Aranmakta olan Mut-lu-luk

Son senelerde kişilerin yaptıkları işlerden, kurdukları aileden, çalıştığı yerden, arkadaş çevresinden, eğlence hayatından dahi mutlu olamadıkları ya da olmadıkları hep karşımda…

Kendi hayatının zirvesinde olanda, dipte olanda mutluluktan bir haber.

Mutluluk şunlara sahipseniz sizindir demek çok basma kalıplık olur. Ama mutluluk için ihtiyacınız olanlar işte onlar önemli:)


Herkese merhabalar…

Umarım herşey yolundadır, değilse de yoluna girmesini ümit ediyorum.

Mutluluk ve mutlu olmak hakkında paylaşmak istediklerim var.

Biz insanoğlunun peşinden koştuğu belli başlı şeyler var bunlardan biride, mutluluk.

Son senelerde kişilerin yaptıkları işlerden, kurdukları aileden, çalıştığı yerden, arkadaş çevresinden, eğlence hayatından dahi mutlu olamadıkları ya da olmadıkları hep karşımda…

Kendi hayatının zirvesinde olanda, dipte olanda mutluluktan bir haber.

Mutluluk şunlara sahipseniz sizindir demek çok basma kalıplık olur. Ama mutluluk için ihtiyacınız olanlar işte onlar önemli:)

İlk mutluluktan bahsedelim sonrasında mutluluk için ihtiyacımız olanlara değinelim.

Mutluluk, bir durum ya da kişiye karşı duyunlar histir. Mutluluk çoğunlukla zihnimizdeki mutluluk resmi ile eşleşiyorsa hissedebildiğimizdir. Bu da nedemek? Kişi yaşamının her karesine dair zihninde bir resim oluşturmuştur. Başarıya, güvene, sevgiye, aşka, ve tabi mutluluğa dair. Zihnimizdeki resme uymayan her bir başlık eşleşmediğinde ne mutluyuz ne de başarılıyızdır. Çünkü sana gelen mutluluk zihnindeki resimle eşleşmemiştir.


Neden bu kadar mutlu olmaya odaklıyız? Neden yaşamın her karesinde çok mutlu olmayı dilemekteyiz? Var olan mutluluklarımızla neden yetinmeyip dahasını istemekteyiz? Geçmişteki mutluluğumuzu gelecekte de aramak neden? Başkalarının mutluluklarıyla mutlu olmak niye bu kadar zor? Sanal dünyanın gerçek olmayan mutlulukları bizi niye bu kadar zorda bırakmakta? Ünlü, ünsüz, fenomenlerin mutluluklarına neden bu kadar özenmekteyiz? Hayat sürekli başrol dizi ya da film oyuncusu olmaktan mı ibarettir? Yan karakter olmak görülmez olmak demek midir? Ya da mutluluklarımız gösteriş mi olmak zorundadır? Sessiz yaşanan mutluluklar yeterli değil midir?

Ve dahası sorular bizlerin kendi mutluluğumuza dair engellerimizdir.

Mutluluk seninle olsun istiyorsan;


1- Kanaat et!

Sahip oldukların ve olacaklarına kaanat et. 1 kalbin varsa 2.sini isteme, sahip olduğunla mutluluğu ara, yetin.

Bir kabiliyetin varsa onun üzerinde yoğunlaş, şu kişi bunuda yapıyor bende yapayım deme, aç gözlülük etme.

Bir ailen varsa varlığına kanaat et, zenginliğini sahip olduklarınla hisset, sahip olamadıklarına hırslanıp hasetlenme, onların için çaba etmen yeterli.


2-Şükret/İyiki de! Bu şükür yaratıcıya duyulan minneti dile getirmek olabilir. Yanındakinin varlığına dair şükür olabilir. Hayatın defterinde mutlaka iyikilerin yazılıdır, onları gözden geçirmeyi dene. Unuttuğun iyikilerin seni yürüdüğün yolda yaptıkların ve yapacaklarına dair inancını güçlendirecektir.


