Kendine Güven!
“Aslına bakarsak kendine güvensizliğin çoğu zaman gerçekçi bir eksiklikle veya yetersizlikle bir ilgisi yoktur. Güvensizlik, genelde çocuklukta öğrendiğimiz yanlış bilgilerden, ailemizden veya toplumun yarattığı gerçekçi olmayan beklentiler ve standartlardan kaynaklanır.”
Kendine güven duygusunu; kişinin genel olarak kendi duygularına, düşüncelerine, fikirlerine inanması olarak tanımlamak mümkündür. Kendine güvenen kişi; deneyimlediği olayları doğru değerlendirebilir, karşılaştığı olaylara gerçekçi, olumlu bir şekilde bakabilir ve en önemlisi kendisi için doğru kararlar alabilir. Kendine güvenen bir kişi, sahip olduğu olumlu ve olumsuz özellerine dair bilgi sahibidir. Bu özellikleri kabul ederek, kişinin kendine saygı duyabilmesi kendine güven meselesinin temel yapı taşlarından biridir. Kişi ancak bu şekilde daha etkili, olumlu ve yaratıcı davranıp gelişme fırsatını yakalayabilir.
Bazı zamanlar özgüvenimizin olmadığını veya eskiye oranla düştüğünü, azaldığını hissedebiliriz ancak bu bizde özgüvenin olmadığı anlamına gelmez. Unutmayın, herkes bazen kendini yetersiz hissedebilir ve kendini başka insanlarla kıyaslayarak mutsuz edebilir. Burada yapmamız gereken şey, kendimizde bu duyguyu oluşturan şeyleri fark etmek, bunları tanımak ve ortadan kaldırmaya yönelik gerekli müdahaleleri yapmaktır. Bazen bunu tek başımıza yapabildiğimiz gibi bazen de nereden başlayacağımızı bilemeyebiliriz. İşte bu noktada bir uzmandan destek almak ve sorunu çözmek için adımlar atmak oldukça sağlıklı olacaktır.
“Kendine güven; içinde bulunduğumuz duruma, zamana veya çevremizdeki kişilere göre artabilir ya da azalabilir.”
Ailelerimizin çocukluk ve ergenlik döneminde bize karşı sergiledikleri tutum ve davranışlar, kendine güvenin gelişimi açısından oldukça önemlidir. O yıllarda deneyimlediğimiz deneyimler ve olaylar bizim farkındalık geliştirmemizi, duygusal olgunluğa ulaşmamızı ve özgüvenimizin gelişmesi için gerekli ortamları hazırlarlar. Bazen çeşitli durumlardan ötürü ailelerimizden bu olumlu geri bildirimleri alamayabilir ve çocukluk yıllarımızda sağlıklı bir özgüven gelişimi gösteremeyebiliriz. Burada hatırlamamız gereken şey, özgüven gelişiminin yaşam boyu gelişebilen, canlı ve hareketli bir döngü olduğudur. Yani kendine güven, yetişkinlik yıllarında da oluşturulabilir ve geliştirilebilir.
Kendine Güvenen İnsanların Temel Özellikleri Nasıl Olur?
Temel olarak, kim olduklarını ve nasıl biri olmayı istediklerini bilirler. Güçlü ve güçsüz yanlarını bilir ve güçsüz yanlarıyla yüzleşebilirler. Kendilerinde olumsuz tarafları görmekten çok olumlu taraflara odaklanabilir ve çoğunlukla kendilerini değerli hissederler. Kendilerine ve yeteneklerine güvenirler. En önemlisi kendilerine saygı duyarlar. Geleceğe dair gerçekçi beklentileri, hedefleri ve amaçları vardır. Eleştirilere açıktırlar ve bu eleştirileri geri bildirim olarak alırlar. Hataları ile yüzleşmekten kaçınmazlar ve hatalarından ders çıkarırlar. Sosyal ilişkilerinde kendi sınırlarını belirleyebilir ve karşısındaki kişinin sınırlarına saygı duyarlar. Yakın davranabilir ve sağlıklı bağlar kurabilirler. Zor durumlarla karşılaştıklarında etkili baş etme stratejileri kullanabilirler. Kendilerine ait özgün bir kimliğe sahip olduklarını hissederler ve bu kimlikle değer yargılarını oluştururlar.
