1. Uzman
  2. Merve Ece KAYHAN
  3. Blog Yazıları
  4. Nedir Bu Bir Barış, Bir Ayrıl İlişki Dinamiği?

Nedir Bu Bir Barış, Bir Ayrıl İlişki Dinamiği?

İlişki dendiği zaman aklınıza neler geliyor? Aslında çoğu insana bu soruyu sorduğunuz zaman benzer cevaplar alma olasılığınız oldukça yüksektir. Birbirini tanımayan iki kişi tanışır, birbirlerini daha yakından tanımak isterler, derin bir bağ kurma arzusu ortaya çıkar, bir ilişkiye başlarlar. Zaman geçtikten sonra ya ayrılırlar ya da ilişkiye devam ederler. Ancak yapılan son araştırmalar, genç yetişkinlerin %60’ından fazlasının bir ayrıl, bir barış ilişki dinamiği içerisinde bulunduğunu ortaya çıkardı.

Bu oranın gün geçtikçe artmaya devam etmesi, ilişkilere dair bakış açılarımızı değiştirmeye, yeniden şekillendirmeye başlıyor ve ilişkilerin doğasına dair kafamızda yeni soru işaretlerinin, kafa karışıklıklarının ortaya çıkmasına neden oluyor. Son dönemlerde bir ayrıl, bir barış ilişkilerinin dizilerde, filmlerde ve sosyal medyada oldukça sık kullanıldığını görüyoruz. Aynı zamanda yakın çevremizde de bu ilişki dinamiğine şahit olmamız, özellikle genç yetişkinlerde ilişki bittikten sonra tekrardan barışmalarının sebebinin birbirleri için çok eşsiz, özel olduklarından ve ilişkilerinin daha da güçlendiğine dair gerçekçi olmayan inançlardan kaynaklı olduğuda gözlemleniyor.

O halde konumuza geçmeden önce hemen bir yanlış bilgiyi düzeltelim. Çatışmalardan uzlaşmacı ve sağlıklı bir biçimde çıkmak ilişkileri güçlendirir, ayrılıklar değil!

Her ilişki içerisinde kavgalar edilir, çatışmalar meydana gelir, bunların yaşanması da sağlıklı olandır zaten. Sağlıklı bir ilişki için önemli olan bu çatışmalarda yapıcı ve uzlaşmacı bir tavır sergileyerek, var olan probleme karşılıklı olarak çözüm bulabilmektir. Ayrılık kararı, ilişki içerisinde çözülmesi için elinizden gelen her şeyi yaptığınız ve artık problemleri çözüme kavuşturamayacağınızı anladığınız zamanlarda, üstüne uzun bir süre düşündükten ve emin olunduktan sonra alınması gereken bir karardır. Şimdi, hep birlikte bir barış, bir ayrıl ilişki dinamiğini inceleyelim.

Nedir bu bir barış, bir ayrıl ilişki dinamiği?

Bu ilişki dinamiği de genel olarak bize aşina olan ilişkilere benzer olarak başlar. Partnerler tanışır, birbirlerini daha yakından tanımak isterler. Bir ilişkiye başlamaya karar verirler sonrasında çeşitli sebeplerden ötürü partnerler ilişkilerini sonlandırırlar. Belli bir müddet zaman geçtikten sonra tekrardan barışırlar. Burada partnerlerin birbirinden ayrı olarak geçirdikleri süre kısa olabileceği gibi ayrılık uzun süreli de alabilir.  İşte tam olarak burada ilişki yeniden başladığı gibi aynı zamanda bir döngüde başlamış olur. En önemli faktör partnerlerin bu dinamiği sistematik bir biçimde tekrarlamalarıdır.

Yapılan bir çok çalışmaya göre bir barış, bir ayrıl ilişki dinamiği içerisinde bulunmak, hem ilişkiye hem de ilişki içerisindeki kişilere ciddi psikolojik zararlar verebiliyor ve bu zararların yarattığı olumsuz etkiler kişilerin hayatlarını uzun vadeli olarak etkileyebiliyor. Bu döngü ortaya çıktığında ve ayrılıp, barışmaların sıklığı artmaya başladıkça, çiftler arasındaki çatışmalar fazlalaşıyor, iletişim problemleri daha çok ortaya çıkmaya başlıyor, ilişkiye ve partnere dair güven problemleri ortaya çıkıyor. Partnere karşı hissedilen duygularda değişimler meydana geliyor, kişi kendi hissettiklerinden, duygularından emin olamıyor ve kafa karışıklıkları yaşamaya başlıyor. Bu dinamik böyle devam ettikçe, kişi kendine ve ilişkiye dair yabancılaşmaya başlıyor. Sağlıklı bir ilişkinin nasıl yaşanması gerektiğini unutabiliyor ve bir gün bu kısır döngüyü kırdığı zaman gelecek ilişkilerinde de yakınlık korkusu geliştirip, gelecekteki partnerine de güvenli bağlanamayabiliyor. Aslına bakacak olursak, bir ayrıl bir barış ilişki dinamiği içerisinde bulunmak var olan ilişkiyi tehdit ettiği gibi, kişinin gelecekte var olabilecek ilişkilerine dair de bir tehdit unsuru oluşturur hale geliyor.

