1. Uzman
  2. Hidayet ÇALIŞKAN
  3. Blog Yazıları
  4. Kendini biyolojik cinsiyetine ait hissetmiyor musun?

Kendini biyolojik cinsiyetine ait hissetmiyor musun?

kendini-biyolojik-cinsiyetine-ait-hissetmiyor-musun

Cinsel Kimlik Sorunları Nedir?

Cinsel kimlik sorunları, kişinin doğduğu andan itibaren sahip olduğu cinsiyetine karşı olumsuz tavırlar sergilemesi hatta cinsel kimliğini kabul etmemesi durumunda karşılaşılan sorunları tanımlamak için kullanılan bir kavramdır.

Uluslararası Bilimsel Sınıflama kuruluşuna göre cinsel kimlik sorunları kişiler için doğuştan gelen sorunlar arasında kabul edilmektedir. Kişilerde cinsel farkındalık 2 yaşının sonlarında başlar. Kişilerin cinsel yönelimi ise erken ergenlik dönemi ile oluşmaya başlar. Cinsel kimlik ise ergenlik döneminin tamamlanması ile ortaya çıkar. Cinsel kimlik sorunları nedenleri arasında sayılan başka etkenler ise sosyal etkenler, genetik etkenler, endokrin ve psikodinamik faktörlerdir.

Çocuklar oyun oynarken karşı cinsin elbisesini giyerek oyun oynayabilir. Örneğin bir kız babasının kıyafetlerini giyerek evcilik oynayabilir veya bir erkek çocuğu annesinin kıyafetlerini, aksesuarlarını giyerek anne rolüne bürünebilir. Bu oldukça normaldir ancak çocukların bu süreci geçici ve kısa olarak yaşaması normaldir. Eğitim sürecinin başlamasından sonra çocuktan bu tarz davranışlar sergilemesi pek beklenmez.

Cinsel kimlik sorunları, kişinin çocukluk zamanlarından başlayarak sürekli olarak karşı cinsin kıyafet, yaşam tarzı, niteliklerine özenmesi ve bunları merak etmesi ile ortaya çıkar. Araştırmalar cinsel kimlik sorunları başlangıç döneminin çoğu çocukta 4 yaşından önce belirtiler gösterdiğini söyler.

Cinsel Kimlik Sorunları Tedavi Seçenekleri

Cinsel kimlik sorunları tedavi seçenekleri araştırılmadan önce doğru tanı konulması gerekir. Çünkü cinsel kimlik sorunları konusunda ilk adım doğru tanı koyulmasıdır. Doğru tanının yanı sıra tanının olabildiğince erken konulması da büyük önem taşır. Erken tanı sayesinde tedaviler çok daha başarılı olabilmektedir. Genellikle cinsel kimlik sorunları tedavi seçenekleri için bireyler kendileri arayışa girer çünkü birçok aile bu sorunun farkına varmaz veya kabul etmek istemeyerek görmezden gelir. Ancak görmezden gelmek sorunların tedavisinde etkili bir yöntem değil aksine sorunun erken tanı ile tedavi edilebilme şansının da yok olmasına neden olabilen bir davranıştır.

Gençlik dönemi çocukluk ve erişkinlik dönemi arasındaki bir geçiş dönemi olarak tanımlanabilir. Bir çok kuramcı bu dönemde kişilerde kendini ve bedenini tanıma sürecinde kimlik bocalaması olabileceğini söylemektedir. Ergenlik döneminde bazen bu kimlik bunalımı kendini cinsel kimlik sorunları şeklinde gösterebilir. Ergen bu süreçte hangi cinsten hoşlandığı konusunda tereddüt edebilir. Toplumun ve ailesinin beklentilerine ters gelen davranışlar içine girebilir. Bazen de bu durumdan bağımsız olarak cinsel yönelim sorunları olabilir. Bu durumla ilgili ayrıntılı bilgi almak için mutlaka bir çocuk psikiyatristine başvurmanız önerilir.

Cinsel Kimlik Sorunları Nedir?

Cinsel kimlik sorunları, kişinin doğduğu andan itibaren sahip olduğu cinsiyetine karşı olumsuz tavırlar sergilemesi hatta cinsel kimliğini kabul etmemesi durumunda karşılaşılan sorunları tanımlamak için kullanılan bir kavramdır.

Uluslararası Bilimsel Sınıflama kuruluşuna göre cinsel kimlik sorunları kişiler için doğuştan gelen sorunlar arasında kabul edilmektedir. Kişilerde cinsel farkındalık 2 yaşının sonlarında başlar. Kişilerin cinsel yönelimi ise erken ergenlik dönemi ile oluşmaya başlar. Cinsel kimlik ise ergenlik döneminin tamamlanması ile ortaya çıkar. Cinsel kimlik sorunları nedenleri arasında sayılan başka etkenler ise sosyal etkenler, genetik etkenler, endokrin ve psikodinamik faktörlerdir.

Çocuklar oyun oynarken karşı cinsin elbisesini giyerek oyun oynayabilir. Örneğin bir kız babasının kıyafetlerini giyerek evcilik oynayabilir veya bir erkek çocuğu annesinin kıyafetlerini, aksesuarlarını giyerek anne rolüne bürünebilir. Bu oldukça normaldir ancak çocukların bu süreci geçici ve kısa olarak yaşaması normaldir. Eğitim sürecinin başlamasından sonra çocuktan bu tarz davranışlar sergilemesi pek beklenmez.

Cinsel kimlik sorunları, kişinin çocukluk zamanlarından başlayarak sürekli olarak karşı cinsin kıyafet, yaşam tarzı, niteliklerine özenmesi ve bunları merak etmesi ile ortaya çıkar. Araştırmalar cinsel kimlik sorunları başlangıç döneminin çoğu çocukta 4 yaşından önce belirtiler gösterdiğini söyler.

Cinsel Kimlik Sorunları Tedavi Seçenekleri

Cinsel kimlik sorunları tedavi seçenekleri araştırılmadan önce doğru tanı konulması gerekir. Çünkü cinsel kimlik sorunları konusunda ilk adım doğru tanı koyulmasıdır. Doğru tanının yanı sıra tanının olabildiğince erken konulması da büyük önem taşır. Erken tanı sayesinde tedaviler çok daha başarılı olabilmektedir. Genellikle cinsel kimlik sorunları tedavi seçenekleri için bireyler kendileri arayışa girer çünkü birçok aile bu sorunun farkına varmaz veya kabul etmek istemeyerek görmezden gelir. Ancak görmezden gelmek sorunların tedavisinde etkili bir yöntem değil aksine sorunun erken tanı ile tedavi edilebilme şansının da yok olmasına neden olabilen bir davranıştır.

