem ile başa çıkabilmek için madde ve / veya alkol kullanımına yönelebilir. Hatta uzun süren problemlerin içinde kişi kayıplarının farkında bile varmadan kötüleşen hayat tarzına alışabilir.

Hastalığı olan ya da duygusal bazı zorluklar yaşayan kişiler etiketlenme korkusuyla da çoğu zaman profesyonel yardıma başvurmazlar. Hastalığı nedeniyle toplum tarafından küçümseneceğini, dışlanacağını düşünürler. Psikoterapi veya ilaç tedavisine başlasalar bile önerilen tedaviyi uygulamazlar. Bu da sorunların zamanla kronikleşip daha da ağır hale gelmesine sebep olur.

Genellikle kronik problemler duygusal rahatsızlıklara yol açmaktadır. Böyle durumlarda kişi hem devam eden problemlerde hem de rahatsızlığın getirdiği sıkıntılarla ve yol açtığı kısıtlılıklarla uğraşmak zorunda kalır. Hiçbir çıkış yolu olmadığının düşünüldüğü ve psikiyatrik rahatsızlıkların eşlik ettiği durumlarda ise ciddi kayıplar yaşanabilmektedir. Dolayısıyla kişinin kendinin tanıması ve ne zaman kendini aşan bir problemle karşılaştığını ve yardım alması gerektiğini bilmesi gerekir.


Seanslar

Terapinin hedeflerini ve ne sıklıkta ne kadar görüşüleceğini danışan ve psikolojik danışman birlikte planlar. Çoğu seans haftada 1 kez yapılır ve yaklaşık 1 saat sürer. Psikoterapi acil durumlara yönelik kısa dönemli olabileceği gibi daha karmaşık, çoktandır devam eden sorunlara dönük uzun dönemli de planlanabilir. Bireysel, aile, çift ve grup terapileri şeklinde gerçekleştirilebilir. Psikoterapi hayatın her dönemi için yetişkinler, çocuklar ve ergenler için profesyonel bir destek ve tedavi yoludur.


Gizlilik İlkesi

Hastanın izni olmadan danışanın durumunu, anlattıklarını başka şahıslarla paylaşmamak psikoterapinin en temel ilkesidir. Normal şartlarda terapi ilişkisi özgün, içten ve profesyonel bir ilişki olarak planlanır. Terapi ilişkisinin bu niteliklerini bozacak sosyalleşmeler, samimi ve fiziksel yakınlıklar, çıkar ilişkileri psikoterapinin temel değerleriyle uyuşmaz.


İlaç mı Psikoterapi mi?

İnsanların zihninde ilaçla mı terapiyle mi iyileşecekleri konusunda bir karmaşa olabilir. Birçok psikolojik rahatsızlığın tedavisinde ilaç tedavisi ve psikoterapinin birleşimi tek başına kullanılmalarından çok daha iyi sonuç verir. Bu, hastanın terapistine danışarak alacağı ortak bir karardır.


Şu durumlarda psikolojik destek almalıyız;

  • 15 gün ve daha uzun süren depresyon, çöküntü, moral bozukluğu gibi hallerden çıkmak istediğinizde,
  • Yaşama enerjinizin tükendiğini hissettiğinizde,
  • Bütün temel varoluşsal sorunlarınız da, kimlik ile ilgili kafa karışıklıklarında kendinizi yeniden gözden geçirmek için,
  • Takıntılı düşünce ve davranışlardan kurtulmak için,
  • Yaşamınızı zehirleyen, engelleyen, bloke eden her türlü korku ve endişeyle baş etmek için,
  • Yaşam kalitenizi yükseltmek, üretken ve verimli bir yaşama geçmek için,
  • Dikkat ve konsantrasyon ile ilgili problemlerle başa çıkmak istediğinizde,
  • Kendinizi daha iyi ve daha yakından tanımak ve potansiyellerinizi keşfetmek istediğinizde,
  • Evlilik hayatınızla ilgili sorunların çözümü için,
  • Öz güveninizi arttırmak, kendinizi gerçekleştirmek ve yaşamda başarıyı yakalamak istediğinizde,
  • Çocuklar ve ergenlerle ilgili sorunların çözümü için,
  • İlişkilerle ilgili yaşadığınız her tür sorunu çözümlemek için,
  • Karşı cinsle ilişkilerde, kaliteyi arttırmak için,
  • Boşanma öncesi ve sonrası danışmanlık almak için,
  • Cinsellikle ilgili her türlü soru ve sorunun çözümü için ve daha birçok problemin çözümü için psikolojik destek alınabilir.