Özetle, sağlam bir özgüven duygusu geliştirebilmek için öğrenmeye ve farkındalık kazanmaya açık olmamız gerekir. Olumlu ve olumsuz olan bütün duygu, davranış ve düşüncelerimizi keşfetmek ve bunları sahiplenerek kişisel bir bütünlük oluşturmak mümkün. Bazı durumlarda bunu tek başımıza gerçekleştirmek bizim için zorlayıcı bir süreç olabilir. Böyle olduğunda kendimizi keşfetmek ve sağlıklı bir kimlik oluşturmak için terapiye başlayarak kendimizi bir terapist eşliğinde tanımak oldukça yarar sağlayabilir.
Kendine Güvenmede Problem Yaşayan İnsanların Temel Özellikleri Nasıl Olur?
Aslına bakarsak kendine güvensizliğin çoğu zaman gerçekçi bir eksiklikle veya yetersizlikle bir ilgisi yoktur. Güvensizlik, genelde çocuklukta öğrendiğimiz yanlış bilgilerden, ailemizden ve toplumun yarattığı gerçekçi olmayan beklentiler ve standartlardan kaynaklanır. Kendine güveni düşük olan kişilerin bazı özellikleri şu şekilde sıralanabilir: Başkalarının düşüncelerinden kendileri ile ilgili çıkarımlarda bulunurlar. Bu nedenle bazen aşırı hassas ve alıngan olabilirler. Duyguları inişli-çıkışlı yaşayabilirler. İlişkilere karşı memnuniyetsiz bir tutum sergileyebilirler ve kişilere karşı duyguları sıklıkla değişebilir. Eleştirilere açık olmazlar ve yapılan her eleştiriyi olumsuz değerlendirip, geri bildirim almazlar. Kendilerini kendi bakış açıları ile değil, başkalarının bakış açıları ile değerlendirirler. Kendilerini başka insanlarla aşırı kıyaslar ve çoğu zaman bu nedenle mutsuzluğa kapılırlar. Sosyal ilişkiler kurmakta zorlanırlar. Kendilerine karşı iç sesleri olumsuz, eleştirici ve yargılayıcıdır. Bazen kızgın öfkeli ve yalnız hissederler. Kendilerini başarılı hissetmez ve çoğu zaman başarılarını küçümser veya gözardı ederler.
Kendimize Güveni Arttırmak İçin Neler Yapabiliriz?
Kendimizi başkalarıyla kıyaslayarak veya toplumun kriterleriyle değil, kendi değer ölçütlerimiz ile değerlendirmemiz gerekir. Kendi değer ölçütlerinizi bulmakta güçlük çekiyorsanız, bir uzmandan bu konuda destek alabilirsiniz. Unutmayın, kendinizi ne kadar doğru bir şekilde yargılarsanız hem değiştirebileceğiniz yönlerinizi tanır, hem de güçlü ve olumlu yönlerinizi fark edebilirsiniz. Şunu kendinize her zaman hatırlatın, bir olay sonrasında yetersiz ya da başarısız hissedebilirsiniz ama bu sizi gerçekten de öyle biri yapmaz. Her insan kendi içinde hem olumlu hem de olumsuz özellikleri barındırır. Kendimize güvende en önemli temel ölçeklerden biri olumlu ve olumsuz taraflarımızı tamamen görmek ve kabul edebilmektir. Ne yapamadığınızdan çok neleri yaptığınıza ve yapabileceğinize odaklanın. Herkesin bir sınırı olduğunu ve kimsenin her şeyi yapabilecek, başarabilecek kadar mükemmel olmadığını unutmayın.
