1. Uzman
  2. Nazife YAĞBASANLAR
  3. Blog Yazıları
  4. GÜVENSİZ BAĞLANMANIN ROMANTİK İLİŞKİLERE YANSIMASI- NARSİSİZM- BAĞIMLI KİŞİLİK BAĞLANTISI

GÜVENSİZ BAĞLANMANIN ROMANTİK İLİŞKİLERE YANSIMASI- NARSİSİZM- BAĞIMLI KİŞİLİK BAĞLANTISI


Bağlanma , anne ve bebek arasında olan bebeğin 0-3 yaş arasında temelini oluşturduğu dönemdir . Bağlanma güvenli , güvensiz , kaçıngan şeklinde gerçekleşebilir. Benim üstünde durmak istediğim güvensiz bağlanma olacak çünkü güvensiz bağlanma olduğunda bireyler yetişkinlik dönemlerinde ilişkilerinin temelini güvensiz , bağımlı , sağlıksız bir şekilde gerçekleştirebilmektedir.


Güvensiz bağlanma, bebeğin ağladığında , acıktığında , anneye ihtiyacı olduğunda annenin bebeğinin yanında olamaması durumunda bebeğin kaygılanması , anne tarafından terk edildiğini düşünmesi , ihtiyacı olduğunda annenin onun yanında olmayacağına dair düşünce sistemi geliştirmesine sebep olabilir. Özellikle 0-3 yaş arasında nesne sürekliliği dediğimiz kavram gelişmediği için annenin bebeğini yalnız bırakmaması , onunla göz teması kurması , fiziksel olarak ona sarılması sevgisini göstermesi bebeğin ihtiyacı olan duygulardır.


Güvensiz bağlanma olduğunda ergenlik ve yetişkinlik dönemine gelindiği zaman birey ilişkilerini bağlanma problemi olması sebebiyle kaygılı, terk edilme korkusunu yoğun yaşadığı için partnerine karşı bağımlılık boyutuna varan bir bağ kurması , patolojik ( sağlıksız, zarar verici , aşırı ) kıskançlığın var olabilme durumu , kontrol etme isteğinin artması , güven problemlerinin olması bağlanma güvenli olmadığı zaman karşılaşılabilecek durumlardır.


Güvensiz bağlanan biri ilişkilerini de güvensiz bir şekilde şekillendirir çoğu zaman bunu bilinçsiz farkında olmadan yapabilir. İlişkileri geçmişte çözülmemiş , üstü kapatılmış, yüzleşmekten kaçındığı , bilinç altına attığı hatırlamak istemediği anne ve kendi arasında olan süreçleri kapsamaktadır fakat burada bunu fark etmek ve destek almaktan kaçmamak gerekmektedir.


Güvensiz bağlanan bir kadın veya erkek partnerine ‘sensiz yaşayamam ‘ , ‘sen yok isen ben bir hiçim ‘ , ‘sen olmayınca kendimi boşlukta hissediyorum ‘ , ‘ o yok ise ben yetersiz bir insanım ‘ , ya hep ya hiç düşünce tarzı kişiye hakim olmaktadır. Güvensiz bağlanan kişi kendini yetersiz, sevilmeye laik olmayan, kimse tarafından sevilecek bir yönü olmadığını düşünen biri olabilir.


Güvensiz bir şekilde bağlanma problemi olan kişi ya ilişkisindeki partnerine çok bağımlı olabilir veya çok kaçıngan , mesafeli de durabilir. Bağımlı kişilik geliştiği zaman partnerine karşı hayır diyemez, sınır koymakta güçlük çeker , partneri ne diyorsa yapmaktan ve sorgusuz kabul etmekten çekinmez yeterki o yanında olsun düşüncesi söz konusudur . Bağımlı kişilik Kendinden , kendi özel alanında vermeye çok hazır bir şekilde beklemektedir. Partnerlerini seçer iken genelde başarılı , insanlara karşı üstten bakıp diğerlerini kendi becerilerinin altında gören , ben merkezci , mükemmeliyetçi , öz sever kişilerden seçebilmektedirler . Bu kişilik yapıları narsisistik kişilik yapılarıdır. Narsisistik bireyler ile bağımlı kişilik yapıları birlikte ilişki içerisinde görülebilir. Narsisistik kişi bağımlı kişinin kendinden ödün verici , ona karşı bağımlı yönünden tatmin olur ve bağımlı kişi ile olmak onun aradığı ilgiyi , onayı ve takdiri ona sunan kişi konumundadır.


Bağımlı kişi ise narsisistik kişiyi seçmesinin nedeni onun için hayal edilemeyen , ulaşılamayacak beceri ve yeteneklere sahip olduğunu düşündüğü ve yüceleştirdiği narsisistik kişi onun için tatmin edici bir ilişki olmaktadır . Bağlanmanın sağlıksız olduğu romantik ilişkilerde ilişkiler kısır bir döngüye girebilir. Sevilmek, değer görülmek , saygı duyulmak , ait hissetmek , güvenmek gibi temel ihtiyaçları ilişkiden elde etmek giderek zorlaşabilir. Başlarda narsistik bir kişinin ilgisi bağlanma problemi olan partneri cezbedebilir onun için doyurucu da olabilir fakat zamanla bütün temel ihtiyaçların karşılanmadığı toksik bir ilişkinin de meydana gelmesi kaçınılmaz olabilir.


