1. Uzmanlar
  2. Hasan ÇELIK
  3. Blog Yazıları
  4. KENDİNİ SUÇLAMAKTAN VAZGEÇ! UTANÇ VE ÖZŞEFKAT

KENDİNİ SUÇLAMAKTAN VAZGEÇ! UTANÇ VE ÖZŞEFKAT

Özşefkat ve Utanç

Utanç, tamamen masum bir arzu olan sevilme arzusundan sevilmeye layık olma ve ait olma isteğinden kaynaklanır. Hepimiz sevilme arzusu ile birlikte doğarız. Bebekken sevildiğimizde ihtiyacımız olan her şey – yemek,giyim,korunma ve ilişki- önümüze gelir. Yetişkinler olarak da hayatta kalabilmek, çocuklarımızı yetiştirebilmek ve kendimizi tehlikelerden koruyabilmek adına birbirimize ihtiyaç duyarız. Utanç, özümüzde bir şeylerin ters olduğu ve bu tersliğin bizi kabul edilmek ve sevilmekten alıkoyacağı hissidir. Utancın çok yoğun bir duygu olmasının nedenlerinden biri, varlığımızın tehlikede olduğunu hissettirmesidir.


Utanç duygusunda üç ilginç paradoks mevcuttur.

  • Utanç, kişiye suçlanmayı hak ettiğini hissetirir, ancak masum bir duygudur.
  • Utanç, kişiye kendini yalnız ve tecrit edilmiş hissettirir, ancak evrensel bir duygudur.
  • Utanç, kişiye daimi olduğunu ve herkesi kapsadığını hissettirir, ancak kimliğimizin yalnızca bir parçasına karşılık gelen, duygusal bir durumdur.


Suçluluk ve utanç birbirinden farklı duygulardır. Suçluluk bir davranış hakkında kendimizi suçlu hissetmemiz anlamına gelir; utanç ise kendimizi, kendimiz hakkında kötü hissetmemizdir. “Suçluluk kötü bir şey yaptım derken; utanç ben kötüyüm der”. Suçluluk aslında verimli bir duygu olabilir, çünkü bizi gerektiğinde durumları düzeltmemiz için motive eder. Ancak utanç, tipik olarak verimsiz bir duygudur, çünkü bizi felce uğratır ve etkili bir şekilde hareket etmemize engel olur. Araştırmalar, öz şefkatin üzüntü, pişmanlık ve suçluluk gibi duyguları, utanç duygusuna hapsolmadan deneyimlememize olanak tanıdığını göstermektedir.


Olumsuz Çekirdek İnançlar

Genellikle temellerini çocukluğumuzdan alan, hayatın zorlaştığı zamanlarda aklımızdan geçen, sürekli olarak kendimizden şüphe etmemize yol açan , en hassas anlarımızda bize açık bir şekilde net ve doğru gibi görünen, spesifik ve tekrarlayıcı düşünceler vardır. Bunlar, utancın temelinde yatan olumsuz çekirdek inançlarımızdır. Bu inançlara örnek olarak:

  • “Kusurluyum”
  • “Sevilmiyorum”
  • “Çaresizim”
  • “Yetersizim”
  • “Başarısızım”

Aslında insanların kendilerine ilişkin genel olarak sahip oldukları olumsuz çekirdek inançlar, 15-20 kadar az sayı ile sınırlıdır. Dünyada 7 milyardan fazla insan olduğunu düşünecek olursak, bizi insanlığın geri kalanından ayırdığına inandığımız her ne kusur varsa, aslında bu kusurun yarım milyar insan ile paylaşıldığını söyleyebilir!

Utanç, sessizlik ile korunur. Olumsuz çekirdek inançların devam etmesinin nedeni, bu inançları başkalarından ( ve kendimizden) saklamamızdır. Bu yönlerimiz bilinirse, reddedilmekten korkarız. Diğer insanların da bizimle aynı duygulara sahip olduklarını ve onlarında kendilerini anormal ve izole hissettiklerini unuturuz. Olumsuz çekirdek inançlarımızı en azından kendimize açık ettiğimizde,bu inançlar, üzerimizdeki güçlerini kaybetmeye başlarlar.


Hepimizin güçlü ve zayıf yanları vardır. Kendimizi basitçe değerli yada değersiz, sevilen ya da sevilmeyen olarak değerlendiremeyiz. İnsanoğlu olarak çok yönlü ve karmaşık bir yapıya sahibiz. Öz şefkat, tüm yanlarımızı sıcak ve açık yürekli bir farkındalıkla kucaklar. Kaçınılmaz biçimde kusurlu olduğumuzdan, her zaman böyle olduğumuzdan ve böyle olacağımızdan emin olduğumuzda, dikkatimizi tek bir yöne çevirmiş ve geri kalan özelliklerimizi görememiş oluruz. Kendimizi özgür kılmak için bu yanımızı, olumsuz çekirdek inancı ile birlikte kucaklamalı ve kendimizi bir bütün olarak kabul etmeliyiz.

