1. Uzman
  2. Hidayet ÇALIŞKAN
  3. Blog Yazıları
  4. Toksik insan ne demek? Toksik insan özellikleri neler?

Toksik insan ne demek? Toksik insan özellikleri neler?

Toksik insan ne demek? Muhtemelen "toksik insan" olarak tanımlanan birilerinden bahsedildiğini duymuşsunuzdur. Ama bu gerçekte ne anlama geliyor? Zehirli bir kişi, çevresindekileri olumsuz etkileyebilecek belirli davranışlar sergileyen kişidir. Etrafındakilere zarar verici ve yıpratıcı bir şekilde davranabilir. Toksik insanların davranışları, sözleri ve enerjileri, farkında olsunlar ya da olmasınlar, diğerlerini olumsuz etkileyebilir. 

Örneğin, psikolojik manipülasyon, narsisizm, kişisel sınırlara saygısızlık, sürekli eleştiri ve kendini üstün gösterme eğilimi gibi davranışlar sergileyebilir. Hayatınızın bir noktasında, bu tür özelliklere sahip biriyle karşılaşabilirsiniz. Belki de bir iş arkadaşı, sevgili, kardeş ya da hatta bir ebeveyn olabilir. Bu kişiyle ilişkiniz ne kadar yakınsa, onların davranışlarının ve eylemlerinin ne kadar sağlıksız olduğunu fark etmek o kadar zor olabilir. Bu makalede, toksik davranışların belirtilerini ve bu zorlu ilişkilerle nasıl başa çıkabileceğinizi birlikte keşfedeceğiz.

Toksik insan özellikleri Toksik insanlar, çeşitli özelliklerle karşımıza çıkabilir ve davranışları hem bizim iyi hissetmemizi hem de ilişkilerimizi olumsuz yönde etkileyebilir. İnsanların karmaşık varlıklar olduğunu ve toksik davranışların farklı biçimlerde ve şiddette sergilenebileceğini unutmamak önemli. Ancak, sıklıkla karşılaşılan özellikler şöyle: yargılayıcı ihtiyaç sahibi, beklenti içinde kaba dürüst olmayan inkârcı narsist kontrol edici hesaplayıcı sözlü veya fiziksel olarak şiddete meyilli duygusal olarak tutarsız Toksik insan davranışları nelerdir? Bu davranışları tanımak, hayatınızdaki toksik insanları belirlemenize yardımcı olabilir. Unutmayın, toksik insanlar, işlevselliği bozan bazı savunma mekanizmalarının karmaşık bir kombosudur. Bir insanın stres ve üzüntüyü işleme kabiliyetinin yetersizliği, zaman zaman başkalarına karşı toksik davranışlara dönüşebilir. 1) Manipülasyon: Toksik insanların bir kısmı manipülatörler, kendi çıkarları doğrultusunda başkalarını etkileme ve kontrol etme konusunda çekince hissetmeyen kişilerden oluşur. Dürüst olmamanın, toksik davranışlara sahip birçok kişinin temel özelliği olduğunu söyleyebiliriz. Kendi çıkarları için sizinle yalan konuşabilir veya bir duruma aşırı tepki göstererek durumu manipüle etmek isteyebilirler. Duygusal manipülasyon, karşısındakini suçlu hissettirme veya gasligthing gibi yöntemler kullanarak sizi kendinizden şüphe etmeye itebilir ve sonunda onların iradelerine boyun eğmeye başlayabilirsiniz.