Psikolojik hizmetlere başvurmak için spesifik bir problem yaşıyor olmaya gerek yok. Duygu, düşünce ve bunların etki ettiği davranışlar üzerine konuşmak için de destek alınabilir. Ancak çoğunlukla destek talebi psikolojik sorunlar kaçınılmaz bir hal aldığında yapılır. Kimi zaman bu belirtiler kişinin kendisini rahatsız eder. Kimi zamansa belirtiler çevre tarafından fark edilir ve kişi bir uzmana yönlendirilir.

Bazen hem kişi hem de çevre durumun farkındadır. Kimi bireyler psikolojik hizmetlerden destek almakta son derece gönüllüdür, kimi bireylerse bu ihtiyacı göz ardı etmektedir. Durum hangisi olursa olsun destek alacak kişinin psikolojik destek almaya gönüllü olması tedaviyi olumlu etkilemektedir.

Depresyon, anksiyete, fobi, mani, dikkat eksikliği, travma, yas, boşanma gibi psikolojik problemlerde profesyonel destek alınmaktadır. Ancak psikolojik desteğe ihtiyaç duyulan çoğu problem erken müdahale ile önlenebilmektedir. Eğitimde, öğretimde, kariyer gelişiminde, iletişim ve sosyal becerilerde de psikolojik hizmetlerden faydalanılabilmektedir.

Yayınlanma: 31.01.2022 18:12

Son Güncelleme: 15.03.2023 22:01

Merve ÜNAL
Merve ÜNAL
Psikolojik Danışman(*)(*)(*)(*)(*)
Uzmanlıklar: Depresyon ve Mutsuzluk, İlişki / Evlilik Problemleri, Ruhsal-Toplumsal, Kişisel ve Çevresel Diğer Koşullarla İlişkili Sorunlar
Merhaba,ben Psikolojik Danışman ve Devamını oku
Online Terapi
süre 50 dk
ücret 889
Yüz Yüze Terapi
Hizmet vermiyor
Bunları da sevebilirsiniz...

