Boşanma, bir evliliğin yalnızca hukuki olarak sonlanmasından ibaret değildir. Bireylerin kimliklerini yeniden düzenledikleri, kendi değerlerini sorguladıkları, yaşam planlarını baştan kurdukları uzun ve hassas bir psikolojik süreçtir. Boşanmayı anlamak için sadece ilişkinin dinamiklerine bakmak yetmez; bireylerin olaylar üzerindeki etki gücünü nasıl gördüğünü, yani kontrol algılarını çözümlemek gerekir. Çünkü bir kişi, hayatındaki olayların kontrolünün kimde olduğunu düşünüyorsa, boşanma kararına yaklaşımı da o inanç doğrultusunda şekillenir.
Psikolojide kontrol odağı (locus of control), bireyin yaşamındaki sonuçları kendi davranışlarıyla mı yoksa dışsal güçlerle mi ilişkilendirdiğini açıklayan bir kavramdır (Rotter, 1966). Bu kavram evliliklere uyarlandığında oldukça kritik bir soru ortaya çıkar: Bu ilişkiyi gerçekten kim yönetiyor? Bazı eşler ilişkiyi iyileştirme gücünün kendilerinde olduğuna inanır; bazıları ise süreci etkileyemediklerini düşünerek sorunu tamamen karşı tarafa, kadere ya da koşullara bağlar. Bu fark, boşanma niyetini güçlendiren ya da zayıflatan temel psikolojik mekanizmalardan biridir.
İçsel kontrol odağına sahip bireyler, ilişki sorunlarını yönetme konusunda daha aktif bir tutum sergiler. Sorunları çözmeye yönelik adım atmaya meyillidirler, çünkü “Benim yapabileceklerim var” inancını taşırlar. Örneğin böyle bireyler, iletişim kopukluğu yaşadıklarında önce kendi katkılarını değerlendirir, sonra durumu düzeltmek için girişimde bulunurlar (Caughlin & Huston, 2002). Bu kişiler için evlilik daha çok “şekillendirilebilir” bir alandır.
Buna karşılık dışsal kontrol odağına sahip bireyler, sorunları daha kaderci ya da pasif bir bakışla ele alır. Onlar için çatışmalar çoğu zaman eşin hatalarının, talihsizliklerin ya da kontrol edilemeyen koşulların bir sonucudur. Bu algı biçimi, kişinin ilişki üzerinde etkisi olmadığına inanmasına ve dolayısıyla çözüm üretme isteğinin azalmasına yol açar. Bu durumda ilişki doyumu düşer, çaresizlik artar ve boşanma fikri zihinde daha fazla yer kaplamaya başlar (Karney & Bradbury, 1995).
Boşanma kararı çoğu zaman bir anda alınmaz; daha doğrusu, karar “uzun bir yıpranma sürecinin son halkasıdır.” Eşlerden biri sorunları sürekli dışsal faktörlerle açıklıyorsa, bu kişi zamanla yaşadığı ilişkiyi değiştiremeyeceğine inanır. Bu inanç, bireyin ilişkiye dair umutlarını tüketir. Fincham ve Beach (2010), bu tür dışsal açıklamaların kişinin psikolojik gücünü azalttığını, evlilikten kopmayı ise kolaylaştırdığını göstermiştir. Bir noktadan sonra kişi “Bu evlilik benim elimde değil” diye düşünmeye başlar ve boşanma, kaçınılmaz bir seçenek gibi görünür.
Ancak kontrol algısının tek yönlü bir etkisi yoktur. Yüksek içsel kontrol her zaman koruyucu bir faktör de değildir. Özellikle duygusal olarak dengesiz, zarar verici veya eşit olmayan ilişkilerde içsel kontrol odağına sahip bireyler gereğinden fazla sorumluluk alabilir. “Bu ilişkiyi düzeltmek benim görevim” düşüncesi, kişinin kendi sınırlarını görmesini engelleyip yoğun bir tükenmişlik yaratabilir. Bradbury ve Fincham (1990), bu durumun bireylerde suçluluk, öz-değersizlik ve uzun süreli duygusal yorgunluk oluşturabileceğini belirtmiştir. Bu nedenle sağlıklı bir içsel kontrol, mutlaka sınır farkındalığıyla beraber gelişmelidir.
Kontrol algısını anlamada kültürel bağlamın da büyük etkisi vardır. Türkiye gibi kolektivist kültürlerde evlilik, iki kişinin birleşmesinin ötesinde iki ailenin bir araya gelmesi demektir. Bu nedenle birey, boşanma kararı alırken yalnızca kendi duygusal ihtiyaçlarını değil, aynı zamanda ailesinin tutumunu, toplumun bakışını ve sosyal normları da hesaba katar. Bu sosyal baskı, hem içsel hem dışsal kontrol odağını şekillendiren bir “üçüncü kontrol katmanı” yaratır. Örneğin bir kadın kendi açısından ilişkiyi bitirmek istese bile aile baskısı nedeniyle “ben karar veremem” hissine kapılabilir. Bu durumda sosyal kontrol mekanizması, bireyin psikolojik kontrol algısıyla çelişebilir.
Boşanma sürecinin nasıl deneyimlendiği, kişinin kontrol algısıyla doğrudan bağlantılıdır. İçsel kontrolü yüksek biri boşanma kararını alırken daha planlı, daha bilinçli ve daha özerk davranabilir. Dışsal kontrol odağına sahip biri ise çoğu zaman olayların kendiliğinden ilerlemesine izin verir ve kararları başkalarının etkisiyle şekillendirmeye daha açıktır. Bu fark, boşanma sonrası uyum sürecinde de belirginleşir. İçsel kontrolü olan bireyler boşanmadan sonra daha hızlı toparlanırken, dışsal kontrol odağına sahip bireyler geçmişe takılı kalabilir ya da “hayat beni bu noktaya getirdi” hissiyle mücadele edebilir.
Terapötik süreçte, bireylerin kontrol algılarını keşfetmeleri oldukça değerlidir. Çift veya bireysel terapilerde kişinin hangi alanları değiştirebileceğini, hangi alanların ise kontrolü dışında olduğunu fark etmesi sağlıklı bir ayrılık sürecinin temelidir. Terapist burada dengeleyici bir rol oynar; aşırı içsel kontrolün yükünü hafifletirken, aşırı dışsal kontrolün yarattığı çaresizliği de dönüştürmeye yardımcı olur. Kişi “Ben neyi yönetebilirim?” sorusuna cevap buldukça hem kendine hem geleceğine daha güvenle yaklaşır.
Sonuç olarak, boşanma kararını belirleyen şey yalnızca ilişki içinde yaşanan sorunlar değildir; bireyin kontrol algısı, bu kararın nasıl alındığını ve nasıl yaşandığını belirleyen görünmez bir psikolojik dinamiktir. Kimi insanlar boşanmayı bir özgürleşme alanı olarak görürken, kimileri için bu karar bir yenilgi gibi hissettirebilir. Ancak tüm bu deneyimlerin ortak noktası aynıdır: İnsanlar olayları nasıl anlamlandırıyorsa, hayatlarını da o doğrultuda şekillendirirler.
Beliz
UNUTMAZLAR
Uzman Klinik Psikolog
Uzmanlıklar:
Kaygı (Anksiyete) Bozuklukları, Yeme Bozuklukları, Güven Kaybı / Aldatma / Aldatılma