BOŞANMA KARARI VE ÇOCUK PSİKOLOJİSİ
Boşanmaya karar veren çiftlerin çoğu bu durumu çocuklarına nasıl anlatmaları gerektiklerini ve çocuğunun bu durumdan nasıl etkileneceğini düşünmeden hareket ediyor. Boşanmaya karar veren çift "o nasılsa küçük, aklı ermez" gibi düşünceler içerisine girerek kendi problemlerine yoğunlaşıyorlar ve bu durumu çocuğa anlatma ihtiyacına girilmiyor. Fakat bu boşanma sürecinde en çok yükü aslında ebeveyn değil, çocuklar yaşıyor.
Hiç bir çocuk anne ya da babasından ayrı kalmak istemez. Ebeveyn boşanmayı ne kadar istese de çocuk kendi dünyasında bu durumun olmasını istemez ve bu olaya katlanmak zorunda kalır. Biz yetişkinlerin bazı olaylar karşısında kimi zaman zorlandığımız oluyorken çocukların bu tür olaylara direnç göstermesi daha zayıf olur. Böyle bir durumda çocuk acısını biz yetişkinlerden daha büyük ve derinden yaşar. Çocuğun kendi iç dünyasından düşünecek olursak çocuk ebeveynin boşanma eyleminden ötürü kendisini suçlayabilir. Anne ve babanın anlaşamama durumunun kendisi yüzünden olduğunu zannedebilir. Anne ve baba ayrı yaşamaya başladığı durumda ise çocuk herhangi bir ebeveyn ile yaşayacağından dolayı diğer ebeveynin onu sevmediğini düşünebilir ya da evden ayrılan ebeveyne karşı bir takım öfke besleyebilir.
Anne ve baba böyle bir durumda yaşadıkları gerginlik, sıkıntı ya da sorunlarını çocuğa yansıtmamalıdır. Bu evre içine giren çift; çocuğun yanında başkasına ya da direk çocuğa anne ya da babayı kötüleyici sözler söylememelidir. Boşanma kararı alan bir çift bu durumu çocuklarına birlikte anlatmalıdır. Çocuğa boşanma kararı söylenirken ayrıntılara girmeden durum anlatılmalıdır. İçinde bulunulan durum ve sonrasında oluşacak yaşam biçimi çocuğun yaşına göre açıklayıcı cümlelerle anlatılmalıdır.Boşanma evresi çocuğa anlatılırken ebeveyn onu bir çocuk olarak değil, bir birey olarak ele almalı ve “yaşı küçük nasılsa anlayamaz” denmemelidir. Bu durum anlatılırken çocuğun biz yetişkinler gibi olumlu tepkiler veremeyeceği de göz önünde bulundurmalıdır.
Boşanma kararı çocuğa şu şekilde anlatılabilir; “ Biz birbirimizi çok seviyorduk, aynı evde birlikte yaşamaktan çok mutluyduk. Ama artık annen ve ben / baban ve ben aynı evin içinde birlikteyken mutlu olamıyoruz, bu yüzden ayrı evlerde yaşamaya karar verdik. Ayrı evlerde yaşama kararımızda biz anne ve baba olarak senden ayrılmıyoruz, birbirimizden ayrılıyoruz. Seni çok seviyoruz ve sevmeye devam edeceğiz. Senin üzüleceğini, bu durumdan mutsuz olacağını biliyoruz ama bu tamamen annen ve baban olarak ikimizden kaynaklanan bir sorun. Senin bu durumla ilgili hiçbir suçun ve sorumluluğun yok “
Boşanma kararı esnasında çocuğa kesinlikle yalan söylenmemelidir. Söylenecek ufak bir yalan bile çocuğun size olan güvenini sarsabilir. Bu konuda dürüst olmak gerekmektedir. Çocuklar boşanma sonrasında hangi ebeveynde kalacağı, nerede ve nasıl bir ortamda yaşayacağı konusunda bilgilendirilmelidir. Görüşme düzeninizin nasıl olacağına hep birlikte karar vermeniz gerekir. Çocukların bu süreçteki taleplerini hassasiyetle karşılamalı ve çiftlerin aynı evde yaşamaması durumunda çocuğun hala annesi ve babası olduğunuzu, onu her zaman sevip ve koruyacağınızı belirtmeniz gerekmektedir. Yaşanan bu sıkıntılı sürecinde en kısa sürede biteceğini ve bu duruma katlanması gerektiğini söylemelisiniz.