Gençlik dönemi çocukluk ve erişkinlik dönemi arasındaki bir geçiş dönemi olarak tanımlanabilir. Bir çok kuramcı bu dönemde kişilerde kendini ve bedenini tanıma sürecinde kimlik bocalaması olabileceğini söylemektedir. Ergenlik döneminde bazen bu kimlik bunalımı kendini cinsel kimlik sorunları şeklinde gösterebilir. Ergen bu süreçte hangi cinsten hoşlandığı konusunda tereddüt edebilir. Toplumun ve ailesinin beklentilerine ters gelen davranışlar içine girebilir. Bazen de bu durumdan bağımsız olarak cinsel yönelim sorunları olabilir. Bu durumla ilgili ayrıntılı bilgi almak için mutlaka bir çocuk psikiyatristine başvurmanız önerilir.

Cinsel Kimlik Sorunları Nedir?

Cinsel kimlik sorunları, kişinin doğduğu andan itibaren sahip olduğu cinsiyetine karşı olumsuz tavırlar sergilemesi hatta cinsel kimliğini kabul etmemesi durumunda karşılaşılan sorunları tanımlamak için kullanılan bir kavramdır.

Uluslararası Bilimsel Sınıflama kuruluşuna göre cinsel kimlik sorunları kişiler için doğuştan gelen sorunlar arasında kabul edilmektedir. Kişilerde cinsel farkındalık 2 yaşının sonlarında başlar. Kişilerin cinsel yönelimi ise erken ergenlik dönemi ile oluşmaya başlar. Cinsel kimlik ise ergenlik döneminin tamamlanması ile ortaya çıkar. Cinsel kimlik sorunları nedenleri arasında sayılan başka etkenler ise sosyal etkenler, genetik etkenler, endokrin ve psikodinamik faktörlerdir.

Çocuklar oyun oynarken karşı cinsin elbisesini giyerek oyun oynayabilir. Örneğin bir kız babasının kıyafetlerini giyerek evcilik oynayabilir veya bir erkek çocuğu annesinin kıyafetlerini, aksesuarlarını giyerek anne rolüne bürünebilir. Bu oldukça normaldir ancak çocukların bu süreci geçici ve kısa olarak yaşaması normaldir. Eğitim sürecinin başlamasından sonra çocuktan bu tarz davranışlar sergilemesi pek beklenmez.

Cinsel kimlik sorunları, kişinin çocukluk zamanlarından başlayarak sürekli olarak karşı cinsin kıyafet, yaşam tarzı, niteliklerine özenmesi ve bunları merak etmesi ile ortaya çıkar. Araştırmalar cinsel kimlik sorunları başlangıç döneminin çoğu çocukta 4 yaşından önce belirtiler gösterdiğini söyler.

Cinsel Kimlik Sorunları Tedavi Seçenekleri

Cinsel kimlik sorunları tedavi seçenekleri araştırılmadan önce doğru tanı konulması gerekir. Çünkü cinsel kimlik sorunları konusunda ilk adım doğru tanı koyulmasıdır. Doğru tanının yanı sıra tanının olabildiğince erken konulması da büyük önem taşır. Erken tanı sayesinde tedaviler çok daha başarılı olabilmektedir. Genellikle cinsel kimlik sorunları tedavi seçenekleri için bireyler kendileri arayışa girer çünkü birçok aile bu sorunun farkına varmaz veya kabul etmek istemeyerek görmezden gelir. Ancak görmezden gelmek sorunların tedavisinde etkili bir yöntem değil aksine sorunun erken tanı ile tedavi edilebilme şansının da yok olmasına neden olabilen bir davranıştır.

Gençlik dönemi çocukluk ve erişkinlik dönemi arasındaki bir geçiş dönemi olarak tanımlanabilir. Bir çok kuramcı bu dönemde kişilerde kendini ve bedenini tanıma sürecinde kimlik bocalaması olabileceğini söylemektedir. Ergenlik döneminde bazen bu kimlik bunalımı kendini cinsel kimlik sorunları şeklinde gösterebilir. Ergen bu süreçte hangi cinsten hoşlandığı konusunda tereddüt edebilir. Toplumun ve ailesinin beklentilerine ters gelen davranışlar içine girebilir. Bazen de bu durumdan bağımsız olarak cinsel yönelim sorunları olabilir. Bu durumla ilgili ayrıntılı bilgi almak için mutlaka bir çocuk psikiyatristine başvurmanız önerilir.

Cinsel Kimlik Bozukluğu Nedir?

Cinsel kimlik bozukluğu (cinsiyet disforisi), kişinin biyolojik cinsiyeti ile kendini hissettiği cinsiyetin farklı olmasıdır. Örneğin, bazı insanların erkek cinsel organları olabilir, ancak kendilerini erkek olarak tanımlamazlar veya kendilerini erkeksi hissetmezler.

Bazılarının kadın cinsel organları olabilir, ancak kendilerini kadın olarak tanımlamazlar veya kadınsı hissetmezler. Cinsiyet disforisi, bireyin kendisini tanımladığı cinsiyet ile biyolojik cinsiyetin örtüşmemesinden kaynaklanan stres ve rahatsızlık halidir.

Toplumun seni nasıl gördüğü, nasıl doğduğun, kendini fiziksel ve zihinsel olarak nasıl hissettiğin arasında kopukluklar olabilir. Bu durum stres, kaygı bozukluğu ve depresyona neden olabilir. Bu neden, cinsiyet disforisi yaşayan bireylerin sosyal yaşamlarına daha sağlıklı bir şekilde devam edebilmek için profesyonel bir yardım almaları gerekebilir.

Nedenleri Nelerdir?

Bu duruma neden olan faktörlerin bilinmesi tedaviden alınan verimi attıracaktır. Nedenlerin herhangi bir kesinliği bulunmadığı gibi kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Ya da birden fazla değişkene bağlı gelişebilir. Cinsel kimlik bozukluğu aşağıda belirtilen nedenlerden kaynaklı olabilir.

Genetik Nedenler: Adrenal bezdeki herhangi bir bozukluk vajina ve penis gelişimini etkileyebilir. Adrenal bez testosteron ve östrojen üretim merkezidir.

Endokrin Nedenler: Östrojen ve testosteron salınımın fazla salınmasına yol açan durumları kapsar.

Psiko-sosyal Nedenler: Bireylerin doğup büyüdükleri aile, toplum ve çevresel faktörlerin tümünü içerir.

  • Seks hormonlarını etkileyen bir durumla doğmak
  • Cinsiyete bağlı bazı nöronların hatalı gelişimi
  • Şizofreni gibi psikiyatrik bir duruma sahip olmak
  • Otizm spektrum bozukluğuna sahip olmak
  • Çocukluk istismarı veya ihmal öyküsü
  • Cinsiyet disforisi olan yakın bir aile üyesine sahip olmak

Cinsel Kimlik Bozukluğu Belirtileri Nelerdir?

Cinsel kimlik bozukluğu, içsel cinsiyet kimliği ile atanan cinsiyet arasında en az altı ay süren belirgin bir fark yaşamasına neden olabilir.

