1. Uzman
  2. Merve Ece KAYHAN
  3. Blog Yazıları
  4. Bağlanma Stillerimiz Ayrılık Sürecini Nasıl Etkiliyor?

Bağlanma Stillerimiz Ayrılık Sürecini Nasıl Etkiliyor?

Günümüzde ayrılığa dair hepimizin bildiği bir gerçek var. Ayrılık kararı bizi hem psikolojik hem de fiziksel anlamda fazlasıyla olumsuz etkiliyor. Peki bizi bu kadar olumsuz etkileyebilecek kararı nasıl alabiliyoruz? Araştırmalara göre, ayrılık kararı almamızda en önemli etkenlerden biri iletişim problemleri. Bunun yanı sıra, partner ile yakınlık kurmakta güçlük çekme, güven ve sadakat ile ilgili yaşanan problemler, finansal problemler, ilişki içerisinde sıkça çatışmaların yaşanması, cinsel problemler yer alıyor.

 Peki ayrılık sonrası davranışlarımızı ve duygularımızı belirleyen faktörler neler?

Yapılan pek çok farklı çalışmaya göre ayrılık sonrasında sergilediğimiz davranışlar ve duygular bağlanma stillerimiz ile oldukça ilişkililer. Bağlanma stilimizin ne olduğunu keşfetmek, romantik ilişki içerisinde yaşadığımız problemlerin kökenini bulmamıza ve bu problemleri çözmemize yardımcı olur. O zaman aklımızda şöyle bir soru canlanıyor, nedir bu bağlanma stilleri?

Bağlanma stilleri, doğumdan itibaren diğer insanlarla nasıl bağ kuracağımızı, çevremizle nasıl iletişime geçeceğimizi ve romantik partnerimiz ile nasıl bir ilişki yaşayacağımızı belirleyen bir yapıdır. Biliyoruz ki, hayatta kalabilmemiz için diğer insanlara ve bağlanmaya ihtiyacımız var. Yapılan pek çok araştırmaya göre, insanlarla sağlıklı bağlar kurduğumuzda, daha mutlu ve psikolojik açıdan daha sağlıklı bireyler oluyoruz. İnsanlarla sağlıklı bağlar kurmak, bizi hem psikolojik hem de fiziksel olarak olumlu etkiliyor. Temel olarak 3 farklı bağlanma stili vardır. Bunlar; güvenli bağlanma, kaygılı bağlanma ve kaçıngan bağlanmadır.

Güvenli Bağlanma

           Çocukluk hayatında güvenli bağlanma gerçekleştirmiş bireyler, yetişkinlik hayatında uzun vadeli ilişkiler yaşayan, yüksek özgüvene sahip olan, yakın ilişkilere girmekten kaçınmayan ve keyif alan, ihtiyacı olduğunda çevresinden sosyal destek talep edebilen ve duygularını yakın çevresiyle çekinmeden paylaşabilen kişilerdir.

 Kaygılı Bağlanma

           Çocukluk hayatında kaygılı bağlanma gerçekleştirmiş bireyler, yetişkin hayatlarında çevresindeki insanlara karşı güvenmekte zorluk çekerler, genel olarak başkalarına karşı duygusal bağ kurma ve yakınlık kurma konusunda isteksizdirler. Çevresindeki insanları ve kendi duygularını anlamakta güçlük çekerler ve duygulara karşılık vermekte zorlanırlar.

 Kaçıngan Bağlanma

           Çocukluk hayatında kaçıngan bağlanma gerçekleştirmiş bireyler, yetişkin hayatlarında yakın ve derin ilişkiler kurmakta fazlasıyla zorlanırlar. Yakın ilişki içerisinde bulunmaktansa, özgürlüğü ve bağımsızlığı tercih ederler. Romantik ilişkileri kendilerinin özgürlüğüne ve bağımsızlığına yönelik bir tehdit olarak algılama eğilimindedirler. Birini derinden tanımaya ve bağlanmaya karşı koyarlar.

 Nasıl güvenli bağlanan biri olabilirim?

           Bağlanma stilleri çocukluktan itibaren bize yerleşmiş olsalarda değiştirebilmek ve güvenli bağlanan bir insan olmak mümkündür. Öncelikli olarak hangi bağlanma stiline sahip olduğunuzu bulun. Fark etmek değişimin birinci adımıdır. Sonrasında bir ilişkide nelere ihtiyacınız olduğunu, neleri beklediğinizi, partnerden beklentilerinizi, kendi duygularınızı ve düşüncelerinizi keşfetmeye çalışın. Bunları keşfettikten sonra bilişsel çarpıtmalarınızı bulup, onları gerçekçileriyle düzenlemeye çalışın. Bilişsel çarpıtmalarınızı düzenlemekte güçlük çekerseniz, bir uzmandan destek alabileceğinizi unutmayın.