Yeni deneyimler yaşamaktan korkmayın veya çekinmeyin. Her yeni deneyimi kendinizle ilgili farkındalık geliştirmenizi sağlayacak bir fırsat olarak görmeye çalışın. Hata yapmaktan kaçmayın. Her şeyi mükemmel yapamayacağınızı, önemli olanın yapmaya çalışmak olduğunu ve elinizden gelenin en iyisini yapmak olduğunu kendinize sürekli olarak hatırlatın. Hayata dair kendi hedeflerinizi ve amaçlarınızı belirlemeye çalışın. Bu hedeflere ulaşmak için ufak ufak adımlar atmaya başlayın. Bu potansiyelinizi ortaya çıkaracak ve kendinize karşı güveninizi arttıracaktır.
Son olarak, kendinize her zaman şunu hatırlatın; kendine güvensizliğin bir nitelik ya da yetenek eksikliğiyle ilgisi yoktur. Kişinin kim olduğundan çok kendisini nasıl algıladığıyla ilgilidir.
Yayınlanma: 24.01.2022 14:36
Son Güncelleme: 18.08.2022 12:17

Bunları da sevebilirsiniz...
Nedir şu depresyon?Şeyda Sultan ZENGİN06 Ocak 2019, PazarÇok sık duyar olduk depresyon kelimesini. Üzerine şarkılar bile yazıldı.Peki depresyonun bilimsel tanımı nedir? Depresyonda sayılabilmek için kendimizde ne tür davranışlar gözlemlemek lâzım? Depresyon sandığımız haller gerçekten depresyon mu? Biz bunların cevabını verelim, siz kendinizi bir gözden geçirin isterseniz.Depresyondaki bir kişinin duygu halini tanımlarken ”Çökkün Duygudurum” tanımını kullanırız. Bu durum, üzüntüden çok farklı bir durumdur. Kişi üzüldüğünü hissetmez, esasen pek bir duygu hissetmez. Karmakarışıktır düşünceleri, dışarıdan bakınca donuktur, ama içeriden duygusaldır. Hayat enerjisi çekilmiş gibidir. Depresyon; çevresel faktörlerle ortaya çıkabileceği gibi genetik kodlarla da taşınır. Yani ailenizde depresif insanlar varsa sizin depresyona girme ihtimaliniz biraz daha yüksektir.Depresyon türleriBütün depresyon türleri aynı değildir. Ancak majör depresyon ve kronik depresyon (Distimi) en yaygın türdür. Kendine özgü işaretleri ve tedavisi olan başka depresyon türleri de vardır. Meselâ, doğum sonrası depresyon, mevsimsel depresyon, atipik depresyon, katatonik özellikli majör depresyon vs...Örnek olması için depresyon çeşitleri arasından majör depresyonu inceleyelim; bir insana majör depresyon tanımını koyabilmemiz için (DSM- 5 tanı ölçütü kitabına göre) aşağıdaki semptomların en az beşini, 2 haftadan fazla gösteriyor olması lâzımdır.1. Günün büyük bir bölümünde çökkün duyguduruma sahiptir. Meselâ üzüntülüdür, kendini boşlukta hisseder ya da umutsuzdur. Bu durum başkalarınca da gözlenebilir, daima ağlamaklı görünür.2. Bütün faaliyetlere karşı ilgide belirgin azalma ya da bunlardan zevk almama durumu, (bunu kendi söyler veya gözlemlenir)3. İstenmeyen ani kilo kaybı veyahut kilo alımı.4. Uykusuzluk çekme ya da aşırı uyuma.5. Neredeyse her gün, aşırı hareketlilik ya da yavaşlama, uyuşukluk.6. Bitkinlik ya da içsel gücün kalmaması.7. Neredeyse her gün, değersizlik ya da yersiz suçluluk duyguları.8. Düşünmekte ya da odaklanmakta güçlük çekme ya da kararsızlık yaşama.9. İntihar düşünceleri.Dediğimiz gibi, bir kişiye majör depresyon teşhisi