1. Uzman
  2. Arzu ÜNAL
  3. Blog Yazıları
  4. Kaygıyı Yönetmek ve Panik Atakla Baş Etmek: Öneriler ve Stratejiler

Kaygıyı Yönetmek ve Panik Atakla Baş Etmek: Öneriler ve Stratejiler


Kaygıyı Yönetmek ve Panik Atakla Baş Etmek: Öneriler ve Stratejiler


Günlük yaşamın temposu, iş yükleri, kişisel sorumluluklar ve çevresel stres faktörleri zaman zaman kaygıya neden olabilir. Ancak kaygının yoğunlaşması ve panik ataklar haline gelmesi, bireylerin yaşam kalitesini ciddi şekilde etkileyebilir. Bu yazıda, kaygıyı yönetmek ve panik atakla başa çıkabilmek için bazı etkili yöntemleri ele alıyoruz.


Kaygıyı Anlamak


Kaygı, aslında vücudumuzun tehditlere karşı verdiği doğal bir tepkidir. Ancak bu tepki, tehdit algısının gerçekçi olmadığı durumlarda bile devreye girebilir ve gereksiz yere yoğunlaşabilir. Kaygı yönetiminin ilk adımı, kaygının kökenlerini anlamak ve tetikleyicileri belirlemektir.


Kaygı genellikle bir dizi düşünce ve duygu zincirinden beslenir. Örneğin, işle ilgili bir sunum öncesinde yaşanan kaygı, “Ya hata yaparsam?” veya “Başkalarının karşısında başarısız görünmek istemem” gibi düşüncelerle tetiklenebilir. Bu düşünceler, bedensel tepkileri (kalp çarpıntısı, terleme) artırır ve kişinin kendini daha da gergin hissetmesine neden olur.


Panik Atak Nedir?


Panik atak, ani ve yoğun bir korku ya da rahatsızlık hissiyle karakterizedir. Çarpıntı, nefes darlığı, baş dönmesi ve hatta kontrol kaybı korkusu gibi belirtiler eşlik eder. Panik ataklar genellikle bir tehdit olmaksızın ortaya çıkar ve bu durum, bireyde daha fazla kaygıya yol açabilir.


Bir panik atak, vücudun savaş ya da kaç tepkisinin gereksiz bir şekilde devreye girmesiyle ilişkilidir. Ancak bu tepkinin geçici olduğunu anlamak ve bu süreçte kendini sakinleştirecek yöntemlere odaklanmak, atakların daha kolay atlatılmasını sağlar.


Kaygı ve Panik Atakla Baş Etmek İçin 5 Yöntem


1. Nefes Egzersizleri Yapın

Kaygı anlarında nefes kontrolü, vücut ve zihin arasındaki dengeyi yeniden kurmaya yardımcı olur. Derin nefes almak, kalp atışlarını yavaşlatır ve sakinleşmenizi sağlar. Şu yöntemi deneyebilirsiniz:


• Burnunuzdan 4 saniye boyunca nefes alın.

• Nefesi 4 saniye tutun.

• Ağızdan 6 saniye boyunca nefes verin.


Bu tür nefes tekniklerini düzenli olarak pratiğe dökmek, yalnızca kaygı anında değil, genel yaşam kalitenizde de olumlu bir fark yaratır.


2. Gevşeme Tekniklerini Kullanın

Meditasyon, yoga ve progresif kas gevşetme gibi yöntemler, zihninizi sakinleştirirken fiziksel gerginliği azaltır. Günde 10-15 dakika ayırarak bu teknikleri uygulamak, uzun vadede kaygıyı azaltabilir.


Progresif kas gevşetme tekniği, vücudunuzdaki her bir kas grubunu sırasıyla kasıp gevşeterek bedensel farkındalığınızı artırır. Bu yöntem özellikle panik atağın fiziksel belirtilerini kontrol altına almak için etkilidir.


3. Düşüncelerinizi Yeniden Çerçeveleyin

Kaygıyı tetikleyen olumsuz düşünceleri fark edin ve bu düşünceleri sorgulayarak daha gerçekçi ve olumlu bir şekilde yeniden çerçeveleyin. Örneğin, “Bunu asla başaramam” yerine “Bu zor olabilir, ama denemeye değer” demeyi alışkanlık haline getirin.


Bu yöntem, kendinizi negatif düşüncelerle baş başa bırakmak yerine, zihninizi olumlu bir şekilde eğiterek kendinize daha yapıcı bir yaklaşım sunmanızı sağlar.


4. Fiziksel Aktiviteye Yer Verin

Düzenli egzersiz, stres hormonlarını azaltırken mutluluk hormonu olarak bilinen endorfinlerin salgılanmasını sağlar. Günlük kısa yürüyüşler bile kaygıyı hafifletmekte etkili olabilir.


Egzersiz aynı zamanda vücudunuzun rahatlama tepkisini hızlandırır ve uzun vadede kaygının genel seviyesini düşürür. Özellikle doğada yürüyüş yapmak, zihinsel berraklık sağlayarak daha iyi hissetmenize yardımcı olabilir.


