Stresle Başa Çıkmak

Hepimiz hayatımızın bir döneminde şu cümleyi duymuşuzdur: "Stresten uzak durmaya çalışın." Ancak bu, söylemesi kolay ama uygulaması zor bir öneridir. Stresi tamamen ortadan kaldırmak mümkün olmasa da onu yönetmeyi öğrenmek, sağlığımız için hayati önem taşır. Gelin, duygusal stresin vücudumuz ve zihnimiz üzerindeki etkilerine yakından bakalım.


Korku, milyonlarca yıl boyunca hayatta kalmamızı sağlayan en temel duygulardan biri. Basit bir örnek verelim: Yola adım attığınız anda hızla yaklaşan bir araba gördüğünüzde, korku sayesinde refleks olarak geri çekilirsiniz. Bu, beyninizin alarm sistemi sayesinde mümkün olur. Ancak, bu hayatta kalma mekanizması kronikleştiğinde, yani stres haline dönüştüğünde, sağlığımız üzerinde yıkıcı etkiler yaratır.


Stres, bir tehdit algıladığımızda ortaya çıkan bir tepkidir. Organizma, kapasitesini aşan taleplerle karşılaştığında, bu tepki daha yoğun hale gelir. Örneğin, iş yerinde yetişmesi gereken birden fazla proje veya kişisel hayatınızda karşılaştığınız sorunlar stresin başlıca tetikleyicilerindendir. Bu tür kronik stres, bağışıklık sistemimizi baskılar ve zihinsel sağlığımızı tehdit eder.


Stresin en belirgin sonuçlarından biri bağışıklık sistemini zayıflatmasıdır. Bir araştırmada, sınav dönemindeki öğrencilerin damaklarında oluşan yaraların iyileşme süresinin, sömestr tatiline göre daha uzun olduğu tespit edilmiştir. Bunun sebebi, stres hormonlarının (özellikle kortizol) iyileşme sürecinde rol oynayan hücrelerin faaliyetlerini engellemesidir.

Stres yalnızca fiziksel sağlığımızı değil, uyku düzenimizi de alt üst eder. Çok stresli bir günün ardından yatağa yattığınızda, düşüncelerinizin beyninizde döndüğünü ve bir türlü uyuyamadığınızı fark etmişsinizdir. Bunun nedeni, kortizol seviyelerinin yüksekliğidir. Yeterince uyuyamamak, zihinsel performansımızı ve duygusal dengeyi olumsuz etkiler.

Pandemi dönemindeki davranışlarımızı hatırlayalım. Belirsizlik, bilgi eksikliği ve kontrol kaybı gibi evrensel stres faktörleri, hepimizi etkiledi. Bazılarımız, marketlerde tuvalet kağıdı veya makarna stoklarken bu kaygılarını kontrol etmeye çalıştı. Bu durum, beynimizin sakin ve rasyonel kararlar verme yeteneğini nasıl kaybedebileceğini açıkça gösterdi.


Stres, vücudun doğal dengesini bozarak bağışıklık sistemimizi zayıflatabilir. Araştırmalar, yüksek stres seviyelerinin daha fazla kortizol üretimine yol açtığını, bunun da yaraların daha yavaş iyileşmesine neden olduğunu gösteriyor. Örneğin, sınav dönemindeki öğrencilerin stres altındayken iyileşme hızlarının tatildekine göre belirgin şekilde yavaş olduğu tespit edilmiştir. Aynı zamanda stres, uyku düzenini bozabilir. Yüksek kortizol seviyeleri uykusuzluğa neden olurken, belirsizlik ve kontrol kaybı gibi faktörler rasyonel düşünme yeteneğimizi etkiler. Pandemi döneminde marketlere koşup stok yapan insanları hatırlayın. Bu davranışlar, stresin mantıklı kararları nasıl devre dışı bırakabileceğine iyi bir örnektir.


Bazı insanlar için stres, bir yaşam biçimi haline gelir. Çocukluk döneminde yoğun stres altında büyüyen bireyler, stresin yokluğunu garip veya rahatsız edici bulabilir. Örneğin, sürekli endişeli bir şekilde yaşamak, bireyin kendisini tanımlama biçimi haline gelebilir: "Ben hep böyleyim," "Endişelenmeden duramıyorum," gibi cümlelerle bu döngüyü besleriz.

Bu tür alışkanlıklar, stres hormonlarına bağımlı hale gelmemize yol açar. Adrenalin ve kortizol gibi hormonların sürekli yüksek seviyede olması, bir süre sonra bu hislere alışmamıza neden olur. Ancak bu durum, sağlığımız üzerinde yıkıcı etkiler yaratır ve duygusal esnekliğimizi kaybetmemize yol açar.


Bazı kişilik özellikleri, strese karşı daha yatkın olmamıza neden olabilir. Örneğin, "hayır" diyememek veya öfkeyi bastırmak, kişinin sürekli bir gerilim içinde yaşamasına yol açar. Bastırılmış duygular, zamanla fizyolojik stres yaratır ve bağışıklık sistemimizi zayıflatır.