Boşanma sonrası çocuk evden ayrılan ebeveyne karşı kaygı ya da öfke duyabilir ya da evden ayrılan ebeveyni özleyebilir. Bu gibi durumlarda mutsuzluk, içe kapanma gibi duygular yaşayabilir. Bu gibi durumda çocuğun okul, sağlık gibi problemlerinde her iki ebeveyn çocuğun yanında ve destek olmalıdır. Sevgi hiçbir şekilde esirgenmemelidir. Ev içinde yaşanılan düzen eskisi gibi devam etmelidir. (yatma, kalkma, ders çalışma, televizyon izleme saatleri, yemek yeme saatleri vb.)
Boşanan eşler, aralarında yaşanan kötü olaylara rağmen arkadaş olmaya gayret göstermeliler çünkü ne kadar boşanmış olsalar da çocukları için ister istemez görüşmek zorundadırlar. Boşandıktan sonra ebeveyn olma sorumluluğu unutulmamalı. Anne ve babanın boşanma sonrası görüşmelerinde birbirlerine olan kızgınlıkları çocuğa yansıtılmamalıdır. Ebeveyn kimi zaman çocukta oluşan problemlerde birbirlerine danışmalıdır. Çocuk için ortak çözüm bulup, ortak kararlar almaları gerekmektedir.
Boşanma sonrası ebeveyn çocuğuna daha fazla zaman ayırmalıdır. Anne ve baba çocukla ilgilenirken yaşadıkları ekonomik, psikolojik, sosyal problemleri bir kenara bırakmalıdır. Çocuğa olumsuz hiç bir problem yansıtılmamalıdır. Çocuk anne ya da babadan ayrı yaşasa dahi kendisine önem verildiğini sevildiğini hissetmelidir. Düşüncelerine, fikirlerine önem verilmelidir. Problemi olduğunda dinlemelidir. Fakat bu çocuğun her istediğini yapmak anlamına gelmemektedir. Boşanmanın ardından anne babalar çocuğu kendi taraflarına çekmek için onun istediği her şeyi yapma yanılgısına düşmemelidir. Çocuk taraf tutmak için zorlanmamalıdır. Çocuk her iki ebeveyniyle serbest ve kaliteli zaman geçirmelidir. Bu durumu daha kolay atlatabilmesi için keyifli aktivitelerde bulunabilir. Örneğin; Hafta içi annede kalan bir çocuk ödevlerini yaparken akşam annesiyle sinemaya gidebilir, aynı şekilde hafta sonu babayla ödevlerini yapan çocuk yine akşam babasıyla sinemaya gidebilir. Yapılan aktivite ya da sorumluluk planları hafta içi ya da hafta sonu diye sınırlandırılmamalıdır. Çocuk her iki ebeveynle sorumluluk ve aktivite paylaşımında bulunmalıdır.
Evden ayrılan ebeveyn çocukla kararlaştırdıkları saatte ve günde görüşmeye özen göstermelidir. Unutmayın çocuk sadece evde yaşadığı bir bireyden değil, almış olduğu modelden de ayrılmış olur. Kendisini değersiz ve sevilmeyen birisi hissetmemesi için verilen sözler ve alınan kararlar yerine getirilmelidir. Eğer ebeveyn görüşme gününde bir mazeret gösteriyorsa bunu açık, dürüst ve anlaşılır bir dille çocukla paylaşmalıdır. Çocuğa kesinlikle yalan söylememelidir. Yalan söylendiği takdirde çocuk ebeveynin onunla görüşmek istemediğini düşünerek öfke ya da kaygı duyguları yaşayabilir.
Boşanma sonrası çocukta derslerinde başarısızlık, uyku ve yeme bozuklukları, öfke problemleri, kendine ya da başkasına zarar verme, içe kapanma, arkadaşlarıyla iletişim kuramama gibi problemler oluşabilir.
Bu gibi durumda ebeveyn çocuğa kızmamalıdır. Aile bu süreçte hata yapmamalıdır. Bu süreçte çocuğa karşı gösterilecek en ufak hata daha büyük sorunlar doğurabilir. Eğer mücadele edemeyecek gibi hissediyorsanız boşanma öncesi ya da sonrasında mutlaka bir psikoloğa danışıp yardım almalısınız. Evliliklerinde sorun yaşayan eşler, ilk çare olarak boşanmayı düşünmektense, profesyonel yardım almayı denemeli. Boşanmaya kesin karar verildiğinde, çocukların bundan nasıl etkileneceği düşünülerek planlı hareket edilmelidir. Çünkü bu süreçte neler olup bittiği, bundan sonraki yaşam düzeninin ne olacağı son derece önemlidir.
Uzm.Klinik Psikolog Gökçe Kayalar
gokcekayalar5@gmail.com
Yayınlanma: 21.12.2020 09:29
Son Güncelleme: 21.12.2020 09:29

Bunları da sevebilirsiniz...
