1. Uzman
  2. Merve Ece KAYHAN
  3. Blog Yazıları
  4. Bağlanma Stillerimiz Ayrılık Sürecini Nasıl Etkiliyor?

Bağlanma Stillerimiz Ayrılık Sürecini Nasıl Etkiliyor?

Günümüzde ayrılığa dair hepimizin bildiği bir gerçek var. Ayrılık kararı bizi hem psikolojik hem de fiziksel anlamda fazlasıyla olumsuz etkiliyor. Peki bizi bu kadar olumsuz etkileyebilecek kararı nasıl alabiliyoruz? Araştırmalara göre, ayrılık kararı almamızda en önemli etkenlerden biri iletişim problemleri. Bunun yanı sıra, partner ile yakınlık kurmakta güçlük çekme, güven ve sadakat ile ilgili yaşanan problemler, finansal problemler, ilişki içerisinde sıkça çatışmaların yaşanması, cinsel problemler yer alıyor.

 Peki ayrılık sonrası davranışlarımızı ve duygularımızı belirleyen faktörler neler?

Yapılan pek çok farklı çalışmaya göre ayrılık sonrasında sergilediğimiz davranışlar ve duygular bağlanma stillerimiz ile oldukça ilişkililer. Bağlanma stilimizin ne olduğunu keşfetmek, romantik ilişki içerisinde yaşadığımız problemlerin kökenini bulmamıza ve bu problemleri çözmemize yardımcı olur. O zaman aklımızda şöyle bir soru canlanıyor, nedir bu bağlanma stilleri?

Bağlanma stilleri, doğumdan itibaren diğer insanlarla nasıl bağ kuracağımızı, çevremizle nasıl iletişime geçeceğimizi ve romantik partnerimiz ile nasıl bir ilişki yaşayacağımızı belirleyen bir yapıdır. Biliyoruz ki, hayatta kalabilmemiz için diğer insanlara ve bağlanmaya ihtiyacımız var. Yapılan pek çok araştırmaya göre, insanlarla sağlıklı bağlar kurduğumuzda, daha mutlu ve psikolojik açıdan daha sağlıklı bireyler oluyoruz. İnsanlarla sağlıklı bağlar kurmak, bizi hem psikolojik hem de fiziksel olarak olumlu etkiliyor. Temel olarak 3 farklı bağlanma stili vardır. Bunlar; güvenli bağlanma, kaygılı bağlanma ve kaçıngan bağlanmadır.

Güvenli Bağlanma

           Çocukluk hayatında güvenli bağlanma gerçekleştirmiş bireyler, yetişkinlik hayatında uzun vadeli ilişkiler yaşayan, yüksek özgüvene sahip olan, yakın ilişkilere girmekten kaçınmayan ve keyif alan, ihtiyacı olduğunda çevresinden sosyal destek talep edebilen ve duygularını yakın çevresiyle çekinmeden paylaşabilen kişilerdir.

 Kaygılı Bağlanma

           Çocukluk hayatında kaygılı bağlanma gerçekleştirmiş bireyler, yetişkin hayatlarında çevresindeki insanlara karşı güvenmekte zorluk çekerler, genel olarak başkalarına karşı duygusal bağ kurma ve yakınlık kurma konusunda isteksizdirler. Çevresindeki insanları ve kendi duygularını anlamakta güçlük çekerler ve duygulara karşılık vermekte zorlanırlar.

 Kaçıngan Bağlanma

           Çocukluk hayatında kaçıngan bağlanma gerçekleştirmiş bireyler, yetişkin hayatlarında yakın ve derin ilişkiler kurmakta fazlasıyla zorlanırlar. Yakın ilişki içerisinde bulunmaktansa, özgürlüğü ve bağımsızlığı tercih ederler. Romantik ilişkileri kendilerinin özgürlüğüne ve bağımsızlığına yönelik bir tehdit olarak algılama eğilimindedirler. Birini derinden tanımaya ve bağlanmaya karşı koyarlar.

 Nasıl güvenli bağlanan biri olabilirim?

           Bağlanma stilleri çocukluktan itibaren bize yerleşmiş olsalarda değiştirebilmek ve güvenli bağlanan bir insan olmak mümkündür. Öncelikli olarak hangi bağlanma stiline sahip olduğunuzu bulun. Fark etmek değişimin birinci adımıdır. Sonrasında bir ilişkide nelere ihtiyacınız olduğunu, neleri beklediğinizi, partnerden beklentilerinizi, kendi duygularınızı ve düşüncelerinizi keşfetmeye çalışın. Bunları keşfettikten sonra bilişsel çarpıtmalarınızı bulup, onları gerçekçileriyle düzenlemeye çalışın. Bilişsel çarpıtmalarınızı düzenlemekte güçlük çekerseniz, bir uzmandan destek alabileceğinizi unutmayın.

