1. Uzman
  2. Hidayet ÇALIŞKAN
  3. Blog Yazıları
  4. Stres Vucudumuzun Acı Veren Olaylara Verdiği Bir Tepki Olabilir mi?

Stres Vucudumuzun Acı Veren Olaylara Verdiği Bir Tepki Olabilir mi?

Stres, kişinin başetme yeteneğini aşan ya da zorlayan bir durum algılandığında ortaya çıkan bir tepki olarak tanımlanır. Bireyin başetme yetenekleri, stresli olayın üstesinden gelebilecek düzeyde olduğu sürece, kişi kendini aşırı gerilimden uzak tutabilir. Ancak olayın gerektirdikleri, kişinin başetme kaynaklarından daha ağır ise, bir dengesizlik durumu gelişir ve bedene fiziksel ve psikolojik taşıma kapasitesinin üstünde bir ağırlık yüklenir. Belki bu ağır yükü bir yere kadar taşıyabilirsiniz. Bedeniniz geçici bir dengesizliği hoşgörebilir ve silkinerek eski haline dönebilir. Ancak bu durum devam ederse, aşırı stresin işaret-leri belirir ve arkasından bir tükenmişlik durumu ya da stresle ilgili diğer hastalıklar gelir.

Bedenimiz, kendine özgü bazı stres göstergeleriyle donanmıştır. Bu göstergeler, “savaşma ya da kaçma” tepkisi diye adlandırılır ve bedenimizin belli bir mücadeleye hazırlanırken yaptığı seferberliğin başlıca sonucudur. Kalp atışları yükselir. Böylece kasların harekete geçebilmesi için gerekli olan kan miktarı ilgili bölgelere ulaştırılır. Kaslar gerilir ve hazır hale gelir. Gözbebekleri büyür. Solunum hızlanır ve kan basıncı artar. İhtiyaç duyulduğu takdirde, gerekli olacak enerjiyi sağlayabilmek için stres durumuna özgü bazı kimyasal maddeler salgılanır. Gaz pedalına basılmış bir araba gibi, insanın moturu da son hızla harekete geçer. Stres belirtilerimiz, bir otomobilin sıcaklığının birden ve aşırı derecede arttığını sinyalleyen ısı göstergesine benzer. Bir şeyler yapılmadığı takdirde, durumun tehlikeli noktalara ulaşabileceğini bildirmeye çalışır.

Stres Belirtileri

Stres belirtileri üç değişik biçimde ortaya çıkabilirler: fizyolojik (bedensel), psikolojik ya da davranışsal değişiklikler. Kişinin kendine özgü stres belirtilerinin farkına varması, stresin yol açacağı dengesizliğe karşı uyanık olmak ve bu dengesizliğin potansiyel nedenini anlayıp tanımlamak açısından oldukça önemlidir.

Fizyolojik belirtiler arasında adele ağrıları, mide bozuklukları, hazımsızlık, başağrıları, kalp çarpıntıları, ishal/halsizlik, ellerin terlemesi, ağız kuruluğu, yerinde duramama ya da yorgunluk sayılabilir. Psikolojik belirtiler ise endişelenme, konsantrasyon güçlüğü, unutkanlık, sinirlilik ya da kontrolsüzlük duygusu, kendini üzüntülü, kızgın ya da zaman baskısı altında hissetme şeklinde sıralanabilir. Davranışsal belirtilere örnek olarak da şunlar verilebilir: bir maddeye aşırı düşkünlük (alkol, ilaç ya da yemek gibi), uykusuzluk ya da aşırı uyuma, gevşeme ya da sakinleşme açısından güçlükler, telaşla oradan oraya koşuşturmak, sosyal ortamlardan kaçınma, huzursuzluk, kızgınlık ya da sakarlık.

Stresin Nedenleri Nelerdir?

Yaşantı içerisinde pek çok faktör stres kaynağı olabilir. İş, okul, ev değişikliği, üniversiteye başlamak, okulu bitirmek, terfi gibi yaşam olaylarından sevilen kişinin kaybı, hastalık, doğal afetler, kaza gibi travmatik olaylara kadar pek çok etken, stres kaynağı olabilir. İlişkisel güçlükler, yoğun iş şartları, çocuk sahibi olmak, evlenmek, boşanmak, maddi zorluklar da stres yaratan yaşam olayları arasında yer alabilir. Ancak stres, her zaman çevresel faktörlerden kaynaklanmayabilir.

Kaygılı, karamsar bir mizaca sahip olmak, aşırı derecede edişe duymak, irrasyonel tarzda düşünce yapısında olmak da bireyin içsel stres tetikleyicileri arasında yer almaktadır. Belirsizliği tolere edememek, esneme becerisinin zayıf olması, mükemmeliyetçilik, ya hep-ya hiç tarzı düşünceler, kendilik değeriyle ilgili olumsuz algı, olumsuz yöndeki iç seslerin fazla olması (olmayacak, yapamayacaksın gibi) gibi durumlar da stresin içsel nedenleri arasında gözlenen faktörleri oluşturmaktadır.

Strese neden olan bir olayla karşılaşıldığında, vücut stres yaratan durumla mücadele için kendini hazırlar ve bazı biyokimyasal olaylar zinciri meydana gelir. Bu bakımdan vücutta stres halinde çeşitli hormonlar salgılanır ve hormonlara bağlı bazı fizyolojik mekanizmalar hayata geçirilir. Stres yaşayan kişilerde aşağıdaki gibi biyolojik tepkiler izlenebilir:

  • Kişinin nabzı hızlanır, kalp hızı artar, kan basıncı yükselir.
  • Kan şekeri düzeyi artar.
  • Kişi daha enerjik hissetmeye başlar, etrafa olan farkındalığı artar, konsantrasyonu güçlenir.
  • Solunum hızlanır.
  • Terleme artar.
  • Kaslara giden kan akımı artar ve kişinin hareket kabiliyeti kolaylaşır.
  • Metabolizma hızlanır, yağ yakımı uyarılır.

