Kendimi çok çaresiz ve değersiz hissediyorum ne yapmalıyım?

Kendinizi önemsiz, işe yaramaz ve hatta manasız mı hissediyorsunuz? Yaşama dair amaçsız, boş, çaresiz ve umutsuz musunuz? Yaşama sunacak değerli hiçbir şeyiniz olmadığına mı inanıyorsunuz? Öyleyse öz-değeriniz zedelenmiş olabilir.
Değersizlik, kişinin kendisini önemsiz veya amacı yokmuş gibi hissetmesine neden olabilecek bir duygudur ve duygusal sağlığında oldukça önemli olumsuz etkilere sebep olabilir.
Öz-değer ve Özsaygı
Öz-değer, kendimize ne kadar değer verdiğimize dair bir inançtır ve özsaygı ile çok yakından ilişkilidir. Çünkü özsaygı, kendimizi nasıl gördüğümüzün, nasıl algıladığımızın ve ne şekilde değerlendirdiğimizin hayatımıza yansımasıdır. Yani, içsel olarak değersiz hissediyorsanız, yalnızca özsaygınızı geliştirmek yeterli olamayacaktır.
Değersiz hissetmek
Öz-değerin zıttı değersizliktir. İş kaybı, boşanma veya maddi zorluklar gibi durumlar hızlı bir şekilde kişinin bunalımına neden olabilir. Bunlar gibi olumsuzlukları birbiri ardına yaşayanların, değersiz hissetmeleri ve hayatlarının herhangi bir anlamı olup olmadığını sorgulamaları muhtemeldir.
Değersiz hisseden kişi, yaşamın tümünü olumsuz görme eğilimdedir ve herhangi bir olumlu yön bulmakta zorlanabilir. Bu yüzden, iyileşme ihtimalinin olmadığına inanabilirler. Bu çarpıtılmış bir algısal durumdur ve depresyon, kaygı-anksiyete, stres, keder, kayıp ve yas gibi altta yatan koşullardan kaynaklanması da muhtemeldir.
Hepimiz yaşamlarımızın bir yerinde değersiz hissedebiliriz. Öte yandan, kişi ne kadar uzun süre değersizlik duygusuna maruz kalırsa, yardım almadan bu duyguyu kendi kendilerine aşmaları o kadar zor olabilir.
Değersizlik hissinin sebepleri ve sonuçları
Değersizlik hissini yenebilirsiniz. Ancak bunun için öncelikle, nereden kaynaklandığını bilmek önemlidir. Düşüncelerinize, hislerinize ve duygularınıza gerçekçi bir bakış esas sebebi ortaya çıkarabilir. Bu konuda size yardımcı olması için, değersiz hissetmenize sebep olabilecek bazı durumlar şöyledir;
1. Zihinsel Sağlık
Değersiz hissetmek, temel olarak depresyon ile ilişkilidir. Ancak bu duygular şizofreni, kaygı veya belirli kişilik bozukluklarında belirtiler olarak da görülebilir.
Çocuklarda değersizlik duygusunun güçlü olması, akran çatışmalarının, ihmalin veya istismarın göstergesi olabilir ve ciddiye alınmalıdır.
Değersizlik hissi, umutsuzluk, suçluluk, kalıcı üzüntü veya motivasyon kaybı gibi diğer duygularla da ilişkili olabilir. Pek çok depresif bozukluk, kişilerin yalnız hissetmelerine, yardım almanın ve sosyal etkileşimin manasız görünmesine neden olur. Sorun şu ki, bu bir kısır döngüdür. Bu duygular genellikle depresyonun artmasına sebep olur.
Özetle, depresyondan muzdarip kişiler ve çocukken ihmal/istismar edilmiş yetişkinlikler, sıklıkla değersizlik duygusunu taşımaktadır. Öte yandan, tam tersi şekilde, değersizlik hissi, depresyona ve ihmal/istismara açık olmaya da sebep olabilmektedir.
Değersizlik kendini farklı şekillerde gösterebilir:
- Vücutta şiddetli ve donuk ağrılar,
- Kendi hakkında olumsuz düşünceler,
- Çok sık ağlamak, umutsuzluk
- Sosyal anksiyete
- Yaşam amacının kaybolması, yaşama olan ilginin azalması,
- İntihar düşünceleri gibi.
Değersiz hisseden bir kişi:
- İlişkilerden uzak durabilir,
- Alkol, sigara veya uyuşturucu kullanabilir,
- Duygusal ifadesinde azalma olabilir,
- Olumsuz düşüncelerini sürekli dile getirebilir,
- Sürekli uyuşuk ve uykulu hissedebilir,
- Kişisel günlük bakımını göz ardı edebilir. (Duş almak, yemek yemek, kıyafetlerini yıkamak vb.)
Kişi bu semptomları, iki haftadan fazladır yaşıyorsa, bir klinik depresyon veya ilgili bir durumun bir göstergesi olabileceğinden, bir terapistten yardım istenmesi önerilir.
Değersiz hisseden kişi, depresyonda ise ve gerekli yardımı aramazsa, bu duygu ile intihara kadar sürüklenebilir. Seul Ulusal Üniversitesi'ndeki araştırmacılar tarafından yapılan bir çalışma, depresyona sebep olan değersizlik hissinin, yaşam boyu intihar girişimi ile güçlü bir ilişkiye sahip olduğu sonucuna varmıştır. Değersizlik, kişinin intihar düşüncelerini tetiklemesine veya başka acil krize neden olursa, derhal bir kriz yardım hattına başvurmak veya bir terapistten yardım istemek en doğrusudur.
2. Fiziksel Sağlık
Fiziksel olarak sağlıksızsanız, kendinizi değersiz hissetmeniz de olasıdır. Örneğin, yürüyememek, belirli yiyecekleri yiyememek veya bazı aktiviteler yapamamak gibi fiziksel sağlık bütünlüğünüzü kaybettiyseniz, bu değersiz hissetmenizde doğrudan rol oynayabilmektedir.