 Bağlanma stilleri ayrılık sonrası verdiğimiz tepkileri nasıl etkiliyor?

Ayrılık sonrasında sergilediğiniz davranışlar ve aklınızdan geçen düşünceler çocukluk çağında ailenizin size sergilediği tutum ve davranışlardan şekilleniyor olabilir mi? Yapılan araştırmalara göre bu sorunun cevabı evet. Çocukluk çağlarımızda güven duyabileceğimiz bir bakım verene sahip olmak, olumsuz duygular yaşarken bu duygularla baş edebilmemiz konusunda bize yol gösterecek birinin olması, neden böyle hissettiğimizi anlattığımızda bakım verenin bizi dinlemesi ve anlayışlı bir şekilde yaklaşması, bu olumsuz duygularla baş edebilmek için bize çözüm konusunda yardımcı olması yetişkinlik hayatımızda ilişkilere, problemlere ve ayrılıklara bakış açımızı oldukça şekillendiriyor ve etkiliyor.

 

Çocukluk yıllarında güvenli bağlanma geliştiren bireyler, ayrılık sonrasında kontrol etme veya zarar verme davranışlarını daha az sergiliyorlar. Her ayrılığın getirmiş olduğu doğal ayrılık sürecini yaşayarak, hayatlarındaki işlevselliği geri kazanıyorlar. Çocukluk çağında kaçıngan bağlanma geliştiren bireylerde ayrıldıktan sonra kontrol etme veya zarar verme davranışlarını daha az sergiliyorlar. Ancak araştırma sonuçlarına göre bunun sebebi zaten yakınlık kurmakla ilgili yaşadıkları problemlerin var olması ve yakın ilişkiler kurmayı özgürlüklerine bir tehlike olarak algılamalarıyla oldukça ilişkili.

 

Çocukluk çağında kaygılı bağlanma geliştiren bireylerde ise ayrılık sonrasında kontrol etme ve zarar verme davranışları oldukça sık gözlemleniyor. Özellikle eski partneri rahatsız edici boyutta aramaya veya mesaj atmaya yönelik davranışlar oldukça sık gözlemlenenler arasında yer alıyor. Eski partnerlerinden bekledikleri veya istedikleri tepkileri alamadıklarında ise hakaret etme veya manipülatif davranışlarda bulunma olasılıkları oldukça artıyor.

 

Kaygılı bağlanmaya sahip olan kişiler ayrılığın getirmiş olduğu doğal süreci yaşamayı da çoğu zaman reddedip, yaşanmış olan ayrılığı inkar edip, duygularını ve düşüncelerini bastırmaya çalışabiliyorlar. Bu durum ayrılıkla ilgili yaşanması gereken süreçlerin yaşanmasının önüne geçiyor ve kaygılı bağlanan kişiler yoğun bir biçimde korku, acı, öfke, üzüntü duygularını deneyimliyor. Duyguların yoğunluğundan kaynaklı olarak duygu regülasyonu yapmakta güçlük çektiklerinden ötürü düşünce ve davranışlarınıda düzenlemede problemler yaşıyorlar. Buda uzun vadede hayatlarında daha çok olumsuzluklar ve depresif belirtiler oluşmasına, kişide gerçekçi olmayan gelecekteki partnerlere yönelik terk edilme korkusunun ortaya çıkmasına sebep olabiliyor.

 

Geçmiş ilişkide ve ayrılık sürecinde oldukça olumsuz deneyimlerle karşılaşan bu bireyler, gelecekteki var olabilecek ilişkisinde de aynı problemleri yaşamamak adına, çeşitli bilişsel çarpıtmalar yaparak daha şüpheci, kuşkucu ve çatışmalardan uzak durmayı seçen veya çatışmalarla zor başa çıkabilen bireyler haline gelebiliyorlar.

 

Yapılmış olan bu çalışma bize gösteriyor ki, ayrılık sonrası yaşadığımız duygular, düşünceler ve sergilediğimiz davranışlar bağlanma stillerimiz ile oldukça ilişkili.

 

Bu nedenle, sizde ayrılık sürecini zorlu geçiriyorsanız, duygularınızı ve düşüncelerinizi yönetmekte çeşitli zorluklar çekiyorsanız buda günlük hayatınızda çeşitli sorunlara neden oluyorsa, bir uzmandan destek alarak ayrılık sürecini nasıl daha sağlıklı geçirebileceğiniz konusunda gerekli olan yardımı alabilirsiniz.