 Bağlanma stilleri ayrılık sonrası verdiğimiz tepkileri nasıl etkiliyor?

Ayrılık sonrasında sergilediğiniz davranışlar ve aklınızdan geçen düşünceler çocukluk çağında ailenizin size sergilediği tutum ve davranışlardan şekilleniyor olabilir mi? Yapılan araştırmalara göre bu sorunun cevabı evet. Çocukluk çağlarımızda güven duyabileceğimiz bir bakım verene sahip olmak, olumsuz duygular yaşarken bu duygularla baş edebilmemiz konusunda bize yol gösterecek birinin olması, neden böyle hissettiğimizi anlattığımızda bakım verenin bizi dinlemesi ve anlayışlı bir şekilde yaklaşması, bu olumsuz duygularla baş edebilmek için bize çözüm konusunda yardımcı olması yetişkinlik hayatımızda ilişkilere, problemlere ve ayrılıklara bakış açımızı oldukça şekillendiriyor ve etkiliyor.

 

Çocukluk yıllarında güvenli bağlanma geliştiren bireyler, ayrılık sonrasında kontrol etme veya zarar verme davranışlarını daha az sergiliyorlar. Her ayrılığın getirmiş olduğu doğal ayrılık sürecini yaşayarak, hayatlarındaki işlevselliği geri kazanıyorlar. Çocukluk çağında kaçıngan bağlanma geliştiren bireylerde ayrıldıktan sonra kontrol etme veya zarar verme davranışlarını daha az sergiliyorlar. Ancak araştırma sonuçlarına göre bunun sebebi zaten yakınlık kurmakla ilgili yaşadıkları problemlerin var olması ve yakın ilişkiler kurmayı özgürlüklerine bir tehlike olarak algılamalarıyla oldukça ilişkili.

 

Çocukluk çağında kaygılı bağlanma geliştiren bireylerde ise ayrılık sonrasında kontrol etme ve zarar verme davranışları oldukça sık gözlemleniyor. Özellikle eski partneri rahatsız edici boyutta aramaya veya mesaj atmaya yönelik davranışlar oldukça sık gözlemlenenler arasında yer alıyor. Eski partnerlerinden bekledikleri veya istedikleri tepkileri alamadıklarında ise hakaret etme veya manipülatif davranışlarda bulunma olasılıkları oldukça artıyor.

 

Kaygılı bağlanmaya sahip olan kişiler ayrılığın getirmiş olduğu doğal süreci yaşamayı da çoğu zaman reddedip, yaşanmış olan ayrılığı inkar edip, duygularını ve düşüncelerini bastırmaya çalışabiliyorlar. Bu durum ayrılıkla ilgili yaşanması gereken süreçlerin yaşanmasının önüne geçiyor ve kaygılı bağlanan kişiler yoğun bir biçimde korku, acı, öfke, üzüntü duygularını deneyimliyor. Duyguların yoğunluğundan kaynaklı olarak duygu regülasyonu yapmakta güçlük çektiklerinden ötürü düşünce ve davranışlarınıda düzenlemede problemler yaşıyorlar. Buda uzun vadede hayatlarında daha çok olumsuzluklar ve depresif belirtiler oluşmasına, kişide gerçekçi olmayan gelecekteki partnerlere yönelik terk edilme korkusunun ortaya çıkmasına sebep olabiliyor.

 

Geçmiş ilişkide ve ayrılık sürecinde oldukça olumsuz deneyimlerle karşılaşan bu bireyler, gelecekteki var olabilecek ilişkisinde de aynı problemleri yaşamamak adına, çeşitli bilişsel çarpıtmalar yaparak daha şüpheci, kuşkucu ve çatışmalardan uzak durmayı seçen veya çatışmalarla zor başa çıkabilen bireyler haline gelebiliyorlar.

 

Yapılmış olan bu çalışma bize gösteriyor ki, ayrılık sonrası yaşadığımız duygular, düşünceler ve sergilediğimiz davranışlar bağlanma stillerimiz ile oldukça ilişkili.

 

Bu nedenle, sizde ayrılık sürecini zorlu geçiriyorsanız, duygularınızı ve düşüncelerinizi yönetmekte çeşitli zorluklar çekiyorsanız buda günlük hayatınızda çeşitli sorunlara neden oluyorsa, bir uzmandan destek alarak ayrılık sürecini nasıl daha sağlıklı geçirebileceğiniz konusunda gerekli olan yardımı alabilirsiniz.

