1. Uzman
  2. Hidayet ÇALIŞKAN
  3. Blog Yazıları
  4. Kendimi çok çaresiz ve değersiz hissediyorum ne yapmalıyım?

Kendimi çok çaresiz ve değersiz hissediyorum ne yapmalıyım?

Kendinizi önemsiz, işe yaramaz ve hatta manasız mı hissediyorsunuz? Yaşama dair amaçsız, boş, çaresiz ve umutsuz musunuz? Yaşama sunacak değerli hiçbir şeyiniz olmadığına mı inanıyorsunuz? Öyleyse öz-değeriniz zedelenmiş olabilir.

Değersizlik, kişinin kendisini önemsiz veya amacı yokmuş gibi hissetmesine neden olabilecek bir duygudur ve duygusal sağlığında oldukça önemli olumsuz etkilere sebep olabilir.

Öz-değer ve Özsaygı

Öz-değer, kendimize ne kadar değer verdiğimize dair bir inançtır ve özsaygı ile çok yakından ilişkilidir. Çünkü özsaygı, kendimizi nasıl gördüğümüzün, nasıl algıladığımızın ve ne şekilde değerlendirdiğimizin hayatımıza yansımasıdır. Yani, içsel olarak değersiz hissediyorsanız, yalnızca özsaygınızı geliştirmek yeterli olamayacaktır.

Değersiz hissetmek

Öz-değerin zıttı değersizliktir. İş kaybı, boşanma veya maddi zorluklar gibi durumlar hızlı bir şekilde kişinin bunalımına neden olabilir. Bunlar gibi olumsuzlukları birbiri ardına yaşayanların, değersiz hissetmeleri ve hayatlarının herhangi bir anlamı olup olmadığını sorgulamaları muhtemeldir.

Değersiz hisseden kişi, yaşamın tümünü olumsuz görme eğilimdedir ve herhangi bir olumlu yön bulmakta zorlanabilir. Bu yüzden, iyileşme ihtimalinin olmadığına inanabilirler. Bu çarpıtılmış bir algısal durumdur ve depresyonkaygı-anksiyetestres, keder, kayıp ve yas gibi altta yatan koşullardan kaynaklanması da muhtemeldir.

Hepimiz yaşamlarımızın bir yerinde değersiz hissedebiliriz. Öte yandan, kişi ne kadar uzun süre değersizlik duygusuna maruz kalırsa, yardım almadan bu duyguyu kendi kendilerine aşmaları o kadar zor olabilir.

Değersizlik hissinin sebepleri ve sonuçları

Değersizlik hissini yenebilirsiniz. Ancak bunun için öncelikle, nereden kaynaklandığını bilmek önemlidir. Düşüncelerinize, hislerinize ve duygularınıza gerçekçi bir bakış esas sebebi ortaya çıkarabilir. Bu konuda size yardımcı olması için, değersiz hissetmenize sebep olabilecek bazı durumlar şöyledir;

1. Zihinsel Sağlık

Değersiz hissetmek, temel olarak depresyon ile ilişkilidir. Ancak bu duygular şizofreni, kaygı veya belirli kişilik bozukluklarında belirtiler olarak da görülebilir.

Çocuklarda değersizlik duygusunun güçlü olması, akran çatışmalarının, ihmalin veya istismarın göstergesi olabilir ve ciddiye alınmalıdır.

Değersizlik hissi, umutsuzluk, suçluluk, kalıcı üzüntü veya motivasyon kaybı gibi diğer duygularla da ilişkili olabilir. Pek çok depresif bozukluk, kişilerin yalnız hissetmelerine, yardım almanın ve sosyal etkileşimin manasız görünmesine neden olur. Sorun şu ki, bu bir kısır döngüdür. Bu duygular genellikle depresyonun artmasına sebep olur.

Özetle, depresyondan muzdarip kişiler ve çocukken ihmal/istismar edilmiş yetişkinlikler, sıklıkla değersizlik duygusunu taşımaktadır. Öte yandan, tam tersi şekilde, değersizlik hissi, depresyona ve ihmal/istismara açık olmaya da sebep olabilmektedir.

Değersizlik kendini farklı şekillerde gösterebilir:

  • Vücutta şiddetli ve donuk ağrılar,
  • Kendi hakkında olumsuz düşünceler,
  • Çok sık ağlamak, umutsuzluk
  • Sosyal anksiyete
  • Yaşam amacının kaybolması, yaşama olan ilginin azalması,
  • İntihar düşünceleri gibi.

Değersiz hisseden bir kişi:

  • İlişkilerden uzak durabilir,
  • Alkol, sigara veya uyuşturucu kullanabilir,
  • Duygusal ifadesinde azalma olabilir,
  • Olumsuz düşüncelerini sürekli dile getirebilir,
  • Sürekli uyuşuk ve uykulu hissedebilir,
  • Kişisel günlük bakımını göz ardı edebilir. (Duş almak, yemek yemek, kıyafetlerini yıkamak vb.)

Kişi bu semptomları, iki haftadan fazladır yaşıyorsa, bir klinik depresyon veya ilgili bir durumun bir göstergesi olabileceğinden, bir terapistten yardım istenmesi önerilir.

Değersiz hisseden kişi, depresyonda ise ve gerekli yardımı aramazsa, bu duygu ile intihara kadar sürüklenebilir. Seul Ulusal Üniversitesi'ndeki araştırmacılar tarafından yapılan bir çalışma, depresyona sebep olan değersizlik hissinin, yaşam boyu intihar girişimi ile güçlü bir ilişkiye sahip olduğu sonucuna varmıştır. Değersizlik, kişinin intihar düşüncelerini tetiklemesine veya başka acil krize neden olursa, derhal bir kriz yardım hattına başvurmak veya bir terapistten yardım istemek en doğrusudur.

2. Fiziksel Sağlık

Fiziksel olarak sağlıksızsanız, kendinizi değersiz hissetmeniz de olasıdır. Örneğin, yürüyememek, belirli yiyecekleri yiyememek veya bazı aktiviteler yapamamak gibi fiziksel sağlık bütünlüğünüzü kaybettiyseniz, bu değersiz hissetmenizde doğrudan rol oynayabilmektedir.

Öte yandan, değersizlik duygusu, olumsuz bir ruh haline sebep olabileceği gibi, fiziksel sağlığı da olumsuz etkileyebilir. Bunun nedeni, değersiz hisseden kişilerin, sağlıklarını korumama, sağlık hizmetlerini reddetme ve sigara, alkol, uyuşturucu kullanma vb., sağlığı olumsuz yönde etkileyen davranışlarda bulunmaya daha yatkın olmalarındandır.

3. Karşılaştırmalar

Hayatınızın bir döneminde ve/veya şu anda, aşırı derecede eleştiren, kritik eden, sizi başkalarıyla karşılaştıran kişilerin etrafındaysanız ya da bunu kendi kendinize yapıyorsanız, kendi değeriniz hakkındaki inançlarınız hızla azalabilir.

Çocukluğumuzdan itibaren, kim olduğumuz, kendimiz ve dünya hakkında düşüncelerimizi, duygularımızı ve inançlarımızı oluşturmaya başlarız. Çoğu zaman edindiğimiz bu kendi düşünce, inanç ve duygusal kalıplarımızı, başkalarından bize yansıyan duygu, düşünce ve yargılardan etkilenip oluştururuz. Bu aşamada, kendinize karşı sert ve aşırı derecede olumsuz bir benlik kavramı kurduysanız, hayattan istediğiniz şeyin peşinden giderken, size muhtemelen iyi hizmet etmiyordur. Bu “olumsuz benlik”, bakış açılarınızı, görünüşünüzü, kişiliğinizi ve/veya aklınızı diğer insanlarla kıyaslama tuzağına düşmenize neden olabilir.

Unutmayın ki, kendinizi başkalarıyla karşılaştırdığınız ve bu karşılaştırmalarda olumsuz hissettiğiniz sürece, kendinizi değersiz hissedersiniz. Bu duygularla baş etmek için, başkalarında görebileceğiniz mükemmelliğin, gerçek olmadığını anlamanız önemlidir. Sizin sahip ol(a)madığınızı düşündüğünüz çekici özelliklerinin altında, kusurlar her zaman mevcuttur. Herkesin kendinden şüpheleri ve kusurları vardır. Tıpkı, sizin gibi... Yaşınız ilerledikçe, tecrübeleriniz artıp karakterinizin bilgeliği ve gücü yerine geldikçe, başkalarına ve yaşamlarına dair daha gerçekçi bakış açıları edinebilir ve dolayısıyla değersizlik hissini de hafifletebilirsiniz.

4. Rol kaybı

Yaşamımızın farklı aşamalarında, çeşitli roller üstleniyoruz. Özel hayatımızda evlat, partner, eş, ebeveyn, dost, arkadaş vb. rollerimiz olur. Ayrıca, iş yaşamımızda da belirli kademe ve seviyelerde roller ediniriz. Bu rollerden biri veya birden fazlası beklenmedik şekilde sarsıldığında, değersiz hissetmeye başlamamız olasıdır.

Örneğin; boşandığımızda artık bir ‘eş’ değilizdir. Bu rol kaybedildiğinde, kendini yıkıcı şekilde bir duruma bakış açısı oluşturmak yaygın bir hatadır. Kendinize “Neden beni terk etti?”, “Neyi yeterince iyi yapmadım?” “Evliliğim neden başarısız oldu?”. Artık eş olmadığıma göre, ben kimim? gibi sorular ve kendinizi suçlayıcı benzer sorgulamalar öz-değeriniz üzerinde büyük olumsuz etkiler yaratabilir.

Bir rol kaybı, öz-değerimizi yitirmemize yol açabilecek bir durum olmasa da, ağır bir darbe olabilir. Öte yandan, üst üste gelebilecek birden fazla rol kaybı yaşanırsa, öz-değerimizi kayda değer ölçülerde zedeleyecektir.

Bu olumsuz rol kayıplarından minimum zararla kurtulmak için, tüm rollerinizin dışında kim olduğunuzu hatırlayıp anlamanız ve onaylamanız önemlidir. Bu rolün “siz”i ve varlığınızı tanımlamadığını unutmayın. Herhangi bir rolden önce de vardınız ve değerliydiniz, bundan sonra da var ve değerli olacaksınız. Gerçekte siz, sizsiniz. Varlığınız ve değeriniz ailenize veya sosyal statünüze bağlı değildir.

5. Eleştiri

Hayatınızın erken dönemlerinde çok miktarda eleştiriye maruz kalmışsanız, bazen değersizlik hissi bu geçmiş eleştirilerden kaynaklanır. Yıllar içinde artabilir, birikebilir, doğallaşabilir ve iyileşmesi zor bir özsaygı ve öz-değer sorununa dönüşebilir.

Hatta maruz kaldığınız eleştiriler kadar kendinizi eleştirir hale gelebilir ve kendinizi eleştirdiğiniz kadar/gibi başkalarını da eleştirdiğiniz bir olumsuzluk kısır döngüsüne hapsolabilirsiniz.

Aslında herkesin hatalar yaptığını anlamak ve sorunlarınıza sahip çıkmak yerine, toplumun veya yakın çevrenizin eleştirilerinden çekindiğiniz için, sorunlarınız hakkında yalan söyleyebilir, onları küçümseyebilir ya da hatalarınızı örtbas edebilirsiniz. Ancak bu yaklaşım şekli, öz-değerinize katkı sağlamayacağı gibi, yalanlarınız yüzünden kendinizi daha da değersiz hissetmenize sebep olacaktır.

6. Olumsuzluk

Yaşamınızın herhangi bir bölümünde, çok fazla olumsuz durum ve/veya insanla karşılaştıysanız, her şeyin her zaman olumsuz ve ters gideceğini düşünmeye meyilli olabilirsiniz. Bu sebepten, hayatı değersiz görmeye, daha iyisini yapmayı denemenin anlamsız olduğunu düşünmeye başlamış olabilirsiniz.

Mesele şu ki, yaşam her zaman kötü ve olumsuz değildir. Her zaman bu şekilde çalışmaz. Bu yüzden, ne pahasına olursa olsun, olumsuzluklarla boğulmaktan kaçınılmalıdır. Yaşama ve kişilere olumsuz bakış açısını ve tavrı benimsemek özsaygınızı ve öz-değerinizi de olumsuz yönde etkileyecektir.

Hayata, yaşananlara ve kişilere olumlu yönlerinden bakmak, olumlu tepkiler vermek ve iyimser eylemlerde bulunmak önemlidir. Bu olumlu tavır, hem pozitif kimyasalların vücudunuzda dolaşmasına neden olacak, hem de zor zamanlarda olumsuz kalmak yerine, olumlu duruşu seçtiğiniz için özsaygınızı ve öz-değeriniz artacaktır.

Değersizlik hissi ile baş etmek

Hayatınızın her hangi bir yerinde öz-değer sorunları ile mücadele ediyorsanız, yalnız değilsiniz. İnsanlar çeşitli nedenlerle kendileri hakkında cesaret kırıcı düşünceler geliştirebilirler.

Şu anda kendinizi değersiz hissedebilirsiniz, ancak bir miktar destek ile öz-değerinizi iyileştirebilir, kendinizi daha iyi hissedebilirsiniz. Hatta yeterince pratikle, değersizlik duygusunu, pozitif ve üretken yeni duygulara dönüştürebilirsiniz.

Öz-Değeri artırmanın yolları

Kendinize değer vermek, kendinizin önemli olduğuna ve fark yaratabileceğinize inandığınız ve de kendinize değerli davrandığınız anlamına gelir. Kendi içsel değerinize arttırmanın birkaç yolu vardır. Bazı örnekler;

Başkalarına yardım edin

Topluma bir katkı sağlayarak başlayın. Gönüllü olarak topluma fayda sağladığınızda bir fark yarattığınızı görüp hissetmek, ruh halinizi düzeltip öz-değerinizi artıracaktır.

Müteşekkir olun

Hali hazırda var olan, sizin kıymet verdiğiniz ve size değer veren kişilere, olumlu ve güçlü yönlerinize, geliştirmekte olduğunuz yönlerinize, başardıklarınıza, deneyim ve tecrübelerinize, potansiyelinize… yani yaşamınızda olumlu olan herkese ve her şeye minnet duyup kendinizi takdir etmelisiniz. Egzersiz: Her gün minnettar hissedeceğiniz beş şey bulup bir yere listeleyin. Bir süre sonra, listenin uzunluğuna siz de inanamayacaksınız.

Kendinizi eleştirirken adil olun

Kendinizle yıkıcı ve olumsuz bir şekilde konuştuğunuzu fark ettiğiniz zaman, durup bir düşünün; konuştuğunuz bir başkası olsaydı onunla da bu kadar acımasız konuşur muydunuz? Muhtemelen cevabınız hayır olacak. Kendinize bir sorun "Kendimle bu şekilde konuşmak bana ne şekilde yardımcı oluyor?”. Aslında hedeflerinize ve hayallerinize ulaşmanıza yardımcı olacak motive edici içsel bir diyalogu hak etmiyor musunuz? Bu nedenle, kendinizi sabote eden eleştiri, düşünce ve eylemlerden uzak durun.

Kendinizi olduğunuz gibi kabul edip sevin.

Öz-değer, kendinizi her şeyinizle kabul etmekle ilgilidir. Hatalarınızla ​​bile değerli bir insan olduğunuzu bilmektir. Hiçbirimiz mükemmel değiliz. Hepimizin kendi hakkında değiştirmek ve geliştirmek istediği yönlerimiz mevcuttur ve bu sorun değildir! İşin sırrı, olmadığınız her şeyi geride bırakıp, olduğunuz her şeyi kabul etmektir. Bunu yaparak, genel mutluluk seviyenizi arttıracak ve hatta kontrolünüzde olan değişimleri daha kolay elde edeceksiniz. Bugünkü kendiniz ve onu yaratan her şey ile gurur duyun!

Ne kadar benzersiz olduğunuza odaklanın

Özellikle işler istediğiniz gibi gitmediğinde, büyük resme çok fazla odaklanmak, kendinizi çok küçük hissetmenize neden olabilir. Herkes hata yapar. Mükemmellik için çabalamak ve kendinizi başkalarıyla karşılaştırmak yerine, ne kadar benzersiz olduğunuza odaklanmayı seçin.

Yine de, kendinizi sık sık başkalarıyla karşılaştırıyorsanız, kendinizi kabullenme sorunlarıyla mücadele ediyor olabilirsiniz. Bir şeyi ya da birini "ölçmeye" çalıştığımızda, kullandığımız ölçüm cetveli çoğu zaman gerçekçi boyutta değildir. Aslında, kendinizi bir başkasıyla karşılaştırdığınızda, ya ne görmek istiyorsanız onu görüyoruz ya da gerçek bir insanın ideal bir versiyonunu görüyorsunuz. Her iki türlü de ölçümümüz gerçekçi verilere dayanmamaktadır.

"Olmalı" düşüncesinden kaçının

Kendinize belli bir şekilde olmalısın, belli bir hedefe ulaşmalısın, belirli şeylere sahip olmalısın vb. cümleler kuruyorsanız bu başarısızlığınıza yol açabilir. Eğer kendinizle ilgili genellikle,“-meli, -malı”, “gerekli/lazım” diye düşünüyorsanız, bunlar gerçekten kendinize yönelik hedefler ve değerler değil demektir. Bu değerler size, aslında başkaları tarafından verilmiştir. Ve üzerinizde gereksiz stres ve baskı yaratabilir. Bunun yerine, kendi değerlerinizle uyumlu, daha yaratıcı ve üretken düşünce ve hedefler yaratabilirsiniz.

Düşünce kalıplarınızı değiştirin

Olumsuz düşünce ve davranış kalıplarınızı, olumlularıyla değiştirin. Ancak bazen olumsuz kalıplar çok güçlü olabilir ve onlardan kaçmak çok zor görünebilir. Unutmayın ki, onlar öğrenilmiş davranış ve düşüncelerdir. Yani bu olumsuz kalıpları bırakıp yerine sizi iyileştiren olumlu kalıpları seçip geliştirebilirsiniz.

Terapiye gidin

Kişinin değersizlik hissi, hızlı bir şekilde ezici hale gelebilir ve hem psikolojik hem de fizyolojik olarak sağlığına önemli ölçüde olumsuz etki edebilir. Profesyonel yardım olmadan bu duygularla baş etmek bazen zor olabilir. Bu sebepten eğer değersizlik hissiyle birlikte, bir depresyon belirtisi veya bir zihinsel ve/veya fiziksel sağlık durumu ortaya çıkıyorsa, yardım için bir terapiste başvurmak önemlidir.

Özetle; kendinize değer vermek, sizin için neyin önemli olduğunu gösteren iç pusulanıza değer vermek demektir. Küçük/büyük, iyi olduğunuz şeyleri kutlayın. Kendinize olumsuz bakmaktan kaçının. Bunun yerine, çok sevdiğiniz biriyle konuşuyormuş gibi, kendinizle olumlu konuşun. Kendinizle olumlu bir tavırla konuşursanız, sizi üzecek düşünceleri veya kelimeleri kendinizden duyma olasılığınız azalır.

Sınırlarınız konusunda gerçekçi olun. Boğulmuş hissediyorsanız, kendinizden beklentilerinizi biraz düşürün. Hatırlayın, kendinize destekleyici olmak başarısızlık değildir. Sadece uzun vadede başarılı olmak için, kendinize biraz nefes alma şansı veriyorsunuz.

Bir hedefe ulaştığınızda, mutlaka kutlayın. İltifatları daima kabul edin ve “yapmanız gereken” tek şeyin ise kendinize özenli davranmanız olduğunu hatırlayın. Ve asla pes etmeyin!

 

Kaynaklar;

1-Worthlessness (GoodTherapy.org)

Self-Esteem: Why Do I Feel Worthless? (betterhelp.com)

Feeling worthless (learning-mind.com)

2-https://www.yasantipsikoloji.com


Yayınlanma: 17.02.2024 16:47

Son Güncelleme: 16.08.2024 17:38

Psikolog

Hidayet

ÇALIŞKAN

Psikolog

(*)(*)(*)(*)(*)

Uzmanlıklar:

İlişki / Evlilik Problemleri , Çocuk ve Ergenlik Dönemi Ruhsal Sorunları , Depresyon ve Mutsuzluk
Online TerapiOnline Ter...
süre 45 dk
ücret 1799
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
Hizmet vermiyor
Bunları da sevebilirsiniz...

Kabullenememek: Görmezden Geldikçe Büyüyen Bir Acı

Hayatta bazen öyle anlar olur ki, olanı olduğu gibi kabul etmek en zor şey haline gelir. Yaşadığımız bir olay, hissettiğimiz bir duygu ya da içimize sinmeyen bir gerçekle yüzleşmek… Bazen o kadar ağır gelir ki, zihnimiz hemen devreye girer:Bu gerçek olamaz...Bunu hak etmedim...Böyle olmamalıydı...İşte tam da burada başlar içsel savaş. Zihin bir yandan inkâr eder, kalp bir yandan ağrır. Ve biz bu ikisinin arasında kalakalırız. Kabullenememek bir savunmadır aslında. Bizi korumaya çalışan, acıyı biraz daha ertelemeye çalışan bir refleks. Ancak her bastırılan duygu gibi, bu da içimizde büyür. Göz ardı ettikçe bizi daha çok zorlayan bir yük haline gelir.“Bu böyle olmamalıydı…”Kabullenemediğimiz şey sadece yaşadıklarımız değil; bazen kendimiz de olabiliriz. Bir davranışımız, bir seçimimiz, bir özelliğimiz... “Ben böyle biri değilim” deriz, “Bunu nasıl yaptım?” deriz ya da “Keşke öyle olmasaydı.” Bu sözlerin arkasında pişmanlık da olabilir, hayal kırıklığı da hatta öfke bile…Kabullenemediğimiz şeyler çoğu zaman günlük hayatımıza da yansır. Örneğin, biten bir ilişkiyi kabullenemediğimizde kendimizi sürekli geçmişte yaşarken buluruz. İş yerinde yaşanan bir haksızlığı kabullenemediğimizde içten içe öfkemizi büyütürüz. Sevdiğimiz birinin artık hayatımızda olmadığını kabullenemediğimizde yas sürecine adım atamaz, içimize kapanırız. Bu örnekler çoğaltılabilir çünkü kabullenememek hayattan uzaklaştırır. Gerçeklikten koparır. Olanla barışamayınca, olmayana tutunuruz.Kabullenmek, pes etmek değildir!Çoğu kişi kabullenmeyi bir yenilgi gibi görür. Oysa kabullenmek, olanı olduğu gibi görmek ve onunla birlikte yaşamanın yollarını bulmaktır. Direnmeyi bırakıp, yavaş yavaş iyileşmeye yer açmaktır. “Evet, bu oldu. Ama ben bununla ne yapabilirim?” sorusunu sorabildiğimiz anda başlar aslında değişim.Kabullenmek, hayata yeniden temas etmektir. Kendini olduğu gibi görmeye, hissettiklerini tanımaya ve içinden geçtiğin süreçlere saygı duymaya başlamak demektir. Bu, çok kıymetli bir adımdır.Peki, neden bu kadar zor?Çünkü insanız. Ve insan olmak bazen acı verir. Her şey kontrolümüzde olsun isteriz. Kalbimiz kırılmasın, hatalar yapmayalım, sevdiğimiz insanlar hep yanımızda olsun... Ama hayat böyle değildir. Ve bu gerçek, her zaman kolay kabullenilmez.Ayrıca çoğu zaman kendimizi güçlü hissetmek zorunda hissederiz. "Ben böyle bir şeyle baş edemem" demek, zayıflık gibi gelir. Oysa en büyük güç bazen çaresizliğimizi kabul edebilmektir. Çünkü ancak kabul ettiğimiz şeyleri dönüştürebiliriz.Duygularla yüzleşmek, içsel direnci kırmak kolay değildir. Bu yüzden birçok kişi, acıyı bastırmak için meşguliyet üretir. Yoğun çalışır, duygulardan uzak durur, eğlencenin içinde kaybolur. Ama ertelenen hiçbir duygu yok olmaz. Uygun bir zaman, bir tetikleyiciyle yeniden kendini hatırlatır. Bu da zamanla daha büyük bir zihinsel yük oluşturur.Unutulmamalıdır ki:Bazen insanlar dışarıdan bakıldığında son derece güçlü, sakin ve kontrollü görünebilir. Ancak iç dünyasında neler olup bittiğini kimse bilmez. “İyiyim” demek kolaydır çünkü gerçek duyguları anlatmak, bazen onları kendine bile itiraf etmek zordur. Ama bastırılan her şey bir yerde kendini gösterir: bir gece aniden gelen ağlama hissinde, durduk yere ortaya çıkan öfke patlamalarında ya da hiçbir şeyden keyif alamadığın o sessiz günlerde…Kabullenememek çoğu zaman duyguların üzerini örtmek gibi görünür, ama aslında o duygular içimizde kendi yolunu bulup dışarı çıkmanın bir yolunu arar. Oysa her duygunun görülmeye, duyulmaya ve anlaşılmaya ihtiyacı vardır. Bu yüzden kabullenmek, sadece zihinsel bir süreç değil, aynı zamanda kalbe de temas eden bir içsel yolculuktur.Hayatın bazı dönemleri zordur ve insan bazen nereye tutunacağını bilemez. İşte o anlarda biriyle konuşmak, sadece dinlenmek bile çok şey değiştirebilir. İçinden çıkamadığın duyguları paylaşabildiğinde, o yük hafifler. Ve bu hafiflik, zamanla yerini daha sağlam bir iç dengeye bırakır. Zamanla fark edersin ki; bu denge seni aradığın huzura biraz daha yakınlaştırmış ve kara bulutlar artık senin üzerinden kalkmaya başlamıştır.Kabullenmek, psikolojik sağlamlığımız açısından etkili bir nokta olmakla beraber, insanı olgunlaştıran da bir eylemdir. Bu süreç; kişinin kendini tanımasını, duygularıyla yüzleşmesini ve gerçeklerle barışmasını sağlar. Ancak bazı durumlarda bu eylemi gerçekleştirmek, bireyin destek almadan üstesinden gelemeyeceği kadar zorlayıcı olabilir. Özellikle birey bu süreci yaşarken denge kavramını unutmamalıdır; zira bu denge, hem içsel huzur hem de sağlıklı ilerleyiş için temel bir gerekliliktir.Değiştiremeyeceklerimizi kabullenmek bir olgunluksa, değiştirebileceklerimizi fark etmek bir gelişimdir. Hayat, bu ikisi arasındaki dengeyi kurabilme sanatıdır ve bu dengeyi kurabilen birey, yaşamın zorlukları karşısında daha dirençli ve esnek bir duruş sergileyebilir.Terapi bu noktada ne sağlar?İçinde taşıdığın ama adını koyamadığın duygularla yüzleşmek, çoğu zaman tek başına zorlayıcıdır. Bu noktada terapi, sana yargılanmadan dinleneceğin, duygularını anlamlandırabileceğin ve kendi hızında ilerleyebileceğin güvenli bir alan sunar.Ben seanslarımda bilişsel davranışçı terapi ve çözüm odaklı terapi yaklaşımlarını esas alıyor, her süreci danışanın ihtiyacına göre esnek bir şekilde yapılandırıyorum. Terapiye başlamadan önce 5-10 dakikalık kısa bir ön görüşme fırsatı tanıyorum. Bu süreç, senin neye ihtiyaç duyduğunu birlikte anlamak için ilk adımdır. Seanslarımız ortalama 50 dakika sürer.Güven, açıklık ve birlikte yol alma duygusu benim için bu sürecin temelini oluşturur. Çünkü biliyorum ki birinin sadece seni anlamaya çalışması bile bazen çok şey değiştirir.Belki de ilk adım sadece fark etmektir...Kendine sormayı deneyebilirsin: “Hayatımda kabullenmekte zorlandığım ne var?”, “Beni en çok yoran duygu ne?”, “Ne zaman gerçekten kendimle yüzleştim?”Eğer bu sorular sende bir şeyleri harekete geçiriyorsa, yalnız olmadığını bilmeni isterim. Bu duygularla birlikte yaşamanın daha sağlıklı yolları var. Ve bu yolları birlikte keşfetmek mümkün.Hazır hissettiğinde, bu yolculukta sana eşlik etmekten memnuniyet duyarım :)

Tayfun AKGÜN 01.08.2025

Hiçbir Şey Yapmak İstememek: Depresyon mu, Geçici Bir Durum mu?

Günlük yaşamda zaman zaman kendimizi hiçbir şey yapmak istemezken bulmamız oldukça doğaldır. Hayatın temposu, üst üste gelen sorumluluklar, yaşanan duygusal zorluklar ya da fiziksel yorgunluklar kimi günleri daha ağır geçirmemize neden olabilir. Ancak bu durumun süresi uzadığında, kişinin işlevselliğini etkilemeye başladığında ve bazı başka belirtilerle birlikte ortaya çıktığında, altta yatan daha ciddi bir durumun, özellikle de majör depresif bozukluğun habercisi olabilir.Depresyon Belirtisi Olabilir mi?Hiçbir şey yapmak istememe hali, depresyonun en yaygın ve en çok göz ardı edilen belirtilerinden biridir. Kişi, sabahları yataktan kalkmakta zorlanabilir, gün içinde yaptığı işler anlamını yitirmiş gibi hissedebilir ve bir zamanlar ona keyif veren şeyler artık anlamsız ya da yük gibi gelebilir. Özellikle aşağıdaki belirtilerle birlikte görülüyorsa, bu tablo profesyonel bir değerlendirmeyi gerektirebilir: • En az iki haftadır devam eden isteksizlik ve keyif alamama hali • Günlük işleri yerine getirmekte zorlanma • Sabah yataktan kalkmada güçlük • Daha önce zevk alınan aktivitelere karşı ilgi kaybı • Sürekli yorgunluk hissi, enerji düşüklüğü • Dikkat dağınıklığı, karar vermede zorlanma • İştah ya da uyku düzeninde belirgin değişiklikler • Umutsuzluk, değersizlik veya suçluluk duyguları • Ölüm ya da intihar düşünceleriBu belirtiler, kişinin ruhsal sağlığını ciddi ölçüde etkileyebilir ve yaşam kalitesini gözle görülür şekilde düşürebilir. Bu noktada bir uzmandan destek almak, kişinin içinden çıkamadığını düşündüğü bu döngüyü kırmak adına çok önemli bir adımdır.Her İsteksizlik Depresyon Anlamına GelmezBununla birlikte, her “hiçbir şey yapmak istememe” hali depresyonla açıklanamaz. Günümüzde birçok birey; • Yoğun iş ve yaşam stresi • Tükenmişlik sendromu • Mevsimsel geçişler ve hava değişimleri • Uzun süreli fiziksel yorgunluk • Hormonal değişiklikler (örneğin tiroid sorunları, regl döngüsü, menopoz) • Travmatik olaylar (ayrılık, kayıp, taşınma vb.)sonucunda da geçici olarak motivasyon kaybı, isteksizlik, durgunluk ve duygusal yorgunluk yaşayabilir. Bu duygular çoğunlukla normal ve geçici bir süreçtir. Doğru dinlenme, sosyal destek, duygulara alan açma ve bazı yaşam düzenlemeleriyle kişi bu dönemleri atlatabilir.Ancak sürecin uzaması, şiddetlenmesi ve yaşamı aksatacak düzeye ulaşması durumunda bu duygular artık klinik değerlendirme gerektiren bir ruhsal duruma işaret edebilir.Ne Zaman Yardım Alınmalı?İsteksizlik hali sürekli hale geldiyse, kişinin kendine, çevresine ya da yaşamına ilgisi giderek azalıyorsa, günlük sorumlulukları yerine getirmekte zorlanıyorsa ve yukarıda sayılan diğer belirtilerle beraber görülüyorsa, bir uzmana başvurmak ertelenmemelidir. Unutulmamalıdır ki, depresyon zamanla derinleşebilir ve kişinin sosyal, akademik, mesleki ya da ailevi alanlarını olumsuz etkileyebilir. Bu nedenle erken müdahale, tedavi sürecini kolaylaştırır ve kişinin yaşadığı duygusal yükü hafifletir.Terapi Süreci Neyi Değiştirir?Birçok kişi, “Geçer,” “Herkesin başına geliyor,” ya da “Biraz daha sabretmeliyim,” gibi düşüncelerle yardım almaktan kaçınabilir. Oysa profesyonel destek, kişinin yaşadığı süreci anlamlandırmasına, duygularını düzenlemesine, düşünce kalıplarını fark etmesine ve içsel kaynaklarını yeniden hatırlamasına yardımcı olur.Terapi, sadece tanı koymak ya da semptomları hafifletmek için değil; aynı zamanda kişinin kendini daha iyi tanıması, ihtiyaçlarını fark etmesi ve yaşamla kurduğu ilişkiyi yeniden yapılandırması için güvenli ve destekleyici bir alandır.Yorgunluk Mu, Depresyon Mu?Her isteksizlik depresyon değildir; ama her isteksizlik de hafife alınmamalıdır. Bu farkı anlayabilmek çoğu zaman dışarıdan bakıldığında kolay değildir. Kimi zaman kişi sadece kötü bir dönemden geçmektedir ve bu dönemi destekle, dinlenmeyle ve duygusal farkındalıkla atlatabilir. Kimi zaman ise bu hislerin altında daha derin ve sürekli bir duygusal yük vardır.İşte bu ayrımı yapabilmek çoğu zaman ancak terapi süreci ile mümkün olur.Duyguları Bastırmak Yerine AnlamlandırmakToplumda hâlâ depresyona dair birçok yanlış inanç var. “Güçlü olmalısın”, “Kafana takmazsan geçer” gibi ifadeler, kişilerin yaşadıkları zor duyguları bastırmalarına, utanç duymalarına veya yardım aramaktan çekinmelerine yol açabiliyor. Oysa duygularımız bize bir şey anlatmak ister; onları bastırmak yerine anlamlandırmak, uzun vadede çok daha iyileştirici bir süreçtir.Kendini halsiz, isteksiz, kopuk ya da boşlukta hisseden birey, aslında zihinsel ve duygusal düzeyde bir yük taşıyordur. Bu yükün kaynağı geçmiş travmalar, kronik stres, çocukluk dönemi deneyimleri veya yaşamda bir şeylerin anlamını yitirmiş olması olabilir. Kimi zaman kişi bu duyguların nedenini net şekilde bile tanımlayamayabilir. İşte bu noktada psikoterapi, yalnızca belirtileri hedef almaz; aynı zamanda bu içsel yüklerin kaynağına inmeyi ve kişiye yeniden yön buldurmayı amaçlar.Destek Almak Güçsüzlük Değil, Bilinçli Bir AdımdırDestek istemek, zayıf ya da başa çıkamaz olmak anlamına gelmez. Aksine, bu kişinin kendisine ve yaşamına gösterdiği bir özenin, iyileşme isteğinin göstergesidir. Psikolojik destek almak, sadece semptomları ortadan kaldırmakla kalmaz; bireyin içsel kaynaklarını fark etmesine, duygusal dayanıklılığını artırmasına ve hayatla kurduğu bağları onarmasına da katkı sağlar.Tıpkı fiziksel rahatsızlıklarda doktora başvurduğumuz gibi, ruhsal süreçlerde de profesyonel yardıma başvurmak en doğal haktır. İyileşmek, zaman alır ama mümkündür. Ve bu yolda atılan her adım değerlidir.Unutmayın:Kendinizi uzun süredir tükenmiş, anlamsız ya da yalnız hissediyorsanız, bu duyguların altında yatan nedenleri birlikte keşfetmek mümkün. Hayatın zorlayıcı dönemlerinde destek almak bir lüks değil, ihtiyaçtır. Unutmayın, iyileşmek bir süreçtir ve bu süreçte profesyonel bir eşlikçiyle yola çıkmak hem güven verici hem de dönüştürücü olabilir. Ruh sağlığı, beden sağlığı kadar gerçek ve önemlidir. Kendinizi kötü hissetmeniz, bir şeylerin ters gittiğini gösteriyor olabilir. Ve siz, bu konuda yalnız değilsiniz.Bu Süreçte Size İyi Gelebilecek Bazı ÖnerilerGünlük rutine küçük adımlarla geri dönün:Kendinizi motive hissetmeseniz bile her gün aynı saatte uyanmak, duş almak, kısa yürüyüşler yapmak gibi basit ama düzenli alışkanlıklar zihinsel toparlanmayı destekler.Kendinize karşı nazik olun:Bu dönemde kendinizi yargılamak yerine, yaşadığınız duygulara şefkatle yaklaşın. “Neden böyle hissediyorum?” yerine “Şu an kendime nasıl destek olabilirim?” sorusunu deneyin.Duygularınızı yazıya dökün:Günlük tutmak; bastırılan duyguları fark etmenize, düşünce kalıplarınızı gözlemlemenize ve zihninizi boşaltmanıza yardımcı olabilir.Sosyal izolasyona karşı küçük bağlantılar kurun:Tüm günü yalnız geçirmek yerine bir arkadaşınızla mesajlaşmak, sevdiğiniz biriyle kısa bir telefon görüşmesi yapmak bile ruh halinizi olumlu etkileyebilir.Gerçekçi hedefler belirleyin:Bu süreçte büyük planlar yerine küçük ve ulaşılabilir hedefler koymak, kendinize olan güveni yeniden inşa etmenize yardımcı olur.En önemlisi de çevrenizdeki yakınlarınızdan veya bir uzmandan destek almaktan çekinmeyin.Elif SEÇİLMİŞUzman Klinik Psikolog

Eşler Arası Aldatma ve Aldatılma: Psikolojik, Sosyal ve Ekonomik Analizi

Eşler Arası Aldatma ve Aldatılma: Psikolojik, Sosyal ve Ekonomik Nedenlerin Derinlemesine AnaliziEşler arası aldatma ve aldatılma, insan ilişkilerinin en karmaşık ve duygusal açıdan sarsıcı konularından biridir. Bu durum, yalnızca bireylerin özel hayatlarını değil, aynı zamanda toplumsal yapıyı ve bireylerin ruhsal sağlığını derinden etkiler. Psikolojik, sosyal ve ekonomik faktörler, aldatma ve aldatılma süreçlerinde önemli roller oynar. Bu makalede, bilimsel olarak kabul edilen nedenleri ele alarak, duyarlı psikolog ve psikoterapist Hidayet Çalışkan’ın uzman görüşlerinden de faydalanarak konuyu ayrıntılı bir şekilde inceleyeceğiz.Psikolojik Nedenler: Zihnin ve Duyguların KarmaşasıAldatma ve aldatılma, bireylerin iç dünyasında derin izler bırakan psikolojik süreçlerle yakından ilişkilidir. Duyarlı psikolog ve psikoterapist Hidayet Çalışkan, aldatmanın genellikle bireyin duygusal tatminsizlik, özgüven eksikliği ve bağlanma sorunlarından kaynaklandığını belirtmektedir. Psikolojik açıdan, aldatma eylemi, bireyin kendi iç dünyasındaki boşlukları doldurma çabasının bir yansıması olabilir. Örneğin, depresyon veya anksiyete gibi ruhsal sorunlar, bireyi sağlıklı olmayan davranışlara yöneltebilir. Araştırmalar, narsisistik veya borderline kişilik özelliklerine sahip bireylerin aldatmaya daha yatkın olduğunu göstermektedir. Bu kişiler, genellikle kendilerini değerli hissetme ihtiyacı duyar ve bu ihtiyacı karşılamak için partnerleri dışında başka ilişkiler arayabilirler. Ayrıca, çocukluk döneminde yaşanan travmalar veya güvensiz bağlanma stilleri, bireylerin yetişkinlikte sadakatsiz davranışlar sergilemesine zemin hazırlayabilir.Aldatılma ise, aldatılan bireyde güvensizlik, değersizlik hissi ve travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) gibi ciddi psikolojik etkilere yol açabilir. Hidayet Çalışkan, aldatılan bireylerin sıklıkla “Yaşadığımız her şey yalan mıydı?” sorusuyla boğuştuğunu ve bu durumun özsaygı kaybına neden olduğunu ifade eder. Aldatma sonrası bireyler, partnerlerini başka biriyle kıyaslama, öfke, utanç ve kendine acıma gibi duygular yaşayabilir. Bu süreçte, duyarlı psikolog ve psikoterapist Hidayet Çalışkan’ın önerdiği gibi, çift terapisi ve bireysel terapi, bu duygusal yaraları iyileştirmek için etkili bir yöntem olabilir. Terapi, bireylerin kendilerini yeniden keşfetmelerine ve duygusal dengelerini sağlamalarına yardımcı olur.Sosyal Nedenler: Toplumun ve Kültürün EtkisiAldatma ve aldatılma, yalnızca bireysel bir mesele değil, aynı zamanda toplumsal normlar ve kültürel dinamiklerle şekillenen bir olgudur. Toplumun tek eşliliğe verdiği önem, aldatmayı bir ihanet olarak tanımlasa da, sosyal medya ve popüler kültür, aldatmayı dolaylı yoldan özendirebilir. Örneğin, sosyal medyanın yaygınlaşması, bireylerin yeni insanlarla tanışma fırsatını artırarak aldatma eğilimini güçlendirmiştir. Hidayet Çalışkan, sosyal medyanın, bireylerin partnerleri dışında duygusal veya cinsel bağlar kurmasını kolaylaştırdığını vurgular. Özellikle iş yerinde sosyalleşme, aldatma vakalarının önemli bir kısmını oluşturur; araştırmalar, aldatmaların en az %50’sinin iş arkadaşlarıyla gerçekleştiğini göstermektedir.Cinsiyet rolleri de aldatma davranışını etkiler. Geleneksel olarak, erkeklerin cinsel aldatmaya, kadınların ise duygusal aldatmaya daha yatkın olduğu düşünülse de, modern toplumda bu farklar azalmaktadır. Kadınların ekonomik bağımsızlık kazanması ve iş hayatında daha aktif rol alması, aldatma oranlarının cinsiyetler arasında eşitlenmesine katkıda bulunmuştur. Hidayet Çalışkan, bu değişimin, kadınların artık duygusal ve maddi ihtiyaçlarını karşılamak için partnerlerine bağımlı olmamasından kaynaklandığını belirtir. Toplumsal cinsiyet normlarının dönüşümü, aldatma ve aldatılma dinamiklerini yeniden şekillendirmiştir. Ayrıca, kültürel farklılıklar da aldatma davranışını etkiler; bazı toplumlarda aldatma daha az tolere edilirken, bazılarında daha kabul edilebilir görülür.Ekonomik Nedenler: Maddi Güç ve Statü ArayışıEkonomik faktörler, aldatma ve aldatılma süreçlerinde göz ardı edilemeyecek bir rol oynar. Maddi güç ve statü, özellikle kadınların partner seçiminde önemli bir kriterdir. Hidayet Çalışkan, ekonomik bağımsızlığın artmasıyla birlikte, kadınların eşlerini statü açısından değerlendirme eğiliminin güçlendiğini ifade eder. Örneğin, bir kadın, eşinin sosyal veya ekonomik statüsünün kendi beklentilerinin altında kaldığını düşünürse, daha yüksek statülü bir partner arayışına girebilir. Bu durum, özellikle iş hayatında aktif olan kadınlar arasında yaygındır.Erkekler için ise ekonomik baskılar, aldatma eğilimini tetikleyebilir. Örneğin, maddi sorunlar nedeniyle kendini yetersiz hisseden bir erkek, özgüvenini başka bir ilişkide arayabilir. Araştırmalar, ekonomik stresin çiftler arasındaki duygusal bağları zayıflatarak aldatmayı kolaylaştırdığını göstermektedir. Hidayet Çalışkan, ekonomik sorunların çiftler arasında iletişimi bozabileceğini ve bu durumun aldatmaya zemin hazırlayabileceğini vurgular. Ekonomik istikrar, sağlıklı bir ilişkinin sürdürülebilirliği için kritik bir öneme sahiptir. Finansal sorunlar, çiftlerin birbirine olan güvenini zedeleyebilir ve duygusal uzaklaşmaya yol açabilir.Aldatma ve Aldatılmanın SonuçlarıAldatma, hem aldatan hem de aldatılan bireyde derin duygusal yaralar bırakır. Aldatan bireyler, suçluluk, utanç ve kaybetme korkusu gibi duygularla mücadele ederken, aldatılan bireyler güvensizlik, öfke ve travma ile karşı karşıya kalır. Ancak, aldatma her zaman ilişkinin sonu anlamına gelmez. Hidayet Çalışkan, çiftlerin bu süreçte profesyonel destek alarak ilişkilerini yeniden yapılandırabileceğini ve hatta daha güçlü bir bağ kurabileceğini belirtir. Çift terapisi, aldatma sonrası güveni yeniden inşa etmek ve iletişimi güçlendirmek için etkili bir yöntemdir. Ayrıca, bireysel terapi, aldatılan bireyin özsaygısını yeniden kazanmasına ve travmayı işlemesine yardımcı olabilir.Sonuç: Çok Boyutlu Bir SorunEşler arası aldatma ve aldatılma, psikolojik, sosyal ve ekonomik faktörlerin karmaşık bir etkileşimiyle şekillenir. Duyarlı psikolog ve psikoterapist Hidayet Çalışkan’ın vurguladığı gibi, bu süreçte bireylerin içsel dinamikleri, toplumsal normlar ve ekonomik koşullar belirleyici rol oynar. Aldatmanın ardında yatan nedenleri anlamak, hem bireylerin kendilerini hem de ilişkilerini iyileştirmeleri için ilk adımdır. Profesyonel destek, bu zorlu süreçte çiftlere rehberlik ederek, sağlıklı bir ilişki dinamiği kurmalarına yardımcı olabilir. Unutulmamalıdır ki, her ilişki benzersizdir ve aldatma gibi karmaşık bir konuda genellemelerden kaçınılmalı, her bireyin hikayesi ayrı ayrı ele alınmalıdır.Eşler arası aldatma ve aldatılma, psikolojik, sosyal ve ekonomik faktörlerin karmaşık bir etkileşimiyle şekillenir. Duyarlı psikolog ve psikoterapist Hidayet Çalışkan’ın vurguladığı gibi, bu süreçte bireylerin içsel dinamikleri, toplumsal normlar ve ekonomik koşullar belirleyici rol oynar. Aldatmanın ardında yatan nedenleri anlamak, hem bireylerin kendilerini hem de ilişkilerini iyileştirmeleri için ilk adımdır. Profesyonel destek, bu zorlu süreçte çiftlere rehberlik ederek, sağlıklı bir ilişki dinamiği kurmalarına yardımcı olabilir. Unutulmamalıdır ki, her ilişki benzersizdir ve aldatma gibi karmaşık bir konuda genellemelerden kaçınılmalı, her bireyin hikayesi ayrı ayrı ele alınmalıdır.