Bu mekanizmalar kişinin stresli olayla mücadele edebilmesi için vücut tarafından geliştirilse de stres yanıtının orantısız şekilde gerçekleşmesi, stres yaratan durumun ortadan kalkmasına rağmen stres yanıtının devam etmesi ya da sık sık stres yaşanması halinde vücutta bazı sorunlar ortaya çıkar. Bu sorunlar aşağıdaki gibi özetlenebilir:

  • Stres hormonlarının uzun süre salgılanmasına bağlı kan basıncı yükselmeye başlar.
  • Kalp damarlarında hasar gelişebilir ve kalp damar hastalığı riski artar.
  • Kan şekeri düzeyi yüksek seyreder.
  • Beyin damarlarında tıkanıklık veya kanama riski artar.
  • Uyku problemleri gelişebilir.
  • Uzun süre kan şekerinin yüksekliğiyle birlikte kilo alımı olabilir.
  • Kaygı bozukluğu, depresif duygu durum hali tetiklenerek psikolojik rahatsızlıklar gelişebilir.

Yaşam sürecinde anlık stres durumlarında vücudun geliştirdiği stres yanıtı fizyolojik bir durum kabul edilir ve normal şartlar altında sağlık problemine yol açmaz. Akut stres olarak kabul edilen bu durumda vücudun olağan dışı yanıt göstermesi ya da ciddi vücutta fiziksel veya ruhsal yıkıma yol açabilecek strese maruz kalınması halinde ise önemli sağlık problemleri ortaya çıkabilir.

Akut stresin dönemsel olarak sık tekrarlanması halinde de vücudun fiziksel ve ruhsal sağlığı olumsuz etkilenebilir. Tekrarlayan akut stres vakaları yaşanması halinde stres yanıtı uzun süreli olarak vücutta etkisini devam ettirir ve sağlık bozulabilir. Uzun dönem boyunca stres yanıtının devam ettiği kronik stres halindeyse belirli sağlık sorunlarının gelişimi mümkündür. Stres yanıtına yol açabilen koşullar aşağıdaki gibi özetlenebilir:

  • Doğal afet veya insan hatasına bağlı gelişen yıkıcı olaylara maruz kalmak
  • Kronik hastalığın varlığı
  • Hayatı tehdit eden bir durumla veya hastalıkla karşılaşmak
  • Fiziksel bir travmaya maruz kalmak
  • Tecavüz, yaralanma gibi bir suça maruz kalmak veya tanıklık etmek
  • Aile içinde ilişki sorunları yaşamak, mutsuz evlilik hayatı yaşamak
  • Demans gibi yönetimi zor kronik hastalığı olan yakınlarına bakıcılık yapmak
  • Askerliğe gitmek
  • Evlenmek
  • Başka bir şehre taşınmak
  • Tehlikeli bir işte çalışmak
  • İşsiz olmak, ciddi fakirlik veya evsizlik problemiyle karşı karşıya kalmak, finansal sorunlar yaşamak
  • Ev-iş dengesinin bozulması, kişinin kendine vakit ayıramaması, sevilmeyen işin uzun süre yapılması

Stresin Fizyolojik ve Psikolojik Etkileri

Bireylerin fiziksel ve ruhsal iyi oluşları üzerinde önemli bir rolü olan stresin, çeşitli fizyolojik ve psikolojik etkileri bulunmaktadır. Zihin tarafından tehlike olarak algılanan olaylar karşısında yaşanan zihinsel uyarılma devamında bedensel uyarılmaya dönüşmektedir. Bu süreçten sonra bedensel tepkiler ve stresin vücuda etkileri ortaya çıkmaktadır.

Kalp ve Damar Hastalıkları

Stres anında vücuda daha çok enerji vermek amacıyla kalp atışları ve damarlardaki kan akışı hızlanır. Bu sebeple stresin etkileri arasında sayılabilecek en önemli rahatsızlıklar kalp ve damar hastalıklarıdır.

Kronik Ağrılar

Stres anında salgılanan stres hormonları bağışıklık sistemini etkileyen hormonlardır. Bağışıklık sistemi kaynaklı bir rahatsızlık olan romatoid artrit vücutta kronik ağrıların oluşmasına yol açmaktadır. Kas iskelet sistemi ağrılarının oluşuma neden olan fibromiyalji sendromu ve romatoid artrit hastalarının stresli dönemlerde ağrılarında artış olduğu saptanmıştır.

Bağışıklık Sistemi

Stres bağışıklık sistemini olumsuz yönde etkilemektedir. Otoimmün bozukluğu olan hastaların stresli dönemlerde rahatsızlıklarında artış yaşanmaktadır.

Sindirim Sistemi

Aşırı stres sonucu sindirim sistemi dengesinde bozulmalar meydana gelmekte, mide ve bağırsak hastalıkları ortaya çıkmaktadır.

Psikolojik Stres Tepkileri

Stres psikolojik sağlıkla yakından ilişkili bir kavramdır. Stresin etkileri arasında yer alan depresyon ve kaygı bireyin psikolojisini olumsuz yönde etkilemektedir.

Bireyler aşırı stres sonucunda bedensel ve ruhsal sağlıkları açısından birçok olumsuzlukla karşılaşmaktadır. Bunlara ek olarak gündelik yaşamı etkileyen durumlar da bulunmaktadır; uyku düzensizlikleri, yeme bozuklukları, cinsel yaşam düzeninin bozulması, kazalarda artış, iş verimliliğinde düşüş, sosyal ilişkilerde bozulma stresin diğer etkileri olarak sayılabilmektedir.

Kronik Stresin Etkileri Nelerdir?

Stres, her zaman olumsuz sonuçlar yaratmaz. Belirli miktardaki stres, itici bir güçtür ve motivasyonu arttırır. Ancak süreğen şekilde strese maruz kalmak bir müddet sonra kronikleşir; bireyin hayatında yorgunluk ve aşırı yüklenmiş hissetme duygusu yaratır. Yaklaşan sınavlar, evle ilgili sorumluluklar, teslim tarihi gelen iş yükü gibi pek çok konu kronik stresi ortaya çıkarabilir. Çalışma prensibi gereği, bu denli yoğunluk gerektiren durumlarda zihin tetiklenir ve ortada gerçek bir tehlike varmışçasına hareket etmeye başlar. Bir tür alarm sistemi devreye girer ve özellikle bedensel olarak değişimler gözlenir. Kalp atım hızı artar, nefes alıp verme yoğunlaşabilir. Kronik olarak strese maruz kalınan durumlarda kaygı bozuklukları, depresyon, uyku sorunları, düşünce ve bellekle (unutkanlık gibi) ilgili klinik tablolar ortaya çıkabilir. Stres anında vücut, ortada bir tehdit varmışçasına hareket etmeye başlar; dolayısıyla beden harekete geçer. Yoğun ve kronik stres durumunda, bedenin alarm sistemini (Savaş-Kaç tepkisi) çalıştırmasıyla beraber otoimmün hastalıklar, kronik ağrılar, gastrointestinal sorunlar (reflü, ülser gibi), kardiyovasküler hastalıklar (kalp, tansiyon gibi), iştahsızlık, cilt sorunları (egzama, ürtiker/kurdeşen gibi) ortaya çıkabilir.