5. Destek Alın

Eğer kaygı ve panik ataklar yaşamınızı ciddi ölçüde etkiliyorsa, bir uzmana başvurmanız önemlidir. EMDR gibi terapi yöntemleri, kaygı bozukluklarının tedavisinde etkili sonuçlar verebilir.


Profesyonel destek almak, kendi başınıza çözmekte zorlandığınız durumlar için önemli bir adımdır. Uzmanlar, size özel stratejiler geliştirmenize ve ilerlemenizi takip etmenize yardımcı olur.


Kendinize İzin Verin


Kaygıyı tamamen yok etmek yerine, onunla başa çıkmayı öğrenmek daha gerçekçidir. Kendinize karşı sabırlı olun, ihtiyaç duyduğunuzda destek istemekten çekinmeyin ve küçük adımlarla ilerlemeye odaklanın.


Kaygı ve panik atak, birçok insanın mücadele ettiği bir durumdur. Ancak, doğru yöntemler ve destekle bu süreci yönetmek mümkündür. Unutmayın, yalnız değilsiniz ve her zaman yardım alabileceğiniz kaynaklar mevcut.


*****

Umut Her Zaman Vardır


Kaygıyla veya panik ataklarla mücadele etmek, bazen tek başına üstesinden gelinemeyecek kadar zor görünebilir. Ancak, unutmamalıyız ki hiçbir durum kalıcı değildir. Hissettiğiniz duygular ne kadar yoğun olursa olsun, bu duyguların da geçici olduğunu kendinize hatırlatın. İnsan zihni ve bedeni, inanılmaz bir adaptasyon gücüne sahiptir.


Her gün küçük bir adım atmak, büyük bir değişimin başlangıcı olabilir. Nefes almayı öğrenmek, kendinize karşı şefkatli olmak ve ihtiyaç duyduğunuzda yardım istemek, kendiniz için yapabileceğiniz en değerli yatırımlardır. Unutmayın ki kaygılarınız sizi tanımlamaz; siz, kaygılarınızdan çok daha fazlasısınız.


Geleceğe Güvenle Bakın


Hayat, zorluklarla dolu bir yolculuk olabilir, ancak her iniş ve çıkış bir şeyler öğretir. Panik ataklar veya kaygı bozuklukları yaşamak, kendinizi daha iyi anlamak ve daha güçlü bir “siz” inşa etmek için bir fırsat olabilir. Bu süreci bir gelişim yolculuğu olarak görmeye çalışın.


Kendinize şu soruları sorun: “Bugün kendim için ne yapabilirim?” ve “Daha sakin bir ben olmak için hangi adımları atabilirim?” Bu sorulara vereceğiniz her dürüst cevap, sizi daha dengeli bir hayata doğru bir adım daha yaklaştıracaktır.


İlerleme Küçük Adımlarla Başlar


Küçük bir değişiklik bile büyük bir fark yaratabilir. Her gün kendinize zaman ayırarak, zihinsel sağlığınızı öncelik haline getirerek ve destek istemekten çekinmeyerek daha güçlü bir ruh haline ulaşabilirsiniz.


Kendi hayatınızın kahramanı olduğunuzu unutmayın. Tüm zorlukların bir gün geride kalacağını bilerek ilerleyin ve umudu hep yanınızda taşıyın.

Çünkü her yeni gün, yeni bir başlangıçtır. 🌟


Unutmayın: Siz Güçlüsünüz


Her yeni gün, yeniden başlamak için bir fırsattır. Kaygılarınızla yüzleşmek zorlayıcı olabilir, ancak bu süreçte kazandığınız her küçük zafer, sizi daha güçlü bir birey yapar. Kendinize inanın ve yolculuğunuzun her adımında kendinizi takdir etmeyi unutmayın. Çünkü siz, bu yolculuğun en değerli kahramanısınız. ✨


Uzman Klinik Psikolog Arzu Ünal

Yayınlanma: 11.12.2024 17:23

Son Güncelleme: 11.12.2024 17:23

#kaygı#panik atak#emdr#kaygı bozukluğu#psikoloji#psikolojik destek#terapi
Psikolog

Arzu

ÜNAL

Uzman Klinik Psikolog

(*)(*)(*)(*)(*)

Uzmanlıklar:

Kaygı (Anksiyete) Bozuklukları, Travma ve İlişkili Bozukluklar, Obsesif Kompulsif Bozukluk
Online TerapiOnline Ter...
süre 45 dk
ücret 1000
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
süre 45 dk
ücret 2000
Yapay zeka ile, kişiselleştirilmiş destek:
Menta AI
Yapay zeka ile,
kişiselleştirilmiş destek: Menta AI

Şimdi indir, konuşmaya başla

App Store'dan İndirGoogle Play'den İndir
Bunları da sevebilirsiniz...

Ne Zaman Psikolojik Destek Almalıyım?

