Transseksüellik

TRANS BİREYLERİN TOPLUMSAL VE İSTAHDAM ALANLARINDA KARŞILAŞTIKLARI ZORLUKLAR
Türk toplumu; yaşanan coğrafyanın da etkisiyle geleneksel bir yapıya sahipken, aynı zamanda batı kültürünün etkisinde kalmıştır. Dolayısıyla bu sentezden kaynaklı bir çatışma içerisindedir. Bu çatışma da toplum içerisinde birçok dezavantajlı gruplar yaratmaktadır.
Biz de toplumdaki dezavantajlı gruplardan trans bireylere ve onların problemlerine odaklandık. Bu araştırmayı yaparken trans bireylerin problemlerine dikkat çekmek ve farkındalık sağlamak amacıyla yola çıktık.
Toplumun, trans bireyleri soyutlaması ya da soyutlamaya çalışması bu araştırma sırasında karşımıza çıkan problemlerin çatısını oluşturuyor. Translar, anayasal düzeyde haklara sahip olmadıkları gibi devlet tarafından da ötekileştiriliyor ve dışlanıyorlar. Cinsel kimliklerini özgürce yaşayamayan transların çok büyük bir bölümü hayatlarını sürdürebilmeleri için gerekli olan maddi kaynakları sağlayamıyor, istihdam edilmiyorlar. Buna istinaden seks işçisi olmak zorunda kalan birçok trans birey bulunmakta. En doğal haklarından eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlanamıyorlar. Ataerkil ve muhafazakâr toplum yapısı transların hayatını ahlak dışı olarak tanımladıkları için yalnız ve izole bir hayata mahkûm kalıyorlar. Fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalarak sağlıklarını kaybetmeleri diğer bir gerçek olarak karşımıza çıkmakta. Trans bireylerin yaşadıkları problemleri umursamayan devlet ve toplum bu yarayı daha da derinleştiriyor.
Araştırmamızda kartopu yöntemini kullanarak trans bireylere ulaştır. 19 kişiyle bağlantı kurup 9 kişiyle görüşme gerçekleştirdik. Bu görüşmeler esnasında 642 dakika ses kaydı aldık. Bu görüşmelerin dışında da SPoD, Listag, İstanbul LGBTT gibi derneklerle, KaosGL dergisiyle temasa geçtik.
TRANSSEKSÜELLİK HAKKINDA
1.Transseksüellik Nedir?
Doğumda anatomik, genetik ve biyolojik özelliklerimizle belirlenen cinsiyetimize ‘biyolojik cinsiyet’ denmektedir. Kişi 2-3 yaşlarındayken ‘ben kızım’ ya da ‘ben oğlanım’ duygusu yani ‘cinsel kimliği’ oluşmaya başlar. İnsanların büyük bir kısmının cinsel kimliği biyolojik cinsiyetleri ile uyumlu olmasına rağmen bazı kişiler kendilerini biyolojik cinsiyetlerine değil karşı cinsiyete ait hissedebilirler (örneğin doğumunda kadın cinsel organlarına sahip bir kişinin kendisini erkek, ya da erkek organları ile doğan bir kişinin kendisini kadın olarak tanımlaması gibi…) Kişinin cinsel kimliği ile biyolojik cinsiyetinin örtüşmediği bu duruma ‘tansseksüalite’ denir. Transseksüel bireyler yaşadıkları bu uyumsuzluğu giderebilmek için tıbbi (hormonal ve/veya cerrahi) müdahaleye ihtiyaç duyabilirler.
2.Transseksüelliğin Tarihi
İnsanlık tarihi var olduğundan bu yana, bazı insanların kendini karşı cinse ait hissettiği bilinmektedir. Ancak transseksüellik kavramını ilk olarak 1900’lü yılların başında Magnus Hirschfeld kullanmıştır. Bu durumu sadece kılık kıyafet anlamında değil, ruhsal ve bedensel olarak kendini karşı cinsin özelliklerinde hissetmek olarak tanımlamaktadır.
3.İlk Transseksüeller
Kayıtlara geçen ve ilk transseksüel Danimarka doğumlu Einar Wegener’dir. 1882 yılında doğan Wegener 22 yaşında erkek olarak evlenir. Aynı zamanda başarılı sayılabilecek bir sanatçıdır ve eşi de kendisi gibi bir ressamdır. Eşinin durumu kabullenip benimsemesiyle gizlenme ihtiyacı hissetmemişlerdir. Kadın olarak kullandığı isim ise Lili Elbe’dir. Lili Elbe olarak beş kez ameliyat olmuş, 1931 yılında Almanya’da hayatını kaybetmiş ve bir kadın olarak gömülmüştür. Lili Elbe’nin hayatı ‘Danimarkalı Kız’ filmine de konu olmuştur.
Türkiye’de ise kayıtlara geçen ilk cinsiyet ameliyatı Serbülent Sultan’a aittir. Ancak Serbülent Sultan çift cinsiyetli doğduğu için 18 yaşındayken geçirdiği ameliyatta kadın olarak yaşamına devam ederken tam anlamıyla bir cinsiyet değişimi yaşamamıştır. İlk transseksüel ise ünlü sanatçı Bülent Ersoy’dur. 1952 yılında doğan Bülent Ersoy 1981 yılında İngiltere’de geçirdiği ameliyat sonrası Türkiye’de transların bilinirliği açısından önemli bir adım olmuştur.
4.Dünya’da ve Türkiye’de Transseksüellik
Her konuda olduğu gibi translara bakış açısı ülkelere ve coğrafyaya göre farklılık göstermektedir. Refah seviyesi yüksek eğitimli toplumlarda transların anayasal düzeyde ve sosyal yaşamda hakları korunurken, birçok toplumda yasaklanan ve kabul görmeyen bir durumdadır. Örneğin İskandinavya ülkeleri ve Kanada, Avustralya gibi ülkeler bu konuda eşitlikçi bir yaklaşım sergilerken, Ortadoğu veya Afrika ülkeleri gibi çevre ülkelerde transfobi üst düzeydedir. Güneydoğu Asya’da; Filipinler, Tayland, Singapur gibi ülkelerde ise dünyayla kıyaslandığında yoğun bir trans nüfusu barınmaktadır. Coğrafya içerisinde durum normal karşılanmakta ancak hemen hemen bütün translar seks işçisi olarak çalışmaktadır ve bu durum adeta bir sektör haline gelmiştir.
Türkiye’ye baktığımızda ise trans bireyler zorlu yaşam koşulları altında hayatını devam ettirmektedir. Eşitlikçi bir yapı söz konusu değildir, sosyal ve hukuki anlamda önlerinde birçok engel bulunmaktadır.
5.Trans Hakları
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ” Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdanla donatılmışlardır, birbirlerine kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.” Şeklinde başlamaktadır. Ancak dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de translar açısından bu maddenin bir geçerliliği yoktur. Transların ayrımcılığa uğradığı bazı temel hakları sıralamak gerekirse; eğitim, sağlık, sosyal güvence, evlilik, istihdam, barınma en önemlileri olarak ortaya çıkmaktadır.