 

Unutmayın, hayatımızdaki sorunların çoğu genellikle hiç yoklarmış gibi davranmamızdan kaynaklanır. Görmezden gelmek çoğu zaman olumlu bir davranış değildir.

Yayınlanma: 18.08.2022 10:51

Son Güncelleme: 18.08.2022 10:54

#yetersizlik#değersizlik#özsaygı#ilişkiler#aşk#terapi#çift#ayrılmak#barışmak#ilişki#sevgi#mutsuzluk#depresyon#ayrılık#bağlanma stilleri
Psikolog

Merve Ece

KAYHAN

Uzman Klinik Psikolog

(*)(*)(*)(*)(*)

Uzmanlıklar:

İlişki / Evlilik Problemleri, Kaygı (Anksiyete) Bozuklukları, Ruhsal-Toplumsal, Kişisel ve Çevresel Diğer Koşullarla İlişkili Sorunlar
Online TerapiOnline Ter...
süre 50 dk
ücret 1500
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
süre 50 dk
ücret 1500
Yapay zeka ile, kişiselleştirilmiş destek:
Menta AI
Yapay zeka ile,
kişiselleştirilmiş destek: Menta AI

Şimdi indir, konuşmaya başla

App Store'dan İndirGoogle Play'den İndir
Bunları da sevebilirsiniz...

Depresyon Nedir?