Son senelerde kişilerin yaptıkları işlerden, kurdukları aileden, çalıştığı yerden, arkadaş çevresinden, eğlence hayatından dahi mutlu olamadıkları ya da olmadıkları hep karşımda…Kendi hayatının zirvesinde olanda, dipte olanda mutluluktan bir haber.Mutluluk şunlara sahipseniz sizindir demek çok basma kalıplık olur. Ama mutluluk için ihtiyacınız olanlar işte onlar önemli:)Herkese merhabalar…Umarım herşey yolundadır, değilse de yoluna girmesini ümit ediyorum.Mutluluk ve mutlu olmak hakkında paylaşmak istediklerim var.Biz insanoğlunun peşinden koştuğu belli başlı şeyler var bunlardan biride, mutluluk.Son senelerde kişilerin yaptıkları işlerden, kurdukları aileden, çalıştığı yerden, arkadaş çevresinden, eğlence hayatından dahi mutlu olamadıkları ya da olmadıkları hep karşımda…Kendi hayatının zirvesinde olanda, dipte olanda mutluluktan bir haber.Mutluluk şunlara sahipseniz sizindir demek çok basma kalıplık olur. Ama mutluluk için ihtiyacınız olanlar işte onlar önemli:)İlk mutluluktan bahsedelim sonrasında mutluluk için ihtiyacımız olanlara değinelim.Mutluluk, bir durum ya da kişiye karşı duyunlar histir. Mutluluk çoğunlukla zihnimizdeki mutluluk resmi ile eşleşiyorsa hissedebildiğimizdir. Bu da nedemek? Kişi yaşamının her karesine dair zihninde bir resim oluşturmuştur. Başarıya, güvene, sevgiye, aşka, ve tabi mutluluğa dair. Zihnimizdeki resme uymayan her bir başlık eşleşmediğinde ne mutluyuz ne de başarılıyızdır. Çünkü sana gelen mutluluk zihnindeki resimle eşleşmemiştir.Neden bu kadar mutlu olmaya odaklıyız? Neden yaşamın her karesinde çok mutlu olmayı dilemekteyiz? Var olan mutluluklarımızla neden yetinmeyip dahasını istemekteyiz? Geçmişteki mutluluğumuzu gelecekte de aramak neden? Başkalarının mutluluklarıyla mutlu olmak niye bu kadar zor? Sanal dünyanın gerçek olmayan mutlulukları bizi niye bu kadar zorda bırakmakta? Ünlü, ünsüz, fenomenlerin mutluluklarına neden bu kadar özenmekteyiz? Hayat sürekli başrol dizi ya da film oyuncusu olmaktan mı ibarettir? Yan karakter olmak görülmez olmak demek midir? Ya da mutluluklarımız gösteriş mi olmak zorundadır? Sessiz yaşanan mutluluklar yeterli değil midir?Ve dahası sorular bizlerin kendi mutluluğumuza dair engellerimizdir.Mutluluk seninle olsun istiyorsan;1- Kanaat et!Sahip oldukların ve olacaklarına kaanat et. 1 kalbin varsa 2.sini isteme, sahip olduğunla mutluluğu ara, yetin.Bir kabiliyetin varsa onun üzerinde yoğunlaş, şu kişi bunuda yapıyor bende yapayım deme, aç gözlülük etme.Bir ailen varsa varlığına kanaat et, zenginliğini sahip olduklarınla hisset, sahip olamadıklarına hırslanıp hasetlenme, onların için çaba etmen yeterli.2-Şükret/İyiki de!Bu şükür yaratıcıya duyulan minneti dile getirmek olabilir. Yanındakinin varlığına dair şükür olabilir. Hayatın defterinde mutlaka iyikilerin yazılıdır, onları gözden geçirmeyi dene. Unuttuğun iyikilerin seni yürüdüğün yolda yaptıkların ve yapacaklarına dair inancını güçlendirecektir.3-Ne geçmişte takılı kal! Ne de geleceği yasla karşıla!Geçmişte yaşadıklarımızı, geleceğimizde biçtiğimiz hasatımızdır. ‘Ne ekersen onu biçersin‘tamda buraya uygun bir cümle diyebiliriz. Acılarımızın kaynağı, öncelikle kendi içimizde hapsolmuşluğumuzdan kendimizi nasıl kurtaracağımızı söyleyen cümlelerimiz, daha da kendimize hapsolmuş hissetmemize neden olur. Seçimlerimizi sıkıntılı yaşam seviyesinde yaptığımız sürece, çözümlerimizin kökleri sorunun içinde olacaktır. Şimdide ektiğin sağlıklı tohumun geleceğinin sağlıklı hasatıdır. Geçmişle barışmak, geçmişe öfkelenip göndermek, yeni bir geçmiş oluşturmak senin