BULGULAR
1.TOPLUMSAL EŞİTSİZLİKTE TRANS BİREYLER
Toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık, cinsiyet rollerinin ‘doğal’ ve değişmez, biyolojik varlığımıza bağlı şeyler olduğu varsayımına dayanır. Bu varsayım yanlıştır, çünkü cinsiyet rolleri hem zaman içinde hem de kültürden kültüre değişirler. Kadınlarla erkeklerin birbirlerinden farklı olmaları, basitçe bir ‘farklılık’ olarak yaşanmaz, aynı zamanda, eşitsizliğin ve ayrımcılığın meşrulaştırılması da bu farklılığa dayandırılır. Farklılık, genel geçer Kadınlık ve Erkeklik kalıplarının üretilmesi ve yeniden üretilmesiyle sürdürülür, pekiştirilir. Ayrımcılık, bu kalıpların varlığını sürdüren en önemli araçlardan biridir. Bu toplumsal cinsiyete dayalı eşitsizlik ve ayrımcılıktan toplumun en dezavantajlı gruplarından olan trans bireylerde büyük ölçüde zarar görmektedirler. Toplumun geneli tarafından kabul görülmemiş olmanın verdiği psikolojik zararın yanında birçoğu zulüm, zorbalık ve fiziksel şiddete maruz kalmışlardır. Trans bireylere karşı eşitsizliği besleyen en büyük faktör toplumsal normların yanı sıra hukuk kurallarının eşitlikçi olmayan yaklaşımlarıdır. Trans bireyleri ayrımcılıktan ve nefret suçlarından koruyacak hukuksal çerçeve birçok ülkede olmadığı gibi Türkiye’de de mevcut değildir. Bunun yanı sıra cinsel yönelimleri doğrultusunda evlenmek istedikleri cinsiyetlerle evlenmeleri hukuk kuralları gereğince mümkün değildir.
1.1.ANAYASAL HAKLARDAN DIŞLANMA
Sahip olmaları gereken anayasal haklar kanunlarca kendilerine tanınmıyor ve toplumsal hayatta ötekileştirilip ayrımcılığa uğruyorlar. Trans bireylere homojen bir grupmuş gibi davranılıp dışlanıyorlar.
Yaptığımız görüşmelerde Deniz anayasal haklardan mahrum bırakılmalarını şöyle anlatıyor:
Bir düşünsenize sevdiğiniz insanla istediğiniz halde evlenemediğinizi. Evliliğin gerekçesi nasıl farklı cinsiyetlerden olmak olabilir e madem gerekçeyi bu koydun o zaman neden bana ait olduğum cinsiyetin kimliğini vermekte bu kadar zorluk çıkartıyorsun.(…) Doğuştan ait olduğu cinsiyete sahip olanlar böyle bir hakka sahipken bizler neden böyle zorluklarla baş etmek zorunda bırakılıyoruz bu benimde hakkım nasıl beni bundan mahrum edebilirsin.(…) [Trans erkek]
Heteroseksüel tüm bireyler evlenme hakkına sahipken LGBTİQ+ bireylere hukuken ayrımcılık yapılıyor. Homoseksüel ilişkilerin hukukta hiç yeri olmamasının yanı sıra ait oldukları cinsiyetin kimliğini almak konusun da birçok zorluk çıkartılıyor. Mesela kimliklerine sahip olabilmek için psikolog raporuna ihtiyacı olan trans bireyler senelerce hastanelerde ‘sürünüyorlar.’
1.2.ÖTEKİLEŞTİRME, DIŞLANMA VE AYRIMCILIK
Hukuken ayrımcılığa maruz kaldıkları gibi toplumsal eşitsizliklere de maruz kalıyorlar. Aile ve çevredekilerinden gördükleri baskıların yanı sıra bir de ötekileştirilerek toplumsal hayattan dışlanıyorlar. Yener bu konuyla ilgili bizlere şunları söyledi:
(…) Bir abim vardı takılıyorduk, eşi ben ve kendisi vakit geçirip bir şeyler yapıyorduk. Bana bir gün dedi ki; “Eşimle bir fantezi denemek istiyorum ama yanımızda biyolojik bir erkek istemiyorum sen sonradan oldun ya ben seni eşimden kıskanmam.” Diyerek beni bu şekilde fantezileri davet ettiler. [Trans erkek, 24]
Yener biyolojik olarak bir erkek olmadığı için kendini erkek olarak hissetmesine rağmen çevresinde erkek yerine konmuyor. Trans bireyler ‘sonradan bir erkek’ olduğu için diğer erkeklerden ayrı tutulup farklı şekilde muameleye maruz kalıyorlar. Homojen bir grup gözüyle bakılıp toplumsal hayatta ötekileştiriliyorlar.
1.3.MUHAFAZAKÂR TOPLUM YAPISI
Yaşadığımız bu coğrafya ananevi olarak ataerkil bir toplum yapısına sahip. Bu toplum yapısı ülkeye yerleşmiş olan muhafazakârlıkla birleşince trans bireyler, toplum tarafından belirlenen ahlaki normlar içerisinde ahlak dışı olarak kabul ediliyorlar. Yanlış bedenlere hapsolmuş ruhlara sahip olmaları kendi suçlarıymış gibi gösteriliyor. Trans bireylere ‘kâfir’ gözüyle bakılıp, cinsiyet değiştirmeleri ‘ayıp’ olarak tanımlanıyorlar. Çağlar bize bu konuyla ilgili şunları söyledi.
(…)İnsanlar yanımda dinle ilgili bir şey konuştukları zaman bana dönüp; “Sen kâfirsin anlamazsın bu konulardan zaten” gibi şeyler söylüyorlar. Sadece cinsiyet değiştirdiğim için ben artık dinden çıkmış olarak kabul ediliyorum. Anneme bile bu konudan ilk bahsettiğim zaman; “Tövbe et kızım senin yolun yol değil dön bu yoldan” demişti bana. Sonuç artık görüşmüyoruz. [Trans erkek]
Muhafazakâr bir aileye sahip olan Çağlar annesinin bu gibi tepkilerinden dolayı babasına dahi açılamadan evini ve ailesini terk etmek zorunda kalanlardan sadece bir tanesi.
1.4.ATAERKİL TOPLUM YAPISI
Bunun yanı sıra sahip olduğumuz ataerkil toplum yapısı erkeklik gibi baskın bir cinsiyetin bırakılıp ta kadınlık gibi ‘erkeğin yönettiği cinsiyete’ geçilince trans kadınlar toplum içerisinde trans erkeklerden daha fazla ayrımcılığa ve tacize maruz kalıyorlar. Trans kadınlara birer seks işçisi gözüyle bakılıyor ve ‘tek işlevleri erkeklerin fantezilerini süslemekten ibaret’ olarak algılanıyor. Emel bizlere bu konuyu şu sözleriyle anlattı:
Erkeklik gibi yüksek bir mertebeyi bırakıp kadın olduğunuz zaman toplum tarafından kabullenmeniz daha zor oluyor.(…) Onlara göre bizler sadece gece saatlerinde sokağa çıkma hakkına sahibiz sabahları sokakta görünmemiz bile ayıp. Sanki birer sapıkmışız gibi yolda yürüme şeklimiz bile tahrik edici bir hareket gibi yansıtılıyor. [Trans kadın, Aktivist]
Bu sebeple araştırmamız boyunca trans kadınlara ulaşmakta çok daha fazla zorlandık. Ulaşabildiğimiz trans erkek sayısı ulaşabildiğimiz trans kadın sayısının iki katı. Erkek ve kadın nüfusunun hemen hemen eşit olduğu bu ülkede-Kadınlar 49,8, erkekler 50,2- kadınlar ülkenin dezavantajlı grupları arasında yer alıyor. Bu yüzden trans kadın olan her birey trans olmanın getirdiği zorluğun yanı sıra kadın olmanın getirdiği zorluklarla da uğraşmak zorunda kalıyor.
