1. Uzman
  2. Pelin BAYIN
  3. Blog Yazıları
  4. Travmalarımız, Biz ve İyileşme

Travmalarımız, Biz ve İyileşme

Hayatta bazen beklemediğimiz, bizi şaşırtan olaylarla karşılaşabiliriz. Bu bazen bir kayıp, bazen bir kaza, bazen bir ayrılık veya bambaşka bir şey olabilir. Bu da bizi derinden etkileyecek duygu yüklü sonuçlara yol açabilir ve bu duygularımız bizimle uzun süre var olabilir. Ayrıca yaşanılan olay sadece duygusal olarak değil, zihinsel ve fiziksel olarak da çeşitli etkilere neden olabilir. Her türlü etki geçici olabileceği gibi bazen geçmesi uzun süreler de alabilir. İşte bu uzun, yoğun ve bizi sarsıcı yaşantılarımıza “travma” adı verilir.

Yaşanılan her türlü olay, bu olayı yaşayan bireyleri çeşitli şekillerde ve farklı duygular doğurarak etkileyebilir. Aynı olay birini mutlu edebilirken diğer kişiyi üzebilir, bir başkası için sıradan bir durum iken farklı bir insan için derin ve kolay kolay atlatılamayacak bir etkiye neden olabilir. Her insan farklıdır; her insanın yaşantısı, beklentisi, psikolojik sağlamlığı, destek arayışı, etkilendiği ve etkilenmediği durumlar farklı ve çeşitlidir. Bu da herkesin her olaydan farklı şekillerde sonuçlar çıkarmasını açıklayabilir.


Travma Nedir?

Travma, bireyde fizikseli, duygusal ya da psikolojik olarak normal olaylardan farklı ve derin bir etki bırakan durumlardır. Bu durumlar genellikle beklenmedik, aşırı stres yaratan olaylar ile oluşur ve kontrol edilemez. Yaşanan travmatik durumlar kişide çeşitli etkilere yol açar. Fiziksel travma; yaralanma, doğal afetler gibi durumlarda etkili olur. Psikolojik travma ise; ciddi duygusal etki yaratan şiddet, istismar, ani kayıplar veya savaş gibi durumlarda ortaya çıkar


Neden Travma Yaşarız?

Her türlü travma, herkeste farklı nedenlerle ortaya çıkabilir.

Fiziksel travmalar genellikle dışsal bir kuvvetin ani bir durumda şiddetli bir şekilde fiziki etkisi sonucunda meydana gelir. Trafik kazaları, düşme, yaralanma, spor kazaları, iş kazaları, doğal afetler, saldırı ve fiziksel şiddet, fiziksel travmalara örnek gösterilebilir. Bu travmalar hızlı tıbbi müdahale gerektiren sonuçlara da yol açabilir. 

Psikolojik travmalar ise kişinin fiziksel durumundan önce duygusal ve zihinsel dengesini etkiler. Cinsel, psikolojik veya fiziksel istismar, doğal afetler sonucu yaşam şekilleri, savaşlar, krizler, sevilen birinin kaybı gibi durumlar psikolojik travmaya neden olabilir. Çocukluk döneminde yaşanan ihmal ve istismar, ebeveyn ayrılığı, duygusal taciz gibi durumlar da yetişkinlikte psikolojik travma nedeni olabilir.


Travmanın Belirtileri Nelerdir?

Travmanın etkileri kişileri farklı şekillerde etkileyebilir. Bazı kişiler travmalarından olay sonrasında etkilenirken bazıları uzun yıllar sonra etkilerini hissedebilir. Hafıza sorunları, sosyal ilişkilerde problemler gibi durumlar uzun süreli etkileri iken, uykusuzluk ve kabuslar kısa süreli etkilerdendir. Travma, kişilerin günlük yaşamına ve sosyal hayatına devam etmesini zorlaştırabilir. 

Travmanın etkileri psikolojik, zihinsel, duygusal veya fizikselgözlemlenebilir. Bu etkiler ve etkilerin şiddeti kişiden kişiye değişiklik gösterebilir. En sık karşılaşılan travma belirtileri şu şekildedir:

• Uyuyamamak, 

• Tetikte olma ve aşırı irkilmek, 

• Sürekli korku ve endişe halinde olmak, 

• Kas spazmları, 

• Uzuvlarda ağrı ve yaralanmalar, 

• Konsantrasyon ve dikkat sorunları, 

• Kabus görmek, 

• Sinirlilik, öfke patlamaları, 

• Belirli olay, durum, yer ya da kişilerden kaçınmak, 

• Baş ağrıları ya da mide sorunları gibi çeşitli etkileri oluşabilir.


Travmalar Kalıcı Mıdır?

