Aile Olma Süreci


 Eş Seçimi Neden Önemlidir ? :

- Evlilikte, kişilerin farklı çevrelerden gelmiş iki kişinin birlikte olacağı ve yaşamı paylaşacakları gerçeği unutulmamalıdır. Bu nedenle eşler önce “kendilerini”, sonra “birbirlerini” iyi tanıyıp değerlendirmelidirler.

- Birbirlerinin kişisel niteliklerin ötesinde, karşılıklı olarak birbirlerinin yaşamdan, evlilikten, gelecekten ne beklediklerini bilmeli, gerçek beklentiler ve amaçlar üzerinde durulmalı ve en önemli, olası sorunlar evlilikten önce tartışılmalı ve çözülmelidir.

- Bireylerin kendilerini tanımaları önemlidir. Çünkü bizler ebeveynlerimizden öğrendiğimiz davranış kalıplarını çoğu zaman doğru bulmasak da uygulayabiliriz. Bu sebeple ebeveynlerimizden gördüğümüz kalıpları iyi çözümlemeliyiz ve fark etmeliyiz. Aksi takdirde belki de fark etmeden ebeveynimize çok benzer bir eş seçmiş olabiliriz ve bu seçimi farkında olmadan yaptığımızda ileride memnun olmayabiliriz. Bireyler başkalarıyla ilişkilerinde kendi çocukluğunda bu davranışlara karşı çıkmış olsa da ebeveynlerinden öğrendiği yöntemleri seçer. İşte evlenmeden önce her fert bu açıdan duygusal olarak ebeveyninden kopmalı, onların yönetiminde olmaktan çıkmalıdır (Yılmaz, 2007).

 

Evlilik Öncesi Arkadaşlık: Eş seçiminde evlilik öncesi arkadaşlık dönemi özenle sürdürülmesi gereken bir dönemdir. Bu süreç iyi gözlenmeli ve değerlendirilmelidir. Eş seçmeyi ve evlilik kararına ulaşmayı kolaylaştıran bu sürecin en önde gelen yararı, bireylerin hem "kendisini" ve hem "karşısındakini" tanımayı sağlanmasıdır. Çünkü bireylerin ilişki içerisindeki kendileri, ilişki dışında olan kendilerinden ve hatta her ilişkide olan kendilerinden farklıdır. Her ilişkinin kendine özgü dinamiği olduğu için her bireyin de o ilişkideki ''kendisi'' farklıdır. Duygusallık, "ilk görüşte aşık olmak", "vurulmak" gibi sözcüklerle ifade edilen, tanıştığı bir kimseye görür görmez bağlanmak, kendisi için en uygun kişi olduğuna inanmak, hemen karar vermek gibi gerçekçi ve akılcı olmayan davranış eğilimlerini artıran önemli bir etmendir. Oysaki önemli olan dürüstlüğe dayanan ve bireylerin birbirlerine gerçek kimliklerini gösterdikleri bir ortam ve ilişki düzeni sağlamaktır. İnsanların birbirlerini tanıması zaman, dikkat ve objektiflik isteyen bir süreçtir. Bu zamanı kendinize, ilişkinize vermeniz olumlu etkileyecektir. Aşağıdaki soruların yanıtlarını zihninizde canlandırmanız size yardımcı olabilir:

1)Alışkanlıklarınızda dengeli bir benzerlik var mı?

2) Geleceğe yönelik amaçlarınız ve onlara ulaşma yol ve çabalarınızda bir benzerlik var mı? 3) Ailelerinizin birbirine benzeyen ve ayrılan yönleri nelerdir?

4) Ailelerinizin evliliğinize bakış açısı, katkı getirici ve engelleyici yönleri nelerdir?

5) Çatışmaya neden olabilecek sorunlara çözüm yollan önermekte iki taraf de istekli midir?

6) Kurulacak ailenin ekonomik kaynaklarının durumu ve aile bütçesini harcama biçimi ve paranın yönetimi konusunda uyuşuyor musunuz?

7) Çocuk yapma zamanı ve çocukların genel eğitimi ve dini eğitimleri konusunda anlaşabiliyor musunuz?

8) Sosyo-ekonomik durum ve eğitim düzeyi yönünden, dengeli bir benzerliğe sahip misiniz? 9) Fiziksel yapı, zihinsel, sosyal ve duygusal olgunluk, beden ve ruh sağlığı yönünden birbirinize uygun musunuz?

10)Ailede kadın-erkek rolleri ve cinsel ilişkiler hususundaki düşünceleriniz uyuyor mu? 11)Genel insan ve çevre ilişkileri, arkadaş edinme ve arkadaşlığı sürdürmek ile ilgili sosyal değer ve görüşlerinizde dengeli bir tutum ve benzerlik var mıdır? (Bilen,1994).