3-Ne geçmişte takılı kal! Ne de geleceği yasla karşıla! Geçmişte yaşadıklarımızı, geleceğimizde biçtiğimiz hasatımızdır. ‘Ne ekersen onu biçersin tamda buraya uygun bir cümle diyebiliriz. Acılarımızın kaynağı, öncelikle kendi içimizde hapsolmuşluğumuzdan kendimizi nasıl kurtaracağımızı söyleyen cümlelerimiz, daha da kendimize hapsolmuş hissetmemize neden olur. Seçimlerimizi sıkıntılı yaşam seviyesinde yaptığımız sürece, çözümlerimizin kökleri sorunun içinde olacaktır. Şimdide ektiğin sağlıklı tohumun geleceğinin sağlıklı hasatıdır. Geçmişle barışmak, geçmişe öfkelenip göndermek, yeni bir geçmiş oluşturmak senin elinde. Çıkamıyorsan bu kısır döngüden psikolojik destek al ve kendini şifalandır.


4-Hayatındaki kalabalıktan kurtul! Hayatındaki kişileri, mekanları, işleri, planları, yediklerini, içtiklerini, izlediklerini, tercihlerini ve seçimlerini un eleğinden ele zamanın geldi. Zaman varki bunlar arasında kendini kaybettiğin, bulamadığın kalabalıktan kendini dinleyemediğin ya da zorunlu bırakıldıklarını düşün yapmak zorunda oldukların, maruz kalmak zorunda oldukların. Hayat eleğini kullan ve yığın arasında çık. Seni hakikaten mutlu eden arkadaşın ile beraber ol, zorunda bırakıldığın sen olmadığını hissettiğin o topluluktan sıyrıl. Ait hissettiğine yönel. Seni iyiliğe teşvik eden, pozitif zihnin yaşam sürdüğü yere yönel. Bırak senelik planlar yapmayı, 12 ay 365 günün olduğunu düşün.


5- Keşke demeyi bırak! ‘Keşke bende, keşke sende’ başlayan cümlelerini azalt, hatta bırak. Tercihlerinin iyi yanlarınıda gör, olumsuz yanlarının seni geliştirmesine izin ver. Bırak gözünün üzerindeki kaşa söylenmeyi… Bir kerede izin ver noktalama ve yazım hataları yapmana… Keşke dedikten sonra pişman olmayı bırak. ‘Keşke’nin hayatını demoralize etmesine izin verme. Olumsuza odaklanıp, olumluyu görmezden gelme.

Bunlardan biri veya birden çoğu seni anlatıyor olabilir. Hiç biride değil demek sürece direnmek demektir. Görmezden gelmek, yüzleşmek istememektir. Umutsuzca mutluluğu aramak mutsuzluğun devamıdır. Mutluluğun kendini aranması gerekmez. O kendisidir.

Çok uzatmadan sonuna geldiyseniz yazının, vakit ayırıp okuduğunuz için teşekkür ederim. Daha çok yazılar yazabilmem için desteklerinizi beklerim. Sizlerin desteği benim yazma cesaretim…

Sevgiler…

Yayınlanma: 21.09.2020 07:23

Son Güncelleme: 21.09.2020 07:23

#çift terapisi#aile terapisi#ebeveynlik#mutlu olmak#mutluluk#depresyon#kişisel gelişim#mutlu musun?#evlilik#ilişkiler#terapi
Psikolog

Tuğba

ÖZYÜREK

Psikoterapist

( )( )( )( )( )

Uzmanlıklar:

İlişki / Evlilik Problemleri, Fobiler, Travma ve İlişkili Bozukluklar
Online TerapiOnline Ter...
süre 60 dk
ücret 270
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
süre 60 dk
ücret 270
Yapay zeka ile, kişiselleştirilmiş destek:
Menta AI
Yapay zeka ile,
kişiselleştirilmiş destek: Menta AI

Şimdi indir, konuşmaya başla

App Store'dan İndirGoogle Play'den İndir
Bunları da sevebilirsiniz...

Toplumsal Travmanın Kökleri: Şiddet Döngüsünün Sistemik Yansımaları ve İyileşme Yolları

