FLÖRT ŞİDDETİ
Şiddet; Dünya sağlık örgütü (WHO) tarafından fiziksel güç veya otoritenin istemli olarak bir tehdit ya da gerçeklik biçiminde başka birisine karşı uygulanması sonucu maruz kalan kişide yaralanma, ölüm ve psikolojik zararlara yol açması ya da açma olasılığı bulunması olarak tanımlanmıştır. Şiddet fiziksel, cinsel, ekonomik, duygusal, flört şiddeti olarak karşımıza çıkabilir. Bu yazıda flört şiddeti üzerinde duracağız.
Flört şiddeti; partnerlerden birinin diğerine yada birbirlerine fiziksel, cinsel, psikolojik, sosyal ve dijital şiddet içeren davranışlarda bulunmasıdır. Şiddet uygulayan kişi, partnerine şiddet uygulayarak onun üzerinde egemenlik kurmayı, onu kontrol etmeyi ve gücünü göstermeyi hedefler. Flört şiddeti bitmiş yada sürmekte olan ilişkilerde şu şekillerde ortaya çıkabilir :
1. FİZİKSEL FLÖRT ŞİDDETİ: Partnerlerden birinin diğerinin bedenine kasıtlı olarak zarar vermesidir. Vurmak, tokat atmak, yumruk atmak, bir eşya fırlatmak, bıçak yada silah çekmek, itmek, sarsmak, tekmelemek, ısırmak, saçını çekmek vb. davranışlar…
2. CİNSEL FLÖRT ŞİDDETİ: Partnerlerden birinin diğerini cinsel birliktelik veya yakınlık yaşamak için zorlamasıdır. Partnerlerden birinin diğeri istemediği halde öpmesi ve dokunması, alkol veya madde etkisi altındayken yada bilinci yerinde değilken cinsel birliktelik kurması, cinsel birliktelik sırasında, öncesinde veya sonrasında küçümseyici ve kaba bir tutum sergilemesi, gebeliği önleyici yöntemleri kullanmaması veya kullanımına izin vermemesi gibi davranışlar…
3. PSİKOLOJİK FLÖRT ŞİDDETİ: Partnerlerden birinin diğeri üzerinde korku uyandıracak, kendine olan güvenini ve saygısını zedeleyecek biçimde konuşması ve davranmasıdır. İsim takmak, bağırmak, iftira, hakaret veya küfür etmek, ne yapması ne giymesi gerektiğini söylemek, başkalarının önünde küçük düşürmek, yıkıcı bir biçimde eleştirmek, «koruma altına alma» bahanesiyle yönlendirmek, sırlarını başkalarına söylemek… Psikolojik flört şiddeti: fiziksel ve cinsel şiddetten daha yaygındır. Ancak fark edilmesi daha zordur.
4. SOSYAL FLÖRT ŞİDDETİ: Partnerlerden birinin diğerinin sosyal ilişkilerini kısıtlaması, kontrol etmesi ve sosyal çevresinden soyutlamasına, yalnızlaşmasına neden olacak şekilde davranmasıdır. Aile ve arkadaşlarla görüşmeye izin vermemesi, kimlerle arkadaş olduğunu kontrol etmesi, kıskançlık yaparak sosyal ilişkilerini kısıtlamaya çalışması ve kıskançlığı sevgisinin dışavurumu gibi göstermesi, arkadaşlarına zaman ayırdığında partnerini suçlaması, eleştirmesi veya küsmesi, sürekli başkalarıyla flört edip etmediğini araştırması, toplum , aile ve okul karşısında partnerini utandırmak yada rezil etmekle tehdit etme…
5. DİJİTAL FLÖRT ŞİDDETİ: Partnerlerden birinin diğerinin teknolojik araçlarını kontrol etmek için kullanması, bu araçlar aracılığıyla partnerini tehdit etmesidir. Sosyal medya hesaplarının şifresini istemesi ve kontrol etmesi, sosyal medyada kimlerle arkadaş olabileceğine karar vermesi, resim yada video göndermesi için partnerini zorlaması, telefonunu veya bilgisayarını karıştırması, sürekli mesaj atması ve hızlı yanıt beklemesi…
6. ISRARLI TAKİP (STALKING): Ayrılmış olunan ya da halen birlikte olunan partnerin diğerini sürekli izlemesi ve takip etmesidir. Takip davranışı, partneri üzerinde korku uyandırmayı, gözdağı vermeyi ve güvencesiz hissettirmeyi hedefler. Eski partnerin haber vermeden veya davet edilmeden evine yada okuluna gitmek, sürekli hediye veya çiçek almak veya göndermek, arkadaş çevresi ile iletişim kurmak ve partneri ile ilgili bilgi almaya çalışmak, partnerin eşyalarına zarar vermek…
Lenore Walker'a göre eşler arasındaki şiddet bir döngü içerisinde gerçekleşmektedir.
