1. Uzmanlar
  2. Elif DARIDERELİ
  3. Blog Yazıları
  4. Hiçbir Şey Yapmak İstememek: Depresyon mu, Geçici Bir Durum mu?

Hiçbir Şey Yapmak İstememek: Depresyon mu, Geçici Bir Durum mu?

Günlük yaşamda zaman zaman kendimizi hiçbir şey yapmak istemezken bulmamız oldukça doğaldır. Hayatın temposu, üst üste gelen sorumluluklar, yaşanan duygusal zorluklar ya da fiziksel yorgunluklar kimi günleri daha ağır geçirmemize neden olabilir. Ancak bu durumun süresi uzadığında, kişinin işlevselliğini etkilemeye başladığında ve bazı başka belirtilerle birlikte ortaya çıktığında, altta yatan daha ciddi bir durumun, özellikle de majör depresif bozukluğun habercisi olabilir.


Depresyon Belirtisi Olabilir mi?


Hiçbir şey yapmak istememe hali, depresyonun en yaygın ve en çok göz ardı edilen belirtilerinden biridir. Kişi, sabahları yataktan kalkmakta zorlanabilir, gün içinde yaptığı işler anlamını yitirmiş gibi hissedebilir ve bir zamanlar ona keyif veren şeyler artık anlamsız ya da yük gibi gelebilir. Özellikle aşağıdaki belirtilerle birlikte görülüyorsa, bu tablo profesyonel bir değerlendirmeyi gerektirebilir:

• En az iki haftadır devam eden isteksizlik ve keyif alamama hali

• Günlük işleri yerine getirmekte zorlanma

• Sabah yataktan kalkmada güçlük

• Daha önce zevk alınan aktivitelere karşı ilgi kaybı

• Sürekli yorgunluk hissi, enerji düşüklüğü

• Dikkat dağınıklığı, karar vermede zorlanma

• İştah ya da uyku düzeninde belirgin değişiklikler

• Umutsuzluk, değersizlik veya suçluluk duyguları

• Ölüm ya da intihar düşünceleri


Bu belirtiler, kişinin ruhsal sağlığını ciddi ölçüde etkileyebilir ve yaşam kalitesini gözle görülür şekilde düşürebilir. Bu noktada bir uzmandan destek almak, kişinin içinden çıkamadığını düşündüğü bu döngüyü kırmak adına çok önemli bir adımdır.



Her İsteksizlik Depresyon Anlamına Gelmez


Bununla birlikte, her “hiçbir şey yapmak istememe” hali depresyonla açıklanamaz. Günümüzde birçok birey;

• Yoğun iş ve yaşam stresi

• Tükenmişlik sendromu

• Mevsimsel geçişler ve hava değişimleri

• Uzun süreli fiziksel yorgunluk

• Hormonal değişiklikler (örneğin tiroid sorunları, regl döngüsü, menopoz)

• Travmatik olaylar (ayrılık, kayıp, taşınma vb.)


sonucunda da geçici olarak motivasyon kaybı, isteksizlik, durgunluk ve duygusal yorgunluk yaşayabilir. Bu duygular çoğunlukla normal ve geçici bir süreçtir. Doğru dinlenme, sosyal destek, duygulara alan açma ve bazı yaşam düzenlemeleriyle kişi bu dönemleri atlatabilir.

Ancak sürecin uzaması, şiddetlenmesi ve yaşamı aksatacak düzeye ulaşması durumunda bu duygular artık klinik değerlendirme gerektiren bir ruhsal duruma işaret edebilir.


Ne Zaman Yardım Alınmalı?


İsteksizlik hali sürekli hale geldiyse, kişinin kendine, çevresine ya da yaşamına ilgisi giderek azalıyorsa, günlük sorumlulukları yerine getirmekte zorlanıyorsa ve yukarıda sayılan diğer belirtilerle beraber görülüyorsa, bir uzmana başvurmak ertelenmemelidir. Unutulmamalıdır ki, depresyon zamanla derinleşebilir ve kişinin sosyal, akademik, mesleki ya da ailevi alanlarını olumsuz etkileyebilir. Bu nedenle erken müdahale, tedavi sürecini kolaylaştırır ve kişinin yaşadığı duygusal yükü hafifletir.


Terapi Süreci Neyi Değiştirir?


Birçok kişi, “Geçer,” “Herkesin başına geliyor,” ya da “Biraz daha sabretmeliyim,” gibi düşüncelerle yardım almaktan kaçınabilir. Oysa profesyonel destek, kişinin yaşadığı süreci anlamlandırmasına, duygularını düzenlemesine, düşünce kalıplarını fark etmesine ve içsel kaynaklarını yeniden hatırlamasına yardımcı olur.

Terapi, sadece tanı koymak ya da semptomları hafifletmek için değil; aynı zamanda kişinin kendini daha iyi tanıması, ihtiyaçlarını fark etmesi ve yaşamla kurduğu ilişkiyi yeniden yapılandırması için güvenli ve destekleyici bir alandır.