Unutulmamalıdır her arkadaşlık evlilikle sonlanmayabilir ve bu gayet normaldir.


Elbette ki her evlilik ve romantik ilişkinin dinamiği kendine özgüdür. Bu sebeple sağlıklı ilişki kurmak için her dinamik incelenerek çözümlenmelidir. Fakat genel hatlarıyla sağlıklı dinamik kurmaya minik tavsiyeler verilebilir. Bu minik tavsiyeler:

1) Acele etmeyin: Özellikle aile büyüklerinin “Yaşın kaç oldu, yaşıtların hep evlendi bende torun istiyorum” türünden dayatmaları sebebiyle kendinizi mecbur hissetmeyin. Çünkü acele ile yapılan evliliklerde ilişkinin dinamiği oturmuyor. Tek başına aşk da, tek başına para da bir evliliğin uzun ömürlü olmasına yetmiyor.

2) Kendinizi iyi tanıyın: Kendi kişiliğinizi ve düşünce yapınızı iyi tanıyın. Bu özelliklerinize göre bir arayış içine girin. Kendinizi tanımadan karşı tarafı sırf güzel, yakışıklı ya da zengin olduğu için seçmeyin. Özellikle üçüncü kişilerin tavsiyeleri ile başlayan evlilikler ne yazık ki kendi kararınız olmadığı için uzun soluklu gidemeyebiliyor.

3) Gerçekçi olun: “Nikâhta keramet vardır evlendikten sonra düzelir” şeklindeki sözlere inanmayın. Gerçek düşüncelerinizi evlenmeden önce ortaya koyun. Karşı taraftan da aynısını bekleyin. Örneğin çocuk sahibi olmak istemeyen partnerinizin evlendikten sonra fikrinin değişeceği hayaline tutunmayın ya da evlendikten sonra başka bir şehirde oturmak istemiyorsanız ancak böyle bir ihtimal varsa düşüncelerinizi baştan birbirinizle paylaşın.


Evlilikte Dönemler:

 Sanal Dönem: İnsanların kendilerini gizledikleri, sorunları görmezden geldikleri, her şeye evet dedikleri ve kendi gerçeklerini göstermedikleri bir dönemden bahsediyoruz.


Gerçekçi Dönem: Çiftler bu dönemde yavaş yavaş “ben” demeye başlıyor; ”Ben böyle düşünüyorum, böyle istiyorum” gibi. Böylece bu dönem fikir ayrılıklarının, duyguların ve beklentilerin ortaya çıktığı yılları anlatıyor. Bu dönemden sonra çiftler problemleri sağlıklı bir şekilde çözen ve çözemeyenler olarak iki gruba ayrılıyorlar.


Suskunluk Dönemi: Problemlerini sağlıklı bir şekilde çözemeyen çiftler bu grupta oluyorlar. Çoğu çift kendini suskunluk döneminde buluveriyor. Suskunluk dönemi problemlerin göz ardı edilip ertelendiği dönem. Çiftler birbirleriyle iletişim kurmuyorlar ve sorunlarını kendi içlerinde yaşıyorlar. Genelde aldatmalar suskunluk döneminde gerçekleşebiliyor.


Uzmanlık Dönemi: Gerçekçi dönemdeki problemlerini sağlıklı bir biçimde çözebilen çiftler bu dönemde yer alıyorlar. İşte az rastlanan ideal dönem! Tabii ki pembe bir dünyadan bahsetmiyoruz. Hayat devam ettikçe çiftlerin önüne engeller, sorunlar çıkıyor. Uzmanlığa erişen çiftler, kriz yönetimini ustalıkla gerçekleştiriyor. Ufak tefek hatalar olsa da patlamalar, küsmelere suskunluğa gitmeden hallediliyor.


Bu yazıdaki tavsiyeleri noktası virgülüne bir evliliğe ya da romantik ilişkiye uygulamak elbette ki mümkün değildir. Olması gereken her kişi kendi dinamiğine uygun olarak tavsiyeleri alıp cebine koymalı ve yeri, zamanı geldiğinde uygun biçimde uygulamalıdır. Sağlıklı iletişimde olduğunuz nice mutlu günlere...

Psk. Melva Yaltır.


Yayınlanma: 26.03.2021 13:15

Son Güncelleme: 26.03.2021 13:15

#evlilik#aile olma süreci#aile olmak#sağlıklı evlilik#romantik ilişki#evliliğe giden yol#eş seçimi#evlilik öncesi arkadaşlık#evlilik için tavsiyeler#evlilikte dönemler#evlilikte sanal dönem#evlilikte gerçekçi dönem#evlilikte suskunluk dönemi#evlilikte uzmanlık dönemi#evlilikte kendini fark etmek
Psikolog

Melva

ŞENOCAK

Psikolog

( )( )( )( )( )

Uzmanlıklar:

Kişilerarası İletişim Problemleri, Sınav Kaygısı ile İlgili Sorunlar, Ruhsal-Toplumsal, Kişisel ve Çevresel Diğer Koşullarla İlişkili Sorunlar
Online TerapiOnline Ter...
süre 50 dk
ücret 200
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
Hizmet vermiyor
Yapay zeka ile, kişiselleştirilmiş destek:
Menta AI
Yapay zeka ile,
kişiselleştirilmiş destek: Menta AI

Şimdi indir, konuşmaya başla

App Store'dan İndirGoogle Play'den İndir
Bunları da sevebilirsiniz...

