1. Uzman
  2. Erva Nur BOZKURT
  3. Blog Yazıları
  4. THE FİSHER KİNG FİLM ANALİZİ (Travma)

THE FİSHER KİNG FİLM ANALİZİ (Travma)

THE FISHER KING FİLM ANALİZİ


Filmin adı The Fisher King. Karakter Jack travma sonrası stres bozukluğuna sahiptir. Bir radyo programında sunuculuk yapmaktadır. Jack seyircilerin dediklerini anlamaya çalışmadan kendi deneyimlerinden yola çıkarak çok umursamazsa,kaba ve ciddiyetsizce cevaplar vermektedir. Bir gün programa katılan bir seyirciye karşı olan fütursuzca tutumu karşısında Paryy(seyirci)’nin cinayet işlemesine sebep olmuştur. Filmin hikayesi bu kısımdan sonra başlamıştır.Travmanın etkilerini Jack karakterinden yola çıkarak anlatacağım.Filmin başlangıcından bitiş sahnesine kadar travmanın etkilerini görmekteyiz. Film de travmanın etkilerinin nasıl olduğunu,nerede gösterildiğini ve bunu hangi etmenlere dayandırılarak travmanın izlerinin görüldüğünü detaylı bir şekilde belirtmeden önce hangi sahnelerde travma etkilerinin görüldüğünü saati ve dakikası olarak belirtmek isterim . Filmde travmanın etkileri ; 00.07:45 ,00.30:01 sahnesine kadar aralıksız karakterin yaşadığı travma izleri görülmektedir. Daha sonra 00.35.00 – 00.37.50 sahnesinde , 01.05.14 -01-07.05 sahnesi ve 01.52.56 sahnelerinde karakterimiz Jack’in yaşamış olduğu travma sahneleri gösterilmektedir.


Filmde Jack karakteri bu yaşanılanlardan kaynaklı kendisi sorumlu tutar ve bulunduğu ruh hali radyo sunuculuğunu yapan o ciddiyetsiz insandan çok farklıdır’’.Kendisinin suyun altında kaldığını ve asla yüzeyine çıkamadığını’’ kız arkadaşına hem anlatıyor hem ağlıyordu. Suyun altında kaldığını söylemesi karakterin yaşamış olduğu yoğun suçluluk duygusu ile birlikte nefes alamadığını anlatmaya çalışmıştır. Bu andan itibaren filmde 3 yıl geçmiştir ve Jack radyo programcılığını bırakmış yoğun bir acı yaşamaya başlamış, kız arkadaşının evinde kalmaya başlamış tüm varlığını bırakmış olarak karışımıza çıkmaktadır. Çeşitli belirtiler göstermeye başlamıştır. Bunlar sürekli içki içmesi, alkolik olmaya kayan bir tablo, işini kaybetmesi ve artık çalışma düzenine ayak uyduramaması, bilincinin daha bulanık olması, herkesten şüphelenir duruma gelmesi (yaşadığı durumdaki gibi bir durumu yapabileceklerine yönelik insanlardan şüphe duymak) yakın çevresindeki sevgilisinin ruh halini anlayamıyorum, kafanda çok fazla düşünce var, eskiden bu kadar düşünmezdik gibi yorumları, eskiden hoşuna giden aktivitelerin artık öyle düşündürmemesi, kız arkadaşının ,‘’sen herkesten nefret edersin’’ gibi yorumları, saldırıya sebep olduğunu öğrendikten sonra geçmiş yaşamına dair anılarla karşılaşınca terleme, ağlamak gibi fiziksel semptomları göstermesi, ‘’ben bir lanetliyim’’ diyerek kendini tanımlaması ve sürekli kendini suçlaması, ‘’keşke cezayı ödeyip eve dönmenin bir yolu olsaydı’’ repliği, sürekli acı çeker ve kendini, çevresini, insanları suçlar bir yapıya bürünmeye başlamıştır.


Karakterin yaşamış olduğu olaydan sonraki tepkilerine baktığımızda işlevsellik,,istemsiz gelen girici düşünceler,suçluluk, olumsuz düşünme hali,yeni yaşamına uyum sağlayamama davranışları görülmektedir. travma sonrası stres bozukluğu yaşıyor olduğu muhtemel bir tanıdır. Jack bu ruh halinden ve davranışlarından kendiside memnun değildir ve bulunduğu durumdan çıkabilmek için çeşitli yollar denemiştir.


