1. Uzmanlar
  2. Hidayet ÇALIŞKAN
  3. Blog Yazıları
  4. İnsan Neden Sürekli Geçmişe Özlem Duyar?

İnsan Neden Sürekli Geçmişe Özlem Duyar?


Ruminasyon stresli durumlara dair tekrarlayıcı, sürekli ve problem çözümüne odaklanmadan yapılan aşırı düşünme olarak tanımlanabilir6. Aynı zamanda yaşanan olayların neden, anlam ve sonuçları ile ilgili tekrar tekrar düşünmek, bilişsel şekilde geviş getirmek anlamını da taşımaktadır.

Zihinsel geviş getirmede olumsuz anılar harekete geçmektedir ve bu durum kişinin problem çözme becerilerini ve motivasyonunu kaybetmesine sebep olmaktadır. Kişi motivasyon ve problem çözme becerilerini kaybettiğinde ise olumsuz ruh haline dönmesi kolaylaşır. Yani ruminasyon olumsuz ruh halini tetikleyen bir düşünce döngüsüdür.

Ruminasyon bozukluğunda kişi psikolojik semptomları ile baş etmek için daha uyumsuz baş etme yöntemlerini kullanmakta ve çoğu planı gerçekleştirme konusunda kötümser davranmaktadır. Bu uyumsuz baş etme sürecinde kişi “ Nasıl bu durumu atlatıcam?” “Bu neden benim başıma geliyor?”, “Asla geçmeyecek.” gibi cümlelere benzer düşünceleri devamlı aklından geçirmektedir. Bu düşünceler kişinin problem çözmesine yardımcı olmamakta, aksine kişiyi bitmek bilmeyen bir düşünce döngüsüne sokmaktadır.

Ruminasyon Belirtileri

Ruminasyon ne demek ve belirtileri nelerdir sorularının ortak noktası kişinin belirli düşüncelere takılıp kalması ve bunları zihinsel olarak sürekli tekrar etme, üzerine aşırı düşünme halinde olmasını ifade eder. Ruminasyon belirtileri ile genellikle profesyonel yardım alarak ve bilişsel davranış terapi gibi psikoterapi ekolleri ile mücadele edilebilir. Ruminasyon yapıp yapmadığınızı anlamak için bakabileceğiniz bazı belirtiler:

  • Geçmiş olaylar ile ilgili tekrar tekrar düşünme hali
  • Başa gelen stresli durumların nedenleri ile ilgili sürekli kafa yorma
  • Planları gerçekleştirme konusunda motivasyon eksikliği
  • Problem çözme becerilerinin azalması
  • Olayların çözümlerinden çok nedenlerine ve sonuçlarına odaklanma


Ruminasyon ile İlgili Psikolojik Sorunlar

Araştırmalar ruminasyonun depresyon, anksiyete, travma sonrası stres bozukluğu ve obsesif kompulsif bozukluk gibi birçok psikolojik sıkıntının belirtilerinde var olduğunu göstermektedir.

1. Ruminasyon ve Depresyon

1987’de Nolen-Hoeksema, ruminasyonu depresyondaki ruh hali sebebiyle ortaya çıkan bir tepki biçimi olarak tanımlamış ve bu teoriye “Tepki Biçimleri Teorisi” ismini vermiştir. Bu tanımda ruminasyon, tamamen depresyona ait bir semptom gibi görülmüş, bu sebeple “kişilerin depresif belirtilerine ve bu belirtilerin nedenlerine dair sürekli ve tekrarlayıcı düşünce tarzı” olarak açıklanmıştır 7.

Bu teoriye göre ruminasyon, depresyonu aktive eden, sürdüren ve şiddetlendiren bir düşünce tarzıdır. Ruminasyonun olumsuz düşünme, sorunlarla baş etme yeteneğinde azalma, davranışsal tutumlarda azalma ve sosyal destekte azalma gibi etkileri olduğu için depresyonu sürdürmekte veya şiddetlendirmektedir.

Olumsuz Düşünme

Ruminasyon yapan kişiler depresif duygudurumun da etkisiyle olumsuz düşünce ve anılarına daha fazla odaklanmakta ve karamsar bir düşünce yapısına bürünmektedirler.

Sorunlarla Baş Etme Yeteneğinde Azalma

Zihinsel yinelemeye sahip kişiler yaşadıkları olaylara ve olayların sürekliliğine dair karamsar bir duygulanımda olduklarından problem çözümü konusunda da karamsar olmaktadırlar. Yaşadıkları problemlerin çözülemeyeceğine inanan kişilerin sorunlarıyla baş etme yeteneği azalmakta ve mutsuzlukları artmakta, bu da depresyonun devam etmesine yol açabilmektedir.

Davranışsal Tutumlarda Azalma

Ruminasyon yapan kişiler çoğu zaman yalnızca kendi sorunlarına odaklanmaktadır. Sadece kendi sorunlarına odaklanmak kişinin efor gerektiren her çeşit olaya isteksiz yaklaşmasını sağlamakta, bu isteksizlik depresyonu tetiklemekte ve geliştirebilmektedir.

Sosyal Destekte Azalma

Zihinsel yineleme durumunun kronikleşmesi sosyal hayatı etkilemekte ve çevreden gelen sosyal desteği azaltmaktadır. Sosyal destek kaybı ise depresyonun artmasına sebep olabilmektedir.

2. Ruminasyon ve Anksiyete

Kaygı ve ruminasyona bakıldığında ortak özellikleri dikkat çekmektedir. İkisinde de aşırı genelleştirme, problem çözme konusunda zorluk çekme, konsantrasyonun azalması, dikkatini olumsuz durumlardan başka durumlara çekmede zorlanma ve son olarak yaşam olaylarına ve kendilerine odaklı sürekli düşünme süreçleri gerçekleşmektedir.

Fakat ruminasyon ve anksiyetenin birbirinden oldukça farklı yönleri de vardır. Öncelikle kişinin sürekli olarak düşündüğü zaman dilimi farklıdır, ruminasyon geçmişe dönük olumsuz olayları içerirken kaygı geleceğe dair olumsuz olayları düşünmektir.

Anksiyete çoğu zaman geleceğe yönelik olsa da bazen geçmişte yaşanan olumsuzlukların gelecekte yine yaşanabileceğine dair düşünceler olarak da ortaya çıkabilmektedir1. Yine ruminasyonun içeriği de geleceğe yönelik endişeleri içerebilmektedir.