SİZİN İLİŞKİ TÜRÜNÜZ/AŞK STİLİNİZ HANGİSİ?

Bu yazımda, yüksek lisans konum olan romantik ilişki doyumunu araştırırken öğrendiğim, incelemesi oldukça keyifli olan aşk stillerini iki bakış açısından anlatmak istiyorum. Sizler de halihazırdaki romantik ilişkinizi değerlendirmek veya önceki ilişkilerinizi göz önüne almak, farkındalık kazanmak isterseniz bu yazıdan faydalanabileceğinizi düşünüyorum. Öyleyse ilk bakış açımız olan Üçgen Aşk Kuramı ile başlayalım.Robert Sternberg’ün (1986) 1980’lerin sonlarında geliştirdiği Üçgen Aşk Kuramı’nda yakınlık, tutku ve bağlılık olmak üzere üç ana öğe bulunmaktadır ve bu üç ana öğe temelinde yaptığı sınıflamada sekiz farklı grup tanımlanmıştır: hoşlanma, delicesine aşk, boş aşk, romantik aşk, arkadaşça aşk, aptalca aşk, mükemmel aşk ve aşksızlık. Karşılıklı duygusal destek, sağlıklı iletişim, partnere duyulan sevgi, bağlanma ve kendini açma gibi özellikler içeren yakınlık bileşeni olarak tanımlanmaktadır. Tutku bileşeni romantizm, fiziksel çekicilik, cinsellik, beğeni, yoğun duygularla karakterize olmaktadır. Bağlılık bileşeni ise, bireyin aşık olmaya ve ilişkiyi sürdürmeye ilişkin kararlarını ve çabalarını içermektedir (Eren, 2019; Sternberg, 1986). Hoşlanmada, tutku ve bağlılık bileşenleri yoktur, yalnızca yakınlık bileşeni bulunur; birey partnerine sıcaklık hissetmektedir fakat ötesinde duygulara sahip değildir. Delicesine/çılgınca aşk, genellikle ilk görüşte aşk olarak tanımlanmaktadır, yakınlık ve bağlılık öğelerini içermez yalnızca tutku vardır, psikososyal uyarılmalar fazladır. Boş aşkta tutku ve yakınlık bileşenleri yoktur, yalnızca bağlılık bileşeni bulunmaktadır; fiziksel ve duygusal çekimin zaman içinde kaybolduğu uzun süreli ilişkilerde veya düzenlenmiş evliliklerde görülmektedir. Romantik aşkta, yakınlık ve tutku vardır, fiziksel ve duygusal çekim bulunur ancak bağlılık yoktur, bu yüzden ilişki uzun sürmeyebilir. Arkadaşça aşkta, yakınlık ve bağlılık ön plandadır; tutku geri planda kalmıştır, genellikle uzun süreli ilişkilerde başlangıçta var olan tutkunun azalması veya ortadan kalkmasıyla görülmektedir. Aptalca aşkta ise tutku ve bağlılık vardır ancak yakınlık henüz gelişmemiştir ve oluşan bağlılık ise genellikle tutkuya dayalıdır. Zaman içinde tutku azaldığında yakınlık gelişmediği için stres ortaya çıkmaktadır. Mükemmel aşk ise aşkın bütün bileşenlerini içinde barındırır, ideal aşk tipi olarak görülür ancak ulaşılması ve sürdürülmesi zordur. Aşksızlık ise aşkın hiçbir bileşenini içinde barındırmaz, arkadaşlık gibi görünmektedir ancak nedenselliğe dayandığı için tam olarak arkadaşlık olarak da tanımlanamaz; basit ya da zorunlu ilişkiler buna örnek olarak verilebilir (Sternberg, 1986; 1988; 1998; Sternberg ve Grajek, 1984; Atak ve Taştan, 2012). Şimdi ise ikinci yaklaşımımız olan Aşk Stilleri'ni (Aşkın Renkleri) inceleyelim.John Alan Lee, aşkın her insan için farklı anlamlar ifade edebileceği düşüncesini savunmaktadır. Bireyin partnerine karşı duygularının kişiye ve ilişkiye göre değişebileceğini vurgulamaktadır. Diğer bir deyişle kişi aynı olsa bile kurduğu farklı ilişkilerde farklı aşk stillerine sahip olabilmekte yani kişinin karşısındakine ve yaşamakta olduğu ilişkiye göre aşk biçimlerinin farklılaşabileceğini söylemektedir (Akturan, 2021). Lee (1973), aşkı tanımlarken renk analojisinden yararlanarak birincil ve ikincil stiller olmak üzere altı aşk stilini renklere göre kategorize etmiştir. Doğadaki ana renkler olan kırmızı, mavi ve sarı birincil aşk stilleri; diğer renkler ise kırmızı, mavi ve sarının birbiriyle karışması sonucunda olan mor, yeşil ve turuncu olacak şekilde ikincil aşk stilleri olarak ifade edilmiştir. Birincil aşk biçimleri; eros, storge ve ludus olarak adlandırılmaktadır. Eros, yani tutkulu aşk kırmızı renkle belirtilmekte, fiziksel çekime odaklanmayı ifade etmekte ve