Jack Pary’nin işlediği cinayeti kendi fütursuzca söylemlerinden kaynaklı olduğunun farkındaydı ve bu durum içinden çıkabilmek için tenha bir sokakta ayaklarına beton bağlayarak intihar girişimine kalkışmıştır.Başıboş dolaşan iki genç sokağın kendisine ait olduğunu söyleyerek Jack’esaldırmaya başlamışlardır fakat dilenciler Jack’ikurtarmıştı.Jack çok fazla alkol aldığından bilinci yerinde değildir ve gözünü dilencinin yanında açmaktadır.İlk başta neye uğradığını şaşıran Jack oraya nasıl geldiğini anlamaya çalışırken dilencinin onu tanıdığını fark eder.Dilenci(Paryy) Jack’e karşı çok hoşgörülü davranıyordur ama akli dengesi yerinde olmadığını da hissettirmektedir. Jack’e, tek başına yaşadığı kalorifer dairesindeki küçük insanlarla bir arada yaşadığını anlatmaktadır. Duyduğu sözlerden sonra Jack çok büyük şaşkınlıkla hayatını kurtaran kişinin hayatını mahvettiği kişi olduğu gerçeği ile yüzleşince büyük bir dehşet içerisinde oradan ayrılır.


Bu ruh halinden çıkabilmesi için dilenciye yani Paryy’e iyi bir yaşam sağlarsa ya da ona yardım ederse kendi vicdanını rahatlatacak bu şekilde tekrar suyun yüzeyine çıkabilecektir.Dilencilerin yeri belliydi,bir holding’in önündeki cadde de dilencilik yapar ünlü insanlardan dilenirlerdi.Jack de önceden orada çalışmaktaydı Paryy’yinerde bulacağını biliyordu. Paryy ile karşılaştıktan sonra ona belli bir ücret vererek oradan ayrılıyordu ki Pary’nin o parayı başka bir dilenciye verdiğini görene kadar. Jack çok öfkeli bir şekilde parayı tekrar ona vererek ona yardım ettiğini başka biriyle neden paylaştığını sorarken.Paryy’nin platonik olarak aşık olduğu kadın ortaya çıkar Paryy her gün iş çıkışında kadının neler yaptığını biliyor çünkü uzaktan takip ediyordu.Kadını görür görmez yine aynı şekilde takip etti bu sefer Jack’i de yanında sürüklemiştir. Kadın günlük işlerini yapmakta zorlandığını ve her zaman ürkek ve yalnız takıldığı da filmde gösterilmiştir. Jack bu durumla karşılaştıktan sonra kadınla Paryy’i bir şekilde bir araya getirir ve artık vicdanı rahattır. Jack karakterimiz Paryy ile bağını koparmış tekrar o lüks yaşantısına ve radyo programcılığına başlamıştır


Jack karakterinin yaşamış olduğu olayları değerlendirildiğinde Jack 3 yıl boyunca travma tepkilerine sahiptir. Olaydan önceki kişiliği ,yaşantısı ve ruh hali çok değişmiştir.İşlevselliğini büyük etkide etkilenmiştir.Bu durumda Jack Travma sonrası stres bozukluğuna sahip olduğunu göstermektedir. Jack kendince bir çözüm yolları aramak yerine bir psikoterapiden destek alarak bu süreci halletmek isteseydi ve kliniğe gelmiş olsaydı izlenilebilecek tedavi yöntemleri neler olabileceğine değinmek gerekirse;


Jack için ilk başta alkol kullanımı kontrol altına alınması ile tedaviye başlanması gerekir.Olayları daha açık bilinç ile değerlendirmesini sağlamak,yaşamış olduğu travma anının unutmak ya da hatırlamamak için başvurduğu bu kısa vadeli kazanç yönteminin kendisine ve bedenine oluşturduğu zararı daha açık görmesi sağlanabilir. Olayı her hatırladığı zaman alkol alma davranışı, danışanda bir döngü haline gelmektedir. Danışanın bu nokta da sürdürüm döngüsü içerisinde olduğu görülmektedir. Farklı baş etme stratejilerinin kazandırılması sağlanmaya çalışılmalıdır. Akılcı olmayan inançları ile mücadele etmeye yöneltmekle devam edilir. Danışan cinayetten kendini suçlu tutmakla birlikte cinayet işleyen adamın hayatını şuan ki olduğu konumdan çıkartıp rahat ettirse akılcı olmayan düşünce ve inançlarından kurtulacağı görüşündedir. Bu düşünceleri Beck’in ABC kuramındaki aktive edici olay,inanç ve sonuçları belirleyerek o düşünceleri yenisi ile değiştirmeye çalışılabilir. Örneğin; Sana istekleri karşılanmayan bireylerin başkalarına zarar vereceğini düşündüren kanıtlar nelerdir? Gibi bir soru ile inanç ve davranışları etkileyen durumların altındaki tetikleyen inançları anlamaya yönelik olabilir. Daha sonra danışana bilişsel ev ödevleri ile desteklenebilir; ‘’ İsteklerini karşılamazsam hemen birini öldürebilir’’ düşüncesi yerine alternatif işlevsel düşünceler getirmesi kendisine mantıklı telkinlerde bulunması öğretilir.Danışanın etkin ve olumlu davranışları ödüllendirilir.Teşvik edilir ve motivasyonunu arttırma amaçlanır. Danışan örseleyici olayla çağrışım yapan herhangi bir yer eşya ya da kişi ile karşılaştığında belirgin tedirginlik yaşadığından bu gibi durumlardan kaçınmayı tercih etmesinden kaynaklı alıştırma tedavisiyle ya zihinde ya da gerçek yaşamda giderek artan bir biçimde karşılaşarak bu durumlara bir duyarsızlaşma sağlanmaya çalışılabilir. 