GERGİNLİK DÖNEMİ: Partnerlerden birinin diğerine verdiği sözü tutmaması, partnerin isteklerinin dışına çıkılması (istemediği kıyafeti giyme, istemediği kişiyle görüşme, istemediği yere gitme vb.), partnerin sadakatine duyulan güvensizlik, partnerin cinsel isteklerini reddetme gibi aslında partnerler arasında sürekli bulunan çözüme kavuşmamış durumların ortaya çıkması şiddeti tetikleyen faktörlerdir. Bu faktörler çiftler arasında gerginlik yaratır.
KRİZ DÖNEMİ: Gerginlik döneminde sunulan bahanelerle artan gerilim suçlama ve tartışma süreci arkasından fiziksel, psikolojik, sosyal veya cinsel herhangi bir şiddet çeşidi ortaya çıkabilir.
PİŞMANLIK DÖNEMİ: Şiddetin failinin buna son verdiği ve pişman olmaya başladığı dönemdir. Bu dönemin süresi gittikçe kısalma eğilimindedir
BAHANE DÖNEMİ: Şiddetin faili partner şiddeti inkar eder, bunu “içkiliydim, çok sinirliydim, ailemle tartışmıştım, dersten kalmıştım…vb” herhangi bir bahaneye uydurmaya çalışır. Pişmanlık, üzüntü dile getirilir ve bir daha asla tekrarlanmayacağına dair sözler verir. Durumun iyiye dönmesi için normalden çok daha yapıcı bir tavır takınır.
İlişkinizi gözden geçirmeniz ve ilişkinizde bu gibi sorunlarla karşılaşıp karşılaşmadığınızı tespit etmeniz ilişkinizin güvenliği hakkında size bilgi verecektir. Bu konuda fiziksel ve duygusal destek aramaktan utanmayın, yakınlarınızda paylaşmaktan çekinmeyin.
Unutmayın şiddetin haklı bir gerekçesi yoktur.
Yayınlanma: 23.10.2020 08:31
Son Güncelleme: 23.10.2020 08:32

Bunları da sevebilirsiniz...
Tükenmişlik sendromu nedir?Tükenmişlik sendromu adı verilen psikolojik hastalık, 1974 yılında ilk olarak Herbert Freudenberger tarafından başarısızlık, yıpranmışlık, güç ve enerji düzeyinin azalması, tatmin edilmez isteklerin oluşması sonucunda bireyin içsel kaynaklarında oluşan tükenmişlik durumu olarak tanımlanmıştır.Christina Maslach tarafından ise hastalık " İş yaşantısı gereği yoğun duygusal taleplere maruz kalan ve devamlı olarak insanlarla yüz yüze olan bireylerde görülen fiziksel bitkinlik, uzun süren yorgunluk, çaresizlik ve umutsuzluk duygularının, yapılan işe, hayata ve diğer insanlara karşı olumsuz tutumlarla yansıması ile oluşan bir sendrom" olarak tanımlanmıştır.Özellikle bir bireyin kaldırabileceği iş yoğunluğunun üzerinde bir tempo ile çalışan kişiler ve yoğun stres altındaki bireylerde görülen tükenmişlik sendromunda bireyin kendini bu koşullar altında çalışmaya zorlaması sonucunda belirli bir evreden sonra çöküş başlar ve hastalık kendisini belli etmeye başlar. Günümüz toplumuna bakıldığında bu hastalığın tanınırlığı,ünlü kişilerde görülmesi ile atmıştır. Buna bağlı olarak sendromla mücadele eden pek çok kişide hastalıkları hakkında şüphe ve farkındalık oluştuğu görülür.Tükenmişlik sendromu belirtileri nelerdir?Bedensel tükenmişlik hissi,Duygusal tükenmişlik hissi,Kişiyi esir alan olumsuz düşünceler,Karamsarlık,Basit işleri bitirmekte zorlanma,İşten soğuma,Umutsuzluk,Kendini değersiz hissetme,Azalmış mesleki özgüven,Unutkanlık ve dalgınlık,Sürekli yorgunluk ve bitkinlik hissiyatı,Dikkat dağınıklığı,Uyku Problemleri,Sindirim sistemine ilişkin problemler,Kalp çarpıntısı,Solunum güçlüğü,Baş, sırt ve bacaklar olmak üzere vücudun belli bölgelerinde ağrıBu nedenlerin haricindetükenmişlik sendromunun daha pek çok kişiye özgü semptomu ile karşılaşmak mümkündür. Bu nedenle yukarıda verilen belirtilerden birkaçını kendisinde gören kişilermutlaka tükenmişlik sendromuna ilişkin testlerden