1. Uzman
  2. Yağmur MUMCU
  3. Blog Yazıları
  4. ENKOPREZİS (Dışkı Kaçırma) nedir? Nedenleri, Tanı Kriterleri, Eş Tanılar ve Tedavi Yönteml

ENKOPREZİS (Dışkı Kaçırma) nedir? Nedenleri, Tanı Kriterleri, Eş Tanılar ve Tedavi Yönteml

Enkoprezis, 4 yaş ve üzeri çocuklarda görülen istemli veya istemsiz bir şekilde dışkı kaçırma durumudur. DSM-5’e göre tanının konulabilmesi için çocuğun yaşının en az 4 olması ve dışkı kaçırma durumunun 3 aydan daha uzun bir süre boyunca ayda en az 1 kez görülmesi gerekmektedir. ICD-10, DSM’den farklı olarak sürenin en az 10 ay olması gerektiğini söylemiştir. Çocuklarda enkoprezis görülme sıklığı %1-3 arasında olduğu tahmin edilmektedir (Özdemir, 2005) Dört yaşındaki çocukların %2.8’inde, 6 yaşındaki çocukların %1,9’unda, okul çağındaki çocukların %1,6’sında görülmektedir. Buna bağlı olarak, enkoprezisin yaş ile ters orantılı olduğunu yani yaş büyüdükçe görülme sıklığının azaldığını söyleyebiliriz çünkü gelişme geriliğinin nedenlerinden biri olduğu bilinmektedir.

Bu durumla, kabızlığın ve taşma inkontinansının görüldüğü retansif enkoprezis ve kabızlık ve taşma inkontinansının görülmediği non-retansif enkoprezis olarak 2 farklı şekilde karşılaşabiliriz. Roma II kriterlerine göre enkoprezis %79 oranında kabızlık ile birlikte görülmektedir. Taşma inkontinansına, belli bir nedenden dolayı kabızlık yaşayan çocuğun zamanla dışkılama refleksini kaybetmesi sonucu daha sıvı dışkının kontrol dışında, uzun süre kalan, daha sert dışkının etrafından çıkması olarak tanımlayabiliriz. Çocuk yaşadığı kabızlık nedeni ile dışkılamada zorluk yaşamış olabilir ya da ağrılı dışkılama deneyimlemiş olabilir. Bu nedenle tuvalet ihtiyacından sürekli olarak kaçınıp hem kabızlığın sürmesine sebep olunmuş hem de bu kasların hakimiyeti zamanla azalmış olabilir. Aslında çocukta tuvalet korkusu gelişir. Taşma durumu sıklıkla çamaşır lekelenmeleri olarak görülebilir hatta çocuğun ishal yaşadığı sanılabilir.

Ayrıca enkoprezisi başlangıç dönemine göre incelemek gerekmektedir. Çocuğun doğumundan beri süregelen ve genellikle tuvalet eğitimini tamamlamadığı, yani dışkılama kaslarının kontrolünü kazanamadığı, durumda yaşanan dışkı kaçırma hali birincil enkoprezis olarak tanımlanıyor. Bu durumu gelişme geriliği olarak değerlendirebilir ve kabızlık, lekelenmeler ve idrar kaçırma ile birlikte görebiliriz. Birincil enkoprezisin nedenlerine baktığımızda bunun fizyolojik sebeplerden meydana geldiğini söyleyebiliriz. Genellikle fizyolojik faktörlerin neden olduğu bu türünü kabızlığın ve taşma inkontinansının görüldüğü retansif enkoprezis ile ilişkilendirebiliriz. Nedenlerine bakıldığında genetik yatkınlık, beslenme alışkanlıkları (az lifli, çok yağlı ve çok karbonhidratlı ağırlıklı beslenme vb.), bazı enfeksiyonlar ve kabızlığa bağlı ağrılı dışkılamadan oluşan tuvalet korkusunu söyleyebiliriz. Özetle, tuvalet eğitimini tamamlamamış bir çocuğun fizyolojik sebeplerle kabızlık yaşaması ve kabızlığı nedeni ile istemsiz dışkı kaçırmasına birincil enkoprezis diyebiliriz. Birincil enkoprezisin kız ve erkek çocuklarda görülme olasığında bir farklılık yoktur.

Çocuğun daha önce tuvalet eğitimini tamamlamış olduğu ve sonradan görülmeye başlandığı dışkı kaçırma hali ise ikincil enkoprezis olarak tanımlanıyor. Bu durumda genellikle kabızlık ya da çamaşır lekenmelerine yani taşma inkontinansına rastlanmaz ve uygunsuz yerlere bulaşma şeklinde görülür. Birincil enkorprezisin aksine çocuk bu durumu istemli ve farkında olarak gerçekleştirir. Psikososyal ve davranış temelli olan ve sonradan gelişen bu türü aile ve çocuk için daha zorlu bir süreçtir. Çünkü nedenlere baktığımızda çocuğun yaşadığı bir yoğun bir stres vardır. Burada, çocuğun stres etkenlerine, aile ve çevre ilişkilerine ve tuvalet eğitimini sürecinin nasıl geçtiğini, tamamlandığına bakılmalıdır. Tabi ki, her stres faktörü çocuk özelinde olsa bile, bunlara örnek olarak ailedeki değişimler mesela kardeş doğumu ile gerileme, tuvalet eğitiminin çok katı veya çok serbest bir şekilde gerçekleştirilmesi, çocuğunun ev ortamında yaşadığı gerginlikler ya da okula başlama, ev değişikliği vb. verebiliriz. Yani ne kadar istemli olarak tanımlansa da çocuğun yaşadığı stresi boşaltma çabası ya da yaşadığı strese dikkat çekme hali olarak yorumlayabiliriz. Bu durum, erkek çocuklarında kız çocuklarına göre daha sık rastlanmaktadır. İkincil enkoprezisi, tuvalet eğitimini tamamlamış çocuklarda psikolojik temelli sorunlar nedeni ile uygunsuz yerlere farkında olarak dışkı kaçırma olarak özetleyebiliriz.