Jack karakterinin filme yaşamış olduğu olaydan sonra oraya çıkan TSSB etkileri ve tedavi planı ile aktardım .Parry yerine Jack karakterini seçmemin sebebi cinayeti işleyen Parry,işlediği cinayetten sonra bir çok patoloji geliştirdiği görülmektedir.Filmde de gösterildiği üzere insan dışı ufak varlıkların yanında yaşadığını düşünmesi ve onlarla konuşması psikoz belirtilerine birer örnektir. Aynı zamanda Parry ‘nin flashbackleri filmde çok sık gösterilmektedir ancak TSSB hakkında az bilgisi olan birisi filmi izlediğinde Parrykarakteri üzerinden bu filmi aktaracağını düşünerek ben Jack’itercih etmek istedim. Bir cinayeti işlememesine rağmen konuşma ve tavırlarının bu cinayette etkili olduğu inancına kapılarak ve yoğun kaygı,endişe ve strese maruz kaldı, tüm yaşantısı ve kişiliği tamamen değişime uğradı.Detaylı incelendiğinde Jack karakterinin de TSSB yaşadığı görüşündeyim. Bu nedenle tercihimi bu karakterden yana kullandım. Filmin en etkilendiğim sahnesi suçluluk duygusundan kurtulmak için Parry’nin hayatını değiştirmeye çalışan Jack’in son sahnesinde sadece Parry ‘nin iyi ve sağlıklı olması için onun film boyunca istediği kupayı zorlu koşullarda alıp Parry’e vermesiydi. 

Bazen içinde bulunduğumuz ruh halinden çıkabilmek için farklı stratejiler deneriz kendimizi iyi hissedebilmek adına diğer insanlara yardımsever ve iyi davranabiliriz. ama sadece değer verdiğimiz birinin iyi olması ve iyi hissetmesi için verilen mücadelenin benim için çok kıymetli ve değerli olduğunu da belirterek ,The Fisher King de bu düşüncelerimi destekleyen sahnelerin gösterilmesi beni bir hayli etkiledi.

Filmin izlenmesi ve içinde var olan mesajların anlaşılması ümidiyle…

 

Yayınlanma: 30.04.2021 21:51

Son Güncelleme: 02.05.2021 12:18

Uzmanlıklar:

Kaygı (Anksiyete) Bozuklukları, Depresyon ve Mutsuzluk, Özgüven ve Yeterlilik Sorunları
Online TerapiOnline Ter...
süre 50 dk
ücret 1000
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
süre 50 dk
ücret 1000
Yapay zeka ile, kişiselleştirilmiş destek:
Menta AI
Yapay zeka ile,
kişiselleştirilmiş destek: Menta AI

Şimdi indir, konuşmaya başla

App Store'dan İndirGoogle Play'den İndir
Bunları da sevebilirsiniz...

Kaygı mı, Yoksa Kontrol İhtiyacı mı?