Etkilerinden ve çocukluk yaşantısından aktarılan travmalardansöz ettikten sonra, travmaların kalıcı olduğunu düşünmek kaçınılmazdır. Ancak travmalar kalıcı etkilere yol açsa da, bu durum kişiye bağlıdır diyebiliriz. Kişi iyileşmeye açıksa, profesyonel destek alıyorsa travmanın etkileri azaltılabilir ya da kişi bu süreci kontrol edebilir hale gelebilir. Travmanın kişiye etkisi, şiddeti, kişinin psikolojik dayanıklılığı ve kişinin stres karşısında baş etme becerileri, travmaların kalıcılığını etkileyen faktörlerdendir. 

Travma tedavi edilmediği durumlarda kişide anksiyete, yoğun depresyon ve travma sonrası stres bozukluğu gibi sorunlara veya fiziksel rahatsızlıklara yol açabilir. Ayrıca bu süreçte kişinin iş, sosyal ve kişisel hayatında da aksamalar meydana gelebilir.


İyileşme Mümkün Müdür?

Travma, kısa vadeli etkilere yol açacağı gibi uzun soluklu etkilere de neden olabilir. Hemen oluşabileceği gibi uzun zaman sonra da ortaya çıkabilir. Ancak travma fark edildikten sonra müdahale edildiği takdirde iyileşmek mümkündür. Travma, değişikliğe neden olur, olumsuz etkiler göstererek kişiyi değiştirebileceği gibi müdahale edildiğinde ve travmanın zihinsel olarak yeniden yapılandırılması gibi değişikliklere de neden olur. Travma yaşayan kişinin, iyileşme talebi ve bu doğrultudaki arayışı iyileşmenin en önemli basamağıdır. Buna ek olarak zaman ve doğru destekle kişi, travmanın etkilerini en aza indirebilir, işlevsel hayatına dönüş yapabilir, ilişkiler kurmaya başlayarak hayata yeniden umutla bakabilir.

İyileşme her zaman bir doğrultuda ilerlemez. Bu süreçte iniş ve çıkışların olması normaldir. İyileşme sürecinde travmayayönelik anılar gün yüzüne çıkabilir. Bu dalgalanmalar sürecin kaçınılmaz bir parçasıdır. Önemli olan bu iniş ve çıkışları kabullenerek iyileşme çabasıdır.


Travmaya Yönelik Destek Almak İyileşme Sürecini Nasıl Etkiler?

Zaman, bazı yaraların ilacıdır. Ancak bazı durumlar ve yaşantılar karşısında zaman yeterli olmayabilir. Travma, kişilerde büyük etkilere neden olabilir. Bu sebeple kişinin birileriyle bu durumu konuşma isteği oluşabilir. Bu konuşulan kişiler bazen aile dostu bazen arkadaşlar olabilir. Yakın ve sosyal çevrenin, travmalar karşısında etkileri azımsanamayacak kadar büyüktür. Ancak uzun süreli çözümlere ulaşmak için profesyonel bir destek almak gerekir. Uzman desteği almak, büyük ve önemli bir adımdır. Sürecin etkililiği ve uzunluğu, kişide etkili ve geliştirici sonuçlar doğurur. Kişinin öz saygısının artmasında, özgüveninin yeniden oluşmasında; kısaca iyileşme sürecinin başlaması yönünde etkili bir adımdır.


Bedenimiz Bize Ne Söyler?

Travma, sadece duygularımızda, zihnimizde yer almaz; bedenimiz de travmadan etkilenir. Kalp ritminin artması, kas ağrıları, mide sorunları, nefes alma zorluğu gibi fiziksel belirtiler; travmanın bedene yansımış şekli olabilir. Bu nedenle bedenimizde meydana gelen bu değişiklikleri tanımak, anlamak ve iyileştirme yönünde adım atmak, travmanıniyileşmesine yardımcı olur. Rahatlama egzersizleri, yoga, yürüyüş, temiz hava almak gibi basit ama etkili yöntemler, kişinin bedenini ve iyileşme sürecini olumlu yönde etkilemektedir.


Travmada ve Sonrasında İyileşme Süreci

Travmalar bize kötü anılar çağrıştırsa da bunlar bizim için olumlu deneyimlere çevrilebilir. Kişinin travması, başa çıkma şekli ve bu süreçlerde öğrendikleri, hayatının her anında her zaman kullanabileceği bilgi ve deneyimlerdir. Bu süreç, kişide çeşitli değişikliklere yol açar. Bu değişiklikler kimi zaman öğrendiği şeyler, kimi zaman kaybettiği şeyler olabilir. Bazen ilişkileri değişir, bazen hayata bakış açısı değişir, bazen de kişi, kendisi değişir. Yaşanılanlar veya öğrenilenler, her zaman bizi zayıflatmaz; aksine bazen bizim yeniden şekillenmemizde yardımcı olur.