Enkoprezis tanısı almış çocuklarda başka problemlerin de eşlik ettiğini görebiliriz. En sık rastlanan eş tanılardan biri enürezis yani idrar kaçırmadır. Bununla birlikte Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu, Karşıt Olma-Karşı Gelme Bozukluğu, Kaygı bozukluğu, Zeka Geriliği, Davranım Bozukluğu, Kekeleme ve Depresyon gibi tanılara da rastlayabiliriz (Akça, 2009). Bu tanılardan en çok görüleni olan Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu aslında enkoprezis nedenlerinden biri olarak görülmektedir. DEHB olan çocuklarda dikkat süresinin kısa olmasına bağlı olarak rektal gerilemenin fark edemeyerek tuvalete gitmeyi geciktirmesi veya dürtüsel davranışları nedeni ile tuvaletten tamamen boşaltım gerçekleştiremeden kalkması sonucu oluşan kabızlık oluşumu ile birlikte enkoprezis oldukça sık rastlanıyor. 

Tanı Kriterleri

Genelde aileler karın ağrısı, kabızlık ya da ishal nedeni ile çocuk doktoruna başvurur. Enkoprezis’in görülme nedeni ve şekli çocuktan çocuğa farklılık gösterir. Bu nedenle tanının konulması, tipin değerlendirilmesi ve tedavinin planlanması için aileden detaylı hikaye alınır.

Detaylı hikaye, çocuğun hayatında bu durumu tetikleyebilecek nedenleri bulmak için alınır. Detaylı hikayede alınan bilgiler; çocuğun hayatında rutini dışında gerçekleşen bir olayın olup olmaması, tuvalet eğitim hikayesi, şimdi ki tuvalet kullanım tarzı, önceki dışkı kaçırma hikayeleri, evde ve okulda tuvalete erişim ve hijyen durumu, tuvalet korkusunun değerlendirilmesi, dışkı kaçırma şiddeti (miktar ve sıklık gibi), çocuğun beslenme alışkanlığı, ailenin çocuğa ve bu duruma karşı tutumları, çocuğun ve ailenin dışkı kaçırma ile baş etme stratejileri, çocuğun problemi nasıl algıladığı ve tuvalete yaptığı dönemler.

İkinci olarak, fiziksel değerlendirme yapılır. Genellikle kabızlık ile birlikte görüldüğü için rektal ve karın muayenesi yapılır ya da karın grafisi çekilir (bağırsaktaki dışkı miktarının saptanması için). Enkoprezis görülen çocuklarda idrar yolu enfeksiyonları da görülebildiği için idrar tahlilide istenir.

Tedavi Basamakları

Enkoprezisin tipi değerlendirildikten sonra tedavi planı yapılır. Öncelikli olarak aile ve çocuk arasındaki ilişki desteklenmeli ve bu durumun çocuğun suçu olmadığı ama sorumluluğun ona ait olduğu anlatılmalıdır. Aile ve çocuk tedavi süreci hakkında bilgilendirilmelidir. Zaman zaman gerçekçe ve motivasyonel konuşmalar yapılmalıdır. Aileye de çocuğun bu konudaki ilerleyişinin desteklenme ihtiyacı anlatılmalıdır.

Laktasif tedavi, kabızlık ile birlikte görülen enkopresis için kullanılan bir tedavi yöntemidir. Çocuğun (hastanın) bağırsaklarında birikmiş olan dışkı temizlenir. Daha sonrasında dışkının bağırsakta birikmesinin önlenmesi hedeflenir. Bunun için polietilenglikol, laktuloz/laktitol, sena preparatı, bisakodil, metilseluloz, sıvı parafin gibi laktasif ilaçlar 6 ay süreyle uygulanır (Akça, 2009) ve aynı zamanda beslenme alışkanlıkları düzenlenir (lifli beslenme), bol sıvı tüketimi önerilir. Bazı hastalarda laktoz toleransının düşüklüğü nedeni ile süt tüketimi yasaklanır. Davranışçı tedavi ile birlikte yürütülmesinde sonucun daha başarılı olduğu bulunmuştur.

Davranışçı tedavi, hem kabızlığın görüldüğü hem de görülmediği enkoprezis türünde uygulanmaktadır. Bu tedavi yöntemi çocuğun tuvalet korkusunu yenmesi ve dışkılama reflekslerini geri kazanmasını amaçlar. Çocuğun her gün, özellikle yemeklerden sonra tuvalete giderek oturması istenir. Burada ailenin tutumları, tepkileri çok önemlidir. Çocuk dışkıyı tuvalete yaptığında ödüllendirilebilir, altına kaçırma ise görmezden gelinebilir ve temizliğini kendisinin yapması ya da aileden birinin yardımı ile yapması istenebilir. Ayrıca oyun terapisi ya da çocuk odaklı aile danışmalığı da tercih edilen diğer psikolojik destek yöntemlerindedir.