Zihnimiz çoğu zaman sessiz değildir. Gün içinde belki farkında bile olmadan, “Ya böyle olursa?”, “Ya işler ters giderse?”, “Ya kontrolü kaybedersem?” gibi düşünceler zihnimizin içinde dönüp durur. Bu düşünceler genellikle kaygı olarak adlandırılır. Ancak çoğu zaman kaygının kalbinde bambaşka bir duygu yatar: kontrol etme isteği.Psikoloji literatürüne göre kaygı, insanın olası tehditlere karşı uyarı sistemidir (Beck, 2011). Yani yaşamın doğal bir parçasıdır; bir tehlike anında bizi harekete geçirir. Ancak bazen bu sistem, gerçek bir tehlike yokken de devreye girer. Zihin, olasılıklar üzerinden çalışmaya başlar: “Ya hata yaparsam?” veya “Ya beklenmedik bir şey olursa?” gibi düşünceler, kaygının yakıtıdır.Bu noktada kaygı, işlevsel olmaktan çıkar ve kontrol etme ihtiyacını tetikler. Çünkü insan zihni belirsizliği sevmez. Bilinmeyen karşısında kendini güvende hissetmekte zorlanır. Bu yüzden kontrol etmek, zihnin güvenlik stratejilerinden biridir (APA, 2023). “Hazırlıklı olmalıyım, her şeyi önceden bilmeliyim” diye düşünürüz. Ancak bu çaba, hayatın doğal akışına direnç gösterdiğimiz anlamına gelir.Zihin, bir yandan huzur bulmak isterken diğer yandan tetikte kalır. “Ya yanlış karar verirsem?”, “Ya kötü bir şey olursa?” gibi düşünceler, kişiyi geleceğe hapseder. Bu durum kontrol kaybı korkusu dediğimiz içsel bir sıkışmaya yol açar. Aslında kişi kontrolü kaybetmez; ama kaybetme ihtimali bile kaygıyı artırır.Zamanla bu döngü, bedende de kendini göstermeye başlar. Kalp çarpıntısı, mide ağrısı, kas gerginliği ya da nefes darlığı gibi belirtiler ortaya çıkabilir. Çünkü kaygı sadece zihinde yaşanmaz; beden de bu duygusal yükü taşır. Kontrol etmeye çalıştıkça, bedensel sıkışma hissi artar.Burada fark etmemiz gereken temel şey şudur:Kaygı çoğu zaman “tehlike” ile değil, “belirsizlik” ile ilgilidir.Gerçek bir tehdit olmasa bile, belirsizlikte güvende hissedememek zihni yorar.Kontrol ihtiyacı, çoğu zaman geçmiş deneyimlerden beslenir. Belki çocuklukta güvende hissetmediğimiz bir ortamda büyümüşüzdür. Belki de her şeyi kontrol etmek zorunda kaldığımız dönemlerde “kontrol bende olursa huzurlu olurum” diye öğrenmişizdir. Bu düşünce bir dönem işe yaramış olabilir. Ancak yetişkinlikte aynı strateji, kaygının kaynağı haline gelir.Bu noktada yapılabilecek en önemli şey, kendine anlayışla yaklaşmaktır. Zihnin seni kontrol etmeye itmesinin altında kötü bir niyet yoktur; aslında seni korumaya çalışan bir parça vardır. Ancak bu parça zamanla aşırı koruyucu hale gelmiştir.Zihninin seni yönlendirdiği anlarda ona savaş açmak yerine gözlemci olmayı dene.“Şu anda gerçekten tehlikede miyim, yoksa sadece kontrol edemediğim için huzursuz mu hissediyorum?” diye sormak bile döngüyü kırar.Bir başka adım ise belirsizliği kabul etmeyi öğrenmektir.Bu, insan doğasına zıt gibi görünse de aslında özgürlüğün anahtarıdır. Küçük şeyleri akışına bırakmak, büyük değişimlerin başlangıcı olabilir. “Bakalım ne olacak?” diyebilmek, zihnin üzerindeki baskıyı hafifletir.Zihni tamamen susturmak ya da kontrol ihtiyacını kökten yok etmek gerekmez. Ama onunla sağlıklı bir ilişki kurmak mümkündür.Kendine şu cümleyi hatırlatabilirsin: “Kontrolü kaybetmek, her şeyi kaybetmek değildir. Bazen akışa güvenmek de bir güç