Çocuklarda görülen cinsel kimlik bozukluğu belirtileri

  • Karşı cins akranlarıyla oynamayı tercih ederler
  • Hayali oyunlar sırasında karşı cins tipik rollerini üstlenirler
  • Başka bir cinsiyetle ilişkilendirilen giysiler giymeyi tercih ederler
  • Başka bir cinsiyetle ilişkilendirilen oyuncakları veya etkinlikleri tercih ederler
  • Atanan cinsiyetleriyle ilişkilendirilen oyuncakları veya etkinlikleri sevmezler
  • Cinsel anatomilerinden hoşlanmazlar
  • İfade ettikleri cinsiyetleriyle eşleşen cinsiyet özelliklerine sahip olmak isterler

Ergenlerde ve yetişkinlerde cinsel kimlik bozukluğu belirtileri

  • Biyolojik cinsiyetlerinden başka bir cinsiyete sahip olmak isterler
  • Hissettikleri cinsiyet ile muamele görmeyi beklerler
  • İfade ettikleri cinsiyet ile cinsiyet özellikleri arasındaki çelişkinin farkındadırlar
  • Başka bir cinsiyetin birincil cinsiyet özelliklerine veya ikincil cinsiyet özelliklerine sahip olmayı isterler. Birincil cinsiyet özellikleri üremeden doğrudan sorumludur. Penis, testisler, vajina ve yumurtalıkları içerir. İkincil cinsiyet özellikleri üremeden sorumlu değildir.
  • Başka bir cinsiyete özgü duygu ve tepkilere sahip olduklarına inanırlar

Cinsel kimlik bozukluğu tüm bunların yanı sıra, bunu deneyimleyen bireylerde aşağıdaki sorunlara neden olabilmektedir:

  • Kendine güvensizlik
  • Geri çekilmek veya sosyal olarak izole olmak
  • Depresyon veya kaygı
  • Gereksiz riskler almak
  • Kendilerini ihmal etmek

Diğer Tanımlanmış Cinsel Kimlik Bozukluğu Türleri

Bu kategori, toplumsal, mesleki veya diğer önemli işlevsellik alanlarında klinik olarak belirgin sıkıntıya veya bozulmaya neden olan, cinsiyetten hoşnutsuzluğun karakteristik semptomlarının baskın olduğu ancak cinsiyetten hoşnutsuzluk için tüm kriterleri karşılamadığı durumlar için geçerlidir. "Belirtilmiş diğer cinsiyet disforisi" kategorisi, danışanın ifadelerinin cinsiyet disforisi kriterlerini karşılamamasının özel nedenini klinisyenin iletmeyi seçtiği durumlarda kullanılır. Bu, belirlenmiş diğer cinsiyet disforisi, belirli bir neden kaydedilerek yapılır.

Belirtilmemiş Cinsel Kimlik Bozukluğu

Bu kategori, toplumsal, mesleki veya diğer önemli işlevsellik alanlarında klinik olarak belirgin sıkıntıya veya bozulmaya neden olan, cinsiyetten hoşnutsuzluğun karakteristik semptomlarının baskın olduğu ancak cinsiyetten hoşnutsuzluk için tüm kriterleri karşılamadığı durumlar için geçerlidir. "Belirtilmemiş cinsiyet disforisi" kategorisi, klinisyenin cinsiyet disforisi için kriterlerin karşılanmamasının nedenini belirtmemeyi seçtiği durumlarda kullanılır ve daha spesifik bir tanı koymak için bilgilerin yetersiz olduğu durumları içerir. Yani, hastanın ifadelerinin ve

Cinsel Kimlik Bozukluğu Tedavisi

Cinsel kimlik bozukluğu, bireyin biyolojik cinsiyetiyle algılanan cinsiyet kimliği arasında uyumsuzluk olduğu durumlarda ortaya çıkan bir rahatsızlıktır. Cinsel kimlik bozukluğunun tedavisi, hastalığın altında yatan nedenleri tespit etmeyi ve bu nedenleri ele almayı amaçlamaktadır. Cinsel kimlik bozukluğu tedavisinde en etkili ve yaygın kullanılan yöntemlerden biri bilişsel davranışçı terapidir.

Bilişsel Davranışçı Terapi

Bilişsel davranışçı terapi (BDT), hastanın ihtiyaçlarına göre uyarlanmış çeşitli tekniklerin kullanıldığı bir tedavi yaklaşımıdır. Cinsel kimlik bozukluğunda, BDT hastanın cinsiyet kimliği ile ilgili düşüncelerini ve davranışlarını araştırmaya odaklanır. Örneğin, bir çocuk hastada çeşitli oyuncaklar sunulabilir ve terapist, erkek çocuğun bebekle oynaması veya kız çocuğunun arabayla oynaması gibi hangi oyuncaklara ilgi gösterdiğini gözlemleyebilir. Terapist ayrıca ailenin bu davranışlara nasıl tepki verdiğini, görmezden mi geldiğini, engellediğini mi yoksa desteklediğini değerlendirir. Terapist daha sonra hastayla ve ailesiyle, cinsiyet kimliği ile ilgili herhangi bir olumsuz veya zararlı inanç ve davranışı değiştirmeye yönelik çalışır.

BDT'nin yanı sıra, psikanalitik ve psikanalitik yönelimli psikoterapi de tedavi planının bir parçası olarak kullanılabilir. Bazı durumlarda, hasta yaşına, cinsiyet kimliğine ve diğer faktörlere bağlı olarak cinsiyet değiştirme ameliyatı önerilebilir.

İlaç Tedavisi

Cinsel kimlik bozukluğu için bir diğer tedavi seçeneği ise ilaç kullanımıdır. İlaç kullanımının amacı, hastanın algılanan cinsiyet kimliği ile uyumlu hormonları dengede tutmaktır. Löprolid, Gosarelin, Nafarelin, Busarelin ve Triptorelin gibi gonadotropin salgılatıcı hormon (GnRH) reseptör agonistleri sıkça kullanılır. Bu ilaçlar erken ergenlik ve prostat kanseri gibi diğer rahatsızlıkların tedavisinde de kullanılabilirler. Ancak, bu ilaçların libido azalması, sıcak basması ve kas kitlesinde azalmalar gibi yan etkileri olabilir.

Cinsel Kimlik ve Cinsel Yönelim Nedir?

Günümüzde cinsellikle ilgili birçok terim karşımıza çıkmaktadır. Fakat bu terimler hatalı ve eksik bir şekilde kullanılmaktadır. Bunların net olarak bilinmiyor oluşu bazı tartışmalara ve anlaşmazlıklara yol açmaktadır. Biyolojik bakış açısına göre iki temel cinsiyetten biriyle dünyaya gelmekteyiz; kadın ve erkek. Daha sonra insanlar bu iki temel cinsiyet kimliklerinin rollerini sergiler ve bir toplumsallaşma süreci başlar. Yani, erkek ve kadının cinsel kimliklerini yaşayış şekilleri, toplumun doğru bulduğu cinsiyet örüntüleriyle belirlenmektedir. Toplum tarafından kültürel yapı bağlamında iki rol üretilir; ‘kadınlık’ ve ‘erkeklik’. Buna da toplumsal cinsiyet adı verilmektedir. Bu iki rolün dışında kalan cinsel azınlıkların var olduğunun kabul edilmesinde zorlanılmaktadır. 