Öte yandan, değersizlik duygusu, olumsuz bir ruh haline sebep olabileceği gibi, fiziksel sağlığı da olumsuz etkileyebilir. Bunun nedeni, değersiz hisseden kişilerin, sağlıklarını korumama, sağlık hizmetlerini reddetme ve sigara, alkol, uyuşturucu kullanma vb., sağlığı olumsuz yönde etkileyen davranışlarda bulunmaya daha yatkın olmalarındandır.
3. Karşılaştırmalar
Hayatınızın bir döneminde ve/veya şu anda, aşırı derecede eleştiren, kritik eden, sizi başkalarıyla karşılaştıran kişilerin etrafındaysanız ya da bunu kendi kendinize yapıyorsanız, kendi değeriniz hakkındaki inançlarınız hızla azalabilir.
Çocukluğumuzdan itibaren, kim olduğumuz, kendimiz ve dünya hakkında düşüncelerimizi, duygularımızı ve inançlarımızı oluşturmaya başlarız. Çoğu zaman edindiğimiz bu kendi düşünce, inanç ve duygusal kalıplarımızı, başkalarından bize yansıyan duygu, düşünce ve yargılardan etkilenip oluştururuz. Bu aşamada, kendinize karşı sert ve aşırı derecede olumsuz bir benlik kavramı kurduysanız, hayattan istediğiniz şeyin peşinden giderken, size muhtemelen iyi hizmet etmiyordur. Bu “olumsuz benlik”, bakış açılarınızı, görünüşünüzü, kişiliğinizi ve/veya aklınızı diğer insanlarla kıyaslama tuzağına düşmenize neden olabilir.
Unutmayın ki, kendinizi başkalarıyla karşılaştırdığınız ve bu karşılaştırmalarda olumsuz hissettiğiniz sürece, kendinizi değersiz hissedersiniz. Bu duygularla baş etmek için, başkalarında görebileceğiniz mükemmelliğin, gerçek olmadığını anlamanız önemlidir. Sizin sahip ol(a)madığınızı düşündüğünüz çekici özelliklerinin altında, kusurlar her zaman mevcuttur. Herkesin kendinden şüpheleri ve kusurları vardır. Tıpkı, sizin gibi... Yaşınız ilerledikçe, tecrübeleriniz artıp karakterinizin bilgeliği ve gücü yerine geldikçe, başkalarına ve yaşamlarına dair daha gerçekçi bakış açıları edinebilir ve dolayısıyla değersizlik hissini de hafifletebilirsiniz.
4. Rol kaybı
Yaşamımızın farklı aşamalarında, çeşitli roller üstleniyoruz. Özel hayatımızda evlat, partner, eş, ebeveyn, dost, arkadaş vb. rollerimiz olur. Ayrıca, iş yaşamımızda da belirli kademe ve seviyelerde roller ediniriz. Bu rollerden biri veya birden fazlası beklenmedik şekilde sarsıldığında, değersiz hissetmeye başlamamız olasıdır.
Örneğin; boşandığımızda artık bir ‘eş’ değilizdir. Bu rol kaybedildiğinde, kendini yıkıcı şekilde bir duruma bakış açısı oluşturmak yaygın bir hatadır. Kendinize “Neden beni terk etti?”, “Neyi yeterince iyi yapmadım?” “Evliliğim neden başarısız oldu?”. Artık eş olmadığıma göre, ben kimim? gibi sorular ve kendinizi suçlayıcı benzer sorgulamalar öz-değeriniz üzerinde büyük olumsuz etkiler yaratabilir.
Bir rol kaybı, öz-değerimizi yitirmemize yol açabilecek bir durum olmasa da, ağır bir darbe olabilir. Öte yandan, üst üste gelebilecek birden fazla rol kaybı yaşanırsa, öz-değerimizi kayda değer ölçülerde zedeleyecektir.
Bu olumsuz rol kayıplarından minimum zararla kurtulmak için, tüm rollerinizin dışında kim olduğunuzu hatırlayıp anlamanız ve onaylamanız önemlidir. Bu rolün “siz”i ve varlığınızı tanımlamadığını unutmayın. Herhangi bir rolden önce de vardınız ve değerliydiniz, bundan sonra da var ve değerli olacaksınız. Gerçekte siz, sizsiniz. Varlığınız ve değeriniz ailenize veya sosyal statünüze bağlı değildir.
5. Eleştiri
Hayatınızın erken dönemlerinde çok miktarda eleştiriye maruz kalmışsanız, bazen değersizlik hissi bu geçmiş eleştirilerden kaynaklanır. Yıllar içinde artabilir, birikebilir, doğallaşabilir ve iyileşmesi zor bir özsaygı ve öz-değer sorununa dönüşebilir.
Hatta maruz kaldığınız eleştiriler kadar kendinizi eleştirir hale gelebilir ve kendinizi eleştirdiğiniz kadar/gibi başkalarını da eleştirdiğiniz bir olumsuzluk kısır döngüsüne hapsolabilirsiniz.
Aslında herkesin hatalar yaptığını anlamak ve sorunlarınıza sahip çıkmak yerine, toplumun veya yakın çevrenizin eleştirilerinden çekindiğiniz için, sorunlarınız hakkında yalan söyleyebilir, onları küçümseyebilir ya da hatalarınızı örtbas edebilirsiniz. Ancak bu yaklaşım şekli, öz-değerinize katkı sağlamayacağı gibi, yalanlarınız yüzünden kendinizi daha da değersiz hissetmenize sebep olacaktır.
6. Olumsuzluk
Yaşamınızın herhangi bir bölümünde, çok fazla olumsuz durum ve/veya insanla karşılaştıysanız, her şeyin her zaman olumsuz ve ters gideceğini düşünmeye meyilli olabilirsiniz. Bu sebepten, hayatı değersiz görmeye, daha iyisini yapmayı denemenin anlamsız olduğunu düşünmeye başlamış olabilirsiniz.