Bağımlı kişinin sınır koyamadığı , hayır demekte güçlük çektiği , partnerini kaybetmekten korktuğu ve onu kaybetmemek adına sağlıksız ve mantıksız davranışlarda bulunduğunu görmek karşılaştığımız durumlardır . Burada önemli olan ilişkinin kalitesini bireylerin değerlendirmesi , olumsuz etkilerin farkında olmaları , ilişkinin toksik bir hale geldiğinin bilincinde olmaları terapi almaya ihtiyaç duyduklarını kabul etmeleri önem arz etmektedir.

Terapiye bağlanma problemi olduğu için romantik ilişkiye de yansıma ihtimalinin yüksek olmasından dolayı çift şeklinde katılmak tedaviye iyi yanıt verme ihtimalini arttıracak olup iyileşme süresini de uzun süreli bir hale getirmektedir. Problem çiftler arası bir durum ise sadece çiftlerden birinin psikolojik destek alması , farkındalığın artması , sağlıksız durumları anlatması ve davranış ve düşüncesinin arasında bağlantı kurması çiftin birlikte aldığı desteğe kıyasla değişimi daha yavaş ve ilerlemesi de daha yavaş olacaktır.


Güvensiz bağlanma olması yaşam boyunca bireyin kimseye güvenmediği , güvenmekte zorluk yaşadığı , korkuları sebebi ile kendisini bir ilişkiye hiç bir zaman hazır hissedemediği , denemeye karşı cesaretinin az olması , risk almaktan kaçınması , kararlarının sorumluluğunu almakta güçlük çekmesi gibi bir çok durum romantik ilişkilerinde varlığını sürdürebilir. Psikolojik destek aldığı zaman kişi bu kısır döngüyü nasıl kıracağının da farkında olup baş etme şeklini değiştirir ve psikolojik olarak güçlenmeye başlar. Terapi sayesinde birey , Psikolojik güçlenme ardından romantik ilişkilerini daha etkili bir biçimde yönetme becerisi kazanır.


Bağlanmanın sağlıklı olmaması ilişkilerinizi sürekli bu şekilde olumsuz , yıpratıcı bir şekilde devam etmeniz , kaçınmanız anlamına gelmemektedir bu size kısa vadede stresten uzak tutacaktır fakat uzun vadede kişiliğinizden ödün verici konumda olmanız benlik saygınızı da düşmesine sebep olabilir.



Romantik ilişkisinde de bağlanma problemi olan bireylerin 0-3 yaş arasını incelemek gerekiyor. Psikolojik destek almak çok gerekli ve ertelenmemeli . Siz de şu an ilişkinizde buna benzer problemler yaşıyor ve yönetemiyor ,baş etmekte zorluk çekiyor iseniz ruh sağlığı alanında uzman olan ( psikiyatri , psikolog) destek almanızı öneririm.


Yayınlanma: 22.05.2023 07:43

Son Güncelleme: 22.05.2023 07:57

Psikolog

Nazife

YAĞBASANLAR

Uzman Klinik Psikolog

(*)(*)(*)(*)(*)

Uzmanlıklar:

Cinsel Gelişim ve Cinsellikle İlgili Sorunlar , Kaygı (Anksiyete) Bozuklukları , İlişki / Evlilik Problemleri
Online TerapiOnline Ter...
süre 50 dk
ücret 1600
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
süre 50 dk
ücret 3000
Bunları da sevebilirsiniz...