BENJAMİN FRANKLİN ETKİSİBenjamin Franklin fakir bir ailenin 8. Çocuğuydu. Babası şamdan üretici olmasına rağmen kendisi ABD bilim insanı, yazar, mucit ve diplomat olmayı başardı. Ve sosyal ilişkilerinin de çok güçlü olduğunu söyleyebiliriz böylece insanları derinden gözlemlediği ve analiz edebildiği için bir fenomen ortaya attı. Fenomenin adı ‘’Benjamin Franklin Etkisi’’dir.Fenomeni özet bir şekilde ‘’karşındakine iyilik yaparsan o da sana iyilikle yanıt verir’’ diyebiliriz. Bir insanla iyi geçinmek istiyorsanız ama o kişi size kötü davranıyorsa ona iyilik yapın. Her ne kadar kulağa garip gelse de olumlu anlamda etkisini göreceksiniz. Örneğin iş arkadaşınızla ortak bir proje yapmanız bekleniyor. Ama bu kişiyle yıldızlarınız bir türlü barışmıyor. Yaptığınız davranışları yanlış yorumluyor veya size karşı fazla önyargılı. İşte bu durumda Benjamin Franklin etkisine göre eğer bu kişiye bir adım atarak ona iyilik yaparsanız o da size iyilik yapmaya başlayıp size daha olumlu yaklaşacaktır ve sizinle olan önyargılarını yıkmaya başlayacaktır. Benjamin Franklin Etkisi şöyle der:”Size iyilik yapmış biri, sizin ona yapma zorunluluğunuzu yerine getirmenize kıyasla, yeniden iyilik yapmaya daha çok hazır olacaktır.”Yani bir kişi başka bir kişiye yardım ettiğinde, iyiliği yapan kişi yardım alan kişiye bağlanır ve tekrar yardım etme ihtimali artar. Her ne kadar biz sevdiğimiz insanlara yardım ettiğimizi düşünsek de, bu etki sevmediğimiz kişilere yardım ettiğimizde de o kişilere yakınlaşacağımızı söylüyor. Fakat sevmediğimiz kişilerden istenen yardım boyutunun, küçük ölçekli olması gerektiğini belirtmekte fayda var. Aksi durumda yardım eden kişi, sevmediği kişiye yardım etmekten uzaklaşabilir… Birazdan Benjamin Franklin’in yaşadığı örneği okuduğunuzda, fenomen daha anlaşılır hale gelecek.Peki Franklin Etkisi ilk nasıl ortaya çıktı?Franklin’in başarılı bir diplomat olduğundan bahsetmiştik, Franklin siyasete ilk atıldığı zamanlarda bir siyasetçi Franklin’in fikirlerine saygı duymuyordu ve Franklin’i sürekli olumsuz yönde eleştiriyordu. Ama Franklin bu siyasetçiyi düşman edinmek yerine onunla dost olmanın düşüncelerini değiştirmede daha önemli olduğunu düşünüyordu. Ve sonuca baktığımızda Benjamin Franklin’in haklı olduğunu söyleyebiliriz. Bu siyasetçinin büyük bir kütüphanesi vardı, ve Franklin bu kütüphanedeki en nadir bulunan bir kitabı ödünç almak istedi. Ve kitabı geri verirken içine bir not iliştirdi. Bu notun içinde o kişiye duyduğu minnet duygusundan bahsediyordu, ve en sona da bir teşekkür mektubu koydu. Franklin böylece düşmanlık yerine ömür boyu sürecek bir dostluk yaratmıştı. Devamında Franklin, kitap ödünç alma tekniğinin başarısını basit bir kurala dayandırdı.“Size bir kez iyilik yapan, onu bir daha hiç zorlamanıza gerek kalmadan bir kez daha yapmaya hazır olacaktır.”Başka bir deyişle, bir kişinin sizi sevme olasılığını artırmak için size bir iyilik yapmasını sağlayın. Yüz yıl sonra, Rus roman yazarı Leo Tolstoy da aynı fikri şu cümlelerle dile getirdi:“İnsanları bize yaptıkları iyiliklerden dolayı değil, biz onlara iyilik yaptığımızda daha çok severiz.”Genel olarak sevdiğimiz insanlara yardım ederiz, iyilik yaparız. İyilik yapmak o kişiye değer verdiğimizi, saygı gösterdiğimizi ifade eder. Ama sanılanın aksine bu fenomen yalnızca sezgisel, duygusal bir durum değildir. Uyumsuzluk teorisi, iyilik yaptıktan