geçmelidir.Tükenmişlik Sendromu Neden Olur?Tükenmişlik sendromu daha çok işle ve iş stresiyle ilgilidir, kişi işinde keyifsizken iş dışındaki yaşamında kendini keyifli hissedebilir. Depresyondaki olumsuz duygular ise hayatın tümüne yayılır. Ancak ikisi birbirini tetikleyebilir. Depresyonda olan kişinin tükenmişlik yaşama ihtimali güçlüyken, tükenmişliğin artarak devam etmesi ve başka olumsuz olaylarla birleşmesi de kişiyi depresyona sokabilir.Sürekli olarak yüksek düzeyde strese maruz kalan herkestükenmişlik sendromugeliştirebilir. Özellikle mesleki olarak başkalarına müdahale etme konumunda olan bireyler, örneğin acil durumlara ilk müdahale ekipleri, doktorlar ve hemşireler gibi profesyoneller tükenmişlik sendromuna karşı normalden daha savunmasızdır.Kariyer kaynaklı tükenmişlik sendromunun yanı sıra, çocuklara, hastalara ya da yaşlılara bakan bireylerde de bu tür aşırı yorgunluk gözlemlenebilir. Yakın zamanda yapılan bilimsel araştırmalar tıpkı doktorlar veya işletme yöneticileri gibi anneler ve babaların da tükenmişlik sendromundan etkilenebileceğini saptamıştır.Tükenmişlik sendromu tedavi yöntemleri nelerdir?Tükenmişlik sendromuher ne kadar bireyin sosyal ve psikolojik yaşamını altüst etse de tedavisi kolay ve oldukça etkilidir. Sendromun ilerlemişlik düzeyine bağlı olarak hastalığın tedavi süreci de değişkenlik gösterir. Şiddetli olmayan durumlarda sendrom bireyin kendi kendine alacağı önlemler, iş yaşamında ve sosyal hayatında yapacağı düzenlemeler ile büyük ölçüde ortadan kaldırılabilir. Bunun sağlanabilmesi için mutlaka ruh sağlığına ilişkin muayenelerin yapılmış olması gerekir. Bu görüşmeler esnasında sendromun ortaya çıkışında rol oynayan faktörler belirlenerek tedavi sürecinde bu faktörlere yönelikönlem almak hedeflenir. Sendromun aşırı şekilde şiddetlenmiş ve ilerlemiş olduğu, kişinin iş yaşantısına veya günlük hayatına devam edememesine neden olduğu durumlarda hekim tarafından önerildiği takdirde ilaç tedavisi gerekli olabilir. Psikolojik tedavi sürecinde hastalığa yol açan etkenlere yönelik düzenlemelerin ardından bireyler kendilerine yeterli miktarda vakit ayırmaya, hobiler edinmeye ve bunları hayatının bir parçası haline getirmeye özen göstermelidir. İş hayatına ilişkin kafasında büyüttüğü sorunlar var ise iş saatleri haricinde bu konuları kafasından uzaklaştırmayı, bir diğer deyişle işi işte bırakmayı denemelidir. Yeterli miktarda dinlenmek, uyku düzenine gereken hassasiyeti göstermek ve dengeli beslenmek de tedavi sürecinde oldukça önemlidir. Ayrıca düzenli olarak spor yapmak da mutluluk hissi veren hormonların kandaki düzeylerinin yükselmesine neden olarak tükenmişlik sendromu ile mücadele sürecine destekte bulunur. Bu nedenle düzenli bir egzersiz planı belirlenerek buna sadık kalmak faydalı olacaktır.Tükenmişlik sendromu, başlangıçta küçük önlemler ile kendi kendine iyileşebilir bir durum olmakla birlikte tedavi edilmediği takdirde ilerleyerek çok daha ciddi boyutlu sağlık sorunlarına yol açabilir. Bu nedenleeğer bir bireyde tükenmişlik sendromu mevcut ise bu sorunun erken dönemde teşhis edilmesi ve bir an önce tedavi planının belirlenmesinin tedavi başarısı açısından çok büyük bir öneme sahip olduğu unutulmamalıdır. Eğer siz de tükenmişlik sendromuna yakalandığınızı düşünüyorsanız, derhal bir sağlık kuruluşuna başvurarak alanında uzman bir psikiyatr ile görüşebilirsinizTükenmişlik Sendromu yaşayan kişilerin ortak özelliklerine baktığımızda;Stresli bir yaşama sahip olmaları,İş