Cinsiyet, bir canlının doğuştan, genetik olarak kazandığı, cinsel üremeye yönelik özelliklerin toplamıdır. Dolayısıyla bir bebek doğarken mutlaka bir cinsiyet ile doğar. 3 farklı biyolojik cinsiyet vardır: Erkek, dişi ve interseks (cinsiyetler arası). İnterseks, bireylerde iki üreme sisteminin bir arada oluşması demektir. Cinsiyet kimliği de biyolojik cinsiyet ile aynı anlama gelmektedir.

Cinsel Yönelim Nedir? İsimlendirilen Cinsel Yönelimler

Cinsel Yönelim Nedir? İsimlendirilen Cinsel Yönelimler

Cinsel yönelim kişide cinsel duygu, istek ve davranışların belli bir cinsiyete çekimidir. Cinsel yönelim; erkekler, kadınlar veya her iki cinsiyet için kalıcı duygusal, romantik ve cinsel uyarılma anlamına gelmektedir. Cinsel yönelim kişiyi karşı cinsiyete, kendi cinsiyetinden olanlara veya her iki cinsiyete birden ilgi duymaya yönlendiren kalıcı kişisel bir niteliktir. Cinsel yönelim genellikle üç farklı kategoriye ayrılır. İsimlendirilen cinsel yönelimler:

  • Heteroseksüel (kendinden farklı olan diğer cinsiyete karşı duygusal, romantik ya da cinsellik çekimleri olan)
  • Homoseksüel/Eş Cinsel (kişilerin kendi ile aynı cinsiyete karşı duygusal, romantik ya da cinsellik çekimi olan)
  • Biseksüel (hem kendi cinsiyetinden hem diğer cinsiyetinden olanlara karşı duygusal, romantik ya da cinsel çekimi olan)

Bu yönelimlerin hiçbiri birbirinden daha “normal” değildir. Her yönelim sağlıklı ve doğaldır. Cinsel yönelim dışarıdan gözlenerek anlaşılacak bir şey değildir. Kişinin kendisi ifade ettiğinde bilinebilir. Cinsel yönelim çok boyutlu olarak değerlendirilir. Yani bir kadın bir kadına cinsellik olarak haz duyması onun eş cinsel olduğu anlamına gelmez. Bir erkeğe heteroseksüel demek için illa bir kadınla cinsel birlikteliği olması gerekir gibi bir kural olmadığı gibi; tek başına yeterli olabilecek bir durum değildir. Heteroseksüel bir erkeğin bir erkeğe karşı cinsel fanteziye sahip olması normal bir durumdur; bu o erkeğin eş cinsel olduğu anlamına gelmez. Bu çok karıştırılan ve kişilerin kaygı duymasına neden olan şeylerden birisidir. Kişinin kendisini sorgulamasına neden olabilir. 

Yapılan çalışmalarda, cinsel yönelimlerin kökenleri bilimsel olarak yeterli gösterilmemiştir. Bu durum heteroseksüellik için de aynıdır. Fakat cinsel yönelimin bir tercih veya seçim olmadığı kesin olarak kabul edilmektedir. Kişi cinsel yönelimine karar veremez. Örneğin, heteroseksüel bir erkeğin, “Ben artık duygusal olarak erkeklere ilgi duyacağım.” diye bir yönelim sergilemesi söz konusu değildir.

Cinsel yönelimin değiştirilmesi mümkün değildir. Homoseksüel kişiler, baskın toplumlarda yaşıyorlarsa bunu değiştirmeye çalışırlar veya hastanelere, doktorlara başvururlar. Fakat bu mümkün olmasa da istek, ilgi ve davranışlarında değişiklikler olması mümkün. Kişi homoseksüel olsa da heteroseksüel gibi davranabilir ve istek duyabilir. Fakat bu kişinin cinsel yönelimi yine de homoseksüeldir. 

Kişi çocukluk çağında cinsel yönelimini fark eder. Eğer kişinin cinsel yönelimi topluma ve aileye aykırı ise bunu fark ettikten sonra korku, kaygı ve suçluluk duygusu başlar. Bu sebeple uzman bir psikologdan yardım almak önemlidir. Burada psikologların görevi kişinin yönelimini değiştirmek değildir; durumla baş etmesini kolaylaştırmak, yaşadığı olumsuz duygularını çalışmak ve karşılaştığı güçlükleri anlamasını desteklemektir. 

Cinsellik Nedir? Cinsel Kimlik Nedir? İsimlendirilen Cinsel Kimlikler

Cinsellik Nedir? Cinsel Kimlik Nedir? İsimlendirilen Cinsel Kimlikler

Cinsellik, doğum öncesi başlar ve ömür boyu devam eder. Kişinin inanışlarını, duygularını, değerlerini, kişiliğini, tutumlarını ve davranışlarını kapsar. Cinsellikle ilgili çoğu söylenen şeyler doğru değildir. İnsanlar sadece cinsel organları içerdiğini zanneder; fakat öyle değildir. Cinsellik tüm bedeni ve aklı içerir. Hatta en önemli cinsel organ beyindir. Cinsellik; psikolojik, sosyal, ekonomik, politik, kültürel, hukuki, tarihi, dini, biyolojik ve ruhsal faktörlerin etkileşiminden etkilenmektedir. Cinsellik kişiden kişiye değişmektedir. 

Cinsel kimlik, bir kişinin kendisini dilediği kimlikle tanımlayabilmesi demektir. Yani kişi cinsel kimliğini belirtirken ‘ben kadınım’ veya ‘ben erkeğim’ der. Cinsel kimlik kişinin genetiği ve kültürü demek değildir; kişinin kendi bilinci ile seçtiği cinsel aidiyettir. Cinsel kimlik kişinin kendini kavrayışını; fakat cinsel yönelim kişinin hangi cinsiyete karşı ilgi duyduğunu gösterir. 

Yaygın olarak isimlendirilen cinsel kimlikler ile yazımızı bitirelim: 

  • Kimliksiz (Agender): Kendini herhangi bir cinsel kimlikte tanımlamayan kişilerdir. 
  • Erdişi (Androgyne): Hem erkek, hem kadınlara ait cinsel özelliklere sahip olan kişilerdir.
  • Çift Kimlikli (Bigender): Farklı dönemlerde kendilerini erkek veya kadın olarak tanımlayan veya bunlar arasında geçiş yapan kişilerdir.
  • Düz Cinsiyetli (Cisgender): Cinsel kimlikleri biyolojik cinsiyetleri ile örtüşen kişilerdir.
  • Trans Kadın: Biyolojik olarak erkek doğmuş birinin kadın olarak hissetmesidir
  • Trans Erkek: Biyolojik olarak kadın doğmuş birinin erkek olarak hissetmesidir.
  • Üç Cinsiyetli: Erkek, kadın ve cinsiyetsiz özellikler arasında geçiş yapan kişilerdir.

Kaynakça

Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği (CETAD). Cinsel Yaşam ve Sorunları. 2008.


Yayınlanma: 28.05.2024 20:20

Son Güncelleme: 16.08.2024 17:32

Hidayet ÇALIŞKAN
Hidayet ÇALIŞKAN
Psikolog(*)(*)(*)(*)(*)
Uzmanlıklar: İlişki / Evlilik Problemleri , Çocuk ve Ergenlik Dönemi Ruhsal Sorunları , Depresyon ve Mutsuzluk
Merhabalar, Ben Psikolog & Psikoter Devamını oku
Online Terapi
süre 45 dk
ücret 1799
Yüz Yüze Terapi
Hizmet vermiyor
Bunları da sevebilirsiniz...

Oyun Terapisi Nedir?Oyun, çocukların iletişim dili, oyuncaklar ise bu dilin aracıdır. Oyun Terapisi, çocukların duygu, düşünce ve deneyimlerini oyuncaklar aracılığıyla bir uzmana daha iyi ifade etmelerini sağlayan bir terapi türüdür. Bu terapi oyuncak oynama çağındaki, 2-12 yaş aralığındaki çocuklarda kullanılabilir. Terapistler de, çocuğun oyuncaklarla ve oyunla kurduğu iletişimi, davranışsal ve duygusal sorunları anlayabilir.Oyun Terapisinin Faydaları Nelerdir?Oyun terapisinde, terapist ve çocuk oyun odasında yalnız bulunurlar. Bu sayede çocuk, ebeveynlerinden ve bakım verenlerinden ayrılmayı ve onlardan bağımsız bir birey olmayı deneyimlemiş olur. Oyun odasında kendisini ifade ederek dil gelişiminde ve olayları aktarma becerisinde zamanla gelişmeler görülür. Bu terapi seansları ona, özgüven geliştirmesine, özsaygısının artmasına ve kendisini daha iyi ifade etmesine olanak verir.Bunlara ek olarak, oyun terapisine gelen çocuğun sorun veya travması üzerine yoğunlaşılarak bunun iyileştirilmesi ve bu durum karşısında başa çıkma stratejilerinin geliştirilmesi üzerine çalışılır. Bütün bunlar oyuncaklar ve oyunlar aracılığı ile yapıldığından bu süreç çocuklar için hem daha eğlenceli hem de daha verimli geçmektedir.Oyun Terapisi Süreci Nasıldır?Oyun terapisi çocuktan çocuğa değişen süreçleri içerse de, temelinde aynı aşamalardan geçmektedir. Terapist ve çocuğun yalnız kaldığı oyun odasında ilk aşama olarak çocuğun yani danışanın terapiste güvenerek onunla rahat zaman geçirmesi gerekmektedir.Terapist ve danışan bağ kurduktan sonra danışanın yavaş yavaş problemlerinden bahsetmesi veya bunu oyuna dökmesi beklenir. Bu süreçte danışanın rahat olması önemlidir. Herhangi bir zorlama yapılması, danışan için olumsuz bir süreç olarak devam etmesine veya terapinin sonlanmasına neden olabilir. Problemlerin açığa çıkmasının ardından oyun aracılığıyla danışan ve terapist bu probleme uygun başa çıkma becerileri geliştirmeye çalışırlar.Ebeveynlerin/ ailenin/bakım verenlerin bu süreçte rolü; sabırlı ve destekçi olmaktır. Terapi zaman alır. Bu süreçte acele etmemek, beklemek, sabırlı olmak, zorlamamak; yapılabilecek en büyük yardımlardandır.Bu süreçte hem terapisti hem de çocuğu zorlamamaları acele ettirmemeleri gerekir. Yapılan her türlü hata terapiyi olumsuz etkileyebilir.Oyun Terapisi Süresi Ne Kadardır?Oyun terapileri seans olarak 50 dakika sürmektedir. Bir terapinin başarıyla tamamlanması ortalama 20 seans sürebilir. Ancak her çocuk biriciktir. Bu sebeple her çocuğun seans süresi de değişiklik göstermektedir. Bazı çocuklar için bu süreç daha uzun aşamalardan geçebilir, güven bağı hemen oluşmayabilir, problemi aktarmak zor gelebilir ya da çözümler hemen uygulanamayabilir. Bu durumlardan seans süresi artabilir. Ancak bazı çocuklar için bağ kurmak, problemlerini tanımak ve aktarmak ve çözüm konusunda daha uygulayıcı olmak daha kolaydır. Böyle durumlarda ise seanslar daha az sürebilir.Bu farklılıklar çocukları daha zeki ya da daha zorlu çocuklar yapmaz. Her çocuk özeldir ve her çocuğun farklı bireylere yaklaşımı, yaşam deneyimleri ve problemlerle başa çıkma becerisi farklıdır. Terapiye gelmek onlar için çok başarılı birer adımdır. Ve geçirdikleri her seansta attıkları adımlar da bu başarıyı destekler nitelikte olacaktır.Oyun Terapisinin Çocuk Üzerindeki Etkileri Nelerdir?Oyun terapisi, çocuğu geliştirici bir nitelik taşır. Çocuklukta kazanılan her beceri, bireyin ilerleyen yaşantısında da ona katkıda bulunur. Bu açıdan bakıldığında oyun terapisinde kazanılan baş etme stratejileri, çocuğun ilerleyen dönemlerde sorunlarla karşılaştığında bu problemleri tanımasına, farkında olmasına ve bunların nasıl üstesinden geleceğini bilmesine yardımcı olur.Oyun terapisi çocuk için olumlu yaşam deneyimleri sunar. Kendisini ifade edebilmeyierken yaştaöğrenen çocuk, ilerleyen yaşta daha sosyal, daha girişken ve daha özgür ruhlu birey haline gelir, kendisini her koşulda rahatça açıklayabilir. Kendi sorunlarının farkında olması ve bunların üstesinden gelmesini deneyimleyen çocuk, başarılarının farkında olur ve özsaygısı artar.Psikolojik destek almak, gelişen neslimizle birlikte yavaş yavaş artış göstermektedir. Bu sebeple çocuk yaşta terapi alan bireyler, ilerleyen yaşantılarında da başa çıkamadığı, farkında olamadığı veya destek almak istediği durumlarda psikolojik destek almaktan kaçınmaz. Bu durum onu psikolojik olarak daha sağlıklı birey yapar. Bu da hem psikolojik hem fiziksel hem de ruhsal olarak onu daha ileriye taşır. Psikolojik destek almanın faydasını deneyimlemiş biri olarak, hem kendi neslini hem de kendisinden sonra gelecek nesli bu konuda psikolojik desteğe ve psikolojik iyi oluşa teşvik edebilir; bu durum daha sağlıklı bir çevrede yetişip gelişmesine yardımcı olabilir. Kısaca oyun terapisi, hem çocuğun güncel durumunu hem de ilerleyen yaşantısını kurtaracak bir terapi haline gelebilmektedir.Oyun Terapisi Ne ZamanKullanılır?Her çocuğun özel olduğundan bahsetmiştir. Bu durumda her çocuğun yaşantısı ve deneyimi de özeldir diyebiliriz. Her çocuk farklı sorunlar yaşayabilir ve farklı alanlardan terapi ihtiyacı duyabilir. Oyun terapisine gelme nedenleri arasında en çok; ailevi sorunlar, öfke sorunları, vurma, küfür etme gibi davranışsal problemler, kardeş kıskançlığı,travmalar, korkular, çekingenlik, asosyallik ve içe kapanıklık, uyku problemleri, yeme problemleri, tuvalet problemleri, okula alışma sorunu, uyum problemleri, dikkat eksikliği ve hiperaktivite yer almaktadır. Bunların dışında farklı sorunlar karşısında baş etme becerileri geliştirmek için de oyun terapisi kullanılabilir.Oyun Terapisi Normal Oyundan Farklı Mıdır?Oyun terapisinde, çocuktan beklenilen sadece oyuncakları kullanarak oyunlar oynamasıdır. Kullanılan oyuncaklar ve oynanan oyun temelde aynı olabilir. Ancak terapist, oyun odasında oynanan oyuna anlam yüklemektedir. Her oyuncağın her davranışın ilişkilendirilmesi terapist tarafından yapılır. Bu da sorunların anlaşılır olmasına ve çözümlerin üretilmesine yol açar. İçerik olarak aynı oyuncaklar veya aynı oyun olmasına rağmen oyun terapi odasındaki oyun ve normal oyunun işlevleri farklıdır.Çocuğunuz Neden Oyun Terapisi Almalıdır?Terapi, genel olarak herkes için iyileştirici ve geliştirici bir süreçtir. Çocuklar için bu süreç oyun terapisiyle sağlanabilir. Hem daha iyi bir çocukluk hem de daha iyi bir gelecek için, yaşadığıproblemlerin üstesinden gelinemediği takdirde, çocuğun terapiye ihtiyaç duyduğu zamanlarda bu destek sağlanmalıdır.Çocuğunuzun terapiye ihtiyacı olduğunu düşünüyorsanız, biruzmanabaşvurunuz.Psikolog Pelin Bayın Yazıyı Oku

Uzman: Pelin BAYIN

Yayınlanma: 04.05.2025

kayginin-sonlandigi-yer-ozgurlugun-kaybedildigi-yer-midir

Kaygı'ya filozof Kierkegaard'ın bakış açısıyla bakmaya ne dersiniz? Kaygıyı özgürlüğün bir olanağı olarak gören Kierkegaard; kaygıya yüklenen olumsuz anlamları yeniden sorgulamaya açıyor. Diyor ki; kaygı insanın olağan bir duygusudur ve asıl olağandışı olan varoluşun kendisidir. Ve kaygı ile korku arasında bir ayrım yaparak kaygının insana has olduğu ve hayvanlarda rastlanmayacağını ifade ediyor.Biz de olağan nedir, onu inceleyelim. Böylece biz ve varlığımız neden olağandışıyız, düşünebiliriz. Doğada olağan olarak açıkladığımız olayların neden sonuç ilişkisi içinde gerçekleşiyor olması; doğayı bizim için "olağan" kılıyor. İnsanı olağandışı yapan şey, doğayı; nedeni ve ardından gelen sonucu izleyerek açıklarken, insan kendisini, bir sonuç olarak var olmuş haliyle fark ediyor. Doğup doğmadığımızı ya da var olup olmadığımızı bilmeye başladıktan sonra (örn: "kendimi bildim bileli") insanın ölebileceğini fark etmesi, doğadaki varolan ve sürdürülen canlılığa uymamayı seçebileceğini keşfetmesi ile kendi etkinliğini belirleme zorunluluğunun ve kendi etkinliğindeki nedenlerin belirsizliğinin yaşattığı duyguya kaygı diyebiliriz. Özgürlük de bu noktada kaygı ile birlikte ele alınıyor. Kendi etkinliğini belirleme zorunluluğuna özgürlük diyebilir miyiz? Bir zorunluluktan bahsederek özgürlük nasıl açıklanabilir? İnsan özgür olmamayı seçme özgürlüğüne de sahiptir ve bunu da yine özgürlüğüyle seçmiş olacağı için özgür olmamayı seçememiş de olur. Bu paradoksu şimdilik kenara bırakırsak, Kierkegaard'ın ifadesiyle özgürlüğün olanağı olarak kaygıyı yaşıyoruz. Mevcut etkinliklerimiz, örneğin en temel olarak var olma etkinliğimize kadar varoluşsal bir kaygı başlıyor. Bu ontolojik kaygı; var olma etkinliğimizi fark etmemiz ve bunun bizim belirleyeceğimiz nedenler zinciri ile bir olağanlığa kavuşacağını fark etmemizle ortaya çıkıyor.Farkındalığın getirdiği; etkinliklerimizi ve bunları sürdürmedeki nedenlerimizin belirsizliğini belirgin hale getirme aşaması da özgürlüğün keşfedildiği aşama. Ancak dilemma şurda; bunu seçmemeyi seçmek mümkün değil. Yani özgür olmamayı seçmen bile özgürlüğünün eseri bir seçimin ve dolayısıyla sorumluluğu sana ait. Üstelik seçim aşamasında yaşanan kaygı ve zorunlu seçim olanağı olan özgürlük aynı anda sona eriyor olabilir mi? Yani bir etkinliği ve ona atfettiğiniz neden'i seçtiğinizde diğer seçimlerden de mahrum olmayı seçmiş oluyorsunuz. Kierkegaard şöyle açıklıyor: "Özgürlüğün olanağı kendini kaygı içinde ortaya çıkarır. Ancak insan özgürlüğün kendisini gösterdiği aynı anda özgür olmayandır da. Bu karşıtlık içerisinde kaygı kendisini insanın içinde muğlak bir güç olarak gösterir. Kişi kendisi olabilmek için öncelikle bu muğlak güçle yaşamayı, kaygı içinde olabilmeyi öğrenmelidir."Gelelim korku ile; yalnızca insanlarda rastlanan kaygının arasındaki farka:Korkunun bir nesnesi varken, kaygının nesnesi hiçliktir, der Kierkegaard. Örneğin köpekten korkan kişi için köpek tehlikesi geçtiğinde korkusu da geçer. "Kaygı ise üstü örtük olarak da olsa daima, 'şimdi, burada'dır. Kaygı kişinin bütünlüğünü kaybetmesi, varoluşsal bir parçalanma haline girmesidir." Bütünlüğün parçalanmasını nasıl açıklayabiliriz? Olası koşullarda ortaya konulacak tepki ya da davranış seçeneklerinin; aklına gelen tüm ihtimaller dairesi kadar genişlediğini, genişlediği ölçüde özgürlüğün arttığını ancak aynı oranda kararsızlığın ve neyi neden seçeceğine ilişkin kendine dair belirsizliğin de arttığını görmek ile bu parçalanma kastediliyor olabilir. Kaygıyı bir uçurumun kenarında yaşadığımız baş dönmesine benzetir Kierkegaard. Bu varlığı fark edildikçe artan ihtimallerin önünde zorunlu olarak seçimde bulunan bireyin yaşadığı baş dönmesi... Kararı verirken, kendi özgürlüğümüz ile neden sonuç ilişkisi oluşturma, hatta oluşturmama özgürlüğümüz vardır. Etkinliğimizi (en basit manada varolma etkinliğimizi) nedene bağlayarak, bütünlüğün parçalanması hali tekrar bir zincirin halkası gibi görünür ve 'şimdi ve burada'lığı bir süreç içine dahil edilmiş olur. Seçimlerimizle ontolojik kaygıdan farklılaşır, seçimimizle kendimizi ve etkinliğimizi belirginleştiririz,neden sonuç ilişkisi içinde durumu olağanlaştırırız ancak artık o nedenin veya seçimin getirileri ve sorumlulukları ile özgürlüğümüzü kaybetmiş oluruz. Belirlenen seçimin tek nedeni kendimiz olması sebebiyle kendimizi bununla tanımlayabiliriz ve bir neden olarak bir benlik ediniriz. Bu hiçlikten bir şey olmaya ve bir kimlik ya da benlik inşa etmeye, bir tutarlılık içinde bir sonraki seçimi daha az belirsizlik dolayısıyla daha az kaygı yaşamaya olanak tanıyabilir. Bu benlik bizi hiçlikten bir şey olmaya taşır ancak aynı zamanda her şey olabilme özgürlüğünden de geri alarak herhangi ve bir şey olmaya taşımış olur. Oysa; "Ben şu'yum ve daha önce de tepkim şu idi" ile başlanılan bir durum anımsandığında parçalanma yerini tutarlılığa ve ihtimallerin daralmasına bırakıyor.Kierkegaard şöyle devam eder: "Bu anlamda psikoterapinin ontolojik kaygının üstesinden gelmesi mümkün değildir. Psikoterapi ancak korkuların sıklığını ve yoğunluğunu değiştirebilir. Kaygıyı ise ancak uygun bir yere yerleştirebilir; çünkü kaygı varoluşa ait bir özelliktir." Ergenlik döneminde yaşanan kimlik arayışı ve kaygı duygusu ile birlikte edinilen tutumlar, seçimler ya da alınan rol modeller sayesinde herhangi bir bütünlüğe sahip tutarlı bir çerçeve çizmeye çalışıyoruz. Peki bu süreçte kaygı neye dair yaşanıyor ve azalıyor? Kierkegaard: "Bazı koşullarda kendi tepkilerimizin ne olacağına dair belirsizlik daha açık bir ifadeyle “kendimizden korkmak” bizi kaygı haline sürükler. Çünkü burada sözü geçen “kendi” yani insan başlı başına belirsiz bir şeydir." der. Ergenlikle henüz etkinliklerimizi fark etmeye ve onları eyleyip eylememe kararına sahip olduğumuzu ve nasıl eyleme getireceğimize ilişkin farkındalıklarımız ile oluşan belirsizliklere "çünkü ben" ile başlayan sebepleri seçiyoruz ve bir sonraki olası koşullarda eski davranışımız ve seçimimiz bir referans görevi görerek "ben"lik inşa edilmeye başlanıyor. Böylece kaygının da bu "ben"e bağlı davranışların tutarlı olması ihtiyacı ile özgürlüğün de eş zamanlı azaldığını söyleyebilir miyiz? "İnsan, kaygı içinde kendisini birçok farklı şekillerde eyleyebilecek ve özgürlüğünü etkinleştirebilecek bir “kişi” olarak ortaya koyar, başka bir deyişle kendisini keşfeder. Kendisiyle yalnızca gelecekteki bir olasılık olarak değil, başka biri olmanın olasılığı olarak da ilişki kurar. İnsan varlığı olarak kendimizi özgürlüğün olanağı ile olan ilişkimiz içinde belirler ve aynı zamanda özgürlüğün olanağının kaygısıyla bu kararı veririz."Kaynakça:İncelenen Makale: Özgürlüğün Olanağı Olarak Kaygı, Yasemin Akış Yaman Yazıyı Oku

Uzman: Emine AYDOĞAN

Yayınlanma: 29.04.2025

evlilikte-duyarsizlik-psikolojik-dinamikler-ve-cozum-yollari

Evlilikte Duyarsızlık: Psikolojik Dinamikler ve Çözüm YollarıEvlilik, iki bireyin duygusal, fiziksel ve zihinsel olarak birbirine bağlandığı, karşılıklı anlayış ve destek üzerine kurulu bir birlikteliktir. Ancak, zamanla çiftler arasında duygusal bağın zayıflaması, empati eksikliği ve ilgisizlik gibi sorunlar ortaya çıkabilir. Evlilikte duyarsızlık, partnerlerden birinin ya da her ikisinin de diğerinin duygularına, ihtiyaçlarına veya beklentilerine karşı kayıtsız kalması olarak tanımlanabilir. Bu durum, evliliğin temel taşlarından olan güven, sevgi ve iletişimi tehdit ederek ciddi çatışmalara yol açabilir. Bu makalede, evlilikte duyarsızlığın psikolojik nedenleri, etkileri ve çözüm yolları ele alınacaktır.Evlilikte Duyarsızlığın Psikolojik NedenleriEvlilikte duyarsızlığın kökeninde bireysel, ilişkisel ve çevresel faktörler yatabilir. İlk olarak, bireysel faktörler arasında kişinin geçmiş deneyimleri, duygusal olgunluk düzeyi ve stresle başa çıkma becerileri yer alır. Örneğin, çocukluk döneminde duygusal ihmale maruz kalmış bir birey, yetişkinlikte duygularını ifade etmekte zorlanabilir ve partnerinin ihtiyaçlarına karşı duyarsız kalabilir. Ayrıca, kişinin kendi duygularına yabancılaşması (aleksitimi) da empati kurma yeteneğini zayıflatabilir.İlişkisel faktörler, çiftler arasındaki iletişim kalitesine ve çatışma çözme becerilerine bağlıdır. Uzun süreli evliliklerde, çiftler rutinlere hapsolabilir ve birbirlerinin duygusal sinyallerini fark etmeyi bırakabilir. Örneğin, bir partnerin sürekli olarak iş stresiyle meşgul olması, diğer partnerin duygusal ihtiyaçlarını göz ardı etmesine neden olabilir. Ayrıca, çözülmemiş çatışmalar veya biriken kırgınlıklar, duygusal mesafe yaratabilir ve duyarsızlığı körükleyebilir.Çevresel faktörler arasında ise modern yaşamın getirdiği baskılar öne çıkar. Yoğun iş temposu, maddi sorunlar veya çocuk yetiştirme sorumlulukları, çiftlerin birbirine ayıracakları zamanı ve enerjiyi azaltabilir. Bu durumda, partnerler farkında olmadan birbirine karşı ilgisiz hale gelebilir.Duyarsızlığın Evliliğe EtkileriEvlilikte duyarsızlık, hem bireysel hem de ilişkisel düzeyde ciddi sonuçlar doğurabilir. Duyarsızlığın en yaygın etkilerinden biri, duygusal bağın zayıflamasıdır. Bir partnerin sürekli olarak diğerinin ihtiyaçlarına kayıtsız kalması, terk edilmişlik, değersizlik ve yalnızlık hislerini tetikleyebilir. Bu durum, zamanla öfke, hayal kırıklığı veya depresif belirtiler gibi duygusal sorunlara yol açabilir.Duyarsızlık, aynı zamanda iletişimde bozulmalara neden olur. Duygusal ihtiyaçları karşılanmayan bir partner, kendini ifade etmekten vazgeçebilir veya agresif bir iletişim tarzı benimseyebilir. Bu, çiftler arasında kısır döngüye dönüşen çatışmalara yol açar. Örneğin, bir partnerin "Seninle konuşmak anlamsız, zaten beni umursamıyorsun" gibi söylemleri, diğer partneri savunmaya geçirerek iletişimi daha da zorlaştırabilir.Duyarsızlığın uzun vadeli etkileri arasında ise evliliğin sürdürülebilirliğinin tehlikeye girmesi yer alır. Partnerlerden biri sürekli olarak ihmal edildiğini hissederse, bu durum sadakatsizlik, ayrılık veya boşanma gibi sonuçlara yol açabilir. Ayrıca, duyarsızlık çocukların da duygusal gelişimini etkileyebilir; ebeveynler arasındaki soğukluk, çocuklarda güvensizlik veya kaygı gibi sorunlara neden olabilir.### Çözüm Yolları: Duyarsızlığı Aşmak İçin Psikolojik StratejilerEvlilikte duyarsızlığı aşmak, çiftlerin bilinçli çabaları ve duygusal yatırımlarıyla mümkündür. Aşağıda, bu sorunu çözmek için uygulanabilecek psikolojik stratejiler sıralanmıştır:1. *Açık ve Yapıcı İletişim Kurma*: Çiftler, duygularını ve ihtiyaçlarını açıkça ifade etmeye özen göstermelidir. "Sen hep böyle yapıyorsun" gibi suçlayıcı ifadeler yerine, "Bazen ihtiyaçlarımı fark etmediğini hissediyorum, bu konuda konuşabilir miyiz?" gibi yapıcı bir dil kullanılabilir. İletişimde "ben dili" kullanmak, karşı tarafın savunmaya geçmesini önler.2. *Empati Geliştirme*: Empati, partnerin duygularını anlamak ve onun bakış açısını takdir etmek anlamına gelir. Çiftler, birbirlerinin duygusal sinyallerine daha fazla dikkat ederek empati becerilerini güçlendirebilir. Örneğin, partnerin stresli bir gün geçirdiğini fark eden bir eş, destekleyici bir tavır sergileyerek duygusal bağı güçlendirebilir.3. *Kaliteli Zaman Geçirme*: Yoğun yaşam temposunda çiftlerin birbirine ayırdığı zaman azalabilir. Birlikte geçirilen kaliteli zaman, duygusal yakınlığı artırır. Haftada bir akşam yemeği, ortak bir hobi veya basit bir yürüyüş bile ilişkiyi canlandırabilir.4. *Duygusal Farkındalığı Artırma*: Partnerler, kendi duygularını ve ihtiyaçlarını daha iyi anlamak için öz-yansıtma yapabilir. Meditasyon, günlük tutma veya terapi gibi yöntemler, duygusal farkındalığı artırarak duyarsızlığın azalmasına yardımcı olur.5. *Çift Terapisi*: Profesyonel destek, duyarsızlığın altında yatan nedenleri anlamak ve etkili iletişim stratejileri geliştirmek için faydalıdır. Çift terapisi, çiftlerin birbirine karşı daha duyarlı hale gelmesine ve ilişkilerini yeniden inşa etmesine olanak tanır.6. *Stresle Başa Çıkma Becerilerini Geliştirme*: Dışsal stres faktörleri duyarsızlığı tetikleyebilir. Çiftler, stres yönetimi teknikleri (örneğin, nefes egzersizleri veya zaman yönetimi) öğrenerek birbirine daha fazla enerji ayırabilir.Evlilik ve İlişki Terapisinin Temel PrensipleriEvlilik ve ilişki terapisi, çeşitli temel prensipler üzerine inşa edilmiştir. Bu prensipler, çiftlerin ilişkilerini anlamalarına ve sorunlarını çözmelerine yardımcı olur. İşte evlilik ve ilişki terapisinin temel prensiplerinden bazıları:İlişkiyi önceliklendirmeİlişki terapisi, çiftlerin ilişkilerini önceliklendirmelerini sağlar. İlişkideki sorunlar genellikle diğer yaşam stresleri tarafından gölgelenebilir. Terapistler, çiftlere ilişkilerini önemsemelerini ve ona zaman ayırmalarını öğütler. Bu, ilişkinin sağlıklı bir şekilde gelişmesini sağlar.Eşitlik ve saygıEvlilik ve ilişki terapisi, çiftler arasında eşitlik ve saygı temelinde kurulmuştur. Terapistler, çiftlere birbirlerine karşı saygılı olmayı, duygularını ifade etmeyi ve ihtiyaçlarını dile getirmeyi öğretir. Bu, sağlıklı bir iletişim ve karşılıklı anlayışın temelidir.İletişim becerileri geliştirmeİletişim, sağlıklı bir ilişkinin temel taşıdır. Evlilik ve ilişki terapisi, çiftlere etkili iletişim becerileri geliştirmeleri konusunda rehberlik eder. Terapistler, aktif dinleme, empati kurma ve açık bir şekilde ifade etme gibi becerileri öğretir. Böylece, çiftler duygularını daha iyi ifade edebilir ve birbirlerini daha iyi anlayabilir.Çatışma yönetimiHer ilişkide çatışmalar kaçınılmazdır. Evlilik ve ilişki terapisi, çiftlere çatışma yönetimi becerilerini öğretir. Terapistler, çiftlerin çatışmaları yapıcı bir şekilde ele almalarını sağlar. Bu, çiftler arasındaki anlaşmazlıkların daha sağlıklı bir şekilde çözülmesine yardımcı olur.#SonuçEvlilikte duyarsızlık, çiftlerin duygusal bağını zayıflatan ve ilişkiyi tehdit eden ciddi bir sorundur. Ancak, bu durum çözümsüz değildir. Duyarsızlığın kökeninde yatan bireysel, ilişkisel ve çevresel faktörleri anlamak, çözüm yollarını belirlemede ilk adımdır. Açık iletişim, empati, kaliteli zaman geçirme ve profesyonel destek gibi stratejiler, çiftlerin birbirine karşı duyarlılığını artırabilir. Evlilik, sürekli bir çaba ve özen gerektirir; duyarsızlığı aşmak ise bu çabanın en önemli parçalarından biridir. Çiftler, birbirine karşı duyarlılıklarını yeniden inşa ederek daha sağlıklı, tatmin edici ve sürdürülebilir bir ilişki kurabilirler. Yazıyı Oku

Uzman: Hidayet ÇALIŞKAN

Yayınlanma: 21.04.2025