sonra kişiyi daha çok seveceğinizi öngörür. İyilik yaptığımız kişilere daha çok bağlanıyoruz. Buna, bu fenomeni keşfeden ilk kişi Benjamin Franklin olduğu içinBenjamin Franklin Etkisidenir. Bu etkisi 1969’da bilimsel çalışmalar tarafından da kanıtlanmış ve onaylanmıştır. Bilişsel uyumsuzluk teorisi, insanların neden bu şekilde davrandıkları hakkında bazı açıklamalar ortaya koyar. Bilişsel Uyumsuzluk deneyine göre, bir kişinin inançları eylemleriyle çeliştiği zaman, zihinsel bir rahatsızlık tetiklenir. Bu da bireyi, çelişkiyi ortadan kaldırmak bir yol bulmaya zorlar. Örneğin inandığınız bir şeyi savunamadığınız zaman rahatsızlık duyarsınız, ve sesiniz yükselmeye, sinirlenmeye başlarsınız.Sinirbilimve psikolojidebilişsel uyumsuzlukadı verilen bu fenomene göre, insanlar arasındaki gerilimi çözmek için yaklaşım, davranış ve düşünceler değiştirilebiliyor.İnsanlar arasının bozuk olduğu insanlara hediyeler alarak veya onlara iyilikler yaparak, aslında onların mutlu olmasını sağlamaktan veya iyiliğin karşılığını ummaktan daha çok, kendilerini o kişileri daha fazla sevmeye alıştırmakta ve sorunları çözmektedir.1960’lı yıllarda, psikologlar Jon Jecker ve David Landy, bu 200 yıllık tekniğin yirminci yüzyılda hâlâ işe yarayıp yaramadığınıkeşfetmeye karar verdiler.Deneylerinde bir grup öğrenci arasında bir bilgi yarışması düzenlediler. Sonuçta da önemli bir miktar para ödülü vardı. Daha sonra deneyci öğrencilerin 1/3’üne deney için kendi parasını kullandığını ve parasının yetersiz kaldığını açıkladı. “Bana özel bir iyilik olarak, kazandığın parayı iade edebilir misin?” diye sordu.Aynı talep, deneyci tarafından değil, bölüm sekreteri tarafından farklı bir gruba daha yapıldı ancak bu sefer onlara parayı özel bir iyilik olarak değil, bir fona bağış yapmak biçiminde iade edip etmeyecekleri soruldu. Kalan katılımcılardan kazançlarını iade etmeleri hiç istenmedi. Son olarak, tüm katılımcılardan deneyciyi değerlendirme fırsatı içeren bir anket doldurmaları istendi. Ona özel bir iyilik yapmaya inandırılan katılımcılar onu en çekici buldular; kendilerini onun harika ve hak eden bir adam olduğuna ikna ettiler. Diğerlerinde ise tam olarak bu biçimde bir düşünce oluşmamıştı.İlk adımı atarak onlar için küçük bir iyiliği siz de yapabilirsiniz. İnsanlara yapılan iyilikler, arkadaş canlısı olduğunuzu gösterir ve onlara karşı herhangi bir kötü niyet beslemediğinize dair işaret verir. Başkaları için iyilik yapmak, insanların zihninde daha sempatik olmanızı sağlar. En azından, sizin için sahip oldukları ilk düşmanlıkları etkisiz hale getirir. Ve Benjamin Franklin etkisinin tanımladığı gibi ona iyilik yaparsanız, siz de o kişi hakkında daha olumlu hissetmeye başlarsınız. İyilik dürtünüzü, kendi çıkarları için kullanmak isteyen insanlara karşı bilinçli olmanız dileğiyle…Kaynakça: http://www.olaganustukanitlar.com/benjamin-franklin-etkisi-nedir-birinin-sizden-daha-fazla-hoslanmasini-nasil-saglarsiniz/https://dusge.com/benjamin-franklin-etkisi-iyilik-istemenin-onemi/https://www.matematiksel.org/benjamin-franklin-etkisi-iyilik-yap-denize-atma/https://tr.wikipedia.org/wiki/Benjamin_Franklin_etkisihttps://evrimagaci.org/benjamin-franklin-etkisi-bir-kisiye-bir-kere-iyilik-yaptiginizda-ayni-kisiye-tekrar-iyilik-yapma-ihtimaliniz-neden-artiyor-2247https://sakaryagazetesi.com.tr/yazarlar/ebru-emre/benjamin-frankling-etkisi/9054/ Yazıyı Oku