Mesele şu ki, yaşam her zaman kötü ve olumsuz değildir. Her zaman bu şekilde çalışmaz. Bu yüzden, ne pahasına olursa olsun, olumsuzluklarla boğulmaktan kaçınılmalıdır. Yaşama ve kişilere olumsuz bakış açısını ve tavrı benimsemek özsaygınızı ve öz-değerinizi de olumsuz yönde etkileyecektir.
Hayata, yaşananlara ve kişilere olumlu yönlerinden bakmak, olumlu tepkiler vermek ve iyimser eylemlerde bulunmak önemlidir. Bu olumlu tavır, hem pozitif kimyasalların vücudunuzda dolaşmasına neden olacak, hem de zor zamanlarda olumsuz kalmak yerine, olumlu duruşu seçtiğiniz için özsaygınızı ve öz-değeriniz artacaktır.
Değersizlik hissi ile baş etmek
Hayatınızın her hangi bir yerinde öz-değer sorunları ile mücadele ediyorsanız, yalnız değilsiniz. İnsanlar çeşitli nedenlerle kendileri hakkında cesaret kırıcı düşünceler geliştirebilirler.
Şu anda kendinizi değersiz hissedebilirsiniz, ancak bir miktar destek ile öz-değerinizi iyileştirebilir, kendinizi daha iyi hissedebilirsiniz. Hatta yeterince pratikle, değersizlik duygusunu, pozitif ve üretken yeni duygulara dönüştürebilirsiniz.
Öz-Değeri artırmanın yolları
Kendinize değer vermek, kendinizin önemli olduğuna ve fark yaratabileceğinize inandığınız ve de kendinize değerli davrandığınız anlamına gelir. Kendi içsel değerinize arttırmanın birkaç yolu vardır. Bazı örnekler;
Başkalarına yardım edin
Topluma bir katkı sağlayarak başlayın. Gönüllü olarak topluma fayda sağladığınızda bir fark yarattığınızı görüp hissetmek, ruh halinizi düzeltip öz-değerinizi artıracaktır.
Müteşekkir olun
Hali hazırda var olan, sizin kıymet verdiğiniz ve size değer veren kişilere, olumlu ve güçlü yönlerinize, geliştirmekte olduğunuz yönlerinize, başardıklarınıza, deneyim ve tecrübelerinize, potansiyelinize… yani yaşamınızda olumlu olan herkese ve her şeye minnet duyup kendinizi takdir etmelisiniz. Egzersiz: Her gün minnettar hissedeceğiniz beş şey bulup bir yere listeleyin. Bir süre sonra, listenin uzunluğuna siz de inanamayacaksınız.
Kendinizi eleştirirken adil olun
Kendinizle yıkıcı ve olumsuz bir şekilde konuştuğunuzu fark ettiğiniz zaman, durup bir düşünün; konuştuğunuz bir başkası olsaydı onunla da bu kadar acımasız konuşur muydunuz? Muhtemelen cevabınız hayır olacak. Kendinize bir sorun "Kendimle bu şekilde konuşmak bana ne şekilde yardımcı oluyor?”. Aslında hedeflerinize ve hayallerinize ulaşmanıza yardımcı olacak motive edici içsel bir diyalogu hak etmiyor musunuz? Bu nedenle, kendinizi sabote eden eleştiri, düşünce ve eylemlerden uzak durun.
Kendinizi olduğunuz gibi kabul edip sevin.
Öz-değer, kendinizi her şeyinizle kabul etmekle ilgilidir. Hatalarınızla bile değerli bir insan olduğunuzu bilmektir. Hiçbirimiz mükemmel değiliz. Hepimizin kendi hakkında değiştirmek ve geliştirmek istediği yönlerimiz mevcuttur ve bu sorun değildir! İşin sırrı, olmadığınız her şeyi geride bırakıp, olduğunuz her şeyi kabul etmektir. Bunu yaparak, genel mutluluk seviyenizi arttıracak ve hatta kontrolünüzde olan değişimleri daha kolay elde edeceksiniz. Bugünkü kendiniz ve onu yaratan her şey ile gurur duyun!
Ne kadar benzersiz olduğunuza odaklanın
Özellikle işler istediğiniz gibi gitmediğinde, büyük resme çok fazla odaklanmak, kendinizi çok küçük hissetmenize neden olabilir. Herkes hata yapar. Mükemmellik için çabalamak ve kendinizi başkalarıyla karşılaştırmak yerine, ne kadar benzersiz olduğunuza odaklanmayı seçin.
Yine de, kendinizi sık sık başkalarıyla karşılaştırıyorsanız, kendinizi kabullenme sorunlarıyla mücadele ediyor olabilirsiniz. Bir şeyi ya da birini "ölçmeye" çalıştığımızda, kullandığımız ölçüm cetveli çoğu zaman gerçekçi boyutta değildir. Aslında, kendinizi bir başkasıyla karşılaştırdığınızda, ya ne görmek istiyorsanız onu görüyoruz ya da gerçek bir insanın ideal bir versiyonunu görüyorsunuz. Her iki türlü de ölçümümüz gerçekçi verilere dayanmamaktadır.
"Olmalı" düşüncesinden kaçının
Kendinize belli bir şekilde olmalısın, belli bir hedefe ulaşmalısın, belirli şeylere sahip olmalısın vb. cümleler kuruyorsanız bu başarısızlığınıza yol açabilir. Eğer kendinizle ilgili genellikle,“-meli, -malı”, “gerekli/lazım” diye düşünüyorsanız, bunlar gerçekten kendinize yönelik hedefler ve değerler değil demektir. Bu değerler size, aslında başkaları tarafından verilmiştir. Ve üzerinizde gereksiz stres ve baskı yaratabilir. Bunun yerine, kendi değerlerinizle uyumlu, daha yaratıcı ve üretken düşünce ve hedefler yaratabilirsiniz.
Düşünce kalıplarınızı değiştirin
Olumsuz düşünce ve davranış kalıplarınızı, olumlularıyla değiştirin. Ancak bazen olumsuz kalıplar çok güçlü olabilir ve onlardan kaçmak çok zor görünebilir. Unutmayın ki, onlar öğrenilmiş davranış ve düşüncelerdir. Yani bu olumsuz kalıpları bırakıp yerine sizi iyileştiren olumlu kalıpları seçip geliştirebilirsiniz.
Terapiye gidin
Kişinin değersizlik hissi, hızlı bir şekilde ezici hale gelebilir ve hem psikolojik hem de fizyolojik olarak sağlığına önemli ölçüde olumsuz etki edebilir. Profesyonel yardım olmadan bu duygularla baş etmek bazen zor olabilir. Bu sebepten eğer değersizlik hissiyle birlikte, bir depresyon belirtisi veya bir zihinsel ve/veya fiziksel sağlık durumu ortaya çıkıyorsa, yardım için bir terapiste başvurmak önemlidir.
Özetle; kendinize değer vermek, sizin için neyin önemli olduğunu gösteren iç pusulanıza değer vermek demektir. Küçük/büyük, iyi olduğunuz şeyleri kutlayın. Kendinize olumsuz bakmaktan kaçının. Bunun yerine, çok sevdiğiniz biriyle konuşuyormuş gibi, kendinizle olumlu konuşun. Kendinizle olumlu bir tavırla konuşursanız, sizi üzecek düşünceleri veya kelimeleri kendinizden duyma olasılığınız azalır.
Sınırlarınız konusunda gerçekçi olun. Boğulmuş hissediyorsanız, kendinizden beklentilerinizi biraz düşürün. Hatırlayın, kendinize destekleyici olmak başarısızlık değildir. Sadece uzun vadede başarılı olmak için, kendinize biraz nefes alma şansı veriyorsunuz.
Bir hedefe ulaştığınızda, mutlaka kutlayın. İltifatları daima kabul edin ve “yapmanız gereken” tek şeyin ise kendinize özenli davranmanız olduğunu hatırlayın. Ve asla pes etmeyin!
Kaynaklar;
1-Worthlessness (GoodTherapy.org)
Self-Esteem: Why Do I Feel Worthless? (betterhelp.com)
Feeling worthless (learning-mind.com)
2-https://www.yasantipsikoloji.com
Yayınlanma: 17.02.2024 16:47
Son Güncelleme: 16.08.2024 17:38

Bunları da sevebilirsiniz...
Oyun Terapisi Nedir?Oyun, çocukların iletişim dili, oyuncaklar ise bu dilin aracıdır. Oyun Terapisi, çocukların duygu, düşünce ve deneyimlerini oyuncaklar aracılığıyla bir uzmana daha iyi ifade etmelerini sağlayan bir terapi türüdür. Bu terapi oyuncak oynama çağındaki, 2-12 yaş aralığındaki çocuklarda kullanılabilir. Terapistler de, çocuğun oyuncaklarla ve oyunla kurduğu iletişimi, davranışsal ve duygusal sorunları anlayabilir.Oyun Terapisinin Faydaları Nelerdir?Oyun terapisinde, terapist ve çocuk oyun odasında yalnız bulunurlar. Bu sayede çocuk, ebeveynlerinden ve bakım verenlerinden ayrılmayı ve onlardan bağımsız bir birey olmayı deneyimlemiş olur. Oyun odasında kendisini ifade ederek dil gelişiminde ve olayları aktarma becerisinde zamanla gelişmeler görülür. Bu terapi seansları ona, özgüven geliştirmesine, özsaygısının artmasına ve kendisini daha iyi ifade etmesine olanak verir.Bunlara ek olarak, oyun terapisine gelen çocuğun sorun veya travması üzerine yoğunlaşılarak bunun iyileştirilmesi ve bu durum karşısında başa çıkma stratejilerinin geliştirilmesi üzerine çalışılır. Bütün bunlar oyuncaklar ve oyunlar aracılığı ile yapıldığından bu süreç çocuklar için hem daha eğlenceli hem de daha verimli geçmektedir.Oyun Terapisi Süreci Nasıldır?Oyun terapisi çocuktan çocuğa değişen süreçleri içerse de, temelinde aynı aşamalardan geçmektedir. Terapist ve çocuğun yalnız kaldığı oyun odasında ilk aşama olarak çocuğun yani danışanın terapiste güvenerek onunla rahat zaman geçirmesi gerekmektedir.Terapist ve danışan bağ kurduktan sonra danışanın yavaş yavaş problemlerinden bahsetmesi veya bunu oyuna dökmesi beklenir. Bu süreçte danışanın rahat olması önemlidir. Herhangi bir zorlama yapılması, danışan için olumsuz bir süreç olarak devam etmesine veya terapinin sonlanmasına neden olabilir. Problemlerin açığa çıkmasının ardından oyun aracılığıyla danışan ve terapist bu probleme uygun başa çıkma becerileri geliştirmeye çalışırlar.Ebeveynlerin/ ailenin/bakım verenlerin bu süreçte rolü; sabırlı ve destekçi olmaktır. Terapi zaman alır. Bu süreçte acele etmemek, beklemek, sabırlı olmak, zorlamamak; yapılabilecek en büyük yardımlardandır.Bu süreçte hem terapisti hem de çocuğu zorlamamaları acele ettirmemeleri gerekir. Yapılan her türlü hata terapiyi olumsuz etkileyebilir.Oyun Terapisi Süresi Ne Kadardır?Oyun terapileri seans olarak 50 dakika sürmektedir. Bir terapinin başarıyla tamamlanması ortalama 20 seans sürebilir. Ancak her çocuk biriciktir. Bu sebeple her çocuğun seans süresi de değişiklik göstermektedir. Bazı çocuklar için bu süreç daha uzun aşamalardan geçebilir, güven bağı hemen oluşmayabilir, problemi aktarmak zor gelebilir ya da çözümler hemen uygulanamayabilir. Bu durumlardan seans süresi artabilir. Ancak bazı çocuklar için bağ kurmak, problemlerini tanımak ve aktarmak ve çözüm konusunda daha uygulayıcı olmak daha kolaydır. Böyle durumlarda ise seanslar daha az sürebilir.Bu farklılıklar çocukları daha zeki ya da daha zorlu çocuklar yapmaz. Her çocuk özeldir ve her çocuğun farklı bireylere yaklaşımı, yaşam deneyimleri ve problemlerle başa çıkma becerisi farklıdır. Terapiye gelmek onlar için çok başarılı birer adımdır. Ve geçirdikleri her seansta attıkları adımlar da bu başarıyı destekler nitelikte olacaktır.Oyun Terapisinin Çocuk Üzerindeki Etkileri Nelerdir?Oyun terapisi, çocuğu geliştirici bir nitelik taşır. Çocuklukta kazanılan her beceri, bireyin ilerleyen yaşantısında da ona katkıda bulunur. Bu açıdan bakıldığında oyun terapisinde kazanılan baş etme stratejileri, çocuğun ilerleyen dönemlerde sorunlarla karşılaştığında bu problemleri tanımasına, farkında olmasına ve bunların nasıl üstesinden geleceğini bilmesine yardımcı olur.Oyun terapisi çocuk için olumlu yaşam deneyimleri sunar. Kendisini ifade edebilmeyierken yaştaöğrenen çocuk, ilerleyen yaşta daha sosyal, daha girişken ve daha özgür ruhlu birey haline gelir, kendisini her koşulda rahatça açıklayabilir. Kendi sorunlarının farkında olması ve bunların üstesinden gelmesini deneyimleyen çocuk, başarılarının farkında olur ve özsaygısı artar.Psikolojik destek almak, gelişen neslimizle birlikte yavaş yavaş artış göstermektedir. Bu sebeple çocuk yaşta terapi alan bireyler, ilerleyen yaşantılarında da başa çıkamadığı, farkında olamadığı veya destek almak istediği durumlarda psikolojik destek almaktan kaçınmaz. Bu durum onu psikolojik olarak daha sağlıklı birey yapar. Bu da hem psikolojik hem fiziksel hem de ruhsal olarak onu daha ileriye taşır. Psikolojik destek almanın faydasını deneyimlemiş biri olarak, hem kendi neslini hem de kendisinden sonra gelecek nesli bu konuda psikolojik desteğe ve psikolojik iyi oluşa teşvik edebilir; bu durum daha sağlıklı bir çevrede yetişip gelişmesine yardımcı olabilir. Kısaca oyun terapisi, hem çocuğun güncel durumunu hem de ilerleyen yaşantısını kurtaracak bir terapi haline gelebilmektedir.Oyun Terapisi Ne ZamanKullanılır?Her çocuğun özel olduğundan bahsetmiştir. Bu durumda her çocuğun yaşantısı ve deneyimi de özeldir diyebiliriz. Her çocuk farklı sorunlar yaşayabilir ve farklı alanlardan terapi ihtiyacı duyabilir. Oyun terapisine gelme nedenleri arasında en çok; ailevi sorunlar, öfke sorunları, vurma, küfür etme gibi davranışsal problemler, kardeş kıskançlığı,travmalar, korkular, çekingenlik, asosyallik ve içe kapanıklık, uyku problemleri, yeme problemleri, tuvalet problemleri, okula alışma sorunu, uyum problemleri, dikkat eksikliği ve hiperaktivite yer almaktadır. Bunların dışında farklı sorunlar karşısında baş etme becerileri geliştirmek için de oyun terapisi kullanılabilir.Oyun Terapisi Normal Oyundan Farklı Mıdır?Oyun terapisinde, çocuktan beklenilen sadece oyuncakları kullanarak oyunlar oynamasıdır. Kullanılan oyuncaklar ve oynanan oyun temelde aynı olabilir. Ancak terapist, oyun odasında oynanan oyuna anlam yüklemektedir. Her oyuncağın her davranışın ilişkilendirilmesi terapist tarafından yapılır. Bu da sorunların anlaşılır olmasına ve çözümlerin üretilmesine yol açar. İçerik olarak aynı oyuncaklar veya aynı oyun olmasına rağmen oyun terapi odasındaki oyun ve normal oyunun işlevleri farklıdır.Çocuğunuz Neden Oyun Terapisi Almalıdır?Terapi, genel olarak herkes için iyileştirici ve geliştirici bir süreçtir. Çocuklar için bu süreç oyun terapisiyle sağlanabilir. Hem daha iyi bir çocukluk hem de daha iyi bir gelecek için, yaşadığıproblemlerin üstesinden gelinemediği takdirde, çocuğun terapiye ihtiyaç duyduğu zamanlarda bu destek sağlanmalıdır.Çocuğunuzun terapiye ihtiyacı olduğunu düşünüyorsanız, biruzmanabaşvurunuz.Psikolog Pelin Bayın Yazıyı Oku
Uzman: Pelin BAYINYayınlanma: 04.05.2025

Kaygı'ya filozof Kierkegaard'ın bakış açısıyla bakmaya ne dersiniz? Kaygıyı özgürlüğün bir olanağı olarak gören Kierkegaard; kaygıya yüklenen olumsuz anlamları yeniden sorgulamaya açıyor. Diyor ki; kaygı insanın olağan bir duygusudur ve asıl olağandışı olan varoluşun kendisidir. Ve kaygı ile korku arasında bir ayrım yaparak kaygının insana has olduğu ve hayvanlarda rastlanmayacağını ifade ediyor.Biz de olağan nedir, onu inceleyelim. Böylece biz ve varlığımız neden olağandışıyız, düşünebiliriz. Doğada olağan olarak açıkladığımız olayların neden sonuç ilişkisi içinde gerçekleşiyor olması; doğayı bizim için "olağan" kılıyor. İnsanı olağandışı yapan şey, doğayı; nedeni ve ardından gelen sonucu izleyerek açıklarken, insan kendisini, bir sonuç olarak var olmuş haliyle fark ediyor. Doğup doğmadığımızı ya da var olup olmadığımızı bilmeye başladıktan sonra (örn: "kendimi bildim bileli") insanın ölebileceğini fark etmesi, doğadaki varolan ve sürdürülen canlılığa uymamayı seçebileceğini keşfetmesi ile kendi etkinliğini belirleme zorunluluğunun ve kendi etkinliğindeki nedenlerin belirsizliğinin yaşattığı duyguya kaygı diyebiliriz. Özgürlük de bu noktada kaygı ile birlikte ele alınıyor. Kendi etkinliğini belirleme zorunluluğuna özgürlük diyebilir miyiz? Bir zorunluluktan bahsederek özgürlük nasıl açıklanabilir? İnsan özgür olmamayı seçme özgürlüğüne de sahiptir ve bunu da yine özgürlüğüyle seçmiş olacağı için özgür olmamayı seçememiş de olur. Bu paradoksu şimdilik kenara bırakırsak, Kierkegaard'ın ifadesiyle özgürlüğün olanağı olarak kaygıyı yaşıyoruz. Mevcut etkinliklerimiz, örneğin en temel olarak var olma etkinliğimize kadar varoluşsal bir kaygı başlıyor. Bu ontolojik kaygı; var olma etkinliğimizi fark etmemiz ve bunun bizim belirleyeceğimiz nedenler zinciri ile bir olağanlığa kavuşacağını fark etmemizle ortaya çıkıyor.Farkındalığın getirdiği; etkinliklerimizi ve bunları sürdürmedeki nedenlerimizin belirsizliğini belirgin hale getirme aşaması da özgürlüğün keşfedildiği aşama. Ancak dilemma şurda; bunu seçmemeyi seçmek mümkün değil. Yani özgür olmamayı seçmen bile özgürlüğünün eseri bir seçimin ve dolayısıyla sorumluluğu sana ait. Üstelik seçim aşamasında yaşanan kaygı ve zorunlu seçim olanağı olan özgürlük aynı anda sona eriyor olabilir mi? Yani bir etkinliği ve ona atfettiğiniz neden'i seçtiğinizde diğer seçimlerden de mahrum olmayı seçmiş oluyorsunuz. Kierkegaard şöyle açıklıyor: "Özgürlüğün olanağı kendini kaygı içinde ortaya çıkarır. Ancak insan özgürlüğün kendisini gösterdiği aynı anda özgür olmayandır da. Bu karşıtlık içerisinde kaygı kendisini insanın içinde muğlak bir güç olarak gösterir. Kişi kendisi olabilmek için öncelikle bu muğlak güçle yaşamayı, kaygı içinde olabilmeyi öğrenmelidir."Gelelim korku ile; yalnızca insanlarda rastlanan kaygının arasındaki farka:Korkunun bir nesnesi varken, kaygının nesnesi hiçliktir, der Kierkegaard. Örneğin köpekten korkan kişi için köpek tehlikesi geçtiğinde korkusu da geçer. "Kaygı ise üstü örtük olarak da olsa daima, 'şimdi, burada'dır. Kaygı kişinin bütünlüğünü kaybetmesi, varoluşsal bir parçalanma haline girmesidir." Bütünlüğün parçalanmasını nasıl açıklayabiliriz? Olası koşullarda ortaya konulacak tepki ya da davranış seçeneklerinin; aklına gelen tüm ihtimaller dairesi kadar genişlediğini, genişlediği ölçüde özgürlüğün arttığını ancak aynı oranda kararsızlığın ve neyi neden seçeceğine ilişkin kendine dair belirsizliğin de arttığını görmek ile bu parçalanma kastediliyor olabilir. Kaygıyı bir uçurumun kenarında yaşadığımız baş dönmesine benzetir Kierkegaard. Bu varlığı fark edildikçe artan ihtimallerin önünde zorunlu olarak seçimde bulunan bireyin yaşadığı baş dönmesi... Kararı verirken, kendi özgürlüğümüz ile neden sonuç ilişkisi oluşturma, hatta oluşturmama özgürlüğümüz vardır. Etkinliğimizi (en basit manada varolma etkinliğimizi) nedene bağlayarak, bütünlüğün parçalanması hali tekrar bir zincirin halkası gibi görünür ve 'şimdi ve burada'lığı bir süreç içine dahil edilmiş olur. Seçimlerimizle ontolojik kaygıdan farklılaşır, seçimimizle kendimizi ve etkinliğimizi belirginleştiririz,neden sonuç ilişkisi içinde durumu olağanlaştırırız ancak artık o nedenin veya seçimin getirileri ve sorumlulukları ile özgürlüğümüzü kaybetmiş oluruz. Belirlenen seçimin tek nedeni kendimiz olması sebebiyle kendimizi bununla tanımlayabiliriz ve bir neden olarak bir benlik ediniriz. Bu hiçlikten bir şey olmaya ve bir kimlik ya da benlik inşa etmeye, bir tutarlılık içinde bir sonraki seçimi daha az belirsizlik dolayısıyla daha az kaygı yaşamaya olanak tanıyabilir. Bu benlik bizi hiçlikten bir şey olmaya taşır ancak aynı zamanda her şey olabilme özgürlüğünden de geri alarak herhangi ve bir şey olmaya taşımış olur. Oysa; "Ben şu'yum ve daha önce de tepkim şu idi" ile başlanılan bir durum anımsandığında parçalanma yerini tutarlılığa ve ihtimallerin daralmasına bırakıyor.Kierkegaard şöyle devam eder: "Bu anlamda psikoterapinin ontolojik kaygının üstesinden gelmesi mümkün değildir. Psikoterapi ancak korkuların sıklığını ve yoğunluğunu değiştirebilir. Kaygıyı ise ancak uygun bir yere yerleştirebilir; çünkü kaygı varoluşa ait bir özelliktir." Ergenlik döneminde yaşanan kimlik arayışı ve kaygı duygusu ile birlikte edinilen tutumlar, seçimler ya da alınan rol modeller sayesinde herhangi bir bütünlüğe sahip tutarlı bir çerçeve çizmeye çalışıyoruz. Peki bu süreçte kaygı neye dair yaşanıyor ve azalıyor? Kierkegaard: "Bazı koşullarda kendi tepkilerimizin ne olacağına dair belirsizlik daha açık bir ifadeyle “kendimizden korkmak” bizi kaygı haline sürükler. Çünkü burada sözü geçen “kendi” yani insan başlı başına belirsiz bir şeydir." der. Ergenlikle henüz etkinliklerimizi fark etmeye ve onları eyleyip eylememe kararına sahip olduğumuzu ve nasıl eyleme getireceğimize ilişkin farkındalıklarımız ile oluşan belirsizliklere "çünkü ben" ile başlayan sebepleri seçiyoruz ve bir sonraki olası koşullarda eski davranışımız ve seçimimiz bir referans görevi görerek "ben"lik inşa edilmeye başlanıyor. Böylece kaygının da bu "ben"e bağlı davranışların tutarlı olması ihtiyacı ile özgürlüğün de eş zamanlı azaldığını söyleyebilir miyiz? "İnsan, kaygı içinde kendisini birçok farklı şekillerde eyleyebilecek ve özgürlüğünü etkinleştirebilecek bir “kişi” olarak ortaya koyar, başka bir deyişle kendisini keşfeder. Kendisiyle yalnızca gelecekteki bir olasılık olarak değil, başka biri olmanın olasılığı olarak da ilişki kurar. İnsan varlığı olarak kendimizi özgürlüğün olanağı ile olan ilişkimiz içinde belirler ve aynı zamanda özgürlüğün olanağının kaygısıyla bu kararı veririz."Kaynakça:İncelenen Makale: Özgürlüğün Olanağı Olarak Kaygı, Yasemin Akış Yaman Yazıyı Oku
Uzman: Emine AYDOĞANYayınlanma: 29.04.2025

Evlilikte Duyarsızlık: Psikolojik Dinamikler ve Çözüm YollarıEvlilik, iki bireyin duygusal, fiziksel ve zihinsel olarak birbirine bağlandığı, karşılıklı anlayış ve destek üzerine kurulu bir birlikteliktir. Ancak, zamanla çiftler arasında duygusal bağın zayıflaması, empati eksikliği ve ilgisizlik gibi sorunlar ortaya çıkabilir. Evlilikte duyarsızlık, partnerlerden birinin ya da her ikisinin de diğerinin duygularına, ihtiyaçlarına veya beklentilerine karşı kayıtsız kalması olarak tanımlanabilir. Bu durum, evliliğin temel taşlarından olan güven, sevgi ve iletişimi tehdit ederek ciddi çatışmalara yol açabilir. Bu makalede, evlilikte duyarsızlığın psikolojik nedenleri, etkileri ve çözüm yolları ele alınacaktır.Evlilikte Duyarsızlığın Psikolojik NedenleriEvlilikte duyarsızlığın kökeninde bireysel, ilişkisel ve çevresel faktörler yatabilir. İlk olarak, bireysel faktörler arasında kişinin geçmiş deneyimleri, duygusal olgunluk düzeyi ve stresle başa çıkma becerileri yer alır. Örneğin, çocukluk döneminde duygusal ihmale maruz kalmış bir birey, yetişkinlikte duygularını ifade etmekte zorlanabilir ve partnerinin ihtiyaçlarına karşı duyarsız kalabilir. Ayrıca, kişinin kendi duygularına yabancılaşması (aleksitimi) da empati kurma yeteneğini zayıflatabilir.İlişkisel faktörler, çiftler arasındaki iletişim kalitesine ve çatışma çözme becerilerine bağlıdır. Uzun süreli evliliklerde, çiftler rutinlere hapsolabilir ve birbirlerinin duygusal sinyallerini fark etmeyi bırakabilir. Örneğin, bir partnerin sürekli olarak iş stresiyle meşgul olması, diğer partnerin duygusal ihtiyaçlarını göz ardı etmesine neden olabilir. Ayrıca, çözülmemiş çatışmalar veya biriken kırgınlıklar, duygusal mesafe yaratabilir ve duyarsızlığı körükleyebilir.Çevresel faktörler arasında ise modern yaşamın getirdiği baskılar öne çıkar. Yoğun iş temposu, maddi sorunlar veya çocuk yetiştirme sorumlulukları, çiftlerin birbirine ayıracakları zamanı ve enerjiyi azaltabilir. Bu durumda, partnerler farkında olmadan birbirine karşı ilgisiz hale gelebilir.Duyarsızlığın Evliliğe EtkileriEvlilikte duyarsızlık, hem bireysel hem de ilişkisel düzeyde ciddi sonuçlar doğurabilir. Duyarsızlığın en yaygın etkilerinden biri, duygusal bağın zayıflamasıdır. Bir partnerin sürekli olarak diğerinin ihtiyaçlarına kayıtsız kalması, terk edilmişlik, değersizlik ve yalnızlık hislerini tetikleyebilir. Bu durum, zamanla öfke, hayal kırıklığı veya depresif belirtiler gibi duygusal sorunlara yol açabilir.Duyarsızlık, aynı zamanda iletişimde bozulmalara neden olur. Duygusal ihtiyaçları karşılanmayan bir partner, kendini ifade etmekten vazgeçebilir veya agresif bir iletişim tarzı benimseyebilir. Bu, çiftler arasında kısır döngüye dönüşen çatışmalara yol açar. Örneğin, bir partnerin "Seninle konuşmak anlamsız, zaten beni umursamıyorsun" gibi söylemleri, diğer partneri savunmaya geçirerek iletişimi daha da zorlaştırabilir.Duyarsızlığın uzun vadeli etkileri arasında ise evliliğin sürdürülebilirliğinin tehlikeye girmesi yer alır. Partnerlerden biri sürekli olarak ihmal edildiğini hissederse, bu durum sadakatsizlik, ayrılık veya boşanma gibi sonuçlara yol açabilir. Ayrıca, duyarsızlık çocukların da duygusal gelişimini etkileyebilir; ebeveynler arasındaki soğukluk, çocuklarda güvensizlik veya kaygı gibi sorunlara neden olabilir.### Çözüm Yolları: Duyarsızlığı Aşmak İçin Psikolojik StratejilerEvlilikte duyarsızlığı aşmak, çiftlerin bilinçli çabaları ve duygusal yatırımlarıyla mümkündür. Aşağıda, bu sorunu çözmek için uygulanabilecek psikolojik stratejiler sıralanmıştır:1. *Açık ve Yapıcı İletişim Kurma*: Çiftler, duygularını ve ihtiyaçlarını açıkça ifade etmeye özen göstermelidir. "Sen hep böyle yapıyorsun" gibi suçlayıcı ifadeler yerine, "Bazen ihtiyaçlarımı fark etmediğini hissediyorum, bu konuda konuşabilir miyiz?" gibi yapıcı bir dil kullanılabilir. İletişimde "ben dili" kullanmak, karşı tarafın savunmaya geçmesini önler.2. *Empati Geliştirme*: Empati, partnerin duygularını anlamak ve onun bakış açısını takdir etmek anlamına gelir. Çiftler, birbirlerinin duygusal sinyallerine daha fazla dikkat ederek empati becerilerini güçlendirebilir. Örneğin, partnerin stresli bir gün geçirdiğini fark eden bir eş, destekleyici bir tavır sergileyerek duygusal bağı güçlendirebilir.3. *Kaliteli Zaman Geçirme*: Yoğun yaşam temposunda çiftlerin birbirine ayırdığı zaman azalabilir. Birlikte geçirilen kaliteli zaman, duygusal yakınlığı artırır. Haftada bir akşam yemeği, ortak bir hobi veya basit bir yürüyüş bile ilişkiyi canlandırabilir.4. *Duygusal Farkındalığı Artırma*: Partnerler, kendi duygularını ve ihtiyaçlarını daha iyi anlamak için öz-yansıtma yapabilir. Meditasyon, günlük tutma veya terapi gibi yöntemler, duygusal farkındalığı artırarak duyarsızlığın azalmasına yardımcı olur.5. *Çift Terapisi*: Profesyonel destek, duyarsızlığın altında yatan nedenleri anlamak ve etkili iletişim stratejileri geliştirmek için faydalıdır. Çift terapisi, çiftlerin birbirine karşı daha duyarlı hale gelmesine ve ilişkilerini yeniden inşa etmesine olanak tanır.6. *Stresle Başa Çıkma Becerilerini Geliştirme*: Dışsal stres faktörleri duyarsızlığı tetikleyebilir. Çiftler, stres yönetimi teknikleri (örneğin, nefes egzersizleri veya zaman yönetimi) öğrenerek birbirine daha fazla enerji ayırabilir.Evlilik ve İlişki Terapisinin Temel PrensipleriEvlilik ve ilişki terapisi, çeşitli temel prensipler üzerine inşa edilmiştir. Bu prensipler, çiftlerin ilişkilerini anlamalarına ve sorunlarını çözmelerine yardımcı olur. İşte evlilik ve ilişki terapisinin temel prensiplerinden bazıları:İlişkiyi önceliklendirmeİlişki terapisi, çiftlerin ilişkilerini önceliklendirmelerini sağlar. İlişkideki sorunlar genellikle diğer yaşam stresleri tarafından gölgelenebilir. Terapistler, çiftlere ilişkilerini önemsemelerini ve ona zaman ayırmalarını öğütler. Bu, ilişkinin sağlıklı bir şekilde gelişmesini sağlar.Eşitlik ve saygıEvlilik ve ilişki terapisi, çiftler arasında eşitlik ve saygı temelinde kurulmuştur. Terapistler, çiftlere birbirlerine karşı saygılı olmayı, duygularını ifade etmeyi ve ihtiyaçlarını dile getirmeyi öğretir. Bu, sağlıklı bir iletişim ve karşılıklı anlayışın temelidir.İletişim becerileri geliştirmeİletişim, sağlıklı bir ilişkinin temel taşıdır. Evlilik ve ilişki terapisi, çiftlere etkili iletişim becerileri geliştirmeleri konusunda rehberlik eder. Terapistler, aktif dinleme, empati kurma ve açık bir şekilde ifade etme gibi becerileri öğretir. Böylece, çiftler duygularını daha iyi ifade edebilir ve birbirlerini daha iyi anlayabilir.Çatışma yönetimiHer ilişkide çatışmalar kaçınılmazdır. Evlilik ve ilişki terapisi, çiftlere çatışma yönetimi becerilerini öğretir. Terapistler, çiftlerin çatışmaları yapıcı bir şekilde ele almalarını sağlar. Bu, çiftler arasındaki anlaşmazlıkların daha sağlıklı bir şekilde çözülmesine yardımcı olur.#SonuçEvlilikte duyarsızlık, çiftlerin duygusal bağını zayıflatan ve ilişkiyi tehdit eden ciddi bir sorundur. Ancak, bu durum çözümsüz değildir. Duyarsızlığın kökeninde yatan bireysel, ilişkisel ve çevresel faktörleri anlamak, çözüm yollarını belirlemede ilk adımdır. Açık iletişim, empati, kaliteli zaman geçirme ve profesyonel destek gibi stratejiler, çiftlerin birbirine karşı duyarlılığını artırabilir. Evlilik, sürekli bir çaba ve özen gerektirir; duyarsızlığı aşmak ise bu çabanın en önemli parçalarından biridir. Çiftler, birbirine karşı duyarlılıklarını yeniden inşa ederek daha sağlıklı, tatmin edici ve sürdürülebilir bir ilişki kurabilirler. Yazıyı Oku
Uzman: Hidayet ÇALIŞKANYayınlanma: 21.04.2025