özellikle güzelliğe, dış görünüşe ve cinsel yakınlığa değer vermektedir. Romantik bir tutum sergileyen bu bireylerde partnerinin dış görünüşü hakkında konuşmaktan oldukça zevk alırlar ancak ilişkileri bittiğinde ciddi sorunlar yaşamazlar (Eren, 2019; Russell ve Oswald, 2002). Storge, yani arkadaşça aşk sarı renkle belirtilmekte, genellikle daha yavaş gelişmekte; bireylerin ortaklaştığı ilgi alanları ve zaman içinde gelişen güven ve kabul, bu aşk stilinin temel özellikleridir. Arkadaşça aşk içinde olan kişiler karşılıklı olarak birbirlerinin gereksinimlerini karşılamaya özen gösterirler ve uzun süreli ilişki beklentileri vardır. Genellikle sevecendirler ve ilişkilerinde fiziksel etkileşim ve cinsellik birincil öncelik değildir (Cassepp-Borges ve Ferrer, 2019; Eren, 2019). Coşku azdır; fakat iniş çıkışlar, üzüntüler ve şiddetli tartışmalar da azdır (Ercan, 2008). Ludus, yani oyun gibi aşk mavi renkle belirtilmekte, partnerlerine bağlanmak konusunda isteksizlik, sık ve kısa süreli ilişkiler yaşamak, oyunun eğlencesini bozacağı için kıskançlığa yer vermemek, çok eşliliğe açık olmak, cinselliğe derin anlamlar yüklememek gibi özelliklerle karakterize edilmektedir. Beklenti oluşturacağını düşündüğü davranışlardan uzak dururlar ve temelde fiziksel çekiciliğe önem verseler de hoşlandıkları belirli bir fiziksel özellik yoktur, önemli olan güzel vakit geçirebilmektir. Partnerleriyle yaşadıkları krizlerde, krizin çözümü yerine yeni bir partner arayışına girmek daha sık yaptıkları davranışlardandır (Büyükşahin, 2006; Cassepp-Borges ve Ferrer, 2019; Goodboy ve Booth-Butterfield, 2009). İkincil aşk biçimleri ise; mania, pragma ve agape olarak olarak adlandırılmaktadır. Mania, yani sahiplenici aşk, tutkulu ve oyun gibi aşkın birleşimidir ve mor renkle ifade edilmektedir. Kıskançlığın, güvensizliğin, takıntının ve kaybetme korkusunun baskın olduğu göreceli olarak patolojik bir aşk biçimidir ve ilişki ne kadar sorunlu olursa olsun genellikle bitirilmemektedir. Gerçekleşen bir ayrılık durumunda ise bu süreci oldukça zor atlatmaktadırlar. His yoğunluğu ve ideal bir sevgili arayışı konusunda tutkulu âşıklara benzese de özgüven eksikliği, duygu kontrolü ve isteklerini ifade etme konusunda onlardan ayrılmaktadırlar (Eren, 2019; Tüfekçi, 2008). Pragma, yani mantıklı aşk, oyun gibi ve arkadaşça aşkın birleşimidir ve yeşil renk ile ifade edilmektedir. Mantıklı aşıkların bir ilişkide birlikte olduğu kişilerin din, eğitim, aile, dünya görüşü, maddi geliri gibi özellikleri ile uyumluluğu çok önemlidir ve ilişkilerin üzüntü veya fedakarlık kaynağı olmaması gerektiğini düşünürler(Beştav, 2007; Woll, 1989). İlişkiye başlamadan önce kriterleri bellidir ve partnerlerini buna göre seçerler bu yüzden beklenmedik sürprizlere kapalı oldukları ve ilişkilerini de karşılıklı bağlılık ve anlayışa göre ilerlettikleri söylenebilir (Beştav, 2007). Agape, yani özgeci aşk, tutkulu ve arkadaşça aşkın birleşimidir ve turuncu renkle ifade edilmektedir. Özgeci aşkta, partnerinin ihtiyaçları ve istekleri çok önemlidir ve partnerlerini kusurlarıyla birlikte kabul ederler, bağlılık düzeyleri oldukça yüksek ve partnerlerinden beklentileri olabildiğince düşüktür çünkü herkesin sevilmeyi hak ettiğine dair inançları vardır; bu yüzden de aşklarının karşılık bulup bulmaması onlar için hayati önem taşımaz (Dasdamirov, 2010; Kaya ve Karahasanoğlu, 2019; Lee, 1977). Sizce bahsettiğimiz aşk türlerinden/renklerinden hangisi sizin ilişkinizi temsil etmektedir? İlişkinizi bu bakış açısı ile değerlendirdiğinizde ne gibi farkındalıklar kazandınız? İlişkinizle ilgili profesyonel yardım almak için pskdan.berikaaslan@gmail.com adresinden iletişime geçebilir veya sistem üzerinden randevunuzu oluşturabilirsiniz. Hepinize mutlu ilişkiler ve günler dilerim. :) Uzman Psikolojik Danışman Berika ASLAN
Berika ASLAN 25.04.2023