göstergesidir.”Kaygının tamamen ortadan kalkması gerekmez. Çünkü kaygı, doğru yönetildiğinde yol göstericidir. Bizi hazırlıklı kılar, bazen sınırlarımızı fark etmemizi sağlar. Ancak kaygının direksiyona geçmesine izin vermek, yaşam kalitemizi düşürür.Bu yüzden kontrol ihtiyacını bastırmak yerine onunla iletişim kurmak önemlidir.Zihninin “her şeyi ben halletmeliyim” diyen kısmına şefkatle yaklaş: “Evet, beni korumaya çalışıyorsun, farkındayım. Ama artık her şeyi ben çözmek zorunda değilim.”Bu içsel diyalog, hem kaygıyı yumuşatır hem de güven hissini güçlendirir.Çünkü kontrolün altında her zaman bir güven ihtiyacı yatar. Kendine ve yaşama duyulan güven arttıkça, kontrol etme isteği azalır.Unutma; hayatın tümünü kontrol etmek mümkün değildir. Ama kendi içsel tutumunu şekillendirmek senin elindedir.Ve bazen en büyük kontrol, kontrol etmeyi bırakabilme cesaretinde gizlidir.Zihnimiz bazen bizi korumak isterken farkında olmadan sınırlar. “Kontrol etmezsem bir şeyler kötü gider” düşüncesi, bir süre sonra içsel baskıya dönüşür. Oysa kontrolü gevşetmek, her şeyi boş vermek değil; yaşamın kendi ritmine güvenmeyi öğrenmektir.Her insanın kontrol ihtiyacı farklı bir hikâyeden gelir. Kimi geçmişte belirsizlik yaşadığı için, kimi güvensizlikle baş etmek için kontrolü elinde tutmak ister. Bu yüzden kaygıyla baş etmek, aslında geçmişte öğrendiğimiz bir korkuyla şimdi barışmaktır.Ve belki de en güzel farkındalık şudur:Kaygıyı yönetmek, onu susturmak değil onunla yaşamayı öğrenmektir. Çünkü zihin sakinleştiğinde, içimizde hep var olan o güven hissi kendiliğinden ortaya çıkar. Zihinsel süreçler üzerine yapılan araştırmalar, kontrol ihtiyacının yalnızca kişisel bir özellik değil, aynı zamanda öğrenilmiş bir baş etme biçimi olduğunu gösteriyor (APA, 2023). Yani kişi aslında kendini korumak için kontrol etmeye çalışıyor. Ancak bu strateji uzun vadede işe yaramıyor; çünkü sürekli tetikte kalmak sinir sistemini yoran bir döngüye dönüşüyor.Özellikle mükemmeliyetçi eğilimleri olan bireylerde bu durum daha belirgin olur. “Her şeyi doğru yapmalıyım.” düşüncesi, bir süre sonra içsel bir zorunluluğa dönüşür. Bu noktada kişi, hata yapma ihtimaline değil, hata yapma düşüncesine bile tahammül edemez hale gelir. Oysa hata, öğrenmenin doğal bir parçasıdır. Hataları tolere etmeyi öğrenmek, kaygının azalmasında güçlü bir adımdır.Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) yaklaşımlarına göre (Beck, 2011), kaygıyı azaltmanın yolu düşünceleri bastırmak değil, onları yeniden değerlendirmektir. “Ya kontrolü kaybedersem?” düşüncesini fark ettiğinde, onun yerine “Kontrolü tamamen elimde tutmasam da birçok şey yolunda gidebilir.” düşüncesini koymak bile zihinde yeni bir denge yaratır.Bu farkındalıkla hareket etmek, kişinin kendi yaşamına daha esnek bir bakışla yaklaşmasını sağlar. Çünkü esneklik, psikolojik dayanıklılığın en güçlü göstergelerinden biridir. Hayatın akışına güvenmeyi öğrenmek, yalnızca kaygıyı değil, aynı zamanda ilişkilerdeki gerginliği de azaltır.KaynakçaAmerican Psychological Association (APA). (2023). Understanding Anxiety and Control.Beck, A. T. (2011). Cognitive Therapy of Anxiety Disorders.Türk Psikologlar Derneği (2022). Ruh Sağlığı ve Psikolojik Destek İlkeleri.
Beyza TOSUN 06.11.2025