Yorgunluk Mu, Depresyon Mu?


Her isteksizlik depresyon değildir; ama her isteksizlik de hafife alınmamalıdır. Bu farkı anlayabilmek çoğu zaman dışarıdan bakıldığında kolay değildir. Kimi zaman kişi sadece kötü bir dönemden geçmektedir ve bu dönemi destekle, dinlenmeyle ve duygusal farkındalıkla atlatabilir. Kimi zaman ise bu hislerin altında daha derin ve sürekli bir duygusal yük vardır.

İşte bu ayrımı yapabilmek çoğu zaman ancak terapi süreci ile mümkün olur.


Duyguları Bastırmak Yerine Anlamlandırmak


Toplumda hâlâ depresyona dair birçok yanlış inanç var. “Güçlü olmalısın”, “Kafana takmazsan geçer” gibi ifadeler, kişilerin yaşadıkları zor duyguları bastırmalarına, utanç duymalarına veya yardım aramaktan çekinmelerine yol açabiliyor. Oysa duygularımız bize bir şey anlatmak ister; onları bastırmak yerine anlamlandırmak, uzun vadede çok daha iyileştirici bir süreçtir.


Kendini halsiz, isteksiz, kopuk ya da boşlukta hisseden birey, aslında zihinsel ve duygusal düzeyde bir yük taşıyordur. Bu yükün kaynağı geçmiş travmalar, kronik stres, çocukluk dönemi deneyimleri veya yaşamda bir şeylerin anlamını yitirmiş olması olabilir. Kimi zaman kişi bu duyguların nedenini net şekilde bile tanımlayamayabilir. İşte bu noktada psikoterapi, yalnızca belirtileri hedef almaz; aynı zamanda bu içsel yüklerin kaynağına inmeyi ve kişiye yeniden yön buldurmayı amaçlar.


Destek Almak Güçsüzlük Değil, Bilinçli Bir Adımdır


Destek istemek, zayıf ya da başa çıkamaz olmak anlamına gelmez. Aksine, bu kişinin kendisine ve yaşamına gösterdiği bir özenin, iyileşme isteğinin göstergesidir. Psikolojik destek almak, sadece semptomları ortadan kaldırmakla kalmaz; bireyin içsel kaynaklarını fark etmesine, duygusal dayanıklılığını artırmasına ve hayatla kurduğu bağları onarmasına da katkı sağlar.


Tıpkı fiziksel rahatsızlıklarda doktora başvurduğumuz gibi, ruhsal süreçlerde de profesyonel yardıma başvurmak en doğal haktır. İyileşmek, zaman alır ama mümkündür. Ve bu yolda atılan her adım değerlidir.


Unutmayın:

Kendinizi uzun süredir tükenmiş, anlamsız ya da yalnız hissediyorsanız, bu duyguların altında yatan nedenleri birlikte keşfetmek mümkün. Hayatın zorlayıcı dönemlerinde destek almak bir lüks değil, ihtiyaçtır. Unutmayın, iyileşmek bir süreçtir ve bu süreçte profesyonel bir eşlikçiyle yola çıkmak hem güven verici hem de dönüştürücü olabilir. Ruh sağlığı, beden sağlığı kadar gerçek ve önemlidir. Kendinizi kötü hissetmeniz, bir şeylerin ters gittiğini gösteriyor olabilir. Ve siz, bu konuda yalnız değilsiniz.


Bu Süreçte Size İyi Gelebilecek Bazı Öneriler


 Günlük rutine küçük adımlarla geri dönün:

Kendinizi motive hissetmeseniz bile her gün aynı saatte uyanmak, duş almak, kısa yürüyüşler yapmak gibi basit ama düzenli alışkanlıklar zihinsel toparlanmayı destekler.


 Kendinize karşı nazik olun:

Bu dönemde kendinizi yargılamak yerine, yaşadığınız duygulara şefkatle yaklaşın. “Neden böyle hissediyorum?” yerine “Şu an kendime nasıl destek olabilirim?” sorusunu deneyin.


 Duygularınızı yazıya dökün:

Günlük tutmak; bastırılan duyguları fark etmenize, düşünce kalıplarınızı gözlemlemenize ve zihninizi boşaltmanıza yardımcı olabilir.

 

 Sosyal izolasyona karşı küçük bağlantılar kurun:

Tüm günü yalnız geçirmek yerine bir arkadaşınızla mesajlaşmak, sevdiğiniz biriyle kısa bir telefon görüşmesi yapmak bile ruh halinizi olumlu etkileyebilir.


Gerçekçi hedefler belirleyin:

Bu süreçte büyük planlar yerine küçük ve ulaşılabilir hedefler koymak, kendinize olan güveni yeniden inşa etmenize yardımcı olur.


En önemlisi de çevrenizdeki yakınlarınızdan veya bir uzmandan destek almaktan çekinmeyin.