Uzman: Berfin Gurbet MUTLU

Yayınlanma: 12.10.2021

cocuklar-icin-regulasyon

Regülasyon diğer bir adıyla duygu düzenleme , kişide doğuştan gelen bir yetenek olmaktan ziyade doğum sonrası kazanılan ve bakım veren kişinin oldukça etkin rol aldığı bir beceridir. Duygu düzenleme becerisi, yoğun hisler içindeyken dengede kalabilmeyi , kendimize ve çevremize zarar vermeden duygularımızı sağlıklı bir şekilde ifade edebilmeyi kapsar. Aynı zamanda bireylerin hedeflerine ulaşabilmeleri ve sosyal hayata uyum sağlayabilmeleri için duygusal uyarılmanın başlaması, sürdürülmesi ve yönetilmesini içerir. Kişi tüm bunları yaparken, duygu düzenleme stratejilerini kullanır. Duygu düzenleme becerisi çocuklara , duygularını ve tepkilerini daha sağlıklı ifade edebilmelerini ve problemleriyle daha iyi baş edebilmelerini sağlar. Bebekler ilk doğduklarında duygu düzenleme becerisi tekniklerinden yoksun oldukları için ‘’ağlamak’’ kendilerini regüle edebilmeleri için ilk başvurdukları yöntem oluyor. Yaşamın diğer yıllarında ise ebeveyn regülatör görevinde karşımıza çıkıyor. Örnek verecek olursak , çocuk yere düşüp her ağladığında bakım veren kişi kısa zamanda yanına gelip onu teselli ettiği için , sevgisini ve güvenini hissettirdiği için bundan sonraki diğer benzer anlarında çocuk bekleme süresini artık tolere edebiliyor. Çünkü o zaman çocuk için dünya bilinir ve güvenilir bir hale geliyor ve bu durum çocuğun duygu düzenleme becerisi kazanmasında önemli bir adım olmuş oluyor.Çocukların regülasyonları için yardımcı olabilecek bazı teknikler :Fiziksel temasta bulununSarılın.Çocuğunuzu bir battaniye ile sarıp sarmalayabilirsiniz ve kucağınızda sallarken ona ninni söyleyebilirsiniz ya da dinlendirici bir müzik açabilirsiniz. Gıdıklama ve boğuşmanın olduğu oyunlarda regülasyon için değerli yöntemlerden biri.Fiziksel egzersiz yapmasını sağlayınÇocuğunuzun fiziksek olarak egzersiz yapmasını, hareket etmesini sağlayın.Doğada yapacağınız uzun yürüyüşler, beraber oynayacağınız zıplamalı oyunlar ve egzersizler çocuğunuzun duygu düzenlemesine yardımcı olacaktır.Duygularını ifade etmesine olanak tanıyın ve rol model olun.Çocuğunuzun o anda ne hissettiğini, hangi duygular içinde olduğunu ifade etmesine yardımcı olun. Bunun için onu cesaretlendirin. Arkadaşları oyununa katılmadığında ‘’ Seninle oynamamaları seni üzdü, bunu görebiliyorum.. Seninle oynamalarını isterdin. ‘’ gibi ifadelerle onu anladığınızı kelimelere dökün. Bu ona sonraki seferde duygularını daha rahat ifade edebilmesi için cesaret verecektir. Ayrıca sizin de günlük hayatta üzgün hissettiğiniz durumlarda bunu cümlelerle ifade edebilmeniz çocuğunuziçin rol model olacaktır.Birlikte nefes egzersizi alıştırmaları yapınNefes , durup düşünmek , sakinleşmek ve regüle olabilmek için bize yardımcı olan en önemlitekniklerden. Doğru nefes almak, kendimizi regüle edemediğimiz anlarda, öfkeli olduğumuzda duygularımızı düzenlememizde aktif rol oynar. Çocuğunuz öfkelendiğinde veya yoğun duygular ile boğuştuğu sırada , durup nefesini dinlemesini sağlamak, nefese odaklanmasına yardımcı olmak, birlikte nefes alıştırmaları yapmak duygu regülasyonunda önemli bir nokta. Yazıyı Oku