 

Unutmayın, hayatımızdaki sorunların çoğu genellikle hiç yoklarmış gibi davranmamızdan kaynaklanır. Görmezden gelmek çoğu zaman olumlu bir davranış değildir.

Yayınlanma: 18.08.2022 10:51

Son Güncelleme: 18.08.2022 10:54

#yetersizlik#değersizlik#özsaygı#ilişkiler#aşk#terapi#çift#ayrılmak#barışmak#ilişki#sevgi#mutsuzluk#depresyon#ayrılık#bağlanma stilleri
Psikolog

Merve Ece

KAYHAN

Uzman Klinik Psikolog

(*)(*)(*)(*)(*)

Uzmanlıklar:

İlişki / Evlilik Problemleri , Kaygı (Anksiyete) Bozuklukları , Ruhsal-Toplumsal, Kişisel ve Çevresel Diğer Koşullarla İlişkili Sorunlar
Online TerapiOnline Ter...
süre 50 dk
ücret 1500
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
süre 50 dk
ücret 1500
Yapay zeka ile, kişiselleştirilmiş destek:
Menta AI
Yapay zeka ile,
kişiselleştirilmiş destek: Menta AI

Şimdi indir, konuşmaya başla

App Store'dan İndirGoogle Play'den İndir
Bunları da sevebilirsiniz...

Yas ve Ölüm Süreci Nedir?