Elif SEÇİLMİŞ

Uzman Klinik Psikolog

Yayınlanma: 27.07.2025 20:57

Son Güncelleme: 27.07.2025 20:57

Psikolog

Elif

DARIDERELİ

Uzman Klinik Psikolog

(*)(*)(*)(*)(*)
15 Yorum
Online TerapiOnline Ter...
süre 50 dk
ücret 1050
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
süre 50 dk
ücret 1500
Yapay zeka ile, kişiselleştirilmiş destek:
Menta AI
Yapay zeka ile,
kişiselleştirilmiş destek: Menta AI

Şimdi indir, konuşmaya başla

App Store'dan İndirGoogle Play'den İndir
Bunları da sevebilirsiniz...

Kayıp ve Yas: Geri Dönülemez Bir Bitiş

Sevilen kişinin ölümü her birey için acı vericidir. Her insan bu acıyı kendine özgü yaşar ve bu yüzden yas tutmada birçok farklılık görülebilir. Bu yazıda kayıp ve yas kavramlarının tanım ve özellikleri, yasın boyutları, yas çeşitleri, yas belirti ve tepkileri, yas tedavisi konularına değineceğiz.Ölüm deneyimine ilişkin yas tutma ikiye ayrılır. Bu ayrım ise komplike ve komplike olmayan yas şeklindedir. Komplike olmayan yas, birey için önemli ilişkinin yitimi sonucu yaşanan normal süreçtir. Komplike yas ise kişinin uyumsuz davranışlara başvuracak derecede yoğun keder hissetmesidir. Bununla birlikte hayatın her aşamasında bireyler, bir ayrılık ve kayıp sonrasında yas ile yüzleşirler.Yas kavramı her zaman için “ölüm” sonrası yaşanan duyguyu tanımlamamaktadır. Yas duygusuna sevilen kişiyi kaybetmek, yakın bir bağın söz konusu olan ilişkinin bitimi (eş, sevgili, aile) , organ kaybı ya da iş kaybı gibi manevi değerlerin yitimi de örnek verilebilir. Ancak geri dönülemezliği ve bir bitiş olması açısından ölüm, yaşanabilecek en acı verici somut kayıptır.Kayıp sonrası yaşanan sürecin sonunda bireyler kurdukları yeni bağlar sayesinde yaşamını yeniden şekillendirebilir. Böylece yası bir gelişim için bir araç haline getirebilirler. Ancak bu doğal süreç aksi yönde işlerse, yas süreci tamamlanamaz ve kişinin işlevselliğinde bozulmalar meydana gelir.Kayıp sonrası yaşanan süreci açıklamak için üç farklı kavram vardır. (1) Kayıp yaşama ; bireyin “sevilen ve bağlanılan birinin” kaybı yüzünden yaşanılan durumdur. (2) Matem ; sevilen kişinin ölümü yüzünden üzüntü duyulan zamandır. (3). Yas (grief); ölüm nedenli kayıp yaşayan bireylerde, kayba karşı verilen uyum tepkileridir.Yas; kayba karşı tamamlanmamış planları, istek ve hayalleri içermektedir. Yukarıdaki üç kavramın ortak noktası ise yasın bireyin verdiği öznel bir tepki olmasıdır.Kayıp kavramı ise bireyi farklı şekilde etkileyen iki türe ayrılmaktadır. Olağan kayıp, ani olmayan kayıptır ve birey şok, keder ve iştah kaybı, uyku problemleri gibi tepkiler içeren yas sürecini yaşamaktadır. Olağan dışı kayıp ise, ani yaşanan, kayba sürekli maruz kalınan ya da kaybın travmatik şekilde algılanmasıyla oluşmaktadır.Yasın Boyutları Yas, birçok farklı insanda birçok farklı tepkilere sebep olmaktadır. Bu tepkiler bireysel farklılıklara, kişinin kaybı algılayış şekline ve kişinin kayıpla arasındaki bağın niteliğine göre çeşitlilik göstermektedir. Bireysel farklılıklar göz önüne alındığında yasın boyutları da dört farklı boyutta çeşitlenmektedir. Bu boyutlar;- Bilişsel boyut; bilgiye ihtiyaç duymak ve realiteyi anlamaya çalışmaktır. - Duygulanım boyutu, duygu dışavurumu için ihtiyaç duyulmaktadır. - Davranış boyutu, dış uyaranların etkisiyle ölümü fark etmeye ve anlamlandırmaya çalışmaktır.