koyabilmek için yukarıdaki semptomlardan en az beşini, 2 haftadan fazla gösteriyor olması lâzımdır. Kronik depresyonda ise bu belirtileri 2 yıl boyunca gösteriyor olması lâzım. Eğer öyle ise, bir psikoloğa başvurulmalıdır, o gerekli görürse psikiyatriste de yönlendirir. Bu depresyon çeşidi kendi başına halledilebilecek bir çeşit değildir. Çünkü depresyonu astım hastalığına benzetebiliriz. Bir astım hastası, doktora gitmeden veya ilâç kullanmadan nöbetin geçmesini beklese geçer mi? Geçmez, aksine nefessiz kalır. İşte depresyon da böyledir, yukarıdaki kadar ciddî ise mutlaka uzman yardımı almalıdır, eğer psikiyatr ilâç yazmışsa reçeteye sadık kalmalıdır. Ardından psikoloğa gidilerek psikoterapi süreci başlatılmalıdır.Psikoterapi ile kişinin depresyonu en aza indirgenmeye çalışılır. En yaygın psikoterapi yöntemi olan Beck’in Bilişsel Modeli’nde depresyon şu şekilde açıklanmaktadır; “İnsan bazen kendine, bazen geleceğe bazen de dünyaya ümitsiz bakabilir. Üçüne birden ümitsiz olma durumu depresyon belirtisidir.”Depresyonu çok kabaca inceledik, amacımız genel hatlarıyla çağın hastalığı olan depresyonu öğrenmekti. Zira “Bir dert görünürse, devası âsândır (kolaydır)” demiş Üstad Hazretleri. Buradaki tanımlara bakarak kendinize tanı ve teşhis koymanız doğru değildir, bu bilgiler size fikir edindirmek içindir! Yazıyı Oku
Uzman: Şeyda Sultan ZENGİNYayınlanma: 25.09.2020
Psikolojik destek,yaşamın her evresinde her bireyin edinmesi gereken oldukça önemli bir hizmet. Nasıl ki barınma, beslenme, dinlenme gibi temel fizyolojik ihtiyaçlarımızı karşılıyorsak ruhsal ihtiyaçlarımızın da karşılanması gerekiyor. İnsanoğlu gündelik yaşam içerisinde pek çok psikolojik etkenle bir arada yaşıyor. Özellikle metropollerde maruz kalınan psikolojik uyaranlar çok daha fazla.Ekonomik güçlükler, trafik, işsizlik, şiddet, iletişim aksaklıkları, travmatik olaylar, kazalar, saldırılar, hastalıklar insanları olumsuz etkiliyor. Pek çok olumsuz etkene doğrudan veya dolaylı olarak maruz kalıyoruz. Sosyal medya, televizyon gibi kaynaklar da global düzeyde pek çok olumsuzluğa maruz kalmamıza neden oluyor. Bugün bulunduğumuz noktadan dünyanın bir başka ucunda gerçekleşmiş bir olaydan etkilenebiliyoruz. Dolayısıylapsikolojik destekihtiyaçlarımız da artıyor.Kişisel yaşam, akademik başarı ve kariyer gelişiminden başlayarak pek çok alan ve konuda insanlar psikolojik hizmetlere başvuruyor. Bu sayede sorunlar kronikleşmeden veya performansı ketlemeden ihtiyaç duyulan önlemler alınmış oluyor.Pek çok birey kendini ifade edebilmek ve dinlenebilmek için bir uzmanla konuşmak istiyor. Konuşmak, objektif ve yargısız bir yaklaşımla dinleniyor olmak kişiye kendini iyi ve güvende hissettiriyor.Artan önemine ve duyulan ihtiyaca rağmen psikolojik hizmetlerle ilgili önyargılar da hala devam ediyor.Psikolojik destekbaşvuruları çoğunlukla destek ihtiyacı kaçınılmaz hale geldiğinde yapılıyor. Psikolojik desteğe başvuran bireyler belki yıllardır baş etmeye çalıştıkları yaşantısal problemleri destek sayesinde