Yas ve Ölüm Nedir? Yas; sevilen ya da kişinin kendisine yakın olarak gördüğü birinin ölümü sonrasında ortaya çıkan doğal bir yaşam süreci olarak ifade edilmektedir. Ölüm ve kayıp insan yaşamının doğasında yer aldığından dolayı her insan yaşamı boyunca mutlaka kayıpla karşılaşmakta ve yas sürecinin içine girmektedir. Yas süreci kimi zaman uzun ve acılı bir şekilde de ortaya çıkmaktadır. Sevilen ya da yakın görülen bir kişinin ölümü sonrasında kişiler fiziksel, duygusal, bilişsel ya da davranışsal tepkiler verebilmektedir. Yas süreci; normal yas, karmaşık yas ve travmatik yas olmak üzere üç kısımda değerlendirilmektedir. Normal yas süreci yaşamın akışına uygun yas tepkileri vermek anlamındadır. Genelde 6 ay içerisinde yas sürecinin normale dönmesi ve ölümün kabullenilmesi gerektiği düşünülmektedir. Ancak bazı durumlarda sevilen birinin ölümünden aylar sonra dahi yas süreci devam etmektedir. Kişinin yaşam akışı bu durumdan etkilenmeye devam etmekte ve kişinin günlük yaşamı sekteye uğramaktadır. Kronik yas, gecikmiş yas, maskelenmiş yas, patolojik yas ve abartılmış yas karmaşık yasın içerisinde değerlendirilmektedir. Karmaşık yas sürecinde kişinin hissetmiş olduğu acı artarak ve derinleşerek devam etmektedir. Bu tür durumlarda mutlaka bir uzman desteği gerekmektedir. Travmatik yas ise; beklenmedik bir şekilde ortaya çıkan ölüm sonucunda verilen tepkilerdir. Trafik kazası, doğal afetler gibi durumlar sonucunda birinin ölümüyle tanışmak buna örnek gösterilebilir. Yas sürecinde midede boşluk, ağız kuruluğu, güç kaybı, tükenme, göğüs ve boğazda gerginlik gibi fiziksel; ölüme inanmakta güçlük, ölüme yönelik sürekli düşünme, karar vermede zorluk, konsantrasyon kaybı gibi bilişsel; şaşkınlık, üzüntü, suçluluk, çaresizlik, bitkinlik, özlem, yalnızlık gibi duygusal; uykuda düzensizlik, ağlama, yemek yemede zorlanma, aşırı hareketlilik, anlamsız hareketler, ölen kişiyi hatırlatan etkinlikler gibi davranışsal boyutta tepkiler ortaya çıkabilmektedir. Yas sürecinde ölen kişiyle olan ilişki şekli de yasın yaşanmasında oldukça etkilidir. Ölen kişinin kimliği, yaşamında ne kadar yer tuttuğu, ölen kişiyle olan ilişki, ölüm biçimi, geçmiş kayıplar, kişilik özellikleri (baş etme becerileri, bağlanma stilleri, bilişsel yaklaşımlar), sosyal destek ve yas sürecinde ortaya çıkan sıkıntılar yasın ne şekilde devam edeceğine yönelik bilgi vermektedir.Yas süreci Kubler Ross tarafından inkar, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme olmak üzere 5 basamakta tanımlanmıştır. Bu basamakların sırayla gerçekleşmesi yas sürecinin normal yaşandığının göstergesi olarak tanımlanır. Bu sürecin ortalama 6 ay devam etmesi beklenir. Ancak daha önceden de bahsettiğimiz gibi kişilik özellikleri bu sürecin farklı sürede tamamlanmasına da neden olmaktadır. Hangi evrede ne kadar süre geçirildiği, basamaklar arası geçişin nasıl yaşandığı tamamen terapi sürecinde ortaya çıkan duygularla anlam bulmaktadır. Kimi insanların baş etme becerileri ve kişilik özellikleri daha farklıdır. Yas ve Ölüm Terapide Nasıl Çalışılır? Terapide yasın bir gerçek olduğu, ölüme yönelik konuşmaları detaylandırarak ölen