2.TRANS BİREY VE ÇALIŞMA HAYATI
Çalışma hayatı, trans bireyler açısından ayrımcılığın en yoğun şekilde yaşandığı alanlardan biridir. Çünkü çalışma hakkı ve özgürlüğü, ekonomik ve sosyal haklar kapsamı içerisinde, bireyin en temel haklarındandır. Ve herkesin olduğu gibi trans bireyler de maddi refahını sağlamak için çalışmak zorundadır. Çalışma hakkı ve özgürlüğü anayasal bir hak olmasına rağmen trans bireyler açısından bu hak, halen ülkemizde mücadele edilmesi gereken bir konudur.
2.1.MOBBİNG
Mobbing, bir grup insanın, bir kimseye veya başka bir gruba sosyal kabadayılık yapması olarak tanımlanabilir. Psikolojik şiddet, baskı, kuşatma, taciz, rahatsız etme veya sıkıntı vermek anlamlarına gelir. En iyi ifade eden anlamıyla yıldırma veya iş yerinde psikolojik terör anlamlarıdır. Ülkemizde zaten kötü durumda olan çalışma koşulları trans bireyler üzerinde daha da büyük baskı yaratmaktadır. İş hayatında kendine yer bulmakta zorlanan trans bireyler çalıştıkları iş yerlerinde bir de mobbinge maruz kalıyorlar. Birçoğu bu sebepten dolayı istifa ediyor ya da etmeye zorlanıyorlar. İş başvuru, işe alınma, terfi ettirilme, işten ayrılma, vasıfsızlaştırma süreçleri de dahil olmak üzere iş hayatında her türlü transfobik ve cinsiyetçi tutumlara uğruyorlar. Masal bu konuyla ilgili bizlere şunları anlattı;
Bundan önce çalıştığım yerde yaklaşık 2 senedir çalışıyordum. İşe girdiğimden bu yana birçok işin yükünü de benim omuzlarıma vermelerine rağmen ne mevkiim ne de maaşım yükselmişti. Zam istediğim zamanda ise “seni bu halinle çalıştırdığıma dua etmiyorsun da bir de utanmadan benden zam mı istiyorsun” tepkisini alınca daha fazla orda kalamazdım.(…) [Trans Kadın, Satış Danışmanı]
Masalın iş yerinde uğradığı mobbingten kaynaklı olarak yeni girdiği iş yerinde kimliğini saklamak zorunda kaldı. Masal gibi daha birçok trans birey çalışma ortamında gerek iş arkadaşları gerek işverenleri gerekse müşteriler tarafından birçok defa sözlü ve fiziksel tacize aynı zamanda hakaretler ve aşağılayıcı tavırlara maruz kalmaktalar.
2.2.SINIRLI ÇALIŞMA ALANLARI
Mobbinge maruz kalmasına rağmen hala aynı iş yerinde çalışmaya devam etmek zorunda olan birçok trans bireyde var çünkü çalışma alanlarındaki kısıtlılıktan dolayı işsiz kalmayı göze alamıyorlar. Alper bize bununla ilgili şunları söyledi:
(…) Yaklaşık 3 aydır işsizim. Birçok yere başvuru yaptım çoğu reddedildi çoğuna
cevap dahi gelmedi.(…) Zaten okumamış ve tam olarak kendinizi ait hissettiğiniz cinsiyetin kimliğini elinize almamışsanız başvuru yapabileceğiniz yerler ya club, bar tarzı yerlerdir ya da Beşiktaş, Taksim gibi yerlerdeki kafelerde garsonluktur.[Trans erkek, İşsiz]
Trans bireylerin çalışma alanlarının kısıtlı olması ve hatta kısıtlı olan bu alanlarda da işe alınmaları için patronlarının ‘insaflarına’ kalmaları birçoğuna geçim sıkıntısı yaratıyor ya da çalışmak istemedikleri birçok işi yapmak zorunda bırakılıyorlar.
SONUÇ
Tüm bu bulgulardan da anlaşılacağı kadarıyla da trans bireyler hayatın her alanında dezavantajlı grup olarak ele alınabilir. Tüm toplumsallaşma süreçlerinde birçok sorunla karşılaşmalarına rağmen çoğu hayatını devam ettirebilmek için psikolojik şiddete göz yummak zorunda bırakılıyorlar. Fakat ülkemizde translara yapılan tüm bu davranışlar o kadar katlanılamaz seviyelere geldi ki nefret söylemleriyle birlikte trans cinayetleri de aynı oranda artış gösterdi. Toplumsal boyutta olduğu gibi hukuksal boyutta da bu cinayetler cezasız kalıyorlar. Bu araştırmamızın sonucunda trans bireylerin hayatlarının ne kadar zor olduğunu ve toplumun hayatı onlara daha da zor hale getirdiğini görünür kılmaya çalıştık.
EK
1.SÖZLÜK
TOPLUMSAL CİNSİYET/BİYOLOJİK CİNSİYET: İki sabit toplumsal cinsiyet kimliği olduğu düşüncesinin ötesine geçmek, bazılarımız için yeni ve baş etmesi güç bir fikirken, bazılarımız için hayatın ta kendisi. “Biyolojik cinsiyet” ve “toplumsal cinsiyet” ayrı, ancak bağlantılı kavramlardır. Biyolojik cinsiyet, genel olarak, bir insanın penis, testisler, vajina, rahim ve benzeri biyolojik özellikleri üzerinden tanımlanır. Bunlar anatomik bakımdan bir kişiyi kadın ya da erkek olarak tanımlayan özelliklerdir. “Toplumsal cinsiyet” ya da tıpta kullanılan terimiyle “cinsellik kimliği” ise çeşitli anlamlarda kullanılır. Bazen “toplumsal cinsiyet” kavramıyla toplumsal cinsiyet rolleri ya da ifadeleri -belli bir zaman döneminde belli bir kültürde “erkeksi” ya da “kadınsı” kabul edilen davranış özellikleri- kastedilir. Bu özellikler, saç şekli ve giyim stilinden, insanların konuşma ya da duygularını ifade etme tarzlarına kadar uzanabilir. “Toplumsal cinsiyet” kavramı, toplumsal cinsiyet kimliğini -erkek, kadın ya da transseksüel olarak kendimize dair içsel algımızı- ifade etmek için de kullanılabilir.
CİNSEL YÖNELİM: Belli bir cinsiyetteki bireye karşı süregelen duygusal, romantik ve cinsel çekimi ifade eder. Cinselliği oluşturan dört unsurdan biridir. Cinsellikle ilgili diğer üç unsur ise; 1-Biyolojik cinsiyet, 2-Toplumsal cinsiyet kimliği (erkek ya da kadın olmaya ilişkin psikolojik duyum) 3-Toplumsal cinsiyet rolü (eril ya da kadınsı davranışları belirleyen kültürel normlara uyum). Tanımlanmış üç cinsel yönelim ise; -Kişinin kendi cinsiyetinden birine yönelmesi eşcinsellik, -Kişinin karşı cinsiyetten birine yönelmesi heteroseksüellik, -Kişinin her iki cinsiyete de yönelmesi biseksüelliktir. Cinsel yönelim, duyguları ve kendilik kavramını içerdiği için cinsel davranıştan farklıdır. Bireyler davranışlarıyla cinsel yönelimlerini ifade edebilecekleri gibi etmeyebilirler de. Birey, kendi cinsel yönelimini nasıl adlandırıyorsa o esastır.
KARŞIT GİYSİCİLİK-TRA(NS)VESTİZM (TRANSVESTİSM): Geçici olarak karşı cinsten biri gibi yaşamak için, o cinse ait giysilerin giyilmesi ve karşı cins gibi davranılmasıdır. Kalıcı bir cinsiyet değişikliği özlemi veya bununla ilgili hormonal/cerrahi tedavi isteği yoktur. Bu terim Avrupa’daki Crossdresser’a denk gelir ama ülkemizde daha çok transseksüellikle karıştırılmaktadır.