Derinlemesine bakmak gerekirse, bu tarz ilişki dinamikleri kendi bünyeleri içerisinde bir tür duygusal ve fiziksel suistimali de içeriyorlar. Kişiler birbirlerinden ayrı kalamayacaklarına dair gerçekçi olmayan inançlar geliştirmelerinden ötürü ayrı kalamıyorlar ancak beraber olduklarında da birbirlerine iyi gelmek yerine kötü gelmeye başlıyorlar. Böyle bir ilişki dinamiği içerisinde bulunmak ve ilişkinin yarattığı olumsuz duygularla baş etmekte güçlük çeken bazı kişilerde uzun vadede anksiyete ve depresyon gibi psikolojik rahatsızlıklar meydana gelmeye başlıyor.

İlişki nasıl bu döngüye giriyor?

Yapılan araştırmalara göre partnerlerin sağlıklı bir şekilde ayrılık konuşması yapmamaları, ara vermeye dair yapılan konuşmalar, barışma için açık kapı bırakılması, ilişki içerisindeki var olan sorunların açık bir şekilde konuşulmaması, neden ayrılık kararı alınacağına dair herhangi bir konuşmanın yapılmaması, partnerlerin birbirlerine net bir şekilde veda etmemeleri bu döngüyü başlatan faktörler arasında yer alıyor.

Partnerimizle neden tekrardan barışıyoruz?

Bu sorunun cevabı genellikle kişiden kişiye göre değişkenlik gösteriyor, bir çok kişi farklı sebeplerden eski partnerlerine geri dönme kararı alıyor. Ancak yapılan çalışmalara göre çoğu insanın eski ilişkilerine geri dönerken benzer şeyleri hissettikleri ve düşündükleri bulunmuştur. Bunların başında; kişilerin eski partnerine karşı hala içinde var olan hisleri, duyguları, eski partnerinin hayatının aşkı olduğuna dair düşünceler, yeni biriyle tanışmanın ve ilişkiye başlamanın zor olduğuna dair gerçek dışı inançlar.

Bu döngüyü kırmak mümkün mü?

Yapılan çalışmalar bize bu döngüyü kırmanın mümkün olduğunu gösteriyor. Ama nasıl? Partnerlerin ayrı kaldıkları süre boyunca ilişkiyi nasıl daha güçlü ve sağlıklı bir hale getirebileceklerine dair derinlemesine düşünmeleri gerekiyor. Aynı zamanda ilişkiye dair, kendilerine dair, partnerlerine dair yeni kararlar almaları gerekiyor. Bir bakıma ilişki içerisindeki çatışmalara yol açan olumsuz davranışlarını, eylemlerini, düşüncelerini tespit edip, kendilerinde değişime gitmeleri gerekiyor. Özellikle, tekrardan barışma kararı alınmadan önce kişilerin karşılıklı olarak, bunları net ve açık bir şekilde birbirleriyle paylaşmaları gerekiyor. Yapılan çalışmalar, kendilerinde ya da ilişkilerinde tek başlarına değişime gitmekte güçlük çeken bireylerin barışma kararı almadan önce gerek bireysel gerekse çift olarak bir uzmandan destek almaları gerektiğinin önemini vurguluyor.

 

Unutmayın, terapi hayatınızdaki tüm olumsuz durum ve duyguların hayatınızdan tamamen çıkacak olması demek değildir. Ancak siz terapi ile tüm bu olumsuz duygu ve durumlarla nasıl baş edeceğinizi tamamen öğrenmiş olacaksınız.