Kendinden şüphe etmene neden olan 16 gaslighting cümlesi 2) Sürekli eleştirme: Toksik insanların bir kısmı da sürekli olarak başkalarını eleştiren ve küçümseyen kişilerdir. Hatalarınıza, eksikliklerinize veya zayıf yanlarınıza odaklanarak özgüveninizi ve benlik saygınızı aşındırabilirler. Bunları yapma sebebi genellikle başkalarını aşağı çekmek veya kendilerini daha iyi hissetmek, daha fazla dikkat çekmek gibi niyetlerden kaynaklanır. Görünüşünüzü, hareketlerinizi ve kararlarınızı eleştirebilirler, bu durum sizi ne kadar incittiğinin umurlarında olmayabilir. Kendi davranışlarını üzerinde nadiren düşünür, ama başkalarını eleştirmek için fırsat kollamakta acele ederler. 🏁 Özellikle toksik yöneticiler bu konuda insanın psikolojisini olumsuz etkileyebilir. Bu tür davranışlarla karşılaştığınızda, kendinizi düşük hissetmek yerine, bu tür zehirli etkileşimlerin farkında olmak önemlidir. 3) Drama yaratma, abartma: Drama eğilimli insanlar, ilişkilerinde çatışma ve drama yaratmayı veya tansiyonu tırmandırmayı severler. Durumları abartabilir, kendilerini kurbanmış gibi sunabilir veya her şeyi kendileriyle ilgili hale getirerek dikkat çekmeye çalışabilirler. Toksik bir belirti olarak bunu fark etmek genellikle zaman alır çünkü içgüdüsel olarak problemlerini ifade eden birine empati yapma eğilimindesinizdir. Ancak, sürekli ve yersiz bir mağdur zihniyeti, sizden acıma bekleme ve ilgi çekmeye çalışan toksik kişilerde yaygındır. Gerçek bir sorun yoksa, sadece sempati ve destek çekmek için bir sorun üretebilirler. Burada en belirgin detay, tüm dramanın arkasından şefkatiniz takdir edilmez ve karşılıksız kalır; bu kişi problemlerinizi küçümser veya tamamen görmezden gelir.

Karpman drama üçgeni | İlişkilerde kısır döngüden kaçınmak 4) Enerji emici olma: Enerji vampirleri, sürekli şikayetleri, negatiflikleri ve çözülmemiş kişisel sorunları yoluyla duygusal ve zihinsel enerjinizi tüketirler. Onların yanında olmak, duygusal olarak tükenmiş ve enerjisi boşalmış hissettirebilir. Burada onları toksik yapan şey görmek istedikleri ilgiyi ve dikkati bu şekilde sizi yorarak sizden alıyor olmalarıdır. 

Duygusal vampirler | Enerji emici insan tipleri 5) Kıskançlık yapma ve Rakip hissetme: Toksik insanlar yoğun bir kıskançlık duygusu ve başkalarını geçme ihtiyacı tarafından yönlendirilirler. Dürtüsel olarak sürekli çevresindekilerle kendilerini kıyaslar ve başkalarının başarısını baltalamak için pasif-agresif davranışlarda bulunabilirler. Kısacası minik sabotajcılara dönüşebilirler. Örneğin, toksik özelliklere sahip bir insan bazen yanlış bir şey söylediğinde veya yaptığında bunu kabul etmeyi reddedebilir. Kendi davranışlarının sorumluluğunu almayabilir veya özür dileme gereği duymayabilir. Bir şekilde suçu size atmanın bir yolunu bulabilir veya saldırgan davranışlarını savunmaya çalışabilirler. 🚨Genellikle toksik ve istirmarcı ilişkilerde bu davranış çok belirgindir. İstismarcı kişi karşısındaki kurbanı, onu tahrik ettiği veya istismarı haklı çıkaracak bir şey yaptığı suçlaması ile bastırmaya çalışacaktır. 6) Başkalarının sınırlarını ihlal etme: Kişisel sınırları, fiziksel ve duygusal olarak görmezden gelen bu toksik insanlar sürekli olarak alanınıza müdahale edebilir veya duygularınızı ve ihtiyaçlarınızı önemsemeyebilirler. Toksik insanlar sınırların ne olduğunu bilmeyi geçtik, sınırlara saygı duymazlar. Sağlıklı ve makul bir sınır koyduğunuzda, üzerinden tüm ağırlıklarıyla geçerler. Sınırınız ihlal edildiğinde üzülürseniz, bunu sizin "fazla hassas" veya "aşırı ketum" olmanızdan kaynaklandığını bile iddia edebilirler. 