Son yıllarda çok kullanılan bir terim olan ''depresyon'', halk arasında bir üzüntü hali olarak bilinmektedir. Olumsuz bir durum karşısında üzülmek, bir ilişkinin bitimi sonrası birkaç gün hiçbir şey yapmak istememek, ağlamak, huysuz olmak gibi durumlar halk arasında depresyon olarak adlandırılmaktadır. Hatta üzüntülü iken kullanılan battaniyeye ''depresyon battaniyesi'', dinlenilen şarkılara ''depresyon şarkısı'' ismini vermişlerdir. Peki gerçekten de bu durumlar depresyon mudur? Depresyon bir üzüntü hali midir? Biraz dondurma yiyip birkaç gün ağlayınca geçen bir ruh hali durumu mudur?Halk arasında üzüntülü ruh halinin bir karşılığı olarak kullanılan depresyon terimi, aslında kişiyi intihara kadar sürükleyebilecek ciddi bir duygudurum bozukluğudur.Üzücü ve sıkıntı verici olaylar karşısında üzüntülü olmak gayet doğal ve insanidir. Depresyonda ise bu üzüntüden daha farklı boyutta duygular vardır.Öncelikle depresyon teşhisinin konulabilmesi için kişinin bazı belirtileri taşıyor olması ve bu belirtilerin en az 2 haftadır devam ediyor olması gerekmektedir. Peki nedir bu belirtiler?-Sürekli üzgün hissetmek-Gün içinde yapılan aktivitelerden zevk almama ve ilgi kaybı-İştahsızlık veya aşırı yeme-Uyku sorunları-Sürekli yorgun hissetme-Hareketlerde ve konuşmada yavaşlama-Değersizlik hissi-Kendinden nefret etme-Nedeni olmayan fiziksel ağrılar-Dikkat bozukluğu, karar vermede sıkıntı yaşama-İntihar eğilimi-Kilo değişimi-Unutkanlık-Çaresiz hissetmek-Cinsel isteksizlik-Cinsel işlev bozuklukları-Sıklıkla ölümü düşünmek-Derin bir boşluk duygusuBu belirtiler depresyonun ciddi bir duygudurum bozukluğu olduğunu ve tedavi edilmezse kötü sonuçlar doğurabileceğini kanıtlar niteliktedir.Biraz da depresyonun nedenlerinden bahsedelim. Depresyonun genelde tek bir nedeni yoktur. Kişinin psikolojik durumu, biyolojik faktörleri, çevresel faktörleri, fiziksel sağlığı gibi durumların her biri depresyona neden olabilir. Bunların yanında sevilen birinin ölümü, ayrılık, düşük sosyo-ekonomik düzey, madde kullanımı, büyük acılar, uzun süren yas dönemi, iş hayatında yaşanan problemler, işten çıkarılma, aile problemleri, boşanma, işsizlik, travmalar, ailede depresyon öyküsü, bazı ilaçlar, hormonel değişiklikler de başlıca risk faktörleridir. Menopoz ve andropoz dönemi de depresyona yol açan etkenler arasında yer alır. Tüm bu etkenler kişiden kişiye değişmekle beraber depresyon hastalığının ortaya çıkmasında rol oynayabilmektedir.Depresyon gerçek bir hastalıktır, kişinin zayıflığı ya da hassaslığı olarak değerlendirilemez. Yani depresyon, kişinin suçu değildir. Yukarıda saydığımız nedenler kişiyi depresyona yatkın hale getirebilir. Kişi depresyona girdiğinde ise olayların bu hale nasıl geldiğini algılayamaz.Depresyonun farklı türleri vardır. Sık görülen depresyon türlerinden birkaçını açıklayalım.Majör Depresif BozuklukDiğer adı klinik depresyondur. En şiddetli depresyon türü olarak bilinir. Kişide fazlaca üzüntü hali, yoğun değersizlik hissi, yemek yiyememe, yüksek uyku sorunları, intihar düşüncesi, hayattan zevk almama ve yoğun olumsuz duygular görülür. Bu belirtiler kişide işlev bozukluklarına yol açar. Kendiliğinden düzelmesi pek mümkün değildir.Atipik Özellikli Majör Depresif BozuklukBu