 

 

 

 

 

 

           

 

 

 

 

 


Yayınlanma: 16.07.2022 12:38

Son Güncelleme: 16.07.2022 12:44

#ilişkiler#aşk#terapi#çift#ayrılmak#barışmak#ilişki#sevgi
Psikolog

Merve Ece

KAYHAN

Uzman Klinik Psikolog

(*)(*)(*)(*)(*)

Uzmanlıklar:

İlişki / Evlilik Problemleri, Kaygı (Anksiyete) Bozuklukları, Ruhsal-Toplumsal, Kişisel ve Çevresel Diğer Koşullarla İlişkili Sorunlar
Online TerapiOnline Ter...
süre 50 dk
ücret 1500
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
süre 50 dk
ücret 1500
Yapay zeka ile, kişiselleştirilmiş destek:
Menta AI
Yapay zeka ile,
kişiselleştirilmiş destek: Menta AI

Şimdi indir, konuşmaya başla

App Store'dan İndirGoogle Play'den İndir
Bunları da sevebilirsiniz...

BOŞANMA KARARI VE ÇOCUK PSİKOLOJİSİ

Boşanmaya karar veren çiftlerin çoğu bu durumu çocuklarına nasıl anlatmaları gerektiklerini ve çocuğunun bu durumdan nasıl etkileneceğini düşünmeden hareket ediyor. Boşanmaya karar veren çift "o nasılsa küçük, aklı ermez" gibi düşünceler içerisine girerek kendi problemlerine yoğunlaşıyorlar ve bu durumu çocuğa anlatma ihtiyacına girilmiyor. Fakat bu boşanma sürecinde en çok yükü aslında ebeveyn değil, çocuklar yaşıyor.Hiç bir çocuk anne ya da babasından ayrı kalmak istemez. Ebeveyn boşanmayı ne kadar istese de çocuk kendi dünyasında bu durumun olmasını istemez ve bu olaya katlanmak zorunda kalır. Biz yetişkinlerin bazı olaylar karşısında kimi zaman zorlandığımız oluyorken çocukların bu tür olaylara direnç göstermesi daha zayıf olur. Böyle bir durumda çocuk acısını biz yetişkinlerden daha büyük ve derinden yaşar. Çocuğun kendi iç dünyasından düşünecek olursak çocuk ebeveynin boşanma eyleminden ötürü kendisini suçlayabilir. Anne ve babanın anlaşamama durumunun kendisi yüzünden olduğunu zannedebilir. Anne ve baba ayrı yaşamaya başladığı durumda ise çocuk herhangi bir ebeveyn ile yaşayacağından dolayı diğer ebeveynin onu sevmediğini düşünebilir ya da evden ayrılan ebeveyne karşı bir takım öfke besleyebilir.Anne ve baba böyle bir durumda yaşadıkları gerginlik, sıkıntı ya da sorunlarını çocuğa yansıtmamalıdır. Bu evre içine giren çift; çocuğun yanında başkasına ya da direk çocuğa anne ya da babayı kötüleyici sözler söylememelidir. Boşanma kararı alan bir çift bu durumu çocuklarına birlikte anlatmalıdır. Çocuğa boşanma kararı söylenirken ayrıntılara girmeden durum anlatılmalıdır. İçinde bulunulan durum ve sonrasında oluşacak yaşam biçimi çocuğun yaşına göre açıklayıcı cümlelerle anlatılmalıdır.Boşanma evresi çocuğa anlatılırken ebeveyn onu bir çocuk olarak değil, bir birey olarak ele almalı ve “yaşı küçük nasılsa anlayamaz” denmemelidir. Bu durum anlatılırken çocuğun biz yetişkinler gibi olumlu tepkiler veremeyeceği de göz önünde bulundurmalıdır.Boşanma kararı çocuğa şu şekilde anlatılabilir; “ Biz birbirimizi çok seviyorduk, aynı evde birlikte yaşamaktan çok mutluyduk.Ama artık annen ve ben / baban ve ben aynı evin içinde birlikteyken mutlu olamıyoruz, bu yüzden ayrı evlerde yaşamaya karar verdik.Ayrı evlerde yaşama kararımızda biz anne ve baba olarak senden ayrılmıyoruz, birbirimizden ayrılıyoruz. Seni çok seviyoruz ve sevmeye devam edeceğiz. Senin üzüleceğini, bu durumdan mutsuz olacağını biliyoruz ama bu tamamen annen ve baban olarak ikimizden kaynaklanan bir sorun.Senin bu durumla ilgili hiçbir suçun ve sorumluluğun yok “Boşanma kararı esnasında çocuğa kesinlikle yalan söylenmemelidir. Söylenecek ufak bir yalan bile çocuğun size olan güvenini sarsabilir. Bu konuda dürüst olmak gerekmektedir.