Gabor Maté’nin kitabında vurguladığı gibi, birçok insan çocuklukta duygularını ifade etmeyi öğrenemez. Bu, ilerleyen yaşlarda stresi yönetme becerisini olumsuz etkiler. Özellikle “duygusal bastırma” olarak adlandırılan durum, kişinin içsel dengesini bozarak hastalıklara zemin hazırlar. Ancak bu, değiştirilemez bir kader değildir. Gabor Maté’nin "Vücudunuz Hayır Diyorsa" kitabında önerdiği yedi anahtar, stresi yönetmek ve duygusal esnekliği geliştirmek için kapsamlı bir rehber sunar.


1. Kabul

Kabul, değiştirilemeyecek olayları olduğu gibi görmek ve bu gerçeği kabullenmekle ilgilidir. Ancak kabul, çaresizlikle boyun eğmek anlamına gelmez. Bu, olayların şu anda olduğu haliyle farkında olmak ve inkar etmeyi bırakmak anlamına gelir. Çoğu zaman kendimize şu soruyu sormayı unuturuz: "Bu durumda değişebilecek bir şey var mı?" Eğer yanıt "hayır" ise, kendimize karşı şefkatle yaklaşmak ve bu durumu kabullenmek, zihinsel yükümüzü hafifletir.

Pratik İpucu: Hata yaptığınızda kendinize karşı nazik olun. Bir arkadaşınız aynı hatayı yapsaydı ona nasıl yaklaşırdınız? Aynı şefkati kendinize de göstermeyi deneyin.


2. Farkındalık

Farkındalık, hem zihinsel hem de fiziksel düzeyde içsel dünyamıza dikkat etmek anlamına gelir. Günlük yaşamın koşturmacasında, bedenimizin verdiği stres sinyallerini görmezden gelebiliriz. Halsizlik, baş ağrısı, uykusuzluk gibi belirtiler, vücudumuzun bize verdiği önemli mesajlardır. Farkındalık pratiği, bu sinyalleri fark etmeyi ve onlara kulak vermeyi öğretir.

Pratik İpucu: Günün belirli bir saatinde birkaç dakikalık bir mola verin ve bedeninizi tarayın. Kalp çarpıntısı, omuzlarda gerginlik veya nefes alıp verme hızınızı kontrol ederek stres belirtilerini fark etmeye çalışın.


3. Öfke

Öfke genellikle olumsuz bir duygu olarak görülür. Ancak öfke, bize sınırlarımızın ihlal edildiğini veya bir şeylerin yanlış olduğunu söyleyen bir sinyaldir. Öfkeyi bastırmak yerine, onu anlamaya çalışmak ve sağlıklı bir şekilde ifade etmek önemlidir. Kontrolsüz öfke zararlı olabilir, ancak bilinçli bir şekilde yönlendirilirse sınırlar koymamıza ve kendimizi savunmamıza yardımcı olur.

Pratik İpucu: Öfkelendiğinizde, bu duygunun neden ortaya çıktığını yazın. Neyin sizi tetiklediğini belirleyin ve bu duruma nasıl yanıt verebileceğinizi düşünün. Öfkenizi bir çatışmaya dönüştürmeden ifade etmeye odaklanın.


4. Özerklik

Özerklik, hayatınız üzerindeki kontrol hissini yeniden kazanmakla ilgilidir. Çoğu zaman, çevremizdeki olaylara veya başkalarının beklentilerine fazlasıyla bağımlı hale geliriz. Özerklik, kendi değerlerinizi, ihtiyaçlarınızı ve sınırlarınızı tanımayı ve bunlara göre hareket etmeyi içerir. "Ben ne istiyorum?" sorusunu kendinize daha sık sorarak bu süreci başlatabilirsiniz.

Pratik İpucu: Günlük hayatınızda sıkça yaptığınız ama aslında yapmak istemediğiniz şeyleri listeleyin. Ardından, bu alışkanlıkları veya görevleri azaltmak için küçük adımlar atmaya başlayın.


5. Bağlılık

İnsan, doğası gereği sosyal bir varlıktır. Sağlıklı sosyal bağlar, yalnızca duygusal değil, fiziksel sağlığımız için de gereklidir. Araştırmalar, güçlü sosyal destek ağına sahip kişilerin hastalıklardan daha hızlı iyileştiğini ve genel olarak daha uzun yaşadığını göstermektedir. Ancak bağlılık, yalnızca diğer insanlarla olan ilişkilerle sınırlı değildir; doğa, sanat veya hayvanlarla kurulan bağlar da iyileştirici bir etkendir.

Pratik İpucu: Sevdiklerinizle vakit geçirmek için özel zamanlar ayırın. Eğer bir destek sisteminiz yoksa, bir gönüllülük projesine katılarak yeni ilişkiler kurmayı deneyebilirsiniz.