Enkoprezis tedavisinde kullanılan bazı ilaçlar şunlardır; İmipramin, amitriptilin gibi antidepresanlar ve sisaprid gastroprokinetikler. Ayrıca DEHB tanılı çocuklar içinse Metilfanit, Atomeksetin vb. ilaçlar kullanılmaktadır. DEHB tanılı çocuklar için kullanılan bu ilaçlarda ilk hedef DEHB semptomlarını azaltmak ve buna bağlı olarak enkoprezisi tedavi etmektir. Yapılan çalışmalarda DEHB tanılı çocukların DEHB semptomlarında azalma ve enkoprezis durumunun tamamen kalktığı görülmüştür. Burada önemli olan nokta, ilaçların birden kesilmemesi ve doktorun önerisi üzerine azaltılarak tedavinin bitirilmesidir. Aksi halde sorunun tekrarına rastlanılmaktadır.

Biofeedback tedavisi; enkoprezis görülen çocuklarda genellikle pelvik taban kaslarının gelişmemesi ya da bu kasların kontrolünün kaybedilmesi görülmesi nedeni ile kaslarının fonksiyonunu yeniden kazanması için geliştirilen bir yöntemdir. Biofeedback yönteminde Manometri ya da EMG ölçümleri kullanılır. Bu ölçümler kullanılarak pelvik kasların işlevi ölçülür. Burada kullanılan cihazlar işitsel, görsel ya da sözel olarak geribildirim verir ve egzersizler ile normal dışkılama öğretilir. 

Diğer tedavi yöntemleri ise masaj tedavisi, probiyotikler, elektriksel sinir uyarımı, refleksoloji ve akupunktur olarak bilinsede henüz etkileri hakkında fazla bilgi edinilmemiştir. (Akça, 2009)

Enkoprezis tedavisi uzun süreli bir süreçtir. Türkiye’de yapılan bir araştırmada enkoprezis tedavi başlangıcından sonraki altı yıl içerisinde %83’ünde tamamen iyileşme, %12’sinde semptomlarda azalma görülmüştür (Akça, 2009). Tamamen iyileşme ise ortalama 21 ayda gerçekleşmektedir. Son olarak 16 yaş ve üzerinde enkoprezis görülmesi çok nadir olduğu bilinmektedir.

Enkoprezis, çocuklarda fizyolojik ya da psikolojik sebepli olarak ortaya çıkan kronik bir rahatsızlıktır. Bu rahatsızlıkla birlikte başka rahatsızlıklarda görülebilmektedir ve bu durum hem çocuk hem de aile için olumsuz ve yorucu bir süreçtir. Çocuğun gözleminin iyi yapılması, en erken şekilde doktora götürülüp tedavinin belirlenmesi ile tedavi basamakları dikkatli bir şekilde takip edilmelidir. Çocuğun durumuna uygun tedavi yöntemi ve ailenin tutumları oldukça önemlidir.

........

AKÇA, Ö. F. Y., & AYSEV, A. T. D. Enkoprezis tanısı alan çocukların komorbid psikopatolojileri, aile özellikleri, anne-babaların kişilik özellikleri ve psikiyatrik belirtilerinin araştırılması (Doctoral dissertation, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı).

TÜZÜN, Ç., TİKİZ, C., ÜNLÜ, Z., & KASIRGA, E. (2005). Standart tedavilere dirençli enkoprezisli çocuklarda davranış düzenleme programı ve basınç biofeedback yönteminin etkinliği. Türkiye Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Dergisi51(3), 103-107.

ÖZDEMİR, F. D., İŞERİ, E., GÖKÇE, E., DEMİROĞULLARI, B., KOÇKAR, A. İ., BAĞBANCI, B., & DALGIÇ, B. (2005). Enkoprezisi olan çocukların tedavisinde davranışçı terapi ve ilaç tedavisinin etkinliklerinin karşılaştırılması. Çocuk ve Gençlik Ruh Sağlığı Dergisi12(3), 121-129.


Yayınlanma: 25.05.2021 20:19

Son Güncelleme: 25.05.2021 20:19

Psikolog

Yağmur

MUMCU

Psikolog

( )( )( )( )( )

Uzmanlıklar:

Çocuk ve Ergenlik Dönemi Ruhsal Sorunları , Çocuk Eğitimi İle İlgili Sorunlar , Dışa-Atım Bozuklukları (Enürezis ve Enkoprezis)
Online TerapiOnline Ter...
Hizmet vermiyor
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
Hizmet vermiyor
Bunları da sevebilirsiniz...

