1. Uzman
  2. Hidayet ÇALIŞKAN
  3. Blog Yazıları
  4. Mastürbasyon nasıl ve neden sertleşme bozukluğu yaratır ?

Mastürbasyon nasıl ve neden sertleşme bozukluğu yaratır ?


Kendi kendine kontrol altında tatmin eylemine mastürbasyon diyoruz . Anket çalışmalarında her yaşta erkeğin sıklıkla mastürbasyon yaptığını görmekteyiz. Peki mastürbasyon nasıl ve neden sertleşme bozukluğu yada cinsel rahatsızlıklar meydana getirir.

 

4 temel  problem vardır mastürbasyon eyleminde  

1. Sayı odaklı ,skor takıntılı olarak yapmak.

2. Travmatik olarak mastürbasyon yapmak.

3 Evlilik içinde mastürbasyon yapmak.

4. Porno ile beraber yapılması.

 Erkekler mastürbasyon yapmayı genel olarak ilk gençlik yıllarında yada ergenlik çağında akranlarından , kendi kendine yada internetten öğrenir. Ne yazıkki çoğu erkek cinsel tecrübesi başlamadan yüzlerce yada binlerce mastürbasyon  yapar . Biraz önce değindiğim durumlarda mastürbasyon yapmak kişinin cinsel hayatı başladığı dönemde problemler ortaya çıkarır. 


Skor takıntısı nedir ?

  yarım saat içinde 2 kere yaptım bugün sabahtan akşama kadar 6 kere yatım şeklinde sadece sonuca ,orgazma odaklı olarak penis üzerinde gezen elin  hasassiyetine  mastürbasyon esanasında alınan hazzı düşünmeden hızlıca , kısa sürede yapılan  mastürbasyondur. Bu tür mastürbasyon yapılması kişiye cinsel hayatı başladığı zaman erken boşalma , boşalma kontrolünde yetersizlik  ve bunun getirdiği sorunlarla  debelenme bırakır.

Travmatik mastürbasyon ?

Travmatik mastürbasyon aşırı derecede zorlayarak , yüksek basınç altında , kuru olarak  vucudu ile sürtünerek  yapılan  haz hissi için penisin zorlandığı mastürbasyon tipidir. Bu tür mastürbasyonda  yaşanan sıkıntılar  kişi cinsel hayatı başladığı zaman vagenden aynı basınç ve duyuyu alamaz haz seviyesi beklenti altında kalır , haz alamadığı için ereksiyonu devam ettirmede problem yaşayabilir yada erken boşalma geç boşalma gibi problemler yaşayabilir . Hatta pertnerinin vageninin gemiş olduğu düşünerek  kadının  vagen daraltma opersyonu olmasını isteyebilir . Neyseki tedavisi olan bir durum .

Evlilik içi mastürbasyon 

Evlilik içi mastürbasyon  neden problem çıkartır ? Cinsel yönden sağlıklı bir çift için bakıcak olursak bireyler mastürbasyon yapmaz eğer çift içinde kin nefret öfke duyguları  ilişki içindeki sevgi saygı tutku ihtiras duygularının önüne geçmeye başlamış çift  yataklarını birbirinden ayrmış ise erkek mastürbasyona yönelebilir . Sonuç olarak  baktığınızda mastürbasyon soununda kişini alacağı haz cinsel ilişki sonrası alacagı hazzın çok üstünde değildiir . Beyin yavaş yavaş bir alışkanlık geliştirir ise kişi eşiyle ilişkiye girmektense mastürbasyon yapmayı yeğliyebilir. Mastürbasyon eylemi yapı itibari ile basit, kısa ,ve az efor gerektiren bir eylem iken cinsel ilişki için önce partnerin hazırlanması ,gönül alma , güler yüz, hediyeler ilişki sonrası birbirine sarılma gibi birçok ritüelin yapılması gereken törensel bir eylem kıvamına dönebilir . Benim önerim  evlilik içi mastürbasyon eğer evlilik içi problem yoksa kesnilikle yapılmaması gereken bir eylemdir kişiyi eşinden soğutur çift ilişkisi içinde tedavi edilemez yaralar açabilir.

Pornografi ile beraber mastürbasyon

Porno yada porngrafi 90 lı yılların sonlarında günlük hayatımıza giren  tüm dünyada çok yaygın olarak izlenen bir durum . Aslına bakılıcak olursa insanlar için çok çok düşük miktarda bakılırsa öğretici olabilir . bundan 25 sene önceki jenerasyon  pornografik metaryellere ulşamak için gazate bayilerinde kaçak satılan dergilere ( dergi yüzlerce insanın elinden geçmiş olurdu ) , kaçak alman porno  video kasetlere ( bir kaset yıllarca seyredilirdi )  yada kaçak porno flim oynatan sinemelara giderlerdi  (sineme salonunda yüzlerce kişi aynı anda mastürbasyon yapardı ) . Pornografinin bir kıymeti vardı mahrem ve az bulunan bir materyeldi Ama şimdi porno ya ulaşmak gençler için bir telefon kadar yakın istediği anda arama motoruna porno yazıldığı zaman binlerce materyele ulaşılıyor . Bu da dışardan gelen cinsel uyaranlara karşı kişiyi kör ve duyarsız kılıyor . Kişi aç olduğunda bir koku sadece peçenini üzerindeki bir göz bile ereksiyon sağayabilirken aşırı derecede beyine gelen pornografik materyal  dışardan gelen cinsel uyarıları anlamsız kılıyor . Sonrasında gelişen piskojenik sertleşme bozukluğu genç yaştaki  erkekler için problem olmaya başlıyor diyebiliriz

Sonuç olarak bakıldığında mastürbasyonun cinsel problem yapmaması için skor odaklı değil haz odaklı yapılması,travmatik olarak yapılmaması,evlilik içinde yapılmaması ,pornografi ile beraber yapılmaması öneriler içinde onun dışında haftada 2 yada 3 kez yapılmasında  herhangi bir sakınca olduğunu düşünmüyorum 


Travmatik Mastürbasyon Sendromu (TMS) nedir?