6. Kendini Ortaya Koymak

Kendini ortaya koymak, kim olduğunuzu ve neler hissettiğinizi dürüstçe ifade etmek anlamına gelir. Bu, başkalarına karşı değil, kendinize karşı da dürüst olmayı gerektirir. Kendini ifade etmek, başkalarının beklentilerinden bağımsız olarak kendi değerlerinizi tanımak ve dünyaya yansıtmak anlamına gelir.

Pratik İpucu: Yaratıcılığınızı ortaya koyacak bir hobi edinin. Yazı yazmak, resim yapmak veya bir enstrüman çalmak, kendinizi ifade etmenin harika yollarıdır. Başkalarının ne düşündüğünü bir kenara bırakın ve yalnızca kendiniz için bir şey yapmayı deneyin.


7. Olumlama

Olumlama, hem kendi varlığınızı hem de evrendeki yerinizi kabul etmekle ilgilidir. Yaratıcı benliğinizi beslemek, kendinizi daha iyi hissetmenin bir yoludur. Bu, yazı yazmak, müzik yapmak, resim çizmek veya bahçeyle uğraşmak gibi kişisel ve anlamlı bir aktivite olabilir. Ayrıca doğa ile bağ kurmak veya meditasyon yapmak da ruhsal iyilik halinizi destekleyebilir.

Pratik İpucu: Her gün minnettar olduğunuz üç şeyi yazın. Bu basit alıştırma, pozitif bir bakış açısı geliştirmenize ve strese karşı direncinizi artırmanıza yardımcı olabilir.


Stres, hayatın kaçınılmaz bir parçası. Ancak onu yönetmek, hem fiziksel hem de duygusal sağlığımız için büyük önem taşıyor. Kendimizi tanımak, alışkanlıklarımızı sorgulamak ve daha sağlıklı başa çıkma yolları geliştirmek için bir adım atabiliriz. Unutmayın, değişim her zaman mümkün!


Sağlıklı ve dengeli bir yaşam için adım atmak isteyen herkese sevgiler!

Yayınlanma: 06.12.2024 15:50

Son Güncelleme: 06.12.2024 15:50

Psikolog

Rüya

ÇAKIR ŞENTÜRK

Psikolog

(*)(*)(*)(*)(*)

Uzmanlıklar:

Kaygı (Anksiyete) Bozuklukları , Depresyon ve Mutsuzluk , İlişki / Evlilik Problemleri
Online Terapi
süre 50 dk
ücret 1500
Yüz Yüze Terapi
Hizmet vermiyor
Bunları da sevebilirsiniz...

Obsesif-kompulsif bozukluk (okb): takıntıların pençesinden kurtulmak mümkün mü?