Öz şefkat, utancın en büyük panzehiridir. Kendimizi yargılamak yerine hatalarımıza nezaket ile yaklaşarak, başarısızlıklarımızdan dolayı kendimizi izole hissetmek yerine ortak insanlık halini hatırlayarak ve kendimizi olumsuz duygularla özdeşleştirmek yerine (kötüyüm), olumsuz duygularımızın bilinçli bir şekilde farkında olarak (kendimi kötü hissediyorum), öz şefkat, utanç yapısını doğrudan ortadan kaldırır. Ve tüm tecrübemizi – utanç deneyimi de dahil olmak üzere- sevgi dolu ve bağlı bir mevcudiyetle tutarak, yeniden bir bütün haline gelebiliriz.


 Olumsuz Çekirdek İnançlarımızla Çalışmak

Kendimizle ilgili olumsuz çekirdek inançlarımız yalnızca inançlardır, gerçeklik değildir. Çoğunlukla gençlik döneminde oluşan ve genellikle doğruluk değeri çok az olan, ruhumuza derinden yerleşmiş düşüncelerdir. Ancak bu düşünceler bilinç düzeyinin dışında kaldığında, üzerimizde çok büyük bir etkiye sahip olurlar. Bu düşünceleri tanımlamak ve bu düşüncelerin farkına varmak, ilk adım olarak önem taşır. Bu düşünceleri gün ışına çıkardığımızda, düşüncelerin gücü yok olmaya başlar.

Yine de olumsuz çekirdek inançlarla çalışmak, özellikle de çocukluk travması olan insanlar için zorlayıcı olabilir. Bu uygulamayı yapmak için yeterli ruhsal ve duygusal alanınız olup olmadığına karar vermek için kendinizi inceleyin. Zorlanıyorsanız bu uygulamayı yapmak için bir uzmandan yardım alın ve desteği eşliğinde yapın.


Yönergeler

Aşağıda yaygın olarak görülen olumsuz çekirdek inançların bir listesi bulunmaktadır. Zaman zaman sahip olduğunuz inançları not edin ve bu inançların belli bir bağlamda (işte,ilişkilerde, ailenizde, vb.) ortaya çıkıp çıkmadığını belirlemeye çalışın.


Yeteri kadar iyi değilim                                Kusurluyum                                      Başarısızım

Aptalım                                                             Çaresizim                                           Beceriksizim

Sahtekarım                                                       Kötüyüm                                           Sevilmiyorum

İstenmeyen biriyim                                       Değersizim                                        Önemsizim

Anormalim                                                       Zayıfım                                               Güçsüzüm


  • Farkındalık: Bu olumsuz inançlara sahip olmanın nasıl bir duygu olduğunu nesnel ve onaylayıcı bir şekilde yazın. Örneğin, “ Sevilmiyor olduğumu düşünmek çok acı verici,” ya da “Güçsüz olduğumu hissetmek çok zor”.
  • Ortak İnsanlık Hali: İnançlarınızın, insan deneyiminin nasıl bir parçası olduğunu yazın. Örneğin, “Muhtemelen milyonlarca insan kendini benim hissettiğim gibi hissediyordur”. Ya da “Bu şekilde hisseden tek kişi ben değilim” gibi.
  • Nezaket: Şimdi bu olumsuz çekirdek inancınızdan dolayı yaşadığınız ızdıraba ilişkin duyduğunuz üzüntüyü ifade ederek, kendinize anlayış ve nezaket sözcükleri yazın. Kendinize yazarken, kendine ilişkin böyle bir inancı olduğunu itiraf etmiş bir arkadaşınızla konuşuyormuş gibi yazmayı deneyin. Örneğin “ Böyle hissettiğin için çok üzgünüm. Bunun senin için ne kadar acı verici olduğunu görebiliyorum. Senin böyle olduğuna inanmadığımı bilmeni isterim.”


DEĞERLENDİRME

Bu uygulama sizin için nasıldı? Bir yada iki olumsuz çekirdek inanç belirleyebildinizmi? Bu inanca sahip olma deneyimine farkındalık, ortak insanlık hali ve öznezaketi getirmek nasıl hissettirdi?

