ÖFKE BİR BUZDAĞI MIDIR?

Öfke tüm duygular arasında en hor görülen, sevilmeyen ve gereksiz görülen duygu diyebiliriz. Hatta bir çoğumuz keşke böyle bir duygu olmasaydı diye düşünüyor olabilir. Tüm duyguların olduğu gibi öfke de işlevsel ve oldukça normal. Bu duygular belirli bir amaca hizmet eder ve hayatı anlamlandırır. Bir çoğumuzun öfkeyle arasının iyi olmamasının sebeplerinden biri öfke sonrası ortaya çıkabilen saldırganlık ve bir diğer sebep ise öfkeyi yeterince tanımıyor oluşumuz. Aynı zamanda aslında saldırganlık ve nedenini anlayamama sonucunda kişinin kendisine ve çevresine zarar veriyor olması. Oysa öfkeyi yeteri kadar tanır ve tepkilerimizi kontrol edebilirsek diğer tüm duygular gibi işlevsel olduğunu görebiliriz. Öfkeyi trafik lambasında yanan kırmızı ışığa benzetebiliriz. Işığın tek başına bir anlamı yoktur fakat nerede ve nasıl ortaya çıktığına bağı olarak bize bir şeyler anlatmaya çalışır. Biz ışığı gördüğümüzde bunun dur anlamına geldiğini bilirsek bize faydalıdır ve anlamlıdır.


Öfkeyi anlamaya çalışmadan bastırmak ve yok etmeye çalışmak bir çoğumuzun yaptığı şey. Öfkeyi bastırmanın sonucunda bir çok bedensel rahatsızlığa davet oluşturmuş oluyoruz. Örneğin baş ağrısı, uykusuzluk, çeşitli fiziksel ağrılar... Öfkelendiğimizde ya da karşımızdaki birey öfkelendiğinde nedenini anlamaya çalışmıyoruz, o kişiyi yada kendimizi suçluyoruz. Bu şekilde davranmak öfkenin saldırganlığa dönüşmesine ve bir çok psikolojik probleme güzel bir zemin oluşturuyor.


Her duygu bir takım sebepler sonucu gün yüzüne çıkar. Çoğu zaman bu sebepleri tahmin etmekte zorlanmayız." Baksana ne kadar da mutlu, dün akşam evlilik teklifi aldı", "Üzgünüm çünkü olmak istediğim yerde değilim" gibi...


Fakat öfke duygusu söz konusu olduğunda işler biraz değişiyor. Öfkenin altında yatan sebepler görünen sebeplerden daha farklı olabiliyor. Şöyle bir örnek verebiliriz, sırada bekleyen bir kişi, bir başkasının onun önüne geçmesiyle birlikte oldukça öfkelenebilir, öfkenin nedeni olarak gördüğümüz birinin o kişinin önüne geçmesi fakat bu görünen kısım. Görünmeyen kısımda ise sebep olarak haksızlığa uğramış hissetme ve belki daha da derinlerde değersizlik duygusu. Bu yapı sebebiyle öfkeyi bir buz dağı olarak düşünebiliriz. Etrafımızda görüğümüz sürekli bağıran çağıran kişilerin aslında derinlerde "bağırmazsam beni güçsüz sanarlar, güçsüz sanarlarsa beni incitirler, aslında ben güçsüz ve değersizim" düşüncelerine sahip olabileceklerini söyleyebiliriz. Bir başka örnek verecek olursak hepimizin zaman zaman etrafında gördüğü o kabadayı tavırlı sürekli öfkelenen insanları düşünelim. Bu kişilerin öfkesiyle ve o ürkütücü tavırlarıyla asıl anlatmak istediği "ben çok güçlüyüm" mesajı mıdır? Bu kişi neden böyle bir mesaj verme gereği duyuyor? Burada da altta yatan duygunun aslında kendini değersiz ve önemsiz hissetme olduğunu söyleyebiliriz. Dışarıdan bakıldığında korkunç gözüken o öfkeli insan aslında son derece kırılgan ve çaresiz. 

Öfkeyi anlamlandırabilmek ve karşı tarafa doğru bir şekilde ifade edebilmek ilişkilerimizde daha sağlıklı sonuçlar verir. Öfkesinin verdiği enerjiyle bağırıp bir şeyler kırıp döken insan karşı tarafta şu düşünceleri oluşturur; bu insan kaba ve tehlikeli, uzak durmalıyım. Oysa öfkeyi doğru bir şekilde ifade etmek yani neden öfkelendiğimizi karşı tarafa anlatmak ve kendimiz de anlamaya çalışmak yapıcı bir tavırdır.