sorunları yaşamaları,Aile problemlerinin meydana gelmesi,Ün ve şöhret problemleri,Ruhsal bozukluklara yatkın olma durumu,Özel hayatla ilgili (partner sorunları) sorunların olması,Yalnızlık hissinden çıkamama gibi pek çok nedeni vardır.Peki bu sendrom ile nasıl başa çıkabiliriz?En etkili yöntem psikoterapi sürecidir. Bunun dışında kendinize yeni rutinler oluşturabilirsiniz. Yeni rutinler oluştururken bazı şeylere dikkat etmelisiniz. Bu oluşturacağınız rutin mümkünse daha öncesinde deneyimlemediğiniz ama şu an deneyimlemeye çalışacağınız bir şey olmalı ve sizi bu rutini gerçekleştirme konusunda teşvik etmelidir. Teşvik edici olmayan her rutin yarıda bırakılabilir, bu durumda süreci olumsuz etkileyebilir. Yeni insanlar tanıyarak ve sosyalleşerek, eski arkadaşlar ile görüşme sıklığınızı arttırarak kendinize destek olabilirsiniz. Önemli olan süreç içerisinde neler yaptığınızdır. Mümkün olduğunca stres ve stresi yaratan/yaratabilecek ortamlardan uzak durmak sizin için oldukça iyi olacaktır. Kendinize yapacağınız en büyük iyilik, kendinize güzel bir hayat sunabilmektir.Sevgiler <3Psikolog ve Aile Danışmanı Yeliz Dilara KOÇAK . Yazıyı Oku
Uzman: Yeliz Dilara KOÇAKYayınlanma: 25.05.2023
KAFANIN İÇİNDE İÇ SES/İÇ KONUŞMALAR NORMAL MİDİR?Kafanın içerisinde iç ses duymak aslında normal değildir ve mutlaka ayırıcı tanısının yapılması gereklidir. 1. Muhakeme ile ayır etmek gerekir. Muhakeme, ben şu meseleyi böyle mi yapıyım, böyle mi, buradan çıkınca Üsküdar’a mı gideyim, Kadıköy’e mi gideyim, bu meselenin artısı, eksisi nedir diye tartmak bu bir muhakemedir, tamamen normaldir. Kişiler uykuya dalarken, veya uyanırken herhangi bir iç ses duyması tamamen normal kabul edilir. Kafanın içinde uğultu ve çınlama gibi sesler duyabiliriz, bunlar kulak, burun, boğaz veya nörolojik rahatsızlıklar içerir. Aslında iç seste ayırt edilmesi gerekilen en önemli şey psikotik bozukluklarda olan sesten ayırt etmektir. Psikotik rahatsızlıklarda olan sese biz halüsinasyon diyoruz. Halüsinasyon daha çok kulağımızla duyduğumuz, dışardan gelen, daha kısa cümleler şeklindedir. Halbuki, Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu’ndaki iç sesler daha iç konuşma şeklindedir, diyalog şeklindedir ve zihinsel bir mesaj şeklindedir. Dissosiyatif vakalardaki seste ayırt edilmesi gerekilen en önemli meselelerden biri din veya şeytandan ayırt etmektir. Bazı insanlar zihin içerisinde duyulan seslerin doğa üstü güçlerden olduğuna inanırlar, zihnin içine cinlerin girdiğine, üç harflilerin girdiğini düşünürler. Maalesef cinci hocalar bu yoruma katılıp, cin çıkarma işlemi yaparlar. Geçenlerde Vatikan’da daha fazla cin çıkarma işlemi yapacak personele ihtiyaç olduğuna dair bir gazete haberi vardı. Maalesef, Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu’ndaki bu iç sesin, cin veya üç harfli ile izah edilmesi hem hastaya zarar verir, hem cin çıkarma işlemi hastalığın daha karmaşık hale gelmesine sebep olur. tedavinin çok kısa bir döneminde kendini cin olarak tanımlayan sesler aslında nasıl var olduklarını, diğer alter kimliklerden farklarının olmadığını anlarlar ve kısa bir zaman içinde zihnin bütününe entegre olurlar. DİSSOSİYATİF KİMLİK BOZUKLUĞU NEDİR?Dissosiyatif kimlik bozukluğu psikiyatrik bir rahatsızlıktır. Zihin bölünmesi olarak çevirebiliriz. Çocukluk döneminden başlayan bir rahatsızlıktır. Aslında bir baş etme mekanizmasıdır. Şöyle düşünün: bir çocuk zor bir anı yaşıyor, travmatik bir olay yaşıyor. Dövülme, aşırı eleştirme, cinsel