Bazen insanlar olumsuz çekirdek inançlarına şefkat ile yaklaşmaya çalıştıklarında, inançların kendilerini daha da güçlü bir şekilde gösterdiğini fark etmişlerdir. Bunun nedeni yangın patlaması yani içeriye birden sevginin girmesi ve eski acıların dışarıya çıkmasıdır. Yaygın olarak görülen bir diğer olay, olumsuz çekirdek inançla özdeşleşen bir parçamızın, bu parçamızı ortadan kaldırıyormuşuz gibi korkmuş hissetmesidir. Olumsuz çekirdek inançlarımızdan kurtulmaya yada onları uzaklaştırmaya çalışmadığımızı hatırlamak önemlidir. Aksine, üzerimizde bu kadar büyük bir güce sahip olmamaları amacıyla , bu inançlarla daha bilinçli ve şefkatli bir ilişki kurmaya çalışıyoruz.


Bu yazı “Özşefkatli Farkındalık Uygulama Rehberi- Dr. Christopher Germer& Kristin Neff” kitabından alınmıştır.

Yayınlanma: 25.04.2021 17:04

Son Güncelleme: 02.05.2021 12:23

Psikolog

Hasan

ÇELIK

Uzman Psikolog

(*)(*)(*)(*)(*)
7 Yorum
Kaygı (Anksiyete) Bozuklukları
Panik Atak
Online TerapiOnline Ter...
süre 50 dk
ücret 1750
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
Hizmet vermiyor
Yapay zeka ile, kişiselleştirilmiş destek:
Menta AI
Yapay zeka ile,
kişiselleştirilmiş destek: Menta AI

Şimdi indir, konuşmaya başla

App Store'dan İndirGoogle Play'den İndir
Bunları da sevebilirsiniz...