Stres Kaynakları

Stres çevreden ya da kişinin kendinden kaynaklanabilir. Dış koşullar ve zorluklar strese yol açarken, bizim davranışlarımız ve tepkilerimiz de aynı şekilde stres yaratabilir ve gelecekteki stresli olayları hazırlar. Örneğin, her gece yüksek sesle gürültülü müzik çalarak oda arkadaşını uyutmayan biri, bir anlamda sert tepkilerle karşılaşacağı stresli bir ortamı kendisi için hazırlıyor demektir. Bu nedenle, hangi streslerin dış zorlamalardan kaynaklandığının, hangilerinin de kendi ellerimizle ortaya çıkarıldığının bilinmesi çok önemlidir.

Çevresel Stresler önemli yaşam olaylarını ve günlük sıkıntıları içerir. Önemli yaşam olayları, örneğin üniversiteye başlamak, bir yerden bir yere taşınmak, bir aile bireyinin ölümü ya da ciddi hastalığı gibi, büyük bir değişim ya da uyumu gerektiren olaylardır. Ancak stresin en büyük kaynakları, sıradan, günlük sıkıntılardır. Örneğin, oda arkadaşıyla sorunlar, birşey kaybetmek, başarısızlıklar, aşırı iş yükü ya da ekonomik kaygılar gibi. Bu ketleyici olayların sıklığının artmasının, vücudun bağışıklık sistemini zayıflatma ve hastalıklara karşı direncini azaltma gibi fizyolojik sonuçlara yol açtığı, günümüzde artık çok iyi bilinmektedir.

Kişisel Stres Kaynakları ise, zihinsel faaliyetlerimizle (düşüncelerimiz ve kendi kendimize söylediklerimiz) ya da davranışlarımızla (alışkanlıklarımız ya da beceri eksikliklerimiz) ilişkili olabilir. Yaşam olaylarına yaklaşırken ve onlarla uğraşırken kendimizle yaptığımız diyaloğun şekli yaşadığımız stresin yoğunluğunu azaltır ya da artırır. Kendi kendimize, “Davranışlarım ve dünya, ………(şu ya da bu şekilde) olmak zorunda” ya da “olmalı” dediğimizde, strese davet ediyoruz demektir. Çünkü ne kendi davranışlarımızın ne de dünyanın her zaman bizim istediğimiz şekilde olması mümkün değildir. Olmak zorunda da değildir. İnsanda stres yaratan üç genel inanç vardır: “Herkes beni sevmeli.” “Her zaman mükemmel davranmalı ve hiç hata yapmamalıyım” ve “Dünya adaletli olmalı”. Dikkat ederseniz bu inançların üçü de gerçekdışıdır ve “ya hep ya hiç” özelliği taşımaktadır. Benzer şekilde, kişiyi zorlayabilecek bir olayın yaklaşması da bazen olabilecek en kötü sonuç için endişelenmeye neden olur. “Biliyorum, bu sınavda başarılı olamayacağım”. İnsanın kendisiyle bu türden diyaloglarda bulunması, öz değer duygularının temelini zayıflatır, kaygı ve sıkıntısını artırır; dolayısıyla da sorunun çözümü gecikir.

Eğlenceye herşeyden çok zaman ayırmak, sınavlara çalışmak için son dakikaya kadar beklemek, ya da derslerde uyumak gibi, kişinin kendini yenilgiye uğratan davranışları da stresin alışılagelen kaynaklarındandır. Bu davranışlar, kısa dönemde ödüllendirici olabilmelerine karşın, uzun dönemde yoğun sıkıntılara yol açabilmektedirler.

Sosyal etkileşim sırasında insiyatif alabilme, zamanı iyi kullanma, problemlere etkili çözüm yolları bulma gibi belli yaşam becerileri aslında kolayca öğrenilebilir ve bunlardaki aksaklıklar bir irade sorunu değildir. Başkalarıyla nasıl bir etkileşim içine girileceğini öğrenmek, zamanı akıllıca kullanmak ve öncelikleri belirlemek, bu tür stres kaynaklarını ortadan kaldırabilir.

Stresle başaçıkmada kullanılan becerilerden önemli bir tanesi stresinizi neyin başlattığını belirlemektir. Bunu yapabilirseniz başetme çabalarınızı uygun hedef üzerinde odaklaştırabilirsiniz.

Belirlediğiniz bu stres kaynaklarını günlük kayıtlar tutarak izleyin. Bu kayıtlarda yoğun stres yaşadığınız yeri, olayı, gösterdiğiniz davranışsal tepkiyi ve stres düzeyinizi belirtin. Eğer bu işi doğru olarak yaparsanız çok kısa zamanda hangi davranışların, olayların, yerlerin ve insanların, size stres tepkisi yaşatmada “yüksek risk” taşıdığını anlayacaksınız.

Stresle Başaçıkma Yöntemleri

Stres tepkinizi ateşleyen durumları belirledikten sonra, muhtemelen bunlardan bazılarının değiştirilebilir ve kontrol edilebilir olduğunu, bazılarının da kontrolünüz dışında kaldığını ve yalnızca kabullenilmeyi ve katlanılmayı gerektirdiklerini göreceksiniz. Kontrol edilebilir ve değiştirilebilir stres kaynaklarıyla başaçıkmak için tasarlanan stratejiler, probleme odaklanan bir yaklaşım tarzını gerektirir. Bu da problem yaratan durumla mücadele etmek anlamındadır. Diğer deyişle problemi yaratan durumun değiştirilmesine, kontrol edilmesine çalışılır.

Değiştirilmesi pek mümkün olmayan durumlar karşısında ise o duruma gösterilen duygular ve tepkiler üzerinde çalışılır. Bu duyguları kontrol etmek ve değiştirmek için uğraşılır.