-Değer biçme boyutu, kayıpta bir mana bulmaya çalışmaktır.Yas ÇeşitleriPatolojik Yas: Patolojik yas, kaybın ardından minimum 6 ay geçmesine rağmen bireyin işlevselliğinde giderek artan bozulmalar yaşanmasıdır. Birey, normal yas evrelerinden herhangi birinde takılıp kalarak yas sürecini tamamlayamamaktadır ve bunun sonucunda patolojik tepkiler geliştirmektedir. Anormal ve komplike yas, çözümlenmemiş yas, kronik yas gibi değişik isimlerle de adlandırılmaktadır. Patolojik yas tipleri ise şunlardır; a) Karışık Yas: Kişinin kaybının ardından en az 6 ay geçmesine rağmen yaşamdaki işlevselliğinin giderek bozulmasıdır.b) Engellenmiş Yas: Yasa verilen tepki ya hiç yoktur ya da normalden azdır.c) Uzamış Yas: Yas tepkilerinin kayıp yaşantısından hemen sonra değil de uzun bir süre geçtikten sonra görülmesidir.d) Hipertrofik/Aşırı Büyüyen Yas: Çok büyük bir duygusal acı yaşanması söz konusudur ve bu acının süresinin kestirilmesi zordur.e) Kronik Yas: Birey tekrar tekrar üzüntü ve özlem duymakta ve kaybı yüceltmekten kendini alamamaktadır.f) Komplike Yas: Bireyin ruhsal yapısı üzerinde kalıcı etki bırakan olağan dışı bir kayıptan kaynaklanan rahatsızlık durumudur.Komplike Yas: Komplike yas belirtileri öfke, aşırı hareketlilik, psikosomatik belirtiler, kişinin çevresindekilerle olan ilişkilerinde bozulma olarak sıralanmaktadır. Bireylerde yoğun anksiyete, suçluluk, özgüven eksikliği, düşmancıl tepkiler, uyumsuzluk, ölen kişinin semptomlarına benzer semptomlar gösterme, ölen kişiyle aşırı zihinsel uğraş ve inkar gözlemlenmektedir.Travmatik Yas: Kaybedilen kişinin beklenmedik ve şiddetli biçimde ölmesi sonucu bireylerde gelişen belirti ve tepkilerdir. Kaybın beklenmedik olması ve şiddet içermesi yas sürecini etkilemektedir. Travmatik yas yaşayan bireylerde travmaya bağlı travma sonrası stres bozukluğu gelişebilmektedir. Olağan bir yas sürecinden ayrı olarak, ayrılık kaygısı kişinin işlevselliğinde bozulmalara sebep olacak şekilde yineleyici ve rahatsız edicidir (Bildik, 2013).Yas Belirtileri Tıpkı bireysel farklılıklara göre yas boyutlarının çeşitlenmesi gibi yas belirtileri de duygusal, bedensel, bilişsel ve davranışsal olmak üzere çeşitlenmektedir. Duygusal belirtiler; öfke, üzüntü, suçluluk, şok, özlem, güvensizlik gibi duygulardır. Fiziksel belirtiler; ağızda kuruluk, nefes darlığı çekme, kalpte çarpıntı, midede boşluk hissetme, uyku problemleri, iştahsızlık ve yorgunluk. Zihinsel belirtiler; genellikle yas sürecinin ilk zamanlarında görülmekte ve kısa süre sonra kaybolmaktadır. Ancak devam edip depresyona da sebebiyet verebilmektedir. Bilişsel belirtiler; inkar, dikkat dağınıklığı, şaşkınlık, işitsel ve görsel varsanımlar, kaybedilen kişi ölmemiş gibi hissetme, kaybedilen kişi hakkında aşırı biçimde zihinsel meşguliyet yaşama. Davranışsal belirtiler ise; ağlama, aşırı hareketlilik, sosyal ilişkilerde bozulma ve içe kapanma, kayıpla ilgili rüyalar görme, kayıpla ilgili eşyaları saklama, kaybı hatırlatan şeyler yapmak ya da aksine hatırlatıcılardan kaçınmak şeklindedir.Yas Tepkileri Bireyin tepkileri, sakinlik ve kabulden ciddi kriz tepkilerine kadar değişkenlik gösterebilmektedir. Bazı bireyler açıkça tepkilerini ortaya koyabilmektedirler ancak bazıları bu tepkileri saklamaktadır. Bu yas tepkileri her bireyde farklı olmakla birlikte ortak birçok tepki de görülmektedir. Normal yas süreci genelde 6-24 ay sürmekte ve zamanla yatışmaktadır. Sürecin ilerleyen evrelerinde bu tepkilerin sürmesi patolojik yasın belirtisi