Bireylerin yaşadığı travmaları toplumsal yapılar, kültürel normlar ve kolektif geçmişle ilişkilendirerek inceleyecek olursak; kadın cinayetleri, tecavüz, çocuk cinayetleri gibi korkunç olayların arkasında, sadece bireysel şiddet eylemleri değil, daha derin bir toplumsal travma ve sistemik ihmal olduğuna inanıyorum. Türkiye’de son dönemde yaşanan bu tür olaylar, sadece bireysel faillere değil, daha büyük bir toplumsal hastalığın dışavurumlarına işaret ediyor.Travmanın Kökleri ve YansımasıŞiddet eylemlerinin temelinde genellikle çok derinlerde yatan travmalar ve patolojiler vardır. Bir insanın bir başkasına zarar vermesi, onun kendi yaralı benliğinden ve yetersizlik hissinden kaynaklanır. Bu tür eylemler genellikle bireyin geçmişte yaşadığı duygusal ya da fiziksel istismarın, ihmalin veya reddedilmenin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Örneğin, birçok failin kendi geçmişlerinde ağır travmatik deneyimler yaşamış olduklarını görürüz. Bu travmalar, bireylerin kendi acılarını işlemekte başarısız olmalarına ve bunu başkalarına yöneltmelerine yol açar. Ancak bu, elbette ki suçu meşru kılmaz, yalnızca onun altında yatan karmaşık dinamikleri anlamamıza yardımcı olur.Toplumun Travma Birikimi ve Yargı Mekanizmalarının YetersizliğiToplumun bir bütün olarak bu tür şiddet olaylarına nasıl tepki verdiği, toplumun travmalarının derinliğini ve iyileşme kapasitesini gösterir. Türkiye'deki kadın cinayetleri ve tecavüz vakalarına yönelik yargılamaların eksikliği, yalnızca adalet sisteminin değil, daha geniş bir toplumsal dokunun yaralandığını gösterir. Hukukun adaleti sağlayamaması, insanların çaresizlik hissini besler ve bu hissiyat toplumu felç eder.Yargı mekanizmaları, faillerin cezalandırılması kadar koruyucu önlemlerin alınmasında da yetersiz kaldığında, toplumda yaygın bir güvensizlik ve çaresizlik hissi ortaya çıkar. İnsanlar kendilerini savunmasız hisseder, devletin ya da toplumun onların yanında olmadığı duygusuna kapılır. Bu da daha fazla öfkeye, daha fazla kopuşa ve toplumun kendisine yabancılaşmasına yol açar.Koruyucu Önlemler ve Toplumsal İyileşmeKoruyucu önlemler, toplumun kolektif iyileşme sürecinde kritik bir rol oynar. Bir toplum, şiddet ve istismarı önlemek için önce bu eylemlerin kök nedenlerini ele almalıdır. Yani, sadece failleri cezalandırmak yeterli değildir; aynı zamanda bu tür şiddet olaylarını ortaya çıkaran sosyal ve psikolojik koşulları da ele almak gerekir. Eğitim sisteminde, aile yapılarında, cinsiyet rollerinde ve toplumsal normlarda radikal değişiklikler yapılmadığı sürece, bu şiddet sarmalının sonu gelmeyecektir.Çaresizlik Hissinin Altındaki Kolektif TravmaToplumun bu tür şiddet olaylarına verdiği tepkide çaresizlik hissi, insanların travmalarının derinliğini yansıtır. Çaresizlik, kontrol edilemeyen bir olaylar zincirine verilen bir tepkidir. Birçok insan, bireysel çabalarının toplumsal düzlemde anlam ifade etmediğini düşündüğünde, kendini pasifize olmuş ve yenilmiş hisseder. Bu durum, toplumsal bir travmanın belirtisidir. İnsanlar, bir yandan kişisel olarak bu tür olaylara karşı çıkmak istese de, toplumsal yapılar onları güçsüz bırakır.Bu güçsüzlük hissi, toplumdaki kutuplaşmayı ve ayrışmayı artırır. Bireyler, kendilerini yalnız ve güvensiz hissettiklerinde, topluma olan bağlılıkları zayıflar. Toplumsal düzeyde bu, bir tür kopukluğa yol açar; insanlar, birbirine güvenmedikçe daha fazla içe çekilirler ve bu da daha fazla şiddet üretir.Toplumun İyileşmesi İçin Duygusal Bağ KurmakToplumun iyileşebilmesi için, bireylerin kendi travmalarıyla yüzleşmeleri ve onları işleyebilmeleri gerekir. Bu yalnızca bireysel bir süreç değildir; toplumsal olarak travmaların kabul edilmesi ve üzerine konuşulması da iyileşme sürecinin bir parçasıdır. Kadın cinayetleri, tecavüz ve çocuk cinayetlerine karşı verilen toplumsal tepki, bir anlamda toplumun kendi travmasıyla yüzleşmesidir. Ancak bu yüzleşmenin tam olarak gerçekleşebilmesi için, koruyucu ve onarıcı adımların atılması, bireylerin bu sürece dahil edilmesi gerekir.Sonuç olarak, travmanın toplumsal yansımaları, bireysel düzeyde başlayan ama toplumsal düzeyde çözülmesi gereken meselelerdir. Şiddet olaylarına karşı yetersiz kalınan adalet sistemi, toplumun iyileşme sürecini engeller. Çaresizlik hissi, bu sürecin bir yan ürünüdür. Ancak toplum, travmaları kabul edip, onları sağlıklı yollarla işleyebilirse, bu kısır döngüden çıkabilir ve kolektif olarak iyileşebilir.Bu süreç, bireylerin duygusal olarak daha bağlantılı hale gelmesi ve sistemik adaletin yeniden tesis edilmesi ile mümkün olabilir.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

İş Hayatında Mutlu Olmak İçin Yapabileceklerimiz

İş Hayatında Mutlu Olmak İçin YapabileceklerimizAnahtar Kelimeler: İş tatmini, Yaşam tatmini, İletişim, Mutluluk Yaptığımız işten mutlu muyuz? Bugünlerde tam olarak bu sorunun cevabı olan “ iş tatmini” terimini çokça duyuyoruz. İş tatmini, çalışanların bireysel ve örgütsel faktörlerden etkilenerek iş ve iş ile ilgili deneyimlerine karşı duydukları olumlu duygusal durum, memnuniyet olarak karşımıza çıkmaktadır. Ülkemizde bir çalışan aylık 225 saat çalışabilmektedir. Bu da hayatının büyük çoğunluğunu işte geçirdiği anlamına gelir. Hayatımızın bu kadar önemli bir kısmındaki memnuniyetimizin hayatımızın geri kalan kısımlarını da etkilemesi oldukça doğaldır. Peki iş hayatında mutsuz olduğumuz zamanlarda olamaz mı? Tabi ki olabilir, önemli olan bu zamanlarda kendimizi ne kadar fark ettiğimiz ve kendimiz için neler yaptığımız. Şuan bu yazıyı okuyor olmak bile aslında bir şeyler yapıyor olduğunuz anlamına geliyor. Gelin şimdi bunu anlamlı kılacak bazı bilgilerle iş tatmini nedir, nelere göre şekillenir, ne gibi sorunlar olabilir ve biz neler yapabiliriz bunlara birlikte göz atalım.İş Tatmini İş tatmin düzeyi daha önce bahsettiğimiz gibi bireysel ve örgütsel faktörlerden etkilenebilir. Bireysel faktörler olarak yaş, cinsiyet, medeni durum, eğitim durumu, kişilik, zekâ gibi özellikleri düşünebiliriz, örgütsel faktörler ise işin niteliği, ücreti, iletişim, eğitim ve gelişim imkânları, rekabet, örgüt kültürü gibi özelliklerdir. Bireysel faktörlerden nasıl etkilenebileceğimize en iyi örnek çocuklar olabilir. Çocuk sahibi olduktan sonra iş hayatına adapte olmakta zorlanabiliriz. Aynı zamanda çok hareketli ve dışa dönük bir insansak beyaz yaka olarak tüm gün ofiste oturmaktan rahatsız olabiliriz. Örgütsel faktörlerin en iyi örneği ise hak ettiğimizden daha az bir ücret aldığımızı düşünmemizdir. Diğer bir taraftan kurumun yapısı yükselmemize imkan sağlamıyor ve kendimizi yerimizde sayıyor hissedebiliriz. Kurum içi iletişim kanalları kapalı olduğunda sorunlarımızı dile getiremiyor ve çaresiz hissediyor olmamız normaldir. Peki ya bu konuların sadece çalışan olarak sizi değil çalıştığımız kurumları da etkilediğini söylesem ne derdiniz? İnsan kaynakları birimleri de son zamanlarda iş tatminini arttırmak için olan uygulamalara oldukça önem vermektedirler. Bunun temel sebebi, iş tatmininin iş yerindeki olumlu davranışları, bağlılığı ve çalışma performansı arttırmasıdır. Aynı zamanda, iş tatmini olumsuz davranışları ve işten ayrılmaları azaltmaktadır. Bu sebeple, gelişen dünyada bu uygulamalar zamanla artarak devam edecektir.Bizler mutlu olmak için neler yapabiliriz? Organizasyonlar kendileriyle ilgili kısımları iyileştirmeye ve geliştirmeye dursunlar peki bizler kendi iyiliğimiz ve memnuniyetimiz için neler yapabiliriz? Çünkü mutlu olduğumuz bir işte ve iş yerinde çalışmanın fiziksel sağlığımıza ve mutluluğumuza katkısı yadsınamaz. İş tatminin hayat tatminimizi etkilediğini söyleyen önemli araştırmalar bulunmaktadır. Bu çalışmalara göre işinden mutlu olan bireylerin hayatlarında da daha mutlu oldukları görülmektedir. Aynı zamanda bu çalışmalar iş tatmini sağlayan farklı değişkenlerden de bahsetmektedir. Bu değişkenler yukarıda bahsetmiş olduğumuz bireysel ve örgütsel faktörlerdir. Bizler hayattan aldığımız zevki, mutluluğu ve tatmini etkileyen iş tatminini kendimiz için geri plana atmamalı ve yapabileceklerimizi düşünerek kendimiz için iyi olana yönelik davranışlar geliştirmeliyiz. Bu sebeple sizler için aşağıda iş tatminimizi arttırmada faydalı olabilecek birkaç öneriye yer verdim.1.Öncelikle hayatımızı sürdürmek için para kazanmak ve bir şeyler yapmak zorundayız bu bazen bizi istemediğimiz işler yapmak durumunda da bırakabilir. Tabi kişisel çizgilerimiz ve kurallarımız varsa bunlardan sırf maddiyat için ödün vermenin bizi çok kısa bir zamanda tükenmeye ve verimsizliğe götürebileceğini söyleyebiliriz. Bu yüzden belki de en başta kendimizi tanımaya önem vermeli kariyer adımlarımızı güçlü yönlerimize göre atmalıyız.2.Diğer bir konu ise çalışma ortamımızdaki iletişim konusu, çalışma arkadaşlarımızla veya yöneticimizle bizi olumsuz etkileyen bir iletişim problemi yaşıyor olabiliriz. Bu problemin farkına vardığımızda sinirlenmek, öfkelenmek, üzülmek dışında da bir şeyler yapabileceğimizi bilmeliyiz. Bu konuda aksiyon alarak iletişimi güçlendiren biz olabiliriz. İletişimde ilerleme hızla fark edilebilir bir durumdur ancak yavaş ilerlesek bile zamanla işe yaradığında mutlu olan taraf biz olacağız.3.Son zamanların en önemli becerileri arasında yer alan hayat boyu öğrenme ise kendimize düstur edineceğimiz bir ilke olmalıdır. Yaptığımız iş ile ilgili gelişmeleri takip ederek ve kurum içerisinde yeri geldiğinde bu bilgilerimizi kullanarak hem kendi motivasyonumuzu arttırırız hem de çalışma hayatımızdaki saygınlığımızı güçlendirebiliriz. 4.İş hayatında her gün mükemmel geçmeyebilir zor zamanlarda bunu hatırlamamız kötü bir zamanda bile kendimize fazla yüklenmememiz önemlidir. Hata yaptığımız veya zor bir gün geçirdiğimiz bir günde daha önce başardığımız işleri ve projeleri düşünmek faydalı olacaktır. Her zaman o gün ki gibi kötü değildi bunu unutmayın. 5.Son olarak imkânlarımızın el verdiği ölçüde kendimize ödüller verebiliriz. Örneğin, bir projeyi başarıyla bitirdiğimizde arkadaşlarımızla bir akşam yemeğine çıkarak moralimizi yükseltecek, kendimizi iyi hissetmemizi sağlayacak aktivitelerde bulunabiliriz veya işe dönüş yolunda kendimize istediğimiz bir hediye alabiliriz. Bu bazen küçük bir çikolata almak bile olabilir.KaynakçaLocke, E. (1976). The Nature and Causes of Job Satisfaction. In M.D. Dunnette (Ed), Handbook of Industrial and Organizational Psychology, 1, 1297-1349, Chicago: Rand McNally.Rice, R. W., Near, J. P., & Hunt, R. G. (1980). The Job-Satisfaction/Life-Satisfaction Relationship: A Review of Empirical Research.Basic and Applied Social Psychology,1(1), 37-64.Akıncı, Zeki. (2002). “Turizm Sektöründe İşgören İş Tatminini Etkileyen Faktörler: Beş Yıldızlı Konaklama İşletmelerinde Bir Uygulama”. Akdeniz Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 2 (4): 1-25.Tengilimoğlu, D. (2005). Kamu ve Özel Sektör Örgütlerinde Liderlik Davranışı Özelliklerinin Belirlenmesine Yönelik Bir Alan Çalışması. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 4 (14), 1-16.Psikolog Merve Kartal
Merve KARTAL 07.05.2021

Sorgulayış: Modern Zamanlar

Ağaçlar, kediler, bulutlar ve domatesler acele etmezken insan neden hep acele eder? Neden hep sevdiğimiz şeyleri acele etme çabası uğruna ve kendimize görev haline getirerek, artık o kadar sevmez oluyoruz? Meyve ve sebzeler hiç yarışmaz kendi arasında. Portakal, mandalina kadar sevilmek için ya da portakallar kendi arasında hangileri daha sulu olacak diye yarışmazlar. Doğada hayatta kalma mücadelesinde genler aktarılır, yemek için fırsat kollanır, yarışılır ve mücadele edilir. Bunun için yuvalar yapılır ve “Savaş ya da kaç” stratejisi bir zebranın bir aslanı görmek üzere olduğu an devreye girer; hiçbir hayvan bunun için gece uykusundan olmaz.Peki, bizler ne için yaşamlarımızı bunca strese gebe kıldık? Doğada hayatta ya da aç kalma savaşı vermediğimize göre gideceğimiz işe, buna göre oturacağımız eve, sahip olduğumuz sosyal imkanlara, başarılarımıza, güzelliğimize ya da ne kadar “trend” olduğumuza göre bir hayatta kalma yarışında mıyız?Sosyal karşılaştırma, birey olabilmemizin kaçınılmaz bir parçası ve sosyal yaşamımızın doğası. “Ben” olabilmek, “Onlar” ın bir yerde var olmasına bağlı. “Diğeri” ayrımını yapmak, bireyselliğimize yönelik bir farkındalık ve aynı zamanda gelişim sürecimizin de bir parçası. Bu ayrım, perspektif alabilmemizi, yani kendimizin ya da diğerinin bakış açısına odaklanabilmemizi de beraberinde getiriyor. Diğerinin gözünden bakmak, merhamet ve yardımlaşma duygumuzu arttırmasının yanı sıra diğerinin bakış açısından sahip olduğumuz özelliklere ve görünüşümüze yönelik bir bakışı da beraberinde getiriyor. Diğerine göre biz nasılız? Ne kadar dikkat çekiciyiz, akıllıyız, beceri sahibiyiz veya eğitimliyiz? Önce kendi beceri ve yeterliliklerimizi fark ediyoruz. Sonra, “Sosyal çevremizden bunun karşılığını ne kadar alabiliyoruz?” u sorgular hale geliyoruz. Onlarca eğitimden geçmiş birinin, masa başı bir işte sadece evraklarla ilgilendiğini ve öğrendiklerinin birçoğunu çürütmek üzere modern zamanların batağına gömdüğünü hayal edebiliriz. Ne yazık ki, yaşamlarımızdan örnek bulmak da pek uzak değil, buna. “Ne kadar sertifika sahibiyiz, cebimize konulan ücretler ne kadar emeğimizi karşılıyor?” soruları kendimize yöneltmemizin ardından, bu sefer kendimizi komşunun çocuğuyla karşılaştırıyoruz. “Aynı işi yapıyoruz, eşit para kazanıyor muyuz? Daha mı güzeliz, eğitimliyiz, ya da topluluk önünde daha mı iyi konuşuyoruz?” gibi sorular ve sorunca ivme kazanıyoruz, daha çok uykusuz kalmalıyız, daha çok estetik yaptırmalıyız, sosyal medya hesabımızda daha güzel fotoğraflar paylaşmalıyız… Sonucunda tek bir ortak fikir: “Daha iyisini yapmalıyız!”. Daha iyisini yaparken de mutlaka birilerinden daha iyi bir noktada olmalıyız. İtici; fakat kaçınılmaz geliyor. Karşılaştırmak, birey olabilmemizin bir parçasıysa doğru yolda mıyız? Nerede içinden çıkılmaz bir hale getiriyoruz yaşamımızı?Bunun basit bir cevabı var elbette. Sağlığımızı ve sosyal yaşamımızı sekteye uğratabilecek düzeyde acele etmemizi gerektiren; fakat acele etmesek de sağlıkla sürdürüp başarıya ulaşabileceğimiz işlerin sıklığı ve yaygınlığı. Karşılaştırıp ilerleme motivasyonu kazanmak