kısa sürede atlatmak istiyor. Oysa yıllarca ötelenmiş bir ihtiyacın istenilen düzeyde karşılanabilmesi de zaman gerektiriyor.Zamanında destek alınması ise sorunlar oluşmadan önleyici müdahale sağlıyor. Bu açıdan psikolojik danışmanlık hem önleyici hem de iyileştirici rol oynuyor.Stres ve problemler de herkesin hayatında etkilidir. Ayırıcı kriter, kişinin stresin üstesinden gelip gelemediğidir. Halledemediğini bildiği halde, ‘kendim hallederim / kendim halletmeliyim’ düşüncesi genellikle kişiyi psikoterapiye başvurmaktan alıkoyar. Problem devam ettiğinde, ciddiyetini, etki alanlarını koruduğunda ve kişi sorunların üstesinden gelemediğinde beklenen sonuçlar ortaya çıkar: Hayat kalitesinde bozulmalar, aile ve sosyal ilişkilerde zedelenmeler, iş performansında kötü yönde etkilenmeler başlayabilir. Kişi yaşadığı problem ile başa çıkabilmek için madde ve / veya alkol kullanımına yönelebilir. Hatta uzun süren problemlerin içinde kişi kayıplarının farkında bile varmadan kötüleşen hayat tarzına alışabilir.Hastalığı olan ya da duygusal bazı zorluklar yaşayan kişiler etiketlenme korkusuyla da çoğu zaman profesyonel yardıma başvurmazlar. Hastalığı nedeniyle toplum tarafından küçümseneceğini, dışlanacağını düşünürler. Psikoterapi veya ilaç tedavisine başlasalar bile önerilen tedaviyi uygulamazlar. Bu da sorunların zamanla kronikleşip daha da ağır hale gelmesine sebep olur.Genellikle kronik problemler duygusal rahatsızlıklara yol açmaktadır. Böyle durumlarda kişi hem devam eden problemlerde hem de rahatsızlığın getirdiği sıkıntılarla ve yol açtığı kısıtlılıklarla uğraşmak zorunda kalır. Hiçbir çıkış yolu olmadığının düşünüldüğü ve psikiyatrik rahatsızlıkların eşlik ettiği durumlarda ise ciddi kayıplar yaşanabilmektedir. Dolayısıyla kişinin kendinin tanıması ve ne zaman kendini aşan bir problemle karşılaştığını ve yardım alması gerektiğini bilmesi gerekir.SeanslarTerapinin hedeflerini ve ne sıklıkta ne kadar görüşüleceğini danışan ve psikolojik danışman birlikte planlar. Çoğu seans haftada 1 kez yapılır ve yaklaşık 1 saat sürer. Psikoterapi acil durumlara yönelik kısa dönemli olabileceği gibi daha karmaşık, çoktandır devam eden sorunlara dönük uzun dönemli de planlanabilir. Bireysel, aile, çift ve grup terapileri şeklinde gerçekleştirilebilir. Psikoterapi hayatın her dönemi için yetişkinler, çocuklar ve ergenler için profesyonel bir destek ve tedavi yoludur.Gizlilik İlkesiHastanın izni olmadan danışanın durumunu, anlattıklarını başka şahıslarla paylaşmamak psikoterapinin en temel ilkesidir. Normal şartlarda terapi ilişkisi özgün, içten ve profesyonel bir ilişki olarak planlanır. Terapi ilişkisinin bu niteliklerini bozacak sosyalleşmeler, samimi ve fiziksel yakınlıklar, çıkar ilişkileri psikoterapinin temel değerleriyle uyuşmaz.İlaç mı Psikoterapi mi?İnsanların zihninde ilaçla mı terapiyle mi iyileşecekleri konusunda bir karmaşa olabilir. Birçok psikolojik rahatsızlığın tedavisinde ilaç tedavisi ve psikoterapinin birleşimi tek başına kullanılmalarından çok daha iyi sonuç verir. Bu, hastanın terapistine danışarak alacağı ortak bir karardır.