Bazen yaşadığınız stresin bir kısmı stresli bir durumda yanlış başaçıkma mekanizmalarını kullanmanızdan kaynaklanabilir. Örneğin, bazı öğrenciler önemli bir sınavın baskısıyla uğraşırken, sınava hazırlanmak yerine (probleme ve duruma odaklaşmak; bilgi düzeyini artırarak durumu değiştirmek), o sınav durumunun kendilerine yaşattığı başarısızlık korkusu ya da karamsarlık gibi duyguların üzerinde yoğunlaşarak, bunun hiç değişmeyeceğine, herşeyin daha kötüye gideceğine inanmaya ve bu durumu kabullenmeye başlarlar. Ya da bir kazada bir organını kaybetmiş olan bir kişi, veya boyu istediğinden biraz daha kısa olan biri, bu değiştiremiyeceği durumu kabullenip de bununla ilgili yas duygularının üzerinde yoğunlaşıp, onları yaşamak yerine, doktor, doktor dolaşıp durumu değiştirmek için uğraşabilir. Bunu yapamayınca da yoğun bir stres yaşar.

Kontrol Edilebilir Durumlarda Kullanılabilecek Yöntemler: Stres kaynağının zayıflamasına ya da ortadan kalkmasına yardım edecek şekilde probleme odaklaşan yöntemlerdir.

Davranışsal yöntemler:

  1. Yapmak istediğiniz bir işi önceden planlamak ya da düzenlemek.
  2. Sorunları çözümlemek için bilgi istemek.
  3. Yardımcı olabilecek kişilerle konuşmak.
  4. Stres yaratan kişiyle yüzleşmek.
  5. Stresi ateşleyen durumlardan kaçınmak.
  6. Başaçıkmayı teşvik için ortam yaratmak.
  7. İstenen davranışı başarmak için kendi kendine anlaşma yapmak.

Bilişsel yöntemler:

  1. Başaçıkmak için kendinizle olumlu diyalogda bulunmak (olumlu, hedefe yönelik düşünceler).
  2. Zihinde canlandırma (kendinizi durumla başaçıkarken canlandırmak).
  3. Gerçekçi olmayan inançlarla savaşmak (kendinizle neyin mantıklı ve gerçeğe dayalı olduğu üzerinde tartışmak).

Kontrol Edilemeyen Durumlarda Kullanılabilecek Yöntemler: Yaşadığınız stres tepkinizi azaltmak ve duruma daha kolay katlanabilmenize yardımcı olmak için duygularınıza odaklaşan yöntemlerdir.

Davranışsal yöntemler :

  1. İnsana acı çektiren şeyleri hatırlatan durumlardan kaçınmak,
  2. Gerilimi azaltmak için fiziksel egzersiz yapmak,
  3. Kas gevşetme, zihinsel dinginlik ve derin nefes egzersizleri,
  4. Boş zamanlarda keyifli etkinliklerde bulunmak,
  5. Sosyal destek.

Bilişsel yöntemler:

  1. Endişe yaşadığınız süreyi sınırlı tutmak.
  2. Yeniden değerlendirme: olayların iyi taraflarını aramak.
  3. Aklınıza olumsuz düşünceler geldiğinde bunları durdurmak.
  4. Kendi durumunuzun diğer insanlarla olumlu karşılaştırmasını yapmak.

Stresle Başaçıkma İlkelerinin Gözden Geçirilmesi

Stres, yaşam zorluklarının, onlarla başetme becerilerimizi aştığını algıladığımız zaman ortaya çıkan bedensel, psikolojik ve davranışsal belirtilerle kendini gösteren bir tepkidir. Bu belirtiler potansiyel stres kaynağını belirlememiz ve durumun düzelmesini sağlayacak davranışı bulmamız için bizi uyarır. Bazı stres kaynakları dışsal durumlara bağlıyken, diğerleri, bizi yenilgiye uğratan alışkanlıklarımız, kendimizle yaptığımız olumsuz diyaloglar ve gerçekçi olmayan inançlarımızın bir sonucudur. Potansiyel stres kaynağını bir kez tanıyınca, onunla başedebilmek için doğru stratejiyi seçmeye dikkat edin. Unutmayın, ihtiyacınız olan şey değiştirebileceğiniz durumları değiştirmek için cesaret, değiştiremeyeceklerinizi kabullenmek için sabır, ikisi arasındaki farkı belirleyebilmek için de aklınızı kullanmaktır

Yayınlanma: 08.05.2024 11:18

Son Güncelleme: 16.08.2024 17:34

Psikolog

Hidayet

ÇALIŞKAN

Psikolog

(*)(*)(*)(*)(*)

Uzmanlıklar:

İlişki / Evlilik Problemleri , Çocuk ve Ergenlik Dönemi Ruhsal Sorunları , Depresyon ve Mutsuzluk
Online TerapiOnline Ter...
süre 45 dk
ücret 2300
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
Hizmet vermiyor
Bunları da sevebilirsiniz...