istismar, yalnız kalma, aile içinde zorlu yaşantılar, fiziksel bir rahatsızlık gibi, bu çocuğu o kadar çok etkiliyor ki çocuk, bu acıya dayanamıyor, bu acıyı zihnin bütünlüğünün dışına çıkarıyor. Bir nevi içinden bir fonksiyonu, zihinsel fonksiyonu bütünün dışına atmış oluyor. Bu ayrılan parça yapay zekâ gibi kendi içinde evrilerek ayrı bir zihin yapısına dönüşüyor. Böylece zaman içerisinde sanki kendisi ayrı bir kişiymiş gibi davranmaya başlıyor. Dolayısıyla hafızayı, düşünmeyi dolayısıyla davranışları bu ayrışmış kimlik etkilemeye başlıyor. Aslında baş etme mekanizması olan bir hal zamanla kendisi bir probleme dönüyor. Aslında hemen hemen tüm toplumlarda gözüküyor, evrensel bir rahatsızlık. Ağır haliyle, en klasik haliyle toplumun aşağı yukarı %1’inde var. Daha hafif haliyle %3-5 arasında bir sıklıkla görülüyor. Bu şekilde düşünürsek Türkiye’de aşağı, yukarı geniş anlamda bir milyona yakın kişinin bu rahatsızlığı yaşadığı söylenebilir.DİSSOSİYATİF KİMLİK BOZUKLUĞU BELİRTİLERİ NELERDİR?Dissosiyatif kimlik bozukluğunun belirtileri zihnin bölünmesi üzerinden anlamak lazım. Zihin bölününce bu ayrı fonksiyon haline gelen hale biz alter diyoruz. Eğer kişide birden fazla kimlik hali oluşursa bu kimlik değişimleri zihnin kontrolünü değişik zamanlarda yaptığı için bir dizi belirti oluyor. Aşağı yukarı 3 tane temel belirti oluyor. Bir, alter kimlikler kendi içlerinde bir konuşma veya kişiyle konuşma yapıyorlar. Bundan dolayı bir iç ses duyma hali oluşuyor. İkinci belirti kimlikler arasındaki değişimlere bağlı amnezi, yani unutkanlık oluyor. Şöyle düşünün, normalde orijinal kimlik bedeni kontrol ederken, alter diğer kimlik, bedeni kontrol ederse değişik düzeyde bir unutkanlık, dalıp gitme, olup bitenden haberdarlığın azalması hali oluşabilir. Bu unutma sanki ben yapmıyorum, uzaktan seyrediyorum gibi olabileceğinden, olup biteni hiç hatırlamama düzeyine kadar olabilir. Üçüncü, yine alter kimliklerin değişimine bağlı kişinin ruh halinde ve yüz ifadelerinde oldukça hızlı olan değişmelerdir. Kişi sanki gün içinde çok hızlı, olağandan fazla değişiyordur. Bu değişim ruh halinde sevinçliyken, abartılı hüzünlü hale geçip çok güçlü ağlamaya, ufak bir meseleye çok güçlü bir şekilde öfkelenmeye dönüşebilir. Bu kişiler kendilerini tanırken bu iç ses duyma ve sanki içimde birden fazla kişilik var, benim içimde sanki başka biri var hissi yaşayabilirler. Bu birden fazla kişiye sahip olmuş olma, içinde sanki başka biri varmış gibi hissi kişinin bu rahatsızlık bende var mı sorusunu sormasına sebep olmalıdır.DİSSOSİYATİF KİMLİK BOZUKLUĞUNUN GÜNLÜK HAYATA ETKİLERİ NELERDİR?Dissosiyatif kimlik bozukluğunda hafıza ve kimliklerin sürekliliği bozulur. Alterler arasında sürekli bir etkileşim ve değişim olur. Zihnin bütünsel halinin devam edememesi, birçok soruna yol açar. Gündelik hayatı sürdürmek, kişi için oldukça zorlaşır. Okul başarısı bozulur, çünkü hafızayı etkiler. Eş ile ilişkileri olumsuz etkiler çünkü karşıdaki bir insanla uzun süreli yakın ilişkileri sürdürmek zor olur. Yaşam biçiminde değişimler, tutarsızlıklar oluşur. Örneğin bir alter kimlik dindar bir kimlik iken, başka diğer bir kimlik dindarlıktan oldukça uzak bir kimlik özelliğinde olabilir. Biri daha dindarlıkla ilgili ritüeller yaparken biri çok daha farklı yaşam tarzları oluşturabilir. Bu kişilerde sürekli bir acı olduğu için intihar girişimleri ve kendine zarar verme davranışları sıktır. Ayrıca “host kimlik”, ev sahibi kimlik, günü en fazla geçiren kimlik, genellikle depresiftir. O yüzden bu kişiler, gündelik hayatı sürdürebilecek enerjiyi çoğu zaman bulamaz olurlar. DİSSOSİYATİF KİMLİK BOZUKLUĞUNDA CİNSEL TACİZ ŞART MI?Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu için cinsel taciz şart değildir. Travmatik bir yaşantı 11 yaşından önce çocukluk döneminde olan bir yaşantı şarttır. Ama bunun illa bir cinsel taciz olması gerekmez. BİZ ÇOCUKLUK çağı travmalarını iki anma grupta özetliyoruz. Bir tanesi istismar, diğeri ihmal… İstismarın üç boyutu var. Cinsel, fiziksel ve duygusal… Cinsel istismar, 18 yaşından küçükken kişinin kendisinden beş yaş büyük veya iki yaş büyük bir aile üyesi tarafından istemediği bir cinsel yaşantıya zorlanmasıdır. Fiziksel istismar ise kişinin başkabiri tarafından, kendinden büyük biri tarafından dövülmesidir.Mahallede çocukların kendi arasındaki kavgalar fiziksel istismardan sayılmaz. Duygusal istismar ise kişi ile ilgili sürekli aşağılayıcı onu zora sokacak, kötüleyecek tarzda sözlere maruz kalmasıdır. İhmal ise –fiziksel ihmal- kişinin beden sağlığı, eğitim gibi fiziksel ihtiyaçlarının karşılanmaması halidir. Duygusal ihmal ise çocuğun ihtiyaç duyduğu sevgiyi, ilgiyi ve ihtimamı görememesidir. İstismar ve ihmal en önemli neden iken bazen erken dönemdeki fiziksel bir hastalık, anne babanın geçimsizliği, uzun süre akranlarından uzak kalma, yalnız kalma, anne ve babadan uzakta büyütülme gibi hallerde bölünmeye neden olabilir. Çocukluk çağı travmatik yaşantıları dissosiyatif kimlik bozukluğu oluştururken, gerekli şartlardan bir tanesi de dissosiyasyon kapasitesidir. dissosiyasyon kapasitesi çocuğun hayal kurma veya hipnoza yatkınlığıtla belirlenir ve kişiden kişiye değişir. Bir nevi iki şartın bir araya gelmesi gerekir. Dissosiyasyon kapasitesi yüksek olan bir kişide daha küçük travmatik yaşantılar dissosiyatif kimlik bozukluğu oluştururken, Dissosiyasyon kapasitesi daha düşük olan kişilerde ancak daha şiddetli travmatik yaşantılar dissosiyatif kimlik bozukluğu oluşturur.DİSSOSİYATİF KİMLİK BOZUKLUĞU TANISI NASIL KONULUR?Dissosiyatif kimlik bozukluğu psikiyatrik rahatsızlıklar içerisinde en fazla atlanan tanı grubudur çünkü sıklıkla akla gelip sorgulanmaz. Halbuki bu tanıdan şüphelenmek en önemlisidir. Özellikle, zihin içinde bir konuşma var ve kişi psikotik görünümde değil ise bu rahatsızlığı düşünmek lazım. Tanının konulması için şüphelenme ve bunun ile ilgili soruların sorulmasıdır. Genellikle tanı klinik görüşme ile konur ama yardımcı olarak da Dissosiyatif Yaşantılar Ölçeği (DYÖ) ve Dissosiyatif Görüşme Formu dediğimiz iki tane ölçek ve görüşme formu vardır. Bunlar da kullanılır. Ama en önemli şey özellikle, psikotik bozuklukta, depresyonda, bipolar bozuklukta ve sınırda kişilik bozukluğundan ayırt etmek gerekir çünkü sıklıkla bu rahatsızlıklarla karışır. Bence, Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu bir halk sağlığı sorunudur çünkü Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu’nun hem tanınmasında ciddi problem var hem de tedavi eden kişi sayısı nerdeyse bu ülkenin nüfusunda bir elin parmaklarından az. Bu ikisi bir araya geldiğinde aslında önemli bir halk sağlığı sorunu ile karşı karşıyayız. DİSSOSİYATİF KİMLİK BOZUKLUĞUNUN TEDAVİSİ NASIL YAPILIR?Dissosiyatif kimlik bozukluğunun temel tedavisi psikoterapidir. Psikiyatride ilaçların pek bir işe yaramadığı durumlardan biri budur. İlaçlar ancak belirtileri azaltır. Ana mekanizmayı, ayrışmış zihinleri bir araya getirmeyi, beceremez. O