İnsan Neden Sürekli Geçmişe Özlem Duyar?
Ruminasyon stresli durumlara dair tekrarlayıcı, sürekli ve problem çözümüne odaklanmadan yapılan aşırı düşünme olarak tanımlanabilir6. Aynı zamanda yaşanan olayların neden, anlam ve sonuçları ile ilgili tekrar tekrar düşünmek, bilişsel şekilde geviş getirmek anlamını da taşımaktadır.
Zihinsel geviş getirmede olumsuz anılar harekete geçmektedir ve bu durum kişinin problem çözme becerilerini ve motivasyonunu kaybetmesine sebep olmaktadır. Kişi motivasyon ve problem çözme becerilerini kaybettiğinde ise olumsuz ruh haline dönmesi kolaylaşır. Yani ruminasyon olumsuz ruh halini tetikleyen bir düşünce döngüsüdür.
Ruminasyon bozukluğunda kişi psikolojik semptomları ile baş etmek için daha uyumsuz baş etme yöntemlerini kullanmakta ve çoğu planı gerçekleştirme konusunda kötümser davranmaktadır. Bu uyumsuz baş etme sürecinde kişi “ Nasıl bu durumu atlatıcam?” “Bu neden benim başıma geliyor?”, “Asla geçmeyecek.” gibi cümlelere benzer düşünceleri devamlı aklından geçirmektedir. Bu düşünceler kişinin problem çözmesine yardımcı olmamakta, aksine kişiyi bitmek bilmeyen bir düşünce döngüsüne sokmaktadır.
Ruminasyon Belirtileri
Ruminasyon ne demek ve belirtileri nelerdir sorularının ortak noktası kişinin belirli düşüncelere takılıp kalması ve bunları zihinsel olarak sürekli tekrar etme, üzerine aşırı düşünme halinde olmasını ifade eder. Ruminasyon belirtileri ile genellikle profesyonel yardım alarak ve bilişsel davranış terapi gibi psikoterapi ekolleri ile mücadele edilebilir. Ruminasyon yapıp yapmadığınızı anlamak için bakabileceğiniz bazı belirtiler:
- Geçmiş olaylar ile ilgili tekrar tekrar düşünme hali
- Başa gelen stresli durumların nedenleri ile ilgili sürekli kafa yorma
- Planları gerçekleştirme konusunda motivasyon eksikliği
- Problem çözme becerilerinin azalması
- Olayların çözümlerinden çok nedenlerine ve sonuçlarına odaklanma
Ruminasyon ile İlgili Psikolojik Sorunlar
Araştırmalar ruminasyonun depresyon, anksiyete, travma sonrası stres bozukluğu ve obsesif kompulsif bozukluk gibi birçok psikolojik sıkıntının belirtilerinde var olduğunu göstermektedir.
1. Ruminasyon ve Depresyon
1987’de Nolen-Hoeksema, ruminasyonu depresyondaki ruh hali sebebiyle ortaya çıkan bir tepki biçimi olarak tanımlamış ve bu teoriye “Tepki Biçimleri Teorisi” ismini vermiştir. Bu tanımda ruminasyon, tamamen depresyona ait bir semptom gibi görülmüş, bu sebeple “kişilerin depresif belirtilerine ve bu belirtilerin nedenlerine dair sürekli ve tekrarlayıcı düşünce tarzı” olarak açıklanmıştır 7.
Bu teoriye göre ruminasyon, depresyonu aktive eden, sürdüren ve şiddetlendiren bir düşünce tarzıdır. Ruminasyonun olumsuz düşünme, sorunlarla baş etme yeteneğinde azalma, davranışsal tutumlarda azalma ve sosyal destekte azalma gibi etkileri olduğu için depresyonu sürdürmekte veya şiddetlendirmektedir.
Olumsuz Düşünme
Ruminasyon yapan kişiler depresif duygudurumun da etkisiyle olumsuz düşünce ve anılarına daha fazla odaklanmakta ve karamsar bir düşünce yapısına bürünmektedirler.
Sorunlarla Baş Etme Yeteneğinde Azalma
Zihinsel yinelemeye sahip kişiler yaşadıkları olaylara ve olayların sürekliliğine dair karamsar bir duygulanımda olduklarından problem çözümü konusunda da karamsar olmaktadırlar. Yaşadıkları problemlerin çözülemeyeceğine inanan kişilerin sorunlarıyla baş etme yeteneği azalmakta ve mutsuzlukları artmakta, bu da depresyonun devam etmesine yol açabilmektedir.
Davranışsal Tutumlarda Azalma
Ruminasyon yapan kişiler çoğu zaman yalnızca kendi sorunlarına odaklanmaktadır. Sadece kendi sorunlarına odaklanmak kişinin efor gerektiren her çeşit olaya isteksiz yaklaşmasını sağlamakta, bu isteksizlik depresyonu tetiklemekte ve geliştirebilmektedir.
Sosyal Destekte Azalma
Zihinsel yineleme durumunun kronikleşmesi sosyal hayatı etkilemekte ve çevreden gelen sosyal desteği azaltmaktadır. Sosyal destek kaybı ise depresyonun artmasına sebep olabilmektedir.
2. Ruminasyon ve Anksiyete
Kaygı ve ruminasyona bakıldığında ortak özellikleri dikkat çekmektedir. İkisinde de aşırı genelleştirme, problem çözme konusunda zorluk çekme, konsantrasyonun azalması, dikkatini olumsuz durumlardan başka durumlara çekmede zorlanma ve son olarak yaşam olaylarına ve kendilerine odaklı sürekli düşünme süreçleri gerçekleşmektedir.
Fakat ruminasyon ve anksiyetenin birbirinden oldukça farklı yönleri de vardır. Öncelikle kişinin sürekli olarak düşündüğü zaman dilimi farklıdır, ruminasyon geçmişe dönük olumsuz olayları içerirken kaygı geleceğe dair olumsuz olayları düşünmektir.
Anksiyete çoğu zaman geleceğe yönelik olsa da bazen geçmişte yaşanan olumsuzlukların gelecekte yine yaşanabileceğine dair düşünceler olarak da ortaya çıkabilmektedir1. Yine ruminasyonun içeriği de geleceğe yönelik endişeleri içerebilmektedir.
3. Ruminasyon ve Travma
Travma sonrası stres bozukluğu olan kişilerde yaşadıkları travmatik olaya dair rahatsız edici düşüncelerin varlığı sıkça gözükmektedir. Bu düşünceler tekrarlayıcı düşünce takıntısı olarak adlandırılan ruminasyonlardır.
Travmatik olaylarda kişiler çoğunlukla neden bu olayın kendi başlarına geldiğini veya olayların ilerleyiş şekillerini sorgulamaktadırlar. Bu sorgu süreci uzun ve sürekli olduğunda etkisiz bir baş etme durumu yani zihinsel yineleme söz konusudur.