Psikolojik destek,yaşamın her evresinde her bireyin edinmesi gereken oldukça önemli bir hizmet. Nasıl ki barınma, beslenme, dinlenme gibi temel fizyolojik ihtiyaçlarımızı karşılıyorsak ruhsal ihtiyaçlarımızın da karşılanması gerekiyor. İnsanoğlu gündelik yaşam içerisinde pek çok psikolojik etkenle bir arada yaşıyor. Özellikle metropollerde maruz kalınan psikolojik uyaranlar çok daha fazla.Ekonomik güçlükler, trafik, işsizlik, şiddet, iletişim aksaklıkları, travmatik olaylar, kazalar, saldırılar, hastalıklar insanları olumsuz etkiliyor. Pek çok olumsuz etkene doğrudan veya dolaylı olarak maruz kalıyoruz. Sosyal medya, televizyon gibi kaynaklar da global düzeyde pek çok olumsuzluğa maruz kalmamıza neden oluyor. Bugün bulunduğumuz noktadan dünyanın bir başka ucunda gerçekleşmiş bir olaydan etkilenebiliyoruz. Dolayısıylapsikolojik destekihtiyaçlarımız da artıyor.Kişisel yaşam, akademik başarı ve kariyer gelişiminden başlayarak pek çok alan ve konuda insanlar psikolojik hizmetlere başvuruyor. Bu sayede sorunlar kronikleşmeden veya performansı ketlemeden ihtiyaç duyulan önlemler alınmış oluyor.Pek çok birey kendini ifade edebilmek ve dinlenebilmek için bir uzmanla konuşmak istiyor. Konuşmak, objektif ve yargısız bir yaklaşımla dinleniyor olmak kişiye kendini iyi ve güvende hissettiriyor.Artan önemine ve duyulan ihtiyaca rağmen psikolojik hizmetlerle ilgili önyargılar da hala devam ediyor.Psikolojik destekbaşvuruları çoğunlukla destek ihtiyacı kaçınılmaz hale geldiğinde yapılıyor. Psikolojik desteğe başvuran bireyler belki yıllardır baş etmeye çalıştıkları yaşantısal problemleri destek sayesinde kısa sürede atlatmak istiyor. Oysa yıllarca ötelenmiş bir ihtiyacın istenilen düzeyde karşılanabilmesi de zaman gerektiriyor.Zamanında destek alınması ise sorunlar oluşmadan önleyici müdahale sağlıyor. Bu açıdan psikolojik danışmanlık hem önleyici hem de iyileştirici rol oynuyor.Stres ve problemler de herkesin hayatında etkilidir. Ayırıcı kriter, kişinin stresin üstesinden gelip gelemediğidir. Halledemediğini bildiği halde, ‘kendim hallederim / kendim halletmeliyim’ düşüncesi genellikle kişiyi psikoterapiye başvurmaktan alıkoyar. Problem devam ettiğinde, ciddiyetini, etki alanlarını koruduğunda ve kişi sorunların üstesinden gelemediğinde beklenen sonuçlar ortaya çıkar: Hayat kalitesinde bozulmalar, aile ve sosyal ilişkilerde zedelenmeler, iş performansında kötü yönde etkilenmeler başlayabilir. Kişi yaşadığı problem ile başa çıkabilmek için madde ve / veya alkol kullanımına yönelebilir. Hatta uzun süren problemlerin içinde kişi kayıplarının farkında bile varmadan kötüleşen hayat tarzına alışabilir.Hastalığı olan ya da duygusal bazı zorluklar yaşayan kişiler etiketlenme korkusuyla da çoğu zaman profesyonel yardıma başvurmazlar. Hastalığı nedeniyle toplum tarafından küçümseneceğini, dışlanacağını düşünürler. Psikoterapi veya ilaç tedavisine başlasalar bile önerilen tedaviyi uygulamazlar. Bu da sorunların zamanla kronikleşip daha da ağır hale gelmesine sebep olur.Genellikle kronik problemler duygusal rahatsızlıklara yol açmaktadır. Böyle durumlarda kişi hem devam eden problemlerde hem de rahatsızlığın getirdiği sıkıntılarla ve yol açtığı kısıtlılıklarla uğraşmak zorunda kalır. Hiçbir çıkış yolu olmadığının düşünüldüğü ve psikiyatrik rahatsızlıkların eşlik ettiği durumlarda ise ciddi kayıplar yaşanabilmektedir. Dolayısıyla kişinin kendinin tanıması ve ne zaman kendini aşan bir problemle karşılaştığını ve yardım