Kabullenememek: Görmezden Geldikçe Büyüyen Bir Acı

Hayatta bazen öyle anlar olur ki, olanı olduğu gibi kabul etmek en zor şey haline gelir. Yaşadığımız bir olay, hissettiğimiz bir duygu ya da içimize sinmeyen bir gerçekle yüzleşmek… Bazen o kadar ağır gelir ki, zihnimiz hemen devreye girer:Bu gerçek olamaz...Bunu hak etmedim...Böyle olmamalıydı...İşte tam da burada başlar içsel savaş. Zihin bir yandan inkâr eder, kalp bir yandan ağrır. Ve biz bu ikisinin arasında kalakalırız. Kabullenememek bir savunmadır aslında. Bizi korumaya çalışan, acıyı biraz daha ertelemeye çalışan bir refleks. Ancak her bastırılan duygu gibi, bu da içimizde büyür. Göz ardı ettikçe bizi daha çok zorlayan bir yük haline gelir.“Bu böyle olmamalıydı…”Kabullenemediğimiz şey sadece yaşadıklarımız değil; bazen kendimiz de olabiliriz. Bir davranışımız, bir seçimimiz, bir özelliğimiz... “Ben böyle biri değilim” deriz, “Bunu nasıl yaptım?” deriz ya da “Keşke öyle olmasaydı.” Bu sözlerin arkasında pişmanlık da olabilir, hayal kırıklığı da hatta öfke bile…Kabullenemediğimiz şeyler çoğu zaman günlük hayatımıza da yansır. Örneğin, biten bir ilişkiyi kabullenemediğimizde kendimizi sürekli geçmişte yaşarken buluruz. İş yerinde yaşanan bir haksızlığı kabullenemediğimizde içten içe öfkemizi büyütürüz. Sevdiğimiz birinin artık hayatımızda olmadığını kabullenemediğimizde yas sürecine adım atamaz, içimize kapanırız. Bu örnekler çoğaltılabilir çünkü kabullenememek hayattan uzaklaştırır. Gerçeklikten koparır. Olanla barışamayınca, olmayana tutunuruz.Kabullenmek, pes etmek değildir!Çoğu kişi kabullenmeyi bir yenilgi gibi görür. Oysa kabullenmek, olanı olduğu gibi görmek ve onunla birlikte yaşamanın yollarını bulmaktır. Direnmeyi bırakıp, yavaş yavaş iyileşmeye yer açmaktır. “Evet, bu oldu. Ama ben bununla ne yapabilirim?” sorusunu sorabildiğimiz anda başlar aslında değişim.Kabullenmek, hayata yeniden temas etmektir. Kendini olduğu gibi görmeye, hissettiklerini tanımaya ve içinden geçtiğin süreçlere saygı duymaya başlamak demektir. Bu, çok kıymetli bir adımdır.Peki, neden bu kadar zor?Çünkü insanız. Ve insan olmak bazen acı verir. Her şey kontrolümüzde olsun isteriz. Kalbimiz kırılmasın, hatalar yapmayalım, sevdiğimiz insanlar hep yanımızda olsun... Ama hayat böyle değildir. Ve bu gerçek, her zaman kolay kabullenilmez.Ayrıca çoğu zaman kendimizi güçlü hissetmek zorunda hissederiz. "Ben böyle bir şeyle baş edemem" demek, zayıflık gibi gelir. Oysa en büyük güç bazen çaresizliğimizi kabul edebilmektir. Çünkü ancak kabul ettiğimiz şeyleri dönüştürebiliriz.Duygularla yüzleşmek, içsel direnci kırmak kolay değildir. Bu yüzden birçok kişi, acıyı bastırmak için meşguliyet üretir. Yoğun çalışır, duygulardan uzak durur, eğlencenin içinde kaybolur. Ama ertelenen hiçbir duygu yok olmaz. Uygun bir zaman, bir tetikleyiciyle yeniden kendini hatırlatır. Bu da zamanla daha büyük bir zihinsel yük oluşturur.Unutulmamalıdır ki:Bazen insanlar dışarıdan bakıldığında son derece güçlü, sakin ve kontrollü görünebilir. Ancak iç dünyasında neler olup bittiğini kimse bilmez. “İyiyim” demek kolaydır çünkü gerçek duyguları anlatmak, bazen onları kendine bile itiraf etmek zordur. Ama bastırılan her şey bir yerde kendini gösterir: bir gece aniden gelen ağlama hissinde, durduk yere ortaya çıkan öfke patlamalarında ya da hiçbir şeyden keyif alamadığın o sessiz günlerde…Kabullenememek çoğu zaman duyguların üzerini örtmek gibi görünür, ama aslında o duygular içimizde kendi yolunu bulup dışarı çıkmanın bir yolunu arar. Oysa her duygunun görülmeye, duyulmaya ve anlaşılmaya ihtiyacı vardır. Bu yüzden kabullenmek, sadece zihinsel bir süreç değil, aynı zamanda kalbe de temas eden bir içsel yolculuktur.Hayatın bazı dönemleri zordur ve insan bazen nereye tutunacağını bilemez. İşte o anlarda biriyle konuşmak, sadece dinlenmek bile çok şey değiştirebilir. İçinden çıkamadığın duyguları paylaşabildiğinde, o yük hafifler. Ve bu hafiflik, zamanla yerini daha sağlam bir iç dengeye bırakır. Zamanla fark edersin ki; bu denge seni aradığın huzura biraz daha yakınlaştırmış ve kara bulutlar artık senin üzerinden kalkmaya başlamıştır.Kabullenmek, psikolojik sağlamlığımız açısından etkili bir nokta olmakla beraber, insanı olgunlaştıran da bir eylemdir. Bu süreç; kişinin kendini tanımasını, duygularıyla yüzleşmesini ve gerçeklerle barışmasını sağlar. Ancak bazı durumlarda bu eylemi gerçekleştirmek, bireyin destek almadan üstesinden gelemeyeceği kadar zorlayıcı olabilir. Özellikle birey bu süreci yaşarken denge kavramını unutmamalıdır; zira bu denge, hem içsel huzur hem de sağlıklı ilerleyiş için temel bir gerekliliktir.Değiştiremeyeceklerimizi kabullenmek bir olgunluksa, değiştirebileceklerimizi fark etmek bir gelişimdir. Hayat, bu ikisi arasındaki dengeyi kurabilme sanatıdır ve bu dengeyi kurabilen birey, yaşamın zorlukları karşısında daha dirençli ve esnek bir duruş sergileyebilir.Terapi bu noktada ne sağlar?İçinde taşıdığın ama adını koyamadığın duygularla yüzleşmek, çoğu zaman tek başına zorlayıcıdır. Bu noktada terapi, sana yargılanmadan dinleneceğin, duygularını anlamlandırabileceğin ve kendi hızında ilerleyebileceğin güvenli bir alan sunar.Ben seanslarımda bilişsel davranışçı terapi ve çözüm odaklı terapi yaklaşımlarını esas alıyor, her süreci danışanın ihtiyacına göre esnek bir şekilde yapılandırıyorum. Terapiye başlamadan önce 5-10 dakikalık kısa bir ön görüşme fırsatı tanıyorum. Bu süreç, senin neye ihtiyaç duyduğunu birlikte anlamak için ilk adımdır. Seanslarımız ortalama 50 dakika sürer.Güven, açıklık ve birlikte yol alma duygusu benim için bu sürecin temelini oluşturur. Çünkü biliyorum ki birinin sadece seni anlamaya çalışması bile bazen çok şey değiştirir.Belki de ilk adım sadece fark etmektir...Kendine sormayı deneyebilirsin: “Hayatımda kabullenmekte zorlandığım ne var?”, “Beni en çok yoran duygu ne?”, “Ne zaman gerçekten kendimle yüzleştim?”Eğer bu sorular sende bir şeyleri harekete geçiriyorsa, yalnız olmadığını bilmeni isterim. Bu duygularla birlikte yaşamanın daha sağlıklı yolları var. Ve bu yolları birlikte keşfetmek mümkün.Hazır hissettiğinde, bu yolculukta sana eşlik etmekten memnuniyet duyarım :)