Tüm bunların yanında her konuda olduğu gibi elbette çocukluk döneminden gelen bazı yer etmiş bilişler de söz konusudur. Çocukken kurduğumuz iletişim modellerinin, yetişkinlik döneminde de izlerini görebiliriz. Bu noktada toplumsal bazı alışkanlıklar belirleyici olmakta. Örneğin, küçük yaşta bir çocuk varlığını kanıtlama peşindedir. Kimi konularda görüşlerini bildirir veya isteklerini dile getirir. Fakat biz bu küçük çocuğun söylemlerine pek kulak asmayız. Şu gibi cümleleri hemen hemen hepimiz duymuşuzdur. " Sen çocuksun anlamazsın, sus ve uslu uslu otur, büyüklerin işlerine karışma ve onlar konuşurken konuşma"... Bu kendini ifade etmeye çalışan çocuk amacına bir türlü ulaşamaz. Ne zamanki öfkelenir ve bağırmaya veya vurmaya başlarsa bu çocuk o zaman yetişkinlerin dikkatini çekmeyi başarır. İşte bu dönemde oturan bazı davranışlar yetişkinlikte de varlığını sürdürür. Aynı çocuk büyüdüğünde yine önemsenmek için öfkesini sağlıksız bir şekilde dışa vurmaya devam eder.

Yine bazı anne babaların çocukları öfkelendiğinde buna şiddetle karşılık vererek çocuğu bastırmaya çalıştığını görüyoruz ve öfke kontrolü pek çok kişi tarafından bastırmak ile karıştırılıyor. Öfkenin oldukça doğal bir duygu olduğunu çocuğa anlatmak, öfkelendiğinin farkına varmasını sağlamak, neye öfkelendiğini ifade etme konusunda desteklemek anne babaların üzerine düşen görevlerden bir tanesi. Çocuğa öfkelenen anne babaların da bu öfkelerini incitici laflar söylemek, vurmak, bağırmak yerine doğru bir biçimde ifade etmesi çocuğa model olmasını ve çocuğun tüm bunları daha iyi öğrenmesini sağlar.

Bazı toplumlarda saldırganlık ve şiddet oranlarının daha az olduğunu görürüz. Bu toplumlarda bireyler öfkelerini dile getirir ve sağlıksız davranışlara pek başvurmazlar. Bu toplumlarda çocuk yetiştirme alışkanlıkları da farklıdır, çocuk dinlenir, önemsenir ve önemsendiği çocuğa da fazlasıyla hissettirilir.


Elbette bu şekilde yetişmiş olmak öfke konusunda hiçbir şey yapamayacağımız anlamına gelmez. Daha önce bahsettiğim hususlara dikkat edilirse, öfkenin altında yatan nedenler ortaya çıkarılırsa bu konuda epey bir yol katetmemiz mümkündür.

Evet, öfke bir buz dağıdır, görünenin altında asıl görülmesi gereken şeyler gizlidir. Öfkenin altında yatan nedenler utanç, suçluluk, incinme, hayal kırıklığı, engellenmişlik, kıskançlık, nefret, korku, reddedilmişlik, anlaşılmamışlık... gibi olabilir ve bunları ilk etapta görmemiz zordur.

Kendi öfkemizi kontrol edebilmek ve karşımızdaki bireyin öfkesini anlayabilmek için "öfkeye sebep olan his ne, öfke ne anlatmaya çalışıyor" sorusunu sorabilmek gerekir. Öfkenin altında yatan asıl duyguyu fark etmek öfkeyi daha iyi tanımamıza ve kontrol edilebilirliğinin artmasına yardımcı olacaktır.


Psikolog Beyza Akgül

Yayınlanma: 18.05.2021 12:24

Son Güncelleme: 24.05.2021 10:04

Psikolog

Beyza

AYAYDIN

Psikolog

Uzmanlıklar:

Çocuk ve Ergenlik Dönemi Ruhsal Sorunları , Depresyon ve Mutsuzluk , İlişki / Evlilik Problemleri
Online TerapiOnline Ter...
süre 50 dk
ücret 200
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
süre 50 dk
ücret 300
Bunları da sevebilirsiniz...