İyi Hissetmenin Yolu: Zihnimizle Başlayan Yolculuk

Hayat bazen öyle bir noktaya gelir ki, sabahları yataktan kalkmak bile imkânsız görünür. İçimizi kaplayan umutsuzluk, sanki kalbimize beton dökülmüş gibi ağırdır. İnsan, böyle zamanlarda en çok şunu düşünür:“Benimle ilgili bir sorun var. Asla toparlanamayacağım.”Bu düşünceler öylesine gerçekmiş gibi gelir ki, ruh halimiz tamamen onların esiri olur.Oysa duygularımızı şekillendiren şey yaşadığımız olaylardan çok, onlara yüklediğimiz anlamdır. Hepimiz biliyoruz: Aynı olaya farklı insanlar farklı tepkiler verebiliyor. Bir iş görüşmesinden olumsuz dönüt almak, kimi için “Ben değersizim” düşüncesini doğururken, başka biri için “Belki de bana daha uygun bir fırsat vardır” şeklinde yorumlanabiliyor. İşte bu fark, zihnimizin bize neler söylediğiyle ilgili.Düşünceler Duygularımızı Nasıl Şekillendiriyor?Zihnimiz sürekli konuşur. Bu iç ses, çoğu zaman otomatik ve fark edilmeyen düşünceler üretir. Eğer bu düşünceler yargılayıcı, karamsar ve katıysa, ruh halimiz de aynı doğrultuda ağırlaşır. “Hata yaptım, demek ki başarısızım” ya da “Beni kimse sevmeyecek” gibi inançlar, gerçekliğin kendisi değil; zihnimizin çarpıttığı yorumlardır.Psikolojide bunabilişsel çarpıtmadenir. Hepimiz zaman zaman bu çarpıtmaların tuzağına düşeriz. “Ya hep ya hiç” tarzında düşünmek, tek bir olumsuz olaydan tüm hayatı genellemek, ya da başkalarının düşüncelerini tahmin edip buna inanmak… İşte bu kalıplar, farkına varmadan depresyonu ve kaygıyı besleyen unsurlardır.“Pozitif Düşün” Yeterli mi?Burada yanlış anlaşılmaması gereken bir nokta var: İyi hissetmek, yalnızca kendinize “Pozitif ol!” demekle mümkün değil. Çünkü derinleşmiş kaygı ve depresyon, iradeyle bastırılabilecek bir şey değil. Önemli olan, olumsuz düşünceleri görüp onlara meydan okumayı öğrenmek.Örneğin, “Her şey kötüye gidiyor” düşüncesini ele alalım. Bunu sorgulamadan kabul ederseniz, umutsuzluk duygusu ağırlaşır. Ama aynı düşünceye şöyle yaklaşabilirsiniz: “Şu anda zorlanıyorum, evet. Ama geçmişte de zor zamanlar yaşadım ve onların üstesinden geldim. Demek ki bu da geçebilir.” İşte bu yeniden çerçeveleme, karanlığın ortasında küçük bir ışık yakar. Küçük adımlar birikir ve zamanla ruh halinizde belirgin bir iyileşme yaratır.Araştırmalar Ne Söylüyor?Araştırmalar bize gösteriyor ki depresyon sadece genetik ya da kimyasal bir dengesizlikten ibaret değil. Elbette biyolojik faktörler rol oynayabilir; ancak çoğu zaman asıl belirleyici olan, yaşadıklarımızı nasıl anlamlandırdığımızdır. İki insan aynı zorlukla karşılaşabilir, fakat biri bunu “Ben tamamen başarısızım” diye yorumlarken, diğeri “Zor bir süreçten geçiyorum ama bu benim değerimi belirlemez” diyebilir. Bu farklılık, duygusal deneyimi kökten değiştirir. Yani sorun, “Ben böyleyim, değişmem imkânsız” inancı değil; zihnimizin yıllar içinde otomatikleşmiş düşünce kalıplarındadır.İyi haber şu ki, bu kalıplar öğrenilmiş olduğuna göre değiştirilebilir de. Zihnimiz tıpkı kaslarımız gibi esnektir; doğru egzersizlerle daha güçlü ve dengeli hale gelebilir. Olumsuz düşünceleri fark edip sorgulamayı öğrendiğinizde, beyninizin duyguları işleme biçimi de değişmeye başlar. Hatta yapılan çalışmalar, terapiyle kazanılan bu yeni düşünce alışkanlıklarının beyin kimyasında da olumlu değişiklikler yarattığını gösteriyor. Yani sadece ruh haliniz değil, biyolojik düzeyde de iyileşme mümkün. Bu, umudu gerçek bir zemine oturtan en güçlü bulgulardan biridir.Terapi Neden Önemli?İnsanın kendi zihnini yakalaması kolay değildir. Hele ki depresyonun ortasındayken, düşünceler öyle ikna edici gelir ki, çıkış yolu göremezsiniz. İşte bu yüzden profesyonel destek, iyileşmenin en güçlü adımlarından biridir.Terapi yalnızca teknik öğretmekten ibaret değildir. Asıl önemli yanı, güvenli bir alan yaratmasıdır. Bir terapistin yanında, en derin kaygılarınızı ve en karanlık düşüncelerinizi yargılanmadan paylaşabilirsiniz. O anlarda, aslında tek başınıza olmadığınızı fark edersiniz. Bu, iyileşmenin kalbinde yatan en büyük ihtiyaçtır:anlaşılmak.İyileşme Gerçekten Mümkün mü?Birçok insan, depresyonun ya da kaygının sonsuza kadar süreceğini sanır. “Bende bir bozukluk var, asla düzelmeyecek” düşüncesi sıkça duyduğum bir cümle. Oysa doğru yöntemlerle depresyondan ve yoğun kaygıdan çıkış mümkündür. Üstelik bu iyileşme sadece geçici bir düzelme değil, uzun vadeli bir değişim de olabilir.Zihnimiz esnektir. Nasıl ki yıllar boyunca olumsuz düşünceleri alışkanlık haline getirdiysek, aynı şekilde daha dengeli ve gerçekçi düşünceleri de öğrenebiliriz. Bu da duygularımızı dönüştürür. Tıpkı kaslarımız gibi, zihnimiz de çalıştıkça güçlenir.Yalnız DeğilsinizEğer şu anda kendinizi çıkmazda hissediyorsanız, bu sadece sizin başınıza gelmiyor. Dünyada milyonlarca insan benzer duygularla mücadele ediyor. Fakat çoğu, yardım istemekten çekiniyor. Oysa yardım istemek bir zayıflık değil; aksine, cesur bir adımdır. Karanlığın ortasında “Artık dayanamıyorum” diyen ses, aslında iyileşme isteğinin işaretidir.Şunu bilmenizi isterim: Depresyon ya da kaygı sizi tanımlamaz. Siz bu duyguların toplamından çok daha fazlasısınız. İyileşme süreci, kendi içinizdeki gücü yeniden keşfetmenize yardımcı olur. Ve evet, şu an ne kadar ağır olursa olsun, bulutlar bir gün dağılır ve güneş yeniden görünür.Şunu da unutmamak gerekiyor: İyileşme süreci bazen inişli çıkışlı olabilir. Bir gün kendinizi çok güçlü hissederken, ertesi gün aynı karamsar düşünceler geri gelebilir. Bu, sürecin normal bir parçasıdır. Tıpkı yürümeyi öğrenen bir çocuğun sık sık düşüp yeniden kalkması gibi… Önemli olan, her düşüşten sonra tekrar ayağa kalkmayı seçebilmektir. Her küçük adım, gelecekte daha sağlam bir duruşa dönüşür.Unutmayın: Kendinizi iyi hissetmek, kimseye değil, yalnızca size karşı bir borcunuzdur. Bazen en zor gelen şey, ilk adımı atmaktır. Ama o ilk adım, hayatınızı değiştirecek sürecin başlangıcıdır.Eğer hazırsanız, bir terapistle görüşmeye başlamak, zihninizi yeniden eğitmek ve yaşamınıza yeni bir bakış açısı katmak için atabileceğiniz en değerli adımdır. İçinizden “Benim için çok geç” diye düşünüyorsanız, işte tam da o düşünce, dönüşümün başlayacağı noktadır. Çünkü değişim ihtimali, en karanlık anlarda bile vardır.
Funda AKYOL 19.08.2025