2009 yılında Ehring ve arkadaşlarının travmayla bağlantılı ruminasyonların travma sonrası stres bozukluğu belirtilerini sürdürüp sürdürmediğini anlamak için yaptıkları araştırmada, ruminasyonun travma sonrası stres bozukluğunun devam etmesinde önemli bir rol oynadığı sonucuna varılmıştır.
Yine 2000 yılında Ehlers ve Clark’ın travma sonrası stres bozukluğu tanısının alınmasında etkili olan faktörleri incelemek adına yaptıkları çalışmada, travma sonrası stres bozukluğunun oluşumunda ruminasyonun önemli bir etkisi olduğu görülmüştür.
Travmatik olayın hemen ardından gelen ruminasyonlar bazen kişide travma sonrası büyüme gibi pozitif etkiler yaratırken, olaydan uzun süre sonra istemsizce ve sürekli gelen ruminasyonların ise negatif etki yarattığı görülmektedir2.
4. Ruminasyon ve Obsesyon
Kafa karışıklığı yaşatan ruminasyon ilk olarak obsesif kompulsif bozukluk için yapılan çalışmalarda ortaya çıkmış ve kompulsiyon olmadan sadece obsesif düşüncelerin olduğu durumlar için kullanılmıştır.
İstenmeden gelen ve uygunsuz düşünceler olarak tanımlanan obsesyon ile düşünce takıntısı olarak da adlandırılan ruminasyon arasında büyük farklar bulunmaktadır. Obsesyonlarda kişi düşüncelerin getirdiği kaygıyı azaltmak için kompulsiyonlara yönelir ve obsesif- kompulsif döngü oluşur. Fakat zihinsel yinelemede kişi düşüncelere devam ederse bir cevap bulacağına inanmaktadır.
Obsesyonlar kişiye istenmeden ve yabancı geldiği için kişiyi kaygılı bir duruma sokarken ruminasyonda düşünceler çoğu zaman istemsiz değildir. Aksine kişi sorunlarını anlamak, çözmek ve hatalarını fark edebilmek için geçmişte yaşadığı olayları teker teker ve sürekli olarak düşünmeye çalışmaktadır.
Ruminasyonun Sosyal Hayata Etkileri
Ruminasyonun insan hayatına oldukça büyük etkileri vardır. İnsanlar içinde bulundukları durumu çözmek için sürekli olarak nedenleri, sonuçları ve yaşananları düşündüklerinde kendilerini sosyal hayattan soyutlamakta ve yalnızca problemlerine veya problemlerinin getirdiği negatif duygulara odaklanmaktadırlar.
Ruminatif düşünce ile problem çözebileceğini düşünen kişiler çoğu zaman olayların olumsuz yönlerine daha çok odaklanmakta ve olumsuz olayların getirilerini normalden uzun süre hissetmektedirler. Bu kişilerin odakları çoğu zaman kendi düşünceleri olduğu için sosyal hayatta problem yaşamaktadırlar ve problem çözme becerilerini geliştiremezler. Aynı zamanda çoğunlukla problemlerden kaçmaya ve dürtüsel davranmaya meyillilerdir.
Sürekli olumsuz durumları düşünen ve ruminatif düşünce tarzına sahip insanlarda öfke kontrolü ve özgüven sorunları görülmektedir. Bu kişilerin kendileri için daha az çaba sarf ettikleri ve başarılarını göz ardı ettikleri bilinmektedir.
İçine kapanık, negatif düşünceleriyle meşgul ve öfkeli olan kişiler sosyal hayatta zorlanmaktadırlar. Bu düşünce takıntısını yaşayan kişiler anda kalmakta zorlandıkları için sosyal ortamlarda aktif olamazlar bu durum ise etraflarındaki insanların uzaklaşmalarına sebep olabilmekte veya kişilerin sosyal ortamlardan soğumasına sebep olabilmektedir.
Ruminasyonla Baş Etmek için 7 Öneri
1. Ruminatif Düşünceleri Fark Edin
Kişinin kendi düşünce örüntüsünü tanıması düşüncelerini kontrol edebilme sürecinde hayati rol oynamaktadır. Ruminatif düşüncenin durdurulabilmesi için önce fark edilmesi gerekmektedir. Bu düşünce örüntülerinin fark edilebilmesi için negatif düşünceler, tekrarlayıcı düşünceler ve işlevsel olmayan düşünceler gibi minik işaretlere dikkat edilmelidir. Düşünceyi fark etmek, ruminasyon etkisini hafifletmede oldukça önemlidir.
2. Negatif Düşünceleri Değiştirin
Ruminasyon sendromu kendi kendine negatif konuşma veya düşünme ile kendini göstermektedir. Bu düşünceler geldiğinde bunların doğruluğunu, önemini ve kanıtlarını sorgulamak negatif düşüncelerin sakinlemesine ve azalmasına sebep olmaktadır.
Bunun için “Buna dair ne gibi kanıtlarım var?”, “Bu düşüncem benim varsayımım mı yoksa bir gerçek mi?” veya “ Daha farklı düşünecek olsam ne düşünürdüm?” gibi sorular kişinin ruminasyonlarının azalmasını sağlamaktadır.
3. Soruna Uygun Çözümler Geliştirin
Soruna uygun çözümü geliştirmek için kişinin sorunu küçük ve yönetilebilir parçalara bölmesi mantıklıdır. Daha sonra var olan problemin çözümlerini düşünmek gerekmektedir.
Sorunu tanımlamak ve olabildiğince çok çözüm üretmek problem çözme becerisinin ilk adımıdır. Daha sonra üretilen çözümlerden en mantıklı olanları seçip onları küçük adımlara bölmek ve adımları birer birer uygulamak gerekmektedir.
4. Düşünce Odağınızı Değiştirin
Kişiler ruminatif düşünce yaparken çoğu zaman yalnızca probleme odaklanmakta ve çözümünü düşünmemektedir. Yaşanılan problemlerin çözümleri üzerine düşünmek ve çözümleri uygulamak ruminatif düşünceyi azaltmaktadır.
Öncelikle problemlerin sonsuz olmadığının ve her problemin bir çözümü olduğunun farkına varmak oldukça önemlidir. Problemin çözümü her zaman kolay olmayabilir fakat zor olan çözüm yolları bile kişiyi bir süre sonra rahatlığa götürmekte ve problem anındaki kaygılardan uzaklaştırmaktadır.
Kişi genelde kısa süreli sakinlikler için kaçınma yöntemlerine yönelir ve zor olan çözüm yollarından uzak durur. Böyle bir durumda kişinin kendine sorması gereken soru “Uzunca süre devam eden ve aralıklarla sakinlikler getiren negatif düşünceler mi daha acı verici yoksa kısa süren, zor olan ama bittiğinde sürekli sakinlik getiren çözüm yolları mı? “ olmalıdır.
5. Tetikleyicilerinizi Fark Edin
Ruminatif düşünceleri tetikleyen durum, olay ve kişileri fark etmek oldukça önemlidir. Eğer kişi sürekli olarak negatif olayı hatırlatacak davranışlarda bulunuyorsa ruminasyon çoğalmaktadır. Örneğin kişi sürekli olarak eski sevgiliyle olan geçmiş mesajları okuyorsa bu durum ruminatif düşünceleri aktifleştirmekte ve “Neden olmadı?”, “Neyi farklı yapabilirdim?” gibi soruları tetiklemektedir.
Aynı zamanda depresif şarkılar ve depresif sohbetler de ruminasyon için tetikleyici olabilmektedir. Her insanın yaşamı kendine özel ve farklı olduğu için tetikleyicileri de farklıdır. Kişinin kendi tetikleyicilerini bulması ve onlardan mümkün ölçüde uzak durması gerekmektedir.
6. Meditasyon ve Nefes Egzersizleri Yapın
Meditasyon türleri kişinin anda kalıp geçmiş düşünceleri ve gelecek kaygılarından uzak olmasını sağlamaktadır. Meditasyon sürecinde kişi düşüncelerini gözlemleme, anda kalma ve farkındalık gibi özelliklerini güçlendireceğinden meditasyon yapmak oldukça önemlidir.
Kişi meditasyon sayesinde düşüncelerine olan farkındalığını arttırdığında ruminatif düşünceleri daha pozitif düşünceler ile değiştirebilmektedir.
7. Sosyal Destek Alın
Ruminasyonun sosyal hayata etkileri oldukça negatif olsa da, sosyal destek sistemini ayakta tutmak ve onlardan yardım alabiliyor olmak olaylara bakış açısını değiştirmekte çok önemlidir.
İnsanlar sevdiklerine destek verirken kendilerine karşı olduklarından çok daha mantıklı düşünür ve daha doğru açılardan bakarlar. Bu sebeple bir arkadaşla veya aile bireyi ile konuşmak farklı bakış açıları kazanmak açısından ve doğru açıları fark etmede oldukça yararlıdır.
Kişi sosyal desteğe ulaşamayacak durumda olduğu zaman kendine “Bu negatif cümleleri bir arkadaşım kursa ona ne cevap verirdim?” diye sorarak mantıklı bakış açısına ulaşabilmektedir.
Ruminasyon İçin Ne Zaman Destek Alınmalı?
Zaman zaman ruminasyon yaşamak, negatif düşüncelere kapılmak veya mutsuz hissetmek oldukça normaldir. Yaşanılan her mutsuzluğa depresyon denmediği gibi her negatif düşünceye de ruminasyon denmemektedir.
Profesyonel destek için öncelikle yaşanılan olayın bir süredir devam ediyor olması önemlidir. Günün uzun süreleri bu negatif durumla geçiyor ve kendi kendine kullanılabilecek baş etme yöntemleri yetersiz kalıyorsa mutlaka uzman psikologlardan yardım alınmalıdır.
Düşünce yinelemeleri ve kafa karışıklıkları sıklıkla devam ediyor, günlük hayattaki işlevselliği etkiliyor ve düşünce döngüsü sebebiyle sosyal hayat etkileniyorsa psikolojik destek almak oldukça faydalı olabilir.
İnsan Neden Sürekli Geçmişe Özlem Duyar?
Sürekli geçmişe dönme isteği bir hastalık veya takıntı olmadığı gibi yaşlılık belirtisi de değildir. Hemen her yaştan insana sirayet edebilecek olağan bir durumdur. Ancak bu isteğin derininde hayatla ilgili çok önemli bir gerçeklik var. Ben bu hakikatin farkına vardığımda yaşama karşı düşüncelerim baştan aşağı değişmişti, umarım bu yazıyı okuyacak olanlara da aynı değişimi yaşatabilirim.
İnsanın fiili olmasa bile zihni olarak hareket etmesi gerekir, buna siz müdahale edemezsiniz. Kalbiniz nasıl çarpıyorsa beyniniz de aynı oranda çalışıyor ve bu sürekli bir hareketi doğuruyor. Burada bahsettiğim zihni hareket “bir şeyler bulma” veya “bir şeylerden kurtulma” gayreti olarak gösteriyor kendisini. Yani insan ya arayıcı ya da toplayıcı konumundadır. Her iki durumda da belirlenen bir hedef vardır. Hedef dedim, tartışmaya açık bir kelime kullandım. Amaçsız yaşadığını, hayattan bir şey beklemediğini düşünen insanlar gelip bu önermeye itiraz edebilirler. O nedenle önce bu iki kalıp yargıyı yıkmak istiyorum.
Hayattan bir şey beklemeyenler yaşam dediğimiz şeyi yanlış tanımlıyor. Yaşamak bir sürecin devam ettirilmesi değildir, ritüel değildir, yeni güne başlamak hiç değildir. Yaşamak sadece bilincin açık olma halidir. Bilinç kaybı, uyku vs. gibi olayların dışında insan her zaman yaşıyordur ve bunu hissediyordur. Eğer bir insan gerçekten amaçsızsa, hiçbir hedefi ya da beklentisi olmadığını iddia ediyorsa bir odada durmalı ve bilinci kapanana kadar beklemeli sonra da ölmelidir. Çünkü yaşamak dediğimiz şey tam olarak budur; bilincin açık olmasıdır. Bunun üzerine kondurulan diğer tanımlamalar, yaşama “farklı bir anlam yüklediğinizin” sonucudur ki bu sizin nihilist olmadığınızı gösterir. Hayattan bir şey beklemiyorsunuz ancak yaşamınıza son verecek kadar cesur değilsiniz diyelim, ölümden korkuyorsunuz; tam bu saatte korkunuz ve ölüm bir anlam kazanmış oluyor. Yani hayattan bir şey talep ediyorsunuz, yani sizi hala yaşama tutan bazı şeyler var. Küçük de olsa anlam teşkil eden her şey insanın yaşama olan bağlılığıdır. Bu nedenle amaçsız yaşamak, beklentisiz yaşamak gibi bir durum söz konusu olamaz. Amaçsızsa zaten onun adı yaşamak olmaz. Bu konuya açıklık getirdiğimize göre devam edelim.
İnsan hayatını devam ettirecek derecede güçlü bir takım hedefler belirler ki bunların en bilineni mutluluktur. Mutluluk arayışı, din, dil, ırk, sınıf fark etmeksizin bütün insanoğlunun ortak bir noktada buluştuğu duygudur. Pek çok insan hedeflerini mutlulukla harmanlama yolunu seçer. İsteğim dünyayı gezmek. Bu isteğimi parlattığım duygu ise mutluluk; ben dünyayı gezersem mutlu olacağıma inanıyorum. Bu manzarada mutluluk yemeklerin aromasını arttıran bir Çin tuzu görevi görüyor aslında. İnsanlar da hayallerini ona göre kuruyor, hedeflerini ona göre şekillendiriyor. Burada bir sorun çıkıyor ortaya; insan güzel bir geleceği düşlüyor düşlemesine ama şartlar bazen daha ağır basıyor. Birey içinde olduğu dönem dolayısıyla geleceğe umutla bakamıyor. İnsan umut neredeyse mutluluğu da oraya yerleştirmek ister. Geleceğin çok kötü olduğu belliyse, hayallerin gerçekleştirilmesi çok uzak ihtimalse ve insan, bu zamana kadar yaşamına anlam katan mutluluğu gelecekte konumlandıramazsa ne olur? Cevap veriyorum: onu yeniden konumlandırmak ister. Çünkü buna mecburdur. Kişinin yaşamasını sağlayan o ereğin sürekli taze kalması gerekir. Siz bunu istemeseniz bile daima harekete alışmış olan beyin bunu kendiliğinden halledecektir. İnsan yaşadığı zamanda huzurlu olsaydı mutluluğu geleceğe koymazdı, gelecekte de aradığı yoksa geriye ne kalıyor? Geçmiş. Yaşadığı zamandan mutsuz olup mutluluğu geleceğe taşıyamayan, bir anda yaşanan ortam değişikliğinden kaynaklı depresyona giren insanların geçmişe dönme isteğinde bu yatıyor işte. İnsanoğlunun hayatı mutluluğu konumlandırmakla geçer ve onun bir yerde mutlaka olması gerekir ki yürüyüş devam etsin. Gelecekte görünmeyen bu hayat amacı mecburen geçmişe koyulur ve kişilerde bir özlem belirir. Hedefler belli engellerin ardına koyulur, hareket bu şekilde sağlanır. Çünkü geçmişin canlandırılamayacağı bilinir, işte bir engel daha. Bu engel beyni rahatlatır. Ulaşılması gereken bir türlü elde edilemez ve hayat devam eder. Ulaşılmazlık sürekli hale gelmezse insan yaşayamaz.
Basit olaydan çıkarılacak felsefi derinliği açıklamak için çözmemiz gereken son aşamaya geldik: Şimdiki zaman. İnsanın mutluluğu geleceğe ya da geçmişe koyma isteğini açıkladım. Buna karşın neden yaşadığı anda mutlu olamadığını sorgulamadım. Yaşanan anda mutluluğu sorguluyorsak artık onun tanımını iyi bir şekilde yapmamız gerekecek. Bu tanım aradığımız sorunun da cevabını verecek.
Mutluluk bir duygu durumudur.
Çok basit görünen bu tanım aslında insanoğlunun ezelden beri yaptığı bir yanlışa ışık tutuyor. Hayatımızı mutluluk adına şekillendirirken onun bir duygu olduğunu unutuyoruz çoğu zaman. Daha net anlaşılması için şöyle bir kıyaslama yapayım: İnsan ağlamak için yaşar mı, hedeflerini bunun için gerçekleştirmek ister mi? İleride çok sinirli bir insan olacağınızı düşünüp kendinizi kamçılar mısınız? Bunlar kulağa nasıl garip geliyorsa “mutlu olmak için yaşamak” da aynı oranda garip gelmeli. Çünkü bu verdiğim örnekler aynı. Mutluluk bir duygu durumudur ve süresi çok kısadır. Askerlik bittiğinde dünyanın en mutlu insanı olursunuz ancak bu bir süre devam eder. Eğer mutluluk süreklilik teşkil eden bir duygu olsaydı bugün askerliği bitirmiş bütün insanların sonsuza kadar mutlu yaşaması gerekirdi. Bu yüzden yaşanan anda mutluluğun ömrü kısadır, gelecekte yaşanacak mutluluğun da ömrü kısadır. Bütün bunlar beynin insanı harekete mecbur bırakmak için icat ettiği oyundan başka bir şey değildir. Bugün sizin için ıstırap gelen şu saatleri bundan beş yıl sonra büyük bir özlemle anacaksınız. Gerçekleştirdiğinizde sizi dünyanın en mutlu insanı yapacak o hayaller, gerçekleştikten sonra derin bir hüzün bırakacak sizde. Bütün bunlar hareketin devamı için, tabiat böyle ilerliyor. Mutluluğun anlık bir duygu durumu olduğu bilinmesine rağmen onun üzerine milyonlarca hayat inşa ediliyor. Ben bunun bir kısır döngü olduğunu anladığımda, insanlara, hayallerime ve hayata karşı bakış açım tamamen değişmişti. Kendimi eskisinden daha özgür hissetmeye, hayatı sandığımdan daha renkli görmeye başladım. Çünkü kısır döngüler başlangıcın ve bitişin sürekli tekrar edeceğini müjdeler; hiçbir şey için geç kalınmış değil, hiçbir şey tam anlamıyla bitmiş değil, başlangıçlar her zaman olası. Bütün bunların yanında yaşamanın sandığımdan daha kolay olduğunu keşfettim. Eskisi kadar heyecanlı değilim, sanırım ilk defa büyüdüğümü hissettim.
Hiçbir şeyi toparlayamayacağım hissi beni dehşete düşürürdü. Bu nedenle sonlardan her zaman korktum. Çünkü bir daha beklediğim fırsatların gelemeyeceğini sandım. Hayatın işleyişini çözdükten sonra bu korkumu yendim. Ben istesem de istemesem de kartlar yeniden dağıtılacak, hayatta olduğum için oyuncu masasında kalmaya devam edeceğim. Bir değil on kere kaybetsem bile bu gerçek değişmeyecek. Hayatın yaşadığım müddetçe bana aynı yemeği vereceğini biliyorum. Bir önceki öğünde yeteri kadar karnımı doyurmamış olabilirim. Bu bir şeyi değiştirmez. Çünkü bir kere daha gelecek. Mükemmel değil mi? Umarım bu yazıyı okuyan insanlar da benimle aynı şeyleri yaşar. Bu da demek oluyor ki hevesim kırılmış, yenilgilerden moralim bozulmuş olsa da yeniden ayağa kalkmak için her zaman fırsatım olacak. Ve ben bu fırsatları değerlendirmeye başladım bile. Benimle iletişime geçebilirsiniz. Kaynak :medium.com
Yayınlanma: 16.11.2024 12:51
Son Güncelleme: 16.11.2024 12:51

Bunları da sevebilirsiniz...

Tükenmişlik çok uzun süre fiziksel, duygusal ve ruhsal bitkinlik halini ifade etmektedir. Daha çok işle ilgili olsa da farklı konularda da kendisini gösterebilir ve sağlığı olumsuz etkileyebilir. Uzun süreli stres hissettiğinizde tükenmişlik ortaya çıkabilmekle birlikte, bu durum herkesin başına hayatının bir dönemde gelebilmektedir.Stresten kaynaklı olsa da tükenmişlik stres ile aynı anlamı taşımamaktadır. Tükenmişlik daha çok bir süre birikmiş olan stresin bir sonucu olarak deneyimlenir. Tükenmişliği bu nedenle stresin daha büyüğü ve var olmak için strese ihtiyaç duyan bir durum olarak düşünebilirsiniz. Stres geçicidir, stres faktörü ortadan kalktığında veya durumla baş edildiğinde problem ortadan kalkar. Tükenmişlik ise daha uzun süreli olabilir, stres sona erse de devam edebilir. Tükenmişlik üretkenliğinizi engeller, umutsuzluğa neden olur. Duygusal olarak daha tükenmiş olup neşe veya tatmin duygusunu deneyimleyemezsiniz. Ancak stres daha çok kaygı ve sinirlilik duyguları ile deneyimlenmektedir. Fiziksel olarak da etkileri farklı olabilmektedir. Stres daha çok kas ağrısı, baş ağrısı ve sindirim sorunlarına neden olabilirken tükenmişlik kronik yorgunluk, bağışıklık sisteminde zayıflama veya kardiyovasküler hastalık gibi problemlerle karşılaşmaya neden olmaktadır.Tükenmişlik Sendromunun Belirtileri Nelerdir?Tükenmişlik sendromu zamanla ve aşama aşama ilerleyen bir süreçtir. Tükenmişlik sendromunun belirtileri stres, depresyon veya kaygı ile karıştırılabileceğinden fark edilmeyebilir ve ele alınamayabilir. Belirtileri tanımak için aşağıdaki kriterler size yardımcı olabilir:Fiziksel Belirtiler:Çoğu zaman yorgun veya bitkin hissetmekTekrarlayan uykusuzluk ve uyku bozukluklarıSık sık baş ağrısıKas veya eklem ağrısıMide bulantısı veya iştahsızlık gibi sorunlarBağışıklık sisteminin zayıflaması nedeniyle sık sık hastalanmaYüksek tansiyonNefes alma sorunlarıDuygusal Belirtiler:Çaresiz, sıkışmış hissetmekKendinden şüphe duyma, başarısız veya değersiz hissetmeDünyada kopuk ve yalnız hissetmekBunalmış hissetmekMotivasyon eksikliği hissetmek, alaycı/olumsuz bir bakış açısına sahip olmakTatmin ve başarı duygusunun eksikliğiİlgi ve zevk kaybıSürekli korku, endişe ve kaygı duygularıDavranışsal Belirtileri:Erteleme ve bir şeyleri tamamlamanın daha uzun sürmesiKonsantrasyon zorluğuİnsanlardan, sorumluluklardan vb. uzaklaşmak ve izole olmakBaşa çıkmak için yiyeceğe, maddeye veya alkole bağımlı olmakSinirli ve çabuk sinirlenen, patlamaya meyilli ve hayal kırıklıklarını başkalarından çıkaranArtan geç kalma, işe geç kalma ve/veya daha yüksek devamsızlıkTükenmişlik Sendromunun Aşamaları:Tükenmişlik sendromu birden ortaya çıkmamakta, yavaş yavaş ilerlemektedir. İki psikolog Freudenberger ve Gail North başlangıçta tükenmişliğin gelişimini 12 aşamalı bir modelde özetlemiş olsalar da basitleştirilmiş 5 aşamalı bir model artık günümüzde araştırmalarda yaygın olarak karşımıza çıkmaktadır:Balayı Evresi: Yeni bir işe, göreve veya role başlarken yüksek enerji ve coşku hissedebilirsiniz. Bu aşamada iyimser olmak daha kolaydır. İşe olan bağlılık, heyecan ve kendinizi kanıtlama isteği bazen daha fazla sorumluluk üstlenmeye ve daha fazla çalışmaya yol açabilir. Uykusuzluk, stres önemsiz görünebilir.Stresin Başlangıcı: Balayı aşaması azaldıkça bazı günler daha zorlu gelmeye başlar. İş hala ödüllendirici gelir ancak stres kendini göstermeye başlar. İyimserliğinizin üretkenliğinizin azaldığını fark edebilirsiniz. Bununla birlikte yorgunluk, sinirlilik, kaygı , odaklanmayı daha kolay kaybetme, iştahta değişiklikler, uyku sorunları ve baş ağrısı gibi hoş olmayan stres semptomlarını da fark edebilirsiniz . Bazı stresler sizi motive etmek ve harekete geçirmek için iyi olsa da, yönetmek için negatif başa çıkma stratejilerine başvuruyorsanız ve kendi ihtiyaçlarınızı ihmal etmeye başlarsanız, bu aşama bir sonrakine yol açabilir.Kronik Stres: Stres kalıcı hale gelir. Küçük şeylere öfkelenebilir, sürekli yorgun hissedebilir ve daha sık hastalanabilirsiniz. Kronik stres, ilgisizlik, kızgınlık, alaycılık ve güçsüzlük duygularına yol açabilir. Sosyal ilişkilerden uzaklaşabilirsiniz. Sorunu inkar edebilir ve tükenmişliğe doğru ilerleme görülebilir.Tükenmişlik: Tükenmişlik belirtileri kritik hale geldiğinde bu gerçekleşir. İş ve yaşam sorumlulukları ile başa çıkmak ve içinde bulunduğunuz koşullardan bir çıkış yolu bulmak daha zordur. Fiziksel, zihinsel ve duygusal olarak bitkinlik hissedebilirsiniz. Hayata veya işe karşı giderek daha fazla karamsar olabilirsiniz. Boşluk hissi, kendinden şüphe etme ve başkalarından izole olma isteği artabilir. Fiziksel belirtileriniz de yoğunlaşabilir veya artabilir. Çevrenizdeki insanlar davranışlarınızda değişiklikler fark edebilir. Bu aşamada gerekli değişiklikleri yapmazsanız, belirtiler devam ettikçe iyileşmeniz daha da zor olabilir.Alışkanlık Halindeki Tükenmişlik: Tedavi edilmezse tükenmişlik belirtileri hayatınıza yerleşebilir. Kronik üzüntü veya depresyon gibi önemli ve devam eden zihinsel, fiziksel ve duygusal sorunlar yaşarsınız. Yaşadığınız kronik zihinsel ve fiziksel yorgunluk, çalışmayı ve kendinizi toparlamayı bırakmanıza neden olabilir. Bir uzmandan destek alma ihtiyacı meydana gelebilir.Tükenmişliğin Nedenleri Nelerdir?Olumsuz duygu, düşünceler ve davranışlar stresin şiddetlenmesine neden olabilir ve bu da tükenmişliğe yol açabilir. Olumsuz içsel konuşma, gerçek dışı beklentiler ve mükemmeliyetçilik, sürekli bir baskı hissi yaratarak ve öz saygıyı zayıflatarak tükenmişliğe katkıda bulunabilir.Yalnızlık ve sosyal bağlantı eksikliği umutsuzluğa ve yorgunluğa neden olabilir. Duygusal destek sunabilen aile üyelerinden, arkadaşlardan uzak kalmak tükenmişliğin tetiklenmesine ve sürmesine neden olabilir. Güçlü bir destek sistemi ise tükenmişliğe karşı koruyucu bir rol oynamada önemlidir. Yanı sıra gergin ilişkiler de tükenmişliğe katkıda bulunabilir.Diğerlerinin ihtiyaçlarını düşünürken kendi ihtiyaçlarını göz ardı etmek bir süre sonra yorgunluğa ve zamanla tükenmişliğe yol açabilir.İş yerinde mutsuz hissetmek kronik strese yol açabilmektedir. Aynı zamanda amaç eksikliği yaşamak, desteklenmediği ve değer görmediği düşüncesine sahip olmak tükenmişliğe neden olabilir.Sevdiğiniz birinin ardından üzüntü yaşamanız normaldir. Yas sürecinin depresyon, kendini suçlama veya kronik strese dönüşmesi duygusal ve fiziksel olarak yorucu olabilir ve tükenmişliğe katkıda bulunabilir.Kronik bir hastalıkla mücadele etmek umutsuz ve stresli hissetmeye yol açabilir. Bu sebeple kişinin tükenmişlik sendromuna yakalanma ihtimali vardır.Tükenmişlik Sendromu İle Mücadele EtmekTükenmişlikle mücadele etmek için şu yöntemleri deneyebilirsiniz:Kendinize zaman ayırın, egzersiz, meditasyon, doğada yürüyüşe çıkmak gibi aktivitelere yönelebilirsiniz.Sınırlarınızı belirleyerek üstesinden gelemeyeceğiniz görevleri başkasına devredin veya hayır diyebilin. Gerçekçi hedefler belirlemek ve iş yükünüzü önceliklendirmek önemlidir.Biri ile nasıl hissettiğinizi konuşmak bazen iyi gelebilir. Bu nedenle sevdiklerinizle iletişim halinde olun.Yeterince uyumak, dengeli beslenmek, alkol ve kafeini sınırlamak gibi sağlıklı alışkanlıklar kazanmak ktükenmişliği önlemenize yardımcı olabilir.Tükenmişlik sendromu ile baş etmek için terapi desteği almak yardımcı olabilir. Psikolog ile sorunlarınızı konuşabilir ve üzerinde çalışabilirsiniz. Yazıyı Oku
Uzman: Pelin KABARYayınlanma: 03.03.2025
Sıkça partneriniz tarafından aşağılandığınızı hissediyor musunuz? Peki ya desteklenmediğinizi, değersizleştirildiğinizi hissediyor musunuz? Uyarı işaretlerini fark edip toksik ilişki içinde olup olmadığınızı anlamaya ne dersiniz? Duygusal, zihinsel ya da fiziksel olarak kendinizi koruyabilmek, toksik ilişkiyi fark edebilmek için gelin önce “toksik ilişki”nin ne olduğuna bakalım.Toksik ilişki, güven hissedemediğiniz, sıkışmışlık, ilişkinin istikrarsızlığı sebebi ile bunalmışlık hissettiğiniz bir ilişki türüdür. İlk kez 1996 yılında Lillian Glass tarafından “Toxic People” kitabında kullanılan bu kelime günümüzde de karşımıza çıkmaya devam etmektedir. Sağlıklı bir ilişki yaşayabilmek için bu kavramı anlayabilmek önem taşımaktadır. Toksik ilişkinin özellikleri içerisinde genellikle şunlar yer alır:Sıklıkla değersizlik hissine rastlanabilir. İlişkide aldığınızdan daha fazla veren kişi olmak değersiz hissetmenize yol açabilir.Sıkça eleştirildiğinizi ve suçlandığınızı fark edebilirsiniz. Karşı tarafın hatası olduğunu düşünürken okların tarafınıza çevrildiğini ve suçlandığınızı görebilirsiniz.Güvensizlik hissi yaşayabilirsiniz.Karşı tarafı mutlu etmek için çabalasanız da mutlu edemediğinizi görebilirsiniz.İletişim sorunları sıklıkla yaşanabilir ve çiftler birbirini sıkça yanlış anlayabilir. Sürekli kavga çıkacağı ile ilgili tetikte hissedebilirsiniz ve kaçmak için çaba gösterirsiniz.Saygısızlık görebilir ve ihtiyaçlarınızın karşılanmadığını fark edebilirsiniz.Özgüveninizin zamanla zedelendiğini hissedebilirsiniz.Toksik İlişkiler Sadece Romantik İlişki ile Mi Sınırlıdır?Toksik ilişkiden bahsedildiğinde aklınıza öncelikle romantik ilişkiler gelebilir. Ancak toksik ilişki arkadaşlıklar, aile ilişkileri ya da iş ilişkileri gibi pek çok ilişkide kendisini gösterebilir. Örneğin toksik bir arkadaş sürekli sizi aşağılayabilir, sizi kendi çıkarları için kullanabilir. Aile üyelerinden birisi sizi manipüle edebilir. İster partnerinizle, ister aile üyenizle, ister arkadaşınızla ya da meslektaşınızla olsun, toksik bir ilişkiyi tespit etmek olumsuz etkileri ile baş edebilmek için oldukça önemlidir.Toksik Bir İlişki İçinde Olabilir Misiniz?Toksik bir ilişkide olup olmadığınızı anlamak için öz değerlendirme yapmanız ve duygularınızı fark etmeniz gerekmektedir. Örneğin iletişim sonrası bitkin, aşağılanmış hissedip hissetmediğinizi takip edebilirsiniz. Gerçek kendinizi ortaya ne kadar koyabildiğinizi düşünebilirsiniz. Bir şeylerin ters gittiğini düşünüyorsanız “Bu ilişkide saygı görüyor muyum, duygularımı ne kadar ifade ediyorum ve duygularımı ve düşüncelerimi ilişkimde bastırmalıymışım gibi düşünüyor muyum?” sorularına cevap aramak da size yardımcı olabilir.Zehirli ve Sağlıklı Bir İlişkiyi Birbirinden Nasıl Ayırt Edebiliriz?Bir ilişkinin toksik mi sağlıklı mı olup olmadığını ayırt ederken ilişkide hangi davranışların sık sergilendiğini inceleyebilirsiniz. Sağlıklı bir ilişkide özgürlük, aidiyet hissetme, özerklik, sınırlara saygı, birbirinin ve kendinin ihtiyacını gözetme gibi konularda özen gösterilmesi gerekir. Ancak toksik bir ilişkide bunlar eksiktir. Bu konuların yanı sıra toksik bir ilişki ile sağlıklı bir ilişkiyi ayırt etmenize yardımcı olan diğer ipuçları şunlar olabilir:Toksik bir ilişkide güvensiz hissederken sağlıklı bir ilişkide güven hissedersiniz.Toksik bir ilişkide kıskançlık sıklıkla görülürken sağlıklı bir ilişkide sevgi dolu hissedersiniz.Toksik bir ilişkide bencillikle sıklıkla karşılaşırken sağlıklı bir ilişkide ihtiyaçların karşılandığını hissedersiniz.Toksik bir ilişkide saygısızlık sıklıkla görülürken sağlıklı bir ilişkide saygı vardır.Toksik bir ilişki taciz edici iken sağlıklı bir ilişki şefkat doludur.Toksik Bir İlişkinin Olumsuz Etkileri Nelerdir?Toksik ilişkiler hem fiziksel hem ruhsal sağlığımızı olumsuz etkileyebilir. İlişki içinde genellikle mutsuz hissetmeye yol açar. Toksik bir ilişki diğerleriyle ilişkinizi de olumsuz etkleyerek sevdiklerimizden bizi uzaklaştırabilir ve yalnız hissetmenize yol açabilir. Hem yalnızlaşmak hem de toksik bir ilişki yeme sorunlarına, bağışıklık sistemi sorunlarına, iştah problemlerine ve depresif hissetmeye yol açabilir. Daha öfkeli ve mutsuz birine dönüştüğünüzü fark edebilirsiniz. Toksik ilişkinin getirdiği kaygı ve stres ile baş etmek için sağlıksız baş etme yollarının denendiği de gözlemlenmektedir. Zamanla kendinize bakış açınızda negatif değişimler görülebilir ve özgüveniniz ile öz saygınız olumsuz etkilenebilir. Duygusal yeme ile alkol ve madde kullanım bozuklukları bu sağlıksız baş etme yollar arasındadır.Toksik İlişkiler Neden Sürdürülür?Kendinizle olan ilişkiniz sizi toksik ilişkide kalmaya mecbur bırakıyor olabilir. Düşük öz saygı ve öz sevgi toksik ilişkiye bağlılığınızı korumaya neden olabilir. “Ya benim hakkımda dedikleri doğruysa?” ya da “Beni başka kimse sevmez ki!” gibi zihninizden geçen bu düşünceler toksik ilişkiyi sonlandırmaya engel olabilir. Bu kaygı ve korku hissettirici düşünceler ilişkinin devam etmesine neden olabilir. Ebeveynlerimizle olan ilişkimiz veya ebeveynlerimizin birbirleri ile olan ilişkilerinden öğrendiklerimiz de yanlış bir ilişki dinamiği öğrenmemize ve yetişkin bir birey olarak toksik bir ilişkide bulunmamızın sebebi olabilir. Eğer mağdur taraf partneri tarafından tehdide maruz kalıyorsa, ilişkiyi sonlandırdığında fiziksel, maddi gibi açılardan zarar göreceğinden endişe duyuyorsa ilişkiyi sonlandırmaktan kaygı duyabilir.Toksik Bir İlişkideyseniz Ne Yapabilirsiniz?Toksik bir ilişki içinde olduğunuzu düşünüyorsanız öncelikle değişimin mümkün olduğunu unutmayın. Bu konu ile ilgili güvendiğiniz bir kişi ile konuşabilirsiniz. Partnerinizle bu konuyu değerlendirebilir, birlikte değişim için çaba göstermeye karar verdiğinizde çift terapisine başvurabilirsiniz. Yıkıcı tartışmalar yerine yapıcı tartışmalar yapabilir ve duygu ve düşüncelerinizi ifade ederken “ben dili”nden yararlanabilirsiniz. Maalesef her birey değişime açık olmayabilir ve sorunları kabul etmeyebilir. Zihinsel ve bedensel sağlığınıza öncelik vererek kendinizi korumaya hakkınız var ve bunu mümkün olduğunda çatışmaya girmeden sağlıklı sınırlar koyarak ve kendinize güvenerek yapabilirsiniz.Toksik ilişkileri zamanında fark etmek ve ele almak kendinizi koruyabilmeniz için önem taşır. İlişkinizin toksik bir ilişki olup olmadığından emin değilseniz veya baş etmek için desteğe ihtiyacınız varsa bireysel terapi desteği alabilirsiniz. Terapi desteği sayesinde kendinizi daha iyi tanımayabilir, özgüveninizi kazanabilir, sınır koymayı öğrenebilir ve toksik ilişkinin olumsuz etkilerinden kendinizi korumayı başarabilirsiniz.Klinik Psikolog Pelin KABAR Yazıyı Oku
Uzman: Pelin KABARYayınlanma: 17.02.2025
Bir yerinizi incittiğinizde, yaranızı temizleyip bantla sarmaz mısınız? O zaman, duygusal anlamda acı çektiğinizde de aynı şeyi neden yapmayasınız?Öz Şefkat Nedir?" Öz şefkat bir kabul etme şeklidir. Kabul etmek genel olarak deneyimlediğimiz şeyleri (bir düşünceyi ya da duyguyu) ima eder. Öz şefkat doğrudan bunları yaşayan benliğimizi kabul etme anlamına gelir. Acı çekme sürecinde kendimizi kabul etmemizdir.""Şefkat, yüreğin bir başkasının ıstırabına titreyerek yanıt vermesi ve bu ıstırabın hafifletilmesini istemesidir. Istırap çekerken kendimize yardım etmek istediğimizde deneyimlediğimiz duygu ise öz şefkattir."Öz şefkatin 3 anahtar özelliğiKendine iyi davranmakİnsanların ortak halleri olduğunu bilmekFarkındalıkKendine İyi DavranmakKendine iyi davranmak, bireyin kendisine karşı yargılayıcı olmasının tam tersidir. Kişinin kendi kusur ve eksiklerine karşı hoşgörülü olmasını içerir. Kendine iyi davranmak, öz eleştiri yerine kendini anlama ve destekleme yaklaşımını benimsemek demektir.İnsanların Ortak Halleri Olduğunu Bilmek“Deneyimlerimizi başkaları da paylaşır. İnsan deneyimlerinin ortak olduğunu anlamak, kişinin yalnızlık ve tecrit edilmişlik duygusundan kurtulmasını sağlar.”Hayatta başımıza talihsiz bir olay geldiğinde, sıklıkla bu acının yalnızca bizi bulduğunu ve sadece bizim bu kadar derin bir şekilde hissettiğimizi düşünme eğilimindeyiz. Bu durum, diğer insanların da benzer zorluklar yaşadığı gerçeğini göz ardı etmemize neden olabilir. Başkalarının da benzer mücadelelerden geçtiğini bilmek, kendimizi yalnız ve dışlanmış hissetme duygusunun hafiflemesine yardımcı olur.Farkındalık“Acı, algılamayı sınırlar. Bilinçli farkındalık ise ne vakit acı çektiğimizi, ne vakit kendimizi eleştirdiğimizi ve ne vakit kendimizi tecrit ettiğimizi fark etmemizi sağlar ve bize bir çıkış yolu gösterir.”Farkındalık, öz şefkatin temel unsurlarından biridir ve kişinin duygusal deneyimlerini yargılamadan fark etmesini sağlar. Öz şefkatte bilinçli farkındalık, kişinin acı çektiğini, kendine yönelik eleştirilerde bulunduğunu veya kendini yalnız hissettiğini fark etmesine yardımcı olur. Bu farkındalık, bireyin zorlayıcı duygularla yüzleşmesine ve onları kabullenmesine olanak tanır.Öz şefkat pratiği: Bir arkadaşına nasıl davranırsın?❤️🫂Hayatınızda hiç başkalarına gösterdiğiniz anlayışı ve sevgiyi kendinize göstermediğinizi fark ettiniz mi? Çoğu zaman sevdiklerimize karşı yumuşak, destekleyici ve sevgi dolu olabilirken, kendimize daha eleştirel ve sert olabiliyoruz. Bu alıştırma, bu farkı görmenize ve kendinize daha nazik davranmayı öğrenmenize yardımcı olacak.İhtiyacınız olanlar bir kağıt ve kalem 📃✏️1. Başkalarına Nasıl Davrandığınızı DüşününÖnce şunu hayal edin: Çok yakın bir arkadaşınız kötü bir dönemden geçiyor, kendini çok çaresiz hissediyor. Bu durumda ona nasıl davranırsınız?Ona neler söylersiniz?Ses tonunuz nasıl olur?Onu nasıl rahatlatmaya çalışırsınız?Bunları kısa bir şekilde yazın.2. Kendinize Nasıl Davrandığınızı DüşününŞimdi sıra sizde. Siz kötü bir dönemden geçerken, kendinizi başarısız, yalnız ya da üzgün hissettiğinizde, kendinize nasıl davranıyorsunuz?Kendinize neler söylüyorsunuz?İç sesinizin tonu nasıl?Kendinize karşı sert mi yoksa destekleyici misiniz?3. Farkları KeşfedinYazdıklarınızı karşılaştırın. Arkadaşınıza ve kendinize nasıl davrandığınız arasında bir fark var mı? Eğer bir fark görüyorsanız, neden böyle olduğunu düşünün. Kendi kendinize sert davranmanıza neden olan korkular, düşünceler veya alışkanlıklar neler olabilir?4. Kendinize Bir Arkadaş Gibi Davransaydınız…Kendinizi kötü hissettiğinizde, kendinize tıpkı yakın bir arkadaşınıza davrandığınız gibi davransaydınız, hayatınızda ne değişirdi? Bu sizin için nasıl bir fark yaratırdı? Bu düşüncelerinizi de yazın.Belki de bugünden itibaren, zorlandığınızda kendinize şu soruyu sorabilirsiniz:"Şu an bir arkadaşım bu durumda olsaydı, ona nasıl davranırdım?"Sonra aynı nazikliği kendinize göstermeyi deneyin.İlk başta garip gelse de, kendimize daha nazik ve anlayışlı yaklaşmak, zihinsel ve duygusal sağlığımız için büyük bir fark yaratabilir. Öz şefkat, kişinin kendi acısını fark edip ona sevgiyle yaklaşmasını, kendini yargılamaktan çok anlamaya çalışmasını içerir. Kendimize karşı daha şefkatli olduğumuzda, daha güçlü ve dayanıklı hissederiz, zorluklar karşısında daha hızlı toparlanabiliriz. Ancak birçok kişi, kendine şefkat göstermek yerine kendini acımasızca eleştirir, hataları için kendini suçlar ve yaşadığı zorluklar karşısında kendini yalnız hisseder. Oysa, öz şefkat geliştirmek yalnızca bireyin kendisiyle olan ilişkisini değil, genel yaşam kalitesini de olumlu yönde etkileyen bir beceridir. Öz şefkatin en önemli yönlerinden biri, kendimize bir dost gibi yaklaşmayı öğrenmektir. Zor bir dönemden geçerken, bir arkadaşımıza karşı nasıl anlayışlı ve destekleyici oluyorsak, kendimize de aynı şekilde davranmalıyız. Ancak çoğu zaman, kendimizi desteklemek yerine sert eleştirilerle yargılarız. “Neden daha iyi yapamadım?” veya “Herkes başarıyor, ben neden bu kadar zorlanıyorum?” gibi düşünceler zihnimizde yankılanır. Bu tür düşünceler sadece kendimizi daha kötü hissetmemize neden olur. Oysa, zor bir durum yaşadığımızda kendimize nazik ve anlayışlı sözler söylemek, daha sağlıklı bir zihinsel durum geliştirmemize yardımcı olabilir. Öz şefkati günlük hayatımıza dahil etmek için bilinçli farkındalık geliştirmek önemlidir. Kendimizi yargılamadan, yaşadığımız duyguları olduğu gibi kabul etmek ve onlara anlayışla yaklaşmak, öz şefkatin temel taşlarından biridir. Gün içinde kendimizi eleştirdiğimiz anları fark etmek ve bu eleştirileri daha nazik, destekleyici sözlerle değiştirmek iyi bir başlangıç olabilir. Örneğin, zor bir an yaşadığınızda, kendinize içten bir şekilde “Şu an gerçekten zorlanıyorsun ve bu çok normal. Kendine karşı nazik ol” demeyi deneyebilirsiniz. Öz şefkat sadece bireyin kendisi için değil, çevresindeki insanlarla olan ilişkileri için de faydalıdır. Kendine karşı daha anlayışlı olan bireyler, başkalarına karşı da daha empatik ve sabırlı olabilirler. Çünkü kendimize nazik davranmayı öğrendiğimizde, başkalarına da aynı anlayışı gösterebiliriz. Bu da ilişkilerimizde daha fazla samimiyet, bağ ve güven oluşturmamıza yardımcı olur. Unutmayın, kendinize şefkat göstermek bir ayrıcalık değil, bir ihtiyaçtır. Kendinizi yargılamak yerine, kendinize bir dost gibi yaklaşmayı seçin. Çünkü en çok ihtiyacınız olan şey, kendinizle kurduğunuz şefkat dolu bağdır. Öz şefkat geliştirmek zaman alabilir, ancak küçük adımlarla başlamak mümkündür. Bugünden itibaren kendinize şu soruyu sormayı alışkanlık haline getirebilirsiniz: “Şu an bir arkadaşım bu durumda olsaydı, ona nasıl davranırdım?” Sonra aynı nazikliği kendinize göstermeyi deneyin. Kendinize duyduğunuz şefkat arttıkça, hayatın getirdiği zorluklara karşı daha dayanıklı ve huzurlu bir bakış açısı geliştirdiğinizi fark edeceksiniz.Kaynak: Öz Şefkatli Farkındalık - Christopher Germer Yazıyı Oku
Uzman: Bersu DINÇYayınlanma: 16.02.2025