Çocuklar boşanma sonrasında hangi ebeveynde kalacağı, nerede ve nasıl bir ortamda yaşayacağı konusunda bilgilendirilmelidir. Görüşme düzeninizin nasıl olacağına hep birlikte karar vermeniz gerekir. Çocukların bu süreçteki taleplerini hassasiyetle karşılamalı ve çiftlerin aynı evde yaşamaması durumunda çocuğun hala annesi ve babası olduğunuzu, onu her zaman sevip ve koruyacağınızı belirtmeniz gerekmektedir. Yaşanan bu sıkıntılı sürecinde en kısa sürede biteceğini ve bu duruma katlanması gerektiğini söylemelisiniz.Boşanma sonrası çocuk evden ayrılan ebeveyne karşı kaygı ya da öfke duyabilir ya da evden ayrılan ebeveyni özleyebilir. Bu gibi durumlarda mutsuzluk, içe kapanma gibi duygular yaşayabilir. Bu gibi durumda çocuğun okul, sağlık gibi problemlerinde her iki ebeveyn çocuğun yanında ve destek olmalıdır. Sevgi hiçbir şekilde esirgenmemelidir. Ev içinde yaşanılan düzen eskisi gibi devam etmelidir. (yatma, kalkma, ders çalışma, televizyon izleme saatleri, yemek yeme saatleri vb.)Boşanan eşler, aralarında yaşanan kötü olaylara rağmen arkadaş olmaya gayret göstermeliler çünkü ne kadar boşanmış olsalar da çocukları için ister istemez görüşmek zorundadırlar. Boşandıktan sonra ebeveyn olma sorumluluğu unutulmamalı. Anne ve babanın boşanma sonrası görüşmelerinde birbirlerine olan kızgınlıkları çocuğa yansıtılmamalıdır. Ebeveyn kimi zaman çocukta oluşan problemlerde birbirlerine danışmalıdır. Çocuk için ortak çözüm bulup, ortak kararlar almaları gerekmektedir.Boşanma sonrası ebeveyn çocuğuna daha fazla zaman ayırmalıdır. Anne ve baba çocukla ilgilenirken yaşadıkları ekonomik, psikolojik, sosyal problemleri bir kenara bırakmalıdır. Çocuğa olumsuz hiç bir problem yansıtılmamalıdır. Çocuk anne ya da babadan ayrı yaşasa dahi kendisine önem verildiğini sevildiğini hissetmelidir. Düşüncelerine, fikirlerine önem verilmelidir. Problemi olduğunda dinlemelidir. Fakat bu çocuğun her istediğini yapmak anlamına gelmemektedir. Boşanmanın ardından anne babalar çocuğu kendi taraflarına çekmek için onun istediği her şeyi yapma yanılgısına düşmemelidir. Çocuk taraf tutmak için zorlanmamalıdır. Çocuk her iki ebeveyniyle serbest ve kaliteli zaman geçirmelidir. Bu durumu daha kolay atlatabilmesi için keyifli aktivitelerde bulunabilir. Örneğin; Hafta içi annede kalan bir çocuk ödevlerini yaparken akşam annesiyle sinemaya gidebilir, aynı şekilde hafta sonu babayla ödevlerini yapan çocuk yine akşam babasıyla sinemaya gidebilir. Yapılan aktivite ya da sorumluluk planları hafta içi ya da hafta sonu diye sınırlandırılmamalıdır. Çocuk her iki ebeveynle sorumluluk ve aktivite paylaşımında bulunmalıdır.Evden ayrılan ebeveyn çocukla kararlaştırdıkları saatte ve günde görüşmeye özen göstermelidir. Unutmayın çocuk sadece evde yaşadığı bir bireyden değil, almış olduğu modelden de ayrılmış olur. Kendisini değersiz ve sevilmeyen birisi hissetmemesi için verilen sözler ve alınan kararlar yerine getirilmelidir. Eğer ebeveyn görüşme gününde bir mazeret gösteriyorsa bunu açık, dürüst ve anlaşılır bir dille çocukla paylaşmalıdır. Çocuğa kesinlikle yalan söylememelidir. Yalan söylendiği takdirde çocuk ebeveynin onunla görüşmek istemediğini düşünerek öfke ya da kaygı duyguları yaşayabilir.Boşanma sonrası çocukta derslerinde başarısızlık, uyku ve yeme bozuklukları, öfke problemleri, kendine ya da başkasına zarar verme, içe kapanma, arkadaşlarıyla iletişim kuramama gibi problemler oluşabilir.Bu gibi durumda ebeveyn çocuğa kızmamalıdır. Aile bu süreçte hata yapmamalıdır. Bu süreçte çocuğa karşı gösterilecek en ufak hata daha büyük sorunlar doğurabilir. Eğer mücadele edemeyecek gibi hissediyorsanız boşanma öncesi ya da sonrasında mutlaka bir psikoloğa danışıp yardım almalısınız.Evliliklerinde sorun yaşayan eşler, ilk çare olarak boşanmayı düşünmektense, profesyonel yardım almayı denemeli. Boşanmaya kesin karar verildiğinde, çocukların bundan nasıl etkileneceği düşünülerek planlı hareket edilmelidir. Çünkü bu süreçte neler olup bittiği, bundan sonraki yaşam düzeninin ne olacağı son derece önemlidir.Uzm.Klinik Psikolog Gökçe Kayalargokcekayalar5@gmail.com