olabilmektedir.Yas Süreci Yas, geri dönüşü olmayan kayba verilen olağan tepkidir. Bu tepki bireyin enerjisini kayıp dışı yaşama aktardığında tamamlanmış olur. Yas sürecinde bireysel farklılıklar olmasına rağmen, 3 dönemden oluşan bir süreç modeli öne sürülmektedir. Bu dönemler: 1- Şok ve inkâr 2- Sıkıntı, huzursuzluk hali ve sosyal geri çekilme 3- Yeniden yapılanmadır.Yas süreci, bireyin kişilik özelliklerinden, önceki deneyimlerinden, kaybın algılama biçiminden, kayıpla arasındaki ilişkinin niteliğinden ve sağlık durumundan etkilenmektedir. Yas sürecine ait genel beş özellik vardır. Bunlar; bedensel sıkıntılar, ölene ait şeylerle uğraşmak, suçluluk, düşmanca tepkiler ve davranış örüntülerinin değişmesidir. Aslında olağan işleyen yas süreci müdahaleyi gerektirmez ancak hiçbir yas sürecinin olağan olup olmayacağını kestirmek imkânsızdır.Yas Sürecini Etkileyen Faktörler1- Ölen kişinin kimliği2- Ölen kişi ile ilişkinin doğası3- Ölüm biçimi4- Geçmiş kayıpların varlığı5- Bireysel özellikler6- Sosyal destek7- Yas sürecinde meydana gelen sıkıntılarBunlarla birlikte 4 temel etken bireyin yas tutmasına engel olmaktadır. Birincisi, çocuklukta yeterince ihtiyaçları karşılanmayan kişilerin duygusal yapılarıdır. İkincisi, bireyin kayba aşırı bağımlı olması ve bitmemiş işlerin söz konusu olmasıdır. Üçüncüsü, kaybın ani olmasıdır. Dördüncüsü ise, bireyin toplumsal kısıtlama yüzünden tepkilerini bastırmasıdır.Yas TedavisiYas tedavisi konusunda birçok uzman farklı tedavi ve terapi yöntemi tanımlamışlardır. Bunlar ilaç tedavisi, destekleyici terapi, kısa dinamik terapi, bilişsel terapi, bilişsel davranışçı terapi, kişiler arası ilişkiler psikoterapisi, oyun terapisi, yazma terapisi, internet uygulamalı terapi ve hipnozdur. Yas tedavisinin amacı, ayrılıkla ilgili çatışmaları çözümlemek ve yas sürecinin uyumuna ilişkin görevlerin tamamlanmasıdır. Tedavi genellikle bireysel görüşmelerle yürütülmektedir. Terapi zamanı sınırlıdır ve haftada bir defa gerçekleştirilerek 8-10 haftada sonlandırılmaktadır.Peki çevremizde yas tutan insanlar var ise onlar için neler yapabiliriz?Öncelikle bireyin yaşadığı kaybı idrak etmesini sağlamalıyız. Yaşadığı duyguları ifade edebilmesine elimizden geldiğince destek olmaya çalışmalıyız. Her bireyin duygularını yaşama ve ifade ediş şekli farklıdır. Bizim istediğimiz gibi değil de kendisini en rahat nasıl ifade ediyorsa bu şekilde duygularını açmasına izin vermeliyiz. Ağlayarak, susarak ya da kaybedilen kişi hakkında sürekli konuşarak vb. Kişinin yasını yaşadıktan sonra hayatına devam edebilmesini mümkün olduğunca desteklemeliyiz. Özellikle de kayıp sonrası ilk yıl olmak üzere, yıl dönümü gibi önemli zamanlarda kişilerin yanında ve onlara destek olmalıyız. Eğer bir kayıp yaşadıysanız ve durumla baş etmekte zorlanıyorsanız veya kaybınızın ardından uzun bir süre geçmesine rağmen üzerinizdeki etkileri halen sürüyorsa profesyonel bir destek almaktan çekinmeyiniz.Uzm.Psk.Dan. M.Behice AL CANKIKaynakArıcı, N. (2014), Travmatik Yas Sorununda Aile Dayanıklılığı Programının Kadınlardaki Travma Sonrası Stres, Yas ve Aile Dayanıklılığı Düzeylerine Etkisi (Doktora Tezi). Sakarya Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Sakarya.Bildik, T. (2013). Ölüm, kayıp, yas ve patolojik yas. Ege Tıp Dergisi, 52(4), 223-229. Çelik, S. ve Sayıl, (2003). I. Patolojik Yas Kavramına Yeni Bir Yaklaşım: Travmatik Yas. Kriz Dergisi, 11 (2), 29-34.