Önce Kendini Bağışla

Kendine hoşgörüsü yoktu ve başkalarını affedişleri defalarcaydı, normal olarak kabullenmişti hayatında aslında olmayan ama içindeki büyük bir stresörü.Çünkü bu algı kafasında yoktu ya da farkında değildi onun bir stresör olduğundan. Küçük görünmez alerjen gibi ara ara gelen tetikleyiciydi hayatında ve bunu onun artık anlamsız alışkanlığıydı. Ve içinde bitmeyen kızgınlık onu bu alerjene iteklemişti çünkü kendisini affedemiyordu başkalarını affetmiş, kendisini üzüyor başkalarını fazlasıyla düşünüyordu ki bu alışkanlık bu durumu görmezden geldirmişti ve hayatında gördüğü ve hayalindeki güzel tasarısının yansımasıydı; zihnindeki empatileri. Önce kendini bağışlaması gerekiyordu ve sıkışan ruhunu hiçbir yere sığdıramıyordu.12 yıl önce öğretmeninden öğrendiği sözler boğazında dizelenmiş, içinden seslendiriyordu:Ruhunu sıkıştırmışsan bir yere çıkamazsın hiçbir yere. Her şey senin kapasiten kadardır. Seçimlerin seni yansıtır. İçin sevgiden yoksun ve hoyratsa eğer sana gelen kişiler de hep sevgisiz olur. Bir yere kadar seversin. Bir yerden sonra kopuverir ilişkin küçük bir kızgınlıkla ve nefretler başlar her iki tarafı da suçlarsın karşındakini acımasızca. Oysa sendedir, içindedir asıl mesele. Verdiğin değerin azlığıdır kendine.Mütemadiyen düşünüyordu bu sözleri ve soruyordu kendim mi kendim mi ben değerli miyim n’aptım ki değer olsun!Ben, dedi. Durdu. Yalnızca geçmişte ne olduğuyla tanımlamam şimdi, ne olduğum ve geleceğe doğru hangi yöne hareketimle anlamkazanıyorsam bu sorunun cevabı bayağı uzun olmalıdır. Normal olan ne? Freud kısaca sevebilen ve çalışabilen insan normaldir demiş. Normal olarak ben sevebiliyorum ve çalışıyorum da zaten. Tek sorun kendimi affedemediğim için sevemedim çoğu kez. Bütün davranışlar zincir silsilesi gibi ardı sıra etki bırakıyor devamında yol kendini tanımayaçıkıyordu.Peki, kendini her zaman tanıması mümkün müydü?Belirli bir denge var. Yine de o dengenin bozulması halinde tekrar sorgulamamız gerek. Bu sirkülasyon devam ettiği sürece affetmekya da affetmemek de değişiyor ve kalmıyor eski halinde. Affet ya da sev. Zaten bu duygu da değişiyorsa diğer duyguların yolunu kapayarak neden o duygunun içinde kalıyoruz ve diğer duyguları kısıtlıyoruz?Duygularını tanıyamıyorsa ne yapmalıydı?Kendinden emin olmayışımız o duyguya da karar veremiyoruz hissini ortaya koyuyor bu yüzdendir ki başkalarına soruyoruz: Onaylanma gereksinimi. Onaylanma gereksinimini yıkması gerekti, kendinden emin olmaya hazır hissediyor muydu ve düşünceler kafasında yığındı.Bu kadar soru bile eminsizliğe itiyordu ve hepsini bir sıraya koymalı bir anlayış geliştirmeliydi.Değerli olmak nedir?Değerli olmak için bir şeye gerek yok kendi varlığının anlamını hissedebilme ve aynaya gülümseyebilme ile orda bir değer vardır.