alması gerektiğini bilmesi gerekir.SeanslarTerapinin hedeflerini ve ne sıklıkta ne kadar görüşüleceğini danışan ve psikolojik danışman birlikte planlar. Çoğu seans haftada 1 kez yapılır ve yaklaşık 1 saat sürer. Psikoterapi acil durumlara yönelik kısa dönemli olabileceği gibi daha karmaşık, çoktandır devam eden sorunlara dönük uzun dönemli de planlanabilir. Bireysel, aile, çift ve grup terapileri şeklinde gerçekleştirilebilir. Psikoterapi hayatın her dönemi için yetişkinler, çocuklar ve ergenler için profesyonel bir destek ve tedavi yoludur.Gizlilik İlkesiHastanın izni olmadan danışanın durumunu, anlattıklarını başka şahıslarla paylaşmamak psikoterapinin en temel ilkesidir. Normal şartlarda terapi ilişkisi özgün, içten ve profesyonel bir ilişki olarak planlanır. Terapi ilişkisinin bu niteliklerini bozacak sosyalleşmeler, samimi ve fiziksel yakınlıklar, çıkar ilişkileri psikoterapinin temel değerleriyle uyuşmaz.İlaç mı Psikoterapi mi?İnsanların zihninde ilaçla mı terapiyle mi iyileşecekleri konusunda bir karmaşa olabilir. Birçok psikolojik rahatsızlığın tedavisinde ilaç tedavisi ve psikoterapinin birleşimi tek başına kullanılmalarından çok daha iyi sonuç verir. Bu, hastanın terapistine danışarak alacağı ortak bir karardır.Şu durumlarda psikolojik destekalmalıyız;15 gün ve dahauzun süren depresyon, çöküntü, moral bozukluğu gibi hallerden çıkmak istediğinizde,Yaşama enerjinizin tükendiğini hissettiğinizde,Bütün temelvaroluşsal sorunlarınız da, kimlik ile ilgili kafa karışıklıklarında kendinizi yeniden gözden geçirmek için,Takıntılı düşünce ve davranışlardan kurtulmak için,Yaşamınızı zehirleyen, engelleyen, bloke eden her türlü korkuve endişeylebaş etmek için,Yaşamkalitenizi yükseltmek,üretken ve verimli bir yaşama geçmek için,Dikkat ve konsantrasyon ile ilgili problemlerlebaşa çıkmakistediğinizde,Kendinizi daha iyi ve daha yakından tanımak ve potansiyellerinizi keşfetmek istediğinizde,Evlilik hayatınızla ilgili sorunların çözümü için,Öz güveninizi arttırmak, kendinizi gerçekleştirmek ve yaşamda başarıyı yakalamak istediğinizde,Çocuklar ve ergenlerle ilgili sorunların çözümü için,İlişkilerle ilgili yaşadığınız her tür sorunu çözümlemek için,Karşı cinsle ilişkilerde, kaliteyi arttırmak için,Boşanma öncesi ve sonrası danışmanlık almak için,Cinsellikle ilgili her türlü soru ve sorunun çözümü için ve daha birçok problemin çözümü için psikolojik destek alınabilir.Psikolojik hizmetlere başvurmak için spesifik bir problem yaşıyor olmaya gerek yok. Duygu, düşünce ve bunların etki ettiği davranışlar üzerine konuşmak için de destek alınabilir. Ancak çoğunlukla destek talebi psikolojik sorunlar kaçınılmaz bir hal aldığında yapılır. Kimi zaman bu belirtiler kişinin kendisini rahatsız eder. Kimi zamansa belirtiler çevre tarafından fark edilir ve kişi bir uzmana yönlendirilir.Bazen hem kişi hem de çevre durumun farkındadır. Kimi bireyler psikolojik hizmetlerden destek almakta son derece gönüllüdür, kimi bireylerse bu ihtiyacı göz ardı etmektedir. Durum hangisi olursa olsun destek alacak kişininpsikolojik destekalmaya gönüllü olması tedaviyi olumlu etkilemektedir.Depresyon, anksiyete, fobi, mani, dikkat eksikliği, travma, yas, boşanma gibi psikolojik problemlerde profesyonel destek alınmaktadır. Ancak psikolojik desteğe ihtiyaç duyulan çoğu problem erken müdahale ile önlenebilmektedir. Eğitimde, öğretimde, kariyer gelişiminde, iletişim ve sosyal becerilerde de psikolojik hizmetlerden faydalanılabilmektedir.