BASTIRILAN DUYGULAR NE KILIĞA GİRER?

BASTIRILAN DUYGULAR NE KILIĞA GİRER?Günlük hayatın temposu içinde birçok insan “güçlü” kalabilmek adına duygularını bastırmayı öğrenir. Küçük yaşlardan itibaren ağlamamak, sessiz olmak, uyumlu olmak ve sorun çıkarmamak öğretilir. Zamanla bu davranışlar birer tercih olmaktan çıkar ve bir yaşam stratejisine dönüşür. Oysa insan ruhu bastırılan hiçbir duyguyu gerçekten silmez. Sadece onu derinlere iter ve zamanı geldiğinde bambaşka şekillerde karşısına çıkarır.Toplum içinde “iyi çocuk”, “sorunsuz birey”, “olgun insan” olmak çoğu zaman duyguların bastırılmasıyla karıştırılır. Oysa olgunluk, duyguları bastırmak değil, onları anlayabilmektir. Çocukken üzüntüsüne yer açılmayan bir birey, ilerleyen yaşlarda kendi duygusuna yabancılaşabilir. Kızdığında dinlenmeyen bir çocuk, yetişkin olduğunda öfkesini ya kontrolsüz şekilde dışa vurabilir ya da tamamen içine gömebilir.Bastırılan duygular zihinden silinmez. Bilinçdışında birikir, büyür ve uygun bir zemin bulduğunda kendine başka bir çıkış yolu yaratır. Bu bazen tekrarlayan ilişki sorunlarıyla, bazen iş hayatında yaşanan tükenmişlikle, bazen de bedende ortaya çıkan ağrılarla kendini gösterir. Kişi bu belirtileri çoğu zaman anlamlandıramaz ve “Ben zaten böyleyim” diyerek kendini etiketler. Ancak çoğu zaman mesele kişilik değil, bastırılmış duyguların yüküdür.Her duygu aslında insanı korumak için vardır. Öfke, sınırların ihlal edildiğini haber verir. Üzüntü, bir kaybın sindirilmesine yardımcı olur. Korku, tehlikeye karşı bir alarm görevi görür. Utanç ve değersizlik hisleri ise kabul görme ve ait olma ihtiyacının izlerini taşır. Bu duygular bastırıldığında işlevini yitirir, ancak farklı kılıklara girerek yeniden kendini hatırlatır.Bastırılan öfke, en sık dönüştürülen duygulardan biridir. Açıkça ifade edilemeyen öfke, pasif-agresif davranışlara dönüşebilir. Kişi doğrudan konuşmak yerine iğneleyici sözler söyler, alttan alta karşısındakini suçlar ya da sessizlikle cezalandırır. Öfke biriktikçe, en küçük olayda büyük patlamalar yaşanabilir. Bu tür patlamalar çoğu zaman bugünün meselesi değil, yılların birikimidir.Bastırılan üzüntü ise çoğunlukla beden üzerinden kendini anlatır. Sürekli bir yorgunluk hali, isteksizlik, keyif alamama, boşluk hissi ve anlamsızlık duygusu bastırılmış üzüntünün işaretleri olabilir. Kimi zaman bu durum psikosomatik belirtilerle ortaya çıkar: mide ağrıları, kas gerginliği, baş ağrıları, uyku problemleri… Zihin üzülmemek için mücadele ederken, beden bu yükü taşımaya çalışır.Korkular bastırıldığında genellikle kontrol ihtiyacı şeklinde açığa çıkar. İnsan korktuğunu kabul etmek yerine her şeyi kontrol etmeye çalışır. Geleceği aşırı planlamak, sürprizlerden kaçınmak, belirsizliğe tahammül edememek bu durumun yaygın örnekleridir. Kontrol, kişiye kısa süreli bir güven hissi sağlasa da uzun vadede kaygıyı artırır. Çünkü hayatın doğası gereği her şey kontrol edilemez.Bastırılan değersizlik hissi ise sürekli onay arayışına dönüşür. Kişi kendi değerini içerden hissedemediğinde, bunu dışarıdan almaya çalışır. Takdir edilmek ister, beğenilmek ister, görülmek ister. Eleştiriler ise olduğundan çok daha derin yaralar açar. Çünkü eleştiri, sadece bugünkü davranışı değil, geçmişten taşınan “yetersizim” inancını da harekete geçirir. Bu yüzden kişi hep daha fazlasını yapar ama hiçbir zaman gerçekten yeterli hissetmez.Duygular bastırıldığında değil, hissedildiğinde dönüşür. Bir duyguyu bastırmak onu yok etmez, sadece erteler. Hissedilen duygu ise yavaş yavaş yumuşar ve insanın içinde bir akış başlar. Ağlamak rahatlatır. Kızmak sınırları fark ettirir. Korkmak, gerçekçi adımlar atmayı sağlar. Utanmak, insanın kendi hassas noktalarını görmesine yardımcı olur. İnsan duygularına alan açtıkça, kendiyle ilişkisi daha sahici bir hâl alır.Birçok insan için duyguları bastırmak bilinçli bir seçim değildir. Bu bir başa çıkma mekanizmasıdır. Çocukken duyguları görülmeyen, küçümsenen veya cezalandırılan bireyler, bastırmayı bir güvenlik yolu olarak öğrenir. Bu davranış biçimi o zamanlar işe yaramıştır; kişiyi hayatta tutmuştur. Ancak yetişkinlik döneminde aynı mekanizma artık zarar vermeye başlar.Bu noktada kişinin kendini suçlaması gerekmez. Bu senin “yanlış” olduğunun göstergesi değildir. Aksine, bugüne kadar elinden gelen en iyi şekilde hayatta kalmaya çalıştığının bir kanıtıdır. Asıl önemli olan, artık bu kalıpları fark edebilmek ve yavaş yavaş dönüştürmeye başlamaktır.Bazen dönüşüm büyük adımlarla gelmez. Bazen sadece bir durup nefes almakla başlar. “Ben şu an ne hissediyorum?” sorusu, sandığından çok daha güçlü bir kapıdır. Bu soruyu kendine sordukça, bastırılan duygular yavaş yavaş görünür hâle gelir. Ve görülen her duygu, biraz daha yumuşamaya başlar.Duyguların düşman olmadığını hatırlamak gerekir. Onlar, ruhun kendini korumak için kurduğu bir dil gibidir. Bastırıldıklarında daha karmaşık hâle gelirler. Hissedildiklerinde ise sadeleşirler. Her bastırılmış duygu, aslında görülmek isteyen bir parçandır. Bu parçalarla temas kurdukça, insan kendi bütünlüğüne biraz daha yaklaşır.Sonuç olarak, bastırılan duygular yok olmaz. Sadece kılık değiştirir. Bazen öfke olur, bazen korku olur, bazen bitmeyen bir yorgunluk, bazen de derin bir boşluk hissi… Ama hangi kılığa girerse girsin, hepsinin tek bir isteği vardır: Görülmek, anlaşılmak ve hissedilmek.Unutma:Duygular bastırıldığında değil, hissedildiğinde dönüşür.Ve sen, hissetmeye izin verdiğin ölçüde iyileşirsin.. . . . . . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .

Bağlanma Stilleri: Hayatımızı Sessizce Şekillendiren Görünmez Dinamikler

Kendimizi Tanımaya Çalışırken Atladığımız Gerçek: Bağlanma ModelimizBir insan neden ilişkilerde hep aynı döngüleri yaşar? Neden biri sevgiyi doyasıya yaşarken diğeri sürekli kaygı duyar? Neden bazı insanlar yakınlaşmaktan korkar, bazıları ise fazla bağlanır?Tüm bu soruların cevabı, çocukluk dönemimizde kurduğumuz bağlanma stilinde saklıdır. Üstelik bağlanma tarzımız, yalnızca romantik ilişkilerimizi değil; arkadaşlıklarımızı, iş hayatımızdaki davranışlarımızı, kriz anlarındaki tepkilerimizi ve duygusal dünyamızı da büyük ölçüde etkiler.İlginç olan şu: Birçok kişi kendi bağlanma stilini bilmeden yaşar. Sorunlarının sebebini karakter zanneder, oysa mesele karakter değil, öğrenilmiş bir duygusal kalıptır.Bu nedenle bağlanma stilleri, psikolojinin hem en derin hem de en gözden kaçırılan konularından biridir.Bağlanma Nedir ve Neden Bu Kadar Önemlidir?Bağlanma, çocuklukta bakım veren kişiyle kurulan ilişki biçimidir. Bebek için bakım veren kişi (çoğu zaman anne), dünyanın tamamı demektir. Onun sevgisi, dokunuşu, tepkisi ve tutarlılığı, bebeğin “Dünya güvenli bir yer mi?” sorusuna verdiği ilk cevaptır.Yani bağlanma, sadece “sevgi” değildir.Güven hissidir.Kendine değer duygusudur.Sevilmeye layık olduğumuza dair temel beklentidir.Başkalarına ne kadar güveneceğimizin temelidir.Ve bu bağlanma stili, yetişkinlikte aynen devam eder.Yetişkinlikte Dört Bağlanma Stili ve Hayata Etkileri1. Güvenli Bağlanma – Sevginin Sağlıklı HaliBu kişiler:Duygularını ifade etmekten çekinmez.Yakınlıktan korkmaz.Karşı tarafı kontrol etmeye çalışmaz.Sorunları konuşarak çözebilir.Sevildiğini bilir, sevdiğini hissettirebilir.Güvenli bağlanan yetişkinler, ilişkilerde en sağlıklı dinamiği kuran gruptur. Fakat toplumda oranı düşündüğünüz kadar yüksek değildir.2. Kaygılı Bağlanma – “Ya giderse?” Korkusunun Gölgesinde YaşamakKaygılı bağlanan bireyler genellikle şunları yaşar:Partnerinin sevgisinden emin olmakta zorlanır.Onay alma ihtiyacı yüksektir.Terk edilme korkusu yoğundur.Küçük davranışları bile büyük anlamlara yorar.Aşırı düşünme, mesaj bekleme, kuruntu yapma sık görülür.Bu insanlar aslında sevilmek ister; ama sevgiyi kaybetme ihtimali onları yorar. Çoğu kaygılı bağlanan kişi, “Neden hep beni yoran ilişkileri seçiyorum?” diye kendine sorar.3. Kaçıngan Bağlanma – Yakınlıktan KorkmakBu kişiler için ilişki demek:Kısıtlanmak,Yük hissetmek,Özgürlüğün tehdit edilmesi… anlamına gelebilir.Belirgin özellikleri:Hislerini kolay açamazlar.Aşırı bağımsız görünürler.Yakınlık artınca geri çekilirler.Duygusal mesafe onlar için güvenlik barikatıdır.Bu insanlar sevmeyi bilmez değildir; Sadece yakınlık onların sistemini alarma geçirir.4. Düzensiz Bağlanma – Kafası Karışık YakınlıkPsikolojide en karmaşık bağlanma stilidir. Çünkü kişi hem yakınlık ister hem de yakınlıktan korkar. Bir adım yaklaşır, iki adım uzaklaşır.Güvensiz çocukluk deneyimleri sebebiyle yetişkinlikte duyguları çok hızlı değişebilir. Hem kaygılı hem kaçıngan davranışlar aynı kişide görülebilir.Peki Bağlanma Stilim Yaşamımı Nasıl Etkiliyor?Bu soruyu birçok kişi terapide ilk kez sorar.Aslında bağlanma stiliniz:Kime aşık olacağınızı,Neden aynı tip ilişkileri yaşadığınızı,Kırıldığınızda nasıl tepki verdiğinizi,Güçlü bağlar kurup kuramayacağınızı,Kendinizi nasıl gördüğünüzü,Güven ve özgürlük dengenizi,Hayat boyu duygusal ihtiyaçlarınızı belirler.