Kontrol Etme İhtiyacı Nereden Gelir ve Neden Bu Kadar Yorar

Günlük hayatta birçok kişi, farkında olmadan kontrol etmeye çalışarak yaşamını sürdürür. Planların aksamasına tahammül edememek, belirsizlik karşısında yoğun kaygı yaşamak, başkalarının davranışlarını sürekli takip etmek ya da her şeyin “doğru” şekilde ilerlemesini istemek bu ihtiyacın farklı görünümleridir. Kontrol etme çabası çoğu zaman dışarıdan güçlü, düzenli ve sorumluluk sahibi bir duruş gibi algılansa da, iç dünyada ciddi bir zihinsel ve duygusal yorgunluk yaratabilir.Kontrol ihtiyacının temelinde genellikle güvenlik arayışı yatar. Kişi, yaşadığı belirsizlikleri ya da geçmişte deneyimlediği kontrol kayıplarını telafi etmek için çevresini, ilişkilerini ve hatta kendi duygularını yönetmeye çalışır. Bu durum kısa vadede rahatlatıcı bir etki yaratsa da uzun vadede kaygıyı azaltmak yerine artırabilir. Çünkü yaşam, tüm değişkenleriyle kontrol edilebilecek bir yapı değildir.Kontrol ihtiyacı arttıkça kişinin esneklik alanı daralır. Beklenmedik bir durumla karşılaşıldığında yoğun huzursuzluk, öfke ya da çaresizlik hissi ortaya çıkabilir. Kişi, her şeyin planlandığı gibi gitmemesini kişisel bir tehdit olarak algılayabilir. Bu algı, hem kişinin kendisiyle hem de çevresiyle kurduğu ilişkileri zorlayabilir. Özellikle yakın ilişkilerde kontrol etme eğilimi, zamanla çatışmalara ve duygusal mesafeye yol açabilir.Birçok kişi kontrol etme ihtiyacını fark etmez; bunu “tedbirli olmak”, “sorumluluk almak” ya da “işleri yolunda tutmak” olarak tanımlar. Oysa kontrol ile sağlıklı sorumluluk arasındaki fark, niyette değil duygusal tepkide gizlidir. Kontrol ihtiyacı, kişinin rahatlayabilmesi için her şeyin belirli bir şekilde olmasına ihtiyaç duymasını içerir. Bu ihtiyaç karşılanmadığında ise yoğun bir içsel gerilim ortaya çıkar.Kontrol etmeye çalışılan alanlar çoğu zaman kişinin kendi iç dünyasını da kapsar. Bazı kişiler duygularını kontrol etmeye çalışır; üzülmemek, kızmamak ya da kırılmamak için duygularını bastırır. Ancak bastırılan duygular ortadan kaybolmaz. Zamanla bedensel belirtiler, ani duygusal patlamalar ya da tükenmişlik hissi şeklinde kendini gösterebilir. Kontrol etmeye çalıştıkça duygular daha yönetilemez bir hale gelebilir.Terapi süreci, kontrol etme ihtiyacını doğrudan ortadan kaldırmayı değil; bu ihtiyacın neyi telafi ettiğini anlamayı hedefler. Kişi, kontrol etmeye çalıştığı alanların arkasında hangi korkuların, inançların ya da geçmiş deneyimlerin bulunduğunu fark etmeye başlar. Bu farkındalık, kişinin kendisine karşı daha gerçekçi ve şefkatli bir tutum geliştirmesine yardımcı olur.Terapi ortamında kişi, her şeyin kontrol altında olmadığı durumlarda da güvende olabileceğini deneyimleme fırsatı bulur. Bu deneyim, yalnızca konuşarak değil; duygularla temas ederek ve yeni baş etme yolları geliştirerek gerçekleşir. Kişi, belirsizlikle kalabilme becerisini güçlendirdikçe kontrol ihtiyacının doğal olarak azaldığını fark edebilir.Kontrol ihtiyacının azalması, kişinin pasifleşmesi ya da sorumluluk almaması anlamına gelmez. Aksine, kişi kontrol edemeyeceği alanlarla edebileceği alanları ayırt etmeyi öğrenir. Bu ayrım, zihinsel enerjinin daha verimli kullanılmasını sağlar. Kişi, sürekli tetikte olmak yerine anda kalabilmeye başlar. Bu durum hem ruhsal hem de bedensel rahatlama yaratabilir.Zamanla kişi, kontrol etmeye çalışmak yerine esnek olabilmenin de bir güç olduğunu fark eder. Her şeyin mükemmel olması gerekmediğini, bazı belirsizliklerin yaşamın doğal bir parçası olduğunu kabul edebilmek psikolojik dayanıklılığı artırır. Bu kabul, kişinin kendisiyle ve çevresiyle daha dengeli bir ilişki kurmasına katkı sağlar.Sonuç olarak kontrol etme ihtiyacı, kişinin zayıflığını değil; güvende olma arzusunu yansıtır. Ancak bu ihtiyacın yaşamı yönetmesine izin vermek, uzun vadede kişinin yükünü ağırlaştırabilir. Terapi, kontrol etme çabasının ardındaki ihtiyaçları anlamak ve daha esnek baş etme yolları geliştirmek için güvenli bir alan sunar. Kişi, her şeyi kontrol etmek zorunda olmadığını fark ettikçe, yaşamla kurduğu ilişki daha akışkan ve sürdürülebilir hale gelir.Kontrol etme ihtiyacıyla yaşamak, çoğu zaman kişinin kendi sınırlarını fark etmesini de zorlaştırır. Sürekli tetikte olmak, zihnin dinlenmesine izin vermez ve kişi fark etmeden kendisiyle sert bir ilişki kurmaya başlar. Bu sertlik, zamanla hem duygusal hem de fiziksel yorgunluk olarak kendini gösterebilir. Baş ağrıları, uyku problemleri, kas gerginliği ya da sürekli bir huzursuzluk hali, kontrol ihtiyacının bedende bıraktığı izlerden bazılarıdır. Kişi çoğu zaman bu belirtileri yalnızca yoğun tempoya ya da dış koşullara bağlasa da, altta yatan içsel baskı gözden kaçabilir.Terapi süreci, bu içsel baskıyı fark edebilmek ve yumuşatabilmek için bir durma alanı sunar. Kişi, kontrol etme çabasının ardındaki duyguları tanımaya başladıkça kendisine karşı daha esnek bir tutum geliştirebilir. Belirsizlikle temas etmek, ilk etapta zorlayıcı gelse de, zamanla kişinin dayanıklılığını artırır. Her şeyi yönetmeye çalışmak yerine, yönetilemeyen alanlarla birlikte var olabilmeyi öğrenmek, içsel dengeyi güçlendirir. Bu denge, yalnızca zorlayıcı dönemlerde değil; gündelik yaşamın içinde de daha sakin ve bilinçli tepkiler verebilmeyi mümkün kılar.Zamanla kişi, kontrolün azalmasının bir kayıp değil; aksine bir hafifleme olduğunu fark eder. Enerji, sürekli olası riskleri hesaplamaya değil; yaşamın içinde kalmaya yönelir. Kişi, kendisiyle daha şefkatli bir ilişki kurabildiğinde, çevresiyle olan ilişkileri de daha gerçekçi ve sürdürülebilir bir hale gelir. Terapi, bu dönüşümü dayatarak değil; adım adım ve güvenli bir çerçevede destekler. Böylece kişi, her şeyi kontrol etmek zorunda kalmadan da güçlü olabileceğini deneyimleyerek öğrenir.Sonuç olarak kontrol etme ihtiyacı, kişinin kendini güvende hissetme çabasının bir yansımasıdır. Ancak bu çaba yaşamın her alanını yönettiğinde, kişiyi korumak yerine sınırlandırmaya başlar. Terapi, bu ihtiyacı yargılamadan ele alarak daha esnek ve sürdürülebilir baş etme yolları geliştirmeyi destekler. Kişi, kontrol edemediklerine rağmen ilerleyebileceğini fark ettikçe içsel güveni güçlenir. Bu güven, mükemmel olma zorunluluğundan değil; belirsizlikle birlikte hareket edebilme becerisinden doğar. Terapi süreci, tam da bu beceriyi inşa etmeye alan açar.