Dijital Dünya ve Etkileri

Bilgisayarlar, akıllı telefonlar ve tabletler artık hayatımızın bir parçası olarak sürekli elimizin altında. İletişim kurmaktan eğlenmeye, çalışmaktan öğrenmeye kadar birçok alanda kullandığımız bu teknolojik cihazlar, bize fayda sağladığı kadar zarar da vermektedir. Sağladığı avantajlar çok büyük önem taşırken, bizler için yarattığı risk de görmezden gelinmemelidir. Çağımızın yeni ve giderek ciddileşen problemi: ekran ve teknoloji bağımlılığı.Ekran Bağımlılığı Nedir?Ekran bağımlılığı, dijital cihazların aşırı ve kontrolsüz kullanımı olarak tanımlanır. Telefona bakmadan birkaç saat geçirmek zor ve huzursuz ediciyse, sürekli sosyal medya bildirimleri kontrol ediliyorsa veya ekran süresi gerçek hayattaki sorumlulukların önüne geçiyorsa; bu durum bir alışkanlıktan çıkarak bağımlılık halini almış olabilir. Özellikle çocuk ve gençlerde görülen "internet oyun bozukluğu" , dijital bağımlılığın bilimsel olarak tanımlanmış bir versiyonudur.Teknoloji Hayatımızı Nasıl Ele Geçiriyor?Elimizin altında kolay ulaşılabilir olan teknoloji, birçok açıdan dikkatimizi çeker vaziyette. Uygulamalardan gelen bildirimler, yapılan araştırmalarda beynin dopamin salgılamasını tetiklemektedir. Bu da kişilerin sıklıkla telefonlarını kontrol etmelerini istemesine yol açmaktadır. Sosyal medyada sunulan sonsuz içerik akışı, dikkat tuzağı olarak kullanıcıyı ekrana kilitlemeyi amaçlar. Bunlara ek olarak uygulamalarda kazanılan rozet ve puan gibi ödüller, kullanıcıların uygulamalarda daha fazla vakit geçirmelerine neden olur. Kimler, Nasıl Etkileniyor?Her olay her bireyi farklı şekillerde etkileyebildiği gibi, ekran ve ekran bağımlılığı da benzer şekilde farklı yaş gruplarını farklı şekillerde etkileyebilir. Çocukların ve ergenlerin beyinleri gelişim aşamasında olduğundan, fazla ekrana maruz kaldıklarında beyinleri teknoloji ile biçimlenmektedir. Uzun süre ekranda vakit geçirilmesi çocuklarda dikkat eksikliği, hiperaktivite, sosyal izolasyon ve hatta agresif davranışlar görülmesine yol açabilir. Bunlara ek olarak öğrenme güçlükleri, dil gelişim problemleri ve hayal gücünde azalma durumları da gözlemlenebilir.Yetişkinlik döneminde ekran kullanımı, çoğunlukla iş gereci zorunlu olmaktadır. İş sebebiyle kullanım, kişisel kullanıma eklenince ekranda geçirilen süre bir hayli artmaktadır. Bunların hepsinin bir arada gerçekleşmesi de bağımlığı pekiştirmektedir. Bu yaş grubunda da ekran bağımlılığı, sosyal problemlere, ilişkilerde sorunlara ve yalnızlık duygusunun artmasına yol açabilir.Yaşlılar, teknolojiyi yeni keşfetme motivasyonu ile genellikle yalnızlıklarını giderme veya sosyalleşme ihtiyaçlarını karşılamak istemektedirler. Ancak teknolojinin fazla kullanımı yaşlılık dönemindeki kişilerde fiziksel hareketsizlik ve çeşitli fiziksel sorunlara yol açabilir. Günümüzde dijital dolandırıcılık ve bilgi kirliliği gibi risklere de en açık olanlar yaşlılardır. Belirtiler: Ekran Bağımlısı Olup Olmadığınızı Gösteren İşaretlerSabah uyandığınız anda telefon, tablet ya da bilgisayarı alıp kontrol etmek, ekran süresini sınırlamamak veya sınırlayamamak, sosyal bir ortamda bile teknolojik cihazları ve bildirimleri kontrol etmek istemek, teknolojik aletlerin yokluğunda boşluk hissi ve huzursuz olmak, günlük görevleri aksatacak şekilde sosyal medyada zaman geçirmek ve teknolojik aletleri kullanırken zamanın nasıl geçtiğini fark etmemek ekran bağımlılığının göstergelerindendir.Ekran Bağımlılığının Zihinsel ve Fiziksel EtkileriEkran başında sürekli uyarılma halindeki beyin yorulur ve karar verme becerisinde düşüş meydana gelir. Dijital ekranlar görme problemlerine ve göz kuruluğuna neden olur, baş ağrısı ve bulanık görmeye sebep olabilir. Masa başında