Romantik İlişkilerdeki Temel Gereksinimler

Romantik ilişkilerde birtakım ortak temel gereksinimlerden söz edebiliriz. Bu gereksinimlerin karşılandığı ilişkiler, daha sağlıklı ilişkileri temsil eder. İlişkilerde partnerin duygusal gereksinimlerinin karşılanması ve duygunun ifadesi en önemli temel noktadır. Partnerler bu gereksinimlerin karşılanması için çaba harcamalı; ayrıca zorlandıkları durumlarda açık iletişim yolunu tercih etmelidir. Gereksinimlere şöyle bir bakalım:1) SevgiSevmek ve sevildiğini hissetmek, romantik bir ilişkinin sürdürülmesi için temel öğedir. Çorbadaki sudur, yani ilişkilerin olmazsa olmazıdır. Çünkü bireyler bu gereksinimleri nedeniyle romantik bir ilişki yaşarlar. Sevildiğinin partnere sık sık hatırlatılması, yani sözel olarak dile getirilmesi tutkunun korunması açısından önemlidir. Sevgiyi ifade etmek için, tanımlı bir zaman dilimi olmamalıdır. Hatta beklenmedik zamanlarda sevginin ifade edilmesi, ilişkilere heyecan katar, tutkunun korunmasına yardımcı olur. Öte yandan; sevmenin davranışa yansıtılması da oldukça önemlidir. Davranışla ifade çeliştiğinde, davranışa odaklanılır. Yani bir kişi "seviyorum" diye ifade ettiği bir kişiye sevmenin gerektirdiği bir biçimde davranmıyorsa yeterince ikna edici olmaz. Sevginin doya doya hissettirildiği ilişkilerde, tek başına yeterli olmasa bile tolerans gösterme, uyumlu davranma, anlayışlı olma gibi davranışların daha yüksek olması beklenebilir.2) SaygıPartnerler birbirlerinin değerlerine, tercihlerine ve isteklerine saygılı olmalıdır. Bir elmanın yarısı olmaya çabalamak yerine, iki ayrı elma olarak aynı sepette olmayı yeğlemelidir. Partnerler her konuda aynı fikirde olmak zorunda değildir, aynı tarafta olmak zorunda değildir. Bu noktada, birbirlerinin hobilerine yalnızca yanlarında kalarak bile eşlik edebilir, farklı görüşleri konusunda ikna etme çabasına girmemeyi tercih edebilirler. Aynı zamanda, partnerler ben olurken yani kendi prensipleri ölçüsünde bireysel ihtiyaçlarını karşılarken, partnerinin duygusal ihtiyaçlarını karşılamayı da ihmal etmemelidir. Çünkü diğerinin de prensipleri ve bu bağlamda farklı bir bakış açısı olabilir. Bu bağlamda, bireysel bakış açısından ziyade ilişkideki ortak payda üzerinde yoğunlaşılmalıdır; partnerler ilişkinin çıkarı doğrultusunda esnek olabilmelidir. Yani ben olmak, biz olmaya zarar vermemelidir. Bu noktada, ortak bir noktada uzlaşı sağlanabilir.3) SadakatGüven bir ilişkinin yapı taşıdır, kurulu bir evin kilididir, bir bankanın kasasıdır. Güvenin yitirildiği ilişkileri yeniden inşa etmek, kasası olmayan bir bankayı yeniden kurmak, hırsız girilip her şeyi yiten bir evi restore etmek gibidir. Emek ister, çaba ister. Kimi zaman geri dönülmez elvedalara sebep olur. O nedenle güveni ve sadakati korumak oldukça önemlidir.4)Değerli HissetmeRomantik ilişkilerimizi, hayatımızı zorlaştırsınlar ve bize kendimizi daha yetersiz hissettirsinler diye yaşamayız. Aksine; daha değerli hissetmek isteriz. Yıkıcı eleştiriler yapmak, değersiz hissettirebilir. Bu nedenle gerekli olmadıkça eleştirilerin olmaması, "Yapamazsın, başaramazsın." gibi özgüveni zedeleyici ifadelerde bulunulmaması, "Sen zaten ....... birisin." gibi etiketlemelerde bulunulmaması önerilebilir.Bu noktada kendinize sormanız gereken önemli sorular şunlar olabilir:-İlişkiye başlamadan önce kendime ne kadar değer veriyordum, şu anki ilişkim süresince kendime ne kadar değer veriyorum?