TRAVESTİ: Daha çok dış görünüşle ve davranışlarıyla karşı cinse ait olma isteğinde olan kişi. Bu sözcük kişideki transvestizmi ifade eder. Halk arasında travesti dendiğinde daha çok kadın giyimindeki/davranışındaki erkekler akla gelse de travesti kelimesi aslında hem erkek hem de kadın için geçerlidir; yani erkek giyimindeki/davranışındaki kadınlar için de kullanılır.
TRANSSEKSÜEL: Kendisini karşı cinsten biri olarak tanımlayan kişidir. Hem erkek hem de kadın için geçerlidir. Kişi erkek olduğu halde kadın olmayı isteyebilir, kadın olduğu halde erkek olmayı isteyebilir. Ancak transseksüel, daha çok ruhsal eğilimler için belirleyici bir kelimedir. Kişinin davranışlarından çok iç dünyasında kendisini karşı cinsten biri gibi görmesi, hissetmesidir. Bu yüzden transseksüel bireyleri dış görünüşlerinden belirlemek söz konusu değildir. Çünkü bireyler, kendilerini karşı cinsten hissettiklerini dış görünüşlerine her zaman yansıtmazlar. Transseksüellik cinsiyete dair kimliği ifade eder; bireylerin cinsel yönelimi ile alakası yoktur. Transseksüel bir birey, heteroseksüel, biseksüel veya eşcinsel olabilir. *Halk arasında travesti, ameliyatla kadın olmamış, yalnızca dış görünümü ve davranışlarıyla kadın kimliğine bürünenleri; transseksüel ise giyim ve davranışlardan öte ameliyatla kadın olanları tanımlamak için kullanılan yerleşmiş kelimelerdir. Oysa her iki cinsiyet için de geçerli olmak üzere, kişinin cinsiyet geçişi ameliyatı olması ya da olmaması tanımlamalarda belirleyici özellik olmamalıdır. Kişinin kendisini nasıl hissettiği üzerinden getirdiği tanımlamanın esas alınması gerekir.
TRANSGENDER: Herhangi bir cerrahi müdahale geçirmiş yada geçirmemiş kadın veya erkeklerden biyolojik cinsiyetine ve görünümüne bir şekilde müdahale edenlerin tamamını kapsayacak şekilde, İngilizce bir tanımlama olup Türkçe ’deki travesti ve transseksüel tanımlamalarının ikisini de kapsar. İngilizcede LGBT kısaltmasındaki T’dir. Yurtdışında yaygın olarak kullanılmakla birlikte ülkemizde bu terim çok fazla yaygınlık kazanmamıştır.
HETEROSEKSİZM: Heteroseksüelliğin yegâne cinsel yönelim olduğunu ileri süren, diğer cinsel yönelimleri yok sayan, baskılayan ya da aşağılayan ideolojidir. Kadınlara yönelik ayrımcılık olan seksizmin (cinsiyetçilik), heteroseksüel olmayanlara yönelik halidir. Heteroseksizm, heteroseksüelliği bir zorunluluk olarak görme ve biricik varoluş biçimi olarak dayatma halidir.
Heteroseksizm, Gordan’ın sosyoloji sözlüğündeki tanıma göre, ‘Karşı cinsten insanların ilişkiye girdiği heteroseksü-elliğin karşıtı olarak aynı cinsten insanların ilişkiye girdiği homoseksüelliğin yer aldığı bir dizi toplumsal arenada hete-11roseksüelliğe ayrıcalıklı rol atfedilen, çok çeşitli toplumsal pratikleri (dilbilimselden fiziksele kamusal ve özel alanda açık ve üstü kapalı olarak) anlatan bir terimdir. Heteroseksizm tek başına eşcinsellik karşısında konumlanan bir durum değildir.
HETERONORMATİVİTE: Heteroseksüelliğin normal ve tek cinsel yönelim olarak görülmesi, toplumsal değerlerin, kuralların ve yaşam biçimlerinin herkes heteroseksüelmiş gibi kabul edilmesidir. İnsanların kadın ve erkek olarak ikiye ayrılmasını; cinsel ilişkilerin/evliliklerin sadece ve sadece karşı cinsiyetlere sahip kişiler arasında olabileceğini ve her cinsiyetin kendine has rolleri olduğunu iddia eden inançlar, düşünceler, normlar bütünüdür.
HOMOFOBİ: Genel anlamıyla eşcinsellere ilişkin olumsuz duygu, tutum ve davranışlar olarak tanımlanır. Homofobi, kişisel bir korku ve irrasyonel bir inanç olmanın çok ötesinde kültür ve anlam sistemleriyle, kurumlar ve sosyal geleneklerle ilişkili olarak ele alınması gereken politik bir alanda oluşan, gruplar arası bir sürece işaret eder. Homofobi, daha bireysel (kişilik, benlik algısı, bilişsel yapılar vb.) süreçlerin de etkilediği, eşcinsellerin ve biseksüellerin bir dış grup olarak kavramsallaştırılması sonucunda oluşan ve belirli stereotiplerin eşlik ettiği bir gruplar arası ilişki ideolojisi olarak görülebilir. Homofobik ideoloji kendiliğinden 12kişisel bir özellik olarak değil, belirli bir sosyo-kültürel bağlam içinde oluşur. Kültürel ve bireysel koşullar ve süreçlere dayalı bütün köklerine rağmen pek çok sosyal psikolog, homofobinin ırkçılık ve seksizm(cinsiyetçilik) bağlantıları içinde anlaşılabileceğini düşünür. Homofobi bu anlamda seksizmin önemli bir uzantısıdır. Heteroseksüellikten farklı cinsel yönelimlere sahip insanlara karşı şiddet, erkekliğin, bir anlamda cinsiyetçi kullanımıyla “insanlığın korunması ve kontrolü” için bir mekanizma haline gelir.
TRANSFOBİ: Travesti ve transseksüellere yönelik önyargı ve nefreti anlatır. Biyolojik cinsiyetinden dolayı kendisinden beklenen seksüel ve toplumsal rollere uymayarak cinsiyet değiştirenlere karşı bir tür kaygı ve korku ifadesidir.
KAOSGL: Kaos GL grubu kurulduğundan itibaren Kaos GL dergisini çıkarmakta olan bir LGBTİ derneğidir. . Eylül 2000 tarihinden beri de Kaos Kültür Merkezi’nde kültürel etkinlikler, toplantılar, film gösterimleri düzenlemekte olup ilk LGBT kütüphanesini de oluşturmuştur. Ayrıca sosyal hizmetlerden psikolojiye, hukuktan mülteci alanına kadar birçok konuda danışmanlık ve hizmet vermektedir. 2006 yılından beri Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşmayı organize eden Kaos GL Balkan, Kafkas ve Orta doğu ülkelerinde çalışma yürüten yerel homofobi karşıtı örgütlerin tecrübe paylaşımı ve bir arada mücadele çatısı Homofobiye Karşı Bölgesel Ağ çalışmasının da kurucusu ve örgütleyicisidir.
SPoD: Sosyal Politikalar Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği veya kısa adıyla SPoD, 21 Eylül 2011 tarihinden itibaren Beyoğlu'nda bulunan dernek merkezinin kurulmasıyla birlikte çalışmalarına başlamış, Türkiye'de toplumun her alanında yaşanan ve özelde cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli şiddet, baskı, sosyal dışlanma ve ayrımcılığa karşı mücadele eden bir LGBT derneğidir. Dernek yeni kurulmasına karşın, Türkiye'de LGBTİQ+ bireylere yönelik nefret suçu ve nefret cinayeti örneğini taşıyan birçok davanın savunuculuğunu üstlenmiştir.