geçirilen uzun saatler, kambur duruşla, sırt ve boyun ağrılarıyla sonuçlanabilir. Sosyal medyada ve dijital dünyada geçirilen sürenin artması, gerçek dünya etkileşimlerin azalmasına, yalnızlığa, asosyalliğe yol açabilirken kaygı düzeyini artırabilir. Sosyal medyada görülen idealize edilen hayatlar, kişilerde özgüven düşürerek mutsuzluğa ve depresyona yol açabilir.Ekran Süresini Azaltmak İçin Pratik Öneriler1.Zaman Bloklama Tekniği kullanın.Ekran süresinin kısıtlanması birçok açıdan faydalı olabilir. Ekran kullanılması gereken saatleri ya da ekranın kullanılmayacağı süreleri belirlemek, sosyal ve işlevsel olarak kişiye fayda sağlar. Buna ek olarak ekran süresinin kısıtlanması da önemlidir.2. Bildirimleri KapatınUygulama bildirimlerini kapatmak, gereksiz bildirimlerden kaçınmaya ve ekranı gerekmedikçe kullanmamaya yardımcı olur. 3. Cihazsız Alanlar BelirleyinYatak odası, yemek masası gibi bazı alanlarda telefon kullanılmaması faydalı bir alışkanlık olacaktır.4. "Gerçek Dünya"ya DönüşSosyal etkinliklere, doğa yürüyüşlerine, hobilere, arkadaşlara daha fazla zaman ayırmak, ekran süresini doğal olarak azaltarak sosyalleşmeyi de beraberinde getirir.Neden Bu Kadar Kolay Bağımlı Oluyoruz?Ekran bağımlılığı; psikolojik, sosyal ve biyolojik değişkenlerin birleşimiyle oluşan bir bağımlılık biçimidir. Bu bağımlılığın başlıca nedenleri şu şekilde sıralanabilir:Ödül Sistemi: Her bildirim bizi mutlu eder, dopamin salgılatır ve bu da ödül alma hissi uyandırır.Kaçış Mekanizması: Gerçek hayatımızdaki zorluklardan, sorumluluklarımızdan veya yalnızlık hissimizden kaçmak için ekranlara yönelmiş olabiliriz.Toplumsal Baskı: Özellikle gençler arasında sosyal medya kullanımı bir "zorunluluk" olmaktadır. Dışlanmamak, kabul görmek ve beğenilmek için çevrim içi olmak bir sosyal norm haline gelmiştir.Boş Zaman Alışkanlığı: Boş zamanlarımızı geçirdiğimiz sosyal medya, artık hepimiz için alışkanlık konumuna gelmektedir.Bu nedenler, teknoloji kullanımını masum bir araçtan, kişinin günlük yaşamını etkileyen artarak devam eden bir bağımlılığa dönüştürebilmektedir. Ekran Bağımlılığında Psikolojik Destek Ne Zaman Alınmalı? Bazen ekran süresini azaltmak ve işlevsel hayata geri dönmek için bireysel çabalar yetersiz kalabilir. Özellikle bağımlılığın davranışsal ve duygusal etkileri yoğunlaştığında bir uzmandan yardım almak en doğru adımdır.Psikolojik destek alınması gereken durumlar:·Teknolojik cihazlardan uzak kalındığında anksiyete, öfke veya panik duyguları yoğunlaşıyorsa,·Sosyal ilişkilerde ve iş/okul yaşamında olumsuz değişimler varsa,·Uyku düzeni bozulmuş, fiziksel rahatsızlık belirtileri ortaya çıkmaya başlamışsa,·Gündelik yaşam kalitesinde ve hayat kalitesinde düşüklük varsa,·Ekransız zaman geçirirken boşluk hissediliyorsa,·Ekran bağımlılığı nedeniyle depresif düşünceler veya yalnızlık artıyorsa psikolojik destek alınmalıdır.Eğer ekran karşısında geçirdiğiniz zaman, sizi hayattan uzaklaştırıyor, sosyal ilişkilerinizi zayıflatıyor ve zihinsel sağlığınızı tehdit ediyorsa; artık bir uzmana başvurmanın zamanı gelmiş olabilir. Psikolojik destek almak bir zayıflık değil, bilinçli bir güç göstergesidir. Psikolojik destek alarak teknoloji bağımlılığıyla mücadele etmek ve yaşam kalitesini artırmak mümkündür.Teknolojiden tamamen kopmak ne gerçekçidir ne de gereklidir. Önemli olan, teknolojiyi nasıl kullandığımızdır. Teknolojiyle sağlıklı bir ilişki kurulmalıdır. Doğru sınırlar ve sağlıklı alışkanlıklar ile dijital dünyadan faydalanılabiliriz. Cihazlar bizim hayatımızı kolaylaştırmak için var; hayatımızın merkezi olmak için değil. Bunun farkında olmak gerekir. Peki sizin 24 saatte ekranda geçirdiğiniz vaktin ne kadarı size gerçekten yarar sağladı, sizi geliştirdi?

Pelin BAYIN 26.05.2025

Duygularımız, İçinde Büyüdüğümüz Dünyadan İzler Taşır: Kültürel Bağlam

Duygular, insan deneyiminin temel yapı taşlarından biridir ve bireyin iç dünyasının dış dünyaya tepkisi olarak ortaya çıkar. Ancak, duyguların ne zaman, nasıl ve hangi bağlamda ifade edileceği, büyük ölçüde içinde büyüdüğümüz sosyokültürel ortamla şekillenir. Psikolog Hidayet Çalışkan, bu konuda yaptığı çalışmalarla, duyguların bireysel ve kültürel bağlamda nasıl anlam kazandığını derinlemesine ele almıştır. Bu makale, Psikolog Hidayet Çalışkan’ın duygusal süreçlere dair perspektiflerinden yola çıkarak, kültürel ortamın duygular üzerindeki etkisini bilimsel bir çerçevede incelemektedir.Duyguların Kültürel KökenleriDuygular, biyolojik temellere sahip olsa da, ifade biçimleri ve anlamları kültürel normlarla şekillenir. Psikolog Hidayet Çalışkan, duyguların evrensel bir doğası olduğunu, ancak bu evrenselliğin kültürel bağlamda farklılaşarak bireysel deneyime dönüştüğünü vurgular. Örneğin, bir kültürde sevinç yüksek sesle kutlamalarla ifade edilirken, başka bir kültürde sessiz bir tebessümle sınırlı kalabilir. Bu farklılıklar, bireyin sosyalizasyon süreciyle, yani içinde büyüdüğü aile, toplum ve kültürel değerlerle doğrudan bağlantılıdır. Psikolog Hidayet Çalışkan’a göre, duygusal tepkilerimizin şekillenmesinde çocukluk döneminde maruz kaldığımız kültürel normlar kritik bir rol oynar.Kültürel psikoloji alanında yapılan araştırmalar, duyguların yalnızca bireysel değil, aynı zamanda kolektif bir bağlamda anlam kazandığını gösterir. Örneğin, kolektivist toplumlarda (örneğin, Türkiye gibi), duygusal ifadeler genellikle grup uyumunu destekleyecek şekilde düzenlenirken, bireyci toplumlarda kişisel ifade ön plandadır. Psikolog Hidayet Çalışkan, bu bağlamda, Türk toplumunda duygusal düzenlemenin sıklıkla aile ve topluluk odaklı olduğunu belirtir. Bu, bireyin kendi duygularını ifade etmeden önce çevresindekilerin beklentilerini dikkate almasına neden olabilir.Duygu Düzenleme ve Kültürel EtkilerDuygu düzenleme, bireyin duygularını fark etme, adlandırma ve uygun şekilde ifade etme yeteneğidir. Psikolog Hidayet Çalışkan, duygu düzenlemenin kültürel normlarla şekillendiğini ve bu sürecin psikolojik iyi oluş için kritik olduğunu savunur. Örneğin, bazı kültürlerde öfke gibi negatif duyguların bastırılması teşvik edilirken, diğerlerinde bu duyguların açıkça ifade edilmesi kabul edilebilir. Psikolog Hidayet Çalışkan’ın terapi süreçlerinde vurguladığı gibi, bireyin duygu düzenleme stratejileri, çocuklukta öğrenilen kültürel kalıplarla doğrudan ilişkilidirBilişsel davranışçı terapi (BDT) yaklaşımında, Psikolog Hidayet Çalışkan, bireylerin kültürel bağlamdan gelen otomatik düşünce kalıplarını fark etmelerine yardımcı olur. Örneğin, bir birey, kültürel olarak “ağlamak zayıflıktır” inancıyla büyümüşse, üzüntüsünü ifade etmekte zorlanabilir. Bu durum, duygusal baskılanmaya ve uzun vadede psikolojik sorunlara yol açabilir. Psikolog Hidayet Çalışkan, bu tür kalıpların terapi sürecinde çözümlenmesiyle bireyin daha sağlıklı duygusal ifadeler geliştirebileceğini belirtir.Çocukluk Deneyimleri ve Duygusal ŞekillenmeÇocukluk, duygusal repertuarın oluştuğu kritik bir dönemdir. Psikolog Hidayet Çalışkan, aile dinamiklerinin ve ebeveyn tutumlarının duygusal gelişim üzerindeki etkisine dikkat çeker. Örneğin, bir çocuk, duygularını ifade ettiğinde sürekli eleştiriliyorsa, yetişkinlikte duygularını bastırma eğilimi gösterebilir. Öte yandan, duygusal ifadelerin desteklendiği bir ortamda büyüyen bireyler, daha esnek ve sağlıklı duygu düzenleme stratejileri geliştirir. Psikolog Hidayet Çalışkan’ın klinik gözlemleri, Türk toplumunda aile içi iletişimin genellikle duygusal ifadeleri sınırlayan bir yapıda olduğunu gösterir. Bu, özellikle kaygı ve stres yönetimi üzerinde olumsuz etkiler yaratabilirBağlanma teorisi açısından bakıldığında, Psikolog Hidayet Çalışkan, güvenli bağlanmanın duygusal esneklik ve psikolojik sağlamlık için temel oluşturduğunu vurgular. Güvensiz bağlanma stilleri (kaygılı veya kaçıngan), kültürel normlarla birleştiğinde, bireyin duygusal dünyasını daha karmaşık hale getirebilir. Örneğin, Türk kültüründe sıkça görülen “aYn aile bağları”, bireyin duygusal tepkilerini derinden etkiler. Psikolog Hidayet Çalışkan, bu bağlamda, terapi sürecinde bağlanma örüntülerinin duygusal tepkiler üzerindeki etkisini çözmenin önemine işaret ederPsikoterapide Kültürel DuyarlılıkPsikoterapi, bireyin duygusal dünyasını anlamayı ve dönüştürmeyi amaçlar. Psikolog Hidayet Çalışkan, terapi sürecinde kültürel duyarlılığın önemini vurgular. Her bireyin duygusal deneyimi, kültürel arka planıyla şekillenir; bu nedenle, etkili bir terapi süreci, bu arka planı dikkate almalıdır. Psikolog Hidayet Çalışkan’ın yaklaşımı, bireyin kültürel değerlerini ve aile dinamiklerini anlamayı merkeze alır. Örneğin, bir danışanın “aileye karşı sorumluluk” duygusu, Türk kültüründe güçlü bir şekilde kök salmış olabilir ve bu, terapi sürecinde ele alınması gereken bir faktördür.Psikolog Hidayet Çalışkan, psikodramanın kültürel olarak şekillenmiş duyguların ifade edilmesinde etkili bir yöntem olduğunu belirtir. Psikodrama, bireylerin kültürel normlar nedeniyle bastırılmış duygularını güvenli bir ortamda keşfetmelerine olanak tanır. Bu yöntem, özellikle duygusal ifadelerin kültürel olarak sınırlı olduğu toplumlarda, bireylerin iç dünyalarını anlamalarına yardımcı olurKültürel Normların Psikolojik İyi Oluş Üzerindeki EtkisiPsikolojik iyi oluş, bireyin duygusal dengeyi sürdürebilme yeteneğiyle yakından ilişkilidir. Psikolog Hidayet Çalışkan, kültürel normların psikolojik iyi oluş üzerindeki etkisini vurgularken, bireyin kültürel bağlamdan bağımsız düşünülemeyeceğini ifade eder. Örneğin, Türk toplumunda “elalem ne der” kaygısı, bireyin duygusal tepkilerini bastırmasına ve psikolojik stres yaşamasına neden olabilir. Psikolog Hidayet Çalışkan, bu tür kültürel baskıların terapi sürecinde ele alınması gerektiğini savunur.Araştırmalar, kültürel normların duygusal düzenleme stratejilerini etkilediğini göstermektedir. Örneğin, Gross ve John (2003) tarafından yapılan bir çalışma, kültürlerin duygu düzenleme stratejilerini şekillendirdiğini ve bu stratejilerin psikolojik iyi oluşla doğrudan ilişkili olduğunu ortaya koymuştur. Psikolog Hidayet Çalışkan, bu bulguları destekleyerek, bireyin kültürel bağlamını anlamadan etkili bir terapi sürecinin mümkün olmadığını belirtir.Duygularımız, içinde büyüdüğümüz dünyadan izler taşır. Psikolog Hidayet Çalışkan’ın çalışmaları, bu izlerin duygusal deneyimlerimizi nasıl şekillendirdiğini ve psikoterapi sürecinde nasıl ele alınması gerektiğini açıkça ortaya koyar. Kültürel normlar, çocukluk deneyimleri ve aile dinamikleri, duygusal repertuarımızın temelini oluşturur. Psikolog Hidayet Çalışkan’ın kültürel duyarlılığa dayalı terapi yaklaşımı, bireylerin duygusal dünyalarını anlamalarına ve daha sağlıklı duygusal düzenleme stratejileri geliştirmelerine olanak tanır. Bu süreç, bireyin hem kendisiyle hem de çevresiyle daha uyumlu bir ilişki kurmasını sağlar. Duygusal farkındalık ve kültürel bağlamın anlaşılması, psikolojik iyi oluşun temel taşlarıdır.*Kaynakça* Gross, J. J., & John, O. P. (2003). Individual differences in two emotion regulation processes: Implications for affect, relationships, and well-being. Journal of Personality and Social Psychology, 85(2), 348–362. İstanbul Psikodrama Enstitüsü: Psikodrama ve duygu düzenleme üzerine tezler. [](https://www.istpsikodrama.com.tr/tezler)

Acıdan Kaçmak mı? Onunla Kucaklaşmak mı?

Acıdan Kaçmak mı? Onunla Kucaklaşmak mı?Hayat muhteşem güzelliklere yaptığı gibi ürkütücü acılara da ev sahipliği yapar. Öyle ki insanoğlu için acı kaçınılmazdır. Hepimiz acıyı farklı zaman ve koşullarda deneyimleriz. Üzüntü, kaygı, hayal kırıklıkları… Tüm bu duygular yaşadığımız hayatın birer parçası. Ancak, modern dünyanın bize dayattığı mesaj oldukça net: “Mutlu ol, sorunları görmezden gel ve acıdan mümkün olduğu kadar kaç!” Peki tüm bunlar ne kadar daha sürdürülebilir? Acıdan kaçmak aynı zamanda acıyı bastırmak değil midir? Ne yazık ki bu noktada size kötü bir haberim var: acı bastırılmaya çalıştıkça, daha güçlü bir şekilde geri döner. Ne demiş Cahit Zarifoğlu “İnsan bastırdığı duygunun esiri olur.”Acıyı Kabul EtmekGirişte bahsetmiş olduğum gibi yok saymaya çalıştığımız duygular eskisinden çok daha güçlü bir şekilde geri gelir. İşte tam da bu noktada acıya direnmek yerine ona kucak açmayı öğrenmek oldukça önemlidir. Kulağa biraz karmaşık geliyor öyle değil mi? İlk karşılaştığımda ben de anlam vermekte oldukça zorlanmıştım 😊 O haldeyaşadığınız bu karmaşıklığı gidermek adına bir örnek vereceğim: çok yoğun bir kaygı anında olduğunuzu varsayalım, bu hisse (kaygınıza) “git” demek yerine, onun ne olduğunu merak etmek: “Kaygı şu an vücudumda nerede hissediliyor? Bu duygu bana ne söylüyor?” Sorularına cevap aramak güçlü bir farkındalık kazandırır ve duygularımızı kontrol etmek yerine onları kabul etmemizi sağlar. Hadi çok sevdiğim bir egzersiz ile bu bölümü netleştirelim:Şu an oturduğunuz odayı sizin dünyanız olarak hayal edin. Sizin için önemli olan kalbinizin derinliklerinde olan her şey; sevdiğiniz tüm insanlar, yerler, etkinlikler… Fakat hepsi bu değil. Aynı zamanda bugün hayatınızda uğraşmanız gereken tüm sorunlar ve zorluklar da var. Şimdi bir kâğıt düşünün. Bu kâğıtta sizi rahatsız eden düşünceler, duygular ya da anılar yazılı. Mesela, “Yeterince iyi değilim” gibi olumsuz düşünceler olabilir. Şimdi, bu kâğıdı kenarlarından iyice tutun ve elinizden geldiğince uzağa itin. Burayı mümkün olduğunca kollarınız iyice yoruluncaya denk sürdürün. Kâğıdı bedeninizden uzak tutmaya çalışıyorsunuz fakat ne oluyor? Kâğıdı uzaklaştırmaya çalıştıkça, tüm odağınız bu kâğıda gidiyor. Bu durumda sevdiğiniz insanın sizinle sohbet etmeye çalıştığını hayal edin aynı zamanda da kâğıdı itiyorsunuz, sevdiğiniz insana ne kadar odaklanabilirsiniz? Odanızı dünyanız olarak hayal etmenizi istemiştim, kâğıt elinizdeyken dünyanıza ne kadar odaklanabildiniz? Enerjinizi ve dikkatinizi kâğıdı itmeye harcıyorsunuz ama kâğıt hâlâ sizinle. Üstelik bu itme çabası zamanla sizi yoruyor. İşte tam da burada hayatınızdaki birçok mücadele de bu şekilde oluyor. Acı veren düşünce ya da duygularını uzaklaştırmaya çalışmak, aslında onları daha çok fark etmenize ve enerjinizin tükenmesine sebep oluyor. İtmek yerine kâğıdı kucağına almayı seçebilirsiniz. Böylece kâğıt hâlâ orada, ama artık sizii yönetmiyor. Ellerinizi özgür bırakabilir ve yaşamda değerli bulduğunuz şeylere yönelmek için hareket edebilirsiniz. (Harris, 2023, s. 170)Olanla Başa Çıkmayı ÖğrenmekÖzellikle kontrolcü bir kişiliğe sahipseniz, yaşanan her şeyin sizin kontrolünüz altında yaşanmasını istiyorsanız, hayat sizin için çok zor olmalı. Çünkü sayısız olasılıklarla donatılmış bu evrende hemen hemen hiçbir şey planladığımız gibi gitmez ve biz defalarca aynı davranışları sergileyip sonuçlarını farklı bekleyen, aynı zamanda da bundan sürekli yakınan insanlara dönüşürüz. Bu noktada esnek bir zihin yapısıyla bu zorluklara uyum sağlayabilirsiniz. Varsayalım ki başarısızlık korkusu yüzünden bir adım atmaktan çekiniyorsunuz. Bu durumda, korkuyu yok etmeye çalışmak yerine onunla hareket etmenin yollarına aramak, onu karşımıza değil yanımıza almak: “Evet, korkuyorum, ama bu benim için önemli. Bu adımı korkumla birlikte atabilirim.” diyebilmek yani olanla başa çıkmayı öğrenmek oldukça kıymetli.Şimdi ve Burada KalabilmekZihnimiz geçmişte yaşadığımız pişmanlıklar ya da gelecekte deneyimleyebileceğimiz olası durumlar (kaygılar) arasında gidip gelir. Halbuki yaşam sadece şimdi ve burada var. Küçük bir egzersiz yapalım: Gözlerinizi kapatın, şu anda oturduğumuz yerde derin bir nefes alın, nefesinizin izlediği yolları fark edin, diyaframınızı fark edin, etrafınızdaki sesleri dinleyin, teninize dokunan havayı hissedin. Hayat şu an ne gelecekte ne de geçmişte tam olarak şimdi ve burada!SonuçHayatta sıklıkla zorlayıcı duygularla karşı karşıya kalırız, bu duyguların bizleri oyun hamuru gibi şekillendirmesine ya da sürüklemesine izin vermek yerine anlamlandırma sürecine gidebiliriz. Bu sürecin kolay olduğunu vaat etmiyorum; öyle ki epey zaman alabilir fakat bu zaman dilimi kendimizi daha yakından tanıma, ruhumuza kulak verme, olaylara daha derin bir bakış açısıyla yaklaşmamıza fırsat tanır.Mutluluk, sevinç, heyecan, tüm bu olumlu duygular… Hayat sadece bu duygulara mı ait? Peki ya mutsuzluk, üzüntü, kırgınlık, hayal kırıklığı… Bizi rahatsız eden tüm bu duygular görmezden geldiğimiz ihtiyaçlarımıza işaret ediyor olabilir mi? Tam da burada acıya kulak vermek; acıyı geçirmek değil ne anlatmak istediğini anlamak oldukça kıymetlidir.Hadi birlikte sana bir soru soralım: Acıyı görmezden gelmek yerine ona kulak vermeyi, onunla yürümeyi seçebilir misin? Geçmiş ve gelecek arasında bir yerlerde kaybolmak yerine şimdi ve burada olabilir misin? Yaşadığın olumsuz bir deneyime değil de onunla başa çıkmaya odaklanabilir misin? Kendine karşı daha kibar, sabırlı ve sevecen olmayı deneyebilir misin? Bu sürecin uzun ve zor olduğunu bilerek bu sancılı dönemi daha farkındalık sahibi bir hayatın başlangıcı olarak görebilir misin? Her kabul bir başlangıçtır lütfen bunu unutma 😊***BU YAZIMDA RUSS HARRİS-ACT'İ KOLAY ÖĞRENMEK KİTABINDAN OLDUKÇA FAZLA YARARLANDIM. DANIŞANLARIMA OLMASA DA MESLEKTAŞLARIMA OKUMALARINI TAVSİYE EDERİM :)