Beyza AYAYDIN - Blog Yazıları

ÇOCUKLARDA SINIR BELİRLEME VE KURAL KOYMASınırsız bir dünyada yaşamıyoruz, ülkelerin sınırları var, hayvanların, doğanın belirli sınırları var. Çocuklarımızı da sınırlar ve kurallar çerçevesinde büyütmek gerekiyor. Bunun için de öncelikle kendi sınırlarımızı oluşturmalıyız. Siz anne babaların sınırları olmalı, kendi alanınız olmalı, kendi hayatınız olmalı. Çocuğunuzun bu sınırların farkında olması model alma yoluyla daha kolay öğrenmesini sağlayacaktır.Elbette bir takım fedakarlıklar yapılmalı, yapıyorsunuzdur da ama sınırları aşmadan. Sizler sınır oluşturmazsanız veya bu sınırların ihlal edilmesine izin verirseniz çocuklarda da sınır bilinci oluşmayacaktır.Çocukların gözünden biraz da olaya bakacak olursak, çocuklar yapıları gereği sınır ve kural sevmezler ve bunları yok etmek için de ellerinden geleni yaparlar bazen sizler de pek farkında olmazsınız hatta.Örneğin, bir alışveriş merkezine gittiniz, çocuğunuz bir oyuncak almak istedi fakat siz almayacaksınız, almayı düşünmüyorsunuz. Çocuğunuza da bunu uygun bir dille söylediniz. Çocuk bunu duyunca sinirleniyor tabi diretmeye başlıyor, kendini yerlere atıyor, çığlık çığlığa ağlamaya başlıyor. Siz de etraftakiler rahatsız olmasın diye veçocuğunuz ağlamasın diye o oyuncağı alıyorsunuz.Siz bu noktada şunu yapmış oldunuz, onun ağlama davranışını ödüllendirmiş oldunuz. Çocuk da şunu düşünüyor artık, demekki ben ağlayınca annem istediğim oyuncağı alıyor. Ve her alışveriş merkezine gidişinizde ağlamaya başlıyor. Bu olay sürekli aynı şekilde kendini tekrar ediyor. Bu şekilde davranarak kararlı davranmamış oldunuz ki kararlılık çok ama çok önemlidir.İlk etapta hayır diyorsanız bu hayır anlamına gelmelidir. Ama siz hayır dedikten sonra alıyorsanız çocuk bunun evet anlamına da gelebileceğini düşünür ve siz hayır dedikten sonra ısrar etmeye diretmeye başlar. Yani kararlı ve net olmak gerekiyor. Aksi takdirde çocuklarınız sizi yönetmeye başlar. Sizin onlara sınır çizmeniz gerekirken bir bakarsınız onların size çizdiği sınır içinde kalmışsınız.Bir diğer değinmek istediğim konu vurma davranışı.Bu fiziksel sınır konusu yani örneğin çocuk size vurduğunda buna tepki göstermezseniz, fiziksel sınırınızı aşmasına izin vermiş olursunuz. Aynı şekilde sizin ona vurmanız da tabi ki doğru değildir. Böyle yaparsanız ona bu sınırı aşmanın normal olduğu mesajını verirsiniz ve bu çocuk size de vurur arkadaşlarına da ve ileriki hayatında da aynı şekilde. Unutmayın ki çocuklar davranışlarını sizden örnek alarak oluştururlar.Disiplinli olmak konusuna da değinmek istiyorum bu konunun devamında.Disiplinli olmak demek çocuğa sürekli ceza vermek demek midir çocuğa şiddet uygulamak mıdır?Disiplinli olmak şudur, çocuğa sınırlar koymak, gelişimini destekleyecek güvenli ortamı oluşturmak demektir.Çocuğa ceza vermek şiddet uygulamak, uzun vadede çocuklarda utanç, umutsuzluk gibi durumlara yol açıyor. Bazen tamamen içe kapandığını bazen de çocukların iyice arsızlaştığını görüyoruz.Benim sürekli duyduğum şeylerden bir tanesi artık baş edemiyoruz o yüzden ceza vermeye başladık oluyor ilk etapta. Daha sonraki süreçte de artık hiç baş edemiyoruz o yüzden de vurmaya başladık oluyor genelde.