Tetikleyiciler: Travmatik Belleğin Yeniden Canlanması ve Kendini Koruma Stratejileri

Tetikleyiciler: Travmatik Belleğin Yeniden Canlanması ve Kendini Koruma StratejileriTetikleyiciler (Triggers), geçmişte yaşanan travmatik veya zorlayıcı deneyimlerin anılarını, duygularını ve bedensel duyumlarını beklenmedik bir şekilde yeniden canlandıran çevresel veya içsel uyaranlardır. Bu uyarıcılar, bir ses, bir koku, belirli bir görüntü, bir durum, hatta bir duygu hali olabilir. Tetiklendiğinde, kişi mevcut güvenli ortamda bulunmasına rağmen, adeta geçmişteki travmatik olayı tekrar yaşıyormuş gibi yoğun kaygı, panik, öfke, çaresizlik veya aşırı uyarılmışlık (hyperarousal) duyguları deneyimleyebilir (Van der Kolk, 2014).Bessel van der Kolk’un (2014) öncü eseri Beden Kayıt Tutar: Travmanın İyileşmesinde Beyin, Zihin ve Beden’de vurguladığı gibi, travmatik bellek genellikle açık, sözlü bir anlatı (narrative memory) şeklinde depolanmaz. Bunun yerine, bedensel duyumlar, duygusal durumlar ve algısal parçalar halinde depolanır. Tetikleyiciler, beynin normal bilişsel filtrelerini atlayarak doğrudan duygusal merkez olan amigdalayı harekete geçirir ve bu durum, kişinin aniden "savaş, kaç ya da don" (fight, flight, or freeze) tepkisi vermesine neden olur.Tetikleyicilerin Psikolojik MekanizmasıTetikleyicilerin gücü, beynin travma sırasındaki işleyiş biçimiyle yakından ilişkilidir. Travma anında, beynin mantık ve zaman algısından sorumlu bölgesi olan prefrontal korteks ve olayları sıraya koyan hipokampüs düzgün çalışamaz. Duygusal alarm merkezi olan amigdala ise aşırı aktif hale gelir. Tetikleyici, bu parçalı ve duygusal yüklü anı parçacıklarını yeniden etkinleştirdiğinde, beyin, tehlikenin şu an gerçekleştiği yanılsamasına kapılır.Tetikleyiciler genellikle iki ana kategoriye ayrılır:Dışsal Tetikleyiciler (External Triggers): Çevreyle ilgili uyaranlardır.İnsanlar: Travmatik olayı hatırlatan biri, belirli bir yüz ifadesi veya ses tonu.Yer ve Zaman: Kazanın veya olayın olduğu yer, yıl dönümleri, belirli saatler.Duyusal Uyaranlar: Bir koku (örneğin yangın kokusu), yüksek ses, belirli bir müzik.İçsel Tetikleyiciler (Internal Triggers): Kişinin kendi düşünce ve beden durumuyla ilgilidir.Duygular: Çaresizlik, utanç, öfke veya yoğun kaygı hissetmek.Bedensel Duyumlar: Kalp çarpıntısı, nefes darlığı, kas gerginliği (panik atak hisleri).Düşünceler: Olumsuz otomatik düşünceler veya travmayla ilgili çarpıtılmış inançlar.Kendini Koruma ve Başa Çıkma StratejileriTetikleyicilerle başa çıkmak, sadece onlardan kaçınmak değil, aynı zamanda onlarla karşılaşıldığında duygusal tepkiyi düzenlemeyi öğrenmeyi de içerir. İyileşme yolunda, bireyin kendine şefkatle yaklaşması ve travma sonrası stres tepkilerini anlaması kritik adımlardır.1. Tetikleyicileri Tanıma ve Farkındalık GeliştirmeTetikleyicilerle başa çıkmanın ilk adımı, kişinin bu uyarıcıları ve onlara verdiği tipik tepkileri (savaş, kaç, don) tanımasıdır.Günlük Tutma: Hangi olayların, yerlerin veya duyguların yoğun tepkilere yol açtığını kaydetmek, örüntüleri belirlemeyi sağlar.Erken Uyarı İşaretlerini Öğrenme: Yoğun duygusal tepki tam olarak ortaya çıkmadan önce hissedilen bedensel duyumları (örn. mide kasılması, nefesin hızlanması) tanımak, müdahale için zaman kazanmayı sağlar.2. Güvenli Alanlar Yaratma ve Sınır KoymaFarkındalık geliştirildikten sonra, birey kendisini korumak için çevresel ve ilişkisel sınırlar koymalıdır.Fiziksel Güvenlik: Tetikleyicilerden (mümkün olduğunca) uzak durmak veya onlara maruz kalmayı en aza indirmek. Evde veya işte, kendini güvende hissettiği "güvenli bir köşe" veya zihinsel bir sığınak belirlemek.