Depresyon Nedir ve Ne Değildir?

Günümüzde maalesef ki depresyonla ilgili olarak birçok bilgi yanlış veya eksik. Depresyonla ilgili doğru tanımlar yapılmadığında, gerekli yardımlar sağlanmadığında, bireylerin hayatını birçok yönden olumsuz etkiliyor. Depresyon ruhsal bozukluklar içerisinde en sık ve en yaygın olarak karşımıza çıkan sorunlardan biridir. Depresyonun ortaya çıkmasında biyolojik, psikolojik ve sosyal faktörler etkili olur. Bu faktörlerin hepsinin birbirleri ile etkileşime geçmesi sonucunda depresyon ortaya çıkar. Depresyon yüzyıllardır bilinen ve çözüm arayışı süren bir bozukluktur. Kimi terapi yöntemlerinde yıllarca süren ve maliyeti yüksek danışmanlıklar uygulanmaktadır. Bunların olumlu bir sonuca ulaştığı tam olarak öngörülmemektedir.Depresyonda asıl dikkat edilmesi gereken şey, çoğu danışanın birden çok kez terapi sürecine başladığı, terapiyi olumlu bir şekilde sonlandırdığı ve daha sonraki zamanlarda yine depresyona yönelik şikayetler ile terapiye başlama kararı verdiğidir. Bunun en sık karşımıza çıkan nedeni, danışanın terapi sürecinde davranış ve düşüncelerinde kalıcı değişimler yaşanmamasından kaynaklı olarak, yeterli bir düzeyde başa çıkma becerisini öğrenememesinden dolayıdır. Bu durum bazen danışandan, bazen de terapistten kaynaklı olarak meydana gelebilir. Bu yüzden danışanların birlikte çalışacağı uzmanı seçerken oldukça dikkatli olması gerekir.Depresyon ne değildir?Depresyon zaman zaman her insanda görülen belirli yaşam olaylarına karşı hissettiğimiz üzüntü duygusundan farklı bir tepkidir. Yani kendimizi mutsuz veya üzgün hissettiğimiz her zaman depresyonda olduğumuz anlamına gelmez. Yine de hissettiğimiz bu mutsuzluk veya üzgün ruh halinin üstesinden gelmek için yardım alabiliriz. Aynı zamanda günlük hayatımızda yaşadığımız yaşam olaylarına karşı, stresin bizde oluşturduğu üzüntü, mutsuzluk, karamsarlık hali de her zaman depresyona neden olmaz. Depresyon daha çok kronikleşen ve geçmesi zaman alan bir çökkün ruh halidir. Depresyona neden olan en önemli şey, kişinin düşünüş biçimidir. Erken dönemde yardım alındığı zaman ve kişinin düşünme şeklinde değişiklikler yaratıldığı sürece depresyona yönelik kalıcı düzelmeler sağlanabilir. Bu nedenlerle depresyonda olduğunuza dair bir şüpheniz varsa, uzman görüşü almak oldukça önemlidir.Depresyonun belirtileri nelerdir?·Eğer eskisine göre daha içe kapanık birine dönüştüyseniz,·Eskiden zevk aldığınız şeylerden artık zevk almıyorsanız,·İnsanlarla görüşmek yerine daha çok yalnız kalmayı tercih ediyorsanız,·Kendinizi eskiye nazaran daha umutsuz, üzgün ve çaresiz hissediyorsanız, depresyonda olma olasılığınız var.Bunlara ek olarak, aynı zamanda depresyon bizim gibi duygu ve düşüncelerini ifade etmekte güçlük yaşayan toplumlarda, bedensel sıkıntılarla da kendini gösterebilir. Örneğin; depresyon son zamanlarda artan ağrı şikayetleri veya sürekli yorgunluk hissi olarak da kendini gösterebilir. Unutmayın, dil konuşmasa bile beden kesinlikle konuşur. Depresyonda olmanız burada yazılı olan tüm belirtilerin sizde var olacağı anlamına gelmez.Vücudumuz ve zihnimiz her koşulda bir denge arayışı içindedir. Olumsuz olaylar karşısında bu dengeyi bulduğumuzda süreci atlatabiliriz. Ancak bazı zamanlarda bu dengeyi bulmakta zorluk yaşarız. Bu durumda depresyon ortaya çıkabilir. Bu süreçte olumsuz olaylar yaşayan bireyler kendilerine, çevrelerine ve geleceklerine yönelik olumsuz düşünceler, inançlar geliştirebilir. Bu olumsuz düşünce ve inançlar; en çok sevilmeme, çaresizlik ve değersiz hissetme üzerine yoğunlaşır. Terapistin buradaki rolü, danışanın olumsuz düşüncelerini saptamak ve bunlara yönelik gerekli çalışmaları yapmaktır.Depresyonu yenmek için neler yapılabilir?