kişinin artık geri dönmeyeceği ancak ölen kişiyle olan bağın hala devam ettiği bir süreç yaşanır. Ölümle ilgili öykü almak danışanı üzmekte, ölen kişiye dair hatıraları canlandırmaktadır ancak ölüme yönelik konuşmak ölüm gerçeğinin kabullenilmesine de yardımcı olur. Terapi sürecinde ölen kişiye yönelik duyguların ortaya çıkması da önemlidir. Bu duygular bazen öfke, özlem, yalnızlık, huzursuzluk olarak ortaya çıkabilir. Terapi sürecinde ifade edilen duygular yasın kabullenilme sürecinin daha kolay yaşanmasına yardımcı olmaktadır. Böylece hissedilen duygular daha kolay anlamlandırılır. Ölen kişi olmadan danışanın hayatına nasıl devam edebileceğini konuşmak da yas sürecinin bir gerçeğidir. Ölen kişi olmadan nasıl bağımsız kararlar alınacağı, karşılaşılan problemlerin neler olabileceği, bu problemlerle geçmişte nasıl baş edildiği, ölen kişiden bu konuda neler öğrenildiği, bunları gerçek hayata nasıl aktarılabileceği, hangi noktada nasıl zorlu yaşantıların sizleri beklediği gibi konuları detaylandırmak yas sürecine yönelik olumlu bir adım olacaktır. Yas sürecinde bazen kişinin hayatını derinden etkileyecek kararlar alınabilmektedir. Üniversite eğitimini yarım bırakma, şehir değişikliği, iş değişikliği ya da boşanma gibi. Bu konuların yas süreci içerisinde konuşulması, uzman kontrolünde değerlendirilmesi yanlış bir kararın alınmasının önüne geçebilmektedir. Danışanlar ölen kişinin kaybına yönelik bir anlam bulmaya çalışmaktadırlar. Bu konuda yas sürecinin en önemli göstergelerinden biri de anlam bulmaktır. Sevilen ve değer verilen kişinin “neden” öldüğüne dair bir yanıt aramak ve anlamlandırmak danışanlar açısından önemi olabilmektedir. Ölen kişiye yönelik var olan duyguların şu anki ilişkilere yönlendirilmesi de yas sürecinin önemli bir basamağıdır. Burada amaç ölen kişinin oluşturmuş olduğu boşluğu doldurmaktan ziyade duyguları daha kolay ifade etmektir. Yeni ilişkiler ölen kişinin yerini doldurmaz ancak var olan duygularımızı anlamlandırmamıza yardımcı olur. Yas sürecinde kişi yasını yaşayabilecek bir zamana ihtiyaç duyar. Yas sürecinin nasıl bir süreç olduğuna dair danışan bilgilendirilmelidir. Kültürümüzde 7.gün ve 40.gün, ölüm yıl dönümü gibi günler danışanlar için zor geçebilir. Buralarda danışanın neler yaşadığı konuşularak ölüme dair düşünceler ve duygular alınabilmektedir. Tüm bu süreçler göz önüne alındığında eğer ki patolojik bir durum söz konusu olursa mutlaka danışanı farklı bir uzmana yönlendirmek de gerekebilir.Ölüm sonrasında herkes farklı tepkiler verebilir. Yapılan çalışmalarda birçok ortak fiziksel, bilişsel, duygusal ve davranışsal tepkiler gözlemlense dahi herkesin bu tepkileri aynı şekilde vermediği de ortadadır. Yas sürecini yaşayan kişilerin aile geçmiş, daha önceki ölümlere vermiş olduğu tepkiler, çevresel ve kültürel farklılıklar, yas tutma biçimi gibi bazı değişkenler yasın yaşanma sürecini de değiştirmektedir. Unutmayın; yas bireysel bir yolculuktur. Herkesin yolcuğu farklı bir şekilde devam eder. Yas süreci mutlaka 6 ay devam etmeli gibi bir genelleme söz konusu değildir.
Ergin DURAN 04.02.2021

SİZİN İLİŞKİ TÜRÜNÜZ/AŞK STİLİNİZ HANGİSİ?