Şimdiye kadar ne istemişti?Etrafımdaki insanların karşılıklı saygı ve sevgi içerisinde olması yorulmadan anlaşılmak. Kendi geçmişinin sorgusundan kurtarmak.Bedeninde bu duygular olunca ne hissediyordu?Bir süre ağlamaklı durumlarının olması.Duygunun verdiği fiziksel etkilerle nasıl baş etti?Sadece düşündü, aynı duruma katlanarak alışkanlığın verdiği durumun aynı şekilde değişmeyeceğine inanarak.Karşılıklı saygı ve sevgi her zaman olamayabiliyor ki çoğu iletişimsizliğin nedeni beklentilerimizi bir usule dayandırıyor, belirli kalıp olsun ve sorgulamadan yorulmayışlarımız mevcut, yoksa ne önemi var diyoruz. Ağlayarak olumsuzluğu kabullenmeye gerek var mı bilmiyorum ama bütün dolu hüznü derinlemesine boşaltan ya da o soğuk suyun gidişinde ferahlatması bu duygu boşaltımı ile huzurun başlangıcı hissindeyim. Devamlı ağlayışlarla, vazgeçme alışkanlıkları ile duyguları görmezden gel dedirtmesiyle çoğu kez yanlış anladığımız algılar devam etti.Değişmeyeceğine inanmak görmezden gelmek o duygunun hep aynı duygunun köşede yeşillensin demek değil ben görmesem de o içimde var, değişmese de.Buna rağmen özür dilerim kendim diyebilmeyi devamında şefkatimi kendimden esirgemeyişimle sakin bir uyku dalışına varmadır önce kendimizi sonra başka affedemeyişlerimizi affedebilmenin huzurunda..Psikolog Özge Öz BatırÇare de Zaman Çaresizlik teHer şey zamanla olsun deriz daha güzel şeyler için ya da daha kötü bir durumdan çıkmak için ilerleyen zamanlarda bekleyiş içinde oluruz. Hızla geçsin dediğimiz zamanları sonra geriye çekmeye çalışıyoruz. Bugünün anlamını düşünürsek hep geriye çekmeye çalıştığımız anda kıymetini anlıyoruz. Bu kadar hızla ilerleyen durumları ya da zamanımızı tutamamanın kıymetini çaresiz hissettiğimiz şeylerde buluyoruz. Kırılan kalbimizin hüznü, ölümcül hastalık mevcudiyeti durumlarında vs. çaresizliğimiz iyileşen durumlara hemen ve hızla dönüşmüş olsaydı geriye dönmek istemezdik ve zamanı geriye götürmek düşüncesi hatta zaman kavramını bile dile getirmek azlaşırdı, vakit nakittir sözünün anlamına varamayabilirdik. Gelecek zamanın olumsuzluklarını hesaplayabilseydik belki şuanın kıymetini daha iyi anlayabilirdik desem de her an biz aynı değiliz ki aynı düşünen beyne sahip değiliz; gelişim içinde o aşamada bir sonraki anları yaşantılarımızla birikimimizle görebiliyoruz önce kapıyı açıyoruz odaya giriyoruz basamakları bir bir çıkıp eve varmak istediğimiz yollardan geçiyoruz bir yol diğerini daha iyi keşfetmemizi yorumlayabilmemizi sağlıyorsa hiçbir yolu atlamadan geçmek daha iyi değil mi, o yollar her birinin mihenk taşı görevini görmüyor mu ? Yaşamımızın her anı birbirinin mihenk taşı olması bir bütünlük hissiyle tamamlanması her an bir fırsat demenin güzelliğini hissettiriyor. Oyun değil hayatımız yapboz parçası gibi eksiksiz olamaz da değil ve devamlı düzenleme fırsatımız var. Elimizde olamayan durumlarda çaresiz dediğimiz hastalıklarda bile çabalarımızla durumumuzu değiştirmeye çalışıyoruz ve yineen son çare zaman bekleyişidir. Bütün yapboz biziz, değiştirebileceğimiz ya da değiştiremeyeceğimiz kendimizde mevcuttur. Zaman yegane sevgilimiz ve her an onuyeni tanıyor gibibugünümüz ve her günümüz başlangıcımızsa:Bugün Güzel MeselaBiliyoruz zaman hızlı ve yeni tanışıyoruz. Kısa sürede mutlu oluyoruz ve daha hızla uzun süre tanışıklığımız olsun istiyoruz fakat sonra düşünüyoruz daha uzun yıllar geçireceksek eğer bu anlar da kıymetli, geri getirmek istediğimiz zamanı özlersek geri getiremeyeceğimiz için şu anlar da kıymetli ve yavaş geçsin..Her an kıymetli,Bugün güzel mesela…