TRANS-X TURKEY: Trans X Türkiye, Türkiye’deki trans bireyler hakkında ve onların haklarını desteklemek için oluşturulan bir internet portalıdır. Bu portal trans bakış açısı ile geliştirilmiştir ve trans bireyler tarafından gerçekleştirilecektir.
İstanbul LGBTT Dayanışma Derneği, Trans X Projesi'nin ana partnerlerinden birisidir.
LİSTAG: Lezbiyen Gey Biseksüel Trans İnterseks Bireylerin Aileleri ve Yakınları Derneği veya kısaca LİSTAG, LGBT bireylerin aile ve yakınlarına destek olmak için kurulmuş bir dernektir. Grup düzenli olarak toplantılar yapmakta, LGBTİQ+ bireylerin yakınlarını buluşturmakta, onların ve toplumun LGBTİQ+ ve homofobi konusunda bilgilenmesi ve bilinçlenmesi yönünde faaliyetlerde bulunmaktadır.
İSTANBUL LGBTT: Transların haklarını gözeten ve onlara psikolojik manevi yardım yapmayı amaçlayan trans sığınma evleri açan bir sosyal yardım derneği.
HAZIRLAYAN
Büşra Saltan
Derya Şahin
Ezgi Öztürk
Yusuf Engin
KAYNAKÇA
ŞAHİN Salih, (2015) Çalışma ve Sosyal Güvenlik İçin LGBT Hakları El Kitabı, 1, Kaos GL Ankara,2015.
ŞAHİN Salih, (2015) İçişleri Bakanlığı İçin LGBT Hakları El Kitabı, 1, Kaos GL Ankara,2015
.
YALÇIN Sezen, ŞAPKA Deniz, AKIN Mehmet, EKİNCİ Sultan, (2014), Yerel Siyasette LGBTİ Hakları, Cansu Atlay, 1, SPoD, İstanbul, 2014.
KARSAY Dodo, (2015), Trans Aktivistler İçin BM Savunuculuğu El Kitabı, Emirhan Deniz Çelebi, 1, Ayrıntı Basım Evi, Ankara, 2017.
http://www.kaosgldernegi.org/belge.php?id=sozluk
http://2015.ses.org.tr/wp-content/uploads/ses_lgbti.pdf
https://www.evrensel.net/haber/254155/calisma-hayatinda-lgbti-gerceginin-farkina-varmak
http://www.spod.org.tr/turkce/biz-kimiz/
http://www.istanbullgbti.org/lgbtt/
https://listag.org/
[1] Mahlas kullanılmıştır.
Yayınlanma: 24.02.2022 12:24
Son Güncelleme: 07.07.2022 11:02

Bunları da sevebilirsiniz...

Evlilikte Duyarsızlık: Psikolojik Dinamikler ve Çözüm YollarıEvlilik, iki bireyin duygusal, fiziksel ve zihinsel olarak birbirine bağlandığı, karşılıklı anlayış ve destek üzerine kurulu bir birlikteliktir. Ancak, zamanla çiftler arasında duygusal bağın zayıflaması, empati eksikliği ve ilgisizlik gibi sorunlar ortaya çıkabilir. Evlilikte duyarsızlık, partnerlerden birinin ya da her ikisinin de diğerinin duygularına, ihtiyaçlarına veya beklentilerine karşı kayıtsız kalması olarak tanımlanabilir. Bu durum, evliliğin temel taşlarından olan güven, sevgi ve iletişimi tehdit ederek ciddi çatışmalara yol açabilir. Bu makalede, evlilikte duyarsızlığın psikolojik nedenleri, etkileri ve çözüm yolları ele alınacaktır.Evlilikte Duyarsızlığın Psikolojik NedenleriEvlilikte duyarsızlığın kökeninde bireysel, ilişkisel ve çevresel faktörler yatabilir. İlk olarak, bireysel faktörler arasında kişinin geçmiş deneyimleri, duygusal olgunluk düzeyi ve stresle başa çıkma becerileri yer alır. Örneğin, çocukluk döneminde duygusal ihmale maruz kalmış bir birey, yetişkinlikte duygularını ifade etmekte zorlanabilir ve partnerinin ihtiyaçlarına karşı duyarsız kalabilir. Ayrıca, kişinin kendi duygularına yabancılaşması (aleksitimi) da empati kurma yeteneğini zayıflatabilir.İlişkisel faktörler, çiftler arasındaki iletişim kalitesine ve çatışma çözme becerilerine bağlıdır. Uzun süreli evliliklerde, çiftler rutinlere hapsolabilir ve birbirlerinin duygusal sinyallerini fark etmeyi bırakabilir. Örneğin, bir partnerin sürekli olarak iş stresiyle meşgul olması, diğer partnerin duygusal ihtiyaçlarını göz ardı etmesine neden olabilir. Ayrıca, çözülmemiş çatışmalar veya biriken kırgınlıklar, duygusal mesafe yaratabilir ve duyarsızlığı körükleyebilir.Çevresel faktörler arasında ise modern yaşamın getirdiği baskılar öne çıkar. Yoğun iş temposu, maddi sorunlar veya çocuk yetiştirme sorumlulukları, çiftlerin birbirine ayıracakları zamanı ve enerjiyi azaltabilir. Bu durumda, partnerler farkında olmadan birbirine karşı ilgisiz hale gelebilir.Duyarsızlığın Evliliğe EtkileriEvlilikte duyarsızlık, hem bireysel hem de ilişkisel düzeyde ciddi sonuçlar doğurabilir. Duyarsızlığın en yaygın etkilerinden biri, duygusal bağın zayıflamasıdır. Bir partnerin sürekli olarak diğerinin ihtiyaçlarına kayıtsız kalması, terk edilmişlik, değersizlik ve yalnızlık hislerini tetikleyebilir. Bu durum, zamanla öfke, hayal kırıklığı veya depresif belirtiler gibi duygusal sorunlara yol açabilir.Duyarsızlık, aynı zamanda iletişimde bozulmalara neden olur. Duygusal ihtiyaçları karşılanmayan bir partner, kendini ifade etmekten vazgeçebilir veya agresif bir iletişim tarzı benimseyebilir. Bu, çiftler arasında kısır döngüye dönüşen çatışmalara yol açar. Örneğin, bir partnerin "Seninle konuşmak anlamsız, zaten beni umursamıyorsun" gibi söylemleri, diğer partneri savunmaya geçirerek iletişimi daha da zorlaştırabilir.Duyarsızlığın uzun vadeli etkileri arasında ise evliliğin sürdürülebilirliğinin tehlikeye girmesi yer alır. Partnerlerden biri sürekli olarak ihmal edildiğini hissederse, bu durum sadakatsizlik, ayrılık veya boşanma gibi sonuçlara yol açabilir. Ayrıca, duyarsızlık çocukların da duygusal gelişimini etkileyebilir; ebeveynler arasındaki soğukluk, çocuklarda güvensizlik veya kaygı gibi sorunlara neden olabilir.