elinde. Çıkamıyorsan bu kısır döngüden psikolojik destek al ve kendini şifalandır.4-Hayatındaki kalabalıktan kurtul!Hayatındaki kişileri, mekanları, işleri, planları, yediklerini, içtiklerini, izlediklerini, tercihlerini ve seçimlerini un eleğinden ele zamanın geldi. Zaman varki bunlar arasında kendini kaybettiğin, bulamadığın kalabalıktan kendini dinleyemediğin ya da zorunlu bırakıldıklarını düşün yapmak zorunda oldukların, maruz kalmak zorunda oldukların. Hayat eleğini kullan ve yığın arasında çık. Seni hakikaten mutlu eden arkadaşın ile beraber ol, zorunda bırakıldığın sen olmadığını hissettiğin o topluluktan sıyrıl. Ait hissettiğine yönel. Seni iyiliğe teşvik eden, pozitif zihnin yaşam sürdüğü yere yönel. Bırak senelik planlar yapmayı, 12 ay 365 günün olduğunu düşün.5- Keşke demeyi bırak!‘Keşke bende, keşke sende’ başlayan cümlelerini azalt, hatta bırak. Tercihlerinin iyi yanlarınıda gör, olumsuz yanlarının seni geliştirmesine izin ver. Bırak gözünün üzerindeki kaşa söylenmeyi… Bir kerede izin ver noktalama ve yazım hataları yapmana… Keşke dedikten sonra pişman olmayı bırak. ‘Keşke’nin hayatını demoralize etmesine izin verme. Olumsuza odaklanıp, olumluyu görmezden gelme.Bunlardan biri veya birden çoğu seni anlatıyor olabilir. Hiç biride değil demek sürece direnmek demektir. Görmezden gelmek, yüzleşmek istememektir. Umutsuzca mutluluğu aramak mutsuzluğun devamıdır. Mutluluğun kendini aranması gerekmez. O kendisidir.Çok uzatmadan sonuna geldiyseniz yazının, vakit ayırıp okuduğunuz için teşekkür ederim. Daha çok yazılar yazabilmem için desteklerinizi beklerim. Sizlerin desteği benim yazma cesaretim…Sevgiler… Yazıyı Oku
Uzman: Tuğba ÖZYÜREKYayınlanma: 21.09.2020
Hiçbir ilişkinin sorunsuz ve mükemmel bir şekilde ilerlemesi mümkün değildir. Her çift ilişki süreçleri boyunca dış etkenlerden dolayı birçok sorunla karşılaşır. Kimi zaman çiftler bu sorunları ilişki içerisinde birlikte çözebilirken bazen de bir uzmandan destek almaları gerekebilir. Çiftlerin bir çözüme ulaştıramadığı bu problemler, ilişkinin yıpranmasına ve tükenmesine neden olabilir. Bir süre sonra ilişki içerisinde, sık sık tekrarlanan ve şiddeti artan kavgalar ortaya çıkabilir. Bu kavgalar iki kişiyi de ruhsal açıdan olumsuz etkiler. Çift ve aile terapisi ilişkilerde olumlu değişimleri sağlayabilmeyi hedefler. Çiftler arası yaşanan problemler genellikle iletişim sorunları, problem çözme becerilerindeki eksiklikler, çiftler arası tartışmalar, duygusal yakınlıkla ilgili sorunlar ve cinsellikle ilgili sorunlar olarak karşımıza çıkar. Bu sorunlar çiftler için ilk başlarda başa çıkılabilir sorunlar olarak gözükürken, zamanla çözemedikleri büyük sorunlara dönüşebilir.Çift ve aile terapisinde temel amaç; çiftlerin birbirleri hakkında daha derin bir anlayış kazanmaları ve ilişkilerinde yaşadıkları problemleri çözüme kavuşturmalarıdır. Burada çiftler arasında yaşanan bu zorlu süreçler ele alınarak, bir çözüm yolu bulunmaya çalışılır. Terapi sayesinde çiftler problemlerle nasıl başa çıkacaklarını öğrenirler. Etkili, yapıcı iletişim kurma ve sürdürme becerisini kazanırlar. Bu sayede terapi sürecinde problemlerini çözerken, aynı zamanda gelecekte yaşanabilecek problemleri de nasıl çözeceklerini öğrenmiş olurlar. Bu ilişkinin olumlu ve sağlıklı ilerlemesine yönelik oldukça yarar sağlar. Çünkü çoğu çift, terapi sürecinden sonra artık sorunları ve problemleri ile nasıl başa çıkacaklarını öğrenmiş olarak ayrılır.Terapi sırasında terapistin rolü kişilerin duygu ve düşüncelerini açık bir şekilde ifade etmelerini sağlamak, yaşadıkları