·Eskiden size keyif veren şeyleri düşünün ve bunları bir kağıda yazın. Daha sonrasında bunlara yönelik en önce yapmak istediğinizden başlayarak bunları sıralayın. Unutmayın bireylerin bazen kendilerini zorlayarak harekete geçmeleri fayda sağlayabilir.·Depresyon sırasında en sık görülen sorunlardan biri de uyku problemleridir. Kişiler ya çok uyur ya da hiç uyumaz. Kendinize bir uyku düzeni oluşturmak oldukça fayda sağlayabilir.·Yakın çevrenizle daha çok vakit geçirmeye çalışın, elinizden geldiğince yalnız kalmamaya özen gösterin.·Duygularınızı ifade etmekten çekinmeyin. Özellikle yakın çevrenizle neler yaşadığınızı ve nasıl hissettiğinizi paylaşın. Onlardan destek isteyin.·Geçmiş üzerine fazla odaklanmayın, düşünceler arasına dalıp gitmemeye çalışın.·Bu süreçte zaman zaman kendinizi daha iyi hissederken, zaman zaman da daha depresif belirtiler yaşayabilirsiniz. Bunu bir sorun olarak görmeyin, normal karşılayın.·Ev dışında yapabileceğiniz size iyi gelecek daha çok aktiviteler planlayın. Yakın çevrenizi de mutlaka buna dahil edin.·Egzersiz ve spor yapmak sizi çok daha iyi hissettirebilir. Kendi içinizde var olan gücü toplayarak gün aşırı yürüyüşlere çıkın.·Yatakta geçirdiğiniz süreyi azaltmak için kendinize ev içinde yapabileceğiniz işleri bir liste haline getirip, bu işlerini yapın.·Son olarak depresyon sisli bir hava gibidir. Bireyler içinde bulundukları durumlara olumsuz bir penceren bakarlarsa gerçeği tam olarak doğru değerlendiremeyebilirler. Bu da depresyonun kronikleşmesine neden olabilir. Her zaman olaylara karşı farklı pencerelerden bakmayı başaramayabiliriz. Bu durumda bir uzmandan yardım almak, bu süreci daha kolay atlatmamızı sağlar.Depresyonla ilgili anlatılacak birçok şey var. Ancak bu yazıda anlatmaya çalıştığım, depresyonla başa çıkmanın en önemli yolunun bireyin düşüncelerini değiştirmekten geçtiğidir. Bizler düşüncelerimizi fark edip, değiştirebilirsek hayatımızdaki bir çok şeyi de değiştirebiliriz. Bir çok yaşam olayına farklı pencerelerden bakabiliriz. Eğer olumsuz bir süreçten geçtiğinizi hissediyorsanız kendinize şunları hatırlatın;·Ben sorunları çözecek güce sahibim.·Ben elde etmek istediğim şeylere ulaşabilirim. Bu güç bende var.·Benim hayatımın bir anlamı ve amacı var.·Kendi hayatımı kontrol edebilirim.·Daha önce başarmıştım, yine başarabilirim.·Bu duygular sonsuza dek sürmeyecek.·Böyle hissetmem çok normal, zamanla geçecek.·Şu an zor bir durum yaşıyorum ama geçecek.Son olarak depresyonda olan bireyler sıklıkla hayattan zevk alamama, çaresizlik, umutsuzluk, değersizlik, ilgi kaybı ve istek kaybı yaşamalarından dolayıhayatı anlamsız bulabilirler. Yaşamlarına son vermeyi düşünebilirler ve zihinlerinden intihar düşünceleri geçirebilirler. Eğer sizinde intihar düşünceleriniz varsa mutlaka bir psikiyatristle / hekimle iletişime geçin.