Narrative (Öyküsel) Terapi Nedir?

Narrative (öyküsel) terapi, insanları kendi yaşamlarının uzmanları olarak merkezine alan, saygılı ve suçlamadan uzak bir danışmanlık ve toplumsal çalışma yaklaşımıdır. Sorunları insanlardan ayrı bir şey olarak görür ve insanların yaşamlarında sorunların etkisini azaltmalarına yardımcı olacak birçok beceri, yetenek, inanç, değer, taahhüt ve yetenekleri olduğunu varsayar. Temel felsefesi: "Kişi, problem değildir. Problem, problemdir."dir.Terapistin temel hedefleri her zaman meraklı bir tutum sergilemek ve gerçekten danışanın bilmediği, üzerine düşünmediği sorular sormaktır. Bu prensipler, aynı zamanda narrative terapinin fikirlerini, tutumunu, tonunu, değerlerini, taahhütlerini ve inançlarını şekillendirir.Konuşma OlanaklarıDanışanlarımızla bir araya geldiğimizde, bazen konuşmanın yönlerini bir yolculuktaki yollar gibi düşünürüz. Seçilecek birçok yol, kavşak, kesişim noktası ve patika vardır. Her adımda yeni ve farklı bir kavşak veya kesişim noktası ortaya çıkar – ileri, geri, sağa, sola, çapraz, farklı derecelerde. Danışanla birlikte attığımız her adım, daha fazla olasılığın açılmasına neden olur. Nereye gideceğimize ve neleri geride bırakacağımıza karar verebiliriz. Her zaman farklı bir yola girebilir, adımlarımızı geriye doğru döndürebilir, bir patikayı tekrar edebilir veya bir süre aynı yolda kalabiliriz. Yolculuğun başında nereye varacağımızdan veya neyin keşfedileceğinden emin değiliz.Bir narrative terapistin sorduğu her soru, bir yolculukta atılan bir adımdır. Tüm yollar seçilebilir, bazı yollar seçilebilir ya da bir süre bir yolda ilerleyip sonra başka bir yola geçilebilir. Gidilecek “doğru” bir yol yoktur – yalnızca seçilebilecek birçok olası yön vardır.Danışanla İş BirliğiÖnemle belirtmek gerekir ki, danışan, yolculuğun yönünü belirlemede önemli bir rol oynamaktadır. Narratif konuşmalar etkileşimlidir ve her zaman danışanlarla iş birliği içinde yürütülür. Terapist, danışanlarının ilgisini anlamaya çalışır ve yolculuğun onların tercihlerine uygun olup olmadığını araştırır. Örneğin, bir narratif terapistin sıklıkla sorduğu soruları duyabilirsiniz:- Bu konuşma sizin için nasıl gidiyor?- Bunun üzerine konuşmaya devam mı edelim yoksa … hakkında daha fazla konuşmak mı istersiniz?- Bu ilginizi çekiyor mu? Zamanımızı bunun üzerinde mi geçirmeliyiz?- Bunun hakkında daha fazla soru sormamı mı yoksa X, Y veya Z’ye odaklanmamı mı istersiniz? [X, Y, Z diğer seçeneklerdir]Bu şekilde, narratif konuşmalar danışanların ilgileri doğrultusunda yönlendirilir ve şekillendirilir.Narratif Terapi ve Hikaye AnlayışıNarratif terapi, bazen “yeniden yazma” veya “yeniden öyküleme” olarak adlandırılan konuşmaları içerir. Bu yaklaşımda, hikayeler, terapinin merkezinde yer alır. Herkesin “hikaye” kelimesiyle farklı çağrışımları ve anlamları vardır. Ancak narratif terapistler için hikayeler, olayların belirli bir sırayla ve zaman içinde birbirine bağlı olarak anlatılmasıyla oluşur.İnsanlar olarak bizler, yaşamımızda karşılaştığımız olayları anlamlandırma eğilimindeyiz. Hayatımızdaki hikayeler, bu olayları belirli bir sıraya koyarak ve onlara anlam vererek oluşturulur. Bu süreçte, yaşadığımız deneyimlere sürekli olarak anlamlar yükleriz. Bir narratif, olayları bir araya getiren bir iplik gibidir ve bu iplik, hikayemizi şekillendirir.Hepimizin, hayatımız ve ilişkilerimiz hakkında birçok hikayesi vardır. Örneğin, kendimize, yeteneklerimize, mücadelelerimize, ilişkilerimize ve başarılarımıza dair hikayelerimiz vardır. Bu hikayeleri oluşturma şeklimiz, yaşadığımız olayları nasıl bir araya getirdiğimize ve bu olaylara atfettiğimiz anlamlara bağlıdır.Narrative terapi, bu hikayelerin yeniden gözden geçirilmesi ve yeniden şekillendirilmesi yoluyla, bireylerin yaşamlarındaki sorunlarla başa çıkmalarına yardımcı olmayı amaçlar. Böylece, insanlar kendi hikayelerini yeniden yazarak daha anlamlı ve tatmin edici bir yaşam deneyimi elde edebilirler.Terapi Bağlamındaki HikayelerTerapiye başvuran insanların genellikle yaşadıkları zorluklar veya problemler vardır. Terapistle buluştuğunda, insanlar çoğunlukla sorunlarıyla ilgili birçok olayı anlatmaya başlar ve bu olaylara atfettikleri anlamları açıklarlar.Terapistler, danışanlarıyla ilk buluşmalarında, sorun ve bu sorunla ilgili ulaşılmış olan anlamlar hakkında hikayeler dinlerler. Bu anlamlar, sıkça “ince tanım” olarak adlandırılan tanımlamalardan oluşur. İnce tanım, yaşamın karmaşıklıklarına ve çelişkilerine yer bırakmaz. İnsanların başlarına gelenleri anlamlandırmalarına pek olanak tanımaz. Bu tanım başkaları tarafından oluşturulmuş olup, kişide hareket alanı bırakmamaktadır ve sıkışmış hissettirebilir.Sıklıkla, insanların eylemlerine dair ince tanımlar başkaları tarafından oluşturulur; bu kişiler, belirli durumlarda tanımlama gücüne sahip olanlardır (örneğin, çocukların hayatındaki ebeveynler ve öğretmenler, danışanların hayatındaki sağlık profesyonelleri). Ancak bazen insanlar, kendi eylemlerini ince tanımlar aracılığıyla anlamaya başlarlar. İnce tanımlar hangi bağlamda oluşturulursa oluşturulsun, önemli sonuçlar doğurabilir.