Birine mesafe koymak bazen en sağlıklı ve işlevsel olandır! İnsan neden toksik olur ? Bir insanda toksik özellik ve toksik davranışlara sebep olan şeyler neler? İnsan neden ve nasıl toksik birisine dönüşür? İnsanların neden toksik davranışlarda bulunduğunu anlamak karmaşık bir mesele, çünkü nedenler kişiden kişiye değişiklik gösterebiliyor. Psikolojik sorunlar Kişilik, bireyler arasındaki farklılıkları açıklamak için kullanılan bir kavram ve bireyin sürekli ve tutarlı davranışlarına dayanarak tanımlanıyor. Bu farklılıkları yaratabilecek birçok pozitif ve negatif (karanlık) kişilik özellikleri bulunmakta. Bu bağlamda, toksik insanların kişilik özellikleri negatif anlamda ağır basıyor diyebiliriz. İnsanın kişilik özelliklerinin negatif taraflarının ortaya çıktığı durumlarda anksiyete, depresyon, bipolar, borderline vb. kişilik bozuklukları gibi altta yatan psikolojik sorunlardan bahsedilebilir. Kişi kendi duygusal mücadeleleriyle başa çıkmak için toksik davranışlarda bulunur. Örneğin, empati eksikliği veya güç ve kontrol isteği gibi motivasyonlar, tıpkı narsisistik kişilik bozukluğu olan kişilerde olduğu gibi başkalarını manipüle etmek ve üstünlük hissini yaşamak için toksik davranışlara neden olabilir. 

Özellikle ani öfke patlamaları, övgü ihtiyacı, irritabilite ve büyüklük duygusu gibi semptomlar yaşadığınızı farkettiyseniz bir profesyonelden destek almak en iyi seçenek olacaktır. Çevresel faktörler Sadece genetik veya karakter yapısı gibi faktörler kişilik üzerinde etkili değildir. Çevresel faktörler de rol oynayabilir. Çocukluk döneminde yaşanan travmalar, istismar veya ihmal edilen çocuklar, sağlıklı başa çıkma stratejileri veya sınırlar öğrenemediklerinden, yetişkinliklerinde zehirli davranışlar sergileme olasılıkları yüksektir.

Çocukluk Travmaları Yetişkinlikte Bizi Nasıl Etkiler? + her insan bazen biraz toksik olabilir! "Çok toksik bir insan" diye çağırdığımız insanların çoğunun özünde nazik insanlar olduklarını düşünüyorum. Hepimizin zaman zaman toksikleşebilmesi bence insanın bu aciz tarafını gözler önüne sürüyor. Toksik insanlar karanlık tarafına yenik düşerek onları seven insanları uzaklaştıran olumsuz davranışlar sergileyebiliyorlar. Çünkü yukarıda saydığımız toksik davranışlar, mutlu ve kendine güvenen bir insanın göstergesi değil, genellikle acı çeken ve negatifliğini gizlemeye çalışan bir insanın göstergesidir. Yoğun ve derinden hissettikleri yalnızlıkları, bastırılmış öfkeleri, narsistik yaraları, vb. insanlara bağımlı ancak onları kendinden uzaklaştıran etkileşimlere neden oluyor olabilir. Böylelikle sevilmeye değer olmadıkları yönündeki öz-algılarını doğrularlar. İşte bu kırılganlık, toksik bireyin sert, dikenli ve toksik bir dış cephe ile korumaya çalıştığı şey yani birer psikolojik savunma mekanizması tezahürüdür. 

Toksik davranışların arkasında bir neden olması, olumsuz etkisini azaltmaz. Bazı nedenler toksik bireyin doğrudan kontrolü altında olmasa da, davranışlarını yönetmek hala onların sorumluluğundadır. Çözümün bir parçası olabilirsiniz, ama onları düzeltme görevini kendinize yüklememek kritik önem taşır. Toksik insanlar çevresindekileri nasıl etkiler? Zehirli insanlarla başa çıkmak zorlayıcı olabilir fakat doğru bilgiye ve pratiğe sahip olarak kendinizi koruyabilir ve onların negatif girdabına çekilmenizi engelleyebilirsiniz. Toksik insanlarla ilişki kurmanın ruh sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri iyi biliniyor. Toksik davranışların adresindeki kişi maruz kaldığı duygusal stres veya travma sonucunda anksiyete, depresyon ve travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) gibi sorunlar geliştirebilmekte. Toksik insana maruz kalan kişiler, benlik algısı, öz-değer ve öz-saygı algılarında olumsuz hissetmeye başlayabilir. Bu da düşük özgüvene ve kendinden emin olamamaya yol açabilir. 