Travmatik Mastürbasyon Sendromu’nun ilk kez 1998 yılında Dr. Lawrence Sank tarafından tanımlandığını söyleyen CİSED Başkanı Cem Keçe; “Travmatik Mastürbasyon Sendromu (TMS) bazı erkeklerin yatağa yüzüstü (yüzükoyun) pozisyonda uzanarak ve penislerini yatağa, yastığa, döşemeye ya da ellerine sürterek mastürbasyon yapma alışkanlıklarına verilen isimdir.” dedi.

 

Yüzüstü şekilde mastürbasyon yapmanın sakıncaları var mı?

Yüzüstü şekilde mastürbasyon yapmanın sakıncalarına dikkat çeken CİSED Genel Sekreteri Psk. Gülüm Bacanak; “Yüzüstü bir şekilde mastürbasyon yapmak penise ve özellikle de penis tabanına aşırı bir baskı uygulanmasına neden olmakta ve bu etki normal bir mastürbasyon ya da cinsel ilişkiyle sağlanamamaktadır. Bu da yüzüstü şekilde mastürbasyon yapmaya alışan kişilerin normal cinsel ilişki kurmalarına engel olabilmektedir.” dedi.

 

Travmatik Mastürbasyon Sendromu yaşayan erkekler misyoner pozisyonunu tercih ediyorlar

Travmatik Mastürbasyon Sendromu yaşayan erkeklerde en sık görülen cinsel işlev bozukluklarının anorgazmi ya da geç boşalma olduğunu söyleyen CİSED Başkanı Cem Keçe; “Ayrıca Travmatik Mastürbasyon Sendromu yaşayan çoğu erkekte ereksiyon sorunları da görülebilmektedir. Bu sorunu yaşayan erkeklerde; cinsel ilişkiyi yarım saatten fazla sürdürdükten sonra orgazma ulaşamama ve penisi vajinadan çıkararak partnerin bacağına ya da yatağa bastırarak boşalma çok yaygındır. Bu erkeklerin partnerleri bu durumu rahatsız edici ve garip olarak nitelendirirler. Hatta erkeğin cinsel ilişkiyle orgazma ulaşamamasını kendi suçları olarak bile görebilirler. Yüzüstü (yüzü koyun) pozisyonda mastürbasyon yapan erkeklerin %60’ı cinsel ilişkilerinin çoğunda anorgazmi ve geç boşalma sorunundan şikayet ederken, sırtüstü uzanmış bir şekilde mastürbasyon yapan erkeklerin sadece %4’ü aynı şikayetlerde bulunmaktadır. Yine yüzüstü mastürbasyon yapan erkeklerin üçte biri ereksiyon sorunları yaşarken, bu oran sırtüstü uzanarak mastürbasyon yapan erkeklerde sadece %5’dir. Ayrıca yüzüstü şekilde mastürbasyon yapmaya alışan erkeklerin çoğu -eğer cinsel ilişki kurabiliyorlarsa- misyoner pozisyonunu tercih ettiklerini ve oral seksten de zevk almadıklarını bildirmişlerdir. Ancak partnerlerinin penislerini elle uyarması hoşlarına gitmektedir.” dedi.

 

Travmatik Mastürbasyon Sendromu nasıl oluşur?

Erkeklerin %90’ından fazlasının mastürbasyonu kişisel keşif yoluyla öğrendiğine dikkat çeken CİSED Genel Sekreteri Psk. Gülüm Bacanak; “Travmatik Mastürbasyon Sendromu yaşayan erkeklerin yanlış bir keşif yapmış oldukları söylenebilir. Mastürbasyonu başkasından öğrenenler genellikle geleneksel mastürbasyon yöntemini öğrenirler. Erkeklerin %90’dan fazlası arkalarına yaslanıp penisi bir elleriyle aşağı yukarı sıvazlayarak mastürbasyon yaparlar. Travmatik Mastürbasyon Sendromu yaşayan erkeklerin çoğu da bu yöntemi bilir, ancak kendi yöntemleri onlara normal mastürbasyondan daha az zararlı ya da daha eğlenceli gelebilir. Ayrıca kendilerini sanki misyoner pozisyonunu taklit ediyormuş gibi de hissedebilirler. Ancak gerçekte geleneksel yolla mastürbasyon yapanların, yüzüstü şekilde mastürbasyon yapmaya alışan erkeklere göre cinsel ilişkiye daha kolay uyum sağladıkları görülmektedir.” dedi.

 

Travmatik Mastürbasyon Sendromu’nun tedavi nasıl olur?