problemin kaynağına inerek, bir çözüm arayışı bulmaktır. Terapi planı yapıldıktan sonra, çifte yeni bakış açıları kazandırılarak, yaşadıkları olaylara farklı bir pencereden bakmaları hedeflenir. Özetle, çiftin yaşadıkları problemlerde terapist bir aracı rol üstlenerek, kişilerin birbirlerini doğru bir şekilde anlamalarına yardımcı olur. Yapılan araştırmalara göre, çift ve aile terapileri etkili, kısa vadede sonuç aldıran ve ekonomik olan terapi çeşitlerinden biridir. Gittikçe tüm dünyada ve ülkemizde yaygınlaşmaya başlamıştır.Ne zaman terapiye başvurmak gerekir?Çift ve aile terapisine genellikle çiftler artık problemlerini kendi başlarına çözemedikleri ve ilişkileri çıkmaz bir hale girdiği zamanlarda başvururlar. Ancak çift ve aile terapisine, sadece problemler veya sıkıntılar yaşandığı zaman başvurmak gerekmez. İlişkiyi geliştirmek, güçlendirmek ve ileride ortaya çıkabilecek sorunları önlemek için de çift danışmanlığı alınabilir. Bu sayede bireyler ileride karşılarına çıkabilecek sorunları birbirlerini yıpratmadan nasıl çözüme kavuşturacakları konusunda deneyim kazanırlar.Aile ve Çift Terapisi kimler için uygundur? Eşiyle veya partneriyle ilişki içerisinde problemler veya sorunlar yaşayan herkes aile ve çift terapisinden faydalanabilir.·Çiftler arası ikili ilişkilerde karşılaşılan problemlerde,·Evlilikte karşılaşılan problemlerde,·Boşanma sürecinde,·Duygusal istismar ve şiddet olaylarında,·İlişkiyi etkileyen önemli yaşam olaylarının varlığında,·İkinci bir evlilik sürecinde,·Partnerlerde kişilik bozukluğu söz konusu olduğunda.Partnerlerden biri terapiye gitmek istemezse ne yapılabilir?Çift ve aile terapisine partnerlerin ortak kararı ile başladığında çok daha etkili ve hızlı sonuç verir. Çünkü böyle bir başlangıçla problemin tam olarak neden kaynaklandığı ve çözümü bilinmesede bir sıkıntının var olduğu kabul edilmektedir. Bu da bize iki tarafında çözüm istediği ve değişime istekli olduğunu gösterir. Maalesef böyle bir başlangıç her zaman mümkün olmayabilir. Bireyler toplumsal önyargılar ve kişilik yapıları nedeniyle problemlerinin çözümü için yardım istemekte zorlanabilirler.Çoğu zaman partnerlerden biri yardım alma önerisini kavga esnasında veya problemin yaşandığı yoğun bir çatışma sırasında gündeme getirir. Bu durum partnerin terapiyi reddetmesine neden olabilir. Çünkü çatışma veya kavga esnasında danışmanlık almanın önerilmesi karşı tarafa bir eleştiri gibi gelebilir. Kişi problemlerin tamamen kendinden kaynaklandığını düşünebilir. Bu da terapiye karşı önyargıların oluşmasına neden olabilir. Partnerlerden biri terapiye gitmeyi kesinlikle kabul etmiyorsa, nedenlerini anlamaya çalışmak önemlidir. Partnere belki bir deneme seansına gitmeyi önermek burada işe yarayabilir.Eğer tüm çabalarınıza ve isteğinize rağmen partneriniz terapiye gelmeyi kabul etmezse, bu durumda kendi başınıza bir şeyler yapmaya başlayabilirsiniz. Bireyin tek başına ilişki sorunlarını düzeltmesi tabi ki zordur ancak en azından bir terapist ile konuşarak ilişki içerisindeki kendi rolünüzü görebilir, problemleri çözmede ve ilişkiyi geliştirmek için neler yapabileceğinizi öğrenebilirsiniz. Bazı durumlarda partnerlerden biri terapi almaya başladığı zaman ve kendini geliştirip, değiştirdiğinde partnerinin de ilişkiye ve terapiye karşı bakış açısı değişebilmektedir. Bu durumda partnerinizde kendi isteğiyle terapi sürecine başlamayı kabul edebilir.