### Çözüm Yolları: Duyarsızlığı Aşmak İçin Psikolojik StratejilerEvlilikte duyarsızlığı aşmak, çiftlerin bilinçli çabaları ve duygusal yatırımlarıyla mümkündür. Aşağıda, bu sorunu çözmek için uygulanabilecek psikolojik stratejiler sıralanmıştır:1. *Açık ve Yapıcı İletişim Kurma*: Çiftler, duygularını ve ihtiyaçlarını açıkça ifade etmeye özen göstermelidir. "Sen hep böyle yapıyorsun" gibi suçlayıcı ifadeler yerine, "Bazen ihtiyaçlarımı fark etmediğini hissediyorum, bu konuda konuşabilir miyiz?" gibi yapıcı bir dil kullanılabilir. İletişimde "ben dili" kullanmak, karşı tarafın savunmaya geçmesini önler.2. *Empati Geliştirme*: Empati, partnerin duygularını anlamak ve onun bakış açısını takdir etmek anlamına gelir. Çiftler, birbirlerinin duygusal sinyallerine daha fazla dikkat ederek empati becerilerini güçlendirebilir. Örneğin, partnerin stresli bir gün geçirdiğini fark eden bir eş, destekleyici bir tavır sergileyerek duygusal bağı güçlendirebilir.3. *Kaliteli Zaman Geçirme*: Yoğun yaşam temposunda çiftlerin birbirine ayırdığı zaman azalabilir. Birlikte geçirilen kaliteli zaman, duygusal yakınlığı artırır. Haftada bir akşam yemeği, ortak bir hobi veya basit bir yürüyüş bile ilişkiyi canlandırabilir.4. *Duygusal Farkındalığı Artırma*: Partnerler, kendi duygularını ve ihtiyaçlarını daha iyi anlamak için öz-yansıtma yapabilir. Meditasyon, günlük tutma veya terapi gibi yöntemler, duygusal farkındalığı artırarak duyarsızlığın azalmasına yardımcı olur.5. *Çift Terapisi*: Profesyonel destek, duyarsızlığın altında yatan nedenleri anlamak ve etkili iletişim stratejileri geliştirmek için faydalıdır. Çift terapisi, çiftlerin birbirine karşı daha duyarlı hale gelmesine ve ilişkilerini yeniden inşa etmesine olanak tanır.6. *Stresle Başa Çıkma Becerilerini Geliştirme*: Dışsal stres faktörleri duyarsızlığı tetikleyebilir. Çiftler, stres yönetimi teknikleri (örneğin, nefes egzersizleri veya zaman yönetimi) öğrenerek birbirine daha fazla enerji ayırabilir.Evlilik ve İlişki Terapisinin Temel PrensipleriEvlilik ve ilişki terapisi, çeşitli temel prensipler üzerine inşa edilmiştir. Bu prensipler, çiftlerin ilişkilerini anlamalarına ve sorunlarını çözmelerine yardımcı olur. İşte evlilik ve ilişki terapisinin temel prensiplerinden bazıları:İlişkiyi önceliklendirmeİlişki terapisi, çiftlerin ilişkilerini önceliklendirmelerini sağlar. İlişkideki sorunlar genellikle diğer yaşam stresleri tarafından gölgelenebilir. Terapistler, çiftlere ilişkilerini önemsemelerini ve ona zaman ayırmalarını öğütler. Bu, ilişkinin sağlıklı bir şekilde gelişmesini sağlar.Eşitlik ve saygıEvlilik ve ilişki terapisi, çiftler arasında eşitlik ve saygı temelinde kurulmuştur. Terapistler, çiftlere birbirlerine karşı saygılı olmayı, duygularını ifade etmeyi ve ihtiyaçlarını dile getirmeyi öğretir. Bu, sağlıklı bir iletişim ve karşılıklı anlayışın temelidir.İletişim becerileri geliştirmeİletişim, sağlıklı bir ilişkinin temel taşıdır. Evlilik ve ilişki terapisi, çiftlere etkili iletişim becerileri geliştirmeleri konusunda rehberlik eder. Terapistler, aktif dinleme, empati kurma ve açık bir şekilde ifade etme gibi becerileri öğretir. Böylece, çiftler duygularını daha iyi ifade edebilir ve birbirlerini daha iyi anlayabilir.Çatışma yönetimiHer ilişkide çatışmalar kaçınılmazdır. Evlilik ve ilişki terapisi, çiftlere çatışma yönetimi becerilerini öğretir. Terapistler, çiftlerin çatışmaları yapıcı bir şekilde ele almalarını sağlar. Bu, çiftler arasındaki anlaşmazlıkların daha sağlıklı bir şekilde çözülmesine yardımcı olur.#SonuçEvlilikte duyarsızlık, çiftlerin duygusal bağını zayıflatan ve ilişkiyi tehdit eden ciddi bir sorundur. Ancak, bu durum çözümsüz değildir. Duyarsızlığın kökeninde yatan bireysel, ilişkisel ve çevresel faktörleri anlamak, çözüm yollarını belirlemede ilk adımdır. Açık iletişim, empati, kaliteli zaman geçirme ve profesyonel destek gibi stratejiler, çiftlerin birbirine karşı duyarlılığını artırabilir. Evlilik, sürekli bir çaba ve özen gerektirir; duyarsızlığı aşmak ise bu çabanın en önemli parçalarından biridir. Çiftler, birbirine karşı duyarlılıklarını yeniden inşa ederek daha sağlıklı, tatmin edici ve sürdürülebilir bir ilişki kurabilirler. Yazıyı Oku
Uzman: Hidayet ÇALIŞKANYayınlanma: 21.04.2025

Stockholm Sendromu, psikoloji literatüründe, mağdurların kendilerine zarar veren ya da onları esir tutan kişilere karşı duygusal bir bağ geliştirdiği bir durum olarak tanımlanır. Bu sendrom, adını 1973 yılında İsveç’in başkenti Stockholm’de yaşanan bir banka soygunu olayından almıştır. Soyguncular tarafından altı gün boyunca rehin tutulan dört banka çalışanı, kurtarılmalarına rağmen soygunculara karşı sempati geliştirmiş, hatta bazıları onların avukatlık masraflarını karşılamış ve biri soyguncudan biriyle evlenmek için nişanlısından ayrılmıştır. Psikiyatr Nils Bejerot tarafından ilk kez tanımlanan bu durum, sadece rehine durumlarıyla sınırlı kalmayıp, aile içi şiddet, cinsel taciz, insan ticareti ve tarikat gibi baskıcı ilişkilerde de gözlemlenmektedir. Bu makalede, Stockholm Sendromu’nun tanımı, belirtileri, nedenleri ve tedavi yöntemleri detaylı bir şekilde ele alınacaktır. Stockholm Sendromu Nedir?Stockholm Sendromu, bir mağdurun, kendisini fiziksel ya da psikolojik olarak tehdit eden kişiye karşı empati, sempati ve hatta bağlılık geliştirmesi durumudur. Bu durum, genellikle hayatta kalma içgüdüsüne dayanan bir savunma mekanizması olarak ortaya çıkar. Mağdur, tehdit altında olduğu bir ortamda, saldırganın küçük iyiliklerini abartarak ona karşı olumlu duygular besleyebilir. Örneğin, bir rehine, kendisine yemek veren veya zarar vermemeyi seçen bir soyguncuyu “iyi” biri olarak algılayabilir. Bu, mağdurun stresli ve tehlikeli bir durumda kontrol hissi kazanma çabasıdır.Sendrom, yalnızca rehine durumlarında değil, günlük hayatta da görülebilir. Örneğin, aile içi şiddet mağdurları, kendilerine zarar veren partnerlerine karşı bağlılık geliştirebilir. Benzer şekilde, tarikat üyeleri veya savaş esirleri de baskıcı figürlere karşı paradoksal bir bağlılık sergileyebilir. Bu durum, mağdurun dünyayı saldırganın perspektifinden görmeye başlaması ve kendi kimliğini kaybetmesiyle karakterizedir.Stockholm Sendromu’nun BelirtileriStockholm Sendromu’nun belirtileri, mağdurun psikolojik ve duygusal durumunda belirgin değişikliklerle kendini gösterir. En yaygın belirtiler şunlardır:1. *Saldırgana Karşı Sempati ve Empati*: Mağdur, kendisine zarar veren kişiyi suçlamak yerine onun davranışlarını haklı çıkarmaya çalışabilir. Örneğin, bir rehine, soyguncunun “zor bir hayatı” olduğunu düşünerek ona acıyabilir.2. *Duygusal Bağlılık*: Mağdur, saldırganla güçlü bir duygusal bağ kurabilir. Bu bağ, saldırganın mağduru koruduğu veya ona anlayış gösterdiği yanılsamasına dayanabilir.3. *Kurtarıcılara Karşı Olumsuz Tutum*: Mağdur, polise veya kendilerini kurtarmaya çalışan diğer kişilere karşı düşmanca bir tavır sergileyebilir. Örneğin, 1973 Stockholm olayında rehineler, polisin operasyon yapacağını öğrenince soyguncuları uyarmıştır.4. *Kendini Suçlama*: Mağdur, yaşadığı durumu kendi hatası olarak görebilir ve saldırganı suçlamaktan kaçınabilir.5. *İzolasyon Hissi*: Mağdur, yalnızca saldırgan tarafından anlaşıldığını düşünerek dış dünyadan kopabilir.6. *Anksiyete ve Depresyon*: Mağdurlarda uyku bozuklukları, kabuslar, odaklanma sorunları ve duygusal boşluk gibi belirtiler sıkça görülür.Bu belirtiler, mağdurun yaşadığı travmatik deneyimin bir sonucu olarak ortaya çıkar ve genellikle bilinçsiz bir şekilde gelişir. Stockholm Sendromu’nun NedenleriStockholm Sendromu’nun kesin nedenleri bilinmemekle birlikte, birkaç faktörün bu durumu tetiklediği düşünülmektedir. En temel neden, mağdurun hayatta kalma içgüdüsüdür. Tehdit altında olan bir birey, saldırganla bağ kurarak hayatta kalma şansını artırmaya çalışır. Diğer nedenler arasında şunlar yer alır:- *Uzun Süreli Temas*: Mağdur ile saldırgan arasındaki uzun süreli etkileşim, duygusal bağlanmayı kolaylaştırır.- *Güç Dengesizliği*: Saldırganın mağdur üzerindeki mutlak kontrolü, bağımlılık hissini artırır.- *İzolasyon*: Mağdurun dış dünyayla bağlantısının kesilmesi, saldırganı tek ot [belirtme] kaynağı haline getirir.- *Manipülasyon*: Saldırganın mağdura karşı hem tehditkar hem de “nazik” davranışları, mağdurda kafa karışıklığına yol açar.- *Biyolojik Faktörler*: Travmatik durumlar, beyin kimyasında değişikliklere neden olabilir ve bu da duygusal bağlanmayı tetikleyebilir.Stockholm Sendromu’nun TedavisiStockholm Sendromu, resmi bir psikiyatrik tanı olarak DSM-V’te yer almasa da, psikolojik bir durum olarak kabul edilir ve tedavi edilmesi gereken ciddi bir durumdur. Tedavi, genellikle mağdurun travmatik deneyimlerini anlaması, duygusal bağlarını sorgulaması ve sağlıklı başa çıkma mekanizmaları geliştirmesi üzerine odaklanır. Başlıca tedavi yöntemleri şunlardır:1. *Psikoterapi*: Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) ve travma odaklı terapi, mağdurun yanlış inançlarını sorgulamasına ve travmatik deneyimleriyle başa çıkmasına yardımcı olur. EMDR (Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme) terapisi de travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) belirtilerini hafifletmede etkilidir.2. *İlaç Tedavisi*: Anksiyete, depresyon veya uyku bozuklukları gibi belirtiler için psikiyatristler tarafından antidepresan veya anksiyolitik ilaçlar reçete edilebilir.3. *Destek Grupları*: Benzer deneyimler yaşayan kişilerle bir araya gelmek, mağdurun yalnız olmadığını hissetmesini sağlar ve iyileşme sürecini hızlandırır.4. *Aile ve Çevresel Destek*: Mağdurun ailesi ve arkadaşlarının destekleyici bir tutum sergilemesi, duygusal iyileşme için kritik öneme sahiptir.5. *Farkındalık ve Eğitim*: Mağdurun ve çevresinin Stockholm Sendromu hakkında bilgi sahibi olması, durumu tanımayı ve erken müdahale etmeyi kolaylaştırır.Tedavi süreci, mağdurun bireysel hikayesine ve klinik belirtilerine göre özelleştirilir. Amaç, mağdurun kendi duygularını tanıması, özgüvenini yeniden kazanması ve sağlıklı ilişkiler kurabilmesidir. SonuçStockholm Sendromu, insan psikolojisinin karmaşık ve çoğu zaman anlaşılması zor bir yönünü temsil eder. Mağdurun, kendisine zarar veren kişiye karşı geliştirdiği duygusal bağ, hayatta kalma içgüdüsünün bir sonucu olarak ortaya çıkar ve hem bireysel hem de toplumsal düzeyde ciddi sonuçlar doğurabilir. Sendromun belirtilerini tanımak, erken müdahale için kritik öneme sahiptir. Psikoterapi, ilaç tedavisi, destek grupları ve çevresel destek gibi yöntemlerle, mağdurlar travmatik deneyimlerini aşabilir ve sağlıklı bir yaşam sürebilir. Ancak, bu süreçte profesyonel yardım almak ve sabırlı bir yaklaşım benimsemek esastır. Stockholm Sendromu, sadece mağdurları değil, aynı zamanda toplumu da etkileyen bir durumdur ve bu nedenle farkındalık yaratmak, önleyici adımlar atmak ve destek sistemlerini güçlendirmek büyük önem taşır.*Kaynaklar*:- Memorial Tıbbi Yayın Kurulu, “Stockholm Sendromu Nedir? Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri,” 2024.[](https://www.memorial.com.tr/saglik-rehberi/stockholm-sendromu-nedir)- Acıbadem Web ve Yayın Kurulu, “Stockholm Sendromu Nedir? Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri,” 2024.[](https://www.acibadem.com.tr/ilgi-alani/stockholm-sendromu/)- NPİSTANBUL, “Stockholm Sendromu Nedir, Belirtileri Nelerdir?,” 2025.[](https://npistanbul.com/stockholm-sendromu-nedir-belirtileri-nelerdir) Yazıyı Oku
Uzman: Hidayet ÇALIŞKANYayınlanma: 21.04.2025