İnce Tanımlamaların Sonuçları ve Etkileriİnce tanımlar, insanların kimlikleri hakkında ince sonuçlara yol açar ve bu sonuçların birçok olumsuz etkisi vardır. İnce tanımlamaların sonuçları, sorun yaşayan kişinin kimliği hakkında bir gerçek olarak ifade edilir. Sorunla başa çıkan kişi "kötü", "umutsuz" veya "sorun çıkaran" biri olarak algılanabilir. Bu ince sonuçlar, sorun odaklı hikayelere dayanarak insanları güçsüzleştirir ve sık sık zayıflıklar, yetersizlikler veya işlev bozuklukları terimlerine bağlıdır. Danışanlarımız bize başvurduklarında da pek çok kişinin karşılaştığı bu ince sonuçları hatırlıyoruz: "Kötü bir insan olduğum için" ya da "Biz bir işlevsiz aileyiz."Bazen bu ince sonuçlar, daha geniş güç ilişkilerini de gizler. Örneğin, bir kadın yıllarca maruz kaldığı istismarın ardından kendisini "değersiz" ve "cezayı hak eden" biri olarak görüyorsa, bu ince sonuçlar yaşadığı adaletsizliği görünmez kılar. Güç ve kontrol taktiklerini ve aynı zamanda direnç gösterdiği önemli eylemleri de gizler.İnce sonuçlar yerleştiğinde, insanlar genellikle bu baskın sorun odaklı hikayeleri desteklemek için kanıt toplamaya başlar. Sorunlu hikayelerin etkisi giderek artar. Bu süreçte, kişinin sorun etkilerinden kurtulduğu zamanlar veya "kötü", "umutsuz" ya da "sorun çıkaran" olmadığı anlar görünmez hale gelir. Sorun hikayesi büyüdükçe, daha da güçlü hale gelir ve gelecekteki olayları etkiler. İnce sonuçlar, insanların becerilerinin, bilgilerinin ve yeteneklerinin sorun hikayesi tarafından gizlenmesine yol açarak daha fazla ince sonuca neden olabilir.Alternatif HikayelerNarratif terapistler, başlangıçta göz korkutucu görünen ince sonuçlar ve sorun hikayeleriyle karşılaştıklarında, alternatif hikayeleri keşfetmeyi hedefleyen konuşmalara yönelirler. Bu sadece herhangi bir alternatif hikaye değil, danışanın yaşamak istediği hikayeler olmalıdır. Terapist, insanların karşılaştıkları sorunların etkisinden kurtulmalarına yardımcı olacak kimlik hikayelerini bulmaya ve bu hikayeleri konuşmalarında yaratmaya çalışır.Çeşitli ince tanımlar ve sonuçlar sorunları destekleyip sürdürebileceği gibi, alternatif hikayeler de sorunların etkisini azaltabilir ve yeni yaşam olasılıkları yaratabilir.Bu hikayeler, "dikkati üzerine çeken kişi" veya "sorunlu kişi" olma hikayeleri olmayacaktır. Bunun yerine, geçmişteki kararlılığına dair hikayeler, yaşamının önceki dönemlerinde sorunları nasıl aştığına dair hikayeler veya dikkat çekmekle kalmayıp başkalarına da nasıl dikkat verdiği hikayeleri olabilir. Tüm bunlar, kişilerin hayatının alternatif hikayeleri olabilir. Alternatif hikayeler, tamamen başka alanlarda da bulunabilir; hayali arkadaşlarla olan hikayeler, annesi veya babasıyla olan bağlılık hikayeleri veya evcil hayvanımızla olan ilişkimiz üzerinden bizim için önemli bilgilere ulaşabiliriz. Bu yaşam alanlarından herhangi birinde, terapötik konuşmalar yoluyla, terapistin danışanıyla iş birliği yapmasıyla ortaya çıkar. Bu hikayelerle ilgili fikirlerle çalışırken, narratif terapistlerin temel sorusu şöyle olur: İnsanların ince sonuçlardan kurtulmalarına ve yaşamları ile ilişkileri için yeni ve tercih edilen hikayeler yeniden yazmalarına nasıl yardımcı olabiliriz?Jill Freedman ve Gene Combs şöyle tanımlıyor:“Narratif terapistler, sorunları desteklemeyen ve sürdürmeyen hikayeleri ortaya çıkarmak ve zenginleştirmek için insanlarla çalışmayı ilgi çekici bulurlar. İnsanlar alternatif hikayeleri yaşamaya başladıklarında, sonuçlar sorunları çözmekten çok daha ötesine geçer. Yeni hikayelerde, insanlar yeni benlik imajları, yeni ilişki olasılıkları ve yeni gelecekler yaşarlar.” (1996, s. 16)Zengin ve Detaylı Tanıma DoğruSorunlu hikayelerin etkisinden kurtulmak için, sadece alternatif bir hikaye yeniden yazmak yeterli değildir. Narratif terapistler, bu alternatif hikayelerin "zengin bir şekilde tanımlanmasını" sağlamaya ilgi duyarlar. "İnce bir sonuç" tanımının zıttı, narratif terapistler tarafından "zengin bir tanım" olarak anlaşılır.Alternatif hikayelerin "zengin bir şekilde tanımlanmasına" katkıda bulunabilecek birçok unsur vardır; bunlardan biri de, bu hikayelerin konuşulan kişinin kendisi tarafından üretilmiş olmasıdır. Zengin tanım, bir kişinin yaşamının hikaye akışlarının ayrıntılı bir şekilde ifade edilmesini içerir. Bir roman okuduğunuzu hayal edin; bazen bir hikaye zengin bir şekilde tanımlanır; karakterlerin motivasyonları, geçmişleri ve kendi anlayışları ince bir şekilde anlatılır. Karakterlerin yaşam hikayeleri, diğer insanların ve olayların hikayeleriyle iç içe geçmiştir. Benzer şekilde, narratif terapistler, insanların yaşamlarının alternatif hikayelerinin zengin bir şekilde tanımlanmasını ve diğerlerinin hikayeleriyle iç içe geçmesini sağlamak için yollar ararlar. Alternatif hikayelerin nasıl birlikte yazıldığı, nasıl anlatıldığı ve kime anlatıldığı, narratif terapistler için önemli hususlardır.Referans: "'What is Narrative Therapy?'By Alice Morgan
Melike EREN 03.10.2024