Bu yazımda, yüksek lisans konum olan romantik ilişki doyumunu araştırırken öğrendiğim, incelemesi oldukça keyifli olan aşk stillerini iki bakış açısından anlatmak istiyorum. Sizler de halihazırdaki romantik ilişkinizi değerlendirmek veya önceki ilişkilerinizi göz önüne almak, farkındalık kazanmak isterseniz bu yazıdan faydalanabileceğinizi düşünüyorum. Öyleyse ilk bakış açımız olan Üçgen Aşk Kuramı ile başlayalım.Robert Sternberg’ün (1986) 1980’lerin sonlarında geliştirdiği Üçgen Aşk Kuramı’nda yakınlık, tutku ve bağlılık olmak üzere üç ana öğe bulunmaktadır ve bu üç ana öğe temelinde yaptığı sınıflamada sekiz farklı grup tanımlanmıştır: hoşlanma, delicesine aşk, boş aşk, romantik aşk, arkadaşça aşk, aptalca aşk, mükemmel aşk ve aşksızlık. Karşılıklı duygusal destek, sağlıklı iletişim, partnere duyulan sevgi, bağlanma ve kendini açma gibi özellikler içeren yakınlık bileşeni olarak tanımlanmaktadır. Tutku bileşeni romantizm, fiziksel çekicilik, cinsellik, beğeni, yoğun duygularla karakterize olmaktadır. Bağlılık bileşeni ise, bireyin aşık olmaya ve ilişkiyi sürdürmeye ilişkin kararlarını ve çabalarını içermektedir (Eren, 2019; Sternberg, 1986). Hoşlanmada, tutku ve bağlılık bileşenleri yoktur, yalnızca yakınlık bileşeni bulunur; birey partnerine sıcaklık hissetmektedir fakat ötesinde duygulara sahip değildir. Delicesine/çılgınca aşk, genellikle ilk görüşte aşk olarak tanımlanmaktadır, yakınlık ve bağlılık öğelerini içermez yalnızca tutku vardır, psikososyal uyarılmalar fazladır. Boş aşkta tutku ve yakınlık bileşenleri yoktur, yalnızca bağlılık bileşeni bulunmaktadır; fiziksel ve duygusal çekimin zaman içinde kaybolduğu uzun süreli ilişkilerde veya düzenlenmiş evliliklerde görülmektedir. Romantik aşkta, yakınlık ve tutku vardır, fiziksel ve duygusal çekim bulunur ancak bağlılık yoktur, bu yüzden ilişki uzun sürmeyebilir. Arkadaşça aşkta, yakınlık ve bağlılık ön plandadır; tutku geri planda kalmıştır, genellikle uzun süreli ilişkilerde başlangıçta var olan tutkunun azalması veya ortadan kalkmasıyla görülmektedir. Aptalca aşkta ise tutku ve bağlılık vardır ancak yakınlık henüz gelişmemiştir ve oluşan bağlılık ise genellikle tutkuya dayalıdır. Zaman içinde tutku azaldığında yakınlık gelişmediği için stres ortaya çıkmaktadır. Mükemmel aşk ise aşkın bütün bileşenlerini içinde barındırır, ideal aşk tipi olarak görülür ancak ulaşılması ve sürdürülmesi zordur. Aşksızlık ise aşkın hiçbir bileşenini içinde barındırmaz, arkadaşlık gibi görünmektedir ancak nedenselliğe dayandığı için tam olarak arkadaşlık olarak da tanımlanamaz; basit ya da zorunlu ilişkiler buna örnek olarak verilebilir (Sternberg, 1986; 1988; 1998; Sternberg ve Grajek, 1984; Atak ve Taştan, 2012). Şimdi ise ikinci yaklaşımımız olan Aşk Stilleri'ni (Aşkın Renkleri) inceleyelim.John Alan Lee, aşkın her insan için farklı anlamlar ifade edebileceği düşüncesini savunmaktadır. Bireyin partnerine karşı duygularının kişiye ve ilişkiye göre değişebileceğini vurgulamaktadır. Diğer bir deyişle kişi aynı olsa bile kurduğu farklı ilişkilerde farklı aşk stillerine sahip olabilmekte yani kişinin karşısındakine ve yaşamakta olduğu ilişkiye göre aşk biçimlerinin farklılaşabileceğini söylemektedir (Akturan, 2021). Lee (1973), aşkı tanımlarken renk analojisinden yararlanarak birincil ve ikincil stiller olmak üzere altı aşk stilini renklere göre kategorize etmiştir. Doğadaki ana renkler olan kırmızı, mavi ve sarı birincil aşk stilleri; diğer renkler ise kırmızı, mavi ve sarının birbiriyle karışması sonucunda olan mor, yeşil ve turuncu olacak şekilde ikincil aşk stilleri olarak ifade edilmiştir. Birincil aşk biçimleri; eros, storge ve ludus olarak adlandırılmaktadır. Eros, yani tutkulu aşk kırmızı renkle belirtilmekte, fiziksel çekime odaklanmayı ifade etmekte ve özellikle güzelliğe, dış