Hidayet ÇALIŞKAN - Blog Yazıları
“Sadece bir saniye için gözlerinizi kapatın ve bir odaya girdiğinizi ve orada bazı arkadaşlarınızı ve meslektaşlarınızı gördüğünüzü düşünün, birden yere doğru bakıyorsunuz ve üzerinizde hiçbir giysinin olmadığının farkına varıyorsunuz”. Sosyal fobisi olan kişilerin bir toplumsal durumla karşılaştıklarında neler hissettiklerini bu senaryo çok iyi anlatmaktadır. “Büyük bir utanç duyarsınız, odadan kaçıp gitmek istersiniz, sanki ölecekmiş gibi olduğunuzu hissederseniz, hiç kimseyi yeniden görmek istemezseniz”. SF bireyin başkaları tarafından yargılanabileceği kaygısını taşıdığı toplumsal ortamlarda mahcup ya da rezil olacağı konusunda belirgin ve sürekli korkusunun olduğu bir kaygı bozukluğudur. Kişiler başkalarıyla etkileşimde bulunmalarını gerektiren ya da bir eylemi başkalarının yanında yerine getirmeleri gereken durumlardan korkarlar ve bunlardan olabildiğince kaçınmaya çalışırlar. Başkalarının kendileriyle ilgili olarak anksiyeteli, zayıf, kaçık ya da aptal gibi yargılarda bulunacağını düşünürler. Ellerinin ya da seslerinin titrediğinin farkına varacaklarıyla ilgili kaygılarından ötürü toplum önünde konuşmaktan korkabilirler ya da düzgün bir biçimde konuşamıyor gibi görünmekten korktukları için başkalarıyla karşılıklı konuşurken aşırı kaygı duyabilirler. Diğer insanların ellerinin sallandığını görmesinden utanç duyacaklarından korktukları için başkalarının yanında yemekten, içmekten ya da yazı yazmaktan kaçınabilirler.Sosyal fobinin tipleri var mıdır?Sosyal fobi iki şekilde görülür. Korkular bir çok toplumsal durumları kapsıyorsa yaygın tip, bazı durumları kapsıyorsa (Başkalarının önünde imza atmak, yemek yemek, konuşma yapmak gibi) yaygın olmayan tiptir.“Konuşurken heyecanlanıyorum!”diyenlere sıklıkla rastlayabilir ve sizde bu heyecanı duyuyor olabilirsiniz. Aslında heyecan sağlıklı bir duygudur ve kontrol edilebildiğinde de performansa olumlu etki etmektedir. Ancak konuşurken heyecanlanmak kontrol edilemediğinde sosyal anksiyete yaşayan bireylerin sıklıkla yaşadığı olumsuz bir deneyime dönüşür.Sosyal anksiyeteyaşayan bireyler bir topluluğa hitap edeceklerinde kaygılanırlar. İlgi ve gözler üzerlerinde olduğunda, herkes onları dinlediğinde yoğun stres yaşarlar. Stres yaşamaları için ille de göz önünde olmalarına gerek yoktur. Heyecanlanmaları için seslerini başkalarının duyacağını bilmeleri de yeterlidir. Telefonla konuşmak, telekonferans yapmak, görüntülü konuşmak, mülakata girmek, sunum yapmak, sahnede olmak onlar için ürkütücü olabilir.“Konuşurken heyecanlanıyorum”diyenler tabi ki yaptıkları her konuşmada heyecan duymazlar. En azından mevcut heyecanlarını sağlıklı düzeyde tutabildikleri ortamlar da olmaktadır. Sıklıkla konuştukları, kendilerini güvende hissettikleri kişilerle görüşürken heyecanlanmazlar veya bu heyecanı kontrol edebilirler.Heyecanı tetikleyen çoğunlukla hata yapma, alay edilme, rezil olma korkularıdır. Bu korkularını tetikleyecek kişi ve ortamlar onlar için kaygı kaynağını oluşturmaktadır. Biri için bu kaygının nedeni anne-baba iken, başkası için akranları, öğretmeni, yöneticisi olabilir. İlerlemiş sosyal anksiyetede kişi konuşması gereken her ortamda ve kişiyle kaygı yaşayabilir.Kekelemekten, söyleyeceklerini unutmaktan, seslerinin titremesinden korkarlar. Bunu daha önce bir veya birkaç kez deneyimlemişlerse korkuları çok daha yüksek ve kontrol etmesi güç olabilir. Başkalarının kendileriyle ilgili değerlendirmelerinin çoğunlukla olumsuz olduğunu ve alay içerdiğini düşünmektedirler. Özsaygıları, öz değerleri ve özgüvenleri daha düşük bireylerdir.“Konuşurken Heyecanlanıyorum” Diyen Herkes Sosyal Anksiyete mi Yaşıyor?Konuşurken heyecanlanmak neredeyse hepimizin yaşadığı bir durumdur. Burada yaşanan heyecanın bir sorun haline gelmesine neden olan kişinin yaşadığı sıkıntının derecesidir. Kontrol edilebildiğinde heyecan kişinin performansını olumlu yönde etkilemektedir. Sağlıklı heyecan kişinin konuşmasına daha iyi hazırlanmasına, daha fazla özen göstermesine neden olmaktadır. Kişinin daha coşkulu, hazırlıklı ve enerjik olmasını sağlamaktadır. Dolayısıyla da heyecan kontrol edilebildiğinde olumlu etkiye sahiptir.Heyecanlanıyor ama bu heyecanın performansınızı olumlu yönde etkilemesini sağlıyorsanız heyecanınızı kontrol edebiliyorsunuz demektir. “Konuşurken heyecanlanıyorum” diyor ama önemli konuşmalar yapmaktan geri durmuyor, size verilen görevlerden kaçınmıyorsanız bununla baş edebiliyorsunuz demektir. Dolayısıyla konuşurken heyecan duymak sosyal anksiyete tanısı için yeterli değildir. Sıklığı, yoğunluğu ve derecesi tanı için belirleyicidir.“Konuşurken Heyecanlanıyorum” Diyen Bireylerde Görülen Diğer Sosyal Anksiyete Belirtileri Nelerdir?Konuşurken yoğun heyecan duymak sosyal anksiyetenin önemli bir belirtisidir. Anksiyete yaşayan bireylerin duydukları heyecanın yoğunluğu performanslarını düşürmektedir. Konuşurken terler, kızarır, titrerler. Ellerini kollarını nereye koyacaklarını şaşırabilir ya da tamamen hareketsiz kalabilirler. Beden dilleri ile konuştukları senkron içerisinde değildir. Konuşmaları akıcı değildir ve tonlamalarını da doğru yapamazlar. Heyecanlarını kontrol etmeye çalışırken kısa ve net konuşur uzun cümlelerden kaçınırlar.Uzun bir cümle kurmaları gerekirse cümleyi toparlamakta ve konuşmayı sonuca bağlamakta zorlanırlar. Çoğunlukla konuşma yapmalarını gerektirecek ortamlardan kaçınırlar. Alışveriş yaparken kasiyerle konuşmak, müşteri hizmetlerini aramak, mülakata katılıp kendilerini anlatmak onlar için oldukça zordur. Tanımadıkları insanlara bir şey sormaları gerektiğinde çok yoğun stres duyarlar. Otorite figürleriyle, öğretmen, müdür, yönetici gibi kişilerle konuşmakta zorlanırlar.“Konuşurken heyecanlanıyorum”diyen bireyler konuşacaklarını zihinlerinde toplamaya çalışırken çoğunlukla diyalogları kaçırırlar. Bunu çoğunlukla grup içerisinde yaşarlar. Bir toplantıda veya sosyal bir etkileşim ortamında açılan bir konuya dahil olmak istediklerinde sıkıntı yaşarlar. Onlar ne söyleyeceğine karar verene kadar diğerleri başka konulara geçmiş olurlar. Yapacakları esprileri de sıklıkla düşünürler. Bu yüzden doğal akışında konuşamaz ve konuşulanlara da doğal tepki veremezler.“Konuşurken heyecanlanıyorum”diyen bireyler bu heyecanlarını sessiz kalarak kamufle edebilirler. Heyecan yaşadıkları ortamlardan kaçınarak da kaygıyla baş etmeye çalışabilirler. Yüz yüze iletişim yerine mail veya mesaj ile iletişim kurabilirler. Alışverişlerini online yapabilirler. Banka işlerini ATM veya online uygulamalardan halledebilirler. Arkadaşlık kurmakta da zorluk yaşayabilirler. Bu ihtiyaçlarını da arkadaşlık sitelerinden karşılayabilirler.Meslek olarak da potansiyelleri ne kadar yüksek olursa olsun konuşmalarını gerektirmeyecek işlere yönelebilirler. Ön planda olmayacakları, geri planda çalışacakları meslekleri tercih edebilirler.İlerleyen durumlarda müdahale edilmezse yakın arkadaşlarla, aile bireyleriyle konuşurken de kişilerde bu heyecan açığa çıkabilir. Özellikle kendilerinden emin olmadıkları, eleştirilebilecekleri veya yeterince bilgi sahibi olmadıkları konular hakkında konuşurken heyecan yaşayabilirler.Sosyal Anksiyete Yaşayan Bireyler Neden Konuşurken Heyecanlanıyor?“Konuşurken heyecanlanıyorum”diyen bireyler konuşacakları konuyu önceden bildiklerinde ön hazırlık yapmaktadırlar. Kendileriyle baş başayken gayet akıcı konuşurlar. Yalnızken kendilerinden eminken yanlarına bir başkası geldiğinde bu güven ortadan kalkmaktadır. Konuşurken göz kontağı kurmaktan kaçınır, dikkatlerinin dağılmaması için çoğunlukla bakışlarını başka yerlere sabitlerler.Karşılarındaki kişinin beden dilini okumaya çalışırlar. Çoğunlukla her bir mesajı olumsuz algılar ve karşılarındakini sıktıklarını düşünürler. “Benimle dalga geçecek, şu an hakkında kim bilir ne düşünüyor, kesin rezil oldum.” Gibi olumsuz çıkarımlarda bulunurlar.“Konuşurken heyecanlanıyorum”diyen bireyler çoğunlukla mükemmeliyetçi ailede yetişmiş ve/veya aşırı korumacı tutumla büyütülmüştür. Çoğunlukla belirtiler ergenlik döneminde fark edilmeye başlanır. Okul fobisi yaşayan, çocukluğunda çoğunlukla arkadaşlık kuramayan, yalnız çocuklarda da sosyal anksiyete gelişmesi muhtemeldir.Ebeveynleri tarafından fazla eleştirilen, gerçek dışı beklentilerle performansları zorlanan, rekabetçi yetiştirilen çocuklarda sosyal anksiyete gelişebilir. Bu bireyler çoğunlukla akranlarıyla ve başkalarıyla kıyaslanarak büyütülmüştür. Yetersizlik duyguları oldukça yüksektir. Ne yaparlarsa yapsınlar başkalarının beklentilerini karşılayamayacaklarını düşünebilirler. Alay edilmekten, başarısız olmaktan ve hatalarının bulunmasından endişe duyarlar. Kendilerine karşı oldukça olumsuz eleştirilerde bulunurlar.Aile ve/veya öğretmenler tarafından çocuğun davranışları utangaçlık, çekingenlik veya terbiyeli, saygılı gibi değerlendirildiğinde tedavi gecikmektedir. Sosyal anksiyete ihmal edildiğinde farklı psikolojik rahatsızlıklara da neden olmaktadır. Depresyon sıklıkla ergenlikte ve yetişkinlikte sosyal anksiyeteye eşlik etmektedir.Sigara, alkol, madde ilerleyen durumlarda bireylerin kaygılarıyla başa çıkmaları için baş vurdukları zararlı alışkanlıklar olabilir. Arkadaş edinmekte, evlenmekte, iş bulmakta, terfi almakta zorluk yaşayabilirler. Sosyal becerilerde kendilerini geliştirmekte oldukça zorlanırlar.“Konuşurken Heyecanlanıyorum” Diyenler için Uygulanabilecek Öneriler“Konuşurken heyecanlanıyorum”diyen bireylerin konuşurken çoğunlukla sesleri titrer, çocuksu veya ağlamaklı bir sesle konuşabilirler. Bu sesi fark ettikleri anda heyecanları hızla kaygıya dönüşür ve “şu an herkes benimle alay ediyor, ağlayacağımı düşünüyorlar.” Gibi olumsuz değerlendirmeler yapmaya başlarlar. Bireylerin seslerini daha doğru kullanmayı öğrenmesi gerekir.İyi bir diksiyon konuşurken doğru nefesle konuşabilmeyi bilmekten geçer. Diksiyon eğitimi alarak bireyler yaşadıkları heyecanı da yönetmeyi öğrenirler. Kesintisiz konuşmak, nefes almadan konuşmak da konuşurken kişinin sesinde bozulmalara yol açar. Çabuk yorulur, nefessiz kalırlar. Konuşması akıcı olmaz. Diksiyon eğitimi ile birey diyafram nefesini kullanmayı ve daha uzun soluklu, akıcı konuşmalar yapmayı öğrenir. Tonlama ve doğru yerlerde es vermeyi de öğrenmiş olur.Bir diğer önerimiz ise kişinin bol bol kitap okuması ve kelime hazinesini geliştirmesidir. Sesli okumalar yapmak da konuşma akıcılığına destek olacaktır. Ayna karşısında okuma yapmak veya bir konu kapsamında ayna karşısında konuşmak da yaşanan heyecanla başa çıkılmasını kolaylaştırır. Kişi böylece hem konuşmalarının ön provasını yapar hem kendi sesini dinler.Ses kaydı yapmak, konuşmasını videoya alıp izlemekte kişinin heyecanını kontrol etmesini sağlar. Kişi kendi sesine ne kadar maruz kalırsa onu kabul etmesi de o kadar kolay olacaktır.Konuşurken hareket etmek ve beden dilini kullanmak da kişiye güven verecektir. Hem de dinleyenin dikkati konuşulanla beraber hareketlere de yönelecektir. Özellikle sahnede olacaksanız ve topluluğa hitap edecekseniz sahnede yürüyebilirsiniz. Bir alanda hareketsiz durmaktansa hareket edebilirsiniz. Hareketleriniz ayrıca dinleyenlere de orada hakimiyetiniz olduğunu hissettirecektir.Ayrıca konuşurken mümkünse ön hazırlık yapıp bir sunu hazırlayabilirsiniz. Sunumunuza görseller, konuşmanızı hatırlamanızı kolaylaştıracak kelimeler yazabilirsiniz. Videolarla, grafikler ve istatistiklerle dikkati üzerinizden alıp sunuma yönlendirebilirsiniz.Negatif enerjinizi atmak ve heyecanınızı boşaltmak için nefes egzersizleri öğrenebilir, kaygılandıkça uygulayabilirsiniz. Spor yapabilir, suyun iyileştirici ve rahatlatıcı gücünü kullanabilirsiniz.Konuşurken Heyecanlanıyorum Diyor ve Performansınızın Olumsuz Etkilendiğini Düşünüyorsanız Profesyonel Destek Almayı İhmal Etmeyin Kaynak:abapsikolojiDevamını oku
Yayınlanma: 11.04.2025 10:40
Son Güncelleme: 11.04.2025 10:40
Sağlıklı bir ilişki kişinin kendisini iyi hissetmesine neden olur. Birey kendini motive, sevgi dolu ve hayat dolu hisseder, fakat bu her zaman bu şekilde olmayabilir. Bazen bir ilişkide kontrolü kaybetmek endişeli, muhtaç ve bağımlı hissettirebilir. İlişki bağımlılığı inişli çıkışlıdır. Bu yüzden bütün bağımlılıklar kendini yetersiz hissetmenin getirdiği baş edememe kaygısı ve duygusal yoksunluklar yüzünden ortaya çıkar. Bazen kişi karşısındaki kişiye ihtiyaç duyabilir, ama bu durum sürekli hale gelirse kişide bağımlılık gelişir. Bu sağlıksız ihtiyaç hali kıskançlığa ve strese neden olabilir. Ayrıca bir bağımlının narsistik, bencil ve kendi odaklı birine bağlanma oranı çok daha yüksektir.İlişki Bağımlılığı Nedir, Belirtileri Nelerdir?Bağımlılık, kişinin kontrol etmek istemesine rağmen, davranışlarını, duygularını ve düşüncelerini kontrol edememesi, kendisiyle çatışma halidir. Son zamanlarda ilişkilerde yaşanan en büyük sorunların başında gelen, ilişki bağımlılığı, hem bağımlıyı, hem de bağımlı kılınan kişiyi mutsuz etmeye başlar. İlişki bağımlılığı gelişen ilişkilerde izole bir ilişki yaşama durumu vardır. Azalmış çevre, çiftin baş başa geçirdiği zaman artmış, aileler ile iletişim azalmış, arkadaşlar ile ilişkiler azalmıştır. Yani çift daha çok yalnız kalmaya başlamıştır.İlişki bağımlılığı, ilişkilerde, ilişki bağımlılığını daha da arttıracak şekilde ilerler, yani tarafların birbirine muhtaçlığı, izole edilmeye bağlı olarak artmıştır. Bu durum, bireylerin birbirine olan mecburiyetlerini arttırır. Bu durumlarda, bir taraftaki duygusal-düşünsel değişim, diğer tarafı direkt etkilemektedir. Yani bu kadar iç içe olmak, ilişkinin yürümesi için bir engel iken, bağımlılık oranını da arttırmaktadır. İlişkilerinizde bağımlı Olduğunuzu gösteren 9 tehlikeli işareti şu şekilde sıralayabiliriz;Kendini unutmakFazla tepki göstermekSürekli iletişimde kalmayı istemekAşırı kıskançlık duygusu geliştirmekÖzlem duygusundan yoksunlukSosyal medyada karşı tarafı sürekli incelemekİlişkinin başlangıcında o kişinin her alanına girmekSürekli onaylanma ihtiyacı hissetmekYukarıda belirtilen şekilde ilişki bağımlılığı yaşayan kişiler o ilişki içerisinde sağlıklı karar veremez ve sağlıklı düşünemez. Bu düşünce kişiyi zamanla daha da zor bir işin içerisinde sokar. Kişi, ilişki yaşadığı partnerini kaybetmemek adına, mükemmel sevgili olmak, her türlü beklentisini karşılamak, onun her anını doldurarak başkasına muhtaç olmamasını sağlamak ister. Bir süre sonra kişide ilişki bağımlılığı gelişir. Burada kişinin farkında olması gereken nokta, ilişkideki davranışlarını doğru yorumlamaktır. İlişkide karşı tarafı çok sevdiğini zannetmek ve onu çok özlemek, bazen farkında olmadan bir kaybetme kaygısının kendisidir. Kişi, bunun farkına varırsa, bu davranışlarını daha rahat kontrol etmektedir. Fakat farkına varamazsa bağımlılık düzeyi giderek günden güne artış gösterebilmektedir. Bu yüzden kişinin öncelikle bu durumun farkına varması gerekmektedir.Madde bağımlılığında olduğu gibi, ilişki bağımlılığında da bir noktadan sonra, kişiden beklentiniz git gide artmaktadır. Tolerans denilen bu arttırma süreci, karşıda kişinin pes etmesi, ben sana yetmiyorum demesi, sizden ayrılmak istemesi ile sonlanabilmektedir. İlişki bağımlılığı da diğer bağımlılıklar gibi tedavi edilebilir bir durumdur.İlişkiler kendinizi güvende hissedebildiğiniz, karşılıklı sevgi alışverişinin olduğu ve aidiyet duygunuzun oluştuğu ya da zaman zaman karşılıklı dengenin bozulduğu, güven duygusunun sarsıldığı, korku ve endişenin de hakim olduğu yerlerdir.Sağlıklı ilişkiler kişiye kendini iyi hissettirir. Fakat bazı ilişkilerde ise karşılıklı dengenin bozulduğu, bir tarafın sürekli aldığı diğer tarafın verici olduğu durum söz konusudur. Özellikle ilişkilerde, diğerini üzmemek ya da kaybetmemek için kendi öz değerlerinizden vazgeçiyor, onsuz olmayı yok saymak gibi kabul ediyor ve yaşamınızı ona göre şekillendiriyorsanız burada ilişki bağımlılığından söz edebiliriz.Bağımlılık, bir nesneye ya da bir kişiye ihtiyaç duymayla seyreden zararlı etkileri bilinmesine rağmen saplantılı bir biçimde devam eden psikolojik bozukluktur. Tıpkı alkol, madde ve kumar bağımlılığı gibi ilişkilerde yaşanan bağımlılık da ciddi sorun teşkil eder ve patolojik bir durumdur. Kişinin duygu ve davranışlarını kontrol etmek istemesine rağmen kontrol edememe halidir ve bu durum ilişkilerde yaşanan en büyük sorunların başında gelmektedir. Hem bağımlı kişiyi hem de bağımlılığa maruz kalan kişiyi mutsuz eden bir durumdur. İlişkideki bağımlılık, hayatta kalmak için diğerine adeta mecbur olduğunuzu hissettiren, herhangi bir ayrılık durumuna karşı kaçıngan davranışlar sergileten ve tamamen bağımlı olunan kişinin beklentilerini karşılamak üzere kurulan bir ilişki türüdür.Bağımlı ilişkilerde kişi, kaybetmemek için mükemmel olmaya çalışır. Karşısındakinin her türlü beklentisini yerine getirmeyi hedefler ve partnerinin başkasına muhtaç olmamasını sağlar. “O benim her şeyim, o olmadan asla yapamam” diyen bir sevgiliyi düşünün, çocuğuna çok ilgili bir anne ya da aşırı fedakar bir dost. Aslında kulağa ne kadar da olumlu tanımlarmış gibi gelse de temelde yaşadığı ilişkiyi kontrol altında tutarak kaybetme korkusunun önüne geçmektedir. Bu tip ilişkilerde diğerlerinden izole bir yaşam biçimi vardır. Çiftin baş başa geçirdiği zamanlar daha fazla, çevreyle özellikle arkadaş ve aileyle iletişim azdır. Çiftlerin birbirlerine olan mecburiyetleri zamanla daha da artmaktadır. Bu nedenle çiftlerden birinin yaşadığı duygusal değişim diğer kişiyi direkt olarak etkiler. Bu derece iç içe bir yaşam şekli ilişkideki bağımlılığı da artırmaktadır. Kişi partnerini herkesten kıskanır, ilişkide olumsuz bir durum söz konusu olduğunda dünya başına yıkılmış gibi hisseder ve tepkileri normalden fazla olur. Kişinin kendini unutması, fazla tepkiler göstermesi, sürekli iletişim halinde olmak istemesi, karşısındakinin her alanına girmeye çalışması, aşırı kıskançlık hissetmesi, sosyal platformlarda karşı tarafı sürekli incelemesi ve sürekli onaylanma ihtiyacı hissetmesi ilişkide bağımlılık belirtileridir.Öncelikle söz konusu ilişkilerdeki bağımlılıktan bahsederken “ bağlılık “ kavramına da değinmek gerekir. Bağlılık ve bağımlılık birbiriyle karıştırılan iki kavramdır. Sağlıklı bir ilişkide bağlılık durumunda; her konuda birlikte kararlar alınır. Eşitlik vardır. Derin bir duygusal bağ ve sevgi hakimdir. Partnerinin yanında olma isteği ve destek olma güdüsü vardır. Sağlıklı bir iletişim içinde çiftler arasında empati duygusu vardır. Herhangi bir problem olduğunda, çözüm odaklı yaklaşım sağlanır. İlişkide istekler ve sorunlar rahatlıkla dile getirilebilir. Çiftler zaman zaman kendi başına kalabilir ve partnerine alan tanımakta güçlük çekmez. İlişkiyi her koşulda sürdürebilmek için çaba gösterilir.Bağımlılık durumunda ise; kişinin kendini partneriyle özdeşleştirdiği, sağlıksız boyutta bir bağlanma durumu vardır. Güven problemleri ,kıskaçlık, sosyal çevreden izole bir yaşam, partnerini sürekli kontrol etme çabası ve düşük özgüven gibi belirtiler vardır. Bağımlı olan kişi partnerine her konuda ihtiyaç duyar ve partnerinin her zaman yanında olmasını ister. Partnerinin sevgisini ve onayını almadığında eksik hisseder. Partneri başka bir duruma zaman ayırdığında kendini kötü hisseder. Kısacası hem duygusal hem de fiziksel olarak partnerine bağımlılık geliştirir. Tüm bağımlılıklarda olduğu gibi kişi olumsuz etkilendiğini bilmesine rağmen ilişkiden kopamaz. Yaşanan tüm anlaşmazlıklara ve sorunlara rağmen ilişkisini sürdürmeye çalışır. İlişkisini sonlandırmayı çok ister ama başaramaz. Bu nedenle kendini sıkışıp kalmış ve huzursuz hisseder. Bağımlı ilişkilerde öfke, sinirlilik, içe kapanma, kronik anksiyete ve özgüven kaybı gibi psikolojik sorunlar görülür.İlişkideki bağımlılığı aşabilmek için; yaşadığınız ilişkiyi değerlendirmeniz önemlidir. “Sağlıklı bir ilişki midir yoksa size zarar veriyor mu ? “ bu ayrımı yapabilmek gerekir. Eğer bağımlı bir ilişkide olduğunuzu düşünüyorsanız, tıpkı diğer bağımlılıklarda olduğu gibi bu durumu kabul etmeniz önceliklidir. Bu süreçte psikoterapi desteği oldukça faydalı olacaktır.Size zarar veren bir ilişkiyi devam ettirmeniz ruh ve beden bütünlüğünüzü bozar ve yıpratır. Bu nedenle kendi ihtiyaçlarınızın farkına vararak, o ilişkiyi hayatınızın merkezine koymadan, kendinize öncelik verdiğiniz noktada sağlıklı iletişimler kurmaya başlarsınız.İlişki Bağımlılığı Nasıl Tedavi Edilir?Birçok bağımlılıkta kontrollü bir biçimde ilaç kullanılması gerekebilir, Fakat ilişkisel bir bağımlılık türünde aynı süreç işlemeyebilir. Bundan dolayı kişinin bir psikoterapi sürecinden geçmesi gerekebilir. Bu süreçte kişinin kendinin farkında olması ve bu sağlıklı ve bağlı ilişkiler kurmasına yardımcı olur. Psikoterapi ise insanın kendine yaptığı bu keşfetme yolcuğunun güvenli limanıdır. İlişki bağımlılığı olan kişi tedavi sürecine alındığında yavaş yavaş farkındalık başlar (yani kişi ilişki bağımlılığı olduğunu kabullenir) Bu süreçten sonra tedavi daha da kolaylaşır. Kişiye özel tedavi ve terapi programı uygulanmaktadır. kaynak: .psikologbaharkaya.comDevamını oku
Yayınlanma: 19.01.2025 15:52
Son Güncelleme: 19.01.2025 15:52
Onaylanmak, takdir görmek insanın duygusal ihtiyaçlarından biridir. İnsan yaptığı bir davranışın, söylediği güzel bir sözün, herhangi güzel bir jestin görülmesini, fark edilmesini ister ve ‘doğru yapmışsın, iyi düşünmüşsün’ onayını bekler. Bu durum insan olma özellikleri arasında yer alan bir durumdur fakat onay alma eğilimi sürekli olduğu zaman işler biraz karışmaya başlar. Başkalarının düşüncelerine veya fikirlerine sürekli başvurmak, diğerlerinin onayını almadan bir adım atamamaya başlamak insanı duygusal açıdan zorlamaya başlar bir süreden sonra; kendi benliği ile savaş başlamıştır. Onay alamadığı zaman duygusal olarak zorlanır, kaygısı yükselir, kendi öz değerini sorgulamaya başlar.Çocukluk döneminde yaşanılan deneyimler, kişisel özellikler ve duygusal süreçler, diğerleri ile kurulan ilişki türleri ve diğerleriyle bağlanma şekilleri, sosyal çevre ve içinde bulunulan kültürün özellikleri, gözlemlenen ve öğrenilen davranışlar, sosyal medya ve internet kullanımı onay alma ihtiyacını şekillendirmede etken olarak gösterilebilir.Onay alma ihtiyacının fazla olduğunu kendinizde şu noktaları fark ederek gözlemleyebilirsiniz;- Eğer eleştiriden korkuyor ve bu yüzden sadece çevrenizin hoşuna gidecek şeyler yaptığınızı gözlemliyorsanız,- İstemediğiniz bir şeyi bile sadece diğerleri istiyor diye yapma eğiliminiz varsa,- Kendi başınıza karar vermekte ve uygulamakta çok zorlanıyorsanız,- Hayır demek sizin için korkunç bir şeyse,- Kendi değerinizi bilemiyor ya da bunu belirlemekte zorlanıyorsanız,- Diğerlerinin ihtiyaçları ve talepleri için kendinizi geri planda tuttuğunuzu fark ediyorsanız,Eğer bunları ve buna benzer özellikleri kendinizde gözlemliyorsanız onay alma ihtiyacınızın çok olduğunu düşünebilirsiniz.Bu gibi durumlar zaman içerisinde sizi duygusal olarak zorlamaya, kaygı bozukluğu ve depresif belirtilerin artmasına neden olabilmektedir. Bu gibi durumlarda bir uzmandan destek almak, kendi öz benliğinizi keşfetmek, kendi değer mekanizmasını oluşturmak ve bağımsız hareket etmeyi kolaylaştırmada yardımcı olacaktır.Dışarı çıktığımızda, yeni bir şey giydiğimizde, konuşurken, yeni bir şey öğrendiğimizde insanların gözünün içine bakarız. Fark edilmeyi, takdir görmeyi, insanların gözlerinin içinin parlamasını bekleriz. “Harika görünüyorsun bugün”, “üzerindeki ne kadar yakışmış”, “Harika bir iş çıkarmışsın, bravo”…..Bu tarz cümleler duyduğumuzda günümüz çok güzel geçer, kendimizle gurur duyarız, özgüvenimiz artar. Değişimlerin, gelişimlerin, en önemlisi de birey olarak fark edilmenin hazzını yaşarız. Bizi takdir eden, beğenen insanlara karşı daha az sorgulayıcı ve daha fazla güven duyma eğiliminde oluruz.Onay alma ihtiyacı yaşayan bireyler, fark edilmesini istedikleri durumlar ve konular karşısında“iyi olmuş”, “hoş duruyor”, “güzel”gibi ifadeleri onay ya da iltifat olarak alamaz, geçiştirme cümleleri olarak görme eğilimindedirler. Bunun nedeni başkalarının düşüncelerine olması gerekenden fazla değer verirler ve onay cümleleri coşkulu değil ise beklentilerini karşılamaz ve “kötü” ve “eleştiri” olarak değerlendirilir. Bunun karşılığı olarak karşısındaki darılma, alınganlık, kabuğuna çekilme, yoğun öfke, pasif agresif davranışlar ve saldırganlık görülebilir.Onay almaya gerektiğinden fazla ihtiyaç duyan bireylerde ise kaçınma davranışı denilen davranış örüntülerine rastlanmaktadır; aşırı yemek yeme ve abur cubur tüketimi, alışveriş bağımlılığı, alkol- madde- sigara tüketimi, öfke patlamaları gibi dürtüsel davranışlar gözlemlenmektedir. Bazı insanlarda ise başka yansımaları görülmektedir; mükemmeliyetçilik geliştirme, yapabileceğinden fazla sorumluluk alma, aşırı vericilik ve fedakarlık, hayır diyememek, sosyal medyayı aktif olarak kullanmak ve içinden geldiği gibi değil beğeni ve popülerlik analizi yaparak paylaşımlarda ve takiplerde bulunmak….Onay alma ihtiyacı her bireyin duygusal ihtiyacıdır, ancak bazı insanları bu konuda daha hassas ve duyarlı olmasının nedeni öğrenilmiş duyguları ve kendisi hakkında sorgulamadığı düşünceleridir. Çocukluk döneminde önce anne- babadan, okul dönemi başladıktan sonra ise öğretmenden gelecek onaylar, iltifatlar, takdirler özgüvenin gelişmesinin temelini oluşturur. Çocukluk ve okul dönemindeki bu kaynaklardan sevgi, şefkat, onay ve kabul görmeyen bireyler yetişkinlikte bu konuda daha hassas olabiliyorlar. Yaptıkları hatalardan sonra, bazen nedenlerin bile bilmeden ceza alanlar, terk edilmekle, sevilmemekle tehdit edilen çocukların yaşadıkları utanç ve korku duyguları; başarısızlık, beğenilmemek, değersizlik, beceriksizlik ve aptal olmak gibi düşüncelerin oluşmasına neden oluyorlar. Yetişkinlikte kaygı bozuklukları, depresyon, umutsuzluk, mutsuzluk, korku, boşlukta gibi hissetme, hiçlik duygusu, mükemmeliyetçilik, bağımlılık ve yoksunluk belirtilerini sıkça yaşıyorlar. Özgüven eksikliği, içe kapanıklık yaşayabilir ya da tam tersi olarak aşırı özgüvenli olma, bağımsız ve dürtüsel davranışlarda bulunabilirler.Kısaca;onay ihtiyacı her yaştan bireyin ihtiyacı ve temel motivasyon kaynaklarından biridir. Çocukluk döneminde bu ihtiyaç yeteri kadar karşılanmazsa yetişkinlik döneminde bireyler kendin değerli hissedemez, eleştiriye tahammül etmekte zorlanırlar. Çünkü çocukluktaki onay, sevgi ve kabul çocuğun var olduğunu hissetmesine yardımcı olur, bunu hissetmeyi bilmeyen bireyler başkalarından gelecek onaya karşı daha duyarlı ve hassas olurlar. Temeli çocuklukta atılan bu sorunun çözümü için en doğru yöntem psikoterapidir. Yaşanılan korku, kaygı, depresyon gibi belirtilerin üstesinden bir şekilde gelinse bile sorunun kökeni değişmediği için başka belirtiler ortaya çıkması olasıdır. Sorunun kökenine inmek ve bireye uygun yöntemlerle psikoterapidoğru ve sağlıklı çözüm yolu olmaktadır.Onay bağımlılığı, bireylerin kendilerini değerli hissetmek için sürekli olarak başkalarının onayını ve kabulünü arama eğiliminde oldukları bir durumu ifade eder. Bu durum, genellikle kişinin özgüven eksikliği, düşük benlik saygısı ve diğer kişisel güvensizliklerle bağlantılıdır.Psikolojik bağlamda, onay bağımlılığı, bireyin kararlarını, hislerini ve davranışlarını başkalarının beklentileri ve standartlarına göre şekillendirme eğilimi göstermesi nedeniyle önem taşır.Onay Bağımlılığının Psikolojik Bağlamda ÖnemiKişilik Gelişimi Üzerine Etkileri:Onay bağımlılığı, bireyin kendine has kimliğini geliştirme sürecini olumsuz etkileyebilir. Sürekli dış onaya ihtiyaç duyan kişiler, kendi gerçek benliklerini keşfetme ve ifade etme fırsatlarını kaçırabilir.İlişkilerde Dengesizlik:Bu tür bir bağımlılık, kişisel ilişkilerde sağlıksız dinamiklere yol açabilir. Birey, ilişkilerde sürekli onay aradığı için karşısındaki insanların gerçek duygu ve düşüncelerinden çok onların beklentilerine göre hareket etme eğiliminde olabilir.Duygusal Sağlık Sorunları:Onay bağımlılığı, anksiyete ve depresyon gibi duygusal sağlık sorunları ile yakından ilişkilidir. Kişinin kendini sürekli yetersiz hissetmesi, sürekli eleştiriye açık olması ve reddedilme korkusu yaşaması, psikolojik stresin artmasına neden olabilir.Başarı ve Başarısızlık Algısı:Onay bağımlıları genellikle başarılarını ve başarısızlıklarını başkalarının tepkileri üzerinden değerlendirir. Bu, kişinin kendi başarılarını tanıma ve içsel motivasyon geliştirme yeteneğini sınırlar.Mücadele ve Müdahale YollarıOnay bağımlılığı ile mücadele etmek, bireyin daha bağımsız ve özgür kararlar almasını, kendi değerlerini ve hedeflerini belirlemesini sağlayabilir. Bireysel veya grup terapisi, özgüven inşa etme teknikleri, ve mindfulness gibi stratejiler, bu bağımlılığı aşmada etkili olabilir. Terapi süreçleri, bireyin neden sürekli dış onay aradığını anlamasına ve daha sağlıklı öz-değerlendirme yolları geliştirmesine yardımcı olur.Onay Bağımlılığının BelirtileriOnay bağımlılığı, kişilerin sürekli olarak başkalarının onayını ve takdirini aradığı, bu durumun kişisel kararları ve özgüvenleri üzerinde derin etkiler bıraktığı bir psikolojik eğilimdir. İşte onay bağımlılığı yaşayan bireylerde görülen tipik belirtiler ve davranışlar:1. Karar Verme GüçlüğüOnay bağımlıları, kendi başlarına karar verme konusunda sıklıkla zorlanır. Bu kişiler, kararlarını almadan önce genellikle bir veya daha fazla kişiden onay veya rehberlik ararlar. Kendi seçimlerine güvenmek yerine, başkalarının fikirlerine ve yargılarına güvenme eğilimindedirler.2. Aşırı UyumlulukBaşkalarının beklentilerini karşılamak için kendi ihtiyaçlarını ve arzularını göz ardı etme eğilimi gösterirler. Bu, kişisel sınırların zayıflamasına ve başkalarını memnun etme çabasının kişisel mutluluğun önüne geçmesine yol açabilir.3. Sürekli Onay ve Takdir ArayışıOnay bağımlıları, yaptıkları işlerde veya sosyal etkileşimlerde sürekli olarak onay ve takdir ararlar. Başkalarından gelen olumlu geri bildirimlere aşırı bağımlıdırlar ve bu geri bildirimler olmadığında kendilerini değersiz hissedebilirler.4. Eleştiriye Aşırı DuyarlılıkOlumsuz geri bildirim veya eleştiri, onay bağımlıları için aşırı stres ve kaygıya neden olabilir. Eleştirildiklerinde aşırı savunmacı davranabilir veya derin üzüntü yaşayabilirler.5. Kendine GüvensizlikOnay bağımlıları, kendi yetenekleri ve değerleri hakkında sürekli şüphe duyarlar. Kendi başarılarını küçümseme veya başarıları başkalarına atfetme eğilimindedirler.6. Sosyal Durumlarda Aşırı EndişeSosyal etkileşimler, onay bağımlıları için stres kaynağı olabilir çünkü sürekli olarak başkalarının onları nasıl gördüğünü ve onaylayıp onaylamadıklarını düşünürler. Bu da sosyal kaygıya ve hatta sosyal izolasyona yol açabilir.7. Bağımlılık Yaratan İlişkilerOnay bağımlılığı, ilişkilerde bağımlılık yaratabilir. Birey, ilişkideki diğer kişi tarafından sürekli onaylanma ihtiyacı duyar, bu da sağlıksız ve dengesiz ilişki dinamiklerine yol açabilir.Bu belirtiler, onay bağımlılığının sadece kişisel düzeyde değil, ilişkisel ve sosyal düzeyde de ciddi etkilere sahip olduğunu gösterir. Eğer bu belirtiler günlük yaşamınızı etkiliyorsa, profesyonel bir psikolojik destek almak önemli olabilir.Onay Bağımlılığının EtkileriOnay bağımlılığı, bir kişinin kişisel, sosyal ve profesyonel yaşamını birçok açıdan olumsuz etkileyebilir. Bu durum, bireyin özgüvenini zayıflatarak, sağlıklı ilişkiler kurmasını engelleyebilir ve kariyer gelişimini olumsuz yönde etkileyebilir. İşte onay bağımlılığının etkilerine dair detaylı bir inceleme:Kişisel Yaşam Üzerindeki EtkileriDüşük Özsaygı ve Özgüven:Sürekli dış onaya ihtiyaç duymak, bireyin kendi yeteneklerine ve değerine olan inancını zayıflatabilir. Kendi kararlarına güvenmeme ve kendini sürekli sorgulama, düşük özsaygıya yol açabilir.Kararsızlık:Onay bağımlılığı olan kişiler, önemli kararlar alırken sürekli başkalarının görüşlerine başvurma ihtiyacı hisseder. Bu durum, kişisel karar alma yeteneğini sınırlar ve bireyin bağımsız hareket etme kapasitesini azaltır.Duygusal Bağımlılık:Başkalarının onayını alamadıklarında kendilerini kötü hissetme eğilimi, duygusal olarak başkalarına bağımlı hale gelmelerine neden olabilir. Bu, duygusal olarak kırılgan ve dengesiz bir yapıya yol açabilir.Sosyal Yaşam Üzerindeki Etkileriİlişkilerde Sağlıksız Dinamikler:Onay bağımlısı bireyler, ilişkilerinde sıklıkla fazla uyum sağlayıcı ve itaatkar olabilir. Bu, dengesiz ve tek taraflı ilişkilere sebep olabilir.Sosyal İzolasyon:Sürekli olarak başkalarının onayını arama ve eleştiriye aşırı duyarlılık, sosyal çevrelerinden çekilmeye ve izolasyona yol açabilir.Manipülasyona Açıklık:Sürekli onay arayışı, bu bireyleri manipülatif insanların hedefi haline getirebilir. Bu durum, kişinin duygusal ve sosyal açıdan sömürülmesine neden olabilir.Profesyonel Yaşam Üzerindeki EtkileriKariyer Gelişiminde Engeller:Onay bağımlısı kişiler, risk almaktan kaçınabilir ve yalnızca güvende hissettikleri alanlarda çalışmayı tercih edebilir. Bu, profesyonel gelişimlerini ve kariyerlerinde ilerlemelerini sınırlayabilir.Yaratıcılık ve İnovasyon Eksikliği:Başkalarının beğenisini ve onayını kazanma çabası, kişinin yaratıcı düşüncelerini ve yenilikçi fikirlerini ifade etmesini engelleyebilir.Liderlik ve Sorumluluk Almada Güçlük:Onay bağımlılığı olan kişiler, genellikle liderlik pozisyonlarında başarısız olabilirler çünkü bu tür roller, bağımsız karar verme ve eleştirilere açık olma gerektirir.Onay bağımlılığının etkileri kişisel gelişimi ciddi şekilde sınırlayabilir ve bireyin tam potansiyelini ortaya koymasını engelleyebilir. Bu nedenle, onay bağımlılığı belirtileri gösteren bireylerin profesyonel psikolojik destek alması önemlidir. Terapi ve özgelişim çalışmaları, bu bağımlılığı aşmalarına ve daha sağlıklı, bağımsız bir yaşam sürmelerine yardımcı olabilir.Onay Bağımlılığı ile Başa Çıkma YöntemleriOnay bağımlılığı, bireyin kendi değerini sürekli olarak başkalarının onayına bağlı olarak değerlendirmesi durumunu ifade eder. Bu durum uzun vadede özgüven problemleri ve kişisel gelişim engelleri yaratabilir. Onay bağımlılığı ile başa çıkmanın yolları, bireysel terapi, grup terapisi, kendine yardım teknikleri ve düzenli psikolojik danışmanlık içerebilir. İşte bu süreçte kullanılabilecek bazı yöntemler:1. Psikolojik Danışmanlık ve Terapi Seçenekleri:Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT):Bireyin düşünce kalıplarını ve bu düşüncelerin davranışlar üzerindeki etkilerini inceleyerek, olumsuz ve gerçek dışı düşünceleri sorgulamayı ve değiştirmeyi amaçlar. BDT, onay bağımlılığı ile başa çıkmada etkili olabilir çünkü kişinin kendine yönelik olumsuz düşüncelerini değiştirerek özsaygısını güçlendirmeye yardımcı olur.Psikodinamik Terapi:Bireyin geçmiş deneyimlerini ve bu deneyimlerin şimdiki duygu ve davranışlarını nasıl etkilediğini anlamaya çalışır. Bu terapi, onay bağımlılığının altında yatan nedenleri keşfetmeye yardımcı olabilir.Grup Terapisi:Benzer sorunlar yaşayan diğer bireylerle yapılan grup terapisi, katılımcılara destek sağlar ve başkalarının deneyimlerinden öğrenme fırsatı sunar.2. Kendine Yardım Teknikleri:Öz-şefkat Pratikleri:Kendine karşı nazik olmayı ve kendi hatalarını kabul etmeyi içeren pratikler. Mindfulness meditasyonu ve günlük tutma, bireyin kendine olan bakış açısını dengeli bir hale getirmeye yardımcı olabilir.Sınırlar Koyma:Kendi ihtiyaç ve değerlerini belirlemek ve bunlara saygı göstermek önemlidir. Hayır demeyi öğrenmek ve kişisel sınırları korumak, başkalarından sürekli onay arama ihtiyacını azaltabilir.Olumlamalar:Kendini olumlayıcı ifadeler kullanmak, özsaygıyı ve içsel gücü artırabilir. Olumlamalar, bireyin kendine olan inancını güçlendirerek, başkalarından onay alma ihtiyacını azaltmaya yardımcı olur.3. Eğitim ve Farkındalık Artırma:Eğitici Kitaplar ve Çalışmalar:Onay bağımlılığı ve özsaygı üzerine yazılmış kitaplar, bireye kendi durumunu daha iyi anlama ve başa çıkma stratejileri geliştirme konusunda yardımcı olabilir.Atölye ve Seminerler:Özsaygı, özgüven ve onay bağımlılığı üzerine düzenlenen atölye ve seminerler, bireylerin bu konularda bilgi edinmelerini ve deneyim paylaşımında bulunmalarını sağlar.Onay bağımlılığı ile başa çıkmak, sürekli bir öz farkındalık ve kişisel gelişim çabası gerektirir. Profesyonel yardım almak ve kendine yönelik çalışmalar yapmak, bu süreçte bireye büyük destek sağlayabilir.Başkalarından Onay AlmaBaşkalarından onay alma, bir bireyin kendi değerini, başkalarının onayı ve kabulüne bağlı olarak algıladığı, kendine güven ve özsaygı eksikliğinden kaynaklanan bir davranıştır. Bu durum, kişisel kararlar ve duygusal durum üzerinde yoğun bir etkiye sahip olabilir.Onay Bağımlılığı BelirtileriOnay bağımlılığının belirtileri arasında aşırı uyumluluk, karar vermede zorlanma, sürekli onay ve takdir arayışı, eleştiriye aşırı duyarlılık, düşük özsaygı ve sosyal çekingenlik yer alır. Bu belirtiler, kişisel, sosyal ve profesyonel yaşamı olumsuz etkileyebilir.Onay Bağımlılığı TedavisiOnay bağımlılığı tedavisi, Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT), Psikodinamik Terapi, ve grup terapisi gibi psikoterapi yöntemleri ile gerçekleştirilebilir. Bu terapiler, bireyin kendi içsel değerini keşfetmesine, sağlıklı özsaygı geliştirmesine ve başkalarının onayına olan bağımlılığını azaltmasına yardımcı olur. kaynak : artipsikoloji.comDevamını oku
Yayınlanma: 19.01.2025 15:44
Son Güncelleme: 19.01.2025 15:44
Hayat bazen hiç beklemediğimiz ya da istemediğimiz şekillerde bizi şaşırtabiliyor. İster bir kayıp ister travmatik bir deneyim ya da hayatımızda ani ve büyük bir değişim olsun, böyle olaylar bizi derinden sarsabiliyor. Öyle ki yaşadıklarımızın ağırlığıyla ne yapacağımızı bilemez hale gelebiliriz. Fakat her şeye rağmen hayata devam etmek, olanları unutmak ya da yok saymak anlamına gelmemeli. Aksine, hayata devam etme dürtüsü olaylarla başa çıkmayı öğrenmek ve yeniden bir anlam bulma çabasını içerir. Bu süreç kolay olmayabilir ama sabırla ve doğru adımlarla yeniden bir denge kurulabilir.İlk adım,hissettiklerinizi kabul etmek ve onlarla yüzleşmektir. Çoğu zaman insanlar hislerini bastırmaya ya da görmezden gelmeye çalışır, çünkü bunun acıyı hafifleteceğini düşünürler. Ama duygu bastırımı genelde işleri daha da karmaşık hale getirir. Kötü bir deneyimin ardından üzgün, kızgın, korkmuş vb. hissetmek tamamen normaldir ve bu duygularınızı kabul etmeniz gerekir. Duygularınızı bastırmak yerine kendinizi ifade etmenin yollarını aramalısınız. Bu bir defter tutmak, güvendiğiniz biriyle konuşmak ya da bir terapistten destek almak olabilir. Hissettiğiniz her şeyin geçerli olduğunu unutmayın ve her insanın iyileşme sürecinin farklı bir zamanı olduğunu kendinize hatırlatın.Böyle zamanlardadestek almakhayat kurtarıcı olabilir. İçine kapanmak başlangıçta rahatlatıcı gibi görünse de izalasyon genelde acıyı daha da büyütür. Ailenizden, arkadaşlarınızdan ya da bir destek grubundan yardım istemekten çekinmeyin. Eğer yakın çevrenize açılmak zor geliyorsa, bir profesyonelden yardım almak size güvenli bir alan sunabilir. Bazen birinin sadece dinliyor olması bile üzerinizdeki yükü hafifletecektir.Kendinize karşı nazik olmayıda unutmayın. Zor zamanlarda çoğumuz kendimizi suçlama ya da "daha güçlü olmalıydım" gibi düşüncelerle kendimize işkence etme eğiliminde oluruz. Ama bunu yapmak sadece yükünüzü artırır. Kendinize bir arkadaşınıza göstereceğiniz şefkati göstermeyi deneyin. İyileşmenin zaman alacağını kabul edin ve attığınız her küçük adımı takdir edin. Unutmayın, bu süreçte "doğru" ya da "yanlış" bir yol yok; önemli olan kendinize karşı sabırlı olmanız.Yeniden bir hayat kurmak,bir rutine geri dönmeklebaşlayabilir. Büyük olaylardan sonra hayatın kaotik bir şekilde kontrolünüzden çıktığını hissedebilirsiniz. Günlük bir düzen oluşturmak, küçük de olsa bir kontrol duygusu sağlar. Örneğin, her sabah aynı saatte kalkmaya çalışabilir, düzenli yemek yemeyi alışkanlık haline getirebilir ya da kendinize küçük bir bakım rutini oluşturabilirsiniz. Zamanla, eskiden size keyif veren aktiviteleri hayatınıza geri katmaya başlayabilirsiniz; bu bir hobiniz, işiniz ya da sevdiklerinizle vakit geçirmek olabilir.Fiziksel sağlığınıza dikkat etmekde bu süreçte sizi daha dayanıklı kılar. Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur lafı boşa söylenmiş bir söz değildir. Düzenli uyku hem duygusal hem de fiziksel olarak toparlanmanız için çok önemlidir. Hafif de olsa bir fiziksel aktivite, örneğin yürüyüşe çıkmak ya da yoga yapmak, stresinizi azaltabilir ve ruh halinizi iyileştirebilir. Ayrıca dengeli beslenmek ve yeterince su içmek gibi küçük ama etkili adımlar, vücudunuza gereken özeni gösterdiğinizin bir işareti olacaktır.Zamanla, pek çok insan en zor deneyimlerinden bile biranlam çıkarabilir. Bu, yaşadıklarınızın “olması gerektiği” anlamına gelmez, ama yaşananlardan ne öğrenebileceğinize ve hayatınıza nasıl bir bakış açısı katabileceğinize odaklanabilirsiniz. Örneğin, bu süreçten kendinizi tanıma, güçlü yanlarınızı keşfetme gibi çıkarımlar yapabilirsiniz. Bazıları için iyileşmenin bir yolu da başkalarına yardım etmektir. Gönüllü olmak, başkalarına destek sunmak ya da sadece nazik ve şefkatli davranmak hem diğerlerine hem de kendinize umut verebilir.Son olarak,iyileşme sürecinde sabırlı olmanız gerektiğiniunutmayın. Bu yolculuk düz bir çizgi halinde ilerlemez; bazen kendinizi güçlü ve umut dolu hissederken, zaman zaman kayıp düşebilirsiniz. Bu tamamen normaldir. Kendinize yüklenmeden, her adımı bir ilerleme olarak görün. Küçük de olsa attığınız her adım, iyileşme yolunda önemlidir.Unutmayın, hayata devam etmek yaşananları yok saymak değil, aksine onları hayatınızın bir parçası olarak kabul edip yolunuza devam etmektir. Zamanla, destek alarak, kendinize şefkat göstererek ve kararlılıkla, hayata yeniden tutunabilir ve yeni fırsatlar keşfedebilirsiniz. Bu süreçte sabırlı olun; unutmayın, hikâyeniz daha bitmedi ve önünüzde umutla dolu sayfalar var.Bu Süreçte Yalnız Olmak Zorunda DeğilsinizHayatın zorluklarıyla başa çıkmak her zaman kolay değildir ve bazen bir uzman desteği hayatınızı değiştirebilir. Eğer siz de yaşadığınız zorluklar karşısında bir yol haritası arıyorsanız, online terapi hizmetlerimizle her zaman yanınızdayız.Terapimin İşe Yaradığını Nasıl Anlarım?Terapimin İşe Yaradığını Nasıl Anlarım?Terapiye giden pek çok insan bu tedavi yönteminin işe yarayıp yaramadığını sorgulamaktadır. Öncelikle terapi öncesindeki durumun ne yönde olduğunun belirlenmesi gerekmektedir. Hangi rahatsızlık mevcut ise belirtileri belirlenmekte ve bu belirtilerin ne durumda olduğuna bakılması gerekmektedir.Terapiye başladıktan bir süre sonra hastanı kendini ilk dönemde olduğu durum ile karşılaştırması gerekmektedir. Yaşadığı durumda hafifleme olup olmadığına bakması bir sonuç elde edilmesine yardımcı olmaktadır. Her bireyde iyileşme süreci ve süresi farklı olabileceğinden dolayı bu durum kişiden kişiye değişim göstermektedir.Aynı zamanda davranışlarda değişim yaşanıp yaşanmadığının kontrol edilmesi gerekmektedir. Eğer bir değişim yaşanmış ise bu değişimin ne yönde olduğuna bakılması ile birlikte sonuç elde edilmektedir.Terapinin işe yaradığını gösteren durumlardan biri ise kişinin kendisine dair farkındalığının ve iç görüsünün artmaya başlamasıdır. Bu durumda kişinin davranışlarında, belirtilerinde azalmalar gözlemlenebilmektedir. Bir diğer yol ise duygular ile kurulan ilişkiye bakmaktır.Birterapinin amacıkişinin çok mutlu hissetmesini sağlamak değildir. Terapi esnasında kişinin kaçındığı duygular, insanlar veya konular ortaya çıkarılmaktadır. Bu durumda kişi kendini kaçındığı şeyleri konuşurken bulabilmektedir. Böylelikle kaçındığı durumları keşfetmesi sağlanmaktadır. Üstü örtülen ve görmezden gelinen konular bazen kişinin zorlanmasına yol açabilmektedir. Fakat bazen daha iyi hissedebilmek için kaçınılan durumlar ile yüzleşmek gerekebilmektedir.Psikolog Gerçekte İşe Yarıyor mu?‘’Psikolog Gerçekte İşe Yarıyor mu?’’sorusu birçok kişinin merak ettiği konular arasında yer almaktadır. Psikolog tarafından alınan terapinin pek çok faydası bulunmaktadır. Öncelikle psikolog ile şimdiye kadar konuşulamayan, anlatılamayan durumlar konuşulabilmektedir. Kişiye konuşma fırsatı tanınmaktadır. Bunun yanı sıra terapi esnasında konuşulan ve acı veren durumlar, konuşulabilir hale getirildiğinden dolayı acının hafiflemesine yardım etmektedir. Kişinin içine kapanarak acılarını saklamasının önüne geçilmektedir. Bu durum daha konuşulabilir bir hale getirilerek paylaşılmasına olanak sağlanmaktadır.Psikolog ile gerçekleştirilen terapi seanslarında olumsuzlukların yükünün nasıl üstlenileceği öğrenilmektedir. Ayrıca psikolog tarafından kişiye duygularını nasıl kontrol altına alacağı öğretilmektedir. Yaşanan olaylara daha mantıksal açıdan yaklaşmasına olanak sağlanmaktadır.Psikolojik Terapi Ne İşe Yarar?Psikolojik Terapi Ne İşe Yarar?Öncelikle ruhsal ve duygusal sorunların çözülebilmesi, psikolojik dengenin korunması amacıyla uygulanmaktadır. Psikolojik dengenin korunmasının yanı sıra geliştirilmesine de yardım sağlamaktadır. Ruhsal bir destek süreci olarak da bilinmektedir. Burada psikolojik anlamda sorun yaşayan kişiler ile etkileşim ve iletişim kurulmaktadır.Terapinin faydalarıise şu şekilde sıralanabilmektedir:Her türlü zorluk karşısında ayakta durabilme gücüGelişim sürecini etkileyen davranışları değiştirmeİletişim ve sosyal ilişkilerin daha iyi hale getirilmesiGeleceğe yönelik hedefler oluşturulmasıSorun çözme yeteneğinin gelişmesiKişinin kendine dair olan olumsuz düşüncelerini fark etmesiKorku, öfke, yas gibi olumsuz duygular ile güçlü bir şekilde baş edebilmeMental sağlık sorunlarının ortaya çıkardığı etkiler ile baş edebilmeBunun gibi pek çok durum terapi esnasında konuşulmaktadır. Bireyin kendi içerisinde var olan gücün ve enerjinin olumlu bir anlamda dışarı çıkması ve olumsuz durumlar karşısında güç kazanması sağlanmaktadır.Psikoterapi ile İyileşme Nasıl Olur?İyileşme süreci her hastada farklı şekillerde kendini gösterebilmektedir. Bazı hastalarda kısa sürede iyileşme sağlanabilirken bazılarında ise uzun sürebilmektedir. Genelde ortalama 3 ay sonra iyileşme belirtileri gözlemlenmeye başlamaktadır. Aynı zamanda hastaya uygulanan tedavi yöntemlerine bağlı olarak da süreçte değişimler meydana gelebilmektedir. Terapilerin sonucunda ise hastaların kendilerini daha iyi hissetmesi ve hayat kalitesinin artırılması hedeflenmektedir.Devamını oku
Yayınlanma: 27.12.2024 12:49
Son Güncelleme: 27.12.2024 12:49
Psikoterapistler tamamen suskundur.Psikoterapilerde genelde terapisttin suskun olduğu danışmaya gelenin sürekli konuştuğu bir ortam beklenir. Belki ilk seanslarda bu böyle olabilir ama ilerleyen süreçte hem seans içinde hem seanslar ilerledikçe terapistinizde en az sizin kadar seansta söz alır. Hatta terapisttin en önemli görevlerinden biri seans sırasında zaman yönetimidir. İstisnalar olmakla beraber konuşma açısında seansın ilk dakikaları danışana, orta kısımları beraber ve son kısmı ise terapiste aittir.Psikoterapilerde yol almak için üstü örtülmüş anılarla ilgili duygusal boşalımlar gerekir.Şüphesiz bazı anılar duygusal boşalmalara neden olabilir, bunlar seans içinde yaşanması önemlidir ama ilerleme için zorunlu değildir. Fakat bu duygular neyin canınızı acıttığı, sizin için önemli olan meselenin ne olduğu hakkında terapiste önemli bilgiler verir.Psikoterapistler akıl okur.Terapistler -akıldan geçenleri- gündelik olaylarda insanların (akılların) birbiri ile iletişimde araç olan “dil” üzerinden ve beden duruşu, jest ve mimikler gibi aracı argümanlarla alırlar. Fakat gözünüze bakıp fikrinizi bilemezler. Akıldan geçene dil ile ulaşılır.Psİkoterapiler sonsuza kadar devam eder.Birçok farklı psikoterapi yöntemi vardır. Kısa süreli, uzun süreli olanlar var. Terapistinizle olan güven ilişkiniz ömür boyu sürebilir fakat ömür boyu süren bir psikoterapi yoktur. Psikoterapiye gelen kişinin sorunları birbirinden farklıdır. Farklı sorunlar farklı çözüm süreleri gerektirebilir. Ayrıca farklı psikoterapi yaklaşımlarının süreleri de birbirinden farklı olabilir.Psikoterapistler cinsel tercihinizi değişmenizle ilgilenir.Terapiye gelenin cinsel tercihi, cinsel yönelimi kendini bağlar. Ne ile mutlu ise onunla kalır terapiye gelen. Psikoterapistin bu ön kabulü psikoterapist danışan ilişkisinde en önemli noktadır.Psikoterapilerde divana yatıp, serbest çağrışım yapılması zorunludur.Daha önce de söylediğim gibi birçok farklı psikoterapi yöntemi vardır. Her psikoterapi yönteminin kendine has kuramı ve teknikleri vardır. Size uygun olan herhangi psikoterapi yöntemi divana uzanmadan da yapılabilir.Psikoterapistler hayatlarında hiç problem yaşamazlar.Bir psikoterapi kongresinde konuşmacılardan birinin psikoterapiyi şu şekilde tanımladığını anımsıyorum: “Psikoterapi, acısı daha az olanın psikoterapist olduğu ilişkidir.Psikoterapistler sizi “değişim” için zorlarlar.Değişime gönüllü olmak, kendi arzuladıklarınız için değişmek hedeftir. Her psikoterapinin amacı vardır. Terapiye gelenin hayatında arzuladığı, sürekliliği ve nitelikleri olan davranış ve tutumların artırılması terapinin gideceği yönü belirler.Psikoterapi sizi başka birine dönüştürür.Sürekli aynı stratejinin verdiği kazanımlardan vazgeçmek (örneğin hayır diyemeyen birini düşünün), otomatik pilottan çıkıp farkındalıkla hareket etmek yorucu olabilir. Değişmiş hissi verebilir. Etrafınızdakiler size “sana bu aklı kim veriyor” diyebilir. Fakat sizi terapiye getiren tamda bu değil midir?Artık eski kullandığınız yoldan, yöntemden giden “siz” yorulduğunuz için davranışlarınızı değiştirme kararı alıp gelmediniz mi terapiye? Değişen “siz” değil, davranışlarınız ve bunlardan yararlanan “sizi” yoran çevrenizin bundan rahatsızlığı olacak… Tüm bunlara bakan değişim isteyen “siz” bazı verimsiz davranışlarını değiştirerek aynı kalacak. Psikoterapinin amacı, terapiye gelenin psikoterapistin olmasını istediği kişi olması değildir. Psikoterapi insanların gönüllerinde yatan olmak istedikleri kişi olmalarına yardımcı olur.Psikoterapistler ilaç yazabilirler.Psikiyatrist, tip fakültesinden sonra 4 yıl uzmanlık eğitimi alır, hastalıkların biyolojik nedenleri ve ilaç tedavileri konusunda yetkin olurlar, sadece psikiyatristler psikiyatri ilaçları yazabilirler (antidepresan, uyku ilacı vs). Psikolog arkadaşlarımız ise üniversitelerin Fen- Edebiyat fakültelerinde 4 yıllık “Psikoloji” eğitimini tamamlamıştır, bunun üzerine klinik psikoloji alanında 2 yıllık yüksek lisans eğitimini tamamlayan psikologlar “Klinik Psikolog” ünvanı alırlar. Genelde psikiyatristler için ilaç yazar, psikolog terapi yapar şeklinde bir algı var ama işin asli psikoterapi: kişinin (hem psikolog hem psikiyatr için) kendi maddi ve manevi çabası ile öğrenmesi hayat boyu süren terapistin kendisinin de terapiden geçtiği bir süreçte öğrenilir. Ruhsal hastalıklara yönelik ilaç yazabilme yetkisi sadece psikiyatrlara verilmiştir. Gittiğiniz psikoterapist psikiyatr değilse size ilaç öneremez, başlayamaz, devam ettiğiniz ilacınızı kesemez. Psikoterapiye çok büyük derdi olanlar gider.Ülkemizde belki en çok yanlış olan ama doğru bildiğimiz durumlardan biri budur. Psikolojik terapi desteği kişinin kendi çıkmazlarını, zorlayıcı yaşam olaylarını anlamak ve keşfetmek isteyen üstüne güçlü taraflarını da fark ederek onları daha da destekleyebildiği bir alandır. Süreç illa büyük bir yaşam kriziyle başlamak zorunda değildir. Psikologlar akıl veren, öğreten, yol yordam gösteren kişilerdir.Uzman Psikologlar ya da Klinik Psikologlar akıl ve öğüt vermezler. Öğretici değillerdir. Kişinin paylaşmaya gönüllü olduğu yaşam hikayesini anlamlandırmaya, yargılamadan dinlemeye ve bu anlatıları saklamakla sorumlu olan profesyonellerdir. Elbette uyguladıkları terapi yöntemi ışığında danışanlarının anlattıklarını dinlerler ve bireyin ana ihtiyacını duymaya çalışarak güven ilişkisi geliştirdikten sonra gerekli müdahale yöntemlerini uygulayan kişilerdir. Terapide sadece dert anlatılır.Elbette bu doğru değildir. Kişi ona zor gelen duygularını anlatabildiği gibi ona iyi gelen tüm duygularını seans odasına getirebilir.Terapide psikoloğa kişisel soru sorulmaz. Sorulursa bu bir hatadır.Sorulabilir. Kişilerin terapistlerinin hayatlarını ve kişisel deneyimlerini merak etmeleri nor-maldir. Fakat terapist kişisel sorulara cevap vermemelidir. Meraka neden olan düşünceleri araştırmalıdır. Zira bu seans danışana ait olan bir seanstır ve terapist kendi meselelerini orada konuşmaz.Psikologlar tüm sorunlarını aşmış kişilerdir ya da yaşadıkları sorunla hızlıca baş ederler.Geçenlerde bir mağazada alışveriş yaparken bir mağaza çalışanının bir sohbetine denk gel-dim. “Bir psikolog terapiye gidiyorsa ben o psikoloğa gitmem. Daha kendine psikolog olamayan bana mı olacak.” diyordu. İşte bu gibi cümleleri maalesef çok fazla duyuyoruz. Psiko-loglar kendi meselelerini aşmış kişiler değildir. Kendi meselesine yakından bakabilme cesareti göstermek durumunda olan kişilerdir. Birinin kendi meselesine bakabilmesi içinde başka bir açıdan ona bakan profesyonel bir göze ihtiyacı vardır. Etik çalışmaya çabalayan Uzman Psikologlar, Klinik Psikologlar kendi terapi süreçlerinden geçmiş ve hatta geçmeye devam eden kişilerdir. Terapiye gidince bir daha asla aynı şeyleri yaşamam. Yaşıyorsan terapi işe yaramamış demektir.Bunun garantili bir sonucu yoktur. Hatta aynı durumların tekrar yaşandığını sıklıkla gözlemleriz. Terapi aynı şeyleri br daha hiç yaşamayın diye değil yaşadığınızda kendinizi korumayı önceliklendirebileceğiniz başa çıkma yöntemlerini geliştirmenizi destekleyen ve geliştiren bir yerdir. Terapide psikolog dinlemekten başka bir şey yapmaz. Danışan sürekli konuşmak zorundadır.Psikolog dinlemenin ötesinde danışanı anlamaya, temel duygusal ihtiyaçlarını saptamaya ve kullandığı terapi yönteminin sahip olduğu müdehale yöntemleriyle danışanın ihtiyacını kendi kendine karşılayabilmesi için çalışmalar yapar. Süreç içinde danışan tüm süre boyunca sus-madan konuşmak zorunda değildir. Bazen sessizliklerde çok şey anlatmaktadır ya da anlatılanların dönüştürülmesi için içselleştirmek için kullanılan anları oluşturmaktadır.) Bir kere psikoloğa gitmiş kişi bir daha terapiye gitmez.Kişi yaşamı içinde çeşitli engebelerden, virajlardan geçer. Bu nedenle terapiye gitmiş kişi bir daha terapiye gitmez durumu doğru değildir. Yaşamının her alanında kişi terapiye gidebilir. KAYNAK: hakandelibas.com, psikonterapi.comDevamını oku
Yayınlanma: 27.12.2024 12:40
Son Güncelleme: 27.12.2024 12:40