Sorgulayış: Modern Zamanlar

Ağaçlar, kediler, bulutlar ve domatesler acele etmezken insan neden hep acele eder? Neden hep sevdiğimiz şeyleri acele etme çabası uğruna ve kendimize görev haline getirerek, artık o kadar sevmez oluyoruz? Meyve ve sebzeler hiç yarışmaz kendi arasında. Portakal, mandalina kadar sevilmek için ya da portakallar kendi arasında hangileri daha sulu olacak diye yarışmazlar. Doğada hayatta kalma mücadelesinde genler aktarılır, yemek için fırsat kollanır, yarışılır ve mücadele edilir. Bunun için yuvalar yapılır ve “Savaş ya da kaç” stratejisi bir zebranın bir aslanı görmek üzere olduğu an devreye girer; hiçbir hayvan bunun için gece uykusundan olmaz.Peki, bizler ne için yaşamlarımızı bunca strese gebe kıldık? Doğada hayatta ya da aç kalma savaşı vermediğimize göre gideceğimiz işe, buna göre oturacağımız eve, sahip olduğumuz sosyal imkanlara, başarılarımıza, güzelliğimize ya da ne kadar “trend” olduğumuza göre bir hayatta kalma yarışında mıyız?Sosyal karşılaştırma, birey olabilmemizin kaçınılmaz bir parçası ve sosyal yaşamımızın doğası. “Ben” olabilmek, “Onlar” ın bir yerde var olmasına bağlı. “Diğeri” ayrımını yapmak, bireyselliğimize yönelik bir farkındalık ve aynı zamanda gelişim sürecimizin de bir parçası. Bu ayrım, perspektif alabilmemizi, yani kendimizin ya da diğerinin bakış açısına odaklanabilmemizi de beraberinde getiriyor. Diğerinin gözünden bakmak, merhamet ve yardımlaşma duygumuzu arttırmasının yanı sıra diğerinin bakış açısından sahip olduğumuz özelliklere ve görünüşümüze yönelik bir bakışı da beraberinde getiriyor. Diğerine göre biz nasılız? Ne kadar dikkat çekiciyiz, akıllıyız, beceri sahibiyiz veya eğitimliyiz? Önce kendi beceri ve yeterliliklerimizi fark ediyoruz. Sonra, “Sosyal çevremizden bunun karşılığını ne kadar alabiliyoruz?” u sorgular hale geliyoruz. Onlarca eğitimden geçmiş birinin, masa başı bir işte sadece evraklarla ilgilendiğini ve öğrendiklerinin birçoğunu çürütmek üzere modern zamanların batağına gömdüğünü hayal edebiliriz. Ne yazık ki, yaşamlarımızdan örnek bulmak da pek uzak değil, buna. “Ne kadar sertifika sahibiyiz, cebimize konulan ücretler ne kadar emeğimizi karşılıyor?” soruları kendimize yöneltmemizin ardından, bu sefer kendimizi komşunun çocuğuyla karşılaştırıyoruz. “Aynı işi yapıyoruz, eşit para kazanıyor muyuz? Daha mı güzeliz, eğitimliyiz, ya da topluluk önünde daha mı iyi konuşuyoruz?” gibi sorular ve sorunca ivme kazanıyoruz, daha çok uykusuz kalmalıyız, daha çok estetik yaptırmalıyız, sosyal medya hesabımızda daha güzel fotoğraflar paylaşmalıyız… Sonucunda tek bir ortak fikir: “Daha iyisini yapmalıyız!”. Daha iyisini yaparken de mutlaka birilerinden daha iyi bir noktada olmalıyız. İtici; fakat kaçınılmaz geliyor. Karşılaştırmak, birey olabilmemizin bir parçasıysa doğru yolda mıyız? Nerede içinden çıkılmaz bir hale getiriyoruz yaşamımızı?Bunun basit bir cevabı var elbette. Sağlığımızı ve sosyal yaşamımızı sekteye uğratabilecek düzeyde acele etmemizi gerektiren; fakat acele etmesek de sağlıkla sürdürüp başarıya ulaşabileceğimiz işlerin sıklığı ve yaygınlığı. Karşılaştırıp ilerleme motivasyonu kazanmak