Travmatik Mastürbasyon Sendromu’nun tedavisinin olduğunu söyleyen CİSED Başkanı Cem Keçe; “Öncelikle bu kişilerin yüzüstü uzanarak mastürbasyon yapma alışkanlığından vazgeçmesi ve geleneksel mastürbasyona alışmaları gerekmektedir. Bu biraz zaman alacaktır ve bu sürede orgazm olma güçlüğü yaşanabilir. Yüzüstü şekilde mastürbasyon yapmaya alışan erkekler genellikle bunu her gün yaparlar. Bu dönemde mastürbasyon sınırlaması konulup, haftada birkaç defaya indirilebilir. Böylece bir süre mastürbasyon yapılmadığında penis duyumlara karşı daha hassaslaşacaktır ve geleneksel yönteme alışmak kolaylaşacaktır.Çoğu erkek uyku öncesi yataktayken ya da uykuya dalmayı kolaylaştırmak için mastürbasyon yapmayı tercih eder. Eğer mastürbasyona ara vermek uyku sorunun devamına yol açıyorsa, önce uyku sorunun çözümü ile ilgili bir tedavi uygulanması da faydalı olacaktır.En az 1 ay boyunca kişi geleneksel mastürbasyona alıştıktan sonra, cinsel ilişkiye uyum sağlama evresine geçilmelidir. Cinsel ilişki kurma ile Travmatik Mastürbasyon Sendromu tedavi olmaz. Travmatik Mastürbasyon Sendromu’dan kurtulmanın yolu geleneksel mastürbasyonun öğrenilmesidir. Bu sabır isteyen bir süreçtir. Ayrıca yüzüstü şekilde mastürbasyon yapmaktan vazgeçmek o kişileri cinsel açıdan deneyimlere daha açık hale getirecektir.” dedi.

           

            CİSED 20 erkek üzerinde bir araştırma yaptı

CİSED 20 erkek üzerinde bir araştırma yaptığını söyleyen CİSED Genel Sekreteri Psk. Gülüm Bacanak; “CİSED olarak erektil disfonksiyon (iktidarsızlık) tanısı almış 20 erkek üzerinde yürüttüğümüz bir çalışmada; mastürbasyon alışkanlıklarının ve Travmatik Mastürbasyon Sendromu’nun erektil disfonksiyon üzerinde %20 oranında etkili olduğu gördük. Ayrıca Travmatik Mastürbasyon Sendromu tek başına bir cinsel işlev bozukluğuna sebep olmasa bile, ortaya çıkartıcı bir etken olarak diğer nedenlerle birlikte rol oynayabilir.” dedi.

kaynak

https://www.cised.org.tr/sayfa102.html#:~:text=Bu%20sorunu%20ya%C5%9Fayan%20erkeklerde%3B%20cinsel,edici%20ve%20garip%20olarak%20nitelendirirler.

https://www.omurerdemakkaya.com/masturbasyon-nasil-ve-neden-sertlesme-bozuklugu-yaratir


Yayınlanma: 26.11.2023 12:07

Son Güncelleme: 16.08.2024 17:40

Psikolog

Hidayet

ÇALIŞKAN

Psikolog

(*)(*)(*)(*)(*)

Uzmanlıklar:

İlişki / Evlilik Problemleri , Çocuk ve Ergenlik Dönemi Ruhsal Sorunları , Depresyon ve Mutsuzluk
Online TerapiOnline Ter...
süre 45 dk
ücret 2300
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
Hizmet vermiyor
Bunları da sevebilirsiniz...