🧠 Düşünce Hataları: Zihnimizin Bize Oynadığı Küçük Oyunlar

Bazen bir olay yaşarız, ardından zihnimiz hızla yorum yapmaya başlar:“Beceremedim.”“Kesin bana kızdı.”“Zaten her şey hep benim yüzümden oluyor.”Bu cümleler o kadar tanıdık gelir ki, sanki bir gerçekmiş gibi kabul ederiz. Oysa çoğu zaman bu düşünceler, zihnimizin çarpıttığı hikâyelerdir. İşte bu çarpıtmalar, psikolojide “bilişsel çarpıtmalar” ya da “düşünce hataları” olarak adlandırılır. Gerçeği tam olarak yansıtmazlar, duygularımızı yoğunlaştırır, davranışlarımızı da etkilerler. Bu yazıda en yaygın düşünce hatalarına örneklerle değinip, her biri için nasıl farkındalık geliştirebileceğinizi birlikte inceleyeceğiz.1. FelaketleştirmeKüçük bir olayı en kötü senaryoya dönüştürmek. Bir sınavda beklediğin notu alamadığında “Kesin başarısızım, bir daha toparlayamam” demek,patronun mailine cevap vermediğinde “Beni beğenmedi, yakında işten çıkaracak” diye düşünmek… Felaketleştirme, zihnin “en kötü ihtimale” odaklanmasıdır.Nasıl Ele Alabilirsin:Dur ve kendine sor: “Gerçekten en kötü ihtimal bu mu, yoksa bir varsayım mı?”En kötü senaryoyu düşün, sonra “Bu olursa ne yapabilirim?” diye ekle. Bu, kontrol hissini geri kazandırır.“Şu anda elimde ne var, ne biliyorum?” diyerek mevcut veriye dön.Felaketleştirme, geleceği tahmin etmeye çalışmanın bir yoludur ama çoğu zaman gerçeklerle ilgisi yoktur.Zihin seni korumak ister, ama bunu abartılı senaryolarla yapar.2. Zihin OkumaKarşımızdakinin ne düşündüğünü bilmeden varsaymak. Arkadaşın sana kısa mesaj attı diye “Kesin bana kırıldı.” Toplantıda biri sessiz kaldı diye “Yetersiz buldu herhalde.” Zihin okuma, karşıdaki kişinin niyetini ya da düşüncesini kendi korkularımızla doldurmaktır. Bu düşünce biçimi, ilişkilerde yanlış anlamaları ve mesafeyi artırır.Nasıl Ele Alabilirsin:“Gerçekten bunu biliyor muyum, yoksa tahmin mi ediyorum?” diye sor.Eğer emin değilsen, açık iletişim kur: “Biraz sessizsin, bir şey mi var?”Hatırla: Sessizlik her zaman olumsuzluk anlamına gelmez.Zihin okumayı bırakmak, hem ilişkilerde hem içsel huzurda fark edilir bir rahatlama sağlar.3. Ya Hep Ya Hiç (Siyah-Beyaz) DüşünmeHer şeyi uçlarda görmek: “Ya mükemmelim, ya başarısız.”Bu düşünce biçimi özellikle mükemmeliyetçi kişilerde sık görülür.Bir proje yüzde 95 iyi gittiğinde bile o eksik yüzde 5’e takılmak, bir hata yaptı diye kendini tamamen yetersiz hissetmek…Nasıl Ele Alabilirsin:Hayatı “gri alanlar” üzerinden düşünmeyi dene: her şey mükemmel olmak zorunda değil.“Tam olarak doğru olmasa da, yine de iyi bir iş çıkardım.” gibi dengeli cümleler kur.Mükemmel yerine “yeterince iyi” olmayı hedefle.Zihin ya 0 ya 100 görmek ister ama yaşam 50 ton griden oluşur.4. Aşırı GenellemeBir olumsuz deneyimi tüm geleceğe yaymak. “Bir ilişkide incindim, bir daha kimseye güvenmem.” “Bu sınavdan kaldım, demek ki hiçbir şeyi başaramam.” Bir olaydan genelleme yapmak, zihnin “geçmiş = gelecek” varsayımına inanmasıdır. Oysa her yeni durum, yeni bir ihtimaldir.Nasıl Ele Alabilirsin:“Bu hep böyle mi oldu, yoksa sadece bu sefer mi?” diye sor.Geçmişte benzer durumları nasıl farklı yaşadığını hatırla.Her deneyimin seni biraz