Stres

Stres, günlük yaşamda karşılaşılan olayların, insan ilişkilerindeki baskının sonucu hissedilen sıkıntı ya da zorlanma durumudur (Newbury-Birch ve Kamali,2001) . Stres, bireyin kendisini tedirgin hissetmekten çok heyecanlı hissettiği ve çözülmesi gereken bir sorun şekli olarak durumu olumlu şekilde algıladığı pozitif özelliklere sahip olabilmesine rağmen, fiziksel ve psikolojik iyi oluşun yanısıra, yaşam kalitesine karşı bir tehdit oluşturduğu şeklinde betimlenmektedir (Duman, 2016) . Stres karmaşık bir konudur ama genelde bir bireyin çevresel gerilimlere, çatışmalara, baskılara ve benzer uyaranlara verdiği tepkiden kaynaklanan fiziksel, zihinsel ya da duygusal bir reaksiyon olarak tanımlanmaktadır (Newbury-Birch ve Kamali, 2001). Stres, bireyin yaşadığı anla, istediği yaşam arasındaki farka gösterdiği tepki olabilir. Ayrıca stres,tehdit ve istenmedik olarak algılanan uyaranlara ve olaylara karşı bireyin gösterdiği fiziksel ve psikolojik tepkilerdir (Madenoğlu, 2010; akt. Duman,2016). “DSM-5 tanı ölçütleri ve klinisyenler için DSM-5”e göre ise, stres;anksiyete,gelişimsel ya da uyum bozukluğu şeklinde sıralanan belirli tanıları içerir. Semptomların kendini göstermesinde, bireyin geçmişteki travmatik ya da stres yaratan bir yaşantısının tamamen olmasa da etkin rol alması gerekir. Stres yaşantısı, iç ve dış ortamdan kaynaklanan etkenlerin, birey tarafından tehdit edici ya da zararlı olarak değerlendirilmesi sonucunda, bedensel ve psikolojik boyutlarda ortaya çıkan aşırı uyarılma halidir. Maraşlı’ya (2005) göre stres, çevrenin beklentileri ile kişinin yapabileceği şeyler arasında dengesizlik olduğunda ortaya çıkar. Kişi başlangıçta strese karşı atağa geçer, daha sonra direnir ve sonunda tükenmişlik duygusu ile stres ciddi boyutlara ulaşabilir. Stres,iyi oluşu tehdit eden bir olgudur. Stres, organizmada psikolojik ve biyolojik değişimlere yol açan, organizmanın çevrenin beklentilerine yönelik uyum kapasitesini aştığında da ortaya çıkan bir süreçtir (Abdel Wahed ve Hassan,2016). Stres yaratan bir durumdan bahsederken, o durumdan çok bireyin o durumu nasıl algıladığını ve yorumladığını, kullandığı savunma mekanizmalarını ve stresle başa çıkma becerilerini göz önünde bulundurmak gerekir (Aydın ve İmamoğlu,2001). Stresin nedenleri arasında ise şunlar vardır (Aydın,2010): 1. Kontrol edilebilirlik 2. Yordanabilirlik 3. Sınırların zorlanması, baskı 4. İçsel çatışma 5. Engellenme 6. Tehdit 7. Değişme Stres, organizmanın bedensel ve ruhsal sınırlarının tehdit edilmesi ve zorlanması ile ortaya çıkan bir durumdur. Stres, onu zihninde taşıyan kişiye aittir. Stres tepkisi, ortamda ne olduğuna bağlı olarak değil, insanın olana nasıl tepki verdiğine bağlı olarak ortaya çıkar (Gibbons, 2012) . Stres endişe,gerginlik, çatışma, duygusal çöküntü, ağır dış şartlar, benlik tehdidi,engellenme, güvenliğin tehdidi, uyarılma vs. terimler yerine kullanılmaktadır(Baltaş ve Baltaş, 2012). Stres, akla ve bedene zarar veren aşırı uyarılmanın bir sonucu olabilir (Schafer 1992, s.14; akt. Gibbons, 2012). Stres yaşayan bireyde baş ağrısı, yüksek tansiyon, sindirim sorunları, nefes almada güçlük, aşırı terleme gibi fiziksel belirtiler görülebilir. Stresli bir birey, kaygılı olabilir,kendini öfkeli, gergin, keyifsiz, alıngan hissedebilir, bir şeye odaklanmada