KİTLE PSİKOLOJİSİ ANALİZİ

KİTLE PSİKOLOJİSİ ANALİZİÖzge Öz Batır* 1.GİRİŞGeçmişten günümüze insanlar kitleler halinde varlığını devam ettirmiş ve bu kitleler toplumsal değişimlerin sağlanmasında büyük rol oynamıştır. Dönemsel değişimlerde toplumsal düzen devam ederken kitleler yerleşik toplumsal düzene ve değerlerine yıkıcı etkilerde bulunmuşlardır. “Ortalama sağduyu”tanımı bize kitle eylemlerinin bazen tehlikeli olduğunun mesajını vermektedir. Kitle davranışlarını açıklarkenyardımcı olan psikoloji bilimi sosyal psikoloji alanın doğumunda nesnesi konumunda olmuştur ( Kayaoğlu, 2003).Sosyal psikoloji ya da kitle psikolojisi ile bireysel psikoloji arasında yakın bağ olsa da çoğu zaman zıtlık vardır. Bu zıtlık bize sosyal psikolojinin diğer insanlarla olan ilişkisineönem verdiği kadar bireysel psikolojinin daha az önem verdiğidir. Çünkü bireye rakip olan diğer bir birey vardır ve onun ruhsal yaşamında sosyal etkisi ile sosyal psikolojide kimliğini yansıtırak sosyal kimliğini oluşturur. Bireysel psikoloji bireyin diğer bireyle olan ilişkisini sevdiği kişi , dostu, arkadaşı, akrabası gibi tek kişi olarak değerlendirken sosyal psikoloji çok sayıda kişinin birbiriyle olan ilişkisinden eş zamanlı olarak etkileşiminden bahseder. Çoğu bireyin bir kitle dahilinde diğer bireylerle olanortak etkileşiminde ortak bir amaç ile kuvvetli bir bağ oluşmaktadır. En küçük kuvvetli bağ denilen akrabalık ilişkisinden doğan aile kavramı oluşmaktadır. Kitleler daha çok sayıda kişi olan ilkel olarak kabile , ulus ,sınıf ve kurum gibi üyeler olarak tanımlanır. Topluluk ne kadar büyük olursa kitle ruhunun , sürü iç güdüsünün o kadar farklılaşması ile karmaşık problemler ,değerlendirmeler getirecektir.Kitle KavramıKitle, herhangi bir ulustan, meslekten ya da cinsiyetten bireylerin onları bir araya getiren olasılıklar ne olursa olsun toplanması demektir. Psikolojik bakış açısında ise belirli koşullar altında bir insan topluluğu, onu oluşturan bireylerin davranış modellerinden pek çok farklı özellikler sunar. Topluluk içindeki herkesin duyguları ve fikirleri bir olup aynı yöne döner ve bilinç kaybolur. Geçici bir durum olsa da oldukça bariz bir biçimde tanımlanmış karakteristiklere sahip kolektif bilinç biçimlenir. Böylece topluluk örgütlü bir kitle olur ve tek varlık halini alıp kitlelerin zihin birliği yasasına tabi olur. Örgütlü bir kitle kazara yan yana bulunan belirli sayıdaki bireylerin bir araya gelmesiyle oluşmaz. Bu kalabalığı bir arada tutan bir yatkınlık zemini olmalıdır. Binlerce izole birey belirli bazı anlarda ve belirli bir güçteki duyguların etkisiyle psikolojik kitle karakteristiklerine bürünebilir. Ortada gözüken bir topluluk olmasa bile bütün bir ulus, belirli etki unsurlarının eylemleriyle kitle halini alabilmektedir (Bayındır, (2022).Freud’a Göre Kitle PsikolojisiKitle psikolojisi (massenpyschologie) kavramı , Freud , 1921 ‘de yayınladığı Massenpscychologie und Ich-Analyse adlı ( Kitleler Psikolojisi ve Ben’in Analizi) kitabında , kendisinden önce Le Bon (1895) ve MacDougall (1920) tarafından ele alınan bir konuyu , daha açıkçası kalabalık veya kitle içerisinde bireylerin değişmesi olgusunu kendi perspektifinden yorumlamıştır. Freud bu eserinde konu hakkında bu iki yazarın öne sürdüğü görüşleri gözden geçirdikten sonra fikir birliğine varmış, kitlenin bireyi değiştiği düşüncesinde kendi analizini yapmıştır. Freud’a göre kişinin kitle içerisndeki değişimi, heyacanların, duyguların kabarması ve aklın, düşüncenin gerilemesinde somutlaşır; telkin kelimesi yerine libido kavramını tercih eder.Bu iki yazardan farklı olarak Freud kitlenin sürükleyicisi olarak şefin, önderin rolüne büyük önem verir. Ona göre öndersiz olan kitle psikolojisi doğal ve önderli olan kilise , ordu gibi yapaydır. Kitleler iki yapay eksendedir: Şefle üyeler arası dikey, üyelerin kendi arasında yatay eksen. Bu eksenler ilişkilerin örgütlenmesini sağlar. İlişkiler olarak tanımlanan kavram sevgi ilişkileridir: Şefinüyeleri denetlediği ilişki ve üyenin diğer bir üyeye kendini ifade etmesi ilişkisidir. Şef eşit sevgiyle üyelerine yaklaşır , kitlenin dağılması halinde terk edilmişlik hissi ve de kitleden olmayanlara karşı düşmanlık hissi ; kitleyi oluşturan bağlardır ve libidinal niteliktedir. Kitle de şefin olması kitlenin varlığının devamı için zorunludur bu yüzden dikey ilişki daha önemlidir. Yatay eksende diğer üyelerle kollektif bilinçte olmak, özdeşleşmesi bireyin dönüşümünü beraberinde getirir. Dikey eksende birey egosu yerine şefin egosunu tercih ederek narsisisizmini sınırlandırarak dönüşüm yaşanmaktadır ( Bilgin, 2016).Kitle RuhuKitle ruhu, psikanalistlerin kaynağını bulgulayıp belirli bir yere yerleştirmekte güçlük çekmekle birlikte tek bir noktaya koyulamamaktadır. Bir kitle , dürtüleri doğrultusunda hareket eder, değişken ve aşırı derecede hassastır. Neredeyse sadece bilinçdışında hareket etmektedir. Hiçbir kişisel çıkar kaygısı hissettirmedenkahramanca ya da korkakça olabilir. Arzularının yerine getirilmesinde ve ufacık bir gecikmeye tahammül edemez. Bir kitleye dahil olan birey için imkansızlık için diye bir kavram yoktur. Bu bakımdan ilkel insanlara veya bir çocuk ruhuna benzemektedir. Kitle içinde birey kitle üzerinde etki bırakması zor olmamakla bir savı tekrarlayıp abartması yeterli görülmektedir. Kitle ruhu toplumsal yapıda ilerlemekte zorlanır ve muhafazakar bir yapısı vardır. Bireyin tek başına yapmakta zorlandığı ya da yapmayacağı davranışlarda kitle içinde özgürlük hissinden dolayı içgüdülerinin serbest doyum etkisinde birey harekete geçmektedir. Aynı zamanda telkin etkisinde olan kitleler feragat, özgeci veya kendini bir ideale de adamış olabilmektedir. Gerçeklik yetisi hipnozda olduğu gibi bilinçdışına itilmektedir ( Freud, 1921).KaynakçaKayaoğlu, A. (2003). Kitlenin Psikolojisi Ya da Sosyal Psikolojinin Kitle’si: Kitlede Yeni Bir Anlayışa Doğru. Kurgu Dergisi s: 20;205-218.Bayındır, O. (2022). Gustave Le Bon ve Kitleler Psikolojisi. Kültürel Çalışmalar ve Medya Dergisi: 2, 1; 114-118.Bilgin, N. (2016). Sosyal Psikoloji Sözlüğü: Kavramlar, Yaklaşımlar (ss.209-210).İstanbul: Bağlam Yayıncılık.Freud, S. ( 921). Kitle Psikolojisi ve Ego Analizi.(Çev.) Elif Yıldırım. İstanbul. Oda Yayınları Turizm San. Tic. ve Ltd. Şti.