Toksik insanların değişeceğine dair bir garanti olmadığını anlamak önemlidir çünkü toksiklik içeren bu davranışlar genellikle kişiliklerinin derinlerine kök salmıştır. Bu davranışlar, özellikle toksik ebeveynler tarafından büyütülürken hayatta kalma becerileri olarak gelişmiş olabilir. Bu durumda insanın değiştirmesi zor olan çok katı davranış kalıpları olabilir. Zor bir insan olmak ile toksik insan olmak arasındaki fark nedir? Hepimizin kişilikleri bazı zorlayıcı özelliklerle dolu. Hatta hepimiz ara sıra toksik olabiliriz. Fakat genellikle anlaşmazlıklar iletişimle düzeltilebilirken, toksiklik süreklidir ve ciddi şekilde iyi hissetme halinize zarar verir. Yani iletişim ve ilerleme kaydedemediğiniz kısır döngüsel sorunlu ilişkiler toksik davranışların varlığına işaret. Toksik insanlara karşı mesafemi nasıl belirlerim? Kendi değerinizi her zaman ön planda tutun, sınırlarınızı net ve tutarlı bir şekilde belirleyin ve gerekirse psikolojik veya duygusal yardım istemekten çekinmeyin. Toksik ilişkiyi ne zaman sonlandırmalı? Eğer etkileşimler iyileşme göstermiyorsa ve size zarar vermeye devam ediyorsa, ilişkiyi yeniden değerlendirmenin zamanı gelmiş olabilir.(kaynak:wengood.com)

Yayınlanma: 31.08.2024 14:35

Son Güncelleme: 31.08.2024 15:06

Hidayet ÇALIŞKAN
Hidayet ÇALIŞKAN
Psikolog(*)(*)(*)(*)(*)
Uzmanlıklar: İlişki / Evlilik Problemleri , Çocuk ve Ergenlik Dönemi Ruhsal Sorunları , Depresyon ve Mutsuzluk
Merhabalar, Ben Psikolog & Psikoter Devamını oku
Online Terapi
süre 45 dk
ücret 1799
Yüz Yüze Terapi
Hizmet vermiyor
Bunları da sevebilirsiniz...
kayginin-sonlandigi-yer-ozgurlugun-kaybedildigi-yer-midir