Travma, her zaman olumsuz sonuçlanmaz; iyileşme süreciyle birlikte olumsuz parçaların olumlu şekle gelmesi mümkündür. 


Yayınlanma: 06.05.2025 14:16

Son Güncelleme: 06.05.2025 14:16

Pelin BAYIN
Pelin BAYIN
Psikolog(*)(*)(*)(*)(*)
Uzmanlıklar: Ergenlik Dönemi Sorunları , Gelişimsel Sorunlar , Çocuk Eğitimi İle İlgili Sorunlar
2018 yılında Ankara Üniversitesi Ps Devamını oku
Online Terapi
süre 50 dk
ücret 950
Yüz Yüze Terapi
süre 50 dk
ücret 1100
Bunları da sevebilirsiniz...

Oyun Terapisi Nedir?Oyun, çocukların iletişim dili, oyuncaklar ise bu dilin aracıdır. Oyun Terapisi, çocukların duygu, düşünce ve deneyimlerini oyuncaklar aracılığıyla bir uzmana daha iyi ifade etmelerini sağlayan bir terapi türüdür. Bu terapi oyuncak oynama çağındaki, 2-12 yaş aralığındaki çocuklarda kullanılabilir. Terapistler de, çocuğun oyuncaklarla ve oyunla kurduğu iletişimi, davranışsal ve duygusal sorunları anlayabilir.Oyun Terapisinin Faydaları Nelerdir?Oyun terapisinde, terapist ve çocuk oyun odasında yalnız bulunurlar. Bu sayede çocuk, ebeveynlerinden ve bakım verenlerinden ayrılmayı ve onlardan bağımsız bir birey olmayı deneyimlemiş olur. Oyun odasında kendisini ifade ederek dil gelişiminde ve olayları aktarma becerisinde zamanla gelişmeler görülür. Bu terapi seansları ona, özgüven geliştirmesine, özsaygısının artmasına ve kendisini daha iyi ifade etmesine olanak verir.Bunlara ek olarak, oyun terapisine gelen çocuğun sorun veya travması üzerine yoğunlaşılarak bunun iyileştirilmesi ve bu durum karşısında başa çıkma stratejilerinin geliştirilmesi üzerine çalışılır. Bütün bunlar oyuncaklar ve oyunlar aracılığı ile yapıldığından bu süreç çocuklar için hem daha eğlenceli hem de daha verimli geçmektedir.Oyun Terapisi Süreci Nasıldır?Oyun terapisi çocuktan çocuğa değişen süreçleri içerse de, temelinde aynı aşamalardan geçmektedir. Terapist ve çocuğun yalnız kaldığı oyun odasında ilk aşama olarak çocuğun yani danışanın terapiste güvenerek onunla rahat zaman geçirmesi gerekmektedir.Terapist ve danışan bağ kurduktan sonra danışanın yavaş yavaş problemlerinden bahsetmesi veya bunu oyuna dökmesi beklenir. Bu süreçte danışanın rahat olması önemlidir. Herhangi bir zorlama yapılması, danışan için olumsuz bir süreç olarak devam etmesine veya terapinin sonlanmasına neden olabilir. Problemlerin açığa çıkmasının ardından oyun aracılığıyla danışan ve terapist bu probleme uygun başa çıkma becerileri geliştirmeye çalışırlar.Ebeveynlerin/ ailenin/bakım verenlerin bu süreçte rolü; sabırlı ve destekçi olmaktır. Terapi zaman alır. Bu süreçte acele etmemek, beklemek, sabırlı olmak, zorlamamak; yapılabilecek en büyük yardımlardandır.Bu süreçte hem terapisti hem de çocuğu zorlamamaları acele ettirmemeleri gerekir. Yapılan her türlü hata terapiyi olumsuz etkileyebilir.Oyun Terapisi Süresi Ne Kadardır?Oyun terapileri seans olarak 50 dakika sürmektedir. Bir terapinin başarıyla tamamlanması ortalama 20 seans sürebilir. Ancak her çocuk biriciktir. Bu sebeple her çocuğun seans süresi de değişiklik göstermektedir. Bazı çocuklar için bu süreç daha uzun aşamalardan geçebilir, güven bağı hemen oluşmayabilir, problemi aktarmak zor gelebilir ya da çözümler hemen uygulanamayabilir. Bu durumlardan seans süresi artabilir. Ancak bazı çocuklar için bağ kurmak, problemlerini tanımak ve aktarmak ve çözüm konusunda daha uygulayıcı olmak daha kolaydır. Böyle durumlarda ise seanslar daha az sürebilir.Bu farklılıklar çocukları daha zeki ya da daha zorlu çocuklar yapmaz. Her çocuk özeldir ve her çocuğun farklı bireylere