Tayfun AKGÜN 01.08.2025

Hiçbir Şey Yapmak İstememek: Depresyon mu, Geçici Bir Durum mu?

Günlük yaşamda zaman zaman kendimizi hiçbir şey yapmak istemezken bulmamız oldukça doğaldır. Hayatın temposu, üst üste gelen sorumluluklar, yaşanan duygusal zorluklar ya da fiziksel yorgunluklar kimi günleri daha ağır geçirmemize neden olabilir. Ancak bu durumun süresi uzadığında, kişinin işlevselliğini etkilemeye başladığında ve bazı başka belirtilerle birlikte ortaya çıktığında, altta yatan daha ciddi bir durumun, özellikle de majör depresif bozukluğun habercisi olabilir.Depresyon Belirtisi Olabilir mi?Hiçbir şey yapmak istememe hali, depresyonun en yaygın ve en çok göz ardı edilen belirtilerinden biridir. Kişi, sabahları yataktan kalkmakta zorlanabilir, gün içinde yaptığı işler anlamını yitirmiş gibi hissedebilir ve bir zamanlar ona keyif veren şeyler artık anlamsız ya da yük gibi gelebilir. Özellikle aşağıdaki belirtilerle birlikte görülüyorsa, bu tablo profesyonel bir değerlendirmeyi gerektirebilir: • En az iki haftadır devam eden isteksizlik ve keyif alamama hali • Günlük işleri yerine getirmekte zorlanma • Sabah yataktan kalkmada güçlük • Daha önce zevk alınan aktivitelere karşı ilgi kaybı • Sürekli yorgunluk hissi, enerji düşüklüğü • Dikkat dağınıklığı, karar vermede zorlanma • İştah ya da uyku düzeninde belirgin değişiklikler • Umutsuzluk, değersizlik veya suçluluk duyguları • Ölüm ya da intihar düşünceleriBu belirtiler, kişinin ruhsal sağlığını ciddi ölçüde etkileyebilir ve yaşam kalitesini gözle görülür şekilde düşürebilir. Bu noktada bir uzmandan destek almak, kişinin içinden çıkamadığını düşündüğü bu döngüyü kırmak adına çok önemli bir adımdır.Her İsteksizlik Depresyon Anlamına GelmezBununla birlikte, her “hiçbir şey yapmak istememe” hali depresyonla açıklanamaz. Günümüzde birçok birey; • Yoğun iş ve yaşam stresi • Tükenmişlik sendromu • Mevsimsel geçişler ve hava değişimleri • Uzun süreli fiziksel yorgunluk • Hormonal değişiklikler (örneğin tiroid sorunları, regl döngüsü, menopoz) • Travmatik olaylar (ayrılık, kayıp, taşınma vb.)sonucunda da geçici olarak motivasyon kaybı, isteksizlik, durgunluk ve duygusal yorgunluk yaşayabilir. Bu duygular çoğunlukla normal ve geçici bir süreçtir. Doğru dinlenme, sosyal destek, duygulara alan açma ve bazı yaşam düzenlemeleriyle kişi bu dönemleri atlatabilir.Ancak sürecin uzaması, şiddetlenmesi ve yaşamı aksatacak düzeye ulaşması durumunda bu duygular artık klinik değerlendirme gerektiren bir ruhsal duruma işaret edebilir.Ne Zaman Yardım Alınmalı?İsteksizlik hali sürekli hale geldiyse, kişinin kendine, çevresine ya da yaşamına ilgisi giderek azalıyorsa, günlük sorumlulukları yerine getirmekte zorlanıyorsa ve yukarıda sayılan diğer belirtilerle beraber görülüyorsa, bir uzmana başvurmak ertelenmemelidir. Unutulmamalıdır ki, depresyon zamanla derinleşebilir ve kişinin sosyal, akademik, mesleki ya da ailevi alanlarını olumsuz etkileyebilir. Bu nedenle erken müdahale, tedavi sürecini kolaylaştırır ve kişinin yaşadığı duygusal yükü hafifletir.Terapi Süreci Neyi Değiştirir?Birçok kişi, “Geçer,” “Herkesin başına geliyor,” ya da “Biraz daha sabretmeliyim,” gibi düşüncelerle yardım almaktan kaçınabilir. Oysa profesyonel destek, kişinin yaşadığı süreci anlamlandırmasına, duygularını düzenlemesine, düşünce kalıplarını fark etmesine ve içsel kaynaklarını yeniden hatırlamasına yardımcı olur.Terapi, sadece tanı koymak ya da semptomları hafifletmek için değil; aynı zamanda kişinin kendini daha iyi tanıması, ihtiyaçlarını fark etmesi ve yaşamla kurduğu ilişkiyi yeniden yapılandırması için güvenli ve destekleyici bir alandır.Yorgunluk Mu, Depresyon Mu?Her isteksizlik depresyon değildir; ama her isteksizlik de hafife alınmamalıdır. Bu farkı anlayabilmek çoğu zaman dışarıdan bakıldığında kolay değildir. Kimi zaman kişi sadece kötü bir dönemden geçmektedir ve bu dönemi destekle, dinlenmeyle ve duygusal farkındalıkla atlatabilir. Kimi zaman ise bu hislerin altında daha derin ve sürekli bir duygusal yük vardır.