-İlişkim sonrasında kendimi öncesinde tanımladığım özellikler daha negatif olmaya mı başladı?-İlişki sonrasında psikolojik sorunlarım olduğunu düşünmeye başladım mı?-İlişkiye başladıktan sonra kendimi daha güzel ya da daha çirkin, nasıl algılıyorum?-İlişkim kendimle ilgili yeterlilik düşüncemi etkiledi mi?-İlişkim sonrasında mantıksız duygulara sahip olduğumu fark etmeye başladım mı?-İlişkim sonrasında tek başıma yeterliliğimin olduğunu düşündüğüm işleri, ilişkim varken tek başıma yapmaya cesaret edebiliyor muyum?5)Doğru İletişim KurmakBireylerin kendilerini ifade ederken "ben dili" ni kullanmaları doğru iletişimde oldukça önemlidir. Romantik ilişkilerdeki en önemli odak duygudur. Bu nedenle, bireylerin nasıl hissettiklerini ifade etmeleri ve bunu durumlarla ilişkilendirmeleri önemlidir. Yanı sıra, etkin dinlemek de oldukça önemlidir. Bazen partnerler birbirlerini yeterince tanıdıklarını düşünerek, kısaca dinlemekte ve partnerinin aslında ne demek istediğini gözardı edebilmektedir. Partnerler arası açık iletişim oldukça önemlidir. Sizin ifade etmediğiniz bir şeyi partnerinizin tahmin etmesini beklemeniz oldukça işlevsizdir. Yalnızca soğuk davranmak, sessiz kalmak, öfkelenip kin beslemek ya da trip atmak; hem kendiniz hem partneriniz için hayatı daha zor hale getirir. Kolayca çözüme kavuşturabileceğiniz birçok konuyu, hiç açmayarak mutlu olamazsınız. İlişkisinde mutlu olmayı isteyen her birey, mutluluğun diğer ucunun kendine uzandığını unutmamalı.6) RomantizmTutkunun küçük heyecanlarla buluşturulduğu nokta, romantizmdir diyebiliriz. Romantik ilişkinizin devamı süresince gündelik rutininizin dışına çıkarak, partnerinize beklemeyeceği sevgi sunumları yapabilirsiniz. Bir gün hiç beklemediği bir yere, onu sevdiğinizi ifade eden bir not bırakabilir; beklemediği bir zaman diliminde sevginizi ifade eden bir mesaj atabilir, hediye alabilirsiniz. Burada önemli olan, beklenmedik olmasıdır. 7) Doğru CinsellikCinselliğin kadın ve erkeğin ideal cinselliğe yönelik düşünceleri çerçevesinde organize edilmesi önemlidir. Her cinsellik doğru değildir. Partnerinizin fantezilerine karşılık vermek önemlidir. Bu bağlamda, taleplerin dile getirilmesi ve açık iletişim de önemlidir. Kadınlar için cinsellik bir sabah erkenden başlar; sabahtan geceye kadar söylenilen güzel sözler, iltifatlar ve sevgi ifadeleri kadını uyarır. Kadınlar, partnerinin onu arzuladığını gözlerinden anlamak ister. Partnerinin onu arzuladığını ve sevildiğini hissetmesi uyarılması için önemlidir. Erkeklerse, görsellik odaklıdır. O nedenle partnerin görünümüne ve bakımına özen göstermesi önemlidir. Hoş kokulardan hoşlanırlar. Partnerlerin cinsellik konusundaki farklılıklarını bilmeleri, anlayış kazandırır. Örneğin; cinsellik sonrası kadınlar oksitosin hormonu salgılar ve daha çok temas kurmak, sarılmak ister. Erkekler ise östrojen hormonu salgıladığı ve testesteron düzeyleri düştüğü için temas kurmaktan kaçınır. Partnerlerin bunu bilerek ortak bir noktada anlaşabilmesi ve anlayış gösterebilmesi önemlidir.Sizin romantik ilişkiniz bu unsurlardan hangilerini, ne kadar kapsıyor? Hangi unsurlar üzerinde çalışmalı , geliştirmelisiniz? İlişkinizde yanlış giden şeyler nelerdir ve bunları düzeltmek adına neler yapabilirsiniz? Değerlendirmeli ve uygun noktalarda harekete geçilmeli diyebiliriz.Harekete geçmek doğrultusunda profesyonel destek almak isterseniz, iletişime geçerek randevu oluşturabiliriz.Mutlu ve sağlıklı günler dileğiyle,Uzm. Psk. Özge ENGİN
Özge ENGİN 24.04.2021