Uzman: Zümrüt Yaren SERT

Yayınlanma: 11.01.2021

sorgulayis-modern-zamanlar

Ağaçlar, kediler, bulutlar ve domatesler acele etmezken insan neden hep acele eder? Neden hep sevdiğimiz şeyleri acele etme çabası uğruna ve kendimize görev haline getirerek, artık o kadar sevmez oluyoruz? Meyve ve sebzeler hiç yarışmaz kendi arasında. Portakal, mandalina kadar sevilmek için ya da portakallar kendi arasında hangileri daha sulu olacak diye yarışmazlar. Doğada hayatta kalma mücadelesinde genler aktarılır, yemek için fırsat kollanır, yarışılır ve mücadele edilir. Bunun için yuvalar yapılır ve “Savaş ya da kaç” stratejisi bir zebranın bir aslanı görmek üzere olduğu an devreye girer; hiçbir hayvan bunun için gece uykusundan olmaz.Peki, bizler ne için yaşamlarımızı bunca strese gebe kıldık? Doğada hayatta ya da aç kalma savaşı vermediğimize göre gideceğimiz işe, buna göre oturacağımız eve, sahip olduğumuz sosyal imkanlara, başarılarımıza, güzelliğimize ya da ne kadar “trend” olduğumuza göre bir hayatta kalma yarışında mıyız?Sosyal karşılaştırma, birey olabilmemizin kaçınılmaz bir parçası ve sosyal yaşamımızın doğası. “Ben” olabilmek, “Onlar” ın bir yerde var olmasına bağlı. “Diğeri” ayrımını yapmak, bireyselliğimize yönelik bir farkındalık ve aynı zamanda gelişim sürecimizin de bir parçası. Bu ayrım, perspektif alabilmemizi, yani kendimizin ya da diğerinin bakış açısına odaklanabilmemizi de beraberinde getiriyor. Diğerinin gözünden bakmak, merhamet ve yardımlaşma duygumuzu arttırmasının yanı sıra diğerinin bakış açısından sahip olduğumuz özelliklere ve görünüşümüze yönelik bir bakışı da beraberinde getiriyor. Diğerine göre biz nasılız? Ne kadar dikkat çekiciyiz, akıllıyız, beceri sahibiyiz veya eğitimliyiz? Önce kendi beceri ve yeterliliklerimizi fark ediyoruz. Sonra, “Sosyal çevremizden bunun karşılığını ne kadar alabiliyoruz?” u sorgular hale geliyoruz. Onlarca eğitimden geçmiş birinin, masa başı bir işte sadece evraklarla ilgilendiğini ve öğrendiklerinin birçoğunu çürütmek üzere modern zamanların batağına gömdüğünü hayal edebiliriz. Ne yazık ki, yaşamlarımızdan örnek bulmak da pek uzak değil, buna. “Ne kadar sertifika sahibiyiz, cebimize konulan ücretler ne kadar emeğimizi karşılıyor?” soruları kendimize yöneltmemizin ardından, bu sefer kendimizi komşunun çocuğuyla karşılaştırıyoruz. “Aynı işi yapıyoruz, eşit para kazanıyor muyuz? Daha mı güzeliz, eğitimliyiz, ya da topluluk önünde daha mı iyi konuşuyoruz?” gibi sorular ve sorunca ivme kazanıyoruz, daha çok uykusuz kalmalıyız, daha çok estetik yaptırmalıyız, sosyal medya hesabımızda daha güzel fotoğraflar paylaşmalıyız… Sonucunda tek bir ortak fikir: “Daha iyisini yapmalıyız!”. Daha iyisini yaparken de mutlaka birilerinden daha iyi bir noktada olmalıyız. İtici; fakat kaçınılmaz geliyor. Karşılaştırmak, birey olabilmemizin bir parçasıysa doğru yolda mıyız? Nerede içinden çıkılmaz bir hale getiriyoruz yaşamımızı?Bunun basit bir cevabı var elbette. Sağlığımızı ve sosyal yaşamımızı sekteye uğratabilecek düzeyde acele etmemizi gerektiren; fakat acele etmesek de sağlıkla sürdürüp başarıya ulaşabileceğimiz işlerin sıklığı ve yaygınlığı. Karşılaştırıp ilerleme motivasyonu