yüzden, kalıcı bir düzelme sağlamaz. Temel tedavi psikoterapi demiştik ve ne kadar süreceği konusu kişinin rahatsızlığının ne kadar şiddetli olduğuna ve bizim hangi yaş aralığında fark ettiğimize göre değişir. Spektrumun bir ucunda en hafif vakaları düşünün, orta ve ağır olarak düşünürsek eğer, hafif halinde ortalama 10 seans yeterli olabilir. Orta şiddetteki bir vakada 20 ila 40 seans devam edebilir. Eğer spektrumun en ağır ucundaysa kimlikler birbiriyle tamamen ayrışmışsa, aralarında unutkanlıklar var ise, travmatik yaşantılar ağır ise, kişi daha genç yaşta farkına varılmış ise, böyle bir durumda 50 seans veya daha fazlası gerekebilir. Bu 1 yıldan uzun, devamlı bir psikoterapi demektir. Kaynak:https://www.medaimyanikklinigi.com/dissosiyatif-kimlik-bozuklugunun-tedavisi-nasil-yapilir/ Yazıyı Oku
Uzman: Hidayet ÇALIŞKANYayınlanma: 25.05.2023
Bağlanma , anne ve bebek arasında olan bebeğin 0-3 yaş arasında temelini oluşturduğu dönemdir . Bağlanma güvenli , güvensiz , kaçıngan şeklinde gerçekleşebilir. Benim üstünde durmak istediğim güvensiz bağlanma olacak çünkü güvensiz bağlanma olduğunda bireyler yetişkinlik dönemlerinde ilişkilerinin temelini güvensiz , bağımlı , sağlıksız bir şekilde gerçekleştirebilmektedir.Güvensiz bağlanma, bebeğin ağladığında , acıktığında , anneye ihtiyacı olduğunda annenin bebeğinin yanında olamaması durumunda bebeğin kaygılanması , anne tarafından terk edildiğini düşünmesi , ihtiyacı olduğunda annenin onun yanında olmayacağına dair düşünce sistemi geliştirmesine sebep olabilir. Özellikle 0-3 yaş arasında nesne sürekliliği dediğimiz kavram gelişmediği için annenin bebeğini yalnız bırakmaması , onunla göz teması kurması , fiziksel olarak ona sarılması sevgisini göstermesi bebeğin ihtiyacı olan duygulardır.Güvensiz bağlanma olduğunda ergenlik ve yetişkinlik dönemine gelindiği zaman birey ilişkilerini bağlanma problemi olması sebebiyle kaygılı, terk edilme korkusunu yoğun yaşadığı için partnerine karşı bağımlılık boyutuna varan bir bağ kurması , patolojik ( sağlıksız, zarar verici , aşırı ) kıskançlığın var olabilme durumu , kontrol etme isteğinin artması , güven problemlerinin olması bağlanma güvenli olmadığı zaman karşılaşılabilecek durumlardır.Güvensiz bağlanan biri ilişkilerini de güvensiz bir şekilde şekillendirir çoğu zaman bunu bilinçsiz farkında olmadan yapabilir. İlişkileri geçmişte çözülmemiş , üstü kapatılmış, yüzleşmekten kaçındığı , bilinç altına attığı hatırlamak istemediği anne ve kendi arasında olan süreçleri kapsamaktadır fakat burada bunu fark etmek ve destek almaktan kaçmamak gerekmektedir.Güvensiz bağlanan bir kadın veya erkek partnerine ‘sensiz yaşayamam ‘ , ‘sen yok isen ben bir hiçim ‘ , ‘sen olmayınca kendimi boşlukta hissediyorum ‘ , ‘ o yok ise ben yetersiz bir insanım ‘ , ya hep ya hiç düşünce tarzı kişiye hakim olmaktadır. Güvensiz bağlanan kişi kendini yetersiz, sevilmeye laik olmayan, kimse tarafından sevilecek bir yönü olmadığını düşünen biri olabilir.Güvensiz bir şekilde bağlanma problemi olan kişi ya ilişkisindeki partnerine çok bağımlı olabilir veya çok kaçıngan , mesafeli de durabilir. Bağımlı kişilik geliştiği zaman partnerine karşı hayır diyemez, sınır koymakta güçlük çeker , partneri ne diyorsa yapmaktan ve sorgusuz kabul etmekten çekinmez yeterki o yanında olsun düşüncesi söz konusudur . Bağımlı kişilik Kendinden , kendi özel alanında vermeye çok hazır bir şekilde beklemektedir. Partnerlerini seçer iken genelde başarılı , insanlara