Bireyci-Toplulukçu Toplumlarda Duyguların Oluşmasının Evrensel ve Kültürel İnşaası

Bireyci-Toplulukçu ToplumlardaDuyguların Oluşmasının Evrensel ve Kültürel İnşaasıÖzge Öz Batır*ÖzetDuygu geçmişten günümüzde psikoloji biliminin üzerinde durduğu konulardan bir olmaktaktadır.Duygu yüz bölgesinde ortaya çıkmakla duyguların tanınmasında olanak sağlamaktadır.Bu çalışmanın amacı bireyci ve toplulukçu toplumların benliklerinde sahip oldukları duyguların evrenlliği ya da kültürülleğinin incelenmesidir. Bu çerçevede literatür çalışmaları kapsamlı bir şekilde gözden geçirilmiştir.Yapılan çalışmalar duyguların kültürel olarak benzer ya da farklılarının bireyci ve toplulukçu toplumların benliklerinegöre nasıl algılandığını yorumlamaktadır.Hayatın tüm alanlarında olan duyguların ifade edilişinin doğası ve farklılıkları bu makalenin konusu olmaktadır.Bazı duyguların olumlu ya da olumsuz ifade edilişi farklı olsa da ortak olarak yorumlanan duygular da mevcut olmaktadır.Bu derleme çalışmasıyla alanyazında yapılan çalışmalara farklı perspektiften bakıpdiğer çalışmacılara ışık tutacağı düşünülmektedir.Anahtar Kelimeler:Duygu, Duygu Tarihi,Duygu Evrenselliği, Duygu Kültürelliği, Temel Duygular, Bireyci-Toplulukçu ToplumGirişKleinginna( 1981) araştırmalarına göre 92 duygu tanımından bahsedilebilir.Temel olarak belirli uyaranlara karşı ortaya çıkan tepkilerdir vemotor beceriler içinde duygular dış etki oluşturmaktadır.Karıştırılan kavram olarak hislerdaha çok fiziksel farklılıklar( kalp çarpıntısı, mimik hareketleri gibi) ortaya konmaktadır( Polat, 2017).Duygu kavramı latince bir kelime olup ‘emovere’ kelimesinden türemiştir ve duygunun faklılığı birey ve toplumlara göre çeşitli değerlendirimeler mevcutur.Duygu tanımı TDK’ya göre :1.Duyularla algılama, his.2.Belirli nesne, olay veya bireylerin insanın iç dünyasında uyandırdığı izlenim.3.Önsezi.4.Nesneleri veya olayları ahlaki ve estetik yönden değerlendirme yeteneği.5.Kendine özgü bir ruhsal hareket ve hareketlilik olarak tanımlanmaktadır.Duygu; his, davranış, itici güç, fizyolojik değişiklikler ve kontrol etme gibi farklı ögelerden oluşur.Her bireyin duydu durumu organizma olarak farklı biyopsikososyal yapısı gereği ölçülmesi zordur.Crooks ve Stein’e göre yüz ifadelerinin, ses tonunun , tavırların veya beden dilinin türlü duyguların birer simgesi olduğunu işaret ettiğini söylemektedir.Uyarıcı bir durumun örneğin bir ayının görülmesi sonrası tepki olarak kaçma ve bedensel tepkinin yorumlanması sonucu korkma durumu öznel tecrübe edinilmesi ile duygu oluşmaktadır (Bozkurt, 2014).Duygular, davranışların temeli olduğu düşünülmektedir. Duygular, insanı harekete geçirmekte ve davranışları yönlendirmektedir. Dökmen’e göre duyguların genel işlevi, bireyin doğaya ve topluma uyum sağlamaktır. Golemanise duyguları, bireyin öğrenme potansiyelini harekete geçirerek öğrenmesini sağlayan, soru sormasını sağlayarak bilinmeyeni aramaya iten, kapasitesini geliştiren ve öğrenileni pratiğe geçirerek tavır almasını sağlayan özellikler olarak tanımlamaktadır. Cooper ve Sawaf’agöre ise duygular, bireyin içinde yükselen değerleri harekete geçiren ve davranışları şekillendiren enerji akımları olup, dışa doğru yayılarak başkalarını etkilemektedir (Akçay ve Çoruk, 2012).Duygu TarihiDuygu tarihsel olarak üzerinde durulan bir kavram olmakla ilk emotion olarak tanımlanması 19. Yüzyıla dayanmaktadır. Temelinde psikolojik kaynaklı olan duygu farklı olarak tanımlamalarla kavramlaştırılmıştır. Bu kavramlar:Tutku, haz, sezgi, arzu, duyum, duygulanım, ruh kazaları, ahlaki hisler gibi kavramlar olmakla bugün duygu denilince farklı anlaşıldığından farklı anlamlar içermektedir. Eski çağlardan beri duygu kavramının ortak bir görüşünü olmayışı üzerinde durulmayan konu olduğu anlamına gelmemektedir.Birbirinden farklı disiplerce duygular örneğin psikolog,filozofisosyolog, antropolog ve tarihçiler gibi farklı iklimlerde araştırma konusu olmaktadır. Mikronezya toplumunda mutluluk gösteriş veya aşırı heyecandan dolayı işlerini yapmalarını engellediği için teşvik edilmemesi mutluluğun bazı toplumlarda hedef olmadığını ifade ediliş farklılığı dışında amaç olarak tatoplumlardafarklılıkları düşündürtmetedir. Günümüzde nostalji olarak bilinen geçmişe özlem duygusu olarak bilinen kelimenin 17.yüzyıl tıp alanı tarafında incelemeye alınan hastalık olduğu da kavramların zaman faktörüne göre de değişikliği de düşündürücü olmaktadır. Araştırmalara göre Antik Yunan’da duygular daha çok erdem kavramı çerçevesinde ele alınmaktadır, Orta Çağ ile birlikte akıl-duygu ikiliğinin sınırlarının keskin bir şekilde çizilerek, duygunun kilisenin boyunduruğu altına girdiği