kazanmak işlevsel; fakat karşılaştırıp zihnen ve bedenen yıpranmak, yavaşça tükenmek, her bir sevdiğimiz şeyi artık görev olarak algılayışımız işlevsiz bir karşılaştırma ve yol alış. Uykusuz kalmak, mideye stresten kramplar girmesi, baş dönmeleri, az kalsın kalbimize inmesi ve gece terlemeleri.Hep mi bir yere yetişmek zorundayız? Sokakta koşuşturan endişeli yüzler, Nereye kadar gideceğini bilmediğimiz ve hiç bitmeyen gereksiz uğraşlarımız. Resmi işi yokuşa sürüşler, prosedürler, “deadline” lar… Bu aceleciliğin tek bir açıklaması olabilir: Doğadaki hayatta kalma savaşının modern dünyaya uyarlanmış halini yaşıyor olmamız. Ve belki artık daha zor hayatta kalıyoruz.Yazları kaçıyoruz, bir dağa ve bir denize. Partilediğimizde bedenimiz ve zihnimizi dağıtıyoruz. Tüm enerjimizi duyumsarken ve yaşarken fark ediyoruz; dönmek istemediğimiz pazartesi sabahlarını ve hep kaçmak istediğimiz “deadline” ları. Severken, sevmekten alıkonulduğumuz modern yaşamlarımıza kapı ardından bakıyoruz. Yarışmak zorunda değiliz oysa ki. Müziğin sesini kısıyoruz, orada ben devreye giriyorum ve Cem Mumcu’ nun sevdiğim bir sözünü telkin ediyorum: “Rekabet en az iki kişiyle olur. Sen oyuna katılmazsan bir şey olmaz. Yanımdaki araç gaza basıyor diye ağaçları seyrederek gittiğim hızı arttıramam.”. İsyanlara bürünüyoruz, habersiz ezbere tüm sözlerden. Bedenimizin ve zihnimizin ihtiyacı olandan, denizden, buluttan, müzikten ve gökyüzünden kendimize ödül kılıyoruz.Bu, bedenimizin ihtiyacı olan suyu bir karşılığı içebilmemiz gibi. Araştırmayı çok sevdiğiniz bir konunun size ödev olarak verildiğini düşünün, mutlusunuz ve zevk aldığınız bir işi yapacaksınız. Ardından bu ödevin iki hafta sonunda teslim edilmesi gerektiğini öğreniyorsunuz. Peyderpey şekilde balkonda, bahçede ve okulda kahvenizi zevkle yudumlayarak; bir sonraki gün çalışma masanızı özenle düzenleyerek çalışmak istediğiniz o çok sevdiğiniz konuyu acele bir şekilde ve belki birçok noktayı yüzeysel şekilde geçiştirmek zorundasınız.Aceleciliğin getirdiği yorgunluk ve stresle aynı zamanda bedeninizin ve zihninizin ihtiyaçlarını da bu süreçte ertelemek, geçiştirmek zorundasınız. Zorunda olmak ve ertelemelerin getirdiği biriken ihtiyaçlar, iki hafta sonunda teslimin ardından hemen o sevilen aktiviteden uzaklaşılarak bir başka kaçış noktasına, ödüle sürüklemez mi? Bir şeyi acelecilik ve stresle bütünleştirerek görev haline getirmek, zaten hoşlandığımız o şeyi ne kadar çok sevdiğimizi buzlar altına gömmüyor mu?Peki neden bunu yaşıyoruz? Neden bunu yaşamayı gerekli kılan koşulları tanımladık ve hiç sorgulamıyoruz? Buradan yola çıkarak, modern dünyayı bireylerin zihinsel, bedensel, duygusal ve sosyal ihtiyaçlarını ihmal etmeyecek şekilde yeniden düzenlemek neden mümkün olmasın?Bunca aceleniz varken özür dileyerek Kemal Sayar’ dan birtakım dizeler bırakıyorum buraya ve bitiriyorum. “Her şey çok hızlı gerçekleştiğinde, kimse hiçbir şeyden emin olamaz, kendisinden bile.” diye yazmıştı Kundera, Yavaşlık adlı romanında. Kendimizi bulmak için hayatın kendi ritmine dönmeye ihtiyacımız var. İşte bu yüzden kendimize yavaşla diyoruz. Çünkü yavaş güzeldir..." Yazıyı Oku

Uzman: Özge ENGİN

Yayınlanma: 14.04.2021