daha güçlendirdiğini fark et.Bir başarısızlık tüm kimliğini tanımlamaz. Sadece bir andır, bir sonuç değil.5. KişiselleştirmeOlan her şeyin sorumluluğunu kendi üstüne almak. Arkadaşın keyifsizse “Kesin ben bir şey yaptım.” Toplantıda biri suratsızsa “Benim sunumum kötüydü.” Kişiselleştirme, başkalarının duygularını kendi davranışlarınla ilişkilendirmektir. Ancak insanların ruh hâllerini belirleyen sayısız faktör vardır — ve çoğu seninle ilgili değildir.Nasıl Ele Alabilirsin:“Bu durum gerçekten benimle mi ilgili?” diye kendine sor.Alternatif açıklamalar düşün: “Belki o da zor bir gün geçiriyordur.”Sınır koymayı öğren: Başkasının duygusu, senin sorumluluğun değildir.Empati değerli ama aşırı sorumluluk duygusu yıpratıcıdır.6. Olumluyu Görmezden Gelmeİyi olanları yok saymak, dikkati sadece olumsuza vermek. Bir projede herkes seni tebrik etti, ama bir kişi eleştirdi. O tek cümle gün boyunca zihninde dönüp durur. Olumluyu görmezden gelmek, beynin doğal “negatif önyargısı”yla ilgilidir yani beyin, tehlikeyi önceden fark etmek için olumsuza odaklanır. Ama artık hayatta kalma değil, dengeye ihtiyaç duyuyoruz.Nasıl Ele Alabilirsin:Günün sonunda kendine sor: “Bugün iyi giden üç şey neydi?”Takdir almayı küçümseme, “ama” ekini kullanmadan kabul et.Başarını gözden kaçırma, kendine hakkını ver.Olumlu olanı fark etmek, Pollyanna’lık değil; zihinsel dengeyi yeniden kurmaktır.7. EtiketlemeTek bir davranış üzerinden kendini (veya başkasını) tamamen tanımlamak. “Bir hata yaptım, demek ki beceriksizim.” “İşe geç kaldı, kesin sorumsuz biri.” Etiketleme, hem kendine hem başkalarına haksızlık eder. Davranışlar geçicidir; kimlikler değil.Nasıl Ele Alabilirsin:“Beceriksizim” yerine “O gün hata yaptım.” de.İnsanları bir özelliğe indirgeme; davranışı durumdan ayır.Herkesin güçlü ve zayıf yönleri olduğunu hatırla.Etiketler değil, deneyimler seni tanımlar.8. “Gereklilik” Cümleleri (Should Statements) “Yapmalıyım”, “Olmalıyım”, “Asla yapmamalıyım.” Bu tür cümleler, kendine karşı katı bir iç ses yaratır. “Daha başarılı olmalıyım.” “Hiç üzülmemeliyim.” “Daima güçlü durmalıyım.” Bu beklentiler karşılanmadığında suçluluk ve yetersizlik duygusu artar.Nasıl Ele Alabilirsin:“Yapmalıyım” yerine “Yapmak istiyorum çünkü…” demeyi dene.Gerçekçi beklentiler koy: İnsan olmak hata yapmayı da içerir.“Bugün elimden geleni yapıyorum.” cümlesiyle kendine şefkat göster.Kendini motive etmenin yolu, baskı kurmak değil; anlayışla yaklaşmaktır.🌱 Son Söz: Zihnini Gözlemle, Onunla SavaşmaDüşüncelerini tamamen susturmak mümkün değil. Ama onları tanımak, etiketlemek ve sorgulamak mümkün. Bir düşünce geldiğinde hemen inanmak yerine, “Bu gerçekten doğru mu, yoksa zihnimin oyunu mu?” diye sormak, düşüncelerle aranda bir mesafe oluşturur. Zihin bazen abartır, geneller, korkar. Ama sen fark ettiğinde, o düşüncenin esiri değil, gözlemcisi olursun. Eğer zihnin sık sık seni eleştiriyor, suçluyor veya kaygılandırıyorsa, bu döngüden çıkmak mümkündür. Düşünce hatalarını fark etmeyi ve duygularını daha dengeli yönetmeyi öğrenmek için profesyonel destek alabilirsin.📞 Yüz yüze veya online psikolojik destek için: 0505 011 69 59

Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB) ve Bilişsel Davranışçı Terapi

Zihnimiz, bizi korumak için sürekli çalışan bir sistemdir. Ancak bazen bu sistem fazla uyanık hale gelir; tehditleri olduğundan büyük görür, kontrol etme isteği artar ve kişi kendini bitmek bilmeyen düşünce ve davranış döngülerinin içinde bulur. Bu durum, psikolojide Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB) olarak tanımlanır. OKB, kişinin istenmeden gelen rahatsız edici düşünceler (obsesyonlar) ve bu düşüncelerin yarattığı kaygıyı azaltmak için yaptığı tekrarlayıcı davranışlarla (kompulsiyonlar) karakterizedir.OKB’nin merkezinde “kontrol” ve “belirsizliğe tahammülsüzlük” temaları bulunur. Kişi genellikle aklına gelen bir düşüncenin —örneğin “ocağı açık unuttum mu?”, “ellerim mikropla dolu olabilir mi?” veya “ya birine zarar verirsem?”— tehlikeli bir anlam taşıdığını varsayar. Bu düşünceyi uzaklaştırmaya, bastırmaya ya da nötralize etmeye çalışır. Ancak bu çaba, kısa süreli bir rahatlama sağlasa da zihne şu mesajı verir: “Bu düşünce gerçekten tehlikeli, o yüzden tekrar kontrol etmeliyim.” Böylece beyin “tehlike var” sinyalini öğrenir, düşünce tekrar gelir, kişi tekrar davranışı yapar ve kaygı döngüsü güçlenir. Bu döngü, zamanla kişinin günlük yaşamını daraltır. Evden çıkmadan kapı kilidini defalarca kontrol etmek, sürekli el yıkamak, düşüncelerden kaçınmak ya da “ya kötü bir şey olursa” ihtimaliyle hareket etmek yaşam kalitesini ciddi şekilde düşürür.OKB üç temel bileşenle ilerler: obsesyonlar, kompulsiyonlar ve bu ikisini bağlayan kaygı döngüsü. Obsesyonlar istem dışı, rahatsız edici, tekrar eden düşünceler, imgeler veya dürtülerdir. Kişi bu düşüncelerin mantıksız olduğunu bilir ama zihninden uzaklaştıramaz. Kompulsiyonlar ise bu düşüncelerin yarattığı kaygıyı azaltmak için yapılan tekrarlayıcı davranışlardır; örneğin sürekli el yıkamak, dua etmek, saymak ya da kontrol etmek gibi. Kısa süreli rahatlama sağlasa da, kompulsiyonlar uzun vadede kaygıyı güçlendirir.Bilimsel araştırmalar, OKB tedavisinde en etkili yaklaşımın Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) olduğunu göstermektedir. Özellikle “Maruz Bırakma ve Tepki Önleme” (ERP) yöntemi, OKB tedavisinde altın standart kabul edilir. BDT’nin OKB üzerindeki etkisi, bireyin düşünce-davranış döngüsünü fark etmesine ve değiştirmesine dayanır. Amaç, düşünceleri tamamen ortadan kaldırmak değil; onlara karşı kişinin tutumunu değiştirmektir.Maruz bırakma aşamasında kişi, korktuğu veya kaçındığı durumla kontrollü biçimde yüzleştirilir. Örneğin mikrop kapma korkusu olan biriyle, terapide kademeli olarak kirli bir yüzeye dokunma egzersizi yapılabilir. Bu süreç, beynin öğrenme sistemine yeni bir mesaj gönderir: “Evet, bu durum rahatsız edici, ama düşündüğüm kadar tehlikeli değil.” Kaygı dalgalanır ama sonunda azalır; kişi, korkulan durumun tahmin ettiği kadar yıkıcı olmadığını deneyimleyerek öğrenir.Tepki önleme aşamasında kişi, alışılmış kompulsiyonları yapmadan beklemeyi öğrenir. Bu, terapinin en zor ama en etkili kısmıdır. Kompulsiyon yapılmadığında kaygı artar ama kişi eylemi gerçekleştirmediğinde felaketin gerçekleşmediğini fark eder. Beyin yeni bir öğrenme yapar: “Kontrol etmezsem kötü bir şey olmuyor.” Böylece OKB’nin temelini oluşturan yanlış öğrenme tersine çevrilir.BDT’de yalnızca davranışlara değil, düşünce biçimlerine de odaklanılır. Terapide kişi, düşüncelerini mutlak gerçeklik gibi değil, zihinsel yorumlar olarak görmeyi öğrenir. OKB’de sık karşılaşılan düşünce hataları arasında aşırı sorumluluk alma (“Bir şey olursa suç bende olur”), düşünce-eylem birliği (“Bir şeyi düşünmek onu yapmakla eşdeğer”), kesinlik ihtiyacı (“%100 emin olmalıyım”) ve felaketleştirme (“Kontrol etmezsem kesin kötü bir şey olur”) bulunur. Terapist, bu düşünceleri sorgulamak ve yerine daha gerçekçi, esnek alternatifler yerleştirmek için bilişsel yeniden yapılandırma tekniklerini kullanır. Bu sayede kişi, “belirsizliği tolere etme” becerisi kazanır.BDT’nin etkisi yalnızca psikolojik düzeyde değil, nörobiyolojik düzeyde de gözlenmiştir. Araştırmalar, BDT’nin beynin ön singulat korteksi ve orbitofrontal korteks gibi alanlarında işlevsel değişikliklere yol açtığını göstermektedir. Yani kişi kaygısını düzenlemeyi öğrendikçe, beynin tehdit algısı sistemleri de yeniden yapılanır. Bu, terapinin “beyin düzeyinde yeniden öğrenme” sağladığının güçlü bir kanıtıdır.OKB için BDT süreci genellikle haftada bir seans şeklinde yürütülür. İlk aşamalarda döngünün fark edilmesi ve tetikleyicilerin belirlenmesi hedeflenir. Ardından maruz bırakma planı hazırlanır ve kişi, terapistin rehberliğinde aşamalı olarak korkularıyla yüzleşir. Ev ödevleri terapinin önemli bir parçasıdır; çünkü beyin yalnızca konuşarak değil, deneyimleyerek öğrenir. Maruz kalma egzersizleri, düşünce kayıtları ve kaygı toleransı çalışmaları, terapinin kalıcılığını artırır. Süre kişiye göre değişse de genellikle 12–20 seans arasında belirgin ilerleme sağlanır. Ancak OKB kronik bir yapıya sahip olabileceğinden, kişi kazandığı becerileri uzun vadede sürdürmeyi öğrenir.Bazı vakalarda BDT’ye ek olarak ilaç tedavisi de kullanılabilir. Özellikle SSRI grubu antidepresanlar beyindeki serotonin dengesini düzenleyerek kaygı düzeyini azaltır ve terapiye katılımı kolaylaştırır. Ancak kalıcı değişimi sağlayan unsur, düşünce ve davranış döngüsünün yeniden yapılandırılmasıdır. Bu nedenle BDT, OKB tedavisinin temel bileşeni olarak kabul edilir.BDT, düşünceleri yok etmeye değil, onlarla farklı bir ilişki kurmaya odaklanır. Zihin her zaman yeni düşünceler üretir; ama kişi artık bu düşüncelerin kölesi olmak zorunda değildir. OKB’den iyileşme, düşüncelerin hiç gelmemesiyle değil, geldiğinde sizi yönetememesiyle başlar. Terapinin sonunda kişi “Düşüncelerim benim gerçeğim değil; sadece zihnimden geçen olasılıklar.” diyebilmeyi öğrenir .Yani düşünce ve eylem ayrışması yapılır.OKB, yalnızca kaygı değil, kontrol ve güvenlik ihtiyacının aşırı hale gelmiş bir ifadesidir. Bilişsel Davranışçı Terapi, bu döngüyü kırmak için bilimsel ve pratik bir yol sunar. Kişi düşüncelerini bastırmak yerine onlarla yüzleşmeyi, davranışlarını kaçınma yerine seçerek yapmayı öğrenir. Terapi süreci zaman, sabır ve kararlılık ister; ancak her seans, beynin “tehdit” yerine “güven” algısını güçlendiren yeni bir öğrenmedir.OKB tedavi edilebilir bir rahatsızlıktır ve doğru yaklaşımla kişi zihninin karmaşasından özgürleşebilir. BDT, bu özgürleşme yolculuğunun en etkili ve kalıcı araçlarından biridir. Çünkü insan zihni, farkındalık ve deneyimle işlevsel olarak yeniden eğitilebilir.