Şimdi eğer ceza vermek işe yarayan bir yöntem olsaydı şiddet aşamasına geçilmezdi zaten. Ha şiddet işe yarayan bir yöntem midir?Az önce de söylediğim gibi tabi ki değil ben şuana kadar şiddet uygulayarak olumlu davranışlar geliştirildiğini görmedim ama olumsuzlukların ortaya çıktığını sık sık görüyorum ve duyuyorum. O yüzden disiplinli olmak otorite kurmak sınır bilinç, oluşturmak şiddetle olabilecek bir durum değildir.Şimdi yine sizlerin çok sık karşılaştığı bir soruna da değinmek istiyorum sınır bilinci konusuyla ilgili, O da şu, çocuğumuz kendi yatağında yatmıyor hep bizimle yatıyor. Gece kalkıyor yine yanımıza geliyor. Çocukiçin anne babanın yanı her zaman konfor alanıdır. Yani kendini iyi hisseder ve güvende hisseder. Anne babayla yatmak istemesi normaldir. Burda şunu kendinize sormanız gerekiyor, evet kendi yatağında uyumalı kendi yatağında uyumasını istiyorsunuz ama acaba içten, içe bu durum hoşunuza gidiyor mu, çocuğunuza sarılıp uyumak elbette hoşunuza gidiyordur ve tabiki çocuk da bunu farkediyor, hissettiriyorsunuz. Hatta belki bu kendi yatağında yatma kuralını ara sıra tamam hadi gel bu günlük diyerek bozuyorsunuz ve yine kararlı bir tavır sergilememiş oluyorsunuz.Başka bir örnek daha vermek istiyorum. Örneğin, çocuğunuzun yapması gereken bir iş var mesela oyuncakları toplamak, bu ev içerisinde koymuş olduğunuz bir kural. Oyuncakları toplaması gerekiyor söylediniz yapmadı bir daha söylediniz yine yapmadı ve siz de en sonunda kalktınız kendiniz topladınız. İşte yine kararlı ve tutarlı davranmamış oldunuz.Çocuk bu esnekliği görür ve kullanır. Şu şekilde düşünebilir; bu işi yapmasam da olur zaten daha önce de olduğu gibi yapmazsam annem oyuncakları kendi toplayacak o yüzden toplamama gerek yok.Bu sürekli bahsettiğim kararlılık tuturalılık elbette anne baba arasında da olmalı, anne bir şeye hayır diyorsa baba evet dememeli. Örneğin annenin hayır dediği izin vermediği bir şeye karşılık babanın izin vermesi çocuğun bu kuralı esnek bir kural olarak algılamasına yol açacaktır. Aynı tavırla konuşmanız aynı kuralları söylemeniz ve sabırlı olmanız oldukça önemlidir.Tabi ki bu sınır ve kurallar çok katı olmamalı veya çok rahat olmamalı ve en önemlisi esnek olmamalıdır.Kurallar elbette çocuğunuzun yaşına, psikolojik yapısına uygun olmalı ve yaşı büyüdükçe kurallar değişkenlik göstermelidir. Kuralları koyarken de çocuğunuzla işbirliği içinde olmaya çalışın o kuralı neden koyduğunuzu ayrıntılı olarak açıklayın ve kurala uymazsa neler olabileceğini de önceden iyi bilsin. O da kendi fikirlerini söylesin, bir anlaşmaya vararak o kuralı koymuş olun tek taraflı davranmayın.Toparlayacak olursak en önemli noktaların anne baba arasındaki uyum, kararlı tavırlar, çocukla işbirliği ve sağlıklı iletişim olduğunu söyleyebiliriz.Devamını oku

Yayınlanma: 21.05.2021 10:05

Son Güncelleme: 21.05.2021 10:05