zorlanabilir, karamsar olabilir, bir şeye karar vermede güçlük yaşayabilir,bireyde düzensiz yemek yeme ve uyuma durumu olabilir (Demir,2014). İnsanların stresli veya zor durumlarla karşılaştıklarında kullandıkları iki temel başa çıkma stratejisi vardır. Problem odaklı başa çıkma, kişinin stresli durumu tanımladığı ve bunun üstesinden gelmek için etkin adımlar attığı stratejidir. Duygu odaklı başa çıkmada ise, kişi durumla uğraşmak veya durumu değiştirmekten çok durumu çevreleyen duygularla uğraşmaya odaklanma eğilimindedir (Hefferon ve Boniwell, 2014) . Duygu odaklı başa çıkma,başkalarına yönelme ve sosyal destek arayışı içinde olmayı içerir. Bu tür başa çıkma, kişinin mevcut durumu görmezden gelmesini ve problem çözmek adına herhangi bir etkileşimden kaçınmasını içerir (Hefferon ve Boniwell, 2014) .Üstelik temel yaşam stresörleri özellikle kişilerarası stres ve sosyal reddetme depresyon için en güçlü sorunlardır. Depresyonla ilgili birçok kuramın merkezinde stres, bozukluk riskini arttıran bilişsel ve biyolojik süreçleri başlattığı görüşü vardır (Blatt, 2004). Bu kuramlarla tutarlı olarak, temel stresli yaşam olayları depresyonun en önemli belirleyicilerindendir (Kendler,Karkowski, ve Prescott, 1999; Kessler, 1997). Sosyal reddi de kapsayan bazıyaşam olayları majör depresif bozukluk riskini %21.6 arttırmaktadır (Kendler vediğ., 2003; akt. Slavich ve Irwin,2014). Kişilerarası stres, romantik ilişki kurulan insanlarla, akranlarla, aileyleproblemler olarak adlandırılırken, kişilerarası olmayan stres genelde mesleki,akademik ya da sağlık sorunlarıyla ilişkilendirilir (Shortt ve diğ., 2013).Kişilerarası stres, genç bireylerin aileden ayrı bireyselleştiği ve yeni sosyal destek ağları oluşturmaya çalıştığı ergenlikten yetişkinliğe geçiş sürecinde özellikle şiddetli olabilir. Stresli yaşam olayları sınırlı bir zaman zarfında meydana gelen ayrı ve psikolojik olarak endişe verici yaşantılar olarak kavramsallaştırılmaktadır (Sheets ve Craighead, 2014). Stresle başa çıkmanın ise üç temel amacı vardır (Yaşar, 2008; akt. Duman, 2016): • Kısa vadede: stresi her yönüyle öğrenerek strese karşı etkin davranmak amacıyla izlenecek bütün yöntem ve kuralları öğrenmek. • Orta vadede: stresin zararlarını ve nedenlerini öğrenerek stresin belirtilerinin önceden farkına vararak stresin zararlı yönlerinin etkilemeyeceği bir yaşam biçimi şekillendirmek, stresin olumlu yönlerini gerektiği yerde kullanabilmek. • Uzun vadede: Stresin kontrol altına alındığı, huzur dolu, sağlıklı, düzen içerisinde ve verimli bir yaşam sürebilmek.Ayrıca stres; bireyin çevreye uyum göstermesi içsel ve dışsal unsurlarca zor halegetirilirse, birey fiziksel ve psikolojik sınırının üstünde çabalamaya başladığındasergilediği tepkidir. Ayrıca, stres bireyin beklemediği anda ortaya çıkan ve kriz yaratan bir olaydır (Erdoğan, 2015). Problemler ise, tamamlanmamış çözümlerdir. Stres altındaki birey problem olarak algıladığı bir durumun farkına varabilir ve onunla ilgilenebilir ancak bu yeterli olmayan bir çözümdür. Çözüm odaklı yaklaşım, bireylerin problemlerine çözüm olabilecek işaretlerin izini sürer(O’Connell, 2004). Dolayısıyla, çözüm odaklı düşünce biçimini edinen, yapıcı bir şekilde olumsuzluklardan sıyrılıp olumluya yönelebilen bir birey yaşadığı strese hakim olabilir.
Yasin KÖKMEN 06.06.2021