İlişkinizde sorunları artık konuşarak çözemediğinizi hissediyorsanız mutlaka yardım alın! Aile ve çift terapisine başlamak çoğu zaman bireyler için zordur. İlişki gibi özel bir yaşamı ve buna bağlı olarak ortaya çıkan problemleri üçüncü bir kişiyle paylaşmak bireylere oldukça zor gelebilir. Çoğu zaman kişiler kendi başlarına bu problemleri çözmeye çalışırken başarısız oldukları bir süreçte oldukları için ve konuşmalar bir süre sonra sonu görülmeyen şiddetli kavgalara dönüştüklerden dolayı, çiftler bu durumu terapi sürecinde de yaşamaktan çekinebilirler veya korkabilirler. Ancak terapi sürecinde, problemler tartışılsa bile kavganın şiddetlenmesi mümkün olmaz çünkü terapist duruma müdahale ederek, olası problem karşısında çiftlere problem çözme becerilerini ve yapıcı iletişimin nasıl kurulacağı konusunda yol gösterir. Bu sayede çiftler etkili iletişim becerileri kullanarak, problemlerle nasıl başa çıkacaklarını öğrenirler. Bunu terapi süreciyle öğrenen bireyler, zamanla gündelik yaşamlarında da uygulamaya başlayarak, eskiden partnerleri ile çözemedikleri problemleri artık tek başlarınada çözebilir hala gelirler.Unutmayın, sorun yaşadığımız ilişkiler bizim üzerimizde oldukça olumsuz etkiler bırakır. Acı, endişe, gerilim ve kaygı yaşarız. Eğer bu sorunlar çözümlenmeden devam ederse, ruhsal sağlığımızı olumsuz etkilediği gibi fiziksel sağlığımızı da olumsuz etkileyebilir. İkili ilişkimiz çıkmaza girdiğinde bir önlem almazsak, ilişkimiz bitme noktasına gelebilir. Bu nedenle problemler yıkıcı bir hale gelmeden çözümlemek oldukça önemlidir. Yazıyı Oku
Uzman: Merve Ece KAYHANYayınlanma: 25.12.2021
Bireylerin psikomotor gelişimi (vücudun isteğe bağlı hareket kazanması) anne karnında izlenebildiği halde, psikoseksüel (ruhsal-cinsel) gelişim doğumdan sonra farklı evrelerde gözlenir. Freud’un Psikoseksüel Gelişim Kuramı’na göre, bireyin kişiliğinin oluşması ve tam olarak olgunluğa ulaşabilmesi için belli dönemlerde atlatması gereken evreler vardır. Beş aşamadan oluşan psikoseksüel gelişim evrelerinde, her aşamanın zamanında ve doğru bir şekilde deneyimlenmesi şarttır. Freud zihnin yapısal modelini ‘’id-ego-superego’’ şeklindeki kişilik bileşenleri ile tanımlamıştır. İd bireyin kontrol edilemeyen, zevk temelli içgüdüler kümesidir ve bilinçaltında konumlandırılırken; süperego denetleyici, eleştirel ve ahlaki yasa savunucusudur, yine bilinçaltında etkinliğini sürdürür. Ego ise id ve süperego arasında dengeyi sağlamaya çalışan bir köprü rolü üstlenir. Psikoseksüel aşamalarının doğru zamanda doğru şekilde deneyimlenmesinin, bireyin id,ego ve süperego gelişimi için kritik önemi vardır. PSİKOSEKSÜEL AŞAMALAR1.ORAL DÖNEM Bu aşama 0-18 ayları arasında yaşanır, id egemenliği söz konusudur. Bebeğin gereksinimlerini karşılamak için ısırma, emme, çiğneme ağız yoluyla yaptığı ilk içgüdüsel eylemler olduğundan,haz bölgesi ağız olarak kabul edilir. Bu sebeple bu dönemde bebekler, objeleri ağız yolu ile tanımaya ve anlamlandırmaya çalışırlar. Anne memesi özellikle çocuğun dış dünya ile bağlantı kurduğu başlıca unsurdur. Oral saplanma, bir diğer adı ile oral fiksasyon, bebek oral dönemde ağız yoluyla elde edilmesi gereken yeterli hazza ulaşamadığı zaman gerçekleşir. Anne memesinden yoksun kalma ya da gereğinden fazla maruz bırakılma durumu oral saplanmaya sebep olur. Bu dönemdeki saplanmanın telafi edilmediği bireylerde sigara kullanımı, tırnak yeme, obezite, küfürbazlık, objeleri sürekli ısırma eylemi (kalem tepesi gibi), parmak emme ve bağımlı kişilik bozukluğu gibi problemler ile karşılaşılabilir. Otizm Spektrum Bozukluğu olan çocuklarda bu dönemde emme, ısırma, çiğneme gibi eylemlerin geciktiği ya da hiç yaşanmadığı durumu ile karşılaşabiliriz. Bir başka açıdan da anne memesi ile yaşanması gereken doyumun ve hazzın bebekte gerçekleşmediğini gözlemleyebiliriz. Bu durumlar, evrede saplanmaya (fiksasyon) sebep olur. Erken tanı almış ve bu dönemi normal süreçleri ile geçirmiş çocuklar avantajlı sayılabilirken; saplanma (fiksasyon) yaşamış çocuklar için telafi amacı ile kullanılabilecek, ağız bölgesinin dahil edileceği bilişsel gelişimi destekleyici bir çok etkinlik oluşturulabilir. 