Şu durumlarda psikolojik destekalmalıyız;15 gün ve dahauzun süren depresyon, çöküntü, moral bozukluğu gibi hallerden çıkmak istediğinizde,Yaşama enerjinizin tükendiğini hissettiğinizde,Bütün temelvaroluşsal sorunlarınız da, kimlik ile ilgili kafa karışıklıklarında kendinizi yeniden gözden geçirmek için,Takıntılı düşünce ve davranışlardan kurtulmak için,Yaşamınızı zehirleyen, engelleyen, bloke eden her türlü korkuve endişeylebaş etmek için,Yaşamkalitenizi yükseltmek,üretken ve verimli bir yaşama geçmek için,Dikkat ve konsantrasyon ile ilgili problemlerlebaşa çıkmakistediğinizde,Kendinizi daha iyi ve daha yakından tanımak ve potansiyellerinizi keşfetmek istediğinizde,Evlilik hayatınızla ilgili sorunların çözümü için,Öz güveninizi arttırmak, kendinizi gerçekleştirmek ve yaşamda başarıyı yakalamak istediğinizde,Çocuklar ve ergenlerle ilgili sorunların çözümü için,İlişkilerle ilgili yaşadığınız her tür sorunu çözümlemek için,Karşı cinsle ilişkilerde, kaliteyi arttırmak için,Boşanma öncesi ve sonrası danışmanlık almak için,Cinsellikle ilgili her türlü soru ve sorunun çözümü için ve daha birçok problemin çözümü için psikolojik destek alınabilir.Psikolojik hizmetlere başvurmak için spesifik bir problem yaşıyor olmaya gerek yok. Duygu, düşünce ve bunların etki ettiği davranışlar üzerine konuşmak için de destek alınabilir. Ancak çoğunlukla destek talebi psikolojik sorunlar kaçınılmaz bir hal aldığında yapılır. Kimi zaman bu belirtiler kişinin kendisini rahatsız eder. Kimi zamansa belirtiler çevre tarafından fark edilir ve kişi bir uzmana yönlendirilir.Bazen hem kişi hem de çevre durumun farkındadır. Kimi bireyler psikolojik hizmetlerden destek almakta son derece gönüllüdür, kimi bireylerse bu ihtiyacı göz ardı etmektedir. Durum hangisi olursa olsun destek alacak kişininpsikolojik destekalmaya gönüllü olması tedaviyi olumlu etkilemektedir.Depresyon, anksiyete, fobi, mani, dikkat eksikliği, travma, yas, boşanma gibi psikolojik problemlerde profesyonel destek alınmaktadır. Ancak psikolojik desteğe ihtiyaç duyulan çoğu problem erken müdahale ile önlenebilmektedir. Eğitimde, öğretimde, kariyer gelişiminde, iletişim ve sosyal becerilerde de psikolojik hizmetlerden faydalanılabilmektedir. Yazıyı Oku
Uzman: Merve ÜNALYayınlanma: 31.01.2022
Hayata çocukların gözünden bakmak, dünyayı onların gördüğü gibi bir yer olarak görmek belki çoğumuz için rutinlerimizin ve kaygılarımızın etkisi ile unutulmuş uzak hatıralar olarak düşünülebilir. Bizler yaş aldıkça hayatımıza yeni deneyimler katıyor, yeni sorumluluklar alıyor ve bu sorumlulukların getirdiği stresi ile başa çıkabilmenin yeni yollarını arayıp, bulup, keşfedebiliyor; bir engel ile karşılaştığımızda bu engeli geçmiş deneyimlerimizin yardımıyla algılayabiliyor, tanımlayabiliyor; tıkandığımız noktada tarifini yaparak çözüm yolları arayabiliyoruz. Bu süreçler, çocukların ‘küçük’ diye nitelendirdiğimiz dünyalarında yetişkinlerde