Obsesif-Kompulsif Bozukluk, toplumda genellikle yanlış anlaşılan ancak ciddi etkileri olan bir rahatsızlıktır. Türkiye'de ruh sağlığı bilincinin artması ile birlikte, OKB ve benzeri bozuklukların tedavi edilebileceği ve yönetilebileceği konusunda farkındalık artmaktadır. Ne var ki, birçok kişi hâlâ bu bozukluğu sadece "temizlik takıntısı" ya da "hassasiyet" gibi yüzeysel tanımlarla açıklamaya çalışmaktadır. Oysa OKB, bireyin düşünce ve davranış dünyasını derinden etkileyen, karmaşık bir yapı taşır. Kişi çoğu zaman bu düşüncelerin mantıksız olduğunun farkındadır; fakat buna rağmen içsel bir baskı ile aynı davranışları tekrar etmek zorunda hisseder. Bu durum yalnızca bireyin iç dünyasında değil, aile ve iş yaşamında da ciddi sorunlara yol açabilir.Hepimizin zaman zaman aklına takılan düşünceler ya da tekrar eden alışkanlıkları vardır. Ancak bu düşünceler ve davranışlar hayatımızın her alanını kontrol altına almaya başladığında, "takıntı" boyutuna ulaşabilir. Obsesif-Kompulsif Bozukluk (OKB), insanların gündelik yaşamlarını zorlaştıran ve toplumda yanlış anlaşılan bir ruh sağlığı sorunudur. Türkiye'de her 100 kişiden 2-3'ü, hayatlarının bir döneminde OKB belirtileri göstermektedir. Bu makalede, OKB'nin ne olduğunu, belirtilerini ve tedavi yöntemlerini ele alacağız.Obsesif-Kompulsif Bozukluk (OKB) Nedir?OKB, obsesyonlar (takıntılar) ve kompulsiyonlar (zorlantılar) ile karakterize edilen bir ruh sağlığı bozukluğudur.Obsesyonlar: Kişinin istemeden aklına gelen, rahatsız edici ve tekrarlayan düşünceler, dürtüler ya da hayallerdir. Örneğin, sürekli olarak kirlenme korkusu, başkalarına zarar verme düşüncesi veya düzen takıntısı.Kompulsiyonlar: Obsesyonların yarattığı kaygıyı azaltmak için yapılan tekrarlayıcı davranışlar veya zihinsel eylemlerdir. Örneğin, sürekli elleri yıkamak, belirli bir düzenle eşyaları sıralamak ya da belirli kelimeleri içinden tekrar etmek.OKB'ye sahip bireyler, obsesyonlarının mantıksız olduğunu bilirler; ancak bu düşünceleri kontrol etmekte zorlanırlar. Bu durum, zamanla günlük yaşamlarını olumsuz etkileyerek iş, okul ve sosyal ilişkilerde sorunlara yol açabilir.Türkiye'de OKB: Tabular ve Gerçekler:Türkiye'de ruh sağlığı üzerine konuşmak, özellikle OKB gibi daha az bilinen bozukluklar söz konusu olduğunda hala tabu olabilir. Birçok kişi, yaşadığı belirtileri "temizlik takıntısı" ya da "aşırı titizlik" olarak görmezden gelir ve profesyonel yardım aramaz.Toplumsal Önyargılar: OKB, çoğunlukla abartılı titizlik ya da mükemmeliyetçilik olarak algılanır. Ancak, OKB'nin altında yatan kaygı ve kontrol edilemeyen düşünceler, bireyin yaşam kalitesini ciddi anlamda düşürebilir.Yardım Arama Davranışları: Türkiye'de psikolojik destek arayanların sayısı giderek artsa da, hala birçok kişi "delirme" ya da "zayıflık" olarak algılanacağı korkusuyla yardım almaktan çekinir.OKB Belirtileri: Kendinizde veya Sevdiklerinizde Fark EdinOKB'nin belirtileri kişiden kişiye değişebilir, ancak en yaygın belirtiler şunlardır:Kirlenme ve Temizlik Obsesyonları: Sürekli mikrop kapma ya da hastalanma korkusu ile aşırı el yıkama veya yüzeyleri dezenfekte etme.Kontrol Etme Davranışları: Kapının kilitli olup olmadığını defalarca kontrol etme, ocağın kapalı olduğundan emin olmak için tekrar tekrar bakma.Simetri ve Düzen Takıntıları: Eşyaların belirli bir düzende olmasını istemek, her şeyin mükemmel simetriye sahip olması gerektiğine inanmak.Zarar Verme Korkusu: Sevdiklerine zarar verme düşüncelerinden korkmak, bu yüzden kesici aletlerden uzak durmak.Tekrar Eden Düşünceler ve Ritüeller: Belirli bir kelimeyi, sayıyı veya hareketi tekrar etmek (örneğin, 7 kez kapıya dokunmak) aksi halde kötü bir şey olacağına inanmak.OKB ile Yaşam: Neler Yapılabilir?OKB, tedavi edilebilir bir bozukluktur. Türkiye'de de giderek daha fazla uzman, OKB'yi etkili bir şekilde yönetebilmek için farklı terapi yöntemleri sunmaktadır.Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT): OKB'nin en etkili tedavi yöntemlerinden biri olarak kabul edilir. BDT, kişiye obsesyonlarını tanımayı ve bu düşüncelerin hayatını kontrol etmesine izin vermemeyi öğretir. Maruz Bırakma ve Tepki Önleme (ERP) adı verilen özel bir teknik, kişinin korktuğu durumlara yavaş yavaş maruz kalmasını ve kompulsiyonlarını yapmamasını hedefler.İlaç Tedavisi: Özellikle serotonin seviyesini düzenleyen antidepresanlar, OKB belirtilerinin hafifletilmesine yardımcı olabilir. Ancak ilaç tedavisi, genellikle terapi ile birlikte önerilir.Destek Grupları: OKB yaşayan diğer insanlarla bir araya gelmek, kişinin yaşadığı deneyimleri paylaşmasına ve başa çıkma stratejileri öğrenmesine olanak tanır. Türkiye'de çeşitli ruh sağlığı dernekleri ve online platformlar bu tür destek grupları sunmaktadır.OKB ile Baş Etmek İçin İpuçları: OKB'yi yönetmek zorlu olabilir, ancak bazı stratejiler bu süreci kolaylaştırabilir:Gerçekçi Hedefler Belirleyin: OKB'yi tamamen ortadan kaldırmak zor olabilir, bu yüzden küçük adımlar atarak belirtileri hafifletmeye odaklanın.Kendinize Karşı Nazik Olun: OKB, sizin kontrolünüz dışında gelişen bir durumdur. Kendinizi suçlamak yerine, iyileşme sürecinde sabırlı olun.Günlük Rutinler Oluşturun: Belirli bir günlük rutin, kaygıyı azaltabilir ve obsesyonların yoğunluğunu hafifletebilir.Profesyonel Yardım Almaktan Çekinmeyin: OKB, utanılacak bir durum değildir. Bir uzmandan yardım almak, yaşam kalitenizi artırabilir. Yakınların Rolü: Destek mi, Tetikleyici mi? OKB’li bireylerin yakın çevresinin tutumu, iyileşme sürecinde belirleyici olabilir. Aile bireylerinin farkında olmadan kompulsiyonlara eşlik etmesi, sorunu pekiştirebilir. Bunun yerine, sabırlı, anlayışlı ve sınır koyan bir tutum, hem kişiye destek olur hem de terapi sürecinin etkinliğini artırır. Yakınlar için hazırlanmış psikoeğitim programları, bu noktada önemli bir boşluğu doldurmaktadır.Ayrıca, OKB sadece bireyin kendi yaşamını değil, yakın çevresini de etkileyebilir. Aile üyeleri, kişinin ritüellerine istemeden dahil olabilir ya da çatışmalar yaşayabilir. Bu nedenle, OKB tedavisinde aile eğitimi ve aile temelli terapiler de önemli bir yer tutar.Son olarak, toplumsal farkındalığın artması ile birlikte, OKB yaşayan bireylerin damgalanmasının önüne geçilmesi büyük önem taşır. OKB’li bireylerin yaşadığı zorlukların anlaşılması, toplumsal empatiyi de beraberinde getirir. Medyada doğru temsillerin artması, bu alandaki damgalamayı azaltabilir. Aynı zamanda, okullarda ve iş yerlerinde ruh sağlığı farkındalığını artırmak, erken müdahale için fırsatlar sunar. OKB ile yaşamak zorlayıcı olsa da, doğru bilgi ve destekle yönetilebilir bir süreçtir.Unutulmamalıdır ki, her takıntı OKB değildir; ancak kişinin yaşamını kısıtlayan, tekrarlayıcı düşünce ve davranışlar profesyonel yardım gerektirir. İyileşme mümkündür ve destek almak bir zayıflık değil, cesaret göstergesidir.