depresyon türünde kişi depresyonda olduğunun farkında değildir. Belirli davranış kalıpları ile kendini gösterir. Kişi reddedilmeye karşı aşırı hassastır. Ruh hali aniden iyileşip kötüleşebilmektedir. Kişi çoğunlukla gergindir ve çoğunlukla ''birazdan kötü bir şey olacak'' hissine kapılmaktadır. Kişi insanlara güvenmekte zorluklar ve bununla beraber terk edilme - aldatılma korkusu yaşar. Bu depresyon türü genelde ilk defa gençlik yıllarında başlar ve yetişkinlik süresince devam eder.Doğum Sonrası DepresyonuDiğer adı postpartumdur. Hamilelik süresinde ya da doğumu takip eden dört hafta içerisinde ortaya çıkar. Nedeni tam olarak bilinmemekle beraber hormonel değişim ve çocuk sahibi olmanın verdiği yüksek sorumluluk duygusunun etkili olduğu düşünülmektedir. Doğum sonrası yaşanan sosyal ve psikolojik değişimler de bu depresyonu tetikler. Genellikle şiddetli üzüntü hali, sürekli ağlama, yoğun kaygı ve umutsuzluk durumu şeklinde kendini gösterir. Gebelik yaşı düştükçe, doğum sonrası depresyonun görülme ihtimali de artmaktadır.Kronik DepresyonEn az 2 yıl süreyle devam eden depresyon türüdür. Tıpta ''Distimi'' olarak bilinir. Majör depresyondaki belirtilerin daha hafifi belirtiler vardır ve kişinin günlük yaşamını olumsu etkilemez. Depresyonun hafif formu olarak tanımlanabilir. Çoğunlukla erken çocukluk dönemindeki travmalara bağlı olarak ortaya çıkar. Bu hastalığı yaşayan kişiler çevrelerince eleştirel, sürekli şikayet eden ve hayattan zevk almayan kişiler olarak bilinirler.Mevsimsel Duygu Durum Bozukluğu Belirli mevsim dönemlerinde, özellikle gün ışığının azaldığı kış dönemlerinde görülür. Bu depresyon tipi genelde kadınlarda görülür. Bu depresyon türünü yaşayan kişiler kış döneminde normalde olduklarından bambaşka bir ruh haline bürünürler. Genellikle üzgün, stresli, ilgisiz ve ümitsiz bir ruh halinde seyreden ruh halleri ilkbahar-yaz dönemine kadar devam eder.Depresyon tedavisinde kullanılan genel tedavi yöntemi, ilaç kullanımı ve beraberinde psikoterapidir. Tedavide kullanılan antidepresan adı verilen ilaçlar genellikle 2-3 hafta içinde etkisini gösterir. Kişinin semptomları azalmaya ve kendini daha iyi hissetmeye başlar. Bu süre boyunca da psikoterapiye devam edilerek depresyonun asıl nedenleri konuşulur. Tedavi edilmeyen depresyonun düzelmesi 2 yıla kadar sürebilmektedir. Tedavi ile beraber bu süreç birkaç haftaya kadar indirilebilmektedir.Peki iyileşmeden sonra depresyonun tekrar etme ihtimali var mıdır?Depresyon yineleyici bir hastalıktır. Kişinin daha önce depresyon geçirmiş olması, ailede depresyon öyküsü, madde kullanımı, kalıntı belirtilerin görülmesi depresyonun yinelenmesi için risk faktörleridir. Stres etkenlerini azaltmak veya kontrol edecek önlemler almak depresyonun yineleme ihtimalini azaltacaktır.Görüldüğü gibi depresyon hiç de halk arasında anıldığı gibi hafif bir üzüntü durumu değildir. Depresyonun ciddiye alınması ve doğru şekilde tedavi edilmesi son derece önemlidir. Eğer kendinizde veya çevrenizdeki bireylerde yukarıda yazılan belirtilerin birkaçının en az 2 haftadır devam ettiğini düşünüyorsanız bunu ciddiye almanızı ve bir psikolojik yardım almanızı tavsiye ederim. Unutmayın, psikolojik sağlık en az fiziksel sağlık kadar önemlidir.