olduğu gibi işlemez. Çocuklar kendileri ve çevrelerinde olup bitenler ile ilgili yaşadıkları kaygının algılanma, tanımlanma ve tarif edilme süreçlerini yetişkinler gibi deneyimleyemediklerinden, anne baba onların başa çıkmaya çalıştıkları stresi fark edemeyebilirler. Hatta çoğu zaman düşülen en büyük yanılgıya düşerek; çocukların yaşadıkları zorlukları ya da çevresinde yaşanan negatif bir olay yaşanır yaşanmaz hızlıca unutacakları, bunlara dikkatlerini vermeyecekleri gibi düşüncelere kapılırlar. Oysa çocuklar harika gözlemcilerdir. Onlar çevrelerinde olup biten her şeyi zihin süzgeçlerinden geçirerek geleceklerinde kullanabilecekleri düşünce, davranış ve duygu kalıplarını bu şekilde oluştururlar. Oyun; çocukların dış dünya ile bağlantı kurmasında, duygusal ve bilişsel deneyimlerini anlamlandırma süreçlerinde, kendilerini ve çevrelerini tanıma ve tanımlamalarında sıklıkla başvurdukları en sağlıklı ve doğal yoldur. Günlük hayatta yaşadıklarını, çevresindeki insanları; bu yaşananlar ve insanlar hakkındaki duygu ve düşüncelerini kurdukları oyuna yansıtırlar. Gözlemlendiğinde bizlere belki de anlamsız gelecek olan bu oyunlar, ‘çocuğun gözünden dünyaya bakmak’ cümlesinin aslında tam olarak karşılığıdır. Oyun çocuğun lisanı, oyuncaklar kelimeler ve cümleleri, kurduğu oyunlar ise ifade biçimleridir.ÇOCUK OYUNLARI HAYATIN GERÇEĞİDİR. BÜTÜN İNSANLAR ORADA GELİŞİR, BÜYÜR VE ŞEKİLLENİR. İNSANIN EN GÜZEL VE EN OLUMLU YETENEKLERİ ORADA YÜKSELİR.FRIEDRICH WILHELM AUGUST FRÖBEOYUN TERAPİSİ NEDİR ?Çocukların gerçek dünya ile kurdukları bağı, çevrelerindeki insanlarla olan ilişkilerini, bastırdıkları ya da ifade etmede zorlandıkları duygu ve düşünceleri oyun ile dışa vurduklarından bahsetmiştik. Deneyimledikleri zor süreçlerin getirdiği duygular ile mücadele ve kontrol becerisini kazanması, negatif durumları ve olayları anlamlandırma sürecinde farkındalığının yükselmesi, gözlemlediği durum ve süreçler hakkında yanlış düşünce kalıpları oluşturmasının önüne geçilmesi çocukların psikolojik gelişimi açısından son derece önemlidir.İşte tam bu noktada, Oyun Terapisi sıklıkla kullanılan ve son derece etkili bir yöntem olarak karşımıza çıkıyor. Oyun terapisi; çocuğun kendisini güvende hissettiği ve oyun terapisti ile güven ilişkisini sağlayabildiği bir ortamda özgürce oyun kurduğu ve oynadığı, terapistin de süreci takip ederek çocuğun dünyasına müdahale etmeden daha yakından tanıklık ettiği sistematik seanslar bütünüdür. Bu sayede çocuğun sözel olarak ifade edemeyeceği bir çok bastırılmış duygu ve düşünce kalıplarına erişim sağlanabilir ve aileye çocuğun iç dünyası hakkında farkındalık kazandırılabileceği gibi çocuğun da duygusal ve bilişsel gelişimine destek sağlanabilir. Çocuğun hali hazırda bastırmış olduğu duygu ve düşüncelerin davranışlarına negatif yansımış olması durumlarında da çocukta olumlu yönde davranış değişikliği sağlamak ve sosyal gelişime destek açısından sıklıkla kullanılır.OYUN TERAPİSİ HANGİ DURUMLARDA, KİMLERE UYGULANIR ? Oyun Terapisi Uygulayıcı