İlişkisel Sınırlar: Başkalarına hangi konuların veya davranışların tetikleyici olduğunu açıkça ifade etmek ve bu sınırlara saygı gösterilmesini talep etmek. Bu, kişinin kendi kontrol hissini geri kazanmasına yardımcı olur.3. Zeminleme ve Düzenleme Teknikleri (Grounding and Regulation)Tetiklenme anında amaç, kişinin dikkatinin tehlike algısından mevcut ana, yani güvenli gerçekliğe geri çekilmesini sağlamaktır. Bu teknikler, hiper-uyanıklığı azaltarak amigdalanın aktivitesini sakinleştirmeye yardımcı olur.5-4-3-2-1 Tekniği: Kişinin çevredeki 5 şeyi görmesi, 4 şeyi hissetmesi, 3 şeyi duyması, 2 şeyi koklaması ve 1 şeyi tatması istenir. Bu, dikkati zorla şimdiki zamana ve duyulara yönlendirir.Nefes Çalışması: Yavaş, ritmik ve derin nefes alma (örneğin 4 saniye nefes alma, 6 saniye nefes verme), parasempatik sinir sistemini aktive ederek sakinleşmeye yardımcı olur.Dokunma: Soğuk su, buz veya rahatlatıcı bir doku (yumuşak bir kumaş) gibi dışsal bir uyarıcıya odaklanmak, bireyin bedeninde kalmasına yardımcı olur.Travma Odaklı Danışmanlık ve İyileşmeTetikleyicilerin kökeninde travmatik bir deneyim yattığı için, uzun vadeli iyileşme genellikle profesyonel destek gerektirir. Danışmanlık süreçlerinde, özellikle Travma Odaklı Bilişsel Davranışçı Danışmanlık (TF-CBT) ve EMDR (Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme) gibi travma odaklı danışmanlık yöntemleri kullanılır.Bu danışmanlıklarda tetikleyiciler güvenli, kontrollü ve destekleyici bir ortamda ele alınır. Amaç, tetikleyicileri tamamen ortadan kaldırmak değil, bireyin tetikleyiciye verdiği duygusal tepkinin yoğunluğunu azaltmaktır. Bu süreç, travmatik anıların duygusal yükünün boşaltılmasını ve mantıklı bir anlatıya entegre edilmesini sağlar. Kişi, artık geçmişten gelen uyarıcılar tarafından otomatik olarak yönetilmek yerine, bu uyarıcılara karşı bilinçli bir seçimle tepki verme yeteneği kazanır. Bu, kişinin yaşam kalitesini ve günlük işlevselliğini önemli ölçüde artırır.SonuçTetikleyiciler, beynin travmaya verdiği derin ve koruyucu bir tepkinin somutlaşmış halleridir. Van der Kolk’un (2014) belirttiği gibi, beden bu skorları tutar ve tetikleyiciler aracılığıyla geçmişi mevcut ana taşır. Ancak farkındalık geliştirme, kişisel sınırları netleştirme ve zeminleme gibi aktif başa çıkma stratejileri ile birey, tetiklenme döngüsünü kırabilir. Profesyonel travma odaklı danışmanlık, bu sürecin temelini oluşturur ve bireyin travmatik belleği güvenli bir şekilde işlemesine, böylece tetikleyicilerin gücünü azaltmasına ve özerk bir yaşam sürmesine olanak tanır. Kendini koruma, kişinin kendi deneyimlerini onaylaması ve kendine şefkatle yaklaşmasıyla başlar. KaynakçaOgden, P., & Fisher, J. (2015). Sensorimotor psychotherapy: Interventions for trauma and attachment. W. W. Norton & Company.Van der Kolk, B. A. (2014). The Body Keeps the Score: Brain, Mind, and Body in the Healing of Trauma.Viking.Zlotnick, C., Sprich, S., Johnson, J., & Dube, K. (2019). The efficacy of eye movement desensitization and reprocessing (EMDR) in the treatment of post-traumatic stress disorder (PTSD). Clinical Psychology Review, 71, 56–75.Daha bilinçli ve anlam dolu bir yaşam sürmek için farkındalık kazanma yolculuğunda size eşlik etmek üzere seanslara davet ediyorum.Randevu oluşturmak ve size uygun saat dilimlerini görmek için takvime göz atabilirsiniz.Sevgilerle…Uzman Psikolojik Danışman Sena İğdeli Sevinç