Kaygı'ya filozof Kierkegaard'ın bakış açısıyla bakmaya ne dersiniz? Kaygıyı özgürlüğün bir olanağı olarak gören Kierkegaard; kaygıya yüklenen olumsuz anlamları yeniden sorgulamaya açıyor. Diyor ki; kaygı insanın olağan bir duygusudur ve asıl olağandışı olan varoluşun kendisidir. Ve kaygı ile korku arasında bir ayrım yaparak kaygının insana has olduğu ve hayvanlarda rastlanmayacağını ifade ediyor.Biz de olağan nedir, onu inceleyelim. Böylece biz ve varlığımız neden olağandışıyız, düşünebiliriz. Doğada olağan olarak açıkladığımız olayların neden sonuç ilişkisi içinde gerçekleşiyor olması; doğayı bizim için "olağan" kılıyor. İnsanı olağandışı yapan şey, doğayı; nedeni ve ardından gelen sonucu izleyerek açıklarken, insan kendisini, bir sonuç olarak var olmuş haliyle fark ediyor. Doğup doğmadığımızı ya da var olup olmadığımızı bilmeye başladıktan sonra (örn: "kendimi bildim bileli") insanın ölebileceğini fark etmesi, doğadaki varolan ve sürdürülen canlılığa uymamayı seçebileceğini keşfetmesi ile kendi etkinliğini belirleme zorunluluğunun ve kendi etkinliğindeki nedenlerin belirsizliğinin yaşattığı duyguya kaygı diyebiliriz. Özgürlük de bu noktada kaygı ile birlikte ele alınıyor. Kendi etkinliğini belirleme zorunluluğuna özgürlük diyebilir miyiz? Bir zorunluluktan bahsederek özgürlük nasıl açıklanabilir? İnsan özgür olmamayı seçme özgürlüğüne de sahiptir ve bunu da yine özgürlüğüyle seçmiş olacağı için özgür olmamayı seçememiş de olur. Bu paradoksu şimdilik kenara bırakırsak, Kierkegaard'ın ifadesiyle özgürlüğün olanağı olarak kaygıyı yaşıyoruz. Mevcut etkinliklerimiz, örneğin en temel olarak var olma etkinliğimize kadar varoluşsal bir kaygı başlıyor. Bu ontolojik kaygı; var olma etkinliğimizi fark etmemiz ve bunun bizim belirleyeceğimiz nedenler zinciri ile bir olağanlığa kavuşacağını fark etmemizle ortaya çıkıyor.Farkındalığın getirdiği; etkinliklerimizi ve bunları sürdürmedeki nedenlerimizin belirsizliğini belirgin hale getirme aşaması da özgürlüğün keşfedildiği aşama. Ancak dilemma şurda; bunu seçmemeyi seçmek mümkün değil. Yani özgür olmamayı seçmen bile özgürlüğünün eseri bir seçimin ve dolayısıyla sorumluluğu sana ait. Üstelik seçim aşamasında yaşanan kaygı ve zorunlu seçim olanağı olan özgürlük aynı anda sona eriyor olabilir mi? Yani bir etkinliği ve ona atfettiğiniz neden'i seçtiğinizde diğer seçimlerden de mahrum olmayı seçmiş oluyorsunuz. Kierkegaard şöyle açıklıyor: "Özgürlüğün olanağı kendini kaygı içinde ortaya çıkarır. Ancak insan özgürlüğün kendisini gösterdiği aynı anda özgür olmayandır da. Bu karşıtlık içerisinde kaygı kendisini insanın içinde muğlak bir güç olarak gösterir. Kişi kendisi olabilmek için öncelikle bu muğlak güçle yaşamayı, kaygı içinde olabilmeyi öğrenmelidir."Gelelim korku ile; yalnızca insanlarda rastlanan kaygının arasındaki farka:Korkunun bir nesnesi varken, kaygının nesnesi hiçliktir, der Kierkegaard. Örneğin köpekten korkan kişi için köpek tehlikesi geçtiğinde korkusu da geçer. "Kaygı ise üstü örtük olarak da olsa daima, 'şimdi, burada'dır. Kaygı kişinin bütünlüğünü kaybetmesi, varoluşsal bir parçalanma haline girmesidir." Bütünlüğün parçalanmasını nasıl açıklayabiliriz? Olası koşullarda ortaya konulacak tepki ya da davranış seçeneklerinin; aklına gelen tüm ihtimaller dairesi kadar genişlediğini, genişlediği ölçüde özgürlüğün arttığını ancak aynı oranda kararsızlığın ve neyi neden seçeceğine ilişkin kendine dair belirsizliğin de arttığını görmek ile bu parçalanma kastediliyor olabilir. Kaygıyı