ve günah kapsamında sayıldığı, 17. yüzyılda kolektif duygulardan bahsedilerek toplumsal ilişkileri düzenlemedeki önemli rolünün vurgulandığı, modernleşme süreci ile birlikte belirli duyguların belirli çevrelere özgü olarak görüldüğü, 20.yüzyılda ise bireyci toplumlarda duyguların teknoloji ile kapitalizmden bağımsız görülemeyeceği üzerinde durulmuştur. Tüm dönemlerde bilinenin aksine duyguların bireysel alana hapsolmasından çok, toplumsal ilişkileri düzenlemede kilit öneme sahip olduğunun, geçmişten günümüze disiplinize edilmesi, üstünleştirilmes ve denetim altında tutulmasının ön plana çıktığı düşünülmektedir. (Kurt, 2021).Duygu Evrensel mi Kültürel mi?Duygular1960’lı yıllarda bilimsel anlamda araştırılmaya başlanmış 2000li yıllarla birlikte daha kapsamlı bir şekilde incelenmeye devam etmektedir.Duygunun herkes için aynı olmamakla birlikte evrensel olması tarafı arştırmalarda konu olmuştur.Evrenselciliği savunan psikologlardan Paul Ekman yüz ifadelerinin temel duygular bakımından evrenselliğini araştırmıştır.John Watsoniddiasına göre “öğrenilmemiş duygu” olarak tanımladığı duygular korku, öfke ve aşktır.Antroplog Catherine Lutz’un Mikronezyalı dışarıya kapalı olan Ifaluk yerlileri ile yaptığı araştırmada öfke duygusunun bilinmemesi onun yerine song adı verilen duygunun varlığının tespitiyle evrenselcilere karşıt bir durum oluşmuştur.Duygunun mekana göre değişmesi bu savı desteklemektedir.Bir grup araştırmacı araştırmacı çalışmasında seçtikleri bazı fotoğraflarda korku ifadelerini belirlemek amacıyla evrensel mimikleri belirlemek hedefinde olup zamandan ve mekandan bağımsız değişmeyen korku ifadesi tezini sürmek kanısındalardı.Çalışma“Yüz Duygulanımı Ölçüm Tekniği” olarak adlandırılıp çok ses getiren ve eleştirilen bir çalışma olmuştur.Bu tekniğe gelen eleştiriler fotoğraftaki ifadelerinin poz verme durumu sonucu yapay ve duygusuz ifadeler olduğu görüşündeydi.Bazı toplumların temel duyguları bilmemeleri ve sonucunda yansıtmamaları evrenselcilik görüşündeki araştırmacıların savını olumsuz etkilemiştir ve onlarda savlarını bölgesel olarak sınırlandırmak zorunda kalmışlardır.Aslında evrenselci duygu görüşünü savunan araştırmacılar daha sonraları duyguların her yerde aynı oladuğu değil de farkların elimine edildiği ortak bir duygu tanımına ulaşolabiliceğini savunmaya başlamışlardır.Devam eden araştırmalarla duygunun türlerine ve değişkenliğini kültürel veya toplumsal şekline dair çalışmalar yapılmıştır.(Dursun, 2023).Temel Duygu KuramıDuygu araştırmacıları duygularla ilgili birtakım genel ilkeleri ortaya koyarak, duyguyu açıklamaya yönelik çeşitli yaklaşımlar önermiştir.Disiplinlerarası araştırmalardaduyguyu açıklamaya yönelik birçok yaklaşım olmasıyla birliktebu yaklaşımlar dikkatealınararak duygunun aynı yönleri kapsamadığı düşünülmektedir.Yaklaşımlardan bazıları bireylerin bedensel durumları ve hissettiği duygular arasındaki ilişkilere bakarken, bazıları duygusal yaşantıyı açıklamaya çalışmakta ve diğer yaklaşımlar da duyguların davranışla nasıl ilişkili olduğunu açıklamaktadır. Araştırma bulgularına göre duyguların, bilişsel değerlendirme ,öznel his , fiziksel uyarılma, ifade etme, hareket hazırlığına geçme ve düzenleme gibi bir takım içeriklerden oluştuğunu temele almalarına rağmen; araştırmacılar duyguların ayrık kategoriler olarak mıboyutsal olarak mı ,prototipiksel ya da unsur süreçleri olarak mı nasıl kavramsallaştırılması gerektiği yönünde de ortak bir sonuca ulaşamamışlar olmasıyla birlikte evrensel duyguya ilişkin araştırmacılar temel duyguların doğuştan ve her kültürden insanın ortak duygulara sahip olduğunu ve çevreye göre değişmediğini savunmaktadırlar.Bu yaklaşıma sahip insanlar duyguların ayrık sistemler olduğu düşündükleri kategorisel yaklaşımlardır.Bu yaklaşım ‘Temel Duygular Teorisi’ olamktadır.Evrimsel görüşe sahip insanlar Darwin’den etkilenen kuramcılardır. Evrensel temelli yaklaşımlar, duyguları doğrudan teknikler ve dolaylı teknikler kullanarak incelemeye çalışmıştır. Duyguları doğrudan ölçme tekniği, farklı duygularla ilgili sinirsel nörobiyolojik yapıları belirlemektir. Dolaylı tekniklerde ise; daha çok ayırt edici yüz ifadelerini tanıma teknikleriyle duyguların evrenselliği kanıtlanmaya çalışılmıştır . Evrensel yüzsel ifadelerin dolayısıyla temel duyguların sayısı ve ne oldukları bazı kuramcılara göre farklılık göstermektedir. Ekman ve Friesen’a göre öfke, iğrenme, korku, mutluluk, üzüntü ve şaşkınlık duygularının temel duygu olduğunu belirtmişlerdir. Daha sonralarıEkman ve Friesen (1986) hoşnutluk duygusunu da temel duygu listelerine eklemiştir (Özbayrak, 2006).Bireyci-Toplulukçu ToplumBireyci ve toplulukçu