Hayır deme sanatı

Sağlıklı sınırlar huzurlu bir zihin getirir.İletişimlerde hayır diyememenin bazı getiri ve götürüleri vardır. Örneğin, karşımızdaki kişiyi kırmamak ve ilişkinin sarsılmaması bizim için bir yarardır. Öte yandan lüzumsuz bir durumun içerisine girmek veya bir sohbeti bitirip yapmamız gerekenlerle ilgilenmek istediğimizi söyleyemediğimiz için bir yerde mahsur kalmak da hiç kuşkusuz bir götürüdür. Acaba bu yarar ve zararları gözetirken bazen kendi önceliklerimizin bulanıklaştığı kendimizi istemediğimiz bir durumda ikinci plana attığımız oluyor olabilir mi?İnsan birçok durumda hayır deme zorunluluğundadır, örneğin karnı tokken bir yiyecek ikramına, vakti yokken bir sohbete, yorgunken fiziksel bir yardıma veya mali olarak bütçesini sarsacak bir borç vermeye... Uzaktan bakıp düşündüğümüz zaman bunlar epey bariz örneklerdir ancak yaşarken kendi zihnimiz bazen karşı tarafın neler düşünebileceğine gereğinden fazla odaklanır, ben ona şuan katılmazsam benimle bir daha bu kadar samimi olmayabilir gibi düşüncelere girer. Buna eşlik eden bir kaygı ortaya çıkar ve kişi pasif bir onaylama haline girip kendisini karşı tarafa teslim eder. Ancak burada daha yakından baktığımız zaman karşı tarafın talebini tam anlamıyla anlamamış olduğumuzu görürüz. Çünkü karşımızdaki kişi yalnızca ufak bir sorunu çözmek için yardım arayışında olabilir ve bunu çözebilecek çeşitli insanları zihninden geçirip onlardan sırayla yardım isteyecek ve müsait olan ve ona yardımcı olmaya istekli bir kişiyi bulana kadar devam edecektir. Burada yardım talebi de gayet insanidir, hayır demek de öyle. Burada dönüp dolaşan olay kendisine soru sorulmuş olan kişinin zihnindedir.Hayır demekte zorlanan kişinin zihnini incelediğimizde birkaç şey gözümüze çarpar. Bunlar:Karşıdaki kişiyi incitmekten korkmak: İnsanların karşısındaki kişiyi anlamak için yapacağı ilk iş kendi anlayış biçimine onun da sahip olduğunu düşünmek ve onu kendisi gibi bilmektir. Bir kişi eğer ki reddedilmeye karşı büyük bir hassasiyete sahip ise karşısındaki kişinin de bu konuda hassas olacağını düşünür ve bir konuda hayır derse onu kırmış olacağını düşünür (bunun bilinçli bir düşünme olması gerekmez).Hayır demenin kendisine bir yaptırım olarak döneceğine olan abartılı bir inanç: Yetiştiği ailede diktatörlük olan kişiler kendi gelişimlerinde herhangi bir şeye hayır diyememiş ve bu becerisini geliştirememiş kişilerdir. Bu kişiler kendi ihtiyaç veya isteklerini belirttikleri vakit bencil olmakla suçlanmış, herhangi bir şeye akıllarının ermeyeceği şeklinde cesaretleri kırılmış kişilerdir ve o aile ortamındaki eleştirel sesi içselleştirmişlerdir. Karşılarına çıkan kişilere de zihnindeki kalıplara uygun roller biçmiş ve hayır dediği vakit (kendi isteğini belirttiğinde) kendisini buna pişman etmek için fırsat kollamaya başlayacağını düşünmeye başlayacaktır.Bir şeye karşı çıktığı vakit artık sevilmeyeceğine inanmak: Aile içinde belki de duygusal olarak en temel ihtiyaçlardan birisi koşulsuz sevgidir. Koşulsuz sevgi bir kişinin kendini sevebilmesi için en temel ihtiyaçtır. Sevgi ve sevilmek düşüncelere, tercihlere, başarılara, zenginliğe göre artıp azalan bir şey değildir. Ancak sevginin bir ifadesi olan ilgi düzenli olarak koşullara bağlı olarak gösteriliyorsa kişi kendisini ilgi göreceği, sevileceği koşulları yarattığı müddetçe sevilebilir bir varlık olarak görecektir. Bu durum ise kişinin kendisini sevmesini her zaman koşullara bağlı kılacaktır. Koşullara bağlı sevilmeye inanmış kişi ise kendisini o koşullar içinde tutacak, ihtiyaçlarını belirtmeyecek ve hayır diyemeyecektir.Karşıdaki kişinin her zaman kendinden daha yetkin olduğuna dair inanç: Çocukluğundan itibaren fikri sorulmayan, kendisine bir ifade alanı tanınmayan kişiler ruhunun fikir üreten, anlayan, çözüm üreten ve tercih eden yanını ötekilere devretmiştir. Bu o kişinin kendisini aşağılanmadan koruma yoludur. Hangi yemeği yiyeceğinden evleneceği kişiyi seçmeye kadar kendi kararını başkalarına devreden insanları görürüz hayatta. Bu kişiler için karşıdaki kişiye hayır demek çok büyük bir hale gelmiştir ve çoğunlukla ötekilerin buyrukları katlanılmaz hale geldiğinde herkesle iletişimi kesme, çılgınca tepkiler verme hatta insanlara ve kendine