görünüşe ve cinsel yakınlığa değer vermektedir. Romantik bir tutum sergileyen bu bireylerde partnerinin dış görünüşü hakkında konuşmaktan oldukça zevk alırlar ancak ilişkileri bittiğinde ciddi sorunlar yaşamazlar (Eren, 2019; Russell ve Oswald, 2002). Storge, yani arkadaşça aşk sarı renkle belirtilmekte, genellikle daha yavaş gelişmekte; bireylerin ortaklaştığı ilgi alanları ve zaman içinde gelişen güven ve kabul, bu aşk stilinin temel özellikleridir. Arkadaşça aşk içinde olan kişiler karşılıklı olarak birbirlerinin gereksinimlerini karşılamaya özen gösterirler ve uzun süreli ilişki beklentileri vardır. Genellikle sevecendirler ve ilişkilerinde fiziksel etkileşim ve cinsellik birincil öncelik değildir (Cassepp-Borges ve Ferrer, 2019; Eren, 2019). Coşku azdır; fakat iniş çıkışlar, üzüntüler ve şiddetli tartışmalar da azdır (Ercan, 2008). Ludus, yani oyun gibi aşk mavi renkle belirtilmekte, partnerlerine bağlanmak konusunda isteksizlik, sık ve kısa süreli ilişkiler yaşamak, oyunun eğlencesini bozacağı için kıskançlığa yer vermemek, çok eşliliğe açık olmak, cinselliğe derin anlamlar yüklememek gibi özelliklerle karakterize edilmektedir. Beklenti oluşturacağını düşündüğü davranışlardan uzak dururlar ve temelde fiziksel çekiciliğe önem verseler de hoşlandıkları belirli bir fiziksel özellik yoktur, önemli olan güzel vakit geçirebilmektir. Partnerleriyle yaşadıkları krizlerde, krizin çözümü yerine yeni bir partner arayışına girmek daha sık yaptıkları davranışlardandır (Büyükşahin, 2006; Cassepp-Borges ve Ferrer, 2019; Goodboy ve Booth-Butterfield, 2009). İkincil aşk biçimleri ise; mania, pragma ve agape olarak olarak adlandırılmaktadır. Mania, yani sahiplenici aşk, tutkulu ve oyun gibi aşkın birleşimidir ve mor renkle ifade edilmektedir. Kıskançlığın, güvensizliğin, takıntının ve kaybetme korkusunun baskın olduğu göreceli olarak patolojik bir aşk biçimidir ve ilişki ne kadar sorunlu olursa olsun genellikle bitirilmemektedir. Gerçekleşen bir ayrılık durumunda ise bu süreci oldukça zor atlatmaktadırlar. His yoğunluğu ve ideal bir sevgili arayışı konusunda tutkulu âşıklara benzese de özgüven eksikliği, duygu kontrolü ve isteklerini ifade etme konusunda onlardan ayrılmaktadırlar (Eren, 2019; Tüfekçi, 2008). Pragma, yani mantıklı aşk, oyun gibi ve arkadaşça aşkın birleşimidir ve yeşil renk ile ifade edilmektedir. Mantıklı aşıkların bir ilişkide birlikte olduğu kişilerin din, eğitim, aile, dünya görüşü, maddi geliri gibi özellikleri ile uyumluluğu çok önemlidir ve ilişkilerin üzüntü veya fedakarlık kaynağı olmaması gerektiğini düşünürler(Beştav, 2007; Woll, 1989). İlişkiye başlamadan önce kriterleri bellidir ve partnerlerini buna göre seçerler bu yüzden beklenmedik sürprizlere kapalı oldukları ve ilişkilerini de karşılıklı bağlılık ve anlayışa göre ilerlettikleri söylenebilir (Beştav, 2007). Agape, yani özgeci aşk, tutkulu ve arkadaşça aşkın birleşimidir ve turuncu renkle ifade edilmektedir. Özgeci aşkta, partnerinin ihtiyaçları ve istekleri çok önemlidir ve partnerlerini kusurlarıyla birlikte kabul ederler, bağlılık düzeyleri oldukça yüksek ve partnerlerinden beklentileri olabildiğince düşüktür çünkü herkesin sevilmeyi hak ettiğine dair inançları vardır; bu yüzden de aşklarının karşılık bulup bulmaması onlar için hayati önem taşımaz (Dasdamirov, 2010; Kaya ve Karahasanoğlu, 2019; Lee, 1977). Sizce bahsettiğimiz aşk türlerinden/renklerinden hangisi sizin ilişkinizi temsil etmektedir? İlişkinizi bu bakış açısı ile değerlendirdiğinizde ne gibi farkındalıklar kazandınız? İlişkinizle ilgili profesyonel yardım almak için pskdan.berikaaslan@gmail.com adresinden iletişime geçebilir veya sistem üzerinden randevunuzu oluşturabilirsiniz. Hepinize mutlu ilişkiler ve günler dilerim. :) Uzman Psikolojik Danışman Berika ASLAN
Berika ASLAN 25.04.2023