toplumlar adından anlaşılacağı üzere farklı etkenleri içerisnde barındırmktadır.Bu iki toplumu açıklarken yoğun olarak birbirleriyleilişki kurma biçimindeki farklılıklara ilgi çekebilir.Markus ve Kitayama’nın (1991) ABD ve Japonya’nın baskın kültürleri üzerine yaptığı çalışma analizine bakılırsa bağımsızlığın en çok bireyci kültürlerde görülerek bireyin kendisini algılama biçimi ve diğerleriyle bağ kurma şekillerini tarif edebilecek terimler öne sürülmektedir ve terimler yaygın kullanım haline getirilmektedir.Hofttede, Markus ve Kitayama ulusların ilişkisellik içerinde olandakültürleri içerenkültürleri tarif etmek istediler.Ve onların çalışması ile başka çalışmalar adım atma cesareti verdiler.Singelis 1994 yılında bağımsız ve karşılıklı bağımlı benlik kurgularında faydalanan ölçekler geliştirdi.Araştırmacılar Singelis ölçeklerini incelediğinde kültürel yönelimi tanımlamak isteyen isteyen araştırmacılar tarafından kulanımı yaygınlaşmıştır.Bireysel düzeyde karşılıklı bağımlı benlik kurguları iletişimin dolaylamasını , sözsüz iletişimi, duyguların daha az ifadde edilişini , farklı nezaket kurallarını, kendini ve başkalarının düşüncelerine saygı duymayı, daha fazla çekingenliği, grup odaklı geribildirime açık olmayı, daha dolaydan müzakere türlerini ve toplulukçuluğun ön planda olduğu reklamalara daha fazla ilgi içerisinde ya da tepkisel olduklarını göstermektedir. Kağıtçıbaşı’na göre kültürler arası araştırma çalışmaları olarak ölçeklerden edinilen bulgulararaştırmacıyla katılımcı arasındaki karşılaşma genellikle yüz yüze iletişim gerektirmeklebirlikte, çoğunlukla kağıt kalaem işi olarak anketin doldurulmasıdır.Dünya’nın bölgelere göre öznel deneyimler nesnel bir şekilde ölçülmesi bazen güçtür veya tam tersidir.Arştırmadaki işlembelirsizliği planlanmış izlenimi tanımlamak kültüre göre değişir.Örnek olarakbireyci özellikleri sahip sosyalleşmiş bireyinkendisini daha ilginç ve farklı biri olarak sunabileceği daha toplulukçu kültürlerdeki kişilerin kendini araştırmacıyla aynı fikirde göstermeyi düşünebilmektedir.Araştırmalar sonucunda benlik kurgusu bireyci- topluklçu toplumlarda kültürler arası araştırmalarda geçerliliği sağlanması için kontrol edilmesi gerektiği bulgusuna varılmıştır (Simith, 2013).SonuçDuygu insanların birey olarak benlikleri ya da kollektif olarak toplumsal hayatlarındaki geçmişten günümüze üzerinde durulan konu olmuştur.Tarihsel bağlamda duygunun tarihi çok geçmişe dayanıp 19.yüzyıl gibi yakın geçmişte daha üzerinde durulan bir kavram olmuştur. Ruh-beden ya da duygu-akıl ikili kavramlarda genellikle dışarıdan değerlendirmeye alınan taraf olan duyguların ihmal edilişi ,türlüfelsefi düşünürlerin araştırma alanı olmuş, birey ve toplum arasındaki duygu etkileşimi incelenmeye ve tartışmaya merak duyulup önem arz etmiştir. Duyguların bireysel, doğuştan beri varolduğunu düşünenlerle birlikteevrensel ve toplumsal olduğunu ifade edenlerde bulunmaktadır. Günümüzdekutsal görülen ve modernleşen insanınsahip olması gerektiği düşünülen aşk, sevgi, mutluluk gibi duygulara olumlu özellikler pay biçilirken , Orta Çağ’a baktığımızda bazı duyguların kilisenin etkisi ile günah ve uzak durulmasıgereken ızdırap verici duygular olarak görüldüğüböylelikleduygunun kişinin ruhu için gerekli olduğunu söyleyenler deolduğu düşünülmektedir. Sonuç olarak duygunun yalnızca bireye özgü olmadığını ve tarihi, toplumsal olarak birey-toplum ilişkisi içerisinde karşılıklı olarak değişip dönüştüğünü göstermektedir. Bu değişim ve dönüşümde ise, toplumsal hayat üzerinde etkili olan din, ekonomi, kültür gibi değişkenlerin ne dereceönemli olduğu duyguların tarihsel sürecine bakıldığında anlaşılabilmektedir.Kaynakça1.Polat, Y. B. (2017). Haset, İmrenme ve Kıskançlık Duygu Durumlarının Ayrııştırılması. Aydın İnsan ve Toplum Dergisi, 3(2), 29-42.2.Bozkurt, F. (2014). Sözlüklerdeki temel duygu kavramlarının yeniden tanımlanması: bir yöntem önerisi. Türkoloji Dergisi, 21(1), 25-34.3.Akçay, C., & Çoruk, A. (2012). Çalışma yaşamında duygular ve yönetimi: Kavramsal bir inceleme. Eğitimde Politika Analizi, 1(1), 3-25.4.Kurt, Ş. K. (2021). Duyguların tarihsel serüveni ve tarihte duygular. OPUS International Journal of Society Researches, 18(40), 2821-2852.5.Dursun, O. (2023). Türkiye’deki Toplumsal Değişimin Korku Duygusu Üzerinden Film Örneklemiyle İncelenmesi (1950-1999).6.Özbayrak, C. (2006). Türkiye örnekleminde duygular ve bilişsel-duygu değerlendirme süreci (Master's thesis, Sosyal Bilimler Enstitüsü).7.Smith, B. P. (2013). Özerk-ilişkisel benlik kurgusu arayışı. Sevda Berkman-Ayhan Aksu (Derleyenler), İnsan gelişimi, aile ve kültür: Farklı bakış açıları, içinde, 191-204.