Bağlanma Türleri ve İlişkilerimizi Üzerindeki Etkisi; Etkileriyle Nasıl Baş Ederiz?

Bağlanma Türleri ve İlişkilerimizi Üzerindeki EtkisiBağlanma Teorisi (Bağlanma Kuramı), 1950’lerde İngiliz Psikanalist John Bowlby tarafından yaratılan ve Amerikalı Psikolog Mary Ainsworth tarafından genişletilen bir teoridir. Bağlanma Teorisine göre bebeklikten itibaren birincil bakım verenle yaşanan ilişkisel deneyimler ve kurulan bağ; kişinin gelecekteki yaşantısında ilişkileri nasıl geliştireceği, ne gibi tutum ve davranışlar göstereceğini belirlemektedir. Bakım veren ile erken yaşamda edilen tecrübeler ile oluşan bağlanma türü,yetişkinlik hayatında da ilişkilerde etkili olmaya devam eder. Bu teoriye göre 4 adet bağlanma stili tanımlanır; Güvenli Bağlanma Kaçıngan Bağlanma (Güvensiz Bağlanma)Kaygılı Bağlanma (Güvensiz Bağlanma) Düzensiz Bağlanma(Güvensiz Bağlanma)Hadi gelin birlikte bu stilleri inceleyelim. Güvenli Bağlanma Çocukluk döneminde birincil bakıcısıyla arasında yakın ilişki olan, herhangi bir koşula bağlanmadan onaylanma ve güvence isteyebilen bireyler; gelecekte güvenli bağlanma stili geliştirirler. Güvenli bağlanmada bakım veren (ebeveyn) çocuğun ihtiyaçlarını (fiziksel, duygusal)mümkün olan en kısa sürede koşulsuzca cevaplar. Peoples’e göre; “Çocuklar birincil bakıcılarından güveni, güvenli bağlanmayı almanın yanı sıra birincil bakıcıların bizzat kendisini de model alır ve yetişkinlik döneminde ortaya çıkacak olan güvenli bağlanma böylece filizlenmeye başlar.”Güvenli Bağlanma ÖzellikleriDuygusal Erişilebilirlik Yakınlık Kurabilme KapasitesiÇatışma YönetimiYalnızlıkla Barışık OlmakSınır ÇizebilmekÖz sevgi ve Öz saygı Etkili İletişim Becerileri Güven Duygusuna Sahip Olmak Duygu DüzenleyebilmekYardım Arayabilme Kapasitesi Kendi OlabilmePeki Güvenli Bağlanmanın ilişkiye yansıması nasıldır? Çocukluğunda güvenli bağlanan kişiler kendiyle de hayatla da güvenli bağlanır. Hem romantik ilişkilerinde hem de hayatında kurdukları diğer ilişkilerde güvenli bağlanırlar.Güvenli bağlanma stiline sahip kimseler sağlıklı ilişkiler kurma eğilimindelerdir. Sorun çözme becerileri gelişmiştir. Dışarıdan gözlemlendiğinde pozitif, güvenilir ve partnerlerine karşı sevgi dolu olduklarını fark ederiz. Güvenli bağlandıkları için ilişkilerinde kıskançlık ve güven problemleri pek açığa çıkmaz. Güvenli bağlanan kişiler sevilebilir olduklarına inanırlar. Bu inanç sayesinde dış bir onaylanmaya ihtiyaç duymazlar. Güvenli bağlanan kişiler duygu ve düşüncelerini ifade etmekte problem yaşamazlar. İlişkilerindeki sorunları dile getirmek ve çözüm üretmek konusunda problem yaşamzlar. Sevgiyi ifade etmek ve kabul etmekten çekinmezler.Kaçıngan Bağlanma Çocukluk döneminde, katı veya duygusal olarak mesafeli veya etrafta pek olmayan bakım verene sahip kişiler kaçıngan bağlanma geliştirirler. Bakım verenin eksikliği veya yetersizliği çocukta ileriye dönük bağlanma ve güven problemleri ortaya çıkarmaktadır. Çocukluklarında ihmal edildikleri için kendi kendilerine yetmeyi öğrenmek mecburiyetinde kalırlar. Bu sebeple güçlü bir bağımsızlık duygusuna sahip olurlar. Çocuklukta güçlü bir bağımsızlık duygusu benimsemekten kaynaklı insan ilişkilerinde kişi problem yaşar.Kaçıngan Bağlanma Özellikleri İlişkilerde belirgin bir mesafe koymaYakınlıktan kaçınma Güçlü bir bağımsızlık duygusuFiziksel ve duygusal yakınlıktan kaçınmaBaşkalarını küçümser tavırlarDuygularını ifade etmekte güçlük çekmeGüven duymakta zorlanmaKimseye ihtiyaç duymadığı ve duymayacağı inancıYalnızlığı tercih etmek Bağlanma korkusuPeki Kaçıngan Bağlanmanın ilişkiye yansıması nasıldır? Kaçıngan bağlanan kişi, partnerine ihtiyaç duymaktan ve bağlanmaktan kaçınırlar. Birilerine bağlı olmayı kontrol kaybı ve zayıflık olarak yorumlayabilirler. Kaçıngan bağlananlar duyguları noktasında çok net değildirler ve iletişime genellikle kapalıdırlar. Sevgiyi bir kol mesafesinde tutarlar. Partnerin duygularıyla baş etmek ve karşılık vermekte zorlanırlar.Bu bağlanma stili, bireylerin ilişkilerinde sağlıklı ve güvenli bir bağ kurmalarını zorlaştırır.Kaygılı BağlanmaÇocuklukta ihtiyaçlarına karşılık vermeyen tutarsız bakım verenlere sahip kişiler kaygılı bağlanma geliştirirler. Ebeveynlerinden aldıkları tutarsız mesajlar yüzünden ne istemeleri, ne beklemeleri konusunda sorun yaşayan, kafası karışık çocuklardır. Bu tutarsızlık yetişkin ilişkilerinde terk edilme ve reddedilme korkusu yaşamalarına neden olur. Yakın ilişkilerde bağımlı bir tavır sergilerler. Düşük öz sevgiye sahip olduklarından kendilerine laik görmedikleri o sevgiyi duymaya ihtiyaç duyarlar. Sevildiğinin onaylanmasına ihtiyaç duyarlar. İlişkilerinde kaygı ve kıskançlığı yoğun şekilde yaşarlar.Kaygılı Bağlanma Özellikleri Yoğun kıskançlıkDüşük özgüvenYalnız kalmakta zorlanmaBaşkalarından onay alma ihtiyacıGüven problemleriTerk edilme korkusuReddedilme korkusuKendini sevilmeye değer biri görmemeEleştiri kaldıramamaDüzensiz BağlanmaDüzensiz bağlanmaya sahip kişiler yakın ilişkilerinde güven problemi yaşarlar ve son derece tutarsız davranışlar gösterirler. İki uç noktada seyrederler; bağımsız ve mesafeli ya da duygusal ve yapışkan. Birincil bakım vereni tutarsız kişilerdir. Çocuk için hem rahatlık hem de korku kaynağıdırlar. Bu nedenle çocuklarda düzensiz davranışlar gözleniyor. Çocukluk travmaları, ihmal ve istismar bu bağlanma türüne neden olan başlıca etmenlerdir.Düzensiz Bağlanma ÖzellikleriGüven problemiYüksek anksiyeteKafa karıştırıcı davranışlarReddedilme korkusuDuyguları düzenlemede problemKaçıngan ve kaygılı bağlanma stillerinin belirtilerini gösteriyor olmaSonuç olarak ; Çocuklukta geliştirilen bağlanma stilinin ilerideki ilişkilerimiz için kesin bir belirleyici olarak düşünmek yanlış olur. Çocukluk döneminde geliştirilen bağlanma biçimi yetişkinlikte farklılaşabilir. Güvenli bağlanan bir çocuk yetişkinlikte ilişkilerinde kaçıngan bağlanma gösterebilir. Kişinin mizacı ve geçirdiği ilişki deneyimleri veya gözlemleri de bağlanma türlerinde etkili olabilmektedir. Sonuç olarak erken dönem bağlanma stilimiz yetişkin hayatımızda ilişkilerimizde birebir etkili olmasa da katkı payının olduğu yadsınamaz.Çocukluğumuzda bağlanma figürümüz ebeveynlerimiz yani bakım verenlerimizdir. Gençlik ve yetişkinlik dönemlerinde ise bağlanma figürü romantik partnerler ve arkadaşlar olarak gözlenir. Yaşamın farklı dönemlerinde farklı bağlanma figürleri ortaya çıktığı için çocukluk çağındaki bağlanma stili kalıcı ve telafi edilemez değildir. Çocukluktaki bağlanma şeklimiz, ilerideki kuracağımız tüm ilişkilerimizde aynı tipte ve düzeyde gözlenecek kadar belirleyici değildir. Ancak tabii ki etkilidir; kişi, bağlanma stiline uygun bir partner seçmeye meyillidir. O nedenle, bu konuda farkındalık kazanmak ve üzerine çalışmak ilişkilerimiz için faydalı olacaktır. Psikolojik danışmanlık almak bakım vereniniz ile kurduğunuz bağlanma stilinizi keşfetmeyi ve bunun üzerine çalışarak güvenli bağlar geliştirmenize ve daha sağlıklı ilişkiler kurmanıza olanak sağlar. Bağlanma stilinizi keşfetmek ve daha sağlıklı ilişkiler kurmayı öğrenmek için benimle iletişim kurabilirsiniz. Kaynakça Here is How to Identify Your Attachment Style,psychcentral.com, 2021Çankaya,T.(2022).Bağlanma Stilleri Nelerdir? Bağlanma Stilleri ve Romantik İlişkilere Etkisi. Hiwellapp.com
İrem EROL 11.12.2024