Hayır deme sanatı

Sağlıklı sınırlar huzurlu bir zihin getirir.İletişimlerde hayır diyememenin bazı getiri ve götürüleri vardır. Örneğin, karşımızdaki kişiyi kırmamak ve ilişkinin sarsılmaması bizim için bir yarardır. Öte yandan lüzumsuz bir durumun içerisine girmek veya bir sohbeti bitirip yapmamız gerekenlerle ilgilenmek istediğimizi söyleyemediğimiz için bir yerde mahsur kalmak da hiç kuşkusuz bir götürüdür. Acaba bu yarar ve zararları gözetirken bazen kendi önceliklerimizin bulanıklaştığı kendimizi istemediğimiz bir durumda ikinci plana attığımız oluyor olabilir mi?İnsan birçok durumda hayır deme zorunluluğundadır, örneğin karnı tokken bir yiyecek ikramına, vakti yokken bir sohbete, yorgunken fiziksel bir yardıma veya mali olarak bütçesini sarsacak bir borç vermeye... Uzaktan bakıp düşündüğümüz zaman bunlar epey bariz örneklerdir ancak yaşarken kendi zihnimiz bazen karşı tarafın neler düşünebileceğine gereğinden fazla odaklanır, ben ona şuan katılmazsam benimle bir daha bu kadar samimi olmayabilir gibi düşüncelere girer. Buna eşlik eden bir kaygı ortaya çıkar ve kişi pasif bir onaylama haline girip kendisini karşı tarafa teslim eder. Ancak burada daha yakından baktığımız zaman karşı tarafın talebini tam anlamıyla anlamamış olduğumuzu görürüz. Çünkü karşımızdaki kişi yalnızca ufak bir sorunu çözmek için yardım arayışında olabilir ve bunu çözebilecek çeşitli insanları zihninden geçirip onlardan sırayla yardım isteyecek ve müsait olan ve ona yardımcı olmaya istekli bir kişiyi bulana kadar devam edecektir. Burada yardım talebi de gayet insanidir, hayır demek de öyle. Burada dönüp dolaşan olay kendisine soru sorulmuş olan kişinin zihnindedir.Hayır demekte zorlanan kişinin zihnini incelediğimizde birkaç şey gözümüze çarpar. Bunlar:Karşıdaki kişiyi incitmekten korkmak: İnsanların karşısındaki kişiyi anlamak için yapacağı ilk iş kendi anlayış biçimine onun da sahip olduğunu düşünmek ve onu kendisi gibi bilmektir. Bir kişi eğer ki reddedilmeye karşı büyük bir hassasiyete sahip ise karşısındaki kişinin de bu konuda hassas olacağını düşünür ve bir konuda hayır derse onu kırmış olacağını düşünür (bunun bilinçli bir düşünme olması gerekmez).Hayır demenin kendisine bir yaptırım olarak döneceğine olan abartılı bir inanç: Yetiştiği ailede diktatörlük olan kişiler kendi gelişimlerinde herhangi bir şeye hayır diyememiş ve bu becerisini geliştirememiş kişilerdir. Bu kişiler kendi ihtiyaç veya isteklerini belirttikleri vakit bencil olmakla suçlanmış, herhangi bir şeye akıllarının ermeyeceği şeklinde cesaretleri kırılmış kişilerdir ve o aile ortamındaki eleştirel sesi içselleştirmişlerdir. Karşılarına çıkan kişilere de zihnindeki kalıplara uygun roller biçmiş ve hayır dediği vakit (kendi isteğini belirttiğinde) kendisini buna pişman etmek için fırsat kollamaya başlayacağını düşünmeye başlayacaktır.Bir şeye karşı çıktığı vakit artık sevilmeyeceğine inanmak: Aile içinde belki de duygusal olarak en temel ihtiyaçlardan birisi koşulsuz sevgidir. Koşulsuz sevgi bir kişinin kendini sevebilmesi için en temel ihtiyaçtır. Sevgi ve sevilmek düşüncelere, tercihlere, başarılara, zenginliğe göre artıp azalan bir şey değildir. Ancak sevginin bir ifadesi olan ilgi düzenli olarak koşullara bağlı olarak gösteriliyorsa kişi kendisini ilgi göreceği, sevileceği koşulları yarattığı müddetçe sevilebilir bir varlık olarak görecektir. Bu durum ise kişinin kendisini sevmesini her zaman koşullara bağlı kılacaktır. Koşullara bağlı sevilmeye inanmış kişi ise kendisini o koşullar içinde tutacak, ihtiyaçlarını belirtmeyecek ve hayır diyemeyecektir.Karşıdaki kişinin her zaman kendinden daha yetkin olduğuna dair inanç: Çocukluğundan itibaren fikri sorulmayan, kendisine bir ifade alanı tanınmayan kişiler ruhunun fikir üreten, anlayan, çözüm üreten ve tercih eden yanını ötekilere devretmiştir. Bu o kişinin kendisini aşağılanmadan koruma yoludur. Hangi yemeği yiyeceğinden evleneceği kişiyi seçmeye kadar kendi kararını başkalarına devreden insanları görürüz hayatta. Bu kişiler için karşıdaki kişiye hayır demek çok büyük bir hale gelmiştir ve çoğunlukla ötekilerin buyrukları katlanılmaz hale geldiğinde herkesle iletişimi kesme, çılgınca tepkiler verme hatta insanlara ve kendine