Sertifikasına sahip bir oyun terapisti tarafından 2-11 yaş arası çocuklara uygulanabilir. ·Travmalar ve istismar (fiziksel, duygusal, cinsel) deneyimlemiş çocuklara·Bağlanma sorunları deneyimleyen çocuklara·Yeme/tuvalet problemleri deneyimleyen çocuklara·Seçici dilsizlik deneyimleyen çocuklara·Ayrılık anksiyetesi deneyimleyen çocuklara·Boşanma sonrası adaptasyon sorunları deneyimleyen çocuklara·Kardeş kıskançlığı deneyimleyen çocuklara·Saldırganlık problemi bulunan çocuklara·İletişim problemleri bulunan çocuklara·Uyku bozukluğu deneyimleyen çocuklara·Ailede kayıp ve yas deneyimleyen çocuklara·Hiperaktivite ve dikkat eksikliği tanısı almış çocuklara·Uygunsuz davranış sergileyen çocuklara·Kaygı, korku ve fobileri olan çocuklara·Okulda zorbalık gören veya zorbalık uygulayan çocuklara·Aile içi şiddet gören ya da geçmişi bulunan çocuklara oyun terapisi uygulanabilir. SİZDEN GELEN SORULAR1)Oyun terapisini kim verir ?Oyun terapisi, uygulayıcı sertifikası bulunması şart olan ruh sağlığı alanında eğitimini tamamlamış profesyoneller tarafından uygulanır. Terapiye başlamadan önce, terapistinizin yetkinliğini sorgulamayı unutmayınız.2)Oyun terapisi ne kadar sürer?Çocuğun ihtiyacına göre haftada bir ya da iki kez olmak üzere ortalama 16-20 seans arasında tamamlanır. Seans randevuları, geçerli bir istisna olmadığı sürece her hafta aynı gün ve aynı saatlerde yapılmalı, çocuk seanslara düzenli katılım göstermelidir. Sistematik ve düzenli şekilde ilerleyen seanslar ile en kısa zamanda sonuç almaya başlanması mümkün olur. Süreç ilerledikçe ve olumlu sonuçlar alınmaya başlandıkça seans sıklığında değişiklik yapılabilir.3)Çocuğuma kendim oyun terapisi yapabilir miyim?Oyun terapisi yalnızca uzmanları tarafından uygulanabilir. Kuralları net, sistematik seanslar bütünüdür. Seans içerisindeki her an terapinin bütünü için önem arz eder ve terapist tarafından süreç değerlendirmesi yapılır.Oyun terapisi uzmanı olsanız dahi, çocuğun kendini güvende hissetmesi, oyun terapistine oyun odasında bağlanması ve onu benimsemesi seansların etkinliği açısından çok önemlidir. Çocuğun günlük hayatından zaten tanıdığı bir terapiste koşulsuz açık ve dürüst olması beklenemeyebilir.Bir terapi süreci yönetemeyecek olsanız da ev içerisinde çocuğunuzun oyunlarına dahil olmanız veya sadece gözlemlemeniz bile onun hayat penceresinin manzarasına şahit olmanız demektir. 4)Seansları ebeveynler de izleyebilir mi?Mümkün olduğu sürece çocuğun odada yalnızca terapist ile bulunması, dikkatini dağıtacak herhangi bir faktör olmaması önemlidir. Fakat yaşı küçük çocuklarda anne ve baba ile seansa katılma ısrarı olursa güvenini kazanana kadar belli kurallar ile izin verilebilir. Bunun haricinde, oyun seanslarının sonrasında aileye evde pekiştireç görevi üstlenecek etkinlikler ile ilgili bilgilendirme yapılabilir. ÇOCUKLARIN OYUNLARINA KATILIN. ORADA ONLARIN KALPLERİNİ,ZİHİNLERİNİ VE RUHLARINI BULACAKSINIZ. VIRGINIA AUXLINE Psikolog Gizemnur Arslan Yazıyı Oku
Uzman: Gizemnur ARSLANYayınlanma: 09.05.2021