işlevsel; fakat karşılaştırıp zihnen ve bedenen yıpranmak, yavaşça tükenmek, her bir sevdiğimiz şeyi artık görev olarak algılayışımız işlevsiz bir karşılaştırma ve yol alış. Uykusuz kalmak, mideye stresten kramplar girmesi, baş dönmeleri, az kalsın kalbimize inmesi ve gece terlemeleri.Hep mi bir yere yetişmek zorundayız? Sokakta koşuşturan endişeli yüzler, Nereye kadar gideceğini bilmediğimiz ve hiç bitmeyen gereksiz uğraşlarımız. Resmi işi yokuşa sürüşler, prosedürler, “deadline” lar… Bu aceleciliğin tek bir açıklaması olabilir: Doğadaki hayatta kalma savaşının modern dünyaya uyarlanmış halini yaşıyor olmamız. Ve belki artık daha zor hayatta kalıyoruz.Yazları kaçıyoruz, bir dağa ve bir denize. Partilediğimizde bedenimiz ve zihnimizi dağıtıyoruz. Tüm enerjimizi duyumsarken ve yaşarken fark ediyoruz; dönmek istemediğimiz pazartesi sabahlarını ve hep kaçmak istediğimiz “deadline” ları. Severken, sevmekten alıkonulduğumuz modern yaşamlarımıza kapı ardından bakıyoruz. Yarışmak zorunda değiliz oysa ki. Müziğin sesini kısıyoruz, orada ben devreye giriyorum ve Cem Mumcu’ nun sevdiğim bir sözünü telkin ediyorum: “Rekabet en az iki kişiyle olur. Sen oyuna katılmazsan bir şey olmaz. Yanımdaki araç gaza basıyor diye ağaçları seyrederek gittiğim hızı arttıramam.”. İsyanlara bürünüyoruz, habersiz ezbere tüm sözlerden. Bedenimizin ve zihnimizin ihtiyacı olandan, denizden, buluttan, müzikten ve gökyüzünden kendimize ödül kılıyoruz.Bu, bedenimizin ihtiyacı olan suyu bir karşılığı içebilmemiz gibi. Araştırmayı çok sevdiğiniz bir konunun size ödev olarak verildiğini düşünün, mutlusunuz ve zevk aldığınız bir işi yapacaksınız. Ardından bu ödevin iki hafta sonunda teslim edilmesi gerektiğini öğreniyorsunuz. Peyderpey şekilde balkonda, bahçede ve okulda kahvenizi zevkle yudumlayarak; bir sonraki gün çalışma masanızı özenle düzenleyerek çalışmak istediğiniz o çok sevdiğiniz konuyu acele bir şekilde ve belki birçok noktayı yüzeysel şekilde geçiştirmek zorundasınız.Aceleciliğin getirdiği yorgunluk ve stresle aynı zamanda bedeninizin ve zihninizin ihtiyaçlarını da bu süreçte ertelemek, geçiştirmek zorundasınız. Zorunda olmak ve ertelemelerin getirdiği biriken ihtiyaçlar, iki hafta sonunda teslimin ardından hemen o sevilen aktiviteden uzaklaşılarak bir başka kaçış noktasına, ödüle sürüklemez mi? Bir şeyi acelecilik ve stresle bütünleştirerek görev haline getirmek, zaten hoşlandığımız o şeyi ne kadar çok sevdiğimizi buzlar altına gömmüyor mu?Peki neden bunu yaşıyoruz? Neden bunu yaşamayı gerekli kılan koşulları tanımladık ve hiç sorgulamıyoruz? Buradan yola çıkarak, modern dünyayı bireylerin zihinsel, bedensel, duygusal ve sosyal ihtiyaçlarını ihmal etmeyecek şekilde yeniden düzenlemek neden mümkün olmasın?Bunca aceleniz varken özür dileyerek Kemal Sayar’ dan birtakım dizeler bırakıyorum buraya ve bitiriyorum. “Her şey çok hızlı gerçekleştiğinde, kimse hiçbir şeyden emin olamaz, kendisinden bile.” diye yazmıştı Kundera, Yavaşlık adlı romanında. Kendimizi bulmak için hayatın kendi ritmine dönmeye ihtiyacımız var. İşte bu yüzden kendimize yavaşla diyoruz. Çünkü yavaş güzeldir..."
Özge ENGİN 14.04.2021