zarar verme şeklinde ortaya çıkabilir. Oysaki yerinde söylenmiş sade ve net bir hayır bazen kişiyi içinden yıllarca çıkamayacağı dertlerden kurtarabilir.Bu gibi durumların örnekleri çoğaltılabilir ancak şuan bu konuyu daha teorik bir şekilde ele almak istiyorum. Sigmund Freud' un psikanalitik gelişim teorisinde ikinci gelişim evresi olan anal dönem çocuğun ben ve hayır kelimesini öğrendiği dönemdir. Bu dönemde çocuğun ilk kez kendi kontolü altında olan unsurun ortaya çıktığı dönemdir. Dışkılama kontolü gelişir ve tutma bırakma becerisi kişilik için bir dönüm noktasıdır. Bu şekilde başlayan yeni beceri ben ve hayır demektir. Çocuk karşısındakinin kontrolüne karşılık kendi kontrol duygusunu geliştirir. Bu yanlızca bir tuvalet eğitimi meselesi değildir. Kendi istekleri ile dünyanın kuralları, ötekinin beklentisi arasında bir köprü kurma becerisini geliştirme yolculuğudur. Temel kargaşa ötekinin dediğine tamamen teslim olmak ile yalnızca kendi istediklerini yapmak arasında bir yer bulabilmektir. (1) Çocuğun kendi işlerini yapmaya karşı olan arzusu, yapacaklarına dair karar verme becerisi oluşmaya başlar. Burada ebeveynlerinden iki uç tepki arasında bir tepkiyle karşılaşır; mutlak kontrolcülük ve tamamen serbest bırakmak. Bu iki uçtan mutlak kontrolcülüğe yakın olan ebeveynler çocuklarının her yapıp ettiğini kontrol etme, yönlendirme eğiliminde olur ve çocuk buna karşı bir mücadele içerisine girer. Ağlar, bağırır, vurur, istenilenin tam tersini yapar... Ancak bir zaman sonra bu güçle mücadele edemeyeceğini anladıktan sonra buna teslim olur ve kendi davranışlarını anormal bir düzeyde karşısındakine kendini beğendirmek için yapar hale gelir. Belki dışarıdan uslu bir çocuk olarak görünür ancak kend yaşantısını ötekileri memnun etmek için yaşayan bir insan haline gelir. İşte bu kişi ebeveyni ile kurduğu bu ilişikinin zihninde oturması sonucu yetişkinlik hayatında hayır demeye kendinde güç bulamaz, hem karşısındakine gücü yetmez hiçbir zaman hem de karşısındakinin gazabını uyandırmaktan korkar. Oysa ki sağlıklı olan çocuğun kendi ihtiyaçları için çoğunlukla kendisinin yol bulmasına izin vermek ve rehberliğe ihtiyacı olduğunda veya zarar gördüğünde çocuğa destek olunmasıdır. Bu şekilde yetişen bir çocuk durumları değerlendirirken hem kendisini hem de karşısındakini önemser. Terapi buna sahip olamamış kişilerin sonradan bu güvenlik duygusuna sahip olmasını sağlar. Bir diğer başlık olaraksa nezakete uygun olarak hayır demenin yollarını öğrenmektir. Bunun içinse size Türk kültüründe net ve kibar reddetme stratejilerinden bazılarını sıralayacağım (2):Açık ve kesin bir dille reddetme: Muhatabınızı hayır, olmaz, istemez, olmaz ifadeleri ile reddetmektir. X: Nedir bu halin? Gel biraz dinlen, çay içelim. Y: Olmaz, şuan başka bir yere gidiyorum.Açıklama yaparak reddetme: Muhatabınızın isteğini bir gerekçe bildirerek reddetmektir. X: Gece kalsanıza. Y: Bir işim var, bu akşam İstanbul'da olmalıyım.Kibar dille reddetmek: Karşıdaki muhatabın isteğini ona rahatsızlık vermemek yolu ile reddetmek. X: Gideceğiniz yere ben bırakayım sizi. Y: Zahmet vermeyelim size, gideceğimiz yer yakın zaten.Tercih belirterek reddetmek: Reddettikten sonra tekliften başka neyi tercih ettiğimizi belli etmektir. X: Ben de seninle geleyim. Y: Olmaz, yalnız gitmek istiyorum.Konuyu değiştirerek reddetme: Teklife ufak bir cevap verdikten sonra başka bir yöne yönelmektir. X: Benim şu işi bi hallediversek? Y: Şuan bunun yeri değil. Bir bardak su alabilir miyim?Teşekkür ederek reddetme: İyi niyetli olduğunu bildiğiniz bir teklife teşekkürle yanıt verip sonrasında reddetmektir. X: Sizin hastane işlerinizi halledelim isterseniz? Y: Teşekkür ederim ancak biz o işi hallettik.İşte bu ve buna benzer basit ama etkili yollarla karşıdaki kişileri incitmeden ve kendimiz de istemediğimiz şeylere dahil olmadan iletişime devam edebiliriz. Hayır demenin hayattaki önemi bazen kendimizi çok alakasız durumlarda bulduğumuzda aklımıza gelir ancak hayır demek evet demek kadar normaldir.Kaynakça:Freud, S. (2000). Cinsellik üzerine üç deneme (A. Yalçıntan, Çev.). Payel Yayınları.Çürük, M. S. (2014). Türkiye Türkçesindeki reddetme stratejilerine bir bakış. Türk Kültürü Araştırmaları Dergisi, 33, 1–19.

