1. Uzman
  2. Hidayet ÇALIŞKAN
  3. Blog Yazıları
  4. Romantik İlişkimlerimde beni sevmeyen insanlara bağlanıyorum sorun bende mi?

Romantik İlişkimlerimde beni sevmeyen insanlara bağlanıyorum sorun bende mi?

Bağlanma, her canlının yaşamında yeme içme kadar doğal bir ihtiyaçtır. Bu yazımızda sizlere ilişkilerde bağlanma stilleri hakkında sizlere bilgi vereceğiz.

İnsanın bağ kurması, desteklenmesi, zor zamanlarında birinin kendisini iyi hissettirmesi, sevmek, sevilmek, onaylanmak, takdir edilmek, zorlukları birlikte aşabilmek; bunların hepsi bağ kurmanın önemli unsurlarındandır. Her insan hayatında bu unsurlara ihtiyaç duyar. Hatta bu ihtiyaçlar nedeniyle de insanlar bir araya gelirler, derinlikli ilişkiler kurarlar, evlenirler ve ailelerini genişletirler. Bu şekilde kurulan ilişkilerin temelinde güven faktörü yatar. 

Sağlıklı bağlanan kişiler ilişki içinde kendilerini güvende hissederler ve çiftler aralarında sağlam bir bağın olduğunu bilirler. Bu bağların nasıl kurulduğu, ilişkide güvende olma hissinin nasıl sağlandığına yönelik bazı düşünce ve davranış kalıpları vardır. Bunlara ilişkilerde bağlanma stilleri adı verilir. İlişkilerde bağlanma stilleri; güvenli bağlanma stili ve güvensiz bağlanma stilleri olarak iki gruba ayrılır.

Güvenli bağlanma stili dünyanın her yerinde aynı unsurlara dayanan ve sağlıklı bağlanma olarak da bilinen ilişkilerde bağlanma stilleri arasında tekken, güvensiz bağlanma stilleri grubunun içerisinde kaygılı bağlanma, kaçıngan bağlanma ve korkulu kaçınmacı bağlanma (hem kaçıngan hem de kaygılı bağlanma stilinin kombinasyonu) yer alır. 

İlişkide Kaygılı Bağlanma Stili

Kaygılı Bağlanan Kişiler İlişkide Nasıl Düşünürler?

Kaygılı bağlanma, adının da üzerinde olduğu gibi bağlanma ilişkisiyle alakalı kaygıları olan kişilerin ilişkilerde bağlanma stillerindendir. Bu bağlanma stiline sahip kişilerin zihinlerinde ilişkileriyle ilgili tehdit algısı vardır. Kişi ilişkisinin eninde sonunda sıkıntıya gireceğini, terk edileceğini, büyük acılar çekeceğini, mutlu olamayacağını, kendisine değer verilmeyeceğini, kimsenin kendisini sevmeyeceğini ve bu yüzden de ömrünün hep yalnız bir şekilde geçeceğini düşünür. Dolayısıyla da kimseye güvenemeyeceğine yönelik bir inanç geliştirir.

Kişinin bağlanma ihtiyacı duyması son derece normal olduğu halde kişinin zihninde kaygılı bağlanmaya hizmet eden bu tarz düşünceleri var ise kişi bu durumdan dolayı çok rahatsız olabilir. Çünkü sürekli bir sorun yaşayacağına dair inançları ve düşünceleri bir süre sonra kişiye duygusal olarak acı verir. Bu kişiler içlerinde hissettiği acıya da seyirci kalmak istemezler. Dolayısıyla acıyı gerçek anlamda yaşatacak durumlar içine girmemeye çalışırlar. Acı çekmemek için yakınlık kurarken bir taraftan da içten içe hep temkinli olmak ister.

Kaygılı bağlanma stiline sahip kişiler ilişkinin belli dönemlerinde kendilerini geri çekebilirler. Özellikle ilişkinin daha çok derinleşeceği bir boyut olan evlilik planlamalarının yapıldığı zamanlarda bu durum daha sık gözlenir. Bu kişiler genellikle evlenmekten korku duyarlar. Kişi evlenirse daha derinlikli bir ilişki yaşayacağından dolayı olası bir terk edilmenin vereceği sıkıntılar daha büyük olur korkusuyla ilişkilerden uzak durmayı tercih edebilirler. Fakat bir noktadan sonra kişide yakınlık kurma ihtiyacı baskın gelip ilişki içine girerler. 

Kaygılı Bağlanan Kişiler Hangi Düşünce Çarpıtmalarının Etkisindedirler?

İlişkilerde bağlanma stillerinden kaygılı bağlanma stiline sahip olan kişiler, korktukları şeylerin başlarına gelmemesi için birtakım davranışlar gösterirler. Genelde bu davranışlar üzücü bir şekilde ilişki içinde başka sorunların ortaya çıkmasına neden olur. Böyle kişiler ilişkide sorunlu olarak algılanabilir, ortaya çıkan davranışları ilişkinin doğasının bozulmasına sebep olabilir.

Aslında bu durum kişinin gerçekten korktuğu şeylerin başına gelmesine neden olabilir. Kaygılı bağlanan kişi partnerini bunaltabilir, bazı davranışları partnerindeki farklı duyguları tetikleyebilir, partnerinin kendisine olan sevgisi, saygısı azalabilir. Böylelikle de kaygılı bağlanan kişi “ben zaten bu ilişkinin de sonunun olmadığını biliyordum, kimseye güvenilmez, kimse beni sevmiyor, herkes beni sorunlu görüyor.” gibi düşüncelerle boğuşur. Aslında bu kişi farkında olmadan kendisini etki altına alan bir dramayı yaşamaya başlar. Bu tür döngüleri tekrar tekrar yaşayan kişiler bunun sonucunda partnerlerine fazla yapışabilirler.