Aşk; tanımı yapılması oldukça zor kelimelerden biridir. Ben bu noktada romantik aşktan bahsetmek istiyorum. Aşk; birine karşı hissedilen güçlü bağlılık, sevgi ve çekim duygusudur. Aşık olma; bireylerin birbirine güçlü şekilde çekilmesi ve duygularını derinleştirmeleriyle birlikte ilişkiyi sürdürmek istemeleriyle başlar. Aşık olma; yüksek fiziksel çekimi, yoğun duygusallığı ve sevdiğin kişiyi sık sık düşünmeyi ve bunların sonucunda bağlılığı içinde barındırır. Bağlanma birey için bir ihtiyaç olmakla birlikte ait olma gereksiniminin yansımasıdır, bu nedenle evrimsel kalıtımımızın bir parçasıdır. Ruhumuzun sevmeye ve bağ kurmaya ihtiyacı vardır. Her birimizin bağlanma biçemleri vardır. Üç geleneksel bağlanma biçemi güvenli, kaygılı ve kaçıngan bağlanmadır. Bağlanma ilişkileri bebeklikte başlar fakat yaşam boyunca önemlidir ve aile arkadaşlarla olduğu kadar partnerle olan ilişkileri de kapsar. Bağlanma; duygusal düzenleme, ilişki tutarlılığı, ilişkisel nitelik ve iletişim, çatışma ve yakınlık olmak üzere zamanla romantik ilişkilerin birçok yönüyle ilişkilendirilmiştir. Örneğin; güvenli bağlanan kişiler yakınlığı hoş karşılarken, kaçınmacı kişiler bundan korkabilir. Kaygılı kişiler ise terk edilmekten korkabilirler. İnsanlar; ilişki partnerlerinde belirli bağlanma niteliklerini arayabilirler ya da belirli bağlanma biçemine sahip olan partnerle yaşadığı birliktelik kendi bağlanma biçemini değiştirebilir. Bir partnerin ihaneti güvenli bağlanma biçemimizi sarsarken, sürekli ve kestirebilir biçimde seven partner kaçıngan bağlanma biçemimizi güvenli hale getirebilir. Aşk yaşamımıza bambaşka şekilde yansımaktadır. Bazen bu yansıyış canımızı yakabilir.. AŞK kurtulunması gereken bir şey olmaktan çok tadına varılması gereken bir şey olarak düşünülür nitekim keşke her zaman böyle olsa fakat birçok kez en çok gereksinimi duyulan ayakta kalma ve iyileşmedir. Aşk ve ilişki de hayat gibi inişli çıkışlı bir yolculuktur. Günümüzde sıkça duyduğumuz kavramlar arasına sevginin bir anda yoğun bir şekilde gösterilmesiyle başlayan " Love Bombing", aniden ortadan kaybolmalarla tanımlanan "Ghosting" ve gerçeklik algısını sarsacak kadar etkili bir manipülasyon yöntemi olan "Gaslighting" eklendi. Bu kavramlar sağlıklı ilişki dinamiklerini sarsan ciddi unsurlar olarak önümüze çıkmaktadır. Bunları yaşadıktan sonra aşkın yitik haline tanıklık etmemiz kaçınılmaz olmaktadır. Bu noktada yitik bir aşktan kurtulmak pek kolay olmamasına rağmen değişik stratejiler ile süreci kolaylaştırabiliriz.İlki ve en önemlisi bunun zaman alacak olmasıdır. Bu yüzden sabırlı davranmalıyız. İlişkide bağlanma gereksinimi varsa bunu yitirmek bireyi sarsan olumsuz bir deneyim olmaktadır. Aslında ilişkiler bittiğinde belki de canımızı en çok yakan şeylerden biri o bağı kaybetmiş olmamızdır. Bundan kaynaklı bireyler bir anda iyileşme beklememelidir. Bireyler bu süreçte kendisine bakım ilkelerini hatırlatmalıdır. İyi beslenme ve uyuma, bedenimiz ve işimiz üzerine odaklanma iyileşme sürecinde yardımcı olabilir. Ve en önemlilerinden bir tanesi de destek sistemidir. Bu destek sistemine güvenmek önemlidir. Onarım sürecinde olan birey için toplumsal yaşama dönmesini sağlayacak etkinlikler önermeden duyarlı ve yargısız bir dinleyici olmaya kadar arkadaşlar ve aile sık sık yardımcı olabiilir.Ayrıca bireyin onarımını hızlandırmak için yapılması ve yapılmaması gereken bazı özgül davranış stratejileri vardır. Yapılmaması gerekenler oldukça açıktır:Partneri anımsatıcı şeyleri çevrenizde tutmayın. (resimler,hediyeler..)Eski partneri aramayın ve evinin veya apartmanının yakınlarından geçmeyin.Ortak arkadaşlarınıza partneriniz hakkında soru sormayın. Eğer iyileşmekte olan birey eski partnerini düşünmeye başlarsa, gözünün önünde bu düşünceyi durduracak bir DUR işareti canlanmalıdır.Eğer bir şarkı veya müzik parçası partneri hatırlatıyorsa o şarkı veya müzik parçası dinlenmemelidir.Son olarak o ilişki hiç yaşanmamış gibi davranmak pek sağlıklı bir yöntem değildir. Acınızın farkında olun ve ileriye bakın. Yapılması gerekenlerden daha önce de bahsettiğimiz gibi kişinin görünümüne özen göstermesi, bir destek sistemine güvenmesi gerekmektedir. Ek olarak birey çalışma yaşamında veya okulda başarılı olmaya odaklanabilir veyahut kendisine yeni bir ilgi alanı bulup oraya yoğunlaşabilir. Gönüllü çalışmalara katılım sağlayıp insanlara yardım edebilir. Başkasına yardım etmek insanı kendisi hakkında düşünmekten uzaklaştırabilir ve iyileşme sürecinde fayda sağlayabilir. Bu süreç bir spor veya boş zaman etkinliğine başlamanın tam zamanıdır. Sanat bu noktada size fayda sağlayabilir. Sanat terapisi uygulayıcısı olarak şunu söyleyebilirim ki yazmak, boyamak, çizmek insan ruhunu en rahatlatan şeylerden biridir. Onun haricinde nefes egzersizleri, yoga, meditasyon. Hayatta her şey bir nefesle başlar. Doğru nefes alıp vermeye başladığınızda, bedeninizin dengeye girmesi korku ve endişelerinizden kurtulmanız, duygularınızı kontrol edebilmeniz, zihninizin ve düşüncelerinizin berraklaşması, hayatınızı kısıtlayan, yerleşmiş inanç ve davranış kalıplarının salıverilmesi; kısaca yenilenmeniz mümkün olacaktır. Bir düşünün.. En son ne zaman derin, uzun bir nefes aldınız? Eğer uzun zamandır derin bir nefes almadıysanız şimdi derin bir nefes alın ve sonrasında kendinize şu soruyu sorun: Sana kendine ne kadar değer verdiğini ilişkine baktığım zaman anlıyorum deseydim bu sana nasıl hissettirirdi? Eğer cevabın olumsuzsa onarıma kendimizden başlayarak en doğru kararı vermişiz demektir. İnsan kendine nasıl davranıyorsa karşısındaki de öyle davranır. Önce sen kendini sevmeli ve kendine değer vermelisin. Son olarak onarımda olan kişi aşk ilişkisini kaybettiğinde şu an çekmekte olduğu acıya neden olan, ait olma gereksiniminin ileride büyük olasılıkla yeni ve umut edilir daha başarılı bir aşk ilişkisine çekeceğini anımsamalıdır. Bu ilişki sana ne öğretti?, Belki de ilişkiden beklediklerini ve beklemediklerini öğretti. Dilersen bunları yepyeni bir sayfaya yazıp değerlendirebilirsin. Sen ilişkiden ne bekliyorsun? Sınırların neler? Seni neler rahatsız ve mutsuz eder? Sen ne olduğu zaman kendini seviliyor hissediyorsun? Senin sevgi dilin ne? Bütün bunlara verdiğin cevap seni yeniliğe hazırlayacak. Onarımını tamamlama yolculuğunda kendini daha iyi tanıman, anlaman ve yeni başlangıçlara hazırlanmanda yardımcı olabilmek dileğimle.. PSİKOLOG HANDE İPEK TEMEL.KAYNAKÇA YAKIN İLİŞKİLER PSİKOLOJİSİ, S. HENDRİCK. Yazıyı Oku
Uzman: Hande İPEK TEMELYayınlanma: 15.04.2025