zarar verme şeklinde ortaya çıkabilir. Oysaki yerinde söylenmiş sade ve net bir hayır bazen kişiyi içinden yıllarca çıkamayacağı dertlerden kurtarabilir.Bu gibi durumların örnekleri çoğaltılabilir ancak şuan bu konuyu daha teorik bir şekilde ele almak istiyorum. Sigmund Freud' un psikanalitik gelişim teorisinde ikinci gelişim evresi olan anal dönem çocuğun ben ve hayır kelimesini öğrendiği dönemdir. Bu dönemde çocuğun ilk kez kendi kontolü altında olan unsurun ortaya çıktığı dönemdir. Dışkılama kontolü gelişir ve tutma bırakma becerisi kişilik için bir dönüm noktasıdır. Bu şekilde başlayan yeni beceri ben ve hayır demektir. Çocuk karşısındakinin kontrolüne karşılık kendi kontrol duygusunu geliştirir. Bu yanlızca bir tuvalet eğitimi meselesi değildir. Kendi istekleri ile dünyanın kuralları, ötekinin beklentisi arasında bir köprü kurma becerisini geliştirme yolculuğudur. Temel kargaşa ötekinin dediğine tamamen teslim olmak ile yalnızca kendi istediklerini yapmak arasında bir yer bulabilmektir. (1) Çocuğun kendi işlerini yapmaya karşı olan arzusu, yapacaklarına dair karar verme becerisi oluşmaya başlar. Burada ebeveynlerinden iki uç tepki arasında bir tepkiyle karşılaşır; mutlak kontrolcülük ve tamamen serbest bırakmak. Bu iki uçtan mutlak kontrolcülüğe yakın olan ebeveynler çocuklarının her yapıp ettiğini kontrol etme, yönlendirme eğiliminde olur ve çocuk buna karşı bir mücadele içerisine girer. Ağlar, bağırır, vurur, istenilenin tam tersini yapar... Ancak bir zaman sonra bu güçle mücadele edemeyeceğini anladıktan sonra buna teslim olur ve kendi davranışlarını anormal bir düzeyde karşısındakine kendini beğendirmek için yapar hale gelir. Belki dışarıdan uslu bir çocuk olarak görünür ancak kend yaşantısını ötekileri memnun etmek için yaşayan bir insan haline gelir. İşte bu kişi ebeveyni ile kurduğu bu ilişikinin zihninde oturması sonucu yetişkinlik hayatında hayır demeye kendinde güç bulamaz, hem karşısındakine gücü yetmez hiçbir zaman hem de karşısındakinin gazabını uyandırmaktan korkar. Oysa ki sağlıklı olan çocuğun kendi ihtiyaçları için çoğunlukla kendisinin yol bulmasına izin vermek ve rehberliğe ihtiyacı olduğunda veya zarar gördüğünde çocuğa destek olunmasıdır. Bu şekilde yetişen bir çocuk durumları değerlendirirken hem kendisini hem de karşısındakini önemser. Terapi buna sahip olamamış kişilerin sonradan bu güvenlik duygusuna sahip olmasını sağlar. Bir diğer başlık olaraksa nezakete uygun olarak hayır demenin yollarını öğrenmektir. Bunun içinse size Türk kültüründe net ve kibar reddetme stratejilerinden bazılarını sıralayacağım (2):Açık ve kesin bir dille reddetme: Muhatabınızı hayır, olmaz, istemez, olmaz ifadeleri ile reddetmektir. X: Nedir bu halin? Gel biraz dinlen, çay içelim. Y: Olmaz, şuan başka bir yere gidiyorum.Açıklama yaparak reddetme: Muhatabınızın isteğini bir gerekçe bildirerek reddetmektir. X: Gece kalsanıza. Y: Bir işim var, bu akşam İstanbul'da olmalıyım.Kibar dille reddetmek: Karşıdaki muhatabın isteğini ona rahatsızlık vermemek yolu ile reddetmek. X: Gideceğiniz yere ben bırakayım sizi. Y: Zahmet vermeyelim size, gideceğimiz yer yakın zaten.Tercih belirterek reddetmek: Reddettikten sonra tekliften başka neyi tercih ettiğimizi belli etmektir. X: Ben de seninle geleyim. Y: Olmaz, yalnız gitmek istiyorum.Konuyu değiştirerek reddetme: Teklife ufak bir cevap verdikten sonra başka bir yöne yönelmektir. X: Benim şu işi bi hallediversek? Y: Şuan bunun yeri değil. Bir bardak su alabilir miyim?Teşekkür ederek reddetme: İyi niyetli olduğunu bildiğiniz bir teklife teşekkürle yanıt verip sonrasında reddetmektir. X: Sizin hastane işlerinizi halledelim isterseniz? Y: Teşekkür ederim ancak biz o işi hallettik.İşte bu ve buna benzer basit ama etkili yollarla karşıdaki kişileri incitmeden ve kendimiz de istemediğimiz şeylere dahil olmadan iletişime devam edebiliriz. Hayır demenin hayattaki önemi bazen kendimizi çok alakasız durumlarda bulduğumuzda aklımıza gelir ancak hayır demek evet demek kadar normaldir.Kaynakça:Freud, S. (2000). Cinsellik üzerine üç deneme (A. Yalçıntan, Çev.). Payel Yayınları.Çürük, M. S. (2014). Türkiye Türkçesindeki reddetme stratejilerine bir bakış. Türk Kültürü Araştırmaları Dergisi, 33, 1–19.