Bu durum aynı bir çocuğun annesi evden gidecekken çocuğun kapı önünde annesinin bacağına yapışıp gitmemesi için yalvarması, annesine yapışması gibidir. Kaygılı bağlanan kişiler çocuk gibi partnerinin her zaman yanında olmasını isterler, partnerinin ilgisine çok yoğun bir şekilde ihtiyaç duyarlar. Kişi partneri yanında olmadığı zaman tıpkı annesinin bacağına yapışan çocuğun annesine duyduğu ayrı kalma kaygısı gibi bu kişi de partnerini kendisinden uzaklaşıp gidecekmiş gibi hisseder.  

Kaygılı Bağlanan Kişilerin Gözünden Partnerleri Nasıldır?

Kaygılı bağlanan kişiler partnerlerini her şeyleri olarak görürler ve partnerine arkadaş, anne, baba, seven, onaylayan, değer veren, mutlu hissettiren, destek veren, zorluklarla baş etmesini sağlayan kişi olarak tüm rol sorumluluklarını yüklerler. Kişi doğal olarak her şeyi onda bulduğu partnerine daha çok yapışma eğilimi gösterir. Durum böyle olunca da kişi işine, sosyal hayatına, kendi ailesine odaklanmak yerine kendi ilişkisini fazlaca ön planda tutar.

Kaygılı bağlanan kişiler partnerlerine karşı kıskançlık duyabilirler. Kişi partneriyle kurduğu bağı kaybetmekle alakalı büyük endişe duyduğu için sürekli kendisini diken üstünde hissederler. Dolayısıyla bu kişiler partnerlerinin gitmesi, terk etmesi, kendisini sevmemesi konusunda büyük korku duyarlar. Partnerinin kendisine verdiği değeri, sevgiyi başkasına verebileceğiyle ilgili çeşitli olumsuz düşünceler geliştirirler. Bu durum da ilişkide yüksek oranda kıskançlık yaşanmasına sebep olabilir.

İlişkide Kaçıngan Bağlanma Stili:

Kaçıngan Bağlanan Kişiler İlişkinin İçerisinde Nasıl Düşünürler?

Her ilişkide olması gereken önemli faktörler vardır. Bu faktörler; değer verilmek, ilgi görmek, sevilmek, eş ve çocuklarla zaman geçirilmesi, çocuklara bakım verilmesi, finansal konuların düzenlenmesi, öz ailelerle ilişkileri sürdürebilmek gibi birçok önemli noktaya dayanmaktadır.

Bahsedilen bu gibi noktalarda belli sorunlar varsa ya da geçmişte yaşanılan belli kırgınlıklar varsa, bu tarz konular açıldığında kaçıngan bağlanan partnerin konuyu konuşmak istemediği, konuyu kapatmaya çalıştığı ve bu konuları konuşuyorken anlamak ya da çözmek için de herhangi bir çaba içine girmediği gözlemlenir. Bu yüzden partnerlerden diğeri, kaçıngan bağlanan partnerinin kendisinden uzak ve kopuk olduğunu, güven bağını kurmakla ilgili pek de istekli olmadığını, daha bireysel hareket ettiğini düşünebilir.

İlişkilerde bağlanma stillerinden kaçıngan bağlanma stiline sahip olan kişi partnerine davranışlarıyla “sana ihtiyacım yok” mesajını verebilir. Bu durum da partnerinin kendisini değersiz hissetmesine yol açabilir. Sorunlarla alakalı konuşmak, sorunu çözmeye çalışmak, sorumluluk almak gibi konular kaçıngan bağlanan kişileri ilgilendirmiyormuş gibi görünür.

Kaçıngan bağlanan kişinin partneri aradaki kopukluğun, uzaklığın sadece kendisine rahatsızlık verdiğini, onun bu durumdan rahatsızlık duymadığını düşünebilir. Dolayısıyla da kişi kaçıngan bağlanan partneriyle kurduğu ilişkide kendisini oldukça yalnız ve anlaşılmamış hissedebilir. Kişi bu durumu çözmek için kaçıngan bağlanan partneriyle konuşup, sorunları çözmek isteyebilir ancak bu girişimleri çoğunlukla sonuçsuz kalır. Çünkü diğer partner bu tarz çabalar içine girdiğinde, kaçıngan bağlanma stili olan partnerinin kendisini daha da geriye çektiğini, daha da mesafe koyduğunu fark eder. 

Kaçıngan Bağlanma Stiline Sahip Kişiler Neden Böyle Davranırlar?

Herkesin olduğu gibi kaçıngan bağlanan kişilerin de bağ kurmaya, bağlanmaya ihtiyacı vardır. Ancak kaçıngan bağlanan kişilerin bu ihtiyacını belli etme şekilleri biraz farklıdır. Burada farklı olan şey, bu ihtiyaç karşılanmadığında bunu nasıl talep edeceğini doğru şekilde bilememesidir. Kaçıngan bağlanan kişiler gergin bir durumla karşılaştıklarında zihninde bir tehdit algısı oluşabilir ve o tehdit algısı sadece bireysel algılanan bir tehdit değildir. Bu kişiler, partnerinin kendisine yakınlaşmasını özellikle ilişki içinde bir tehdit algısı olarak anlarsa, aradaki bağın bozulacağıyla alakalı endişe duyarlar. Bu endişeyle birlikte partneri ona yüksek sesle konuştuğunda ve yargılayıcı bir şekilde yaklaştığında kaçıngan bağlanan kişi ilişkiyle alakalı hissettiği tehdit algısında haklı olduğunu hisseder.

Kaçıngan bağlanan partnerin “kendi duygularımı olduğu haliyle açarsam yani öfkemi yüksek tonda ifade edersem o zaman partnerim daha da öfkelenecek, bana karşı daha da agresifleşecek.” gibi kaygıları olur. Bunun sonucunda her iki taraf da kavga edince ilişkinin kopma noktasına geleceğini düşünmeye başlar. Bu yüzden kaygılı bağlanan kişiler kaçıngan tavırlar gösterirler ve bir sorunla karşılaştıklarında bildiği yol olan “konuyu kapatma” yöntemini tercih ederler ki bu yaklaşımları da kaçıngan bağlanan kişinin partnerinin hiç hoşuna gitmeyen bir durum olarak karşımıza çıkar.

İlişkilerde Korkulu Kaçıngan Bağlanma (Kaygılı-Kaçıngan)

Korkulu Kaçınmacı Bağlanan Kişiler İlişkinin İçerisinde Nasıl Düşünürler?

İlişkilerde bağlanma stillerinden korkulu kaçıngan bağlanma stiline sahip olan kişiler, aslında partnerlerinin varlığını kaybetme konusunda ciddi bir korku yaşarlar. Bu yüzden de korkulu-kaçıngan bağlanan kişiler partnerlerine kimi zaman çok fazla yapışarak sürekli birlikte hareket etmek isterlerken, kimi zamanda aynı kişiler yakınlıktan korkmaya başlayabilir.

Örneğin, ilişkisinde korkulu kaçınmacı bağlanan kişi, belli bir süre partneriyle görüşüp, çok güzel zaman geçirebilir ama daha sonrasında bu yakınlığın tez ayrılık getireceğini, terke edileceğini düşünerek ya da partnerinin kendi kişisel alanına çok fazla müdahale ettiğini hissederek uzun bir süre örneğin bir ay kadar partnerini aramak istemeyebilir ya da partneriyle görüşmek istemeyebilir.

Korkulu-kaçınmacı bağlanan kişiler aslında reddedilme hassasiyetine sahip kişilerdir. Bu reddedilme hassasiyetinden dolayı olası bir ayrılık durumunda kendilerini koruyabileceği, acı çekmeyeceği bir şekilde reddedilme haline hazırlarlar. Yani o beni terk etmeden ben onu terk edeyim algısı korkulu kaçınmacı bağlanan kişilerin düşünce biçimleridir. Fakat bu kişileri hayatlarında gerçekte bir terk edilme hali yoktur. Korkulu-kaçınmacı kişiler partnerlerinden gelen duygusal, sözlü ve sözsüz ipuçlarına aşırı duyarlılık gösterirler. Bu kişiler önce çok istekli bir şekilde ilişki kurmak için can atarlar, o yakınlık gerçekleştiğinde “Ben hazır değilim” deyip ilişkiden uzaklaşırlar. 

Korkulu-Kaçınmacı Bağlanma Stili Nasıl Ortaya Çıkar?

Korkulu kaçınma örüntülerini ortaya çıkaran iki durum vardır. Bu durumlar ya kişi kırılganlaştığında veya zorlandığında ya da ilişkide bağlanılan kişinin korkulu-kaçınmacı partnere ihtiyaç duyduğunda ortaya çıkar. Her iki durum da kişide tetiklenen büyük bir terkedilme korkusu ortaya çıkar.

Bu durumu bir örnekle açıklamak gerekirse, diyelim ki ilişkideki partnerin bir iş seyahati olsun ve bu kişinin evden gitmesi gereksin. Böyle bir durumda korkulu-kaçınmacı bağlanan kişinin hayatındaki odak merkezi partnerine doğru kayar ve kişi başka bir stresörle baş başa kalır. Çünkü korkulu-kaçınmacı birisi için partnerinin kendisinden uzaklaşmasının kendisinde hissettirdiği duygular daha farklıdır. Sanki partneri iş seyahatine değil de kendisinden tamamen uzaklaşıyormuş, ilişkiyi bitirip gidiyormuş gibi bir ağrıya, acıya ve bağlanma sistemini tetikleyen bir korkuya dönüşür. Bu örüntü sebebiyle korkulu-kaçınmacı bağlanan kişi ortada gerçek bir ayrılık sebebi yokken kendisini ilişkiye daha çok kapatır yani kaçıngan hale gelir.

Kaçıngan hale gelen kişide “Ben partnerime ne kadar üzüldüğümü, etkilendiğimi aktaramıyorum. Ayrıca aktarmak da istemiyorum. Çünkü aktardığımda kendi kırılganlığım olduğu gibi ortaya çıkacak ve ben kırılganlığımı ortaya koymaktan çok korkuyorum. Çünkü ben aslında reddedilmekten çok fazla korku duyuyorum. Eğer kırılganlığımı ortaya koyarsam ve karşıdaki insan beni anlamazsa bu bir felaket olur.” şeklinde düşünceler gelişebilir. Dolayısıyla bu bağlanma stiline sahip kişilerin ilişkisinde yüksek iniş çıkışlar görülür.

İlişkilerde Güvenli Bağlanma Stili 

Herkesin en temelde ihtiyaç duyduğu bağlanmanın en sağlıklı türü güvenli bağlanma stilidir. Güvenli bağlanma stiline sahip olan insanlar şefkat dolu, yakınlıktan korkmayan ve genellikle ilişkilerinden memnun olan insanlardır. Güvenli bağlanan kişiler partnerlerine şefkat göstermekte zorluk çekmezler. Karşısındakinin duygusal ihtiyaçlarını rahatlıkla karşılayabilirler. Sevilmeme ya da reddedilme korkusu taşımadan düşüncelerini, duygularını karşılarındaki kişiye rahatlıkla açabilirler. Partnerleriyle bir tartışma yaşadıklarında ilişkinin tamamını sorgulamazlar.

İlişkilerde bağlanma stillerinden güvenli bağlanan kişiler çözüm odaklıdırlar. Bu kişiler ilişkilerinde çok fazla alıngan davranmazlar, bir sorunu drama çevirmezler, partnerlerine sinirlendiklerinde düşmanca tavırlar sergilemezler. Bu kişiler partnerleriyle bir ayrılık yaşasalar duygusal olarak ayrılığın getirdiği üzüntüyü yaşadıktan sonra hızlı toparlanırlar ve hayatlarına kaldığı yerden devam edebilirler. 

Güvenli bağlanma stili huzurlu ve sağlıklı ilişkiler açısından en ideal olanıdır. Güvenli bağlanma stilinde, ilişkide partnerlerin oluşturdukları güven bağı sayesinde güvenli bir ilişki kurulur. 

Elbette her ilişki içinde sorunları, sıkıntıları barındırabilir fakat güvenli ilişki, çiftlerin birbirlerinin hatalarını biraz daha tolere edebildiği, partnerine yakın olmayı bir tehdit olarak algılamadığı, her şeyi sürekli birlikte yapma ihtiyacı hissetmediği, birbirlerine alan açtıkları, aslında birbirlerini kısıtlamadıkları, birbirlerine bağlanmaktan korkmadıkları bir ilişki olarak tanımlanabilir. Yani bu kişiler aşkı, sevgiyi ve kendi duygularını ilişkinin içerisinde hissederek yaşarlar. Bu yüzden güvenli bağlanma stiline sahip kişiler ilişkilerini zor bir mesele olarak görmezler. Güvenli bağlanan kişiler rahatça kendilerini partnerleriyle anı yaşamaya bırakabilirler.

Neden Bir Psikolojik Destek Destek Almalısınız?

Hepimiz bazen hayatlarımıza hep benzer türde insanları çeker ve benzer kişilerle hep belli ilişki döngülerini tekrar tekrar yaşarız. Eğer siz de bağlanma türlerinden en sağlıklı olan güvenli bağlanma stiline sahip değilseniz; kaygılı, kaçıngan veya korkulu kaçıngan stillerde partnerinize bağlanıyor ya da size de aynı stillerde bağlanan partnerleri hayatınıza alıyorsunuz demektir. Bu durumda da ilişkide düzenli olarak çeşitli sorunların ortaya çıkması kaçınılmazdır. 

Örneğin bir kaygılı bir de kaçıngan bağlanma stilinde olan iki partnerin ilişkilerinde kurmaya çalıştığı bağ çok sağlıklı değildir. Çünkü bu iki bağlanma türündeki insanların konuştukları dil farklıdır. Biri partnerini kaybetme korkusuyla aşırı yapışırken diğeri yine partnerini kaybetme korkusundan dolayı partnerine karşı daha soğuk ve mesafeli durabilir. Bu durumda ilişkide sorunların çözülememesine dolayısıyla da anlaşmazlıklarla ilişkinin bitmesine sebep olabilir. İlişki bittikten sonra ise bu gibi güvensiz bağlanma stillerine sahip partnerlerin duygusal açıdan toparlanmaları çok zor olabilir ve ilişkinin ardından duygusal olarak çok acı çekebilir. 

Siz de kendi ilişkinizde bu gibi durumları yaşıyorsanız çok beklemeden bir uzmandan destek alarak kendi bağlanma stilinizi öğrenebilir, ilişkinizdeki döngüleri yaşamamak adına bağlanma stilinizi güvensiz bağlanmadan güvenli bağlanma türüne çekmek için size uygun olan terapi yöntemleriyle çalışmaya başlamanız gerekebilir. Bağlanma stilleri ile ilgili en çok çalışılan terapi yöntemlerinden Şema terapi, çift terapisi ve EMDR gibi terapi yöntemlerinin kazandırdığı sağlıklı düşünme biçimlerini psikologlar eşliğinde öğrenerek siz de kendi yaşantınızda ve ilişkinizde güzel bir dönüşüme gidebilirsiniz.

kaynak :mutluyasam

Yayınlanma: 09.07.2024 12:36

Son Güncelleme: 16.08.2024 17:31

Psikolog

Hidayet

ÇALIŞKAN

Psikolog

(*)(*)(*)(*)(*)

Uzmanlıklar:

İlişki / Evlilik Problemleri , Çocuk ve Ergenlik Dönemi Ruhsal Sorunları , Depresyon ve Mutsuzluk
Online TerapiOnline Ter...
süre 45 dk
ücret 1899
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
Hizmet vermiyor
Yapay zeka ile, kişiselleştirilmiş destek:
Menta AI
Yapay zeka ile,
kişiselleştirilmiş destek: Menta AI

Şimdi indir, konuşmaya başla

App Store'dan İndirGoogle Play'den İndir
Bunları da sevebilirsiniz...

Kendine “Evet” Diyebilmek: Ruhsal Özgürlük.

Gerçekten kendi hayatını inşa edebilmek, herkesin beklentisini karşılamanın mümkün olmadığını kabul etmekle başlar. İnsanların onayını alma, memnun etme ya da herkes için “doğru” olanı yapma çabası, çoğu zaman kişinin kendi ihtiyaçlarını geri plana atmasına neden olur. Bir noktadan sonra fark ederiz ki, başkalarını mutlu etme uğruna kendimizi ihmal etmek, içsel bir yorgunluğun ve kaygının en temel nedenlerinden biridir. Çünkü insan, kendi iç dengesini kurmadan dış dünyada huzur bulamaz.Toplumda sıkça öğretilen “önce başkaları, sonra sen” anlayışı, uzun vadede tükenmişlik hissini besler. Oysa sağlıklı bir benlik yapısı, başkalarına rağmen değil, kendinle uyum içinde yaşadığında gelişir. Kendi duygularını fark etmek, sınırlarını korumak ve ihtiyaçlarını dile getirmek bencillik değil, duygusal olgunluğun bir göstergesidir. Her yetişkin, kendi duygularını yönetme sorumluluğunu taşır; bu nedenle bizim görevimiz başkalarının yükünü taşımak değil, kendi yolumuzu koruyabilmektir.Kaygı, isteksizlik, iç sıkıntısı ya da yorgunluk gibi hisler, çoğu zaman kendine gösterilmeyen özenin sessiz işaretleridir. Kendiyle teması kaybeden bir zihin, sürekli bir koşuşturma içinde nefes almadan yaşar. Günün sonunda bedensel olarak ayakta kalıyor olsak bile duygusal olarak tükenmiş hissederiz. Bu noktada durmak, fark etmek ve “ben ne istiyorum, neye ihtiyacım var?” diye sormak, iyileşmenin ilk adımıdır.Birçok kişi, çocukluk döneminde sevgiyle kabul edilmenin koşulunu “iyi” olmak, uyum sağlamak ya da başkalarının beklentilerini yerine getirmek olarak öğrenmiştir. Bu öğrenme biçimi yetişkinlikte de devam eder. İş yerinde, aile içinde veya ilişkilerde, kendi sınırlarımızı korumak yerine sessizce uyum sağlamayı seçeriz. Fakat içimizdeki küçük bir ses, bir süre sonra “ben ne zaman?” diye sormaya başlar. İşte o soru, kişinin kendine dönme cesaretini çağıran bir işarettir.Kendine dönmek; geçmişteki kalıpları, alışkanlıkları ve otomatik davranışları fark etmekle başlar. Bu farkındalık, genellikle rahatsız edici bir süreci de beraberinde getirir. Çünkü uzun yıllar boyunca kendini başkalarına göre tanımlamış biri, birden bire “ben kimim?” diye sorduğunda boşluk hissedebilir. Fakat bu boşluk, kaybolmuşluğun değil, yeniden inşa edebilmenin alanıdır. Her yeniden doğuş, önce bir duraklama ve sorgulamayla başlar.Kendini önemsemek, yalnızca kendine vakit ayırmak ya da dinlenmek anlamına gelmez; aynı zamanda duygusal ihtiyaçlarını ciddiye almak, kendi iç sesine güvenmeyi öğrenmektir. Gün içinde farkında olmadan verdiğimiz küçük kararlar bile, benliğimizin yönünü belirler. Sürekli “başkaları ne der?” kaygısıyla yaşadığımızda, içsel pusulamız başkalarının eline geçer. Oysa gerçek özgürlük, dış sesleri susturup kendi kalbimizin sesini duyabilmektir.Kimi zaman “hayır” diyebilmek, kendine gösterilen en büyük sevgi biçimidir. “Hayır” demek, bir reddetme değil; kendi sınırlarını ve değerlerini koruma eylemidir. Bu beceriyi kazanmak kolay değildir, çünkü çoğu zaman suçluluk duygusunu tetikler. Ancak unutulmamalıdır ki, her “hayır” bir “evet”e alan açar. Bir başkasına “hayır” dediğinde, aslında kendi ruhuna “evet” demiş olursun. Bu farkındalık, duygusal olarak dengeli bir yaşamın temelidir.Kendine dönme süreci yalnızca duygusal değil, bedensel olarak da fark edilir. Sürekli başkalarına yetişmeye çalışan biri, genellikle bedensel gerginlik, kas ağrıları, uykusuzluk ya da mide sorunları yaşar. Beden, zihnin taşıyamadığını sessizce dile getirir. Bu yüzden kendi iç dengesini kurmak, sadece psikolojik bir süreç değil; bütüncül bir iyilik halidir. Bedeni, zihni ve duyguları bir bütün olarak ele almak, kalıcı bir denge yaratmanın yoludur.Kendini fark etmek ve önemsemek, aynı zamanda öz-şefkat geliştirmek demektir. Öz-şefkat, kişinin kendine karşı nazik, sabırlı ve kabul edici bir tutum sergilemesidir. Hatalarını acımasızca eleştirmek yerine, insani yönünü anlamaya çalışmak anlamına gelir. Her insan zaman zaman hata yapar, eksik kalır, yanlış kararlar verir. Önemli olan, bu durumlarda kendine düşmanca değil, dostça yaklaşabilmektir. Çünkü içsel iyileşme, anlayışla başlar.Kendine dönmek aynı zamanda sessizliğe izin vermekle mümkündür. Modern yaşamın hızında durmak neredeyse bir lüks haline gelmiştir; ancak insan sessizliğe ihtiyaç duyar. Sessizlik, bir boşluk değil, yeniden doğuşun alanıdır. Günün birkaç dakikasında bile olsa, nefesini fark etmek, zihni susturmak ve sadece “burada” olmak, içsel bir denge yaratır. O anlarda hayatın hızından değil, özünden beslenmeye başlarız.Bu süreçte en önemli farkındalık, kimsenin bizim yerimize hayatımızı yaşamayacağıdır. Başkalarının düşünceleri, yönlendirmeleri ya da beklentileri geçicidir; fakat kendi seçimlerimizin sonuçları bize aittir. Bu nedenle, kendi değerlerini merkeze almak bir lüks değil, bir gerekliliktir. Kendi duygularını tanımak, sınırlarını fark etmek, ihtiyaçlarını dile getirmek — tümü yaşamın temel becerileridir.Kendine dönmek, yalnızca bir içe bakış değil, yaşamın her alanında daha otantik, dengeli ve huzurlu bir varoluş inşa etmektir. Kimi zaman bu süreçte eski alışkanlıkları bırakmak, ilişkilerde mesafe koymak veya uzun süredir bastırılan duygularla yüzleşmek gerekebilir. Bu kolay değildir, ama anlamlıdır. Çünkü gerçek değişim, konfor alanının ötesinde başlar.Sonuçta insan, kendini tanıdıkça başkalarıyla ilişkisini de dönüştürür. Kendiyle barışan biri, başkalarıyla daha açık, daha samimi ve daha dengeli ilişkiler kurabilir. Artık sevilmek için çabalamak yerine, olduğu haliyle kabul görmeyi seçer. Bu noktada yaşam daha hafifler; çünkü sürekli bir performans hâlinden, gerçek bir varoluş hâline geçilir.Kendine dönmenin cesareti, büyük adımlarla değil; farkındalıkla atılan küçük adımlarla gelişir. Her gün, kendi duygularını fark etmek, iç sesini dinlemek ve kendine nazik davranmak bu yolculuğun parçalarıdır. İnsan, kendine sahip çıktıkça yaşamın da ona sahip çıkmaya başladığını görür. Çünkü içsel denge, dış dünyanın karmaşasında kaybolmadan yaşamayı mümkün kılar.Gerçek huzur, herkesin seni anlamasında değil, senin kendini anlamanda gizlidir. Ve kendini anlamak, hayata yeniden anlam kazandırır. Başkalarının beklentilerini karşılamaya çalışırken kendini kaybettiğinde, aslında dünyayı değil, kendi merkezini kaçırırsın. Fakat her farkındalık anı, o merkeze geri dönmek için bir fırsattır.Kendine dönmek; geçmişten, kalıplardan ve koşullu sevgiden özgürleşmek demektir. Bu özgürlük, kimseye meydan okumak değil; kendi iç dünyanda huzurla var olabilmektir. Ve bu, insanın kendi hayatını gerçekten inşa edebilmesinin en derin, en sade biçimidir.