bir uçurumun kenarında yaşadığımız baş dönmesine benzetir Kierkegaard. Bu varlığı fark edildikçe artan ihtimallerin önünde zorunlu olarak seçimde bulunan bireyin yaşadığı baş dönmesi... Kararı verirken, kendi özgürlüğümüz ile neden sonuç ilişkisi oluşturma, hatta oluşturmama özgürlüğümüz vardır. Etkinliğimizi (en basit manada varolma etkinliğimizi) nedene bağlayarak, bütünlüğün parçalanması hali tekrar bir zincirin halkası gibi görünür ve 'şimdi ve burada'lığı bir süreç içine dahil edilmiş olur. Seçimlerimizle ontolojik kaygıdan farklılaşır, seçimimizle kendimizi ve etkinliğimizi belirginleştiririz,neden sonuç ilişkisi içinde durumu olağanlaştırırız ancak artık o nedenin veya seçimin getirileri ve sorumlulukları ile özgürlüğümüzü kaybetmiş oluruz. Belirlenen seçimin tek nedeni kendimiz olması sebebiyle kendimizi bununla tanımlayabiliriz ve bir neden olarak bir benlik ediniriz. Bu hiçlikten bir şey olmaya ve bir kimlik ya da benlik inşa etmeye, bir tutarlılık içinde bir sonraki seçimi daha az belirsizlik dolayısıyla daha az kaygı yaşamaya olanak tanıyabilir. Bu benlik bizi hiçlikten bir şey olmaya taşır ancak aynı zamanda her şey olabilme özgürlüğünden de geri alarak herhangi ve bir şey olmaya taşımış olur. Oysa; "Ben şu'yum ve daha önce de tepkim şu idi" ile başlanılan bir durum anımsandığında parçalanma yerini tutarlılığa ve ihtimallerin daralmasına bırakıyor.Kierkegaard şöyle devam eder: "Bu anlamda psikoterapinin ontolojik kaygının üstesinden gelmesi mümkün değildir. Psikoterapi ancak korkuların sıklığını ve yoğunluğunu değiştirebilir. Kaygıyı ise ancak uygun bir yere yerleştirebilir; çünkü kaygı varoluşa ait bir özelliktir." Ergenlik döneminde yaşanan kimlik arayışı ve kaygı duygusu ile birlikte edinilen tutumlar, seçimler ya da alınan rol modeller sayesinde herhangi bir bütünlüğe sahip tutarlı bir çerçeve çizmeye çalışıyoruz. Peki bu süreçte kaygı neye dair yaşanıyor ve azalıyor? Kierkegaard: "Bazı koşullarda kendi tepkilerimizin ne olacağına dair belirsizlik daha açık bir ifadeyle “kendimizden korkmak” bizi kaygı haline sürükler. Çünkü burada sözü geçen “kendi” yani insan başlı başına belirsiz bir şeydir." der. Ergenlikle henüz etkinliklerimizi fark etmeye ve onları eyleyip eylememe kararına sahip olduğumuzu ve nasıl eyleme getireceğimize ilişkin farkındalıklarımız ile oluşan belirsizliklere "çünkü ben" ile başlayan sebepleri seçiyoruz ve bir sonraki olası koşullarda eski davranışımız ve seçimimiz bir referans görevi görerek "ben"lik inşa edilmeye başlanıyor. Böylece kaygının da bu "ben"e bağlı davranışların tutarlı olması ihtiyacı ile özgürlüğün de eş zamanlı azaldığını söyleyebilir miyiz? "İnsan, kaygı içinde kendisini birçok farklı şekillerde eyleyebilecek ve özgürlüğünü etkinleştirebilecek bir “kişi” olarak ortaya koyar, başka bir deyişle kendisini keşfeder. Kendisiyle yalnızca gelecekteki bir olasılık olarak değil, başka biri olmanın olasılığı olarak da ilişki kurar. İnsan varlığı olarak kendimizi özgürlüğün olanağı ile olan ilişkimiz içinde belirler ve aynı zamanda özgürlüğün olanağının kaygısıyla bu kararı veririz."Kaynakça:İncelenen Makale: Özgürlüğün Olanağı Olarak Kaygı, Yasemin Akış Yaman Yazıyı Oku

Uzman: Emine AYDOĞAN

Yayınlanma: 29.04.2025

evlilikte-duyarsizlik-psikolojik-dinamikler-ve-cozum-yollari

Evlilikte Duyarsızlık: Psikolojik Dinamikler ve Çözüm YollarıEvlilik, iki bireyin duygusal, fiziksel ve zihinsel olarak birbirine bağlandığı, karşılıklı anlayış ve destek üzerine kurulu bir birlikteliktir. Ancