Töre Simge KORKUT - Blog Yazıları

KAYGI İLE YAŞAMAK / KAYGI İLE NASIL YAŞANIR? Yaklaşık 1,5 senedir ‘’güvenli yer’’ olarak bildiğimiz Dünya ‘’güvensiz bir yer’’ halini almış durumda. Durum böyle olunca 7’den 70’e herkes kaygı duygusuyla ister istemez tanışmış oldu. Kaygı veya tıbbi ismiyle anksiyete hemen hemen herkesin yaşadığı doğal bir duygudur. Kimimiz sınav öncesi, kimimiz karşıdan karşıya geçerken bir arabanın kornasıyla, kimimiz çocuğumuz eve geç geldiğinde ya da benzer durumlarda bu duyguyu yaşadık. Peki bu kadar aşina olduğumuz bu duygu bize şu anda, özellikle okulların açılmasına az bir süre kalmışken neden bu denli zarar veriyor? KAYGI NEDİR ? Öncelikle kaygının tanımından ve Hayatımızda olmazsa neler olurdu? sorusunu araştırmaktan başlamak istiyorum. Kaygı, kişinin dış dünyasından veya iç dünyasından gelen bir uyaranla karşılaştığında yaşadığı, gerginlik duyguları (gerçek dışılık hissi, kontrolünü yitirme hissi, sersemlik…) endişeli düşünceler ve artan kan basıncı, çarpıntı, boğulma hissi gibi fiziksel değişiklikler ile karakterize doğal bir duygudur. Anksiyete; ‘’Yaşadığımız hayatta, nasıl bir kişi olmak, kendimize ve başkalarına nasıl davranmayı istemek, nasıl bir hayat sürmek istiyoruz?’’ sorularının cevaplarında saklı olan, bizim için önemli olan şeylerle, yani ‘’Değerlerimiz’’ ile ilgilidir. Hayatımızda değer verdiğimiz her ne var ise, o var olan şeyler yok olduysa ya da yok olma tehdidi/tehlikesi altındaysa kaygı hissederiz. Bu çok doğal bir duygudur. Anksiyetenin tanımını verdiğimize göre şimdi her ne sebepten olursa olsun kaygı yaşadığımızda zihnimizin bize getirdiği ‘’Keşke şu kaygıdan bir kurtulabilsem, kurtulmayı öğrensem, keşke yok olsa..’’ cümlelerinin gerçek olduğu bir senaryoya sizi götürmek istiyorum. KAYGI OLMASA NE OLURDU? Yaşadığımız olumlu/olumsuz tüm duyguları bir uyarı/işaret veya alarm sistemi olarak düşünebiliriz. Tıpkı bir otel odasında sigara içtiğinizde ya da duman oluşturacak bir aktivite yaptığınızda yangın sensörünün ses ve ışık çıkartarak sizi uyarması gibi veya arabalarda bulunan otopark sensörlerinin, çarpabileceğiniz bir cisime belli bir mesafeden çok yaklaştığınızda ötmeye başlaması gibi. Bu sistemlerin ne zaman uyarı verecekleri, uyardıkları konuya göre değişir. Bizim duygusal sistemimiz de aynı bu uyarı sistemleri gibi dış dünyada olan biteni algı ve düşüncelerimiz aracılığıyla fark ederek kaygı, kızgınlık, üzüntü gibi tepkiler verir. Tüm bu uyarı sistemlerinin amacı kişiyi uyarmak ve haber vermektir. Bu anlamda olumlu/olumsuz tüm duyguların en önemli işlevi, çevreyi ve çevrede olup bitenleri fark edip ona uygun davranmamızı sağlamaya yardımcı olmasıdır. Yani duyularımız aracılığıyla hem bedenimizde olup biteni hem de dış dünyayı algılar, sonra da ona uygun bir davranışta bulunmak için strateji/ler belirleriz. Örneğin: küçük çocuklar sobaya elini koyduklarındaacı hissederler ve ellerini çekerler veya çok yüksek ses, gürültü duyduğumuzda irkilip etrafımızı kolaçan ederiz, karşıdan karşıya geçerken üzerimize bir araç geldiğinde kenara çekiliriz. Eğer duygusal uyarı sistemimiz olmasaydı çok kısa bir ömrümüz olabilirdi. Kaygı hissetmenin doğal ve yaşamımızı sürdürmemiz için gerekli bir duygu olduğunu gördüğümüze göre, şu anda bu duygunun bize nasıl zarar verdiğini ve bu zararı önlemek için neler yapabileceğimizi maddeler halinde aşağıda bulabilirsiniz: YAPILABİLECEK EGZERSİZLER 1- DİLİ KULLANMA ŞEKLİMİZ *Kabul ve Kararlılık Terapisi (ACT)’a göre ‘’Tüm acıların kaynağı dildir’’. İnsanoğlu dil aracılığıyla yaşadığı çevrede yerini alırken, yaşaması için gerekli tüm yaşam stratejilerini de yine dilin eşleştirme ve ilişkiler kurma özellikleri aracılığıyla edinerek yaşamını sürdürür. Bu açıdan dili kullanma şeklimiz, okuduğumuz, duyduğumuz konuların dili kullanma şekli bizim davranışlarımızı etkiler. Örneğin: kaygılı yapıya sahip bir birey, kendisini ‘’kaygılı biriyim’’ cümlesiyle tanıtırsa zihin onu, o kişinin tamamen ‘’kaygıdan’’ oluştuğunu ve bu durumda tamamen kaygıdan oluşan bir kişinin yapması beklenmeyen tüm aktiviteleri, kalabalık önünde sunum yapmak, sınava girmek, yeni birileriyle tanışmak gibi yapamayacağına kişiyi inandırır. Böylelikle kişi bu aktiviteleri yapmamaya bu aktivitelerden kaçınmaya başlar bunun sonucunda üzüntü, hayal kırıklığı, öfke gibi duygular hisseder ve yaşamak istediği, olmak istediği kişiden uzaklaşmış olacağı için psikolojik problemler yaşar. Fakat aynı kişi kendisini tanıtırken, ‘’kaygılı bir yapıya sahibim’’ cümlesiyle, sahip olduğu kaygılı yapısıyla arasına mesafe koyarak kendisini tanıtırsa, zihin, o kişinin tamamının kaygıdan oluşmadığını, neşeli, esprili, konuşkan gibi başka özelliklere de sahip olabileceğini düşünerek daha önce yapamayacağını düşündüğü aktivitelere ambargo koymaz. 2-DUYGULARLA SAVAŞMA / MÜCADELEYİ BIRAK Atalarımızın tehlikeye, acıya cevap verme şekilleriyle başlayan zihin yapımız modern dünyamızda hala aynı şekilde yerini alıyor. Hepimize küçüklüğümüzden beri dayatılan birkaç doğru bilinen yanlış bilgiler mevcut, bunların en başında ‘’Daha iyi bir yaşam için olumsuz duygularımızdan kurtulmalıyız.’’ Miti gelmektedir. Sanırım bunun cevabını yukarıda kaygı hayatımızda olmazsa ne olurdu sorusunu araştırırken verdik. Hissettiğiniz kaygıyı nazikçe fark ederek onun sizinle olmasına izin verin. Onunla her mücadeleye girdiğinizde eminim maliyeti uzun vadede size çok pahalıya patladı. 3-ZİHNİNE BİR İSİM VER VE ONU KİBARCA DİNLE Başka birini dinlediğimizde, söyleyeceklerine katılıp katılmayacağımızı seçiyoruz. İç sesimize, genellikle aynı fikirde olma veya katılmama seçeneğine sahip olduğumuzu düşünmüyoruz, ancak denemenizi isteyeceğim bir egzersiz bu. Araştırmalar, zihninize isim vermenin buna yardımcı olduğunu göstermiştir. Peki neden? Çünkü zihninizin adı farklıysa, ‘’siz’’den farklıdır. Şimdi bir partide, kafede, restoranda tanışıyormuşsunuz gibi yeni isminizi kullanarak zihninize merhaba deyin. Gün içerisinde sizi zorlayan duygu ve düşünceler olursa zihninize taktığınız isimle zihninizi fark edin ve onu kibarca dinleyin. 4- ANIN İÇİNDE BEDENİN İLE TEMAS Dili kullanma şeklimizi düzenlemeye başladık, duygularımızla mücadeleyi bırakmayı denemeye başladık, zihnimize isim verdik. Şimdi bu 3 basamağı da taçlandıran en temel maddeden bahsetmek istiyorum. An ile temas içerisinde olarak dikkatimizi bedenimize vermek. 1,5 senedir yaşadığımız dış dünyadan gelen bir tehdit altında yaşamlarımızı sürdürmeye çalışıyoruz. Bu dış tehdit her birimizin, özgürlük, bağımsızlık, misafirperverlik, yakınlık gibi ‘’Değerlerini’’ tehdit altına almış durumda, durum böyle olunca dünya üzerinde kaygı hisseden ve bu kaygıyı, yapmış, denemiş olduğu yanlış davranış stratejileriyle Kaygı bozukluklularına çeviren kişi sayısı çoğaldı. Zihnimiz bizi korumak için geçmişte-gelecekte yaşatmaya eğilimlidir. O yüzden an ile temas egzersizlerini gün içerisinde ne kadar fazla yaparsak o kadar modern dünyamıza adapte olmamış zihnimizi günümüze adapte edebiliriz. Kaygı yaşadığımızda yapmakta olduğumuz işe devam ederek, burnumuzdan derin bir nefes alıp pasta mumu üfler gibi verdikten sonra tüm dikkatimizi açıklık ve merakla bedenimizi incelemeye doğru verin. Tüm bedeninizdeki uzuvlarınızı sanki ilk defa görüyormuş gibi inceleyin. Bunu yaparken zihniniz sizi yine geçmişe-geleceğe götürmek isteyecek, onunla mücadele etmeyin fark edin, kibarca dinleyin ve dikkatinizi yine bedeninize yönlendirin. Yukarıda sıraladığım 4 egzersizi, çocuklarınıza okul öncesi, okulda, evde, hayatın her alanında yaptırabilir, siz ebeveynler kendiniz de uygulayarak yaşamak istediğiniz hayata ve olmak istediğiniz kişiye bir adım daha yaklaşabilirsiniz. Bu egzersizler işe yaramıyorsa doğru bir şekilde yapmak ve diğer stratejileri öğrenip hayatınıza dahil etmeniz için bir uzman ile görüşebilirsiniz.Unutmayın, bize zarar veren şeyler duygular değil, duygulara davranışsal olarak cevap verme şekillerimizdir. Uzm.Klnk.Psk.Töre Simge Korkut Devamını oku

Yayınlanma: 21.09.2021 17:53

Son Güncelleme: 21.09.2021 17:53