işlevsel; fakat karşılaştırıp zihnen ve bedenen yıpranmak, yavaşça tükenmek, her bir sevdiğimiz şeyi artık görev olarak algılayışımız işlevsiz bir karşılaştırma ve yol alış. Uykusuz kalmak, mideye stresten kramplar girmesi, baş dönmeleri, az kalsın kalbimize inmesi ve gece terlemeleri.Hep mi bir yere yetişmek zorundayız? Sokakta koşuşturan endişeli yüzler, Nereye kadar gideceğini bilmediğimiz ve hiç bitmeyen gereksiz uğraşlarımız. Resmi işi yokuşa sürüşler, prosedürler, “deadline” lar… Bu aceleciliğin tek bir açıklaması olabilir: Doğadaki hayatta kalma savaşının modern dünyaya uyarlanmış halini yaşıyor olmamız. Ve belki artık daha zor hayatta kalıyoruz.Yazları kaçıyoruz, bir dağa ve bir denize. Partilediğimizde bedenimiz ve zihnimizi dağıtıyoruz. Tüm enerjimizi duyumsarken ve yaşarken fark ediyoruz; dönmek istemediğimiz pazartesi sabahlarını ve hep kaçmak istediğimiz “deadline” ları. Severken, sevmekten alıkonulduğumuz modern yaşamlarımıza kapı ardından bakıyoruz. Yarışmak zorunda değiliz oysa ki. Müziğin sesini kısıyoruz, orada ben devreye giriyorum ve Cem Mumcu’ nun sevdiğim bir sözünü telkin ediyorum: “Rekabet en az iki kişiyle olur. Sen oyuna katılmazsan bir şey olmaz. Yanımdaki araç gaza basıyor diye ağaçları seyrederek gittiğim hızı arttıramam.”. İsyanlara bürünüyoruz, habersiz ezbere tüm sözlerden. Bedenimizin ve zihnimizin ihtiyacı olandan, denizden, buluttan, müzikten ve gökyüzünden kendimize ödül kılıyoruz.Bu, bedenimizin ihtiyacı olan suyu bir karşılığı içebilmemiz gibi. Araştırmayı çok sevdiğiniz bir konunun size ödev olarak verildiğini düşünün, mutlusunuz ve zevk aldığınız bir işi yapacaksınız. Ardından bu ödevin iki hafta sonunda teslim edilmesi gerektiğini öğreniyorsunuz. Peyderpey şekilde balkonda, bahçede ve okulda kahvenizi zevkle yudumlayarak; bir sonraki gün çalışma masanızı özenle düzenleyerek çalışmak istediğiniz o çok sevdiğiniz konuyu acele bir şekilde ve belki birçok noktayı yüzeysel şekilde geçiştirmek zorundasınız.Aceleciliğin getirdiği yorgunluk ve stresle aynı zamanda bedeninizin ve zihninizin ihtiyaçlarını da bu süreçte ertelemek, geçiştirmek zorundasınız. Zorunda olmak ve ertelemelerin getirdiği biriken ihtiyaçlar, iki hafta sonunda teslimin ardından hemen o sevilen aktiviteden uzaklaşılarak bir başka kaçış noktasına, ödüle sürüklemez mi? Bir şeyi acelecilik ve stresle bütünleştirerek görev haline getirmek, zaten hoşlandığımız o şeyi ne kadar çok sevdiğimizi buzlar altına gömmüyor mu?Peki neden bunu yaşıyoruz? Neden bunu yaşamayı gerekli kılan koşulları tanımladık ve hiç sorgulamıyoruz? Buradan yola çıkarak, modern dünyayı bireylerin zihinsel, bedensel, duygusal ve sosyal ihtiyaçlarını ihmal etmeyecek şekilde yeniden düzenlemek neden mümkün olmasın?Bunca aceleniz varken özür dileyerek Kemal Sayar’ dan birtakım dizeler bırakıyorum buraya ve bitiriyorum. “Her şey çok hızlı gerçekleştiğinde, kimse hiçbir şeyden emin olamaz, kendisinden bile.” diye yazmıştı Kundera, Yavaşlık adlı romanında. Kendimizi bulmak için hayatın kendi ritmine dönmeye ihtiyacımız var. İşte bu yüzden kendimize yavaşla diyoruz. Çünkü yavaş güzeldir..."
Özge ENGİN 14.04.2021