BOŞANMA KARARI VE ÇOCUK PSİKOLOJİSİ

Boşanmaya karar veren çiftlerin çoğu bu durumu çocuklarına nasıl anlatmaları gerektiklerini ve çocuğunun bu durumdan nasıl etkileneceğini düşünmeden hareket ediyor. Boşanmaya karar veren çift "o nasılsa küçük, aklı ermez" gibi düşünceler içerisine girerek kendi problemlerine yoğunlaşıyorlar ve bu durumu çocuğa anlatma ihtiyacına girilmiyor. Fakat bu boşanma sürecinde en çok yükü aslında ebeveyn değil, çocuklar yaşıyor.Hiç bir çocuk anne ya da babasından ayrı kalmak istemez. Ebeveyn boşanmayı ne kadar istese de çocuk kendi dünyasında bu durumun olmasını istemez ve bu olaya katlanmak zorunda kalır. Biz yetişkinlerin bazı olaylar karşısında kimi zaman zorlandığımız oluyorken çocukların bu tür olaylara direnç göstermesi daha zayıf olur. Böyle bir durumda çocuk acısını biz yetişkinlerden daha büyük ve derinden yaşar. Çocuğun kendi iç dünyasından düşünecek olursak çocuk ebeveynin boşanma eyleminden ötürü kendisini suçlayabilir. Anne ve babanın anlaşamama durumunun kendisi yüzünden olduğunu zannedebilir. Anne ve baba ayrı yaşamaya başladığı durumda ise çocuk herhangi bir ebeveyn ile yaşayacağından dolayı diğer ebeveynin onu sevmediğini düşünebilir ya da evden ayrılan ebeveyne karşı bir takım öfke besleyebilir.Anne ve baba böyle bir durumda yaşadıkları gerginlik, sıkıntı ya da sorunlarını çocuğa yansıtmamalıdır. Bu evre içine giren çift; çocuğun yanında başkasına ya da direk çocuğa anne ya da babayı kötüleyici sözler söylememelidir. Boşanma kararı alan bir çift bu durumu çocuklarına birlikte anlatmalıdır. Çocuğa boşanma kararı söylenirken ayrıntılara girmeden durum anlatılmalıdır. İçinde bulunulan durum ve sonrasında oluşacak yaşam biçimi çocuğun yaşına göre açıklayıcı cümlelerle anlatılmalıdır.Boşanma evresi çocuğa anlatılırken ebeveyn onu bir çocuk olarak değil, bir birey olarak ele almalı ve “yaşı küçük nasılsa anlayamaz” denmemelidir. Bu durum anlatılırken çocuğun biz yetişkinler gibi olumlu tepkiler veremeyeceği de göz önünde bulundurmalıdır.Boşanma kararı çocuğa şu şekilde anlatılabilir; “ Biz birbirimizi çok seviyorduk, aynı evde birlikte yaşamaktan çok mutluyduk.Ama artık annen ve ben / baban ve ben aynı evin içinde birlikteyken mutlu olamıyoruz, bu yüzden ayrı evlerde yaşamaya karar verdik.Ayrı evlerde yaşama kararımızda biz anne ve baba olarak senden ayrılmıyoruz, birbirimizden ayrılıyoruz. Seni çok seviyoruz ve sevmeye devam edeceğiz. Senin üzüleceğini, bu durumdan mutsuz olacağını biliyoruz ama bu tamamen annen ve baban olarak ikimizden kaynaklanan bir sorun.Senin bu durumla ilgili hiçbir suçun ve sorumluluğun yok “Boşanma kararı esnasında çocuğa kesinlikle yalan söylenmemelidir. Söylenecek ufak bir yalan bile çocuğun size olan güvenini sarsabilir. Bu konuda dürüst olmak gerekmektedir.Çocuklar boşanma sonrasında hangi ebeveynde kalacağı, nerede ve nasıl bir ortamda yaşayacağı konusunda bilgilendirilmelidir. Görüşme düzeninizin nasıl olacağına hep birlikte karar vermeniz gerekir. Çocukların bu süreçteki taleplerini hassasiyetle karşılamalı ve çiftlerin aynı evde yaşamaması durumunda çocuğun hala annesi ve babası olduğunuzu, onu her zaman sevip ve koruyacağınızı belirtmeniz gerekmektedir. Yaşanan bu sıkıntılı sürecinde en kısa sürede biteceğini ve bu duruma katlanması gerektiğini söylemelisiniz.Boşanma sonrası çocuk evden ayrılan ebeveyne karşı kaygı ya da öfke duyabilir ya da evden ayrılan ebeveyni özleyebilir. Bu gibi durumlarda mutsuzluk, içe kapanma gibi duygular yaşayabilir. Bu gibi durumda çocuğun okul, sağlık gibi problemlerinde her iki ebeveyn çocuğun yanında ve destek olmalıdır. Sevgi hiçbir şekilde esirgenmemelidir. Ev içinde yaşanılan düzen eskisi gibi devam etmelidir. (yatma, kalkma, ders çalışma, televizyon izleme saatleri, yemek yeme saatleri vb.)Boşanan eşler, aralarında yaşanan kötü olaylara rağmen arkadaş olmaya gayret göstermeliler çünkü ne kadar boşanmış olsalar da çocukları için ister istemez görüşmek zorundadırlar. Boşandıktan sonra ebeveyn olma sorumluluğu unutulmamalı. Anne ve babanın boşanma sonrası görüşmelerinde birbirlerine olan kızgınlıkları çocuğa yansıtılmamalıdır. Ebeveyn kimi zaman çocukta oluşan problemlerde birbirlerine danışmalıdır. Çocuk için ortak çözüm bulup, ortak kararlar almaları gerekmektedir.Boşanma sonrası ebeveyn çocuğuna daha fazla zaman ayırmalıdır. Anne ve baba çocukla ilgilenirken yaşadıkları ekonomik, psikolojik, sosyal problemleri bir kenara bırakmalıdır. Çocuğa olumsuz hiç bir problem yansıtılmamalıdır. Çocuk anne ya da babadan ayrı yaşasa dahi kendisine önem verildiğini sevildiğini hissetmelidir. Düşüncelerine, fikirlerine önem verilmelidir. Problemi olduğunda dinlemelidir. Fakat bu çocuğun her istediğini yapmak anlamına gelmemektedir. Boşanmanın ardından anne babalar çocuğu kendi taraflarına çekmek için onun istediği her şeyi yapma yanılgısına düşmemelidir. Çocuk taraf tutmak için zorlanmamalıdır. Çocuk her iki ebeveyniyle serbest ve kaliteli zaman geçirmelidir. Bu durumu daha kolay atlatabilmesi için keyifli aktivitelerde bulunabilir. Örneğin; Hafta içi annede kalan bir çocuk ödevlerini yaparken akşam annesiyle sinemaya gidebilir, aynı şekilde hafta sonu babayla ödevlerini yapan çocuk yine akşam babasıyla sinemaya gidebilir. Yapılan aktivite ya da sorumluluk planları hafta içi ya da hafta sonu diye sınırlandırılmamalıdır. Çocuk her iki ebeveynle sorumluluk ve aktivite paylaşımında bulunmalıdır.Evden ayrılan ebeveyn çocukla kararlaştırdıkları saatte ve günde görüşmeye özen göstermelidir. Unutmayın çocuk sadece evde yaşadığı bir bireyden değil, almış olduğu modelden de ayrılmış olur. Kendisini değersiz ve sevilmeyen birisi hissetmemesi için verilen sözler ve alınan kararlar yerine getirilmelidir. Eğer ebeveyn görüşme gününde bir mazeret gösteriyorsa bunu açık, dürüst ve anlaşılır bir dille çocukla paylaşmalıdır. Çocuğa kesinlikle yalan söylememelidir. Yalan söylendiği takdirde çocuk ebeveynin onunla görüşmek istemediğini düşünerek öfke ya da kaygı duyguları yaşayabilir.Boşanma sonrası çocukta derslerinde başarısızlık, uyku ve yeme bozuklukları, öfke problemleri, kendine ya da başkasına zarar verme, içe kapanma, arkadaşlarıyla iletişim kuramama gibi problemler oluşabilir.Bu gibi durumda ebeveyn çocuğa kızmamalıdır. Aile bu süreçte hata yapmamalıdır. Bu süreçte çocuğa karşı gösterilecek en ufak hata daha büyük sorunlar doğurabilir. Eğer mücadele edemeyecek gibi hissediyorsanız boşanma öncesi ya da sonrasında mutlaka bir psikoloğa danışıp yardım almalısınız.Evliliklerinde sorun yaşayan eşler, ilk çare olarak boşanmayı düşünmektense, profesyonel yardım almayı denemeli. Boşanmaya kesin karar verildiğinde, çocukların bundan nasıl etkileneceği düşünülerek planlı hareket edilmelidir. Çünkü bu süreçte neler olup bittiği, bundan sonraki yaşam düzeninin ne olacağı son derece önemlidir.Uzm.Klinik Psikolog Gökçe Kayalargokcekayalar5@gmail.com