Etiketlenmiş Bir Kalp: Değersizlik Temel İnancı

İnsanın psikolojik varoluşu yalnızca hayatta kalma çabasına değil, aynı zamanda anlamlı, sevilmeye layık ve değerli hissetme ihtiyacına da dayanır. Bu, Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde “saygı” düzeyinde karşılık bulur. Ancak bu ihtiyaç karşılanmadığında birey yalnızca dışsal olarak zorlanmaz; içsel bir çatışmaya, derin bir “yetersizlik” ve “değersizlik” hissine gömülür.Değersizlik duygusu; bireyin benlik algısını, insan ilişkilerini, yaşamdan aldığı doyumu ve karar verme mekanizmalarını doğrudan etkileyen bir psikolojik deneyimdir. Genellikle dile dökülmeyen, ancak kişinin tüm varoluşunu şekillendiren bir “sessiz inanç” biçimindedir:“Ben önemli değilim.”“Ben sevilecek biri değilim.”“Ne yaparsam yapayım yeterli olmayacağım.”Bu tür inançlar, zamanla bireyin yaşamını pasifçe yöneten bir arka plan senaryosuna dönüşür.Değersizlik Duygusunun Psikolojik KaynaklarıModern psikoterapi kuramları değersizlik duygusunun genellikle erken dönem yaşantılardan beslendiğini ve çoğunlukla çocuklukta temellendiğini kabul eder. Şema Terapi kuramına göre, “kusurluluk/utanç şeması”, “onay arayıcılık şeması” ve “duygusal yoksunluk şeması” gibi yapılar, bu duygunun temelini oluşturur.Peki bu şemalar nasıl gelişir?Koşullu Sevgi:“Seni ancak başarılıysan, yeterliysen, usluysan severim.”Bu mesajı alan çocuk, değerinin koşullara bağlı olduğunu öğrenir. Kendi içsel varlığıyla değil, davranışlarıyla kabul gördüğünü hisseder.Kıyas ve Eleştiri:“Sen neden abin gibi değilsin?”Sürekli eleştirilen ve başkalarıyla kıyaslanan çocuklar, kendilerini hep bir adım geride hisseder. Bu da öz-değerin zedelenmesine yol açar.Duygusal İhmal:Duygularının görülmediği, önemsenmediği, yok sayıldığı ortamlarda büyüyen birey, varlığının “bir anlamı olmadığını” düşünmeye başlar.Travmatik Yaşantılar:İstismar, ihmal, alay edilme ya da terk edilme gibi olaylar, bireyin öz-değerini doğrudan hedef alır. Birey, başına gelen olumsuzlukların kendi yetersizliğinden kaynaklandığını sanarak derin bir değersizlik duygusu geliştirir.Bu yaşantılarla şekillenen birey, yetişkinlik döneminde de aynı döngüyü sürdürme eğilimindedir. Sevilmek, onaylanmak, görünür olmak için bir şey yapmak zorunda hisseder. Ama insanın temel değeri, yalnızca "var olmasıyla" ilgilidir. Bu, sadece terapötik değil, varoluşsal bir ilkedir.Değersizlik Duygusunun Yaşama Etkileri:Değersizlik duygusu, zamanla bireyin sadece iç dünyasında değil, dış dünyayla kurduğu ilişkilerde de belirleyici olur:İlişkilerde Aşırı Özveri:Sınır koyamayan, “hayır” diyemeyen birey, karşısındakini memnun ederek değer kazanacağını sanır.Onay Bağımlılığı:Karar verirken, seçim yaparken, hatta ne hissedeceğini belirlerken bile başkalarının onayını gözetir. Kendi iç sesi kısılmıştır.İlişkisel Geri Çekilme:Samimi ilişkilerden kaçınır çünkü “beni sevecek, olduğum gibi kabul edecek biri olmaz” düşüncesiyle kendini sabote eder.İş Yaşamında Aşırı Performans:Sürekli bir şey başarma ihtiyacı hisseder. Bu, zamanla tükenmişliğe ve duygusal yorgunluğa yol açar.Bedensel Yansımalar:Yapılan araştırmalar, kronik değersizlik hissinin depresyon, anksiyete bozuklukları, psikosomatik hastalıklar ve stresle ilişkili fizyolojik sorunlarla bağlantılı olduğunu ortaya koymuştur (APA, DSM-5, 2013).Psikoterapi Sürecinde Değersizlikle Çalışmak:Değersizlik hissi bir duygudan ziyade bir “inanç sistemi” gibi işler. Bu inanç, bireyin kimliğine entegre olmuş, çoğu zaman sorgulanmaksızın kabul edilmiştir. Bu nedenle terapi sürecinde amaç, sadece bireyin kendini iyi hissetmesini sağlamak değil, bu inanç sistemini sorgulatmak ve alternatif bir benlik algısı geliştirmektir.Bazı Terapötik Yaklaşımlar:Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT):“Ben değersizim” gibi otomatik düşünceler sorgulanır ve alternatif düşünceler geliştirilir.Şema Terapi:Çocuklukta oluşmuş kusurluluk, yetersizlik, dışlanma gibi şemalar yeniden yapılandırılır. Özellikle “yeniden ebeveynlik” çalışmaları bu süreçte önemli rol oynar.İnsancıl Terapi (Carl Rogers):Koşulsuz kabul ve empatik dinleme yoluyla bireyin içsel değer duygusunun yeniden inşa edilmesi hedeflenir.Varoluşçu Yaklaşımlar (Frankl):Kişiye “değerli olmak için neden yaşıyorsun?” sorusunu sordurarak, yaşamla kurduğu ilişkiyi yeniden anlamlandırmasına yardımcı olur.Toplumun Değersizlik Hissine Katkısı:Bireyin yaşadığı değersizlik duygusu, yalnızca kişisel geçmişiyle değil; içinde bulunduğu toplumla da ilgilidir. Performansın değerle, dış görünüşün sevgiyle, itaâtin güvenle karıştırıldığı bir kültürel ortamda, insan kendini koşulsuz değerli hissetmekte zorlanır.Özellikle sosyal medya kültürü, bu değersizlik duygusunu daha da pekiştirmektedir. Görünmeyen, beğenilmeyen, etkileşim almayan birey, içsel olarak “yetersizim” mesajını alır.Sonuç Yerine: Değersizlikten Değere Yolculuk:Değersizlik duygusu, sadece bireysel bir yara değil; insani varoluşun en temel mücadelelerinden biridir. Bu duygu, bizi başkalarının gözüyle kendimize bakmaya zorlar. Ancak iyileşme, başkasının aynasında değil, kendi iç sesimizde saklıdır.Terapötik süreç, bir “yeniden görme” sürecidir. Birey, yıllarca kendisine yüklenmiş anlamları sorgular, atfedilen rollerden sıyrılır ve kendini yalnızca var olduğu için değerli hissetmeye başlar. Bu, kolay değildir. Ancak mümkündür.Çünkü insan, sadece olduğu için değerlidir.Ve bu değeri fark etmek bazen bir ömür sürebilir.Ama o değer görüldüğünde, yaşam da dönüşür.Bu noktada, bireyin değersizlik duygusuyla başa çıkabilmesi için yalnızca terapiye değil, aynı zamanda anlamlı insan ilişkilerine, destekleyici çevrelere ve içsel bir dönüşüm sürecine ihtiyacı vardır. İyileşme; sadece eski inançların sorgulanmasıyla değil, aynı zamanda yeni deneyimlerin yaşanmasıyla da mümkün olur. Birey, zamanla koşulsuz kabul gördüğü ilişkilerde, sınır koyabildiği deneyimlerde ve kendi iç sesine kulak verebildiği anlarda yeni bir benlik algısı inşa etmeye başlar. Bu, geçmişin izlerini silmek anlamına gelmez; aksine, o izlerle birlikte kendini kabul etmeyi öğrenmek anlamına gelir.Aynı zamanda kişinin kendilik hikâyesini yeniden yazması, kendine dair daha gerçekçi ve şefkatli bir anlatı oluşturması önemlidir. Travmalarla örülmüş bir geçmiş bile, anlamlandırıldığında onarıcı bir güce dönüşebilir. Çünkü insan yalnızca yaşadıklarıyla değil, yaşadıklarını nasıl yorumladığıyla da şekillenir.Buna ek en büyük özgürlük, başkalarının gözlerinden kurtulup kendimize çıplak bir dürüstlükle bakabildiğimizde başlar. Çünkü hakikat, çoğu zaman en içte gizlidir.Sonuç olarak, değersizlik hissiyle yüzleşmek cesaret ister. Ama bu yüzleşme, bireyin kendine ait en derin gerçekliğiyle temas kurmasına ve kendiyle barışmasına zemin hazırlar. İşte bu barış, dönüşümün başlangıcıdır.