Kabullenememek: Görmezden Geldikçe Büyüyen Bir Acı

Hayatta bazen öyle anlar olur ki, olanı olduğu gibi kabul etmek en zor şey haline gelir. Yaşadığımız bir olay, hissettiğimiz bir duygu ya da içimize sinmeyen bir gerçekle yüzleşmek… Bazen o kadar ağır gelir ki, zihnimiz hemen devreye girer:Bu gerçek olamaz...Bunu hak etmedim...Böyle olmamalıydı...İşte tam da burada başlar içsel savaş. Zihin bir yandan inkâr eder, kalp bir yandan ağrır. Ve biz bu ikisinin arasında kalakalırız. Kabullenememek bir savunmadır aslında. Bizi korumaya çalışan, acıyı biraz daha ertelemeye çalışan bir refleks. Ancak her bastırılan duygu gibi, bu da içimizde büyür. Göz ardı ettikçe bizi daha çok zorlayan bir yük haline gelir.“Bu böyle olmamalıydı…”Kabullenemediğimiz şey sadece yaşadıklarımız değil; bazen kendimiz de olabiliriz. Bir davranışımız, bir seçimimiz, bir özelliğimiz... “Ben böyle biri değilim” deriz, “Bunu nasıl yaptım?” deriz ya da “Keşke öyle olmasaydı.” Bu sözlerin arkasında pişmanlık da olabilir, hayal kırıklığı da hatta öfke bile…Kabullenemediğimiz şeyler çoğu zaman günlük hayatımıza da yansır. Örneğin, biten bir ilişkiyi kabullenemediğimizde kendimizi sürekli geçmişte yaşarken buluruz. İş yerinde yaşanan bir haksızlığı kabullenemediğimizde içten içe öfkemizi büyütürüz. Sevdiğimiz birinin artık hayatımızda olmadığını kabullenemediğimizde yas sürecine adım atamaz, içimize kapanırız. Bu örnekler çoğaltılabilir çünkü kabullenememek hayattan uzaklaştırır. Gerçeklikten koparır. Olanla barışamayınca, olmayana tutunuruz.Kabullenmek, pes etmek değildir!Çoğu kişi kabullenmeyi bir yenilgi gibi görür. Oysa kabullenmek, olanı olduğu gibi görmek ve onunla birlikte yaşamanın yollarını bulmaktır. Direnmeyi bırakıp, yavaş yavaş iyileşmeye yer açmaktır. “Evet, bu oldu. Ama ben bununla ne yapabilirim?” sorusunu sorabildiğimiz anda başlar aslında değişim.Kabullenmek, hayata yeniden temas etmektir. Kendini olduğu gibi görmeye, hissettiklerini tanımaya ve içinden geçtiğin süreçlere saygı duymaya başlamak demektir. Bu, çok kıymetli bir adımdır.Peki, neden bu kadar zor?Çünkü insanız. Ve insan olmak bazen acı verir. Her şey kontrolümüzde olsun isteriz. Kalbimiz kırılmasın, hatalar yapmayalım, sevdiğimiz insanlar hep yanımızda olsun... Ama hayat böyle değildir. Ve bu gerçek, her zaman kolay kabullenilmez.Ayrıca çoğu zaman kendimizi güçlü hissetmek zorunda hissederiz. "Ben böyle bir şeyle baş edemem" demek, zayıflık gibi gelir. Oysa en büyük güç bazen çaresizliğimizi kabul edebilmektir. Çünkü ancak kabul ettiğimiz şeyleri dönüştürebiliriz.Duygularla yüzleşmek, içsel direnci kırmak kolay değildir. Bu yüzden birçok kişi, acıyı bastırmak için meşguliyet üretir. Yoğun çalışır, duygulardan uzak durur, eğlencenin içinde kaybolur. Ama ertelenen hiçbir duygu yok olmaz. Uygun bir zaman, bir tetikleyiciyle yeniden kendini hatırlatır. Bu da zamanla daha büyük bir zihinsel yük oluşturur.Unutulmamalıdır ki:Bazen insanlar dışarıdan bakıldığında son derece güçlü, sakin ve kontrollü görünebilir. Ancak iç dünyasında neler olup bittiğini kimse bilmez. “İyiyim” demek kolaydır çünkü gerçek duyguları anlatmak, bazen onları kendine bile itiraf etmek zordur. Ama bastırılan her şey bir yerde kendini gösterir: bir gece aniden gelen ağlama hissinde, durduk yere ortaya çıkan öfke patlamalarında ya da hiçbir şeyden keyif alamadığın o sessiz günlerde…Kabullenememek çoğu zaman duyguların üzerini örtmek gibi görünür, ama aslında o duygular içimizde kendi yolunu bulup dışarı çıkmanın bir yolunu arar. Oysa her duygunun görülmeye, duyulmaya ve anlaşılmaya ihtiyacı vardır. Bu yüzden kabullenmek, sadece zihinsel bir süreç değil, aynı zamanda kalbe de temas eden bir içsel yolculuktur.Hayatın bazı dönemleri zordur ve insan bazen nereye tutunacağını bilemez. İşte o anlarda biriyle konuşmak, sadece dinlenmek bile çok şey değiştirebilir. İçinden çıkamadığın duyguları paylaşabildiğinde, o yük hafifler. Ve bu hafiflik, zamanla yerini daha sağlam bir iç dengeye bırakır. Zamanla fark edersin ki; bu denge seni aradığın huzura biraz daha yakınlaştırmış ve kara bulutlar artık senin üzerinden kalkmaya başlamıştır.Kabullenmek, psikolojik sağlamlığımız açısından etkili bir nokta olmakla beraber, insanı olgunlaştıran da bir eylemdir. Bu süreç; kişinin kendini tanımasını, duygularıyla yüzleşmesini ve gerçeklerle barışmasını sağlar. Ancak bazı durumlarda bu eylemi gerçekleştirmek, bireyin destek almadan üstesinden gelemeyeceği kadar zorlayıcı olabilir. Özellikle birey bu süreci yaşarken denge kavramını unutmamalıdır; zira bu denge, hem içsel huzur hem de sağlıklı ilerleyiş için temel bir gerekliliktir.Değiştiremeyeceklerimizi kabullenmek bir olgunluksa, değiştirebileceklerimizi fark etmek bir gelişimdir. Hayat, bu ikisi arasındaki dengeyi kurabilme sanatıdır ve bu dengeyi kurabilen birey, yaşamın zorlukları karşısında daha dirençli ve esnek bir duruş sergileyebilir.Terapi bu noktada ne sağlar?İçinde taşıdığın ama adını koyamadığın duygularla yüzleşmek, çoğu zaman tek başına zorlayıcıdır. Bu noktada terapi, sana yargılanmadan dinleneceğin, duygularını anlamlandırabileceğin ve kendi hızında ilerleyebileceğin güvenli bir alan sunar.Ben seanslarımda bilişsel davranışçı terapi ve çözüm odaklı terapi yaklaşımlarını esas alıyor, her süreci danışanın ihtiyacına göre esnek bir şekilde yapılandırıyorum. Terapiye başlamadan önce 5-10 dakikalık kısa bir ön görüşme fırsatı tanıyorum. Bu süreç, senin neye ihtiyaç duyduğunu birlikte anlamak için ilk adımdır. Seanslarımız ortalama 50 dakika sürer.Güven, açıklık ve birlikte yol alma duygusu benim için bu sürecin temelini oluşturur. Çünkü biliyorum ki birinin sadece seni anlamaya çalışması bile bazen çok şey değiştirir.Belki de ilk adım sadece fark etmektir...Kendine sormayı deneyebilirsin: “Hayatımda kabullenmekte zorlandığım ne var?”, “Beni en çok yoran duygu ne?”, “Ne zaman gerçekten kendimle yüzleştim?”Eğer bu sorular sende bir şeyleri harekete geçiriyorsa, yalnız olmadığını bilmeni isterim. Bu duygularla birlikte yaşamanın daha sağlıklı yolları var. Ve bu yolları birlikte keşfetmek mümkün.Hazır hissettiğinde, bu yolculukta sana eşlik etmekten memnuniyet duyarım :)

Tayfun AKGÜN 01.08.2025

Hiçbir Şey Yapmak İstememek: Depresyon mu, Geçici Bir Durum mu?

Günlük yaşamda zaman zaman kendimizi hiçbir şey yapmak istemezken bulmamız oldukça doğaldır. Hayatın temposu, üst üste gelen sorumluluklar, yaşanan duygusal zorluklar ya da fiziksel yorgunluklar kimi günleri daha ağır geçirmemize neden olabilir. Ancak bu durumun süresi uzadığında, kişinin işlevselliğini etkilemeye başladığında ve bazı başka belirtilerle birlikte ortaya çıktığında, altta yatan daha ciddi bir durumun, özellikle de majör depresif bozukluğun habercisi olabilir.Depresyon Belirtisi Olabilir mi?Hiçbir şey yapmak istememe hali, depresyonun en yaygın ve en çok göz ardı edilen belirtilerinden biridir. Kişi, sabahları yataktan kalkmakta zorlanabilir, gün içinde yaptığı işler anlamını yitirmiş gibi hissedebilir ve bir zamanlar ona keyif veren şeyler artık anlamsız ya da yük gibi gelebilir. Özellikle aşağıdaki belirtilerle birlikte görülüyorsa, bu tablo profesyonel bir değerlendirmeyi gerektirebilir: • En az iki haftadır devam eden isteksizlik ve keyif alamama hali • Günlük işleri yerine getirmekte zorlanma • Sabah yataktan kalkmada güçlük • Daha önce zevk alınan aktivitelere karşı ilgi kaybı • Sürekli yorgunluk hissi, enerji düşüklüğü • Dikkat dağınıklığı, karar vermede zorlanma • İştah ya da uyku düzeninde belirgin değişiklikler • Umutsuzluk, değersizlik veya suçluluk duyguları • Ölüm ya da intihar düşünceleriBu belirtiler, kişinin ruhsal sağlığını ciddi ölçüde etkileyebilir ve yaşam kalitesini gözle görülür şekilde düşürebilir. Bu noktada bir uzmandan destek almak, kişinin içinden çıkamadığını düşündüğü bu döngüyü kırmak adına çok önemli bir adımdır.Her İsteksizlik Depresyon Anlamına GelmezBununla birlikte, her “hiçbir şey yapmak istememe” hali depresyonla açıklanamaz. Günümüzde birçok birey; • Yoğun iş ve yaşam stresi • Tükenmişlik sendromu • Mevsimsel geçişler ve hava değişimleri • Uzun süreli fiziksel yorgunluk • Hormonal değişiklikler (örneğin tiroid sorunları, regl döngüsü, menopoz) • Travmatik olaylar (ayrılık, kayıp, taşınma vb.)sonucunda da geçici olarak motivasyon kaybı, isteksizlik, durgunluk ve duygusal yorgunluk yaşayabilir. Bu duygular çoğunlukla normal ve geçici bir süreçtir. Doğru dinlenme, sosyal destek, duygulara alan açma ve bazı yaşam düzenlemeleriyle kişi bu dönemleri atlatabilir.Ancak sürecin uzaması, şiddetlenmesi ve yaşamı aksatacak düzeye ulaşması durumunda bu duygular artık klinik değerlendirme gerektiren bir ruhsal duruma işaret edebilir.Ne Zaman Yardım Alınmalı?İsteksizlik hali sürekli hale geldiyse, kişinin kendine, çevresine ya da yaşamına ilgisi giderek azalıyorsa, günlük sorumlulukları yerine getirmekte zorlanıyorsa ve yukarıda sayılan diğer belirtilerle beraber görülüyorsa, bir uzmana başvurmak ertelenmemelidir. Unutulmamalıdır ki, depresyon zamanla derinleşebilir ve kişinin sosyal, akademik, mesleki ya da ailevi alanlarını olumsuz etkileyebilir. Bu nedenle erken müdahale, tedavi sürecini kolaylaştırır ve kişinin yaşadığı duygusal yükü hafifletir.Terapi Süreci Neyi Değiştirir?Birçok kişi, “Geçer,” “Herkesin başına geliyor,” ya da “Biraz daha sabretmeliyim,” gibi düşüncelerle yardım almaktan kaçınabilir. Oysa profesyonel destek, kişinin yaşadığı süreci anlamlandırmasına, duygularını düzenlemesine, düşünce kalıplarını fark etmesine ve içsel kaynaklarını yeniden hatırlamasına yardımcı olur.Terapi, sadece tanı koymak ya da semptomları hafifletmek için değil; aynı zamanda kişinin kendini daha iyi tanıması, ihtiyaçlarını fark etmesi ve yaşamla kurduğu ilişkiyi yeniden yapılandırması için güvenli ve destekleyici bir alandır.Yorgunluk Mu, Depresyon Mu?Her isteksizlik depresyon değildir; ama her isteksizlik de hafife alınmamalıdır. Bu farkı anlayabilmek çoğu zaman dışarıdan bakıldığında kolay değildir. Kimi zaman kişi sadece kötü bir dönemden geçmektedir ve bu dönemi destekle, dinlenmeyle ve duygusal farkındalıkla atlatabilir. Kimi zaman ise bu hislerin altında daha derin ve sürekli bir duygusal yük vardır.