Öfke tüm duygular arasında en hor görülen, sevilmeyen ve gereksiz görülen duygu diyebiliriz. Hatta bir çoğumuz keşke böyle bir duygu olmasaydı diye düşünüyor olabilir. Tüm duyguların olduğu gibi öfke de işlevsel ve oldukça normal. Bu duygular belirli bir amaca hizmet eder ve hayatı anlamlandırır. Bir çoğumuzun öfkeyle arasının iyi olmamasının sebeplerinden biri öfke sonrası ortaya çıkabilen saldırganlık ve bir diğer sebep ise öfkeyi yeterince tanımıyor oluşumuz. Aynı zamanda aslında saldırganlık ve nedenini anlayamama sonucunda kişinin kendisine ve çevresine zarar veriyor olması. Oysa öfkeyi yeteri kadar tanır ve tepkilerimizi kontrol edebilirsek diğer tüm duygular gibi işlevsel olduğunu görebiliriz. Öfkeyi trafik lambasında yanan kırmızı ışığa benzetebiliriz. Işığın tek başına bir anlamı yoktur fakat nerede ve nasıl ortaya çıktığına bağı olarak bize bir şeyler anlatmaya çalışır. Biz ışığı gördüğümüzde bunun dur anlamına geldiğini bilirsek bize faydalıdır ve anlamlıdır.Öfkeyi anlamaya çalışmadan bastırmak ve yok etmeye çalışmak bir çoğumuzun yaptığı şey. Öfkeyi bastırmanın sonucunda bir çok bedensel rahatsızlığa davet oluşturmuş oluyoruz. Örneğin baş ağrısı, uykusuzluk, çeşitli fiziksel ağrılar... Öfkelendiğimizde ya da karşımızdaki birey öfkelendiğinde nedenini anlamaya çalışmıyoruz, o kişiyi yada kendimizi suçluyoruz. Bu şekilde davranmak öfkenin saldırganlığa dönüşmesine ve bir çok psikolojik probleme güzel bir zemin oluşturuyor.Her duygu bir takım sebepler sonucu gün yüzüne çıkar. Çoğu zaman bu sebepleri tahmin etmekte zorlanmayız." Baksana ne kadar da mutlu, dün akşam evlilik teklifi aldı", "Üzgünüm çünkü olmak istediğim yerde değilim" gibi...Fakat öfke duygusu söz konusu olduğunda işler biraz değişiyor. Öfkenin altında yatan sebepler görünen sebeplerden daha farklı olabiliyor. Şöyle bir örnek verebiliriz, sırada bekleyen bir kişi, bir başkasının onun önüne geçmesiyle birlikte oldukça öfkelenebilir, öfkenin nedeni olarak gördüğümüz birinin o kişinin önüne geçmesi fakat bu görünen kısım. Görünmeyen kısımda ise sebep olarak haksızlığa uğramış hissetme ve belki daha da derinlerde değersizlik duygusu. Bu yapı sebebiyle öfkeyi bir buz dağı olarak düşünebiliriz. Etrafımızda görüğümüz sürekli bağıran çağıran kişilerin aslında derinlerde "bağırmazsam beni güçsüz sanarlar, güçsüz sanarlarsa beni incitirler, aslında ben güçsüz ve değersizim" düşüncelerine sahip olabileceklerini söyleyebiliriz. Bir başka örnek verecek olursak hepimizin zaman zaman etrafında gördüğü o kabadayı tavırlı sürekli öfkelenen insanları düşünelim. Bu kişilerin öfkesiyle ve o ürkütücü tavırlarıyla asıl anlatmak istediği "ben çok güçlüyüm" mesajı mıdır? Bu kişi neden böyle bir mesaj verme gereği duyuyor? Burada da altta yatan duygunun aslında kendini değersiz ve önemsiz hissetme olduğunu söyleyebiliriz. Dışarıdan bakıldığında korkunç gözüken o öfkeli insan aslında son derece kırılgan ve çaresiz.