Yas ve Ölüm Süreci Nedir?

Yas ve Ölüm Nedir? Yas; sevilen ya da kişinin kendisine yakın olarak gördüğü birinin ölümü sonrasında ortaya çıkan doğal bir yaşam süreci olarak ifade edilmektedir. Ölüm ve kayıp insan yaşamının doğasında yer aldığından dolayı her insan yaşamı boyunca mutlaka kayıpla karşılaşmakta ve yas sürecinin içine girmektedir. Yas süreci kimi zaman uzun ve acılı bir şekilde de ortaya çıkmaktadır. Sevilen ya da yakın görülen bir kişinin ölümü sonrasında kişiler fiziksel, duygusal, bilişsel ya da davranışsal tepkiler verebilmektedir. Yas süreci; normal yas, karmaşık yas ve travmatik yas olmak üzere üç kısımda değerlendirilmektedir. Normal yas süreci yaşamın akışına uygun yas tepkileri vermek anlamındadır. Genelde 6 ay içerisinde yas sürecinin normale dönmesi ve ölümün kabullenilmesi gerektiği düşünülmektedir. Ancak bazı durumlarda sevilen birinin ölümünden aylar sonra dahi yas süreci devam etmektedir. Kişinin yaşam akışı bu durumdan etkilenmeye devam etmekte ve kişinin günlük yaşamı sekteye uğramaktadır. Kronik yas, gecikmiş yas, maskelenmiş yas, patolojik yas ve abartılmış yas karmaşık yasın içerisinde değerlendirilmektedir. Karmaşık yas sürecinde kişinin hissetmiş olduğu acı artarak ve derinleşerek devam etmektedir. Bu tür durumlarda mutlaka bir uzman desteği gerekmektedir. Travmatik yas ise; beklenmedik bir şekilde ortaya çıkan ölüm sonucunda verilen tepkilerdir. Trafik kazası, doğal afetler gibi durumlar sonucunda birinin ölümüyle tanışmak buna örnek gösterilebilir. Yas sürecinde midede boşluk, ağız kuruluğu, güç kaybı, tükenme, göğüs ve boğazda gerginlik gibi fiziksel; ölüme inanmakta güçlük, ölüme yönelik sürekli düşünme, karar vermede zorluk, konsantrasyon kaybı gibi bilişsel; şaşkınlık, üzüntü, suçluluk, çaresizlik, bitkinlik, özlem, yalnızlık gibi duygusal; uykuda düzensizlik, ağlama, yemek yemede zorlanma, aşırı hareketlilik, anlamsız hareketler, ölen kişiyi hatırlatan etkinlikler gibi davranışsal boyutta tepkiler ortaya çıkabilmektedir. Yas sürecinde ölen kişiyle olan ilişki şekli de yasın yaşanmasında oldukça etkilidir. Ölen kişinin kimliği, yaşamında ne kadar yer tuttuğu, ölen kişiyle olan ilişki, ölüm biçimi, geçmiş kayıplar, kişilik özellikleri (baş etme becerileri, bağlanma stilleri, bilişsel yaklaşımlar), sosyal destek ve yas sürecinde ortaya çıkan sıkıntılar yasın ne şekilde devam edeceğine yönelik bilgi vermektedir.Yas süreci Kubler Ross tarafından inkar, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme olmak üzere 5 basamakta tanımlanmıştır. Bu basamakların sırayla gerçekleşmesi yas sürecinin normal yaşandığının göstergesi olarak tanımlanır. Bu sürecin ortalama 6 ay devam etmesi beklenir. Ancak daha önceden de bahsettiğimiz gibi kişilik özellikleri bu sürecin farklı sürede tamamlanmasına da neden olmaktadır. Hangi evrede ne kadar süre geçirildiği, basamaklar arası geçişin nasıl yaşandığı tamamen terapi sürecinde ortaya çıkan duygularla anlam bulmaktadır. Kimi insanların baş etme becerileri ve kişilik özellikleri daha farklıdır. Yas ve Ölüm Terapide Nasıl Çalışılır? Terapide yasın bir gerçek olduğu, ölüme yönelik konuşmaları detaylandırarak ölen kişinin artık geri dönmeyeceği ancak ölen kişiyle olan bağın hala devam ettiği bir süreç yaşanır. Ölümle ilgili öykü almak danışanı üzmekte, ölen kişiye dair hatıraları canlandırmaktadır ancak ölüme yönelik konuşmak ölüm gerçeğinin kabullenilmesine de yardımcı olur. Terapi sürecinde ölen kişiye yönelik duyguların ortaya çıkması da önemlidir. Bu duygular bazen öfke, özlem, yalnızlık, huzursuzluk olarak ortaya çıkabilir. Terapi sürecinde ifade edilen duygular yasın kabullenilme sürecinin daha kolay yaşanmasına yardımcı olmaktadır. Böylece hissedilen duygular daha kolay anlamlandırılır. Ölen kişi olmadan danışanın hayatına nasıl devam edebileceğini konuşmak da yas sürecinin bir gerçeğidir. Ölen kişi olmadan nasıl bağımsız kararlar alınacağı, karşılaşılan problemlerin neler olabileceği, bu problemlerle geçmişte nasıl baş edildiği, ölen kişiden bu konuda neler öğrenildiği, bunları gerçek hayata nasıl aktarılabileceği, hangi noktada nasıl zorlu yaşantıların sizleri beklediği gibi konuları detaylandırmak yas sürecine yönelik olumlu bir adım olacaktır. Yas sürecinde bazen kişinin hayatını derinden etkileyecek kararlar alınabilmektedir. Üniversite eğitimini yarım bırakma, şehir değişikliği, iş değişikliği ya da boşanma gibi. Bu konuların yas süreci içerisinde konuşulması, uzman kontrolünde değerlendirilmesi yanlış bir kararın alınmasının önüne geçebilmektedir. Danışanlar ölen kişinin kaybına yönelik bir anlam bulmaya çalışmaktadırlar. Bu konuda yas sürecinin en önemli göstergelerinden biri de anlam bulmaktır. Sevilen ve değer verilen kişinin “neden” öldüğüne dair bir yanıt aramak ve anlamlandırmak danışanlar açısından önemi olabilmektedir. Ölen kişiye yönelik var olan duyguların şu anki ilişkilere yönlendirilmesi de yas sürecinin önemli bir basamağıdır. Burada amaç ölen kişinin oluşturmuş olduğu boşluğu doldurmaktan ziyade duyguları daha kolay ifade etmektir. Yeni ilişkiler ölen kişinin yerini doldurmaz ancak var olan duygularımızı anlamlandırmamıza yardımcı olur. Yas sürecinde kişi yasını yaşayabilecek bir zamana ihtiyaç duyar. Yas sürecinin nasıl bir süreç olduğuna dair danışan bilgilendirilmelidir. Kültürümüzde 7.gün ve 40.gün, ölüm yıl dönümü gibi günler danışanlar için zor geçebilir. Buralarda danışanın neler yaşadığı konuşularak ölüme dair düşünceler ve duygular alınabilmektedir. Tüm bu süreçler göz önüne alındığında eğer ki patolojik bir durum söz konusu olursa mutlaka danışanı farklı bir uzmana yönlendirmek de gerekebilir.Ölüm sonrasında herkes farklı tepkiler verebilir. Yapılan çalışmalarda birçok ortak fiziksel, bilişsel, duygusal ve davranışsal tepkiler gözlemlense dahi herkesin bu tepkileri aynı şekilde vermediği de ortadadır. Yas sürecini yaşayan kişilerin aile geçmiş, daha önceki ölümlere vermiş olduğu tepkiler, çevresel ve kültürel farklılıklar, yas tutma biçimi gibi bazı değişkenler yasın yaşanma sürecini de değiştirmektedir. Unutmayın; yas bireysel bir yolculuktur. Herkesin yolcuğu farklı bir şekilde devam eder. Yas süreci mutlaka 6 ay devam etmeli gibi bir genelleme söz konusu değildir.
Ergin DURAN 04.02.2021