Kaygı Bozukluğu: Nedenleri, Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri

Kaygı Bozukluğu: Nedenleri, Belirtileri ve Tedavi YöntemleriModern çağın hızlı, rekabetçi ve belirsizliklerle dolu yapısı, birçok insanı fiziksel olarak olduğu kadar psikolojik olarak da zorlamaktadır. Teknolojiyle birlikte hayatımız kolaylaşsa da, zihinsel yüklerimiz artmakta; ekonomik kaygılar, toplumsal beklentiler ve bireysel sorumluluklar altında ezilmek, giderek yaygınlaşan bir sorun haline gelmektedir.Bu karmaşık ortamda en sık karşılaşılan ruh sağlığı problemlerinden biri olan kaygı bozukluğu (anksiyete bozukluğu), kişinin yaşam kalitesini önemli ölçüde etkileyebilir. Oysa çoğu kişi yaşadığı bu sorunları fark etmez ya da dile getirmez. Kaygı, belli bir düzeyde hepimiz için doğal ve hatta koruyucu bir duygudur. Ancak bu duygu sürekli hale gelir, aşırıya kaçar ve günlük yaşamın önüne geçerse, artık bir rahatsızlık olarak ele alınması gerekir.Bu yazıda kaygı bozukluğunu daha yakından tanıyacak; türleri, nedenleri, belirtileri ve tedavi yöntemleri üzerine derinlemesine bilgi bulacaksınız. Haydi başlayalım;1. Kaygı Bozukluğunun TürleriKaygı bozukluğu tek tip bir hastalık değildir; farklı biçimlerde ortaya çıkan ve her biri ayrı dinamikler barındıran çeşitli alt türleri vardır. Bu türlerin anlaşılması, doğru teşhis ve etkili tedavi açısından kritik öneme sahiptir.🔹 Genel Anksiyete Bozukluğu (GAB)Kişinin sürekli ve aşırı endişe duymasıyla karakterizedir. Endişe belirli bir konuya odaklı değildir; günlük hayatla ilgili birçok konuya yayılmıştır (sağlık, gelecek, maddi durum, sevdiklerinin güvenliği gibi). Bu durum genellikle kontrol edilemez niteliktedir ve en az 6 ay süreyle devam eder.🔹 Panik BozuklukAniden ortaya çıkan, yoğun korku ataklarıyla tanımlanır. Panik atak sırasında kişi kalp çarpıntısı, terleme, nefes darlığı, titreme gibi bedensel belirtiler yaşar ve genellikle kalp krizi geçirdiğini ya da öleceğini düşünür.🔹 Sosyal Anksiyete Bozukluğu (Sosyal Fobi)Kişi, sosyal ortamlarda olumsuz değerlendirilme korkusu yaşar. Kalabalık önünde konuşma, yeni insanlarla tanışma ya da yemek yeme gibi günlük durumlar büyük kaygılara neden olabilir. Bu kaygı, çoğu zaman kişinin sosyal hayattan uzaklaşmasına yol açar.🔹 Özgül FobilerBelirli bir nesneye, duruma ya da canlıya karşı duyulan mantık dışı ve yoğun korkulardır (örneğin yükseklik, kapalı alan, örümcek, kan görmek vb.). Fobi, kişinin günlük işlevselliğini ciddi şekilde kısıtlayabilir.🔹 Obsesif-Kompulsif Bozukluk (OKB)Zihni meşgul eden tekrarlayıcı düşünceler (obsesyonlar) ve bu düşünceleri bastırmak için yapılan zorlayıcı davranışlar (kompulsiyonlar) ile karakterizedir. Örneğin mikroplardan korkan bir kişi, defalarca el yıkamak zorunda hissedebilir.🔹 Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB)Ciddi bir travma sonrası gelişir. Kişi, olayla ilgili flashback'ler, kabuslar, yoğun kaygı ve duygusal tepkiler yaşayabilir. Travma yaşayan birey, olaydan sonra aylarca hatta yıllarca etkilenmeye devam edebilir.2. Kaygı Bozukluklarının NedenleriKaygı bozuklukları çok boyutlu nedenlerle ortaya çıkabilir. Genetik mirastan yaşam deneyimlerine kadar birçok faktör bir araya gelerek bu bozuklukların gelişmesine zemin hazırlar.🧬 Biyolojik FaktörlerGenetik yatkınlık: Ailede kaygı bozukluğu öyküsü olan bireylerde risk artar.Beyin kimyası: Serotonin, dopamin ve GABA gibi nörotransmitterlerin dengesizliği kaygı düzeyini etkileyebilir.Beyin yapısı: Özellikle amigdala gibi duyguları işleyen bölgelerdeki yapısal farklar rol oynayabilir.🌪️ Çevresel ve Psikososyal EtkenlerTravmatik yaşantılar (istismar, kayıp, kazalar)Uzun süreli stresAile içi çatışmalarSosyal izolasyonYoğun baskı ve beklentiler🧠 Psikolojik ÖzelliklerAşırı sorumluluk hissiMükemmeliyetçilikDüşük özgüvenOlumsuz düşünce kalıpları3. Kaygı Bozukluklarının BelirtileriKaygı bozuklukları sadece zihinsel değil, bedensel belirtilerle de kendini gösterir. Kişi çoğu zaman yaşadığı fiziksel şikayetlerin kaynağının psikolojik olduğunu fark etmeyebilir.Psikolojik Belirtiler:Sürekli endişe ve kötü bir şey olacak hissiKötü senaryolar kurmaHuzursuzluk ve gerginlikOdaklanma zorluğuKontrol kaybı korkusuFiziksel Belirtiler:Kalp çarpıntısıTerleme ve titremeNefes darlığıBaş dönmesiKas gerginliğiMide bulantısı, sindirim sorunlarıUyku problemleri (uyuyamama, sık uyanma)4. Tedavi YöntemleriKaygı bozuklukları etkili yöntemlerle kontrol altına alınabilir ve büyük ölçüde tedavi edilebilir. Tedavi, kişiye özel olarak planlanmalı ve bir uzmanın rehberliğinde yürütülmelidir.🔹 PsikoterapiÖzellikle Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT), kaygı bozukluklarında en etkili yöntemlerden biridir. BDT, kişinin olumsuz düşünce kalıplarını fark etmesini ve bunları yeniden yapılandırmasını sağlar.🔹 İlaç TedavisiKaygı semptomlarını azaltmak için antidepresanlar veya anksiyolitikler (kaygı giderici ilaçlar) kullanılabilir. İlaç tedavisi, genellikle psikoterapi ile birlikte yürütüldüğünde daha etkili sonuç verir.🔹 Yaşam Tarzı DüzenlemeleriDüzenli egzersiz: Endorfin salınımını artırarak ruh halini iyileştirir.Sağlıklı beslenme ve uyku: Ruhsal dayanıklılığı artırır.Stres yönetimi: Meditasyon, yoga, nefes egzersizleri gibi gevşeme teknikleri kaygıyı azaltabilir.Kafein ve alkol tüketiminin sınırlandırılması önemlidir.🔹 Destek Grupları ve Sosyal DestekBenzer sorunları yaşayan bireylerle deneyim paylaşımı, kişinin yalnız olmadığını hissetmesine yardımcı olur. Aile desteği ve anlayışı da iyileşme sürecinde kritik rol oynar.Son Söz: Kaygıyı Tanımak, Yönetmek ve İyileşmek MümkünKaygı bozukluğu, yalnızca bireysel değil, toplumsal bir ruh sağlığı sorunudur. Her geçen gün daha fazla insan, bu durumla sessizce mücadele etmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki; kaygı, tedavi edilebilen bir rahatsızlıktır. Erken tanı, doğru tedavi ve çevresel destekle bireyler daha dengeli, huzurlu ve üretken bir yaşama yeniden kavuşabilirler.Toplum olarak yapmamız gereken, bu rahatsızlıkları tabu olmaktan çıkarmak, ruh sağlığına dair açık ve destekleyici bir iletişim ortamı oluşturmaktır. “Sadece fiziksel değil, ruhsal sağlığın da değerlidir” diyebilen bir kültür, daha sağlıklı bireyler ve daha güçlü bir toplum demektir.Kaygınız sizi tanımlamaz. Yardım istemek güçsüzlük değil, cesarettir. Siz de kaygılarınızın üzerine giderek bir adım atın ve cesaretinizin nasıl büyüdüğünü farkedin.
Nuray ER 09.10.2025

Bipolar Bozukluk: Duyguların İki Ucunda Yaşamak

Her yıl 30 Mart, dünya genelinde Bipolar Bozukluk Farkındalık Günü olarak anılır. Bu özel günün tarihi, yalnızca bipolar bozukluğa dikkat çekmek için değil, aynı zamanda bu hastalıkla yaşamış ve sanat dünyasında çığır açmış bir isme ithafen seçilmiştir: Vincent van Gogh. 19. yüzyılın en önemli ressamlarından biri olan Van Gogh, yaşadığı duygu durum dalgalanmalarına rağmen (veya belki de bu dalgalanmalar sayesinde) ardında yüzlerce eser bırakmış, renkleriyle, çizgileriyle ve tutkusu ile adeta ruhunun iç dünyasını tuvale aktarmıştır.Peki, böylesine yaratıcı bir dehanın da etkisi altında kaldığı bipolar bozukluk nedir? Gelin, bu psikolojik rahatsızlığı daha yakından tanıyalım.Bipolar Bozukluk Nedir?Bipolar bozukluk, bir duygu durum bozukluğudur. Eski adıyla “manik depresif hastalık” olarak da bilinen bu durum, bireyin ruh halinin normalden çok daha fazla dalgalanmasına neden olur. Yani kişi yalnızca üzgün ya da mutlu hissetmekle kalmaz; zaman zaman taşkın bir neşeyle (manik dönem), zaman zaman ise derin bir karamsarlıkla (depresif dönem) mücadele eder.Bu ataklar bazen aylarca sürebileceği gibi, bazı bireylerde bir gün içinde bile değişkenlik gösterebilir. Atakların ne zaman geleceği ya da ne kadar süreceği kişiden kişiye farklılık gösterir, bu da hastalığın öngörülemez ve zorlayıcı yönlerinden biridir.Manik Dönem: Enerjinin TaşmasıBipolar bozukluğun en çarpıcı belirtileri, çoğu zaman manik dönemde ortaya çıkar. Bu dönem, bireyin normalden çok daha enerjik, coşkulu ve hatta taşkın bir hale bürünmesiyle karakterizedir.Manik dönemde görülebilecek belirtiler şunlardır:Aşırı neşe, özgüven ve taşkınlıkUyku ihtiyacının azalması (örneğin 2-3 saat uyuyarak yetinme)Hızlı ve durmaksızın konuşmaDüşüncelerin hızla akması (zihinsel taşkınlık)Riskli davranışlar (düşünmeden para harcama, hızlı araba kullanma, dürtüsel ilişkiler)Kolay öfkelenme ve tahammülsüzlükGerçeklikten kopma (ağır vakalarda psikotik belirtiler)Bu dönem bazı kişiler için yaratıcılığın doruk noktası olabilir. Van Gogh gibi birçok sanatçının, edebiyatçının ve bilim insanının bu tür ataklar sırasında önemli eserler verdiği düşünülmektedir. Ancak bu taşkınlık hali sürekli değildir; çoğu zaman bu yüksek enerjili dönem, yerini derin bir çöküşe bırakır.Depresyon Dönemi: Sessiz Bir ÇöküşManik dönemin ardından ya da bazen bağımsız olarak gelen depresif dönem, bireyin enerjisinin tükenmiş, umutlarının sönmüş ve hayatla bağlarının zayıflamış olduğu bir evredir.Depresif dönemde görülebilecek belirtiler:Sürekli üzgün, umutsuz ya da boşlukta hissetmeGünlük aktivitelerden zevk alamamaUykusuzluk ya da aşırı uyumaYorgunluk, halsizlik, motivasyon kaybıDeğersizlik, suçluluk ve kendine yönelik eleştirilerİntihar düşünceleri ya da girişimleriBu dönem, kişinin hem kendi hayatını hem de çevresindeki ilişkilerini ciddi şekilde etkileyebilir. İş kaybı, sosyal izolasyon ve aile içi çatışmalar gibi ikincil sorunlar da depresyonun etkisiyle daha da derinleşebilir.Bipolar Bozuklukla Yaşamak Mümkün mü?Evet, bipolar bozukluk ömür boyu süren bir hastalık olabilir. Ancak bu durum kişinin sağlıklı, üretken ve tatmin edici bir yaşam süremeyeceği anlamına gelmez. Doğru tanı, etkili bir tedavi planı, düzenli takip ve bireyin kendini tanıması ile atakların sıklığı ve şiddeti önemli ölçüde azaltılabilir.Tedavi yaklaşımları:İlaç tedavisi: Duygu durum düzenleyiciler, antidepresanlar ya da antipsikotikler gibi ilaçlarPsikoterapi: Bireysel terapi, aile terapisi ya da grup terapileriYaşam tarzı düzenlemeleri: Uyku düzeni, stres yönetimi, sağlıklı beslenme, alkol ve madde kullanımından kaçınmaSosyal destek: Aile, arkadaşlar ve destek gruplarıyla kurulan güçlü bağlarAyrıca bireyin, hastalığını kabullenmesi, tetikleyici durumları tanıması ve atak belirtilerini erkenden fark edebilmesi, bu süreçte oldukça önemlidir.Toplumsal Etiketleme ve DamgalanmaNe yazık ki bipolar bozukluk gibi ruhsal hastalıklar, toplumda hâlâ önyargı ve damgalanma ile karşılaşabiliyor. Oysa psikolojik rahatsızlıklar, tıpkı diyabet ya da tansiyon gibi tedavi edilebilir ve yönetilebilir sağlık sorunlarıdır.Bireyler, sadece bu hastalığa sahip oldukları için dışlanmamalı, küçümsenmemeli ya da işe alınmaktan mahrum bırakılmamalıdır. Toplumsal farkındalık arttıkça, hem hastaların yaşam kalitesi artacak hem de toplum daha şefkatli ve kapsayıcı hale gelecektir.Son Söz: Anlamak ve Yanında DurmakUnutmayalım ki, hiç kimse bir ruhsal rahatsızlıkla doğmayı ya da yaşamayı seçmez. Ancak bazı insanlar, hayat yolculuklarında bipolar bozukluk gibi karmaşık bir duygu durum hastalığı ile mücadele etmek zorunda kalabilirler. Onların bu mücadelesi, dışarıdan göründüğü kadar basit değildir; kimi zaman zihinsel bir fırtınayla, kimi zaman içsel bir sessizlikle, kimi zaman da her ikisinin arasında savruldukları bir belirsizlikle geçer.Bipolar bozukluk, sadece kişinin psikolojik sağlığını değil; ilişkilerini, iş yaşamını, sosyal çevresini ve hayata dair umutlarını da etkileyebilir. Ancak bu, o kişilerin “zayıf” olduğu anlamına gelmez. Tam tersine, bu hastalıkla yaşamaya devam eden bireyler çoğu zaman inanılmaz bir içsel güç ve direnç geliştirirler. Yaşadıkları her iniş ve çıkış, duygularının derinliği kadar yaşama tutunma çabalarının da bir göstergesidir.Bizler, bu insanlara yardımcı olabilmek için illa ki psikolog ya da doktor olmak zorunda değiliz. Empati kurmak, yargılamamak, onları oldukları gibi kabul etmek bile başlı başına iyileştirici bir adımdır. "Yanındayım" demek bazen ilaçtan daha etkili bir destek olabilir. Onların yaşadığı her duygu geçişini anlamak zorunda değiliz, ama saygı göstermek bizim elimizdedir.Toplum olarak yapmamız gereken en önemli şeylerden biri de, ruhsal hastalıkları damgalamaktan vazgeçmek ve bu bireylerin yalnız olmadığını hissettirmektir. Çünkü her birey sevgiye, anlayışa ve desteğe layıktır — ruhsal durumu ne olursa olsun. Ayrıca unutmayalım ki; bipolar bozukluğa sahip insanlar sadece “hasta” değil, aynı zamanda sanatçı, öğretmen, mühendis, ebeveyn, dost ya da komşudur. Onlar da hayatın tam içindedir ve üretmeye, sevmeye, katkı sunmaya devam ederler.Vincent van Gogh gibi insanlar bize sadece renkleri, ışığı ve sanatı öğretmekle kalmaz; aynı zamanda insan zihninin ne kadar karmaşık ama bir o kadar da etkileyici bir yapı olduğunu da gösterir. Belki de onun fırçasından dökülen o eşsiz resimlerin ardında, sadece sanat değil, bir çığlık, bir içsel yolculuk, bir anlam arayışı vardır.Bugün, 30 Mart Dünya Bipolar Günü vesilesiyle, sadece bir hastalığı tanımakla kalmayalım — aynı zamanda bu hastalıkla yaşayan insanların yanında durmayı da kendimize sorumluluk bilelim. Anlamaya çalışalım, kabullenelim ve en önemlisi: unutmayalım, yalnız değiller.Çünkü gerçek iyileşme, bazen bir teşhisle değil, bir “Ben seni görüyorum ve olduğun gibi kabul ediyorum” cümlesiyle başlar.🎗️ 30 Mart Dünya Bipolar Günü'nde, gelin hep birlikte daha fazla bilinçlenelim, anlayalım ve destek olalım.
Nuray ER 09.10.2025