karşı üstten bakıp diğerlerini kendi becerilerinin altında gören , ben merkezci , mükemmeliyetçi , öz sever kişilerden seçebilmektedirler . Bu kişilik yapıları narsisistik kişilik yapılarıdır. Narsisistik bireyler ile bağımlı kişilik yapıları birlikte ilişki içerisinde görülebilir. Narsisistik kişi bağımlı kişinin kendinden ödün verici , ona karşı bağımlı yönünden tatmin olur ve bağımlı kişi ile olmak onun aradığı ilgiyi , onayı ve takdiri ona sunan kişi konumundadır.Bağımlı kişi ise narsisistik kişiyi seçmesinin nedeni onun için hayal edilemeyen , ulaşılamayacak beceri ve yeteneklere sahip olduğunu düşündüğü ve yüceleştirdiği narsisistik kişi onun için tatmin edici bir ilişki olmaktadır . Bağlanmanın sağlıksız olduğu romantik ilişkilerde ilişkiler kısır bir döngüye girebilir. Sevilmek, değer görülmek , saygı duyulmak , ait hissetmek , güvenmek gibi temel ihtiyaçları ilişkiden elde etmek giderek zorlaşabilir. Başlarda narsistik bir kişinin ilgisi bağlanma problemi olan partneri cezbedebilir onun için doyurucu da olabilir fakat zamanla bütün temel ihtiyaçların karşılanmadığı toksik bir ilişkinin de meydana gelmesi kaçınılmaz olabilir.Bağımlı kişinin sınır koyamadığı , hayır demekte güçlük çektiği , partnerini kaybetmekten korktuğu ve onu kaybetmemek adına sağlıksız ve mantıksız davranışlarda bulunduğunu görmek karşılaştığımız durumlardır . Burada önemli olan ilişkinin kalitesini bireylerin değerlendirmesi , olumsuz etkilerin farkında olmaları , ilişkinin toksik bir hale geldiğinin bilincinde olmaları terapi almaya ihtiyaç duyduklarını kabul etmeleri önem arz etmektedir.Terapiye bağlanma problemi olduğu için romantik ilişkiye de yansıma ihtimalinin yüksek olmasından dolayı çift şeklinde katılmak tedaviye iyi yanıt verme ihtimalini arttıracak olup iyileşme süresini de uzun süreli bir hale getirmektedir. Problem çiftler arası bir durum ise sadece çiftlerden birinin psikolojik destek alması , farkındalığın artması , sağlıksız durumları anlatması ve davranış ve düşüncesinin arasında bağlantı kurması çiftin birlikte aldığı desteğe kıyasla değişimi daha yavaş ve ilerlemesi de daha yavaş olacaktır.Güvensiz bağlanma olması yaşam boyunca bireyin kimseye güvenmediği , güvenmekte zorluk yaşadığı , korkuları sebebi ile kendisini bir ilişkiye hiç bir zaman hazır hissedemediği , denemeye karşı cesaretinin az olması , risk almaktan kaçınması , kararlarının sorumluluğunu almakta güçlük çekmesi gibi bir çok durum romantik ilişkilerinde varlığını sürdürebilir. Psikolojik destek aldığı zaman kişi bu kısır döngüyü nasıl kıracağının da farkında olup baş etme şeklini değiştirir ve psikolojik olarak güçlenmeye başlar. Terapi sayesinde birey , Psikolojik güçlenme ardından romantik ilişkilerini daha etkili bir biçimde yönetme becerisi kazanır.Bağlanmanın sağlıklı olmaması ilişkilerinizi sürekli bu şekilde olumsuz , yıpratıcı bir şekilde devam etmeniz , kaçınmanız anlamına gelmemektedir bu size kısa vadede stresten uzak tutacaktır fakat uzun vadede kişiliğinizden ödün verici konumda olmanız benlik saygınızı da düşmesine sebep olabilir.Romantik ilişkisinde de bağlanma problemi olan bireylerin 0-3 yaş arasını incelemek gerekiyor. Psikolojik destek almak çok gerekli ve ertelenmemeli . Siz de şu an ilişkinizde buna benzer problemler yaşıyor ve yönetemiyor ,baş etmekte zorluk çekiyor iseniz ruh sağlığı alanında uzman olan ( psikiyatri , psikolog) destek almanızı öneririm. Yazıyı Oku
Uzman: Nazife YÜCELYayınlanma: 22.05.2023