Ağrılarınız mı var, psikolojik olabilir!

Ağrılarınız mı var, psikolojik olabilir!Şeyda Sultan ZENGİN27 Ocak 2019, PazarTakotsubo kardiyomyopatisi; aşırı üzüntü sonucu kalp kasının aniden zayıflaması hastalığıdır. Diğer adı; kırık kalp sendromu.Kalbinizi korumanın yollarından biri balık-ceviz gibi besinler tüketmek iken, bir yolu da kalbinizi üzmemekten geçer. Fizikî ağrılar ve duygular birbiriyle ilişkilidir. Vücudumuzda hem ağrıyı hem de duyguları kontrol eden nörotransmiterler vardır; ‘serotinin ve norepinefrin’dir. Bu transmitterlerdeki bozukluklar hem depresyona hem de fizikî ağrılara sebep olabilmektedir.İnsanın ruh hâlindeki değişmeler; migren, kalp çarpıntısı, sırt ağrısı ve eklem ağrısı gibi fizikî belirtilerin görülmesine sebep olabilir. Veya var olan hastalıkları arttırabilir. Dahası bu belirtiler büyük ihtimalle kendi kendilerine geçecek değillerdir. Tam aksine, depresyon ve benzeri hâl tedavi edilmediği takdirde bu belirtiler de tehlikeli boyutlara ulaşabilir. 2007 yılında Norveç’te yapılan bir araştırma ciddî depresyon rahatsızlığı olan insanların, kalp rahatsızlıkları, inme, solunum yolu rahatsızlıkları, sinir sistemi ile ilgili rahatsızlıklar gibi belli başlı durumlardan hayatlarını kaybetme oranlarının diğer insanlara göre daha fazla olduğunu belirtmiştir.Depresyonun bedene etkisi daha çok stres hormonlarının aşırı salgılanması yoluyla olur. Depresyonda iki stres hormonu vardır ve ikisi de artar. Bunlar adrenalin ve kortizondur. Bu hormonların artmasına bağlı olarak da bazı fizikî değişiklikler olur. Meselâ kortizon hormonu fazla arttığında kişinin kan yağlarında artış söz konusudur. Yine kortizonun etkisi olarak şekerin gereksiz yere kana fazla salgılanması ve buna bağlı şeker yükseklikleri oluşur. Yani şeker hastalığı..Araştırmalardan faydalanarak bu fizikî belirtileri şöyle sıralayabiliriz;• Göğüs ağrısıEn başta kalp, akciğer veya mide problemlerinin bir belirtisi olabilir, bu yüzden doktora gitmekte fayda var. Bazen de, bu bir depresyon belirtisidir. Depresyonda adrenalin ve stres hormonlarının fazla salgılanması kalbin gereksiz yere aşırı hızlanmasına ve yorulmasına sebep olabilmektedir. Hatta depresif bir insan sabahları kalp atış sesine bile uyanabilir. Hani denir ya, “onun kalbi var onu üzmeyin” Çünkü stres kalbi tetikler. Tansiyon da aynı şekildedir. Depresyon damarlarda büzüşmeye sebep olduğu için tansiyonun yükselmesine sebep olabilir.• Yorgunluk ve tükenmeÇok yorgunluk hissediyorsanız, günlük görevleriniz için enerjiniz yoksa, (yeterince uyuduğunuzda veya dinlendiğinizde bile), depresyonda olduğunuzu gösteren bir işaret olabilir. Depresyon ve yorgunluk bir araya geldiğinde, her durumun daha kötü görünmesini sağlar. Depresyonunuz daha dikkat çeker.• Ağrıyan kaslar ve eklemlerDevam eden ağrı ile yaşadığınızda, depresyon riskinizi arttırabilir. Depresyon aynı zamanda acıya da yol açabilir, çünkü her iki şartta beyindeki kimyevî habercileri paylaşır. Depresyonda olan insanların düzenli olarak ağrıya yakalanma ihtimali sağlıklı insanlara göre üç kat daha fazladır. Meselâ fibromiyalji (eklemlerin ağrıması) hastalığı, biraz da psikolojiktir, strese bağlıdır.• Baş ağrısıBir çalışma, majör depresyonu olan kişilerin migren geçirme ihtimalinin üç kat daha fazla olduğunu ve migrenli kişilerin depresyona girme ihtimalinin beş kat fazla olduğunu göstermektedir.• İştah veya kilodaki değişikliklerBazı insanlar depresif olduklarında daha az acıkırlar. Bazıları ise yemeyi bırakamaz. Sonuç, enerji eksikliği ile birlikte kilo alımı veya kaybı olabilir.• Sırt ağrısıSırt ağrısı düzenli olarak tekrar ettiğinde, depresyona katkıda bulunabilir. Sırtınız veya beliniz her daim kendini hatırlatacak derecede ağrıyorsa ve doktorunuz bir sorun göremiyorum diyorsa, hayatınızdaki stres faktörlerini bir gözden geçirmenizde fayda var.• UykuDepresyondayken kişinin uyku düzeni bozulabilmektedir. Uykuya dalma sorunu, dalamama, dalsa da sık sık uyanma tarzında sorun söz konusu olabilir. Aşırı derecede fazla uyuma da kendini gösterebilmektedir.• Nefes darlığıKişi aşırı stres altında kaldığında yeterince oksijen alamıyormuş gibi hisseder. Derin derin nefes alma ihtiyacı duyar, ama alamaz. Nefesi yarım kalır.• Heyecanlı ve huzursuzUyku problemleri veya diğer depresyon belirtileri sizi bu şekilde hissettirebilir. Yerinde duramama, veya tam tersi hiç hareket etmeden yatma/oturma davranışı gözlemlenir.• Sindirim problemleriBeynimiz ve sindirim sistemimiz güçlü bir şekilde bağlantılıdır, bu yüzden stresli veya endişeli olduğumuzda çoğumuz karın ağrısı veya mide bulantısı çeker.Depresyon bağırsaklarınızda da baş gösterebilir. Bulantı, hazımsızlık, ishal veya kabızlığa sebep olur. Strese bağlı olarak birçok insan kabızlık sorununu çekmektedir. Her seferinde farklı besinlerle kendini iyi etmeye çalışır, ancak stresini azaltmaya çalışmak aklına gelmez. Eğer bu belirtiler uzun süre sizde varsa ve doktorunuz bir sorun yok diyorsa, kendinizi iyi etmeye bakın.Depresyon öyle bir rahatsızlıktır ki kendisini sadece ruhî ve zihnî olarak göstermez. İnsan bedenine de etki eder. Ve bunun bir sebebi stres hormonlarının aşırı salgılanmasıdır. Bediuzzaman diyor ya, ‘fıtrat ve vicdan yalan söylemez’ diye. Aynen öyle, bir sorun varsa fıtrat bunun üstünü örtmüyor hemen söylüyor. Biz zihnen kendimizi iyiyim diye kandırmaya çalışsak da, vücudumuz bir şeylerin ters gittiğini yukarıdaki belirtilerle haber verir.Tavsiyemiz, hiçbir şey sizden daha önemli değil, emanetleriniz olan kalbinize ve ruhunuza iyi bakın. Onları amaçları doğrultusunda kullanın, gereksiz streslerden kaçınmaya çalışın. Vücudunuzu iyi dinleyin ve kendinizi iyi etmenin yollarını bulun.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .