1. Uzman
  2. Hidayet ÇALIŞKAN
  3. Blog Yazıları
  4. Kendimi çok çaresiz ve değersiz hissediyorum ne yapmalıyım?

Kendimi çok çaresiz ve değersiz hissediyorum ne yapmalıyım?

Kendinizi önemsiz, işe yaramaz ve hatta manasız mı hissediyorsunuz? Yaşama dair amaçsız, boş, çaresiz ve umutsuz musunuz? Yaşama sunacak değerli hiçbir şeyiniz olmadığına mı inanıyorsunuz? Öyleyse öz-değeriniz zedelenmiş olabilir.

Değersizlik, kişinin kendisini önemsiz veya amacı yokmuş gibi hissetmesine neden olabilecek bir duygudur ve duygusal sağlığında oldukça önemli olumsuz etkilere sebep olabilir.

Öz-değer ve Özsaygı

Öz-değer, kendimize ne kadar değer verdiğimize dair bir inançtır ve özsaygı ile çok yakından ilişkilidir. Çünkü özsaygı, kendimizi nasıl gördüğümüzün, nasıl algıladığımızın ve ne şekilde değerlendirdiğimizin hayatımıza yansımasıdır. Yani, içsel olarak değersiz hissediyorsanız, yalnızca özsaygınızı geliştirmek yeterli olamayacaktır.

Değersiz hissetmek

Öz-değerin zıttı değersizliktir. İş kaybı, boşanma veya maddi zorluklar gibi durumlar hızlı bir şekilde kişinin bunalımına neden olabilir. Bunlar gibi olumsuzlukları birbiri ardına yaşayanların, değersiz hissetmeleri ve hayatlarının herhangi bir anlamı olup olmadığını sorgulamaları muhtemeldir.

Değersiz hisseden kişi, yaşamın tümünü olumsuz görme eğilimdedir ve herhangi bir olumlu yön bulmakta zorlanabilir. Bu yüzden, iyileşme ihtimalinin olmadığına inanabilirler. Bu çarpıtılmış bir algısal durumdur ve depresyonkaygı-anksiyetestres, keder, kayıp ve yas gibi altta yatan koşullardan kaynaklanması da muhtemeldir.

Hepimiz yaşamlarımızın bir yerinde değersiz hissedebiliriz. Öte yandan, kişi ne kadar uzun süre değersizlik duygusuna maruz kalırsa, yardım almadan bu duyguyu kendi kendilerine aşmaları o kadar zor olabilir.

Değersizlik hissinin sebepleri ve sonuçları

Değersizlik hissini yenebilirsiniz. Ancak bunun için öncelikle, nereden kaynaklandığını bilmek önemlidir. Düşüncelerinize, hislerinize ve duygularınıza gerçekçi bir bakış esas sebebi ortaya çıkarabilir. Bu konuda size yardımcı olması için, değersiz hissetmenize sebep olabilecek bazı durumlar şöyledir;

1. Zihinsel Sağlık

Değersiz hissetmek, temel olarak depresyon ile ilişkilidir. Ancak bu duygular şizofreni, kaygı veya belirli kişilik bozukluklarında belirtiler olarak da görülebilir.

Çocuklarda değersizlik duygusunun güçlü olması, akran çatışmalarının, ihmalin veya istismarın göstergesi olabilir ve ciddiye alınmalıdır.

Değersizlik hissi, umutsuzluk, suçluluk, kalıcı üzüntü veya motivasyon kaybı gibi diğer duygularla da ilişkili olabilir. Pek çok depresif bozukluk, kişilerin yalnız hissetmelerine, yardım almanın ve sosyal etkileşimin manasız görünmesine neden olur. Sorun şu ki, bu bir kısır döngüdür. Bu duygular genellikle depresyonun artmasına sebep olur.

Özetle, depresyondan muzdarip kişiler ve çocukken ihmal/istismar edilmiş yetişkinlikler, sıklıkla değersizlik duygusunu taşımaktadır. Öte yandan, tam tersi şekilde, değersizlik hissi, depresyona ve ihmal/istismara açık olmaya da sebep olabilmektedir.

Değersizlik kendini farklı şekillerde gösterebilir:

  • Vücutta şiddetli ve donuk ağrılar,
  • Kendi hakkında olumsuz düşünceler,
  • Çok sık ağlamak, umutsuzluk
  • Sosyal anksiyete
  • Yaşam amacının kaybolması, yaşama olan ilginin azalması,
  • İntihar düşünceleri gibi.

Değersiz hisseden bir kişi:

  • İlişkilerden uzak durabilir,
  • Alkol, sigara veya uyuşturucu kullanabilir,
  • Duygusal ifadesinde azalma olabilir,
  • Olumsuz düşüncelerini sürekli dile getirebilir,
  • Sürekli uyuşuk ve uykulu hissedebilir,
  • Kişisel günlük bakımını göz ardı edebilir. (Duş almak, yemek yemek, kıyafetlerini yıkamak vb.)

Kişi bu semptomları, iki haftadan fazladır yaşıyorsa, bir klinik depresyon veya ilgili bir durumun bir göstergesi olabileceğinden, bir terapistten yardım istenmesi önerilir.

Değersiz hisseden kişi, depresyonda ise ve gerekli yardımı aramazsa, bu duygu ile intihara kadar sürüklenebilir. Seul Ulusal Üniversitesi'ndeki araştırmacılar tarafından yapılan bir çalışma, depresyona sebep olan değersizlik hissinin, yaşam boyu intihar girişimi ile güçlü bir ilişkiye sahip olduğu sonucuna varmıştır. Değersizlik, kişinin intihar düşüncelerini tetiklemesine veya başka acil krize neden olursa, derhal bir kriz yardım hattına başvurmak veya bir terapistten yardım istemek en doğrusudur.

2. Fiziksel Sağlık

Fiziksel olarak sağlıksızsanız, kendinizi değersiz hissetmeniz de olasıdır. Örneğin, yürüyememek, belirli yiyecekleri yiyememek veya bazı aktiviteler yapamamak gibi fiziksel sağlık bütünlüğünüzü kaybettiyseniz, bu değersiz hissetmenizde doğrudan rol oynayabilmektedir.

Öte yandan, değersizlik duygusu, olumsuz bir ruh haline sebep olabileceği gibi, fiziksel sağlığı da olumsuz etkileyebilir. Bunun nedeni, değersiz hisseden kişilerin, sağlıklarını korumama, sağlık hizmetlerini reddetme ve sigara, alkol, uyuşturucu kullanma vb., sağlığı olumsuz yönde etkileyen davranışlarda bulunmaya daha yatkın olmalarındandır.

3. Karşılaştırmalar

Hayatınızın bir döneminde ve/veya şu anda, aşırı derecede eleştiren, kritik eden, sizi başkalarıyla karşılaştıran kişilerin etrafındaysanız ya da bunu kendi kendinize yapıyorsanız, kendi değeriniz hakkındaki inançlarınız hızla azalabilir.

Çocukluğumuzdan itibaren, kim olduğumuz, kendimiz ve dünya hakkında düşüncelerimizi, duygularımızı ve inançlarımızı oluşturmaya başlarız. Çoğu zaman edindiğimiz bu kendi düşünce, inanç ve duygusal kalıplarımızı, başkalarından bize yansıyan duygu, düşünce ve yargılardan etkilenip oluştururuz. Bu aşamada, kendinize karşı sert ve aşırı derecede olumsuz bir benlik kavramı kurduysanız, hayattan istediğiniz şeyin peşinden giderken, size muhtemelen iyi hizmet etmiyordur. Bu “olumsuz benlik”, bakış açılarınızı, görünüşünüzü, kişiliğinizi ve/veya aklınızı diğer insanlarla kıyaslama tuzağına düşmenize neden olabilir.

Unutmayın ki, kendinizi başkalarıyla karşılaştırdığınız ve bu karşılaştırmalarda olumsuz hissettiğiniz sürece, kendinizi değersiz hissedersiniz. Bu duygularla baş etmek için, başkalarında görebileceğiniz mükemmelliğin, gerçek olmadığını anlamanız önemlidir. Sizin sahip ol(a)madığınızı düşündüğünüz çekici özelliklerinin altında, kusurlar her zaman mevcuttur. Herkesin kendinden şüpheleri ve kusurları vardır. Tıpkı, sizin gibi... Yaşınız ilerledikçe, tecrübeleriniz artıp karakterinizin bilgeliği ve gücü yerine geldikçe, başkalarına ve yaşamlarına dair daha gerçekçi bakış açıları edinebilir ve dolayısıyla değersizlik hissini de hafifletebilirsiniz.

4. Rol kaybı

Yaşamımızın farklı aşamalarında, çeşitli roller üstleniyoruz. Özel hayatımızda evlat, partner, eş, ebeveyn, dost, arkadaş vb. rollerimiz olur. Ayrıca, iş yaşamımızda da belirli kademe ve seviyelerde roller ediniriz. Bu rollerden biri veya birden fazlası beklenmedik şekilde sarsıldığında, değersiz hissetmeye başlamamız olasıdır.

Örneğin; boşandığımızda artık bir ‘eş’ değilizdir. Bu rol kaybedildiğinde, kendini yıkıcı şekilde bir duruma bakış açısı oluşturmak yaygın bir hatadır. Kendinize “Neden beni terk etti?”, “Neyi yeterince iyi yapmadım?” “Evliliğim neden başarısız oldu?”. Artık eş olmadığıma göre, ben kimim? gibi sorular ve kendinizi suçlayıcı benzer sorgulamalar öz-değeriniz üzerinde büyük olumsuz etkiler yaratabilir.

Bir rol kaybı, öz-değerimizi yitirmemize yol açabilecek bir durum olmasa da, ağır bir darbe olabilir. Öte yandan, üst üste gelebilecek birden fazla rol kaybı yaşanırsa, öz-değerimizi kayda değer ölçülerde zedeleyecektir.

Bu olumsuz rol kayıplarından minimum zararla kurtulmak için, tüm rollerinizin dışında kim olduğunuzu hatırlayıp anlamanız ve onaylamanız önemlidir. Bu rolün “siz”i ve varlığınızı tanımlamadığını unutmayın. Herhangi bir rolden önce de vardınız ve değerliydiniz, bundan sonra da var ve değerli olacaksınız. Gerçekte siz, sizsiniz. Varlığınız ve değeriniz ailenize veya sosyal statünüze bağlı değildir.

5. Eleştiri

Hayatınızın erken dönemlerinde çok miktarda eleştiriye maruz kalmışsanız, bazen değersizlik hissi bu geçmiş eleştirilerden kaynaklanır. Yıllar içinde artabilir, birikebilir, doğallaşabilir ve iyileşmesi zor bir özsaygı ve öz-değer sorununa dönüşebilir.

Hatta maruz kaldığınız eleştiriler kadar kendinizi eleştirir hale gelebilir ve kendinizi eleştirdiğiniz kadar/gibi başkalarını da eleştirdiğiniz bir olumsuzluk kısır döngüsüne hapsolabilirsiniz.

Aslında herkesin hatalar yaptığını anlamak ve sorunlarınıza sahip çıkmak yerine, toplumun veya yakın çevrenizin eleştirilerinden çekindiğiniz için, sorunlarınız hakkında yalan söyleyebilir, onları küçümseyebilir ya da hatalarınızı örtbas edebilirsiniz. Ancak bu yaklaşım şekli, öz-değerinize katkı sağlamayacağı gibi, yalanlarınız yüzünden kendinizi daha da değersiz hissetmenize sebep olacaktır.

6. Olumsuzluk

Yaşamınızın herhangi bir bölümünde, çok fazla olumsuz durum ve/veya insanla karşılaştıysanız, her şeyin her zaman olumsuz ve ters gideceğini düşünmeye meyilli olabilirsiniz. Bu sebepten, hayatı değersiz görmeye, daha iyisini yapmayı denemenin anlamsız olduğunu düşünmeye başlamış olabilirsiniz.

Mesele şu ki, yaşam her zaman kötü ve olumsuz değildir. Her zaman bu şekilde çalışmaz. Bu yüzden, ne pahasına olursa olsun, olumsuzluklarla boğulmaktan kaçınılmalıdır. Yaşama ve kişilere olumsuz bakış açısını ve tavrı benimsemek özsaygınızı ve öz-değerinizi de olumsuz yönde etkileyecektir.

Hayata, yaşananlara ve kişilere olumlu yönlerinden bakmak, olumlu tepkiler vermek ve iyimser eylemlerde bulunmak önemlidir. Bu olumlu tavır, hem pozitif kimyasalların vücudunuzda dolaşmasına neden olacak, hem de zor zamanlarda olumsuz kalmak yerine, olumlu duruşu seçtiğiniz için özsaygınızı ve öz-değeriniz artacaktır.

Değersizlik hissi ile baş etmek

Hayatınızın her hangi bir yerinde öz-değer sorunları ile mücadele ediyorsanız, yalnız değilsiniz. İnsanlar çeşitli nedenlerle kendileri hakkında cesaret kırıcı düşünceler geliştirebilirler.

Şu anda kendinizi değersiz hissedebilirsiniz, ancak bir miktar destek ile öz-değerinizi iyileştirebilir, kendinizi daha iyi hissedebilirsiniz. Hatta yeterince pratikle, değersizlik duygusunu, pozitif ve üretken yeni duygulara dönüştürebilirsiniz.

Öz-Değeri artırmanın yolları

Kendinize değer vermek, kendinizin önemli olduğuna ve fark yaratabileceğinize inandığınız ve de kendinize değerli davrandığınız anlamına gelir. Kendi içsel değerinize arttırmanın birkaç yolu vardır. Bazı örnekler;

Başkalarına yardım edin

Topluma bir katkı sağlayarak başlayın. Gönüllü olarak topluma fayda sağladığınızda bir fark yarattığınızı görüp hissetmek, ruh halinizi düzeltip öz-değerinizi artıracaktır.

Müteşekkir olun

Hali hazırda var olan, sizin kıymet verdiğiniz ve size değer veren kişilere, olumlu ve güçlü yönlerinize, geliştirmekte olduğunuz yönlerinize, başardıklarınıza, deneyim ve tecrübelerinize, potansiyelinize… yani yaşamınızda olumlu olan herkese ve her şeye minnet duyup kendinizi takdir etmelisiniz. Egzersiz: Her gün minnettar hissedeceğiniz beş şey bulup bir yere listeleyin. Bir süre sonra, listenin uzunluğuna siz de inanamayacaksınız.

Kendinizi eleştirirken adil olun

Kendinizle yıkıcı ve olumsuz bir şekilde konuştuğunuzu fark ettiğiniz zaman, durup bir düşünün; konuştuğunuz bir başkası olsaydı onunla da bu kadar acımasız konuşur muydunuz? Muhtemelen cevabınız hayır olacak. Kendinize bir sorun "Kendimle bu şekilde konuşmak bana ne şekilde yardımcı oluyor?”. Aslında hedeflerinize ve hayallerinize ulaşmanıza yardımcı olacak motive edici içsel bir diyalogu hak etmiyor musunuz? Bu nedenle, kendinizi sabote eden eleştiri, düşünce ve eylemlerden uzak durun.

Kendinizi olduğunuz gibi kabul edip sevin.

Öz-değer, kendinizi her şeyinizle kabul etmekle ilgilidir. Hatalarınızla ​​bile değerli bir insan olduğunuzu bilmektir. Hiçbirimiz mükemmel değiliz. Hepimizin kendi hakkında değiştirmek ve geliştirmek istediği yönlerimiz mevcuttur ve bu sorun değildir! İşin sırrı, olmadığınız her şeyi geride bırakıp, olduğunuz her şeyi kabul etmektir. Bunu yaparak, genel mutluluk seviyenizi arttıracak ve hatta kontrolünüzde olan değişimleri daha kolay elde edeceksiniz. Bugünkü kendiniz ve onu yaratan her şey ile gurur duyun!

Ne kadar benzersiz olduğunuza odaklanın

Özellikle işler istediğiniz gibi gitmediğinde, büyük resme çok fazla odaklanmak, kendinizi çok küçük hissetmenize neden olabilir. Herkes hata yapar. Mükemmellik için çabalamak ve kendinizi başkalarıyla karşılaştırmak yerine, ne kadar benzersiz olduğunuza odaklanmayı seçin.

Yine de, kendinizi sık sık başkalarıyla karşılaştırıyorsanız, kendinizi kabullenme sorunlarıyla mücadele ediyor olabilirsiniz. Bir şeyi ya da birini "ölçmeye" çalıştığımızda, kullandığımız ölçüm cetveli çoğu zaman gerçekçi boyutta değildir. Aslında, kendinizi bir başkasıyla karşılaştırdığınızda, ya ne görmek istiyorsanız onu görüyoruz ya da gerçek bir insanın ideal bir versiyonunu görüyorsunuz. Her iki türlü de ölçümümüz gerçekçi verilere dayanmamaktadır.

"Olmalı" düşüncesinden kaçının

Kendinize belli bir şekilde olmalısın, belli bir hedefe ulaşmalısın, belirli şeylere sahip olmalısın vb. cümleler kuruyorsanız bu başarısızlığınıza yol açabilir. Eğer kendinizle ilgili genellikle,“-meli, -malı”, “gerekli/lazım” diye düşünüyorsanız, bunlar gerçekten kendinize yönelik hedefler ve değerler değil demektir. Bu değerler size, aslında başkaları tarafından verilmiştir. Ve üzerinizde gereksiz stres ve baskı yaratabilir. Bunun yerine, kendi değerlerinizle uyumlu, daha yaratıcı ve üretken düşünce ve hedefler yaratabilirsiniz.

Düşünce kalıplarınızı değiştirin

Olumsuz düşünce ve davranış kalıplarınızı, olumlularıyla değiştirin. Ancak bazen olumsuz kalıplar çok güçlü olabilir ve onlardan kaçmak çok zor görünebilir. Unutmayın ki, onlar öğrenilmiş davranış ve düşüncelerdir. Yani bu olumsuz kalıpları bırakıp yerine sizi iyileştiren olumlu kalıpları seçip geliştirebilirsiniz.

Terapiye gidin

Kişinin değersizlik hissi, hızlı bir şekilde ezici hale gelebilir ve hem psikolojik hem de fizyolojik olarak sağlığına önemli ölçüde olumsuz etki edebilir. Profesyonel yardım olmadan bu duygularla baş etmek bazen zor olabilir. Bu sebepten eğer değersizlik hissiyle birlikte, bir depresyon belirtisi veya bir zihinsel ve/veya fiziksel sağlık durumu ortaya çıkıyorsa, yardım için bir terapiste başvurmak önemlidir.

Özetle; kendinize değer vermek, sizin için neyin önemli olduğunu gösteren iç pusulanıza değer vermek demektir. Küçük/büyük, iyi olduğunuz şeyleri kutlayın. Kendinize olumsuz bakmaktan kaçının. Bunun yerine, çok sevdiğiniz biriyle konuşuyormuş gibi, kendinizle olumlu konuşun. Kendinizle olumlu bir tavırla konuşursanız, sizi üzecek düşünceleri veya kelimeleri kendinizden duyma olasılığınız azalır.

Sınırlarınız konusunda gerçekçi olun. Boğulmuş hissediyorsanız, kendinizden beklentilerinizi biraz düşürün. Hatırlayın, kendinize destekleyici olmak başarısızlık değildir. Sadece uzun vadede başarılı olmak için, kendinize biraz nefes alma şansı veriyorsunuz.

Bir hedefe ulaştığınızda, mutlaka kutlayın. İltifatları daima kabul edin ve “yapmanız gereken” tek şeyin ise kendinize özenli davranmanız olduğunu hatırlayın. Ve asla pes etmeyin!

 

Kaynaklar;

1-Worthlessness (GoodTherapy.org)

Self-Esteem: Why Do I Feel Worthless? (betterhelp.com)

Feeling worthless (learning-mind.com)

2-https://www.yasantipsikoloji.com


Yayınlanma: 17.02.2024 16:47

Son Güncelleme: 16.08.2024 17:38

Psikolog

Hidayet

ÇALIŞKAN

Psikolog

(*)(*)(*)(*)(*)

Uzmanlıklar:

İlişki / Evlilik Problemleri , Çocuk ve Ergenlik Dönemi Ruhsal Sorunları , Depresyon ve Mutsuzluk
Online TerapiOnline Ter...
süre 45 dk
ücret 1799
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
Hizmet vermiyor
Bunları da sevebilirsiniz...

Evlilik Öncesi Çiftlerin Uyumluluğu için Birbirine Sorması Gereken Sorular neler olabilir?

Evlilik Öncesi Çiftlerin Birbirine Sorması Gereken Sorular: Uyumluluğu Test Etmek İçin Bilimsel Bir YaklaşımEvlilik, bireylerin yaşamlarında aldıkları en önemli kararlardan biridir ve uzun vadeli bir bağlılık gerektirir. Evlilik öncesi dönemde çiftlerin birbirine uygunluğunu değerlendirmek, sağlıklı ve sürdürülebilir bir ilişkinin temelini oluşturur. Psikoloji ve psikoterapi alanındaki araştırmalar, çiftlerin evlilik öncesi dönemde açık iletişim kurarak değerlerini, beklentilerini ve hedeflerini tartışmalarının, evlilik memnuniyetini artırdığını göstermektedir. Bu makalede, çiftlerin birbirine sorması gereken temel soruları, bilimsel temellere dayandırarak ve bir psikolog/psikoterapist perspektifiyle ele alacağız. Bu sorular, çiftlerin uyumluluğunu test etmek ve potansiyel çatışma alanlarını önceden belirlemek için tasarlanmıştır.1. Değerler ve Hayat Görüşü: Evlilik, yalnızca romantik bir bağ değil, aynı zamanda ortak bir yaşam vizyonu gerektirir. Çiftlerin temel değerler ve inançlar konusunda uyumlu olmaları, uzun vadeli mutluluk için kritik öneme sahiptir. Gottman Enstitüsü’nün araştırmalarına göre, çiftlerin paylaştığı değerler, evlilikteki çatışmaları azaltmada önemli bir rol oynar. Sorulması gereken bazı sorular şunlardır::Hayatta en çok neye değer veriyorsun ve bu değerler benimle ne kadar uyumlu?Bu soru, bireylerin önceliklerini ve hayat felsefelerini anlamaya yardımcı olur. Örneğin, biri için kariyer ön plandayken diğeri için aile öncelikli olabilir. Bu farklılıklar, erken dönemde tartışılmazsa çatışmalara yol açabilir.Dini veya manevi inançların hayatında ne kadar önemli?Dini inançlar, çiftlerin yaşam tarzlarını, çocuk yetiştirme yaklaşımlarını ve hatta günlük rutinlerini etkileyebilir. Araştırmalar, dini uyumluluğun evlilik doyumunu artırdığını göstermektedir (Mahoney et al., 2001).Toplumsal ve politik görüşlerin nelerdir?Siyasi ve sosyal konulardaki farklılıklar, özellikle kutuplaşmış toplumlarda, ilişkilerde gerilim yaratabilir. Bu nedenle, çiftlerin bu konularda açık bir şekilde konuşması önemlidir.2. Finansal Beklentiler ve AlışkanlıklarPara, evliliklerde en sık çatışma nedenlerinden biridir. Finansal uyumluluk, çiftlerin ortak hedeflere ulaşma yeteneğini doğrudan etkiler. Journal of Family and Economic Issues’da yayımlanan bir çalışma, finansal konularda şeffaf iletişimin evlilik stresini azalttığını ortaya koymuştur (Dew, 2011). Önerilen sorular:Para harcama ve biriktirme alışkanlıkların nelerdir?Biri savurgan, diğeri tutumluysa, bu durum uzun vadede gerilim yaratabilir. Çiftlerin bütçe yönetimi ve tasarruf alışkanlıklarını tartışması gerekir.Ortak finansal hedeflerimiz neler olmalı?Ev almak, yatırım yapmak veya çocuk eğitimi gibi büyük hedefler, çiftlerin finansal planlamada uyum içinde olmasını gerektirir.Borç veya maddi yükümlülüklerin var mı?Finansal şeffaflık, güvenin temel taşlarından biridir. Gizli borçlar veya mali sorunlar, evlilikte ciddi sorunlara yol açabilir.3. Aile ve Çocuk YetiştirmeÇocuk sahibi olma ve aile dinamikleri, evlilikte önemli bir yer tutar. Çocuk sahibi olma kararları ve ebeveynlik tarzları, çiftlerin uyumluluğunu derinden etkiler. Psikolojik araştırmalar, çocuk yetiştirme konusunda uyumsuzluk yaşayan çiftlerin daha yüksek boşanma oranlarına sahip olduğunu göstermektedir (Twenge et al., 2003). Sorulması gereken sorular:Çocuk sahibi olmak istiyor musun, ve eğer istiyorsan kaç çocuk hayal ediyorsun?Bu soru, çiftlerin çocuk sahibi olma konusundaki beklentilerini netleştirmek için kritik öneme sahiptir. Çocuk istememe kararı da aynı derecede önemlidir.Çocuk yetiştirme konusunda hangi disiplin yöntemlerini benimsersin?Ebeveynlik tarzları (örneğin, otoriter mi, demokratik mi) çiftlerin çocuk yetiştirme sürecinde uyum içinde olmasını etkiler.Geniş aile ile ilişkilerimiz nasıl olacak?Kayınvalide, kayınpeder veya diğer aile üyeleriyle kurulacak sınırlar, evlilikte önemli bir rol oynar. Çiftlerin bu konuda net beklentiler oluşturması gerekir.4. İletişim ve Çatışma ÇözmeSağlıklı iletişim, evliliğin temel taşlarından biridir. John Gottman’ın çift terapisi çalışmalarına göre, çiftlerin çatışmaları nasıl yönettikleri, evliliğin uzun ömürlü olup olmayacağını öngörebilir. Çiftlerin şu soruları tartışması önemlidir:Çatışmaları nasıl çözüyorsun?Bazı bireyler tartışmalarda sessiz kalmayı tercih ederken, diğerleri doğrudan yüzleşmeyi seçer. Bu farklılıklar, çiftlerin iletişim tarzlarını anlamalarını gerektirir.Benden beklentilerin nelerdir, özellikle zor zamanlarda?Bu soru, çiftlerin birbirine nasıl destek olacağı konusunda netlik sağlar. Örneğin, biri duygusal destek beklerken diğeri pratik çözümler sunmayı tercih edebilir.Eleştiriye veya geri bildirime nasıl tepki verirsin?Çiftlerin birbirine yapıcı eleştiriler sunabilmesi ve bunları sağlıklı bir şekilde kabul edebilmesi, ilişkinin olgunluğunu gösterir.5. Kariyer ve Yaşam TarzıKariyer hedefleri ve yaşam tarzı tercihleri, çiftlerin günlük yaşamlarını ve uzun vadeli planlarını etkiler. Özellikle modern toplumlarda, kariyer odaklı bireylerin evlilik beklentileri farklılık gösterebilir. Sorulması gerekenler:Kariyer hedeflerin neler ve bunlar ilişkimizi nasıl etkileyecek?Örneğin, sık seyahat gerektiren bir iş, çiftin birlikte geçirdiği zamanı sınırlayabilir.Boş zamanlarını nasıl değerlendirmeyi seversin?Birinin sosyal etkinlikleri sevmesi, diğerinin ise evde vakit geçirmeyi tercih etmesi, uyumsuzluk yaratabilir.Ev işleri ve sorumluluk paylaşımı konusunda nasıl bir düzen istersin?Geleneksel veya eşitlikçi roller konusundaki beklentiler, çiftlerin günlük yaşamda uyum içinde olmasını etkiler.6. Cinsellik ve YakınlıkCinsellik ve duygusal yakınlık, evlilikte önemli bir bağ oluşturur. Çiftlerin bu konuda açıkça konuşması, olası yanlış anlamaları önler. Araştırmalar, cinsel uyumluluğun evlilik doyumunu artırdığını göstermektedir (McNulty et al., 2016). Önerilen sorular:Cinsel ihtiyaçların ve beklentilerin nelerdir?Bu, çiftlerin fiziksel yakınlık konusundaki tercihlerini anlamalarını sağlar.Duygusal yakınlığı nasıl ifade etmeyi seversin?Bazıları fiziksel temasla, diğerleri ise sözlü ifadelerle yakınlık kurar. Bu farklılıkların bilinmesi önemlidir.SonuçEvlilik öncesi dönemde çiftlerin birbirine sorduğu sorular, yalnızca uyumluluğu test etmekle kalmaz, aynı zamanda güven, şeffaflık ve karşılıklı anlayışı güçlendirir. Psikoloji ve psikoterapi alanındaki bilimsel bulgular, açık iletişimin ve ortak değerlerin evlilik başarısını artırdığını göstermektedir. Yukarıda belirtilen sorular, çiftlerin birbirini daha iyi tanımasına ve potansiyel çatışma alanlarını önceden ele almasına olanak tanır. Evlilik, dinamik bir süreçtir ve bu sorular, çiftlerin bu yolculuğa daha bilinçli ve hazırlıklı bir şekilde başlamasını sağlar. Çift terapisi veya evlilik öncesi danışmanlık, bu soruları daha derinlemesine keşfetmek için profesyonel bir rehber sunabilir. Unutmayın, sağlıklı bir evlilik, sadece aşk değil, aynı zamanda bilinçli bir çaba ve uyum gerektirir.Kaynaklar:Dew, J. (2011). Financial disagreements and marital conflict. Journal of Family and Economic Issues.Gottman, J. M., & Silver, N. (1999). The Seven Principles for Making Marriage Work.Mahoney, A., et al. (2001).Religion in the home. Journal of Marriage and Family.

Yetişkinlikte Anne-Baba İlişkilerinin İyileştirilmesi: Psikoterapi Perspektifinden?

Yetişkinlikte Anne-Baba İlişkilerinin İyileştirilmesi: Psikoterapi Perspektifinden Stratejiler ve Sorular*Özet* Yetişkinlikte anne-baba ilişkilerindeki sorunlar, bireyin duygusal sağlığı, öz-değeri ve sosyal ilişkileri üzerinde önemli etkiler yaratabilir. 30 yaşında bir bireyin anne-babasıyla kötüleşen ilişkilerini iyileştirmek için psikoterapi, yapılandırılmış ve etkili bir yöntem sunar. Bu makale, psikolog ve psikoterapistlerin kullandığı yaklaşımları inceleyerek, duygusal farkındalık, sağlıklı sınırlar ve etkili iletişim yoluyla ilişkisel onarımı ele almaktadır. Ayrıca, psikoterapi sürecinde kullanılabilecek 20 soru önerisi sunulmakta ve bu soruların anne-baba ilişkilerini anlamada ve iyileştirmede nasıl katkı sağladığı bilimsel bir çerçevede tartışılmaktadır. Makale, bağlanma teorisi ve sistemik aile terapisi gibi teorik temellere dayanarak, bireyin aile dinamiklerini anlamasına ve ilişkilerini geliştirmesine yönelik pratik öneriler sunar.*Giriş* Yetişkinlikte anne-baba ilişkileri, çocukluk deneyimlerinden, aile dinamiklerinden ve kültürel faktörlerden derinden etkilenir. Psikologlar, bu ilişkilerin bireyin mental sağlığı üzerindeki etkisini anlamak için bağlanma teorisi (Bowlby, 1988) ve sistemik aile terapisi (Minuchin, 1974) gibi yaklaşımlardan yararlanır. 30 yaşında bir bireyin anne-babasıyla ilişkilerinin “kötü” olduğunu ifade etmesi, geçmiş kırgınlıklar, iletişim kopuklukları, sınır ihlalleri veya duygusal mesafe gibi sorunlara işaret edebilir. Psikoterapi, bu dinamikleri anlamak ve onarmak için güvenli bir alan sağlar. Psikologlar, bireyin duygularını ifade etmesine, geçmiş deneyimlerini anlamlandırmasına ve yapıcı adımlar atmasına yardımcı olmak için açık uçlu, empatik sorular kullanır. Bu makale, psikoterapi temelli stratejileri ve anne-baba ilişkilerini anlamak için kullanılabilecek 20 soruyu bilimsel bir bağlamda sunarak, ilişkisel iyileşme sürecini ele almaktadır.*Yöntem: Psikoterapi ile Anne-Baba İlişkilerini İyileştirme* Psikoterapi, bireyin duygusal farkındalığını artırarak, aile dinamiklerini anlamasını ve ilişkisel sorunlara müdahale etmesini sağlar. Psikologlar, anne-baba ilişkilerindeki sorunları anlamak için açık uçlu, yargılamayan ve empatik sorular kullanır. Bu sorular, bireyin duygularını, beklentilerini ve geçmiş deneyimlerini keşfetmesine olanak tanır. Psikoterapi sürecinde, bireyin kendi sorumluluğunu tanıması, sağlıklı sınırlar koyması ve etkili iletişim becerileri geliştirmesi hedeflenir. Aşağıda, anne-baba ilişkilerini anlamak ve iyileştirmek için psikoterapi sürecinde kullanılabilecek 20 soru listelenmektedir.### Psikoterapi Sürecinde Kullanılabilecek 20 Soru#### 1. İlişki Dinamiklerini Anlama1. Anne-babanızla ilişkinizi “kötü” yapan şeyler nelerdir? Hangi durumlar veya olaylar bu hissi yaratıyor? Amaç: Sorunların spesifik kaynaklarını belirlemek ve duygusal tetikleyicileri anlamak.2. Anne-babanızla iletişim kurarken kendinizi nasıl hissediyorsunuz? (Örneğin, gergin, anlaşılmamış, suçlu) Amaç: Duygusal farkındalığı artırmak ve bireyin içsel deneyimini anlamak.3. Geçmişte anne-babanızla yakın hissettiğiniz bir anı hatırlıyor musunuz? O anı özel kılan neydi? Amaç: Pozitif anıları hatırlatarak iyileşme için bir temel oluşturmak.4. Anne-babanızla yaşadığınız en büyük çatışma veya kırgınlık nedir? Bu sizi nasıl etkiledi? Amaç: Geçmiş travmalar veya kırılganlıkları belirlemek.5. Anne-babanızın sizi nasıl gördüğünü düşünüyorsunuz? Bu, kendi kendinizi görüşünüzle uyumlu mu? Amaç: Algılanan ebeveyn yargılarını ve öz-değeri değerlendirmek.#### 2. Duygular ve Beklentiler6. Anne-babanıza karşı hangi duyguları sık sık hissediyorsunuz? (Örneğin, öfke, üzüntü, hayal kırıklığı) Amaç: Duygusal repertuarı anlamak ve duygusal düzenlemeyi desteklemek.7. Anne-babanızdan ne tür bir destek veya anlayış bekliyorsunuz? Bu beklentiler karşılanıyor mu? Amaç: Gerçekçi olmayan beklentileri tanımlamak ve yeniden yapılandırmak.8. Anne-babanıza söylemek istediğiniz ama şimdiye kadar söyleyemediğiniz bir şey var mı? Amaç: Bastırılmış duyguları ifade etmeye teşvik etmek.9. Anne-babanızla ilişkinizde hangi konular konuşulduğunda kendinizi rahatsız hissediyorsunuz? Amaç: Sınır ihlallerini veya hassas konuları belirlemek.10. Anne-babanızla aranızdaki mesafeyi kapatmak için hangi konuları konuşmak faydalı olabilir? Amaç: İletişim köprüleri kurmak için fırsatları keşfetmek.#### 3. Geçmiş ve Kökenler11. Çocukluğunuzda anne-babanızla ilişkiniz nasıldı? Şimdiki durumla benzerlikler veya farklılıklar neler? Amaç: Bağlanma dinamiklerini ve geçmişin etkisini anlamak.12. Anne-babanızın kendi ailelerinden aldıkları yetiştirilme tarzı, sizinle ilişkilerini nasıl etkiledi? Amaç: Aile sistemindeki transgenerasyonel etkileri değerlendirmek.13. Geçmişte anne-babanızla yaşadığınız ve sizi derinden etkileyen bir olay var mı? Amaç: Travmatik veya biçimlendirici deneyimleri ortaya çıkarmak.14. Anne-babanızın birbirleriyle olan ilişkisi, sizin onlarla ilişkinizi nasıl şekillendirdi? Amaç: Sistemik aile dinamiklerini anlamak.15. Anne-babanızla ilişkinizde hangi kalıpların tekrar ettiğini fark ediyorsunuz? Amaç: Tekrarlayan davranışsal döngüleri belirlemek.#### 4. Değişim ve Çözüm16. Anne-babanızla ilişkinizi iyileştirmek için küçük bir adım olarak ne yapabilirsiniz? Amaç: Uygulanabilir hedefler belirlemek.17. Anne-babanızla daha sağlıklı bir iletişim kurmak için neye ihtiyacınız var? Amaç: İletişim becerilerini geliştirmek için ihtiyaçları tanımlamak.18. Anne-babanızın hangi davranışlarını değiştirmesini isterdiniz? Peki, siz kendi davranışlarınızda neyi değiştirebilirsiniz? Amaç: Karşılıklı sorumluluğu teşvik etmek.19. İlişkinizi düzeltmek için profesyonel bir destek (örneğin, aile terapisi) almayı düşünür müydünüz? Amaç: Psikoterapiye olan açıklığı değerlendirmek.20. Anne-babanızla ilişkinizin ideal olarak nasıl olmasını hayal ediyorsunuz? Amaç: Gelecek vizyonunu netleştirerek motivasyonu artırmak.*Tartışma: Psikoterapi ile İyileşme Süreci* Psikologlar, anne-baba ilişkilerindeki sorunları ele alırken bağlanma teorisi (Bowlby, 1988) ve sistemik aile terapisi (Minuchin, 1974) gibi çerçevelerden yararlanır. Psikoterapi, bireyin çocuklukta ebeveynleriyle kurduğu bağın yetişkinlikteki ilişkilerini nasıl etkilediğini anlamasına olanak tanır. Örneğin, kaygılı veya kaçıngan bağlanma stilleri, yetişkinlikte ebeveynlerle çatışmalara yol açabilir. Psikoterapistler, yukarıdaki sorularla bireyin öz-farkındalığını artırır ve duygusal yaraları onarmasına yardımcı olur. Ayrıca, Gottman ve Silver (1999) tarafından önerilen etkili iletişim teknikleri, “Ben” dili kullanımı gibi stratejilerle, ebeveynlerle iletişimi yumuşatabilir. Psikologlar, bireyin toksik dinamikleri (örneğin, aşırı eleştiri, sınır ihlalleri) tanımlamasına ve sağlıklı sınırlar koymasına rehberlik eder.*Öneriler: Pratik Adımlar* Psikolog ve psikoterapist olarak, 30 yaşında bir bireyin anne-babasıyla ilişkisini iyileştirmek için şu adımları önerebilirim: 1. *Duygusal Farkındalık*: Psikoterapi, bireyin öfke, suçluluk veya hayal kırıklığı gibi duygularını anlamasını sağlar. Günlük tutma veya rehberli meditasyon, bu farkındalığı artırabilir. 2. *Sağlıklı Sınırlar*: Psikologlar, bireyin hassas konuları konuşmaktan kaçınmak için net sınırlar koymasına yardımcı olur. 3. *İletişim Becerileri*: Psikoterapi, “Ben” dili gibi teknikleri öğreterek çatışmaları azaltır. Örneğin, “Beni dinlemediğini hissettiğimde üzülüyorum” gibi ifadeler etkilidir. 4. *Empati Geliştirme*: Psikoterapistler, anne-babanın bakış açısını anlamayı teşvik ederek empatiyi artırır. 5. *Profesyonel Destek*: Aile terapisi, anne-babanın da istekli olması durumunda, ilişkileri onarmada etkili bir yöntemdir. *Sonuç* Psikoterapi, yetişkinlikte anne-baba ilişkilerini iyileştirmek için güçlü bir araçtır. Psikologlar, bireyin duygusal yaralarını anlamasına, sağlıklı sınırlar koymasına ve etkili iletişim kurmasına yardımcı olur. Bu makalede sunulan 20 soru, psikoterapi sürecinde öz-farkındalığı artırarak ve aile dinamiklerini anlamlandırarak ilişkisel onarımı destekler. Gelecek çalışmalar, bu soruların farklı kültürel bağlamlarda nasıl uyarlanabileceğini inceleyebilir.*Kaynaklar* - Bowlby, J. (1988). A Secure Base: Parent-Child Attachment and Healthy Human Development. Basic Books. - Gottman, J. M., & Silver, N. (1999). The Seven Principles for Making Marriage Work. Harmony Books. - Minuchin, S. (1974). Families and Family Therapy. Harvard University Press.

Akran Zorbalığını Önlemek

Akran Zorbalığı: Sessiz Çığlıkların Hikayesi ve Çözüm YollarıAkran zorbalığı, günümüzde ne yazık ki birçok çocuğun ve gencin karşı karşıya kaldığı, fiziksel, sözel ya da psikolojik şiddet içeren bir davranış biçimidir. Genellikle okul çağında ortaya çıkan bu sorun, sadece mağdur olan bireyleri değil, tüm okul ve sosyal çevreyi etkileyen ciddi bir problemdir. Akran zorbalığını anlamak, yaygın görüldüğü yerleri belirlemek ve etkin şekilde önlemek, toplum olarak hepimize düşen önemli bir sorumluluktur.Akran Zorbalığı Nedir?Akran zorbalığı, bir bireyin yaşıtları tarafından sürekli olarak fiziksel, sözel, duygusal ya da siber yollarla tacize uğraması durumudur. Bu zorbalık türü; itme, vurma gibi fiziksel davranışları içerebildiği gibi, alay etme, lakap takma, dışlama ya da sosyal medyada küçük düşürme gibi psikolojik boyutlara da sahiptir. Özellikle tekrarlayan bir biçimde yaşanması ve mağdurun kendisini savunamayacak durumda olması, bu davranışları "zorbalık" olarak tanımlar.Akran Zorbalığı Nerelerde Görülür?Akran zorbalığı en sık olarak okul ortamlarında görülür. İlkokuldan lise yıllarına kadar öğrencilerin bir arada vakit geçirdiği sınıflar, koridorlar, tuvaletler, okul bahçeleri gibi alanlar, zorbalığın yaşandığı başlıca mekanlardır. Ancak bu durum yalnızca fiziksel mekânlarla sınırlı değildir. Günümüzde teknolojinin gelişmesiyle birlikte siber zorbalık da yaygın hale gelmiştir. Sosyal medya platformlarında, mesajlaşma uygulamalarında veya oyun platformlarında da zorbalık kolaylıkla gerçekleşebilmektedir.Ev ortamında ya da okul dışındaki sosyal alanlarda (örneğin spor kulüpleri, yaz kampları) da akran zorbalığı görülebilir. Bazı durumlarda öğretmenlerin, eğitmenlerin ya da diğer yetişkinlerin gözü önünde bile gerçekleşebilir, fakat çoğunlukla bu davranışlar gizli olarak yapılır ve fark edilmesi güç olabilir.Zorbalığın Birey Üzerindeki EtkileriAkran zorbalığına maruz kalan bireylerde ciddi psikolojik sorunlar ortaya çıkabilir. Kaygı, depresyon, özgüven kaybı, akademik başarıda düşüş, sosyal izolasyon, hatta intihar düşünceleri gibi ağır sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle zorbalığın sadece “çocukça bir şaka” ya da “büyüyünce geçer” şeklinde hafife alınmaması gerekir. Zorbalık, erken yaşta önlem alınmazsa, bireyin tüm hayatını etkileyen bir travmaya dönüşebilir.Akran Zorbalığını Önlemek İçin Neler Yapılabilir?1. Farkındalık Eğitimleri:Okullarda öğrencilere, öğretmenlere ve velilere yönelik akran zorbalığı hakkında bilgilendirici seminerler düzenlenmelidir. Öğrenciler, zorbalığın ne olduğu, etkileri ve nasıl müdahale edileceği konusunda eğitilmelidir. Farkındalık yaratmak, ilk adımdır.2. Açık İletişim Ortamı:Öğrencilerin kendilerini ifade edebilecekleri güvenli bir iletişim ortamı oluşturulmalıdır. Rehber öğretmenler ve okul psikologları, öğrencilerin yaşadıkları problemleri çekinmeden anlatabilecekleri kişiler haline gelmelidir. Aynı zamanda öğrencilere “yardım istemenin bir zayıflık değil, cesaret” olduğu öğretilmelidir.3. Zorbalık Karşıtı Politikalar:Okullarda zorbalıkla ilgili net kurallar ve yaptırımlar içeren bir politika oluşturulmalıdır. Bu kurallar hem öğrencilere hem velilere açık bir şekilde aktarılmalı ve herkes tarafından benimsenmelidir. Bu politikalar, yalnızca ceza vermeye değil, zorbalığı önlemeye ve zorba öğrencilerin de eğitilmesine yönelik olmalıdır.4. Empati ve Sosyal Beceri Eğitimi:Öğrencilerin empati kurma yeteneklerini geliştirecek drama, hikâye anlatımı ve takım oyunları gibi aktivitelerle sosyal becerileri desteklenmelidir. Empati kurabilen bireyler, başkasına zarar vermekten kaçınır. Ayrıca iletişim becerileri güçlü olan öğrenciler, zorbalık karşısında daha bilinçli tepkiler verebilirler.5. Ailelerin Rolü:Aileler, çocuklarının davranışlarını gözlemlemeli ve herhangi bir davranış değişikliği fark ettiklerinde bunu dikkate almalıdır. Çocukların evde kendilerini güvende ve anlaşılmış hissetmeleri, dışarıda yaşadıkları sorunları daha kolay paylaşmalarını sağlar. Ailelerin çocuklarıyla düzenli ve kaliteli vakit geçirmeleri, duygusal bağları güçlendirir.6. Siber Zorbalığa Karşı Önlem:Aileler ve öğretmenler, çocukların internet kullanımını denetlemeli, sosyal medyada maruz kalabilecekleri riskler hakkında onları bilinçlendirmelidir. Ayrıca dijital platformlarda karşılaşılan zorbalıkların nasıl rapor edileceği öğretilmelidir. Çocuklara dijital vatandaşlık eğitimi verilerek, interneti güvenli kullanmaları sağlanabilir.7. Pozitif Davranışları Teşvik Etmek:Zorbalıkla mücadele sadece kötü davranışları engellemekle kalmamalı, aynı zamanda olumlu sosyal davranışları da desteklemelidir. Yardımseverlik, iş birliği, destekleyici arkadaşlık gibi davranışlar ödüllendirilmeli; olumlu modeller sınıf içinde görünür kılınmalıdır. Bu, öğrenciler arasında sağlıklı ilişkilerin gelişmesini destekler.8.Öğretmenlerin Rolü Neden Önemlidir?Akran zorbalığını önlemede öğretmenlerin rolü kritik öneme sahiptir. Öğretmenler, öğrenciler arasındaki ilişkileri en yakından gözlemleyen ve ilk müdahaleyi yapabilecek kişiler olarak sürecin merkezindedir. Sınıf içinde güvenli bir ortam oluşturmak, öğrenciler arasında saygıya dayalı ilişkilerin gelişmesini sağlamak öğretmenlerin aktif çabalarıyla mümkün olabilir. Aynı zamanda zorbalık olaylarına karşı “sıfır tolerans” politikası uygulamaları ve tüm öğrencileri kapsayan olumlu davranış modelleri geliştirmeleri gerekir. Zorbalıkla ilgili olaylarda tarafsız ve duyarlı bir yaklaşım sergileyen öğretmenler, hem mağdurların hem tanık olan öğrencilerin sesini duyurmasında köprü görevi görebilir. Öğretmenlerin düzenli hizmet içi eğitimlerle desteklenmesi, onları bu alanda daha donanımlı hale getirir. Böylece eğitim ortamları yalnızca akademik değil, aynı zamanda duygusal açıdan da güvenli alanlara dönüşebilirAyrıca okul yönetimlerinin zorbalıkla ilgili olayları örtbas etmeden, şeffaflıkla ele alması önemlidir. Bu, hem öğrencilerin hem velilerin güvenini artırır. Okullarda öğrenci katılımını destekleyen zorbalık karşıtı öğrenci kulüpleri veya gönüllü destek grupları oluşturulması da sürece olumlu katkı sağlar. Öğrencilerin okul ortamında kendilerini daha güvende ve bağlı hissetmelerini vurgular.SonuçAkran zorbalığı, sadece mağduru değil, tanık olan bireyleri ve tüm okul iklimini olumsuz etkileyen ciddi bir sorundur. Bu nedenle bireysel değil, toplumsal bir mesele olarak ele alınmalı ve çözüm için iş birliği yapılmalıdır. Okullar, aileler ve toplum olarak farkındalıkla ve bilinçle hareket ettiğimizde, daha sağlıklı ve güvenli bir nesil yetiştirmek mümkündür. Unutmayalım: Sessiz kalmak, zorbalığı onaylamaktır. Hep birlikte ses olalım, çocuklarımızın yanında duralım ve onları dinleyelim. Çünkü bir çocuğun yalnız olmadığını bilmesi, bir ömrü kurtarabilir.

Barış AYTAÇ 28.05.2025