yaklaşımı, yaşam deneyimleri ve problemlerle başa çıkma becerisi farklıdır. Terapiye gelmek onlar için çok başarılı birer adımdır. Ve geçirdikleri her seansta attıkları adımlar da bu başarıyı destekler nitelikte olacaktır.Oyun Terapisinin Çocuk Üzerindeki Etkileri Nelerdir?Oyun terapisi, çocuğu geliştirici bir nitelik taşır. Çocuklukta kazanılan her beceri, bireyin ilerleyen yaşantısında da ona katkıda bulunur. Bu açıdan bakıldığında oyun terapisinde kazanılan baş etme stratejileri, çocuğun ilerleyen dönemlerde sorunlarla karşılaştığında bu problemleri tanımasına, farkında olmasına ve bunların nasıl üstesinden geleceğini bilmesine yardımcı olur.Oyun terapisi çocuk için olumlu yaşam deneyimleri sunar. Kendisini ifade edebilmeyierken yaştaöğrenen çocuk, ilerleyen yaşta daha sosyal, daha girişken ve daha özgür ruhlu birey haline gelir, kendisini her koşulda rahatça açıklayabilir. Kendi sorunlarının farkında olması ve bunların üstesinden gelmesini deneyimleyen çocuk, başarılarının farkında olur ve özsaygısı artar.Psikolojik destek almak, gelişen neslimizle birlikte yavaş yavaş artış göstermektedir. Bu sebeple çocuk yaşta terapi alan bireyler, ilerleyen yaşantılarında da başa çıkamadığı, farkında olamadığı veya destek almak istediği durumlarda psikolojik destek almaktan kaçınmaz. Bu durum onu psikolojik olarak daha sağlıklı birey yapar. Bu da hem psikolojik hem fiziksel hem de ruhsal olarak onu daha ileriye taşır. Psikolojik destek almanın faydasını deneyimlemiş biri olarak, hem kendi neslini hem de kendisinden sonra gelecek nesli bu konuda psikolojik desteğe ve psikolojik iyi oluşa teşvik edebilir; bu durum daha sağlıklı bir çevrede yetişip gelişmesine yardımcı olabilir. Kısaca oyun terapisi, hem çocuğun güncel durumunu hem de ilerleyen yaşantısını kurtaracak bir terapi haline gelebilmektedir.Oyun Terapisi Ne ZamanKullanılır?Her çocuğun özel olduğundan bahsetmiştir. Bu durumda her çocuğun yaşantısı ve deneyimi de özeldir diyebiliriz. Her çocuk farklı sorunlar yaşayabilir ve farklı alanlardan terapi ihtiyacı duyabilir. Oyun terapisine gelme nedenleri arasında en çok; ailevi sorunlar, öfke sorunları, vurma, küfür etme gibi davranışsal problemler, kardeş kıskançlığı,travmalar, korkular, çekingenlik, asosyallik ve içe kapanıklık, uyku problemleri, yeme problemleri, tuvalet problemleri, okula alışma sorunu, uyum problemleri, dikkat eksikliği ve hiperaktivite yer almaktadır. Bunların dışında farklı sorunlar karşısında baş etme becerileri geliştirmek için de oyun terapisi kullanılabilir.Oyun Terapisi Normal Oyundan Farklı Mıdır?Oyun terapisinde, çocuktan beklenilen sadece oyuncakları kullanarak oyunlar oynamasıdır. Kullanılan oyuncaklar ve oynanan oyun temelde aynı olabilir. Ancak terapist, oyun odasında oynanan oyuna anlam yüklemektedir. Her oyuncağın her davranışın ilişkilendirilmesi terapist tarafından yapılır. Bu da sorunların anlaşılır olmasına ve çözümlerin üretilmesine yol açar. İçerik olarak aynı oyuncaklar veya aynı oyun olmasına rağmen oyun terapi odasındaki oyun ve normal oyunun işlevleri farklıdır.Çocuğunuz Neden Oyun Terapisi Almalıdır?Terapi, genel olarak herkes için iyileştirici ve geliştirici bir süreçtir. Çocuklar için bu süreç oyun terapisiyle sağlanabilir. Hem daha iyi bir çocukluk hem de daha iyi bir gelecek için, yaşadığıproblemlerin üstesinden gelinemediği takdirde, çocuğun terapiye ihtiyaç duyduğu zamanlarda bu destek sağlanmalıdır.Çocuğunuzun terapiye ihtiyacı olduğunu düşünüyorsanız, biruzmanabaşvurunuz.Psikolog Pelin Bayın Yazıyı Oku

Uzman: Pelin BAYIN

Yayınlanma: 04.05.2025

kayginin-sonlandigi-yer-ozgurlugun-kaybedildigi-yer-midir

Kaygı'ya filozof Kierkegaard'ın bakış açısıyla bakmaya ne dersiniz? Kaygıyı özgürlüğün bir olanağı olarak gören Kierkegaard; kaygıya yüklenen olumsuz anlamları yeniden sorgulamaya açıyor. Diyor ki; kaygı insanın olağan bir duygusudur ve asıl olağandışı olan varoluşun kendisidir. Ve kaygı ile korku arasında bir ayrım yaparak kaygının insana has olduğu ve hayvanlarda rastlanmayacağını ifade ediyor.Biz de olağan nedir, onu inceleyelim. Böylece biz ve varlığımız neden olağandışıyız, düşünebiliriz. Doğada olağan olarak açıkladığımız olayların neden sonuç ilişkisi içinde gerçekleşiyor olması; doğayı bizim için "olağan" kılıyor. İnsanı olağandışı yapan şey, doğayı; nedeni ve ardından gelen sonucu izleyerek açıklarken, insan kendisini, bir sonuç olarak var olmuş haliyle fark ediyor. Doğup doğmadığımızı ya da var olup olmadığımızı bilmeye başladıktan sonra (örn: "kendimi bildim bileli") insanın ölebileceğini fark etmesi, doğadaki varolan ve sürdürülen canlılığa uymamayı seçebileceğini keşfetmesi ile kendi etkinliğini belirleme zorunluluğunun ve kendi etkinliğindeki nedenlerin belirsizliğinin yaşattığı duyguya kaygı diyebiliriz. Özgürlük de bu noktada kaygı ile birlikte ele alınıyor. Kendi etkinliğini belirleme zorunluluğuna özgürlük diyebilir miyiz? Bir zorunluluktan bahsederek özgürlük nasıl açıklanabilir? İnsan özgür olmamayı seçme özgürlüğüne de sahiptir ve bunu da yine özgürlüğüyle seçmiş olacağı için özgür olmamayı seçememiş de olur. Bu paradoksu şimdilik kenara bırakırsak, Kierkegaard'ın ifadesiyle özgürlüğün olanağı olarak kaygıyı yaşıyoruz. Mevcut etkinliklerimiz, örneğin en temel olarak var olma etkinliğimize kadar varoluşsal bir kaygı başlıyor. Bu ontolojik kaygı; var olma etkinliğimizi fark etmemiz ve bunun bizim belirleyeceğimiz nedenler zinciri ile bir olağanlığa kavuşacağını fark etmemizle ortaya çıkıyor.Farkındalığın getirdiği; etkinliklerimizi ve bunları sürdürmedeki nedenlerimizin belirsizliğini belirgin hale getirme aşaması da özgürlüğün keşfedildiği aşama. Ancak dilemma şurda; bunu seçmemeyi seçmek mümkün değil. Yani özgür olmamayı seçmen bile özgürlüğünün eseri bir seçimin ve dolayısıyla sorumluluğu sana ait. Üstelik seçim aşamasında yaşanan kaygı ve zorunlu seçim olanağı olan özgürlük aynı anda sona eriyor olabilir mi? Yani bir etkinliği ve ona atfettiğiniz neden'i seçtiğinizde diğer seçimlerden de mahrum olmayı seçmiş oluyorsunuz. Kierkegaard şöyle açıklıyor: "Özgürlüğün olanağı kendini kaygı içinde ortaya çıkarır. Ancak insan özgürlüğün kendisini gösterdiği aynı anda özgür olmayandır da. Bu karşıtlık içerisinde kaygı kendisini insanın içinde muğlak bir güç olarak gösterir. Kişi kendisi olabilmek için öncelikle bu muğlak güçle yaşamayı, kaygı içinde olabilmeyi öğrenmelidir."Gelelim korku ile; yalnızca insanlarda rastlanan kaygının arasındaki farka:Korkunun bir nesnesi varken, kaygının nesnesi hiçliktir, der Kierkegaard. Örneğin köpekten korkan kişi için köpek tehlikesi geçtiğinde korkusu da geçer. "Kaygı ise üstü örtük olarak da olsa daima, 'şimdi, burada'dır. Kaygı kişinin bütünlüğünü kaybetmesi, varoluşsal bir parçalanma haline girmesidir." Bütünlüğün parçalanmasını nasıl açıklayabiliriz? Olası koşullarda ortaya konulacak tepki ya da davranış seçeneklerinin; aklına gelen tüm ihtimaller dairesi kadar genişlediğini, genişlediği ölçüde özgürlüğün arttığını ancak aynı oranda kararsızlığın ve neyi neden seçeceğine ilişkin kendine dair belirsizliğin de arttığını görmek ile bu parçalanma kastediliyor olabilir. Kaygıyı bir uçurumun kenarında yaşadığımız baş dönmesine benzetir Kierkegaard. Bu varlığı fark edildikçe artan ihtimallerin önünde zorunlu olarak seçimde bulunan bireyin yaşadığı baş dönmesi... Kararı verirken, kendi özgürlüğümüz ile neden sonuç ilişkisi oluşturma, hatta oluşturmama özgürlüğümüz vardır. Etkinliğimizi (en basit manada varolma etkinliğimizi) nedene bağlayarak, bütünlüğün parçalanması hali tekrar bir zincirin halkası gibi görünür ve 'şimdi ve burada'lığı bir süreç içine dahil edilmiş olur. Seçimlerimizle ontolojik kaygıdan farklılaşır, seçimimizle kendimizi ve etkinliğimizi belirginleştiririz,neden sonuç ilişkisi içinde durumu olağanlaştırırız ancak artık o nedenin veya seçimin getirileri ve sorumlulukları ile özgürlüğümüzü kaybetmiş oluruz. Belirlenen seçimin tek nedeni kendimiz olması sebebiyle kendimizi bununla tanımlayabiliriz ve bir neden olarak bir benlik ediniriz. Bu hiçlikten bir şey olmaya ve bir kimlik ya da benlik inşa etmeye, bir tutarlılık içinde bir sonraki seçimi daha az belirsizlik dolayısıyla daha az kaygı yaşamaya olanak tanıyabilir. Bu benlik bizi hiçlikten bir şey olmaya taşır ancak aynı zamanda her şey olabilme özgürlüğünden de geri alarak herhangi ve bir şey olmaya taşımış olur. Oysa; "Ben şu'yum ve daha önce de tepkim şu idi" ile başlanılan bir durum anımsandığında parçalanma yerini tutarlılığa ve ihtimallerin daralmasına bırakıyor.Kierkegaard şöyle devam eder: "Bu anlamda psikoterapinin ontolojik kaygının üstesinden gelmesi mümkün değildir. Psikoterapi ancak korkuların sıklığını ve yoğunluğunu değiştirebilir. Kaygıyı ise ancak uygun bir yere yerleştirebilir; çünkü kaygı varoluşa ait bir özelliktir." Ergenlik döneminde yaşanan kimlik arayışı ve kaygı duygusu ile birlikte edinilen tutumlar, seçimler ya da alınan rol modeller sayesinde herhangi bir bütünlüğe sahip tutarlı bir çerçeve çizmeye çalışıyoruz. Peki bu süreçte kaygı neye dair yaşanıyor ve azalıyor? Kierkegaard: "Bazı koşullarda kendi tepkilerimizin ne olacağına dair belirsizlik daha açık bir ifadeyle “kendimizden korkmak” bizi kaygı haline sürükler. Çünkü burada sözü geçen “kendi” yani insan başlı başına belirsiz bir şeydir." der. Ergenlikle henüz etkinliklerimizi fark etmeye ve onları eyleyip eylememe kararına sahip olduğumuzu ve nasıl eyleme getireceğimize ilişkin farkındalıklarımız ile oluşan belirsizliklere "çünkü ben" ile başlayan sebepleri seçiyoruz ve bir sonraki olası koşullarda eski davranışımız ve seçimimiz bir referans görevi görerek "ben"lik inşa edilmeye başlanıyor. Böylece kaygının da bu "ben"e bağlı davranışların tutarlı olması ihtiyacı ile özgürlüğün de eş zamanlı azaldığını söyleyebilir miyiz? "İnsan, kaygı içinde kendisini birçok farklı şekillerde eyleyebilecek ve özgürlüğünü etkinleştirebilecek bir “kişi” olarak ortaya koyar, başka bir deyişle kendisini keşfeder. Kendisiyle yalnızca gelecekteki bir olasılık olarak değil, başka biri olmanın olasılığı olarak da ilişki kurar. İnsan varlığı olarak kendimizi özgürlüğün olanağı ile olan ilişkimiz içinde belirler ve aynı zamanda özgürlüğün olanağının kaygısıyla bu kararı veririz."Kaynakça:İncelenen Makale: Özgürlüğün Olanağı Olarak Kaygı, Yasemin Akış Yaman Yazıyı Oku

Uzman: Emine AYDOĞAN

Yayınlanma: 29.04.2025

evlilikte-duyarsizlik-psikolojik-dinamikler-ve-cozum-yollari

Evlilikte Duyarsızlık: Psikolojik Dinamikler ve Çözüm YollarıEvlilik, iki bireyin duygusal, fiziksel ve zihinsel olarak birbirine bağlandığı, karşılıklı anlayış ve destek üzerine kurulu bir birlikteliktir. Ancak, zamanla çiftler arasında duygusal bağın zayıflaması, empati eksikliği ve ilgisizlik gibi sorunlar ortaya çıkabilir. Evlilikte duyarsızlık, partnerlerden birinin ya da her ikisinin de diğerinin duygularına, ihtiyaçlarına veya beklentilerine karşı kayıtsız kalması olarak tanımlanabilir. Bu durum, evliliğin temel taşlarından olan güven, sevgi ve iletişimi tehdit ederek ciddi çatışmalara yol açabilir. Bu makalede, evlilikte duyarsızlığın psikolojik nedenleri, etkileri ve çözüm yolları ele alınacaktır.Evlilikte Duyarsızlığın Psikolojik NedenleriEvlilikte duyarsızlığın kökeninde bireysel, ilişkisel ve çevresel faktörler yatabilir. İlk olarak, bireysel faktörler arasında kişinin geçmiş deneyimleri, duygusal olgunluk düzeyi ve stresle başa çıkma becerileri yer alır. Örneğin, çocukluk döneminde duygusal ihmale maruz kalmış bir birey, yetişkinlikte duygularını ifade etmekte zorlanabilir ve partnerinin ihtiyaçlarına karşı duyarsız kalabilir. Ayrıca, kişinin kendi duygularına yabancılaşması (aleksitimi) da empati kurma yeteneğini zayıflatabilir.İlişkisel faktörler, çiftler arasındaki iletişim kalitesine ve çatışma çözme becerilerine bağlıdır. Uzun süreli evliliklerde, çiftler rutinlere hapsolabilir ve birbirlerinin duygusal sinyallerini fark etmeyi bırakabilir. Örneğin, bir partnerin sürekli olarak iş stresiyle meşgul olması, diğer partnerin duygusal ihtiyaçlarını göz ardı etmesine neden olabilir. Ayrıca, çözülmemiş çatışmalar veya biriken kırgınlıklar, duygusal mesafe yaratabilir ve duyarsızlığı körükleyebilir.Çevresel faktörler arasında ise modern yaşamın getirdiği baskılar öne çıkar. Yoğun iş temposu, maddi sorunlar veya çocuk yetiştirme sorumlulukları, çiftlerin birbirine ayıracakları zamanı ve enerjiyi azaltabilir. Bu durumda, partnerler farkında olmadan birbirine karşı ilgisiz hale gelebilir.Duyarsızlığın Evliliğe EtkileriEvlilikte duyarsızlık, hem bireysel hem de ilişkisel düzeyde ciddi sonuçlar doğurabilir. Duyarsızlığın en yaygın etkilerinden biri, duygusal bağın zayıflamasıdır. Bir partnerin sürekli olarak diğerinin ihtiyaçlarına kayıtsız kalması, terk edilmişlik, değersizlik ve yalnızlık hislerini tetikleyebilir. Bu durum, zamanla öfke, hayal kırıklığı veya depresif belirtiler gibi duygusal sorunlara yol açabilir.Duyarsızlık, aynı zamanda iletişimde bozulmalara neden olur. Duygusal ihtiyaçları karşılanmayan bir partner, kendini ifade etmekten vazgeçebilir veya agresif bir iletişim tarzı benimseyebilir. Bu, çiftler arasında kısır döngüye dönüşen çatışmalara yol açar. Örneğin, bir partnerin "Seninle konuşmak anlamsız, zaten beni umursamıyorsun" gibi söylemleri, diğer partneri savunmaya geçirerek iletişimi daha da zorlaştırabilir.Duyarsızlığın uzun vadeli etkileri arasında ise evliliğin sürdürülebilirliğinin tehlikeye girmesi yer alır. Partnerlerden biri sürekli olarak ihmal edildiğini hissederse, bu durum sadakatsizlik, ayrılık veya boşanma gibi sonuçlara yol açabilir. Ayrıca, duyarsızlık çocukların da duygusal gelişimini etkileyebilir; ebeveynler arasındaki soğukluk, çocuklarda güvensizlik veya kaygı gibi sorunlara neden olabilir.### Çözüm Yolları: Duyarsızlığı Aşmak İçin Psikolojik StratejilerEvlilikte duyarsızlığı aşmak, çiftlerin bilinçli çabaları ve duygusal yatırımlarıyla mümkündür. Aşağıda, bu sorunu çözmek için uygulanabilecek psikolojik stratejiler sıralanmıştır:1. *Açık ve Yapıcı İletişim Kurma*: Çiftler, duygularını ve ihtiyaçlarını açıkça ifade etmeye özen göstermelidir. "Sen hep böyle yapıyorsun" gibi suçlayıcı ifadeler yerine, "Bazen ihtiyaçlarımı fark etmediğini hissediyorum, bu konuda konuşabilir miyiz?" gibi yapıcı bir dil kullanılabilir. İletişimde "ben dili" kullanmak, karşı tarafın savunmaya geçmesini önler.2. *Empati Geliştirme*: Empati, partnerin duygularını anlamak ve onun bakış açısını takdir etmek anlamına gelir. Çiftler, birbirlerinin duygusal sinyallerine daha fazla dikkat ederek empati becerilerini güçlendirebilir. Örneğin, partnerin stresli bir gün geçirdiğini fark eden bir eş, destekleyici bir tavır sergileyerek duygusal bağı güçlendirebilir.3. *Kaliteli Zaman Geçirme*: Yoğun yaşam temposunda çiftlerin birbirine ayırdığı zaman azalabilir. Birlikte geçirilen kaliteli zaman, duygusal yakınlığı artırır. Haftada bir akşam yemeği, ortak bir hobi veya basit bir yürüyüş bile ilişkiyi canlandırabilir.4. *Duygusal Farkındalığı Artırma*: Partnerler, kendi duygularını ve ihtiyaçlarını daha iyi anlamak için öz-yansıtma yapabilir. Meditasyon, günlük tutma veya terapi gibi yöntemler, duygusal farkındalığı artırarak duyarsızlığın azalmasına yardımcı olur.5. *Çift Terapisi*: Profesyonel destek, duyarsızlığın altında yatan nedenleri anlamak ve etkili iletişim stratejileri geliştirmek için faydalıdır. Çift terapisi, çiftlerin birbirine karşı daha duyarlı hale gelmesine ve ilişkilerini yeniden inşa etmesine olanak tanır.6. *Stresle Başa Çıkma Becerilerini Geliştirme*: Dışsal stres faktörleri duyarsızlığı tetikleyebilir. Çiftler, stres yönetimi teknikleri (örneğin, nefes egzersizleri veya zaman yönetimi) öğrenerek birbirine daha fazla enerji ayırabilir.Evlilik ve İlişki Terapisinin Temel PrensipleriEvlilik ve ilişki terapisi, çeşitli temel prensipler üzerine inşa edilmiştir. Bu prensipler, çiftlerin ilişkilerini anlamalarına ve sorunlarını çözmelerine yardımcı olur. İşte evlilik ve ilişki terapisinin temel prensiplerinden bazıları:İlişkiyi önceliklendirmeİlişki terapisi, çiftlerin ilişkilerini önceliklendirmelerini sağlar. İlişkideki sorunlar genellikle diğer yaşam stresleri tarafından gölgelenebilir. Terapistler, çiftlere ilişkilerini önemsemelerini ve ona zaman ayırmalarını öğütler. Bu, ilişkinin sağlıklı bir şekilde gelişmesini sağlar.Eşitlik ve saygıEvlilik ve ilişki terapisi, çiftler arasında eşitlik ve saygı temelinde kurulmuştur. Terapistler, çiftlere birbirlerine karşı saygılı olmayı, duygularını ifade etmeyi ve ihtiyaçlarını dile getirmeyi öğretir. Bu, sağlıklı bir iletişim ve karşılıklı anlayışın temelidir.İletişim becerileri geliştirmeİletişim, sağlıklı bir ilişkinin temel taşıdır. Evlilik ve ilişki terapisi, çiftlere etkili iletişim becerileri geliştirmeleri konusunda rehberlik eder. Terapistler, aktif dinleme, empati kurma ve açık bir şekilde ifade etme gibi becerileri öğretir. Böylece, çiftler duygularını daha iyi ifade edebilir ve birbirlerini daha iyi anlayabilir.Çatışma yönetimiHer ilişkide çatışmalar kaçınılmazdır. Evlilik ve ilişki terapisi, çiftlere çatışma yönetimi becerilerini öğretir. Terapistler, çiftlerin çatışmaları yapıcı bir şekilde ele almalarını sağlar. Bu, çiftler arasındaki anlaşmazlıkların daha sağlıklı bir şekilde çözülmesine yardımcı olur.#SonuçEvlilikte duyarsızlık, çiftlerin duygusal bağını zayıflatan ve ilişkiyi tehdit eden ciddi bir sorundur. Ancak, bu durum çözümsüz değildir. Duyarsızlığın kökeninde yatan bireysel, ilişkisel ve çevresel faktörleri anlamak, çözüm yollarını belirlemede ilk adımdır. Açık iletişim, empati, kaliteli zaman geçirme ve profesyonel destek gibi stratejiler, çiftlerin birbirine karşı duyarlılığını artırabilir. Evlilik, sürekli bir çaba ve özen gerektirir; duyarsızlığı aşmak ise bu çabanın en önemli parçalarından biridir. Çiftler, birbirine karşı duyarlılıklarını yeniden inşa ederek daha sağlıklı, tatmin edici ve sürdürülebilir bir ilişki kurabilirler. Yazıyı Oku

Uzman: Hidayet ÇALIŞKAN

Yayınlanma: 21.04.2025