Örneğin kaygılı bağlanan biri “beni neden hep duygusal olarak ulaşılmaz insanlar çekiyor?” diye düşünür.Kaçıngan bağlanan biri “ilgi gösterince kaçıyorum ama yalnız kalınca üzülüyorum” der.Düzensiz bağlanan biri ise “kimseyi tam içeri alamıyorum, ama bensiz de yapamıyorum” duygusunu taşır.Tüm bu döngüler, çocuklukta öğrenilmiş bir bağlanma modelinin yetişkinlikteki yansımalarıdır.Bu yüzden bağlanma stilleri psikolojide hem çok özel hem de çok dönüştürücü bir alandır.Bağlanma Stili Değişebilir mi?Evet. Bu yazının en umut veren kısmı burası.Bağlanma stilimiz kader değildir. İnsan değişir. Beyin değişir. Duygusal örüntüler değişir.Ve en güçlü değişim, terapi ile gerçekleşir.Terapi, kişinin duygusal yaralarını fark etmesini, onları şefkatle iyileştirmesini ve kendi içinde güvenli bir bağ kurmasını sağlar.Daha güvenli bir bağlanma geliştikçe:Kaygı azalır,Duygusal istikrar artar,Sağlıklı ilişkiler kurmak kolaylaşır,Kişi kendini daha çok sever,Yakınlık korkusu hafifler,Duygusal iletişim güçlenir.Terapi Bağlanma Süreçlerini Nasıl İyileştirir?1. Güvenli Bir İlişki Alanı SunarTerapi, yargısız bir alandır. Kişi ilk kez “güvenli bir bağ” deneyimler. Bu deneyim, çocukluktan gelen kırılganlığı yumuşatır.2. Duyguları Tanımayı ÖğretirBirçok kişi aslında ne hissettiğini bile bilmez. Terapi, duyguların dilini öğretir.3. Geçmişin Görünmez İzlerini Ortaya ÇıkarırKişi, döngülerinin nereden geldiğini fark eder. “Demek ki problem bende değil, bağlanma stilimde.” diyerek suçluluk ortadan kalkar.4. Yeni İlişki Becerileri GeliştirirSınır koymak, kaygıyı yönetmek, yakınlığı artırmak, sağlıklı iletişim kurmak değişebilir becerilerdir.5. İçsel Güven İnşa EdilirEn önemlisi budur. Kişi “Ben sevilebilir biriyim.” duygusunu yeniden kazanır.Bu dönüşüm terapiyle mümkün olur ve hayatın her alanına yansır.Bağlanma Stilini Merak Eden Herkes Terapiye Bir Adım Daha YakındırBir insan kendi bağlanma stilini merak ediyorsa… İlişkilerindeki döngüleri sorguluyorsa… Geçmişiyle barışmak istiyorsa… Duygusal derinlik arıyorsa…Aslında terapiye hazırdır.Çünkü bağlanma çalışmaları, psikolojide en derin ve en dönüştürücü alanlardan biridir. Bu alanda uzman bir terapistle çalışmak, kişinin çocukluk yaralarını iyileştirmesine, yetişkinlikte daha sağlıklı ilişkiler kurmasına ve en önemlisi kendine güvenli bir alan yaratmasına yardımcı olur.Son Söz: Kendini Anlama Cesareti En Büyük DönüşümdürHerkes değişebilir. Hiçbir bağlanma stili “kader” değildir. Kırılganlıklar iyileştirilebilir, duygular düzenlenebilir, ilişkiler güzelleştirilebilir.Tek gereken ilk adımdır: bu ilk adımı atabilecek tek kişi sizsiniz. Kendi içsel dünyasını anlamaya cesaret etmek.Eğer sen de ilişkilerinde benzer döngüleri yaşıyorsan, duygularını anlamlandırmakta zorlanıyorsan veya kendini daha güvenli bir bağ içinde görmek istiyorsan…Bu alan üzerine çalışan bir terapist ile çalışmak, hayatında büyük bir fark yaratabilir.
Eylem CAN 06.12.2025