2.ANAL DÖNEMBu dönem 18-36 aylar arasında gerçekleşir, süperegonun gelişmeye başladığı aşamadır. Doyum bölgesi çocukta anüstür, dış dünya ile bu bölge aracılığı ile iletişim kurmaya başlar. Dışkıyı ve idrarı tutabilme becerisi geliştirir, ve bu bölgedeki kontrol etme-bırakma sürecinden haz alır. Çocuğun aldığı hazzı dışavurumu ve ayrıca hissettiği öfke, saldırganlık, mutsuzluk gibi diğer duygular anüs yolu ile gösterilmeye başlanır: altını ıslatma, ıkınma, temizlenme süreci gibi. Bu dönemde ailenin tutumu son derece kritiktir. İlk bireysel bağımsızlığını kazanacağı dönem olarak da düşünülebileceği için aile destekleyici, teşvik edici ve ödüllendirici bir tutum içerisinde olmalıdır. Ceza odaklı davranış, baskıcı tutum, katı kurallar gibi yaklaşımlar anal saplantıya (anal fiksasyon) sebebiyet verebilir. Anal gelişim sürecinde çocuğun odak noktası genelanlamda kendisidir. Sevgi objesi olarak kendi vücudunu belirler. Bu sebeple kendi vücudunu kullanarak gerçekleştirdiği tuvalet süreci cezalandırma vebaskı barındırırsa çocuğun gelecek yaşamda özgüven eksikliği, bağlanma problemleri obsesif kompulsif bozukluk, cimrilik, karamsarlık, inatçılık ve küfürbazlık gibi problemler ile karşılaşma olasılığı yükselir. Otizm Spektrum Bozukluğu olan çocuklarda bu dönemde gecikmeler olabilir. Tuvalet eğitimi çocuk açısından zorlu bir değişim olarak algılanabilir ve tekrar beze dönme ısrarı görülebilir. Bu noktada yine en kritik unsur tuvalet eğitimini veren kişidir. İnatlaşma, zorlama, baskılama ve cezalandırma gibi tutumlar bu dönemin çocuk için daha zorlu geçmesine ve sürecin uzamasına sebep olur. Bağımsızlığının ilk adımlarını atacağı bu süreçte ona tuvalet eğitiminin gerekliliğinin oyun ya da etkinlik yolu ile dolaylı yoldan gösterilmesi, keşfetmesine izin verilmesi ve ödüllendirilmesi önemlidir. Bir oyuncak yolu ile, model alma yöntemi kullanılarak süreç kolaylaştırılabilir.3.FALLİK DÖNEMFallik dönem 36-60 aylar arasında gerçekleşir, fallus dönem ya da cinsel organ dönemi olarak da adlandırılabilir. Bu dönemde haz bölgesi cinsel organlardır. Çocuğun odak noktası artık kendisinin haricinde çevreye, ve özellikle karşı cinse kayar. Erkek çocuklarda anneye karşı, kız çocuklarında da babaya karşı aşırı sevgi duyumu gerçekleşir (Oedipal-Elektra Kompleks; Oedipal Evre). Gözlemleme becerileri daha da gelişir ve model alma sıklıkla görülür. Bu evrede en çok rastlanan davranış cinsel organ ile oynama davranışıdır. Çevrenin ve özellikle ailenin tutumu bu süreçte son derece önemlidir. Cinsellik eğitiminin doğru verilmesi gereken bu dönemde ailenin cezalandırıcı ve baskıcı bir tutum izlememesi gerekir. En sık görülen ikinci davranış merak duygusu ile soru sormadır. Çocuğun sorduğu sorulara doğru ve uygun yanıt verilmeli, koruma içgüdüsü ile yalan söylenmemeli, sabırlı ve uygun bir üslup ile cevaplama yapılmalıdır. Bu dönemde yaşanan saplanmalar (fiksasyon) yetersizlik duygusu, aşırı çekingenlik, girişim kısırlığı, cinsel kimlikte güvensizlik, cinsel kimlik gelişmesinde aksamalar, cinsel ilişkiden kaçınma gibi sonuçlar doğurabilir.Otizm Spektrum Bozukluğu olan çocuklarda cinsel organlarla oynama sıklıkla görülürken, soru sorma davranışına rastlanmaz. Ayrıca fallik dönemde gerçekleşen Oedipus ve Elektra Kompleksini deneyimlemezler. Cinsel organ ile oynama davranışı istenmeyen ve uygunsuz bir davranış olarak tanımlandığından ailenin tutumu son derece önemlidir. Bu davranışın çocuğun bedenini tanıma, keşfetme, öğrenme sebepli yapıldığı bilinmeli, cinsel eğitime paralel olarak çocuğun bu girişimini destekleyici alternatif yollar bulunmalıdır. 