Kabullenememek: Görmezden Geldikçe Büyüyen Bir Acı

Hayatta bazen öyle anlar olur ki, olanı olduğu gibi kabul etmek en zor şey haline gelir. Yaşadığımız bir olay, hissettiğimiz bir duygu ya da içimize sinmeyen bir gerçekle yüzleşmek… Bazen o kadar ağır gelir ki, zihnimiz hemen devreye girer:Bu gerçek olamaz...Bunu hak etmedim...Böyle olmamalıydı...İşte tam da burada başlar içsel savaş. Zihin bir yandan inkâr eder, kalp bir yandan ağrır. Ve biz bu ikisinin arasında kalakalırız. Kabullenememek bir savunmadır aslında. Bizi korumaya çalışan, acıyı biraz daha ertelemeye çalışan bir refleks. Ancak her bastırılan duygu gibi, bu da içimizde büyür. Göz ardı ettikçe bizi daha çok zorlayan bir yük haline gelir.“Bu böyle olmamalıydı…”Kabullenemediğimiz şey sadece yaşadıklarımız değil; bazen kendimiz de olabiliriz. Bir davranışımız, bir seçimimiz, bir özelliğimiz... “Ben böyle biri değilim” deriz, “Bunu nasıl yaptım?” deriz ya da “Keşke öyle olmasaydı.” Bu sözlerin arkasında pişmanlık da olabilir, hayal kırıklığı da hatta öfke bile…Kabullenemediğimiz şeyler çoğu zaman günlük hayatımıza da yansır. Örneğin, biten bir ilişkiyi kabullenemediğimizde kendimizi sürekli geçmişte yaşarken buluruz. İş yerinde yaşanan bir haksızlığı kabullenemediğimizde içten içe öfkemizi büyütürüz. Sevdiğimiz birinin artık hayatımızda olmadığını kabullenemediğimizde yas sürecine adım atamaz, içimize kapanırız. Bu örnekler çoğaltılabilir çünkü kabullenememek hayattan uzaklaştırır. Gerçeklikten koparır. Olanla barışamayınca, olmayana tutunuruz.Kabullenmek, pes etmek değildir!Çoğu kişi kabullenmeyi bir yenilgi gibi görür. Oysa kabullenmek, olanı olduğu gibi görmek ve onunla birlikte yaşamanın yollarını bulmaktır. Direnmeyi bırakıp, yavaş yavaş iyileşmeye yer açmaktır. “Evet, bu oldu. Ama ben bununla ne yapabilirim?” sorusunu sorabildiğimiz anda başlar aslında değişim.Kabullenmek, hayata yeniden temas etmektir. Kendini olduğu gibi görmeye, hissettiklerini tanımaya ve içinden geçtiğin süreçlere saygı duymaya başlamak demektir. Bu, çok kıymetli bir adımdır.Peki, neden bu kadar zor?Çünkü insanız. Ve insan olmak bazen acı verir. Her şey kontrolümüzde olsun isteriz. Kalbimiz kırılmasın, hatalar yapmayalım, sevdiğimiz insanlar hep yanımızda olsun... Ama hayat böyle değildir. Ve bu gerçek, her zaman kolay kabullenilmez.Ayrıca çoğu zaman kendimizi güçlü hissetmek zorunda hissederiz. "Ben böyle bir şeyle baş edemem" demek, zayıflık gibi gelir. Oysa en büyük güç bazen çaresizliğimizi kabul edebilmektir. Çünkü ancak kabul ettiğimiz şeyleri dönüştürebiliriz.Duygularla yüzleşmek, içsel direnci kırmak kolay değildir. Bu yüzden birçok kişi, acıyı bastırmak için meşguliyet üretir. Yoğun çalışır, duygulardan uzak durur, eğlencenin içinde kaybolur. Ama ertelenen hiçbir duygu yok olmaz. Uygun bir zaman, bir tetikleyiciyle yeniden kendini hatırlatır. Bu da zamanla daha büyük bir zihinsel yük oluşturur.Unutulmamalıdır ki:Bazen insanlar dışarıdan bakıldığında son derece güçlü, sakin ve kontrollü görünebilir. Ancak iç dünyasında neler olup bittiğini kimse bilmez. “İyiyim” demek kolaydır çünkü gerçek duyguları anlatmak, bazen onları kendine bile itiraf etmek zordur. Ama bastırılan her şey bir yerde kendini gösterir: bir gece aniden gelen ağlama hissinde, durduk yere ortaya çıkan öfke patlamalarında ya da hiçbir şeyden keyif alamadığın o sessiz günlerde…Kabullenememek çoğu zaman duyguların üzerini örtmek gibi görünür, ama aslında o duygular içimizde kendi yolunu bulup dışarı çıkmanın bir yolunu arar. Oysa her duygunun görülmeye, duyulmaya ve anlaşılmaya ihtiyacı vardır. Bu yüzden kabullenmek, sadece zihinsel bir süreç değil, aynı zamanda kalbe de temas eden bir içsel yolculuktur.Hayatın bazı dönemleri zordur ve insan bazen nereye tutunacağını bilemez. İşte o anlarda biriyle konuşmak, sadece dinlenmek bile çok şey değiştirebilir. İçinden çıkamadığın duyguları paylaşabildiğinde, o yük hafifler. Ve bu hafiflik, zamanla yerini daha sağlam bir iç dengeye bırakır. Zamanla fark edersin ki; bu denge seni aradığın huzura biraz daha yakınlaştırmış ve kara bulutlar artık senin üzerinden kalkmaya başlamıştır.Kabullenmek, psikolojik sağlamlığımız açısından etkili bir nokta olmakla beraber, insanı olgunlaştıran da bir eylemdir. Bu süreç; kişinin kendini tanımasını, duygularıyla yüzleşmesini ve gerçeklerle barışmasını sağlar. Ancak bazı durumlarda bu eylemi gerçekleştirmek, bireyin destek almadan üstesinden gelemeyeceği kadar zorlayıcı olabilir. Özellikle birey bu süreci yaşarken denge kavramını unutmamalıdır; zira bu denge, hem içsel huzur hem de sağlıklı ilerleyiş için temel bir gerekliliktir.Değiştiremeyeceklerimizi kabullenmek bir olgunluksa, değiştirebileceklerimizi fark etmek bir gelişimdir. Hayat, bu ikisi arasındaki dengeyi kurabilme sanatıdır ve bu dengeyi kurabilen birey, yaşamın zorlukları karşısında daha dirençli ve esnek bir duruş sergileyebilir.Terapi bu noktada ne sağlar?İçinde taşıdığın ama adını koyamadığın duygularla yüzleşmek, çoğu zaman tek başına zorlayıcıdır. Bu noktada terapi, sana yargılanmadan dinleneceğin, duygularını anlamlandırabileceğin ve kendi hızında ilerleyebileceğin güvenli bir alan sunar.Ben seanslarımda bilişsel davranışçı terapi ve çözüm odaklı terapi yaklaşımlarını esas alıyor, her süreci danışanın ihtiyacına göre esnek bir şekilde yapılandırıyorum. Terapiye başlamadan önce 5-10 dakikalık kısa bir ön görüşme fırsatı tanıyorum. Bu süreç, senin neye ihtiyaç duyduğunu birlikte anlamak için ilk adımdır. Seanslarımız ortalama 50 dakika sürer.Güven, açıklık ve birlikte yol alma duygusu benim için bu sürecin temelini oluşturur. Çünkü biliyorum ki birinin sadece seni anlamaya çalışması bile bazen çok şey değiştirir.Belki de ilk adım sadece fark etmektir...Kendine sormayı deneyebilirsin: “Hayatımda kabullenmekte zorlandığım ne var?”, “Beni en çok yoran duygu ne?”, “Ne zaman gerçekten kendimle yüzleştim?”Eğer bu sorular sende bir şeyleri harekete geçiriyorsa, yalnız olmadığını bilmeni isterim. Bu duygularla birlikte yaşamanın daha sağlıklı yolları var. Ve bu yolları birlikte keşfetmek mümkün.Hazır hissettiğinde, bu yolculukta sana eşlik etmekten memnuniyet duyarım :)
Tayfun AKGÜN 01.08.2025