İşte bu ayrımı yapabilmek çoğu zaman ancak terapi süreci ile mümkün olur.Duyguları Bastırmak Yerine AnlamlandırmakToplumda hâlâ depresyona dair birçok yanlış inanç var. “Güçlü olmalısın”, “Kafana takmazsan geçer” gibi ifadeler, kişilerin yaşadıkları zor duyguları bastırmalarına, utanç duymalarına veya yardım aramaktan çekinmelerine yol açabiliyor. Oysa duygularımız bize bir şey anlatmak ister; onları bastırmak yerine anlamlandırmak, uzun vadede çok daha iyileştirici bir süreçtir.Kendini halsiz, isteksiz, kopuk ya da boşlukta hisseden birey, aslında zihinsel ve duygusal düzeyde bir yük taşıyordur. Bu yükün kaynağı geçmiş travmalar, kronik stres, çocukluk dönemi deneyimleri veya yaşamda bir şeylerin anlamını yitirmiş olması olabilir. Kimi zaman kişi bu duyguların nedenini net şekilde bile tanımlayamayabilir. İşte bu noktada psikoterapi, yalnızca belirtileri hedef almaz; aynı zamanda bu içsel yüklerin kaynağına inmeyi ve kişiye yeniden yön buldurmayı amaçlar.Destek Almak Güçsüzlük Değil, Bilinçli Bir AdımdırDestek istemek, zayıf ya da başa çıkamaz olmak anlamına gelmez. Aksine, bu kişinin kendisine ve yaşamına gösterdiği bir özenin, iyileşme isteğinin göstergesidir. Psikolojik destek almak, sadece semptomları ortadan kaldırmakla kalmaz; bireyin içsel kaynaklarını fark etmesine, duygusal dayanıklılığını artırmasına ve hayatla kurduğu bağları onarmasına da katkı sağlar.Tıpkı fiziksel rahatsızlıklarda doktora başvurduğumuz gibi, ruhsal süreçlerde de profesyonel yardıma başvurmak en doğal haktır. İyileşmek, zaman alır ama mümkündür. Ve bu yolda atılan her adım değerlidir.Unutmayın:Kendinizi uzun süredir tükenmiş, anlamsız ya da yalnız hissediyorsanız, bu duyguların altında yatan nedenleri birlikte keşfetmek mümkün. Hayatın zorlayıcı dönemlerinde destek almak bir lüks değil, ihtiyaçtır. Unutmayın, iyileşmek bir süreçtir ve bu süreçte profesyonel bir eşlikçiyle yola çıkmak hem güven verici hem de dönüştürücü olabilir. Ruh sağlığı, beden sağlığı kadar gerçek ve önemlidir. Kendinizi kötü hissetmeniz, bir şeylerin ters gittiğini gösteriyor olabilir. Ve siz, bu konuda yalnız değilsiniz.Bu Süreçte Size İyi Gelebilecek Bazı ÖnerilerGünlük rutine küçük adımlarla geri dönün:Kendinizi motive hissetmeseniz bile her gün aynı saatte uyanmak, duş almak, kısa yürüyüşler yapmak gibi basit ama düzenli alışkanlıklar zihinsel toparlanmayı destekler.Kendinize karşı nazik olun:Bu dönemde kendinizi yargılamak yerine, yaşadığınız duygulara şefkatle yaklaşın. “Neden böyle hissediyorum?” yerine “Şu an kendime nasıl destek olabilirim?” sorusunu deneyin.Duygularınızı yazıya dökün:Günlük tutmak; bastırılan duyguları fark etmenize, düşünce kalıplarınızı gözlemlemenize ve zihninizi boşaltmanıza yardımcı olabilir.Sosyal izolasyona karşı küçük bağlantılar kurun:Tüm günü yalnız geçirmek yerine bir arkadaşınızla mesajlaşmak, sevdiğiniz biriyle kısa bir telefon görüşmesi yapmak bile ruh halinizi olumlu etkileyebilir.Gerçekçi hedefler belirleyin:Bu süreçte büyük planlar yerine küçük ve ulaşılabilir hedefler koymak, kendinize olan güveni yeniden inşa etmenize yardımcı olur.En önemlisi de çevrenizdeki yakınlarınızdan veya bir uzmandan destek almaktan çekinmeyin.Elif SEÇİLMİŞUzman Klinik Psikolog