Öz Şefkat: Kendinle Barışmanın Gücü ve Psikolojik Dayanıklılığın Anahtarı

Öz Şefkat: Kendinle Barışmanın Gücü ve Psikolojik Dayanıklılığın AnahtarıÖz şefkat, kişinin başarısızlık, hata ya da acı karşısında kendisine şefkatli, anlayışlı ve destekleyici yaklaşabilmesidir. Modern psikoloji literatüründe Dr. Kristin Neff’in öncülüğünü yaptığı çalışmalar, bu kavramın sadece duygusal bir destek mekanizması değil, aynı zamanda psikolojik iyi oluşun ve dayanıklılığın temelini oluşturan kritik bir beceri olduğunu göstermektedir (Neff, 2003). Öz şefkat, bireyin kendisine karşı eleştirel bir yargılayıcı olmak yerine, deneyimlediği zorlukları insan olmanın doğal ve evrensel bir parçası olarak kabul etmesini sağlayan içten bir anlayış geliştirme sürecidir.Öz Şefkatin Üç Temel BileşeniKristin Neff (2003) öz şefkati deneysel olarak ölçülebilir ve geliştirilebilir üç temel bileşen üzerinden tanımlamıştır:Şefkatli Özgörüş (Self-Kindness) ve Yargılamama: Bireyin acı çektiği anlarda kendisine karşı eleştirel ve sert olmak yerine, destekleyici, anlayışlı ve sabırlı bir tutum sergilemesidir. Bu, hataları kınamak yerine, bir öğrenme fırsatı olarak görmeyi ve kişinin kendisini aktif olarak rahatlatmasını içerir.Ortak İnsanlık (Common Humanity) ve İzolasyon: Yaşanan zorlukların ve kusurların yalnızca kişiye ait olmadığını, aksine insan olmanın evrensel ve ortak bir parçası olduğunu kabul etme bilincidir. Bu bileşen, başarısızlık anlarında hissedilen izolasyon ve "yalnızca ben" hissini azaltır; çünkü acı çekmenin ve kusurlu olmanın tüm insanlar için geçerli olduğu fark edilir.Bilinçli Farkındalık (Mindfulness) ve Aşırı Özdeşleşmeme: Acı ve zorlayıcı duyguların deneyimini olduğu gibi kabul etmek, ancak bu duygularla aşırı derecede özdeşleşmemektir. Bilinçli farkındalık, kişinin yaşadığı olumsuz duyguları ne bastırmasına ne de onları büyütmesine izin verir; bu duygulara dengeli ve yargılayıcı olmayan bir mesafeden yaklaşılmasını sağlar. Bu sayede duygusal tepkisellik azalır ve duyguların geçici doğası anlaşılır.Psikolojik İyi Oluş ve Dayanıklılık Üzerindeki EtkileriLiteratürdeki geniş kapsamlı araştırmalar, öz şefkatin psikolojik sağlığın hemen hemen her alanında önemli faydalar sağladığını tutarlı bir şekilde göstermektedir. Neff ve Germer’in (2013) Bilinçli Öz Şefkat Programı (Mindful Self-Compassion Program - MSC) üzerindeki çalışmaları, bu tür yapılandırılmış müdahalelerin bireylerin öz şefkat düzeylerini anlamlı ölçüde artırarak yaşam kalitelerini yükselttiğini ortaya koymuştur.Depresyon ve Anksiyeteyle İlişki: Araştırmalar, öz şefkat düzeyi yüksek bireylerin daha az depresif belirti ve anksiyete gösterdiğini ortaya koymuştur. Kendine şefkatli yaklaşım, ruminasyon (olumsuz düşünceleri sürekli zihinde evirip çevirme) eğilimini azaltarak duygusal düzenlemeye yardımcı olur (Barnard & Curry, 2011).Yaşam Doyumu ve Mutluluk: Öz şefkat, dışsal onay beklentisine olan bağımlılığı azaltır ve kişinin kendi iç kaynaklarına yönelmesini sağlar. Bu durum, bireylerin kendi değerlerini hatalarına rağmen koruyabilmelerini ve dolayısıyla daha yüksek yaşam doyumuna sahip olmalarını destekler.Motivasyon ve Başarı: Yaygın inanışın aksine, öz şefkat tembelliğe yol açmaz. Aksine, kendini eleştirme döngüsünün kırılması ile bireyler başarısızlık karşısında daha çabuk toparlanır ve yeni denemeler yapma konusunda daha motive olurlar (Breines & Chen, 2012). Öz şefkat, kişiyi "mükemmel olmak zorundasın" baskısından kurtararak, çabalamaya ve öğrenmeye odaklanmaya teşvik eder.Beden İmajı ve Sağlıklı Davranışlar: Özellikle yeme bozuklukları ve beden imajı kaygıları alanında, öz şefkatli bir yaklaşım, bireylerin kusurlu bedenlerini kabul etmelerine ve kendilerini yargılamadan sağlıklı beslenme ve egzersiz alışkanlıkları geliştirmelerine olanak tanır (Kelly et al., 2014).Terapötik Süreçte Öz Şefkatin RolüDanışmanlık süreçlerinde öz şefkat becerilerinin geliştirilmesi, danışanın kendisiyle barışmasını ve içsel kaynaklarını daha sağlıklı kullanmasını sağlayan merkezi bir araçtır. Geleneksel terapilerde bazen dolaylı olarak ele alınan bu kavram, üçüncü dalga davranışçı terapiler, özellikle de Şefkat Odaklı Danışmanlık ve Bilinçli Öz Şefkat Programı (MSC) gibi yaklaşımlarla doğrudan hedef alınmaktadır.Öz şefkatli bir bakış açısı, bireyin kendisini olduğu gibi kabul etmesini kolaylaştırır; bu kabul, değişim için zorunlu olan zemin hazırlar. Danışanlar, içlerindeki acımasız iç sesi (iç eleştirmeni) fark etmeyi ve bu sese karşı daha nazik ve destekleyici bir ses (öz şefkatli ses) geliştirmeyi öğrenirler. Bu süreç, danışanın hem kendisiyle hem de başkalarıyla daha sağlıklı, daha az savunmacı ve daha doyurucu ilişkiler kurmasına zemin hazırlar. Özellikle utanç ve suçluluk gibi duyguların yoğun olduğu travma ve bağımlılık tedavilerinde, öz şefkat, iyileşmenin önündeki en büyük duygusal engellerden biri olan kendi kendini suçlamayı etkili bir şekilde hafifletir.SonuçÖz şefkat, yalnızca zor zamanlarda uygulanan geçici bir rahatlama stratejisi değil, psikolojik sağlığın ve sağlamlığın kalıcı bir özelliğidir. Bireyin kendisine karşı sergilediği şefkat, onun duygusal olarak daha esnek, zorlayıcı yaşam olaylarında daha esnek tepkiler veren ve zorluklar karşısında daha hızlı toparlanabilen (rezilyans) bir yapıya sahip olmasını sağlar. Öz şefkatin geliştirilmesi, bireylerin insan olmanın kusurluluğunu kucaklayarak, kendileriyle barış içinde bir yaşam sürmelerinin anahtarını sunar. Bu güçlü beceri, kişinin kendi acısıyla yüzleşme gücünü artırır ve uzun vadede daha yüksek bir yaşam doyumuna ve psikolojik iyi oluş düzeyine ulaşmasına katkıda bulunur. Öz şefkat, bireyin en iyi dostu olmayı öğrenmesi, dolayısıyla kendisi için en büyük şifa kaynağını aktive etmesi anlamına gelir. KaynakçaBarnard, L. K., & Curry, J. F. (2011). The relationship of mindfulness and self-compassion to psychological adaptation. Mindfulness, 2(3), 165–171.Breines, J. G., & Chen, S. (2012). Self-compassion increases self-improvement motivation. Personality and Social Psychology Bulletin, 38(9), 1133–1143.Kelly, A. C., Zuroff, D. C., Leybman, M. J., & Gilbert, P. (2014). Self-compassion and psychological symptoms: When does the relationship hold? Journal of Social and Clinical Psychology, 33(9), 819–836.Neff, K. D. (2003). The development and validation of a scale to measure self-compassion. Self and Identity, 2(3), 223–250.Neff, K. D., & Germer, C. K. (2013). A pilot study and randomized controlled trial of the mindful self-compassion program. Journal of Clinical Psychology, 69(1), 28–44.Daha bilinçli ve anlam dolu bir yaşam sürmek için farkındalık kazanma yolculuğunda size eşlik etmek üzere seanslara davet ediyorum.Randevu oluşturmak ve size uygun saat dilimlerini görmek için takvime göz atabilirsiniz.Sevgilerle…Uzman Psikolojik Danışman Sena İğdeli Sevinç