4.GİZİL (LATENT) DÖNEM6-11 yaş aralığında yaşanan bu dönem diğer bir adıyla uyuklama evresi olarak bilinir. Çocukta cinsellik gelişimi olgusunun son evresidir, ego ve süperego gelişimini sürdürmeye devam eder. Anne ve baba haricinde diğer insanlarla da etkileşime geçilip iletişim kurulan bu evrede çocuğun cinsellik gelişim odağında duraksama yaşandığı görülür. Hemcinsleriyle vakit geçirme, ve hatta karşı cinse karşı tepkisiz ve ilgisiz kalma gözlenir. Ayrıca bu dönem diğer dönemlerin pekiştirildiği evre olarak düşünülebilir ve telafiler bu evrede uygulanabilir. Otizm Spektrum Bozukluğu olan çocuklarda cinsiyet rolleri tam oturmamış olabileceğinden dolayı, bu yönde eğitimler ve etkinlikler düzenlenmesi uygun olur. Ayrıca bu evrede karşı cinsteki ebeveyne karşı aşırı ilgili yaklaşım ve davranışlar görülebilir. Uygun olmayan boyutlara ulaşması durumunda ya da öncesinde bunun engellenmesi için, çocuğun sosyal hayatında da önem arz edecek ‘’uygun ve uygunsuz dokunma’’ eğitiminin verilmesi gerekir. 5.GENİTAL DÖNEM11-18 yaşları arasında yaşanan bu dönem ergenlik dönemini de kapsar. Aileden bağımsızlaşma çabası başlar ve diğer insanlarla olgun, sağlıklı iletişim kurmaya yönelik girişimler görülür. Özellikle karşı cins ile daha olgun ilişkiler kurma sürecine girerler. Daha gerçekçi bir bakış açısıyla geleceklerini görmeye çalışırlar; meslek seçimi, aile kurma gibi. Çevrelerine ve özellikle ailelerine bağımsız bireyler olduklarını kanıtlama çabası başlar, bu süreçte agresif ve inatçı bir tutum sergileyebilirler. Vücutlarında fark ettikleri gelişim ve değişimler sebebi ile özgüvensizlik, yetersizlik hissi oluşabilir. Unutulmamalıdır ki, bu süreçte ergeni en çok eleştiren ve yargılayan yine kendisidir. Bu sebeple ailenin tutumunun da sert, baskıcı, cezalandırıcı, yargılayıcı ve eleştirici olmaması gerekir.Otizm Spektrum Bozukluğu olan çocuklarda vücuttaki değişim kendisi tarafından genellikle anlamlandırılamaz. Kız çocuklar için anne, erkek çocuklar için baba rol model alınarak karşı cins ile etkileşime girme çabası görülür. Fakat genellikle odak nokta yakın çevre olduğundan dolayı bu durumda sınırlamalar yaşanabilir. Bu dönem ile ilgili aile yeterince bilgilendirilmiş ve farkındalık sahibi ise evrenin atlatılması kolaylaşır. Özetleyecek olursak, psikoanalitik kurama göre her bireyin gözlerini dünyaya açtığında, kişiliğinin oluşması ve şekillenmesi için aşamalardan geçmesi gerekir. Bu aşamaların başarı ile atlatılması, bireyin gelecek hayatında oluşacak kişiliği ve davranış kümelerinin sağlıklı olması anlamına gelirken; yaşanacak aksaklıklar da bazı problemlere yol açabilir. Gelecekte bu aksaklıkların tespiti ve terapisi mümkün olmaktadır. Otizm Spektrum Bozukluğu olan bireylerde de erken müdahale kritik önem taşır. Çocuğun gelişiminin farkında olarak bilinçli bir şekilde, doğru kişilerden doğru tedavi ve terapinin alınması gelişime katkı sağlayabileceği gibi, aksaklıkların getirdiği problemleri de ortadan kaldırmakta ya da minimuma indirmekte fayda sağlar. Psikolog Gizemnur Arslan Yazıyı Oku
Uzman: Gizemnur ARSLANYayınlanma: 09.05.2021