3. Ruminasyon ve Travma

Travma sonrası stres bozukluğu olan kişilerde yaşadıkları travmatik olaya dair rahatsız edici düşüncelerin varlığı sıkça gözükmektedir. Bu düşünceler tekrarlayıcı düşünce takıntısı olarak adlandırılan ruminasyonlardır.

Travmatik olaylarda kişiler çoğunlukla neden bu olayın kendi başlarına geldiğini veya olayların ilerleyiş şekillerini sorgulamaktadırlar. Bu sorgu süreci uzun ve sürekli olduğunda etkisiz bir baş etme durumu yani zihinsel yineleme söz konusudur.

2009 yılında Ehring ve arkadaşlarının travmayla bağlantılı ruminasyonların travma sonrası stres bozukluğu belirtilerini sürdürüp sürdürmediğini anlamak için yaptıkları araştırmada, ruminasyonun travma sonrası stres bozukluğunun devam etmesinde önemli bir rol oynadığı sonucuna varılmıştır.

Yine 2000 yılında Ehlers ve Clark’ın travma sonrası stres bozukluğu tanısının alınmasında etkili olan faktörleri incelemek adına yaptıkları çalışmada, travma sonrası stres bozukluğunun oluşumunda ruminasyonun önemli bir etkisi olduğu görülmüştür.

Travmatik olayın hemen ardından gelen ruminasyonlar bazen kişide travma sonrası büyüme gibi pozitif etkiler yaratırken, olaydan uzun süre sonra istemsizce ve sürekli gelen ruminasyonların ise negatif etki yarattığı görülmektedir2.

4. Ruminasyon ve Obsesyon

Kafa karışıklığı yaşatan ruminasyon ilk olarak obsesif kompulsif bozukluk için yapılan çalışmalarda ortaya çıkmış ve kompulsiyon olmadan sadece obsesif düşüncelerin olduğu durumlar için kullanılmıştır.

İstenmeden gelen ve uygunsuz düşünceler olarak tanımlanan obsesyon ile düşünce takıntısı olarak da adlandırılan ruminasyon arasında büyük farklar bulunmaktadır. Obsesyonlarda kişi düşüncelerin getirdiği kaygıyı azaltmak için kompulsiyonlara yönelir ve obsesif- kompulsif döngü oluşur. Fakat zihinsel yinelemede kişi düşüncelere devam ederse bir cevap bulacağına inanmaktadır.

Obsesyonlar kişiye istenmeden ve yabancı geldiği için kişiyi kaygılı bir duruma sokarken ruminasyonda düşünceler çoğu zaman istemsiz değildir. Aksine kişi sorunlarını anlamak, çözmek ve hatalarını fark edebilmek için geçmişte yaşadığı olayları teker teker ve sürekli olarak düşünmeye çalışmaktadır.

Ruminasyonun Sosyal Hayata Etkileri

Ruminasyonun insan hayatına oldukça büyük etkileri vardır. İnsanlar içinde bulundukları durumu çözmek için sürekli olarak nedenleri, sonuçları ve yaşananları düşündüklerinde kendilerini sosyal hayattan soyutlamakta ve yalnızca problemlerine veya problemlerinin getirdiği negatif duygulara odaklanmaktadırlar.

Ruminatif düşünce ile problem çözebileceğini düşünen kişiler çoğu zaman olayların olumsuz yönlerine daha çok odaklanmakta ve olumsuz olayların getirilerini normalden uzun süre hissetmektedirler. Bu kişilerin odakları çoğu zaman kendi düşünceleri olduğu için sosyal hayatta problem yaşamaktadırlar ve problem çözme becerilerini geliştiremezler. Aynı zamanda çoğunlukla problemlerden kaçmaya ve dürtüsel davranmaya meyillilerdir.

Sürekli olumsuz durumları düşünen ve ruminatif düşünce tarzına sahip insanlarda öfke kontrolü ve özgüven sorunları görülmektedir. Bu kişilerin kendileri için daha az çaba sarf ettikleri ve başarılarını göz ardı ettikleri bilinmektedir.

İçine kapanık, negatif düşünceleriyle meşgul ve öfkeli olan kişiler sosyal hayatta zorlanmaktadırlar. Bu düşünce takıntısını yaşayan kişiler anda kalmakta zorlandıkları için sosyal ortamlarda aktif olamazlar bu durum ise etraflarındaki insanların uzaklaşmalarına sebep olabilmekte veya kişilerin sosyal ortamlardan soğumasına sebep olabilmektedir.


Ruminasyonla Baş Etmek için 7 Öneri

1. Ruminatif Düşünceleri Fark Edin

Kişinin kendi düşünce örüntüsünü tanıması düşüncelerini kontrol edebilme sürecinde hayati rol oynamaktadır. Ruminatif düşüncenin durdurulabilmesi için önce fark edilmesi gerekmektedir. Bu düşünce örüntülerinin fark edilebilmesi için negatif düşünceler, tekrarlayıcı düşünceler ve işlevsel olmayan düşünceler gibi minik işaretlere dikkat edilmelidir. Düşünceyi fark etmek, ruminasyon etkisini hafifletmede oldukça önemlidir.

2. Negatif Düşünceleri Değiştirin

Ruminasyon sendromu kendi kendine negatif konuşma veya düşünme ile kendini göstermektedir. Bu düşünceler geldiğinde bunların doğruluğunu, önemini ve kanıtlarını sorgulamak negatif düşüncelerin sakinlemesine ve azalmasına sebep olmaktadır.

Bunun için “Buna dair ne gibi kanıtlarım var?”, “Bu düşüncem benim varsayımım mı yoksa bir gerçek mi?” veya “ Daha farklı düşünecek olsam ne düşünürdüm?” gibi sorular kişinin ruminasyonlarının azalmasını sağlamaktadır.

3. Soruna Uygun Çözümler Geliştirin

Soruna uygun çözümü geliştirmek için kişinin sorunu küçük ve yönetilebilir parçalara bölmesi mantıklıdır. Daha sonra var olan problemin çözümlerini düşünmek gerekmektedir.

Sorunu tanımlamak ve olabildiğince çok çözüm üretmek problem çözme becerisinin ilk adımıdır. Daha sonra üretilen çözümlerden en mantıklı olanları seçip onları küçük adımlara bölmek ve adımları birer birer uygulamak gerekmektedir.

4. Düşünce Odağınızı Değiştirin

Kişiler ruminatif düşünce yaparken çoğu zaman yalnızca probleme odaklanmakta ve çözümünü düşünmemektedir. Yaşanılan problemlerin çözümleri üzerine düşünmek ve çözümleri uygulamak ruminatif düşünceyi azaltmaktadır.


Öncelikle problemlerin sonsuz olmadığının ve her problemin bir çözümü olduğunun farkına varmak oldukça önemlidir. Problemin çözümü her zaman kolay olmayabilir fakat zor olan çözüm yolları bile kişiyi bir süre sonra rahatlığa götürmekte ve problem anındaki kaygılardan uzaklaştırmaktadır.

Kişi genelde kısa süreli sakinlikler için kaçınma yöntemlerine yönelir ve zor olan çözüm yollarından uzak durur. Böyle bir durumda kişinin kendine sorması gereken soru “Uzunca süre devam eden ve aralıklarla sakinlikler getiren negatif düşünceler mi daha acı verici yoksa kısa süren, zor olan ama bittiğinde sürekli sakinlik getiren çözüm yolları mı? “ olmalıdır.

5. Tetikleyicilerinizi Fark Edin

Ruminatif düşünceleri tetikleyen durum, olay ve kişileri fark etmek oldukça önemlidir. Eğer kişi sürekli olarak negatif olayı hatırlatacak davranışlarda bulunuyorsa ruminasyon çoğalmaktadır. Örneğin kişi sürekli olarak eski sevgiliyle olan geçmiş mesajları okuyorsa bu durum ruminatif düşünceleri aktifleştirmekte ve “Neden olmadı?”, “Neyi farklı yapabilirdim?” gibi soruları tetiklemektedir.

Aynı zamanda depresif şarkılar ve depresif sohbetler de ruminasyon için tetikleyici olabilmektedir. Her insanın yaşamı kendine özel ve farklı olduğu için tetikleyicileri de farklıdır. Kişinin kendi tetikleyicilerini bulması ve onlardan mümkün ölçüde uzak durması gerekmektedir.

6. Meditasyon ve Nefes Egzersizleri Yapın

Meditasyon türleri kişinin anda kalıp geçmiş düşünceleri ve gelecek kaygılarından uzak olmasını sağlamaktadır. Meditasyon sürecinde kişi düşüncelerini gözlemleme, anda kalma ve farkındalık gibi özelliklerini güçlendireceğinden meditasyon yapmak oldukça önemlidir.

Kişi meditasyon sayesinde düşüncelerine olan farkındalığını arttırdığında ruminatif düşünceleri daha pozitif düşünceler ile değiştirebilmektedir.

7. Sosyal Destek Alın

Ruminasyonun sosyal hayata etkileri oldukça negatif olsa da, sosyal destek sistemini ayakta tutmak ve onlardan yardım alabiliyor olmak olaylara bakış açısını değiştirmekte çok önemlidir.

İnsanlar sevdiklerine destek verirken kendilerine karşı olduklarından çok daha mantıklı düşünür ve daha doğru açılardan bakarlar. Bu sebeple bir arkadaşla veya aile bireyi ile konuşmak farklı bakış açıları kazanmak açısından ve doğru açıları fark etmede oldukça yararlıdır.

Kişi sosyal desteğe ulaşamayacak durumda olduğu zaman kendine “Bu negatif cümleleri bir arkadaşım kursa ona ne cevap verirdim?” diye sorarak mantıklı bakış açısına ulaşabilmektedir.

Ruminasyon İçin Ne Zaman Destek Alınmalı?

Zaman zaman ruminasyon yaşamak, negatif düşüncelere kapılmak veya mutsuz hissetmek oldukça normaldir. Yaşanılan her mutsuzluğa depresyon denmediği gibi her negatif düşünceye de ruminasyon denmemektedir.

Profesyonel destek için öncelikle yaşanılan olayın bir süredir devam ediyor olması önemlidir. Günün uzun süreleri bu negatif durumla geçiyor ve kendi kendine kullanılabilecek baş etme yöntemleri yetersiz kalıyorsa mutlaka uzman psikologlardan yardım alınmalıdır.

Düşünce yinelemeleri ve kafa karışıklıkları sıklıkla devam ediyor, günlük hayattaki işlevselliği etkiliyor ve düşünce döngüsü sebebiyle sosyal hayat etkileniyorsa psikolojik destek almak oldukça faydalı olabilir.

İnsan Neden Sürekli Geçmişe Özlem Duyar?

Sürekli geçmişe dönme isteği bir hastalık veya takıntı olmadığı gibi yaşlılık belirtisi de değildir. Hemen her yaştan insana sirayet edebilecek olağan bir durumdur. Ancak bu isteğin derininde hayatla ilgili çok önemli bir gerçeklik var. Ben bu hakikatin farkına vardığımda yaşama karşı düşüncelerim baştan aşağı değişmişti, umarım bu yazıyı okuyacak olanlara da aynı değişimi yaşatabilirim.

İnsanın fiili olmasa bile zihni olarak hareket etmesi gerekir, buna siz müdahale edemezsiniz. Kalbiniz nasıl çarpıyorsa beyniniz de aynı oranda çalışıyor ve bu sürekli bir hareketi doğuruyor. Burada bahsettiğim zihni hareket “bir şeyler bulma” veya “bir şeylerden kurtulma” gayreti olarak gösteriyor kendisini. Yani insan ya arayıcı ya da toplayıcı konumundadır. Her iki durumda da belirlenen bir hedef vardır. Hedef dedim, tartışmaya açık bir kelime kullandım. Amaçsız yaşadığını, hayattan bir şey beklemediğini düşünen insanlar gelip bu önermeye itiraz edebilirler. O nedenle önce bu iki kalıp yargıyı yıkmak istiyorum.

Hayattan bir şey beklemeyenler yaşam dediğimiz şeyi yanlış tanımlıyor. Yaşamak bir sürecin devam ettirilmesi değildir, ritüel değildir, yeni güne başlamak hiç değildir. Yaşamak sadece bilincin açık olma halidir. Bilinç kaybı, uyku vs. gibi olayların dışında insan her zaman yaşıyordur ve bunu hissediyordur. Eğer bir insan gerçekten amaçsızsa, hiçbir hedefi ya da beklentisi olmadığını iddia ediyorsa bir odada durmalı ve bilinci kapanana kadar beklemeli sonra da ölmelidir. Çünkü yaşamak dediğimiz şey tam olarak budur; bilincin açık olmasıdır. Bunun üzerine kondurulan diğer tanımlamalar, yaşama “farklı bir anlam yüklediğinizin” sonucudur ki bu sizin nihilist olmadığınızı gösterir. Hayattan bir şey beklemiyorsunuz ancak yaşamınıza son verecek kadar cesur değilsiniz diyelim, ölümden korkuyorsunuz; tam bu saatte korkunuz ve ölüm bir anlam kazanmış oluyor. Yani hayattan bir şey talep ediyorsunuz, yani sizi hala yaşama tutan bazı şeyler var. Küçük de olsa anlam teşkil eden her şey insanın yaşama olan bağlılığıdır. Bu nedenle amaçsız yaşamak, beklentisiz yaşamak gibi bir durum söz konusu olamaz. Amaçsızsa zaten onun adı yaşamak olmaz. Bu konuya açıklık getirdiğimize göre devam edelim.

İnsan hayatını devam ettirecek derecede güçlü bir takım hedefler belirler ki bunların en bilineni mutluluktur. Mutluluk arayışı, din, dil, ırk, sınıf fark etmeksizin bütün insanoğlunun ortak bir noktada buluştuğu duygudur. Pek çok insan hedeflerini mutlulukla harmanlama yolunu seçer. İsteğim dünyayı gezmek. Bu isteğimi parlattığım duygu ise mutluluk; ben dünyayı gezersem mutlu olacağıma inanıyorum. Bu manzarada mutluluk yemeklerin aromasını arttıran bir Çin tuzu görevi görüyor aslında. İnsanlar da hayallerini ona göre kuruyor, hedeflerini ona göre şekillendiriyor. Burada bir sorun çıkıyor ortaya; insan güzel bir geleceği düşlüyor düşlemesine ama şartlar bazen daha ağır basıyor. Birey içinde olduğu dönem dolayısıyla geleceğe umutla bakamıyor. İnsan umut neredeyse mutluluğu da oraya yerleştirmek ister. Geleceğin çok kötü olduğu belliyse, hayallerin gerçekleştirilmesi çok uzak ihtimalse ve insan, bu zamana kadar yaşamına anlam katan mutluluğu gelecekte konumlandıramazsa ne olur? Cevap veriyorum: onu yeniden konumlandırmak ister. Çünkü buna mecburdur. Kişinin yaşamasını sağlayan o ereğin sürekli taze kalması gerekir. Siz bunu istemeseniz bile daima harekete alışmış olan beyin bunu kendiliğinden halledecektir. İnsan yaşadığı zamanda huzurlu olsaydı mutluluğu geleceğe koymazdı, gelecekte de aradığı yoksa geriye ne kalıyor? Geçmiş. Yaşadığı zamandan mutsuz olup mutluluğu geleceğe taşıyamayan, bir anda yaşanan ortam değişikliğinden kaynaklı depresyona giren insanların geçmişe dönme isteğinde bu yatıyor işte. İnsanoğlunun hayatı mutluluğu konumlandırmakla geçer ve onun bir yerde mutlaka olması gerekir ki yürüyüş devam etsin. Gelecekte görünmeyen bu hayat amacı mecburen geçmişe koyulur ve kişilerde bir özlem belirir. Hedefler belli engellerin ardına koyulur, hareket bu şekilde sağlanır. Çünkü geçmişin canlandırılamayacağı bilinir, işte bir engel daha. Bu engel beyni rahatlatır. Ulaşılması gereken bir türlü elde edilemez ve hayat devam eder. Ulaşılmazlık sürekli hale gelmezse insan yaşayamaz.

Basit olaydan çıkarılacak felsefi derinliği açıklamak için çözmemiz gereken son aşamaya geldik: Şimdiki zaman. İnsanın mutluluğu geleceğe ya da geçmişe koyma isteğini açıkladım. Buna karşın neden yaşadığı anda mutlu olamadığını sorgulamadım. Yaşanan anda mutluluğu sorguluyorsak artık onun tanımını iyi bir şekilde yapmamız gerekecek. Bu tanım aradığımız sorunun da cevabını verecek.

Mutluluk bir duygu durumudur.

Çok basit görünen bu tanım aslında insanoğlunun ezelden beri yaptığı bir yanlışa ışık tutuyor. Hayatımızı mutluluk adına şekillendirirken onun bir duygu olduğunu unutuyoruz çoğu zaman. Daha net anlaşılması için şöyle bir kıyaslama yapayım: İnsan ağlamak için yaşar mı, hedeflerini bunun için gerçekleştirmek ister mi? İleride çok sinirli bir insan olacağınızı düşünüp kendinizi kamçılar mısınız? Bunlar kulağa nasıl garip geliyorsa “mutlu olmak için yaşamak” da aynı oranda garip gelmeli. Çünkü bu verdiğim örnekler aynı. Mutluluk bir duygu durumudur ve süresi çok kısadır. Askerlik bittiğinde dünyanın en mutlu insanı olursunuz ancak bu bir süre devam eder. Eğer mutluluk süreklilik teşkil eden bir duygu olsaydı bugün askerliği bitirmiş bütün insanların sonsuza kadar mutlu yaşaması gerekirdi. Bu yüzden yaşanan anda mutluluğun ömrü kısadır, gelecekte yaşanacak mutluluğun da ömrü kısadır. Bütün bunlar beynin insanı harekete mecbur bırakmak için icat ettiği oyundan başka bir şey değildir. Bugün sizin için ıstırap gelen şu saatleri bundan beş yıl sonra büyük bir özlemle anacaksınız. Gerçekleştirdiğinizde sizi dünyanın en mutlu insanı yapacak o hayaller, gerçekleştikten sonra derin bir hüzün bırakacak sizde. Bütün bunlar hareketin devamı için, tabiat böyle ilerliyor. Mutluluğun anlık bir duygu durumu olduğu bilinmesine rağmen onun üzerine milyonlarca hayat inşa ediliyor. Ben bunun bir kısır döngü olduğunu anladığımda, insanlara, hayallerime ve hayata karşı bakış açım tamamen değişmişti. Kendimi eskisinden daha özgür hissetmeye, hayatı sandığımdan daha renkli görmeye başladım. Çünkü kısır döngüler başlangıcın ve bitişin sürekli tekrar edeceğini müjdeler; hiçbir şey için geç kalınmış değil, hiçbir şey tam anlamıyla bitmiş değil, başlangıçlar her zaman olası. Bütün bunların yanında yaşamanın sandığımdan daha kolay olduğunu keşfettim. Eskisi kadar heyecanlı değilim, sanırım ilk defa büyüdüğümü hissettim.

Hiçbir şeyi toparlayamayacağım hissi beni dehşete düşürürdü. Bu nedenle sonlardan her zaman korktum. Çünkü bir daha beklediğim fırsatların gelemeyeceğini sandım. Hayatın işleyişini çözdükten sonra bu korkumu yendim. Ben istesem de istemesem de kartlar yeniden dağıtılacak, hayatta olduğum için oyuncu masasında kalmaya devam edeceğim. Bir değil on kere kaybetsem bile bu gerçek değişmeyecek. Hayatın yaşadığım müddetçe bana aynı yemeği vereceğini biliyorum. Bir önceki öğünde yeteri kadar karnımı doyurmamış olabilirim. Bu bir şeyi değiştirmez. Çünkü bir kere daha gelecek. Mükemmel değil mi? Umarım bu yazıyı okuyan insanlar da benimle aynı şeyleri yaşar. Bu da demek oluyor ki hevesim kırılmış, yenilgilerden moralim bozulmuş olsa da yeniden ayağa kalkmak için her zaman fırsatım olacak. Ve ben bu fırsatları değerlendirmeye başladım bile. Benimle iletişime geçebilirsiniz. Kaynak :medium.com


Yayınlanma: 16.11.2024 12:51

Son Güncelleme: 16.11.2024 12:51

Psikolog

Hidayet

ÇALIŞKAN

Psikolog

(*)(*)(*)(*)(*)
5 Yorum
Bedensel Belirti Bozuklukları (Somatizasyon)
Boşanma Süreci Sorunları
Çatışma Çözme Becerileri
+8
Online TerapiOnline Ter...
süre 45 dk
ücret 2100
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
Hizmet vermiyor
Yapay zeka ile, kişiselleştirilmiş destek:
Menta AI
Yapay zeka ile,
kişiselleştirilmiş destek: Menta AI

Şimdi indir, konuşmaya başla

App Store'dan İndirGoogle Play'den İndir
Bunları da sevebilirsiniz...

BASTIRILAN DUYGULAR NE KILIĞA GİRER?

BASTIRILAN DUYGULAR NE KILIĞA GİRER?Günlük hayatın temposu içinde birçok insan “güçlü” kalabilmek adına duygularını bastırmayı öğrenir. Küçük yaşlardan itibaren ağlamamak, sessiz olmak, uyumlu olmak ve sorun çıkarmamak öğretilir. Zamanla bu davranışlar birer tercih olmaktan çıkar ve bir yaşam stratejisine dönüşür. Oysa insan ruhu bastırılan hiçbir duyguyu gerçekten silmez. Sadece onu derinlere iter ve zamanı geldiğinde bambaşka şekillerde karşısına çıkarır.Toplum içinde “iyi çocuk”, “sorunsuz birey”, “olgun insan” olmak çoğu zaman duyguların bastırılmasıyla karıştırılır. Oysa olgunluk, duyguları bastırmak değil, onları anlayabilmektir. Çocukken üzüntüsüne yer açılmayan bir birey, ilerleyen yaşlarda kendi duygusuna yabancılaşabilir. Kızdığında dinlenmeyen bir çocuk, yetişkin olduğunda öfkesini ya kontrolsüz şekilde dışa vurabilir ya da tamamen içine gömebilir.Bastırılan duygular zihinden silinmez. Bilinçdışında birikir, büyür ve uygun bir zemin bulduğunda kendine başka bir çıkış yolu yaratır. Bu bazen tekrarlayan ilişki sorunlarıyla, bazen iş hayatında yaşanan tükenmişlikle, bazen de bedende ortaya çıkan ağrılarla kendini gösterir. Kişi bu belirtileri çoğu zaman anlamlandıramaz ve “Ben zaten böyleyim” diyerek kendini etiketler. Ancak çoğu zaman mesele kişilik değil, bastırılmış duyguların yüküdür.Her duygu aslında insanı korumak için vardır. Öfke, sınırların ihlal edildiğini haber verir. Üzüntü, bir kaybın sindirilmesine yardımcı olur. Korku, tehlikeye karşı bir alarm görevi görür. Utanç ve değersizlik hisleri ise kabul görme ve ait olma ihtiyacının izlerini taşır. Bu duygular bastırıldığında işlevini yitirir, ancak farklı kılıklara girerek yeniden kendini hatırlatır.Bastırılan öfke, en sık dönüştürülen duygulardan biridir. Açıkça ifade edilemeyen öfke, pasif-agresif davranışlara dönüşebilir. Kişi doğrudan konuşmak yerine iğneleyici sözler söyler, alttan alta karşısındakini suçlar ya da sessizlikle cezalandırır. Öfke biriktikçe, en küçük olayda büyük patlamalar yaşanabilir. Bu tür patlamalar çoğu zaman bugünün meselesi değil, yılların birikimidir.Bastırılan üzüntü ise çoğunlukla beden üzerinden kendini anlatır. Sürekli bir yorgunluk hali, isteksizlik, keyif alamama, boşluk hissi ve anlamsızlık duygusu bastırılmış üzüntünün işaretleri olabilir. Kimi zaman bu durum psikosomatik belirtilerle ortaya çıkar: mide ağrıları, kas gerginliği, baş ağrıları, uyku problemleri… Zihin üzülmemek için mücadele ederken, beden bu yükü taşımaya çalışır.Korkular bastırıldığında genellikle kontrol ihtiyacı şeklinde açığa çıkar. İnsan korktuğunu kabul etmek yerine her şeyi kontrol etmeye çalışır. Geleceği aşırı planlamak, sürprizlerden kaçınmak, belirsizliğe tahammül edememek bu durumun yaygın örnekleridir. Kontrol, kişiye kısa süreli bir güven hissi sağlasa da uzun vadede kaygıyı artırır. Çünkü hayatın doğası gereği her şey kontrol edilemez.Bastırılan değersizlik hissi ise sürekli onay arayışına dönüşür. Kişi kendi değerini içerden hissedemediğinde, bunu dışarıdan almaya çalışır. Takdir edilmek ister, beğenilmek ister, görülmek ister. Eleştiriler ise olduğundan çok daha derin yaralar açar. Çünkü eleştiri, sadece bugünkü davranışı değil, geçmişten taşınan “yetersizim” inancını da harekete geçirir. Bu yüzden kişi hep daha fazlasını yapar ama hiçbir zaman gerçekten yeterli hissetmez.Duygular bastırıldığında değil, hissedildiğinde dönüşür. Bir duyguyu bastırmak onu yok etmez, sadece erteler. Hissedilen duygu ise yavaş yavaş yumuşar ve insanın içinde bir akış başlar. Ağlamak rahatlatır. Kızmak sınırları fark ettirir. Korkmak, gerçekçi adımlar atmayı sağlar. Utanmak, insanın kendi hassas noktalarını görmesine yardımcı olur. İnsan duygularına alan açtıkça, kendiyle ilişkisi daha sahici bir hâl alır.Birçok insan için duyguları bastırmak bilinçli bir seçim değildir. Bu bir başa çıkma mekanizmasıdır. Çocukken duyguları görülmeyen, küçümsenen veya cezalandırılan bireyler, bastırmayı bir güvenlik yolu olarak öğrenir. Bu davranış biçimi o zamanlar işe yaramıştır; kişiyi hayatta tutmuştur. Ancak yetişkinlik döneminde aynı mekanizma artık zarar vermeye başlar.Bu noktada kişinin kendini suçlaması gerekmez. Bu senin “yanlış” olduğunun göstergesi değildir. Aksine, bugüne kadar elinden gelen en iyi şekilde hayatta kalmaya çalıştığının bir kanıtıdır. Asıl önemli olan, artık bu kalıpları fark edebilmek ve yavaş yavaş dönüştürmeye başlamaktır.Bazen dönüşüm büyük adımlarla gelmez. Bazen sadece bir durup nefes almakla başlar. “Ben şu an ne hissediyorum?” sorusu, sandığından çok daha güçlü bir kapıdır. Bu soruyu kendine sordukça, bastırılan duygular yavaş yavaş görünür hâle gelir. Ve görülen her duygu, biraz daha yumuşamaya başlar.Duyguların düşman olmadığını hatırlamak gerekir. Onlar, ruhun kendini korumak için kurduğu bir dil gibidir. Bastırıldıklarında daha karmaşık hâle gelirler. Hissedildiklerinde ise sadeleşirler. Her bastırılmış duygu, aslında görülmek isteyen bir parçandır. Bu parçalarla temas kurdukça, insan kendi bütünlüğüne biraz daha yaklaşır.Sonuç olarak, bastırılan duygular yok olmaz. Sadece kılık değiştirir. Bazen öfke olur, bazen korku olur, bazen bitmeyen bir yorgunluk, bazen de derin bir boşluk hissi… Ama hangi kılığa girerse girsin, hepsinin tek bir isteği vardır: Görülmek, anlaşılmak ve hissedilmek.Unutma:Duygular bastırıldığında değil, hissedildiğinde dönüşür.Ve sen, hissetmeye izin verdiğin ölçüde iyileşirsin.. . . . . . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .

Bağlanma Stilleri: Hayatımızı Sessizce Şekillendiren Görünmez Dinamikler

Kendimizi Tanımaya Çalışırken Atladığımız Gerçek: Bağlanma ModelimizBir insan neden ilişkilerde hep aynı döngüleri yaşar? Neden biri sevgiyi doyasıya yaşarken diğeri sürekli kaygı duyar? Neden bazı insanlar yakınlaşmaktan korkar, bazıları ise fazla bağlanır?Tüm bu soruların cevabı, çocukluk dönemimizde kurduğumuz bağlanma stilinde saklıdır. Üstelik bağlanma tarzımız, yalnızca romantik ilişkilerimizi değil; arkadaşlıklarımızı, iş hayatımızdaki davranışlarımızı, kriz anlarındaki tepkilerimizi ve duygusal dünyamızı da büyük ölçüde etkiler.İlginç olan şu: Birçok kişi kendi bağlanma stilini bilmeden yaşar. Sorunlarının sebebini karakter zanneder, oysa mesele karakter değil, öğrenilmiş bir duygusal kalıptır.Bu nedenle bağlanma stilleri, psikolojinin hem en derin hem de en gözden kaçırılan konularından biridir.Bağlanma Nedir ve Neden Bu Kadar Önemlidir?Bağlanma, çocuklukta bakım veren kişiyle kurulan ilişki biçimidir. Bebek için bakım veren kişi (çoğu zaman anne), dünyanın tamamı demektir. Onun sevgisi, dokunuşu, tepkisi ve tutarlılığı, bebeğin “Dünya güvenli bir yer mi?” sorusuna verdiği ilk cevaptır.Yani bağlanma, sadece “sevgi” değildir.Güven hissidir.Kendine değer duygusudur.Sevilmeye layık olduğumuza dair temel beklentidir.Başkalarına ne kadar güveneceğimizin temelidir.Ve bu bağlanma stili, yetişkinlikte aynen devam eder.Yetişkinlikte Dört Bağlanma Stili ve Hayata Etkileri1. Güvenli Bağlanma – Sevginin Sağlıklı HaliBu kişiler:Duygularını ifade etmekten çekinmez.Yakınlıktan korkmaz.Karşı tarafı kontrol etmeye çalışmaz.Sorunları konuşarak çözebilir.Sevildiğini bilir, sevdiğini hissettirebilir.Güvenli bağlanan yetişkinler, ilişkilerde en sağlıklı dinamiği kuran gruptur. Fakat toplumda oranı düşündüğünüz kadar yüksek değildir.2. Kaygılı Bağlanma – “Ya giderse?” Korkusunun Gölgesinde YaşamakKaygılı bağlanan bireyler genellikle şunları yaşar:Partnerinin sevgisinden emin olmakta zorlanır.Onay alma ihtiyacı yüksektir.Terk edilme korkusu yoğundur.Küçük davranışları bile büyük anlamlara yorar.Aşırı düşünme, mesaj bekleme, kuruntu yapma sık görülür.Bu insanlar aslında sevilmek ister; ama sevgiyi kaybetme ihtimali onları yorar. Çoğu kaygılı bağlanan kişi, “Neden hep beni yoran ilişkileri seçiyorum?” diye kendine sorar.3. Kaçıngan Bağlanma – Yakınlıktan KorkmakBu kişiler için ilişki demek:Kısıtlanmak,Yük hissetmek,Özgürlüğün tehdit edilmesi… anlamına gelebilir.Belirgin özellikleri:Hislerini kolay açamazlar.Aşırı bağımsız görünürler.Yakınlık artınca geri çekilirler.Duygusal mesafe onlar için güvenlik barikatıdır.Bu insanlar sevmeyi bilmez değildir; Sadece yakınlık onların sistemini alarma geçirir.4. Düzensiz Bağlanma – Kafası Karışık YakınlıkPsikolojide en karmaşık bağlanma stilidir. Çünkü kişi hem yakınlık ister hem de yakınlıktan korkar. Bir adım yaklaşır, iki adım uzaklaşır.Güvensiz çocukluk deneyimleri sebebiyle yetişkinlikte duyguları çok hızlı değişebilir. Hem kaygılı hem kaçıngan davranışlar aynı kişide görülebilir.Peki Bağlanma Stilim Yaşamımı Nasıl Etkiliyor?Bu soruyu birçok kişi terapide ilk kez sorar.Aslında bağlanma stiliniz:Kime aşık olacağınızı,Neden aynı tip ilişkileri yaşadığınızı,Kırıldığınızda nasıl tepki verdiğinizi,Güçlü bağlar kurup kuramayacağınızı,Kendinizi nasıl gördüğünüzü,Güven ve özgürlük dengenizi,Hayat boyu duygusal ihtiyaçlarınızı belirler.Örneğin kaygılı bağlanan biri “beni neden hep duygusal olarak ulaşılmaz insanlar çekiyor?” diye düşünür.Kaçıngan bağlanan biri “ilgi gösterince kaçıyorum ama yalnız kalınca üzülüyorum” der.Düzensiz bağlanan biri ise “kimseyi tam içeri alamıyorum, ama bensiz de yapamıyorum” duygusunu taşır.Tüm bu döngüler, çocuklukta öğrenilmiş bir bağlanma modelinin yetişkinlikteki yansımalarıdır.Bu yüzden bağlanma stilleri psikolojide hem çok özel hem de çok dönüştürücü bir alandır.Bağlanma Stili Değişebilir mi?Evet. Bu yazının en umut veren kısmı burası.Bağlanma stilimiz kader değildir. İnsan değişir. Beyin değişir. Duygusal örüntüler değişir.Ve en güçlü değişim, terapi ile gerçekleşir.Terapi, kişinin duygusal yaralarını fark etmesini, onları şefkatle iyileştirmesini ve kendi içinde güvenli bir bağ kurmasını sağlar.Daha güvenli bir bağlanma geliştikçe:Kaygı azalır,Duygusal istikrar artar,Sağlıklı ilişkiler kurmak kolaylaşır,Kişi kendini daha çok sever,Yakınlık korkusu hafifler,Duygusal iletişim güçlenir.Terapi Bağlanma Süreçlerini Nasıl İyileştirir?1. Güvenli Bir İlişki Alanı SunarTerapi, yargısız bir alandır. Kişi ilk kez “güvenli bir bağ” deneyimler. Bu deneyim, çocukluktan gelen kırılganlığı yumuşatır.2. Duyguları Tanımayı ÖğretirBirçok kişi aslında ne hissettiğini bile bilmez. Terapi, duyguların dilini öğretir.3. Geçmişin Görünmez İzlerini Ortaya ÇıkarırKişi, döngülerinin nereden geldiğini fark eder. “Demek ki problem bende değil, bağlanma stilimde.” diyerek suçluluk ortadan kalkar.4. Yeni İlişki Becerileri GeliştirirSınır koymak, kaygıyı yönetmek, yakınlığı artırmak, sağlıklı iletişim kurmak değişebilir becerilerdir.5. İçsel Güven İnşa EdilirEn önemlisi budur. Kişi “Ben sevilebilir biriyim.” duygusunu yeniden kazanır.Bu dönüşüm terapiyle mümkün olur ve hayatın her alanına yansır.Bağlanma Stilini Merak Eden Herkes Terapiye Bir Adım Daha YakındırBir insan kendi bağlanma stilini merak ediyorsa… İlişkilerindeki döngüleri sorguluyorsa… Geçmişiyle barışmak istiyorsa… Duygusal derinlik arıyorsa…Aslında terapiye hazırdır.Çünkü bağlanma çalışmaları, psikolojide en derin ve en dönüştürücü alanlardan biridir. Bu alanda uzman bir terapistle çalışmak, kişinin çocukluk yaralarını iyileştirmesine, yetişkinlikte daha sağlıklı ilişkiler kurmasına ve en önemlisi kendine güvenli bir alan yaratmasına yardımcı olur.Son Söz: Kendini Anlama Cesareti En Büyük DönüşümdürHerkes değişebilir. Hiçbir bağlanma stili “kader” değildir. Kırılganlıklar iyileştirilebilir, duygular düzenlenebilir, ilişkiler güzelleştirilebilir.Tek gereken ilk adımdır: bu ilk adımı atabilecek tek kişi sizsiniz. Kendi içsel dünyasını anlamaya cesaret etmek.Eğer sen de ilişkilerinde benzer döngüleri yaşıyorsan, duygularını anlamlandırmakta zorlanıyorsan veya kendini daha güvenli bir bağ içinde görmek istiyorsan…Bu alan üzerine çalışan bir terapist ile çalışmak, hayatında büyük bir fark yaratabilir.
Eylem CAN 06.12.2025

Kendini Anlamanın Gücü: Terapiye Başlamayı Düşünenler İçin

Terapi Neden Her Geçen Gün Daha Fazla İlgi Görüyor?Son yıllarda terapiye olan ilginin belirgin şekilde arttığını fark etmek zor değil. Artık insanlar yalnızca yaşadıkları sorunları çözmek için değil, kendilerini daha iyi anlamak ve hayatlarını daha bilinçli bir şekilde yönetmek için de terapi desteği alıyor. Modern yaşamın yoğun temposu, ilişkilerin karmaşıklığı, iş yükünün artması, sosyal çevrenin beklentileri ve kişisel hedeflerin baskısı, bireyleri içsel bir denge arayışına yönlendiriyor. Terapi ise bu arayışın en güvenli ve en etkili yollarından biri olarak öne çıkıyor.Birçok kişi terapiye başlamadan önce, “Acaba terapi bana iyi gelir mi?” diye düşünür. Bu soru, kişinin kendisiyle ilgili farkındalık geliştirmeye hazır olduğunun işaretidir. Çünkü terapi, sadece bir konuşma alanı değil; kişinin iç dünyasını keşfetmesine, duygularını anlamlandırmasına ve hayatındaki örüntüleri çözümlemesine yardımcı olan bir süreçtir.Terapi Yalnızca Problem Yaşayanlar İçin DeğildirToplumda sıkça karşılaşılan yanlış bir inanç vardır: Terapiye giden insanlar mutlaka ciddi bir sorun yaşıyordur. Oysa bu düşünce oldukça sınırlayıcıdır. Terapi, ruhsal bir “acil durum müdahalesi” değil; kişinin kendisiyle kurduğu ilişkiyi güçlendiren bir gelişim alanıdır.Kimi insan ilişkilerinde daha sağlıklı iletişim kurmak için, kimi karar vermede zorlandığı için, kimi kaygılarını anlamak için, kimi ise sadece hayatını daha dengeli yaşamak için terapiye başvurur.Bir kişinin terapiye gitmesi, zayıf olduğu anlamına gelmez. Tam aksine, kendine değer veren ve gelişime açık olan bireylerin tercih ettiği bir adımdır. Fiziksel sağlığımız için nasıl düzenli kontroller yaptırıyorsak, zihinsel ve duygusal sağlığımız için de profesyonel destek almak aynı derecede önemlidir.Terapiye Başlamadan Önce Zihni Meşgul Eden Sorular Çok DoğaldırTerapi sürecine girmeden önce pek çok kişinin zihninde soru işaretleri belirir. Bu sorular, sürecin anlaşılmaya çalışılmasının doğal bir parçasıdır.En yaygın sorulardan bazıları:“Terapide ne konuşacağım?” Belirli bir konuya sahip olmanıza gerek yoktur. Terapist, sizin duygularınızı ve düşüncelerinizi anlamlandırabilmeniz için doğru soruları sorarak süreci doğal akışında ilerletir.“Ya terapist beni yargılarsa?” Terapinin en temel prensiplerinden biri, yargısız bir alan yaratmaktır. Profesyonel bir terapist, danışanı koşulsuz kabul eder, dinler ve destekler.“Gerçekten işime yarayacak mı?” Terapinin etkisi kişiden kişiye değişse de, çoğu danışan süreç ilerledikçe duygularını daha net anlamaya, stresini yönetmeye ve davranışlarını bilinçli bir şekilde yönlendirmeye başlar.“Duygularımı açmakta zorlanıyorum, bu sorun olur mu?” Birçok insan terapiye ilk başladığında kendini ifade etmekte zorlanır. Bu çok normaldir. Zaman içinde duygularınızı paylaşmak daha kolay ve daha doğal hale gelir.Bu sorular, terapiye başlamak için bir engel değil; aksine kişinin süreç hakkında sağlıklı bir merak taşıdığının göstergesidir.Küçük Farkındalıklar, Büyük Yaşam Değişimlerine Kapı AçarTerapinin en güçlü taraflarından biri, kişinin zaman içinde yaşadığı farkındalık anlarıdır. Bu anlar bazen çok küçük görünür ama kişinin hayatında büyük bir dönüşüm yaratır.Örneğin:Yıllardır aynı ilişkisel hataları yaptığınızı fark edersiniz.Kaygılarınızın aslında bastırılmış bir korkudan kaynaklandığını görürsünüz.Öfkenizin altında kimin ya da neyin yattığını keşfedersiniz.Kendinizi sürekli geri planda bırakmanızın sebebinin onaylanma ihtiyacı olduğunu anlarsınız.Hayatınızdaki döngülerin aslında çocukluk dönemindeki deneyimlerden beslendiğini fark edersiniz.Bu farkındalıklar kişiye bir şey öğretir: Otamatik davranmak yerine bilinçli davranmak mümkündür.Terapiden önce kişi çoğu davranışını refleksle yapar, neden böyle hissettiğini ya da böyle düşündüğünü fark etmez. Ancak terapi sayesinde kişi kendini daha iyi tanır, davranışlarını anlamlandırır ve yaşama daha bilinçli tepkiler vermeye başlar. Bu değişim, dışarıdan bakıldığında küçük görünse de, kişinin hayat kalitesini derin bir şekilde etkiler.Terapi, Duygusal ve Bilişsel Beceriler KazandırırTerapinin sadece konuşma üzerine kurulu bir süreç olduğu düşüncesi yanlıştır. Modern terapi yaklaşımları danışana çok sayıda duygusal ve bilişsel beceri kazandırmayı hedefler.Terapide kazanılabilecek beceriler arasında şunlar bulunur:Kaygı yönetimi teknikleri: Nefes egzersizleri, düşünce yeniden yapılandırma, beden farkındalığı.Duygu düzenleme becerileri: Yoğun duyguları tanıma, anlamlandırma ve sağlıklı şekilde ifade etme.İletişim becerileri: Kendini doğru ifade etmek, karşı tarafı dinlemek, empati kurmak.Sınır koyma: Kişinin kendi alanını koruması, gereksiz yükleri taşımayı bırakması.Stres yönetimi: Zihinsel ve duygusal yükleri hafifletme yöntemleri.Sağlıklı ilişki kurma: Bağ kurma, güven inşa etme ve ilişkisel kalıpları fark etme.Bu beceriler sadece terapi odasında kalmaz; kişinin günlük yaşamında aktif olarak yer bulur. Kişi zamanla daha sağlıklı kararlar verir, daha net iletişim kurar ve daha sakin bir ruh haline kavuşur.Terapi Bir Cesaret Yolculuğudur; Ama Sonu ÖzgürlüktürTerapinin en zor kısmı genellikle başlamaktır. Çünkü terapi, kişinin önce kendisiyle yüzleşmesini gerektirir. Bu yüzleşme bazen duygusal olarak zorlayıcı olabilir; ancak büyük bir özgürleşmenin başlangıcıdır.Birçok kişi birkaç seans sonra şu cümleyi kurar: “Keşke daha önce başlasaydım.”Çünkü terapi, kişinin zihinsel düğümlerini çözer, duygusal yüklerini hafifletir ve yaşamına daha sağlıklı bir yön vermesine yardımcı olur. Terapistin görevi yol göstermek, kişinin kendi iç sesini duymasına yardımcı olmaktır. Değişimi yaratan ise danışanın kendisidir.Terapinin sonunda kişi:Kendi değerini fark etmeye,Duygularını daha açık anlamaya,Sağlıklı ilişkiler kurmaya,Geçmiş yüklerini bırakmaya,Kendisiyle barışmaya başlar.Bu süreç hem derin hem dönüştürücüdür.Kendine Yapabileceğin En Değerli YatırımTerapi, kişinin kendine sunduğu en kıymetli hediyelerden biridir. Çünkü insan hayatı boyunca birçok duygu, olay ve düşünceyle karşılaşır. Zaman zaman bunların altında ezilmek mümkündür. Terapi ise bu yükü hafifletir, kişiye kendine dair daha net bir bakış açısı kazandırır ve hayatı daha anlamlı bir şekilde yaşamasına yardımcı olur.Eğer sen de duygularını daha iyi anlamak, davranışlarını düzenlemek, ilişkilerini iyileştirmek veya kendine yeni bir bakış açısı kazandırmak istiyorsan terapi bu yolculuğun en doğru başlangıcı olabilir.Kendini tanıyan biri, hem bugününü hem de geleceğini çok daha sağlıklı temellere oturtabilir. Terapi ise bu farkındalığın kapılarını açan güçlü bir araçtır.
Eylem CAN 06.12.2025