Travmalarımız, Biz ve İyileşme

Hayatta bazen beklemediğimiz, bizi şaşırtan olaylarla karşılaşabiliriz. Bu bazen bir kayıp, bazen bir kaza, bazen bir ayrılık veya bambaşka bir şey olabilir. Bu da bizi derinden etkileyecek duygu yüklüsonuçlara yol açabilir ve bu duygularımız bizimle uzun süre var olabilir. Ayrıca yaşanılan olay sadece duygusal olarak değil, zihinsel ve fiziksel olarak da çeşitli etkilere neden olabilir. Her türlü etki geçici olabileceği gibi bazen geçmesi uzun süreler de alabilir. İşte bu uzun, yoğun ve bizi sarsıcı yaşantılarımıza “travma” adı verilir.Yaşanılan her türlü olay, bu olayı yaşayan bireyleri çeşitli şekillerde ve farklı duygular doğurarak etkileyebilir. Aynı olay birini mutlu edebilirken diğer kişiyi üzebilir, bir başkası için sıradan bir durum iken farklı bir insan için derin ve kolay kolay atlatılamayacak bir etkiye neden olabilir.Her insan farklıdır; her insanın yaşantısı, beklentisi, psikolojik sağlamlığı, destek arayışı, etkilendiği ve etkilenmediği durumlar farklı ve çeşitlidir. Bu da herkesin her olaydan farklı şekillerde sonuçlar çıkarmasını açıklayabilir.Travma Nedir?Travma, bireyde fizikseli, duygusal ya da psikolojik olarak normal olaylardan farklı ve derin bir etki bırakan durumlardır. Bu durumlar genellikle beklenmedik, aşırı stres yaratan olaylar ile oluşurve kontrol edilemez. Yaşanan travmatik durumlar kişide çeşitli etkilere yol açar. Fizikseltravma; yaralanma, doğal afetler gibi durumlarda etkili olur. Psikolojiktravmaise; ciddi duygusal etki yaratan şiddet, istismar, ani kayıplar veya savaş gibi durumlarda ortaya çıkarNeden Travma Yaşarız?Her türlütravma, herkeste farklı nedenlerle ortaya çıkabilir.Fizikseltravmalargenellikle dışsal bir kuvvetin ani bir durumda şiddetli bir şekilde fiziki etkisi sonucunda meydana gelir. Trafik kazaları, düşme, yaralanma, spor kazaları, iş kazaları, doğal afetler, saldırı ve fiziksel şiddet, fizikseltravmalaraörnek gösterilebilir. Butravmalarhızlı tıbbi müdahale gerektiren sonuçlara da yol açabilir.Psikolojiktravmalarise kişinin fiziksel durumundan önce duygusal ve zihinsel dengesini etkiler. Cinsel, psikolojik veya fiziksel istismar, doğal afetler sonucu yaşam şekilleri, savaşlar, krizler, sevilen birinin kaybı gibi durumlar psikolojiktravmayaneden olabilir. Çocukluk döneminde yaşanan ihmal ve istismar, ebeveyn ayrılığı, duygusal taciz gibi durumlar da yetişkinlikte psikolojiktravmanedeni olabilir.Travmanın Belirtileri Nelerdir?Travmanın etkileri kişileri farklı şekillerde etkileyebilir. Bazı kişilertravmalarındanolay sonrasında etkilenirken bazıları uzun yıllar sonra etkilerini hissedebilir.Hafıza sorunları, sosyal ilişkilerde problemler gibi durumlar uzun süreli etkileri iken, uykusuzluk vekabuslarkısa süreli etkilerdendir. Travma, kişilerin günlük yaşamına ve sosyal hayatına devam etmesini zorlaştırabilir.Travmanın etkileripsikolojik, zihinsel, duygusal veya fizikselgözlemlenebilir. Bu etkiler ve etkilerin şiddeti kişiden kişiye değişiklik gösterebilir. En sık karşılaşılantravmabelirtileri şu şekildedir:•Uyuyamamak,•Tetikte olma ve aşırı irkilmek,•Sürekli korku ve endişe halinde olmak,•Kas spazmları,•Uzuvlarda ağrı ve yaralanmalar,•Konsantrasyon ve dikkat sorunları,•Kabusgörmek,•Sinirlilik, öfke patlamaları,•Belirli olay, durum, yer ya da kişilerden kaçınmak,•Başağrıları ya da mide sorunlarıgibi çeşitlietkilerioluşabilir.Travmalar Kalıcı Mıdır?Etkilerinden ve çocukluk yaşantısındanaktarılantravmalardansöz ettikten sonra, travmaların kalıcı olduğunu düşünmek kaçınılmazdır. Ancaktravmalarkalıcı etkilere yol açsa da, bu durum kişiye bağlıdır diyebiliriz. Kişi iyileşmeye açıksa, profesyonel destek alıyorsatravmanınetkileri azaltılabilir ya da kişi bu süreci kontrol edebilir hale gelebilir. Travmanın kişiye etkisi, şiddeti, kişinin psikolojik dayanıklılığı ve kişinin stres karşısında baş etme becerileri,travmalarınkalıcılığını etkileyen faktörlerdendir.Travma tedavi edilmediği durumlarda kişideanksiyete, yoğun depresyon vetravmasonrası stres bozukluğu gibi sorunlara veya fiziksel rahatsızlıklara yol açabilir. Ayrıca bu süreçte kişinin iş, sosyal ve kişisel hayatında da aksamalar meydana gelebilir.İyileşme Mümkün Müdür?Travma, kısa vadeli etkilere yol açacağı gibi uzun soluklu etkilere de neden olabilir. Hemen oluşabileceği gibi uzun zaman sonra da ortaya çıkabilir. Ancaktravmafark edildikten sonra müdahale edildiği takdirde iyileşmek mümkündür. Travma, değişikliğe neden olur, olumsuz etkiler göstererek kişiyi değiştirebileceği gibi müdahale edildiğinde vetravmanınzihinsel olarak yeniden yapılandırılması gibi değişikliklere de neden olur.Travma yaşayan kişinin, iyileşme talebi ve bu doğrultudaki arayışı iyileşmenin en önemli basamağıdır. Buna ek olarak zaman ve doğru destekle kişi,travmanınetkilerini en aza indirebilir, işlevsel hayatına dönüş yapabilir, ilişkiler kurmaya başlayarak hayata yeniden umutla bakabilir.İyileşme her zaman bir doğrultuda ilerlemez. Bu süreçte iniş ve çıkışların olması normaldir. İyileşme sürecindetravmayayönelik anılar gün yüzüne çıkabilir. Bu dalgalanmalar sürecin kaçınılmaz bir parçasıdır. Önemli olan bu iniş ve çıkışları kabullenerek iyileşme çabasıdır.Travmaya Yönelik Destek Almak İyileşme Sürecini Nasıl Etkiler?Zaman, bazı yaraların ilacıdır. Ancak bazı durumlar ve yaşantılar karşısında zaman yeterli olmayabilir. Travma, kişilerde büyük etkilere neden olabilir. Bu sebeple kişinin birileriyle budurumu konuşma isteği oluşabilir. Bu konuşulan kişiler bazen aile dostu bazen arkadaşlar olabilir. Yakın ve sosyal çevrenin,travmalarkarşısında etkileri azımsanamayacak kadar büyüktür. Ancakuzun süreli çözümlere ulaşmak için profesyonel bir destek almak gerekir. Uzman desteği almak, büyük ve önemli bir adımdır. Sürecin etkililiği ve uzunluğu, kişide etkili ve geliştirici sonuçlar doğurur. Kişinin öz saygısının artmasında, özgüveninin yeniden oluşmasında; kısaca iyileşme sürecinin başlaması yönünde etkili bir adımdır.Bedenimiz Bize Ne Söyler?Travma, sadece duygularımızda, zihnimizde yer almaz; bedenimiz detravmadanetkilenir. Kalp ritminin artması, kas ağrıları, mide sorunları, nefes alma zorluğu gibi fiziksel belirtiler;travmanınbedene yansımış şekli olabilir. Bu nedenle bedenimizde meydana gelen bu değişiklikleri tanımak, anlamak ve iyileştirme yönünde adım atmak,travmanıniyileşmesine yardımcı olur. Rahatlama egzersizleri, yoga, yürüyüş, temiz hava almak gibi basit ama etkili yöntemler, kişinin bedenini ve iyileşme sürecini olumlu yönde etkilemektedir.Travmada ve Sonrasında İyileşme SüreciTravmalar bize kötü anılar çağrıştırsa da bunlar bizim için olumlu deneyimlere çevrilebilir. Kişinintravması, başa çıkma şekli ve bu süreçlerde öğrendikleri, hayatının her anında her zaman kullanabileceği bilgi ve deneyimlerdir. Bu süreç,kişide çeşitli değişikliklere yol açar. Bu değişiklikler kimi zaman öğrendiği şeyler, kimi zaman kaybettiği şeyler olabilir. Bazen ilişkileri değişir, bazen hayata bakış açısı değişir, bazen de kişi, kendisi değişir. Yaşanılanlar veya öğrenilenler, her zaman bizi zayıflatmaz; aksine bazen bizim yeniden şekillenmemizde yardımcı olur.Travma, her zaman olumsuz sonuçlanmaz; iyileşme süreciyle birlikte olumsuz parçaların olumlu şekle gelmesi mümkündür.

Pelin BAYIN 06.05.2025