Öfkeyi anlamlandırabilmek ve karşı tarafa doğru bir şekilde ifade edebilmek ilişkilerimizde daha sağlıklı sonuçlar verir. Öfkesinin verdiği enerjiyle bağırıp bir şeyler kırıp döken insan karşı tarafta şu düşünceleri oluşturur; bu insan kaba ve tehlikeli, uzak durmalıyım. Oysa öfkeyi doğru bir şekilde ifade etmek yani neden öfkelendiğimizi karşı tarafa anlatmak ve kendimiz de anlamaya çalışmak yapıcı bir tavırdır.Tüm bunların yanında her konuda olduğu gibi elbette çocukluk döneminden gelen bazı yer etmiş bilişler de söz konusudur. Çocukken kurduğumuz iletişim modellerinin, yetişkinlik döneminde de izlerini görebiliriz. Bu noktada toplumsal bazı alışkanlıklar belirleyici olmakta. Örneğin, küçük yaşta bir çocuk varlığını kanıtlama peşindedir. Kimi konularda görüşlerini bildirir veya isteklerini dile getirir. Fakat biz bu küçük çocuğun söylemlerine pek kulak asmayız. Şu gibi cümleleri hemen hemen hepimiz duymuşuzdur. " Sen çocuksun anlamazsın, sus ve uslu uslu otur, büyüklerin işlerine karışma ve onlar konuşurken konuşma"... Bu kendini ifade etmeye çalışan çocuk amacına bir türlü ulaşamaz. Ne zamanki öfkelenir ve bağırmaya veya vurmaya başlarsa bu çocuk o zaman yetişkinlerin dikkatini çekmeyi başarır. İşte bu dönemde oturan bazı davranışlar yetişkinlikte de varlığını sürdürür. Aynı çocuk büyüdüğünde yine önemsenmek için öfkesini sağlıksız bir şekilde dışa vurmaya devam eder.Yine bazı anne babaların çocukları öfkelendiğinde buna şiddetle karşılık vererek çocuğu bastırmaya çalıştığını görüyoruz ve öfke kontrolü pek çok kişi tarafından bastırmak ile karıştırılıyor. Öfkenin oldukça doğal bir duygu olduğunu çocuğa anlatmak, öfkelendiğinin farkına varmasını sağlamak, neye öfkelendiğini ifade etme konusunda desteklemek anne babaların üzerine düşen görevlerden bir tanesi. Çocuğa öfkelenen anne babaların da bu öfkelerini incitici laflar söylemek, vurmak, bağırmak yerine doğru bir biçimde ifade etmesi çocuğa model olmasını ve çocuğun tüm bunları daha iyi öğrenmesini sağlar.Bazı toplumlarda saldırganlık ve şiddet oranlarının daha az olduğunu görürüz. Bu toplumlarda bireyler öfkelerini dile getirir ve sağlıksız davranışlara pek başvurmazlar. Bu toplumlarda çocuk yetiştirme alışkanlıkları da farklıdır, çocuk dinlenir, önemsenir ve önemsendiği çocuğa da fazlasıyla hissettirilir.Elbette bu şekilde yetişmiş olmak öfke konusunda hiçbir şey yapamayacağımız anlamına gelmez. Daha önce bahsettiğim hususlara dikkat edilirse, öfkenin altında yatan nedenler ortaya çıkarılırsa bu konuda epey bir yol katetmemiz mümkündür.Evet, öfke bir buz dağıdır, görünenin altında asıl görülmesi gereken şeyler gizlidir. Öfkenin altında yatan nedenler utanç, suçluluk, incinme, hayal kırıklığı, engellenmişlik, kıskançlık, nefret, korku, reddedilmişlik, anlaşılmamışlık... gibi olabilir ve bunları ilk etapta görmemiz zordur.Kendi öfkemizi kontrol edebilmek ve karşımızdaki bireyin öfkesini anlayabilmek için "öfkeye sebep olan his ne, öfke ne anlatmaya çalışıyor" sorusunu sorabilmek gerekir. Öfkenin altında yatan asıl duyguyu fark etmek öfkeyi daha iyi tanımamıza ve kontrol edilebilirliğinin artmasına yardımcı olacaktır.Psikolog Beyza AkgülDevamını oku

Yayınlanma: 18.05.2021 12:24

Son Güncelleme: 24.05.2021 10:04