İşte bu ayrımı yapabilmek çoğu zaman ancak terapi süreci ile mümkün olur.Duyguları Bastırmak Yerine AnlamlandırmakToplumda hâlâ depresyona dair birçok yanlış inanç var. “Güçlü olmalısın”, “Kafana takmazsan geçer” gibi ifadeler, kişilerin yaşadıkları zor duyguları bastırmalarına, utanç duymalarına veya yardım aramaktan çekinmelerine yol açabiliyor. Oysa duygularımız bize bir şey anlatmak ister; onları bastırmak yerine anlamlandırmak, uzun vadede çok daha iyileştirici bir süreçtir.Kendini halsiz, isteksiz, kopuk ya da boşlukta hisseden birey, aslında zihinsel ve duygusal düzeyde bir yük taşıyordur. Bu yükün kaynağı geçmiş travmalar, kronik stres, çocukluk dönemi deneyimleri veya yaşamda bir şeylerin anlamını yitirmiş olması olabilir. Kimi zaman kişi bu duyguların nedenini net şekilde bile tanımlayamayabilir. İşte bu noktada psikoterapi, yalnızca belirtileri hedef almaz; aynı zamanda bu içsel yüklerin kaynağına inmeyi ve kişiye yeniden yön buldurmayı amaçlar.Destek Almak Güçsüzlük Değil, Bilinçli Bir AdımdırDestek istemek, zayıf ya da başa çıkamaz olmak anlamına gelmez. Aksine, bu kişinin kendisine ve yaşamına gösterdiği bir özenin, iyileşme isteğinin göstergesidir. Psikolojik destek almak, sadece semptomları ortadan kaldırmakla kalmaz; bireyin içsel kaynaklarını fark etmesine, duygusal dayanıklılığını artırmasına ve hayatla kurduğu bağları onarmasına da katkı sağlar.Tıpkı fiziksel rahatsızlıklarda doktora başvurduğumuz gibi, ruhsal süreçlerde de profesyonel yardıma başvurmak en doğal haktır. İyileşmek, zaman alır ama mümkündür. Ve bu yolda atılan her adım değerlidir.Unutmayın:Kendinizi uzun süredir tükenmiş, anlamsız ya da yalnız hissediyorsanız, bu duyguların altında yatan nedenleri birlikte keşfetmek mümkün. Hayatın zorlayıcı dönemlerinde destek almak bir lüks değil, ihtiyaçtır. Unutmayın, iyileşmek bir süreçtir ve bu süreçte profesyonel bir eşlikçiyle yola çıkmak hem güven verici hem de dönüştürücü olabilir. Ruh sağlığı, beden sağlığı kadar gerçek ve önemlidir. Kendinizi kötü hissetmeniz, bir şeylerin ters gittiğini gösteriyor olabilir. Ve siz, bu konuda yalnız değilsiniz.Bu Süreçte Size İyi Gelebilecek Bazı ÖnerilerGünlük rutine küçük adımlarla geri dönün:Kendinizi motive hissetmeseniz bile her gün aynı saatte uyanmak, duş almak, kısa yürüyüşler yapmak gibi basit ama düzenli alışkanlıklar zihinsel toparlanmayı destekler.Kendinize karşı nazik olun:Bu dönemde kendinizi yargılamak yerine, yaşadığınız duygulara şefkatle yaklaşın. “Neden böyle hissediyorum?” yerine “Şu an kendime nasıl destek olabilirim?” sorusunu deneyin.Duygularınızı yazıya dökün:Günlük tutmak; bastırılan duyguları fark etmenize, düşünce kalıplarınızı gözlemlemenize ve zihninizi boşaltmanıza yardımcı olabilir.Sosyal izolasyona karşı küçük bağlantılar kurun:Tüm günü yalnız geçirmek yerine bir arkadaşınızla mesajlaşmak, sevdiğiniz biriyle kısa bir telefon görüşmesi yapmak bile ruh halinizi olumlu etkileyebilir.Gerçekçi hedefler belirleyin:Bu süreçte büyük planlar yerine küçük ve ulaşılabilir hedefler koymak, kendinize olan güveni yeniden inşa etmenize yardımcı olur.En önemlisi de çevrenizdeki yakınlarınızdan veya bir uzmandan destek almaktan çekinmeyin.Elif SEÇİLMİŞUzman Klinik Psikolog

Eşler Arası Aldatma ve Aldatılma: Psikolojik, Sosyal ve Ekonomik Analizi

Eşler Arası Aldatma ve Aldatılma: Psikolojik, Sosyal ve Ekonomik Nedenlerin Derinlemesine AnaliziEşler arası aldatma ve aldatılma, insan ilişkilerinin en karmaşık ve duygusal açıdan sarsıcı konularından biridir. Bu durum, yalnızca bireylerin özel hayatlarını değil, aynı zamanda toplumsal yapıyı ve bireylerin ruhsal sağlığını derinden etkiler. Psikolojik, sosyal ve ekonomik faktörler, aldatma ve aldatılma süreçlerinde önemli roller oynar. Bu makalede, bilimsel olarak kabul edilen nedenleri ele alarak, duyarlı psikolog ve psikoterapist Hidayet Çalışkan’ın uzman görüşlerinden de faydalanarak konuyu ayrıntılı bir şekilde inceleyeceğiz.Psikolojik Nedenler: Zihnin ve Duyguların KarmaşasıAldatma ve aldatılma, bireylerin iç dünyasında derin izler bırakan psikolojik süreçlerle yakından ilişkilidir. Duyarlı psikolog ve psikoterapist Hidayet Çalışkan, aldatmanın genellikle bireyin duygusal tatminsizlik, özgüven eksikliği ve bağlanma sorunlarından kaynaklandığını belirtmektedir. Psikolojik açıdan, aldatma eylemi, bireyin kendi iç dünyasındaki boşlukları doldurma çabasının bir yansıması olabilir. Örneğin, depresyon veya anksiyete gibi ruhsal sorunlar, bireyi sağlıklı olmayan davranışlara yöneltebilir. Araştırmalar, narsisistik veya borderline kişilik özelliklerine sahip bireylerin aldatmaya daha yatkın olduğunu göstermektedir. Bu kişiler, genellikle kendilerini değerli hissetme ihtiyacı duyar ve bu ihtiyacı karşılamak için partnerleri dışında başka ilişkiler arayabilirler. Ayrıca, çocukluk döneminde yaşanan travmalar veya güvensiz bağlanma stilleri, bireylerin yetişkinlikte sadakatsiz davranışlar sergilemesine zemin hazırlayabilir.Aldatılma ise, aldatılan bireyde güvensizlik, değersizlik hissi ve travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) gibi ciddi psikolojik etkilere yol açabilir. Hidayet Çalışkan, aldatılan bireylerin sıklıkla “Yaşadığımız her şey yalan mıydı?” sorusuyla boğuştuğunu ve bu durumun özsaygı kaybına neden olduğunu ifade eder. Aldatma sonrası bireyler, partnerlerini başka biriyle kıyaslama, öfke, utanç ve kendine acıma gibi duygular yaşayabilir. Bu süreçte, duyarlı psikolog ve psikoterapist Hidayet Çalışkan’ın önerdiği gibi, çift terapisi ve bireysel terapi, bu duygusal yaraları iyileştirmek için etkili bir yöntem olabilir. Terapi, bireylerin kendilerini yeniden keşfetmelerine ve duygusal dengelerini sağlamalarına yardımcı olur.Sosyal Nedenler: Toplumun ve Kültürün EtkisiAldatma ve aldatılma, yalnızca bireysel bir mesele değil, aynı zamanda toplumsal normlar ve kültürel dinamiklerle şekillenen bir olgudur. Toplumun tek eşliliğe verdiği önem, aldatmayı bir ihanet olarak tanımlasa da, sosyal medya ve popüler kültür, aldatmayı dolaylı yoldan özendirebilir. Örneğin, sosyal medyanın yaygınlaşması, bireylerin yeni insanlarla tanışma fırsatını artırarak aldatma eğilimini güçlendirmiştir. Hidayet Çalışkan, sosyal medyanın, bireylerin partnerleri dışında duygusal veya cinsel bağlar kurmasını kolaylaştırdığını vurgular. Özellikle iş yerinde sosyalleşme, aldatma vakalarının önemli bir kısmını oluşturur; araştırmalar, aldatmaların en az %50’sinin iş arkadaşlarıyla gerçekleştiğini göstermektedir.Cinsiyet rolleri de aldatma davranışını etkiler. Geleneksel olarak, erkeklerin cinsel aldatmaya, kadınların ise duygusal aldatmaya daha yatkın olduğu düşünülse de, modern toplumda bu farklar azalmaktadır. Kadınların ekonomik bağımsızlık kazanması ve iş hayatında daha aktif rol alması, aldatma oranlarının cinsiyetler arasında eşitlenmesine katkıda bulunmuştur. Hidayet Çalışkan, bu değişimin, kadınların artık duygusal ve maddi ihtiyaçlarını karşılamak için partnerlerine bağımlı olmamasından kaynaklandığını belirtir. Toplumsal cinsiyet normlarının dönüşümü, aldatma ve aldatılma dinamiklerini yeniden şekillendirmiştir. Ayrıca, kültürel farklılıklar da aldatma davranışını etkiler; bazı toplumlarda aldatma daha az tolere edilirken, bazılarında daha kabul edilebilir görülür.Ekonomik Nedenler: Maddi Güç ve Statü ArayışıEkonomik faktörler, aldatma ve aldatılma süreçlerinde göz ardı edilemeyecek bir rol oynar. Maddi güç ve statü, özellikle kadınların partner seçiminde önemli bir kriterdir. Hidayet Çalışkan, ekonomik bağımsızlığın artmasıyla birlikte, kadınların eşlerini statü açısından değerlendirme eğiliminin güçlendiğini ifade eder. Örneğin, bir kadın, eşinin sosyal veya ekonomik statüsünün kendi beklentilerinin altında kaldığını düşünürse, daha yüksek statülü bir partner arayışına girebilir. Bu durum, özellikle iş hayatında aktif olan kadınlar arasında yaygındır.Erkekler için ise ekonomik baskılar, aldatma eğilimini tetikleyebilir. Örneğin, maddi sorunlar nedeniyle kendini yetersiz hisseden bir erkek, özgüvenini başka bir ilişkide arayabilir. Araştırmalar, ekonomik stresin çiftler arasındaki duygusal bağları zayıflatarak aldatmayı kolaylaştırdığını göstermektedir. Hidayet Çalışkan, ekonomik sorunların çiftler arasında iletişimi bozabileceğini ve bu durumun aldatmaya zemin hazırlayabileceğini vurgular. Ekonomik istikrar, sağlıklı bir ilişkinin sürdürülebilirliği için kritik bir öneme sahiptir. Finansal sorunlar, çiftlerin birbirine olan güvenini zedeleyebilir ve duygusal uzaklaşmaya yol açabilir.Aldatma ve Aldatılmanın SonuçlarıAldatma, hem aldatan hem de aldatılan bireyde derin duygusal yaralar bırakır. Aldatan bireyler, suçluluk, utanç ve kaybetme korkusu gibi duygularla mücadele ederken, aldatılan bireyler güvensizlik, öfke ve travma ile karşı karşıya kalır. Ancak, aldatma her zaman ilişkinin sonu anlamına gelmez. Hidayet Çalışkan, çiftlerin bu süreçte profesyonel destek alarak ilişkilerini yeniden yapılandırabileceğini ve hatta daha güçlü bir bağ kurabileceğini belirtir. Çift terapisi, aldatma sonrası güveni yeniden inşa etmek ve iletişimi güçlendirmek için etkili bir yöntemdir. Ayrıca, bireysel terapi, aldatılan bireyin özsaygısını yeniden kazanmasına ve travmayı işlemesine yardımcı olabilir.Sonuç: Çok Boyutlu Bir SorunEşler arası aldatma ve aldatılma, psikolojik, sosyal ve ekonomik faktörlerin karmaşık bir etkileşimiyle şekillenir. Duyarlı psikolog ve psikoterapist Hidayet Çalışkan’ın vurguladığı gibi, bu süreçte bireylerin içsel dinamikleri, toplumsal normlar ve ekonomik koşullar belirleyici rol oynar. Aldatmanın ardında yatan nedenleri anlamak, hem bireylerin kendilerini hem de ilişkilerini iyileştirmeleri için ilk adımdır. Profesyonel destek, bu zorlu süreçte çiftlere rehberlik ederek, sağlıklı bir ilişki dinamiği kurmalarına yardımcı olabilir. Unutulmamalıdır ki, her ilişki benzersizdir ve aldatma gibi karmaşık bir konuda genellemelerden kaçınılmalı, her bireyin hikayesi ayrı ayrı ele alınmalıdır.Eşler arası aldatma ve aldatılma, psikolojik, sosyal ve ekonomik faktörlerin karmaşık bir etkileşimiyle şekillenir. Duyarlı psikolog ve psikoterapist Hidayet Çalışkan’ın vurguladığı gibi, bu süreçte bireylerin içsel dinamikleri, toplumsal normlar ve ekonomik koşullar belirleyici rol oynar. Aldatmanın ardında yatan nedenleri anlamak, hem bireylerin kendilerini hem de ilişkilerini iyileştirmeleri için ilk adımdır. Profesyonel destek, bu zorlu süreçte çiftlere rehberlik ederek, sağlıklı bir ilişki dinamiği kurmalarına yardımcı olabilir. Unutulmamalıdır ki, her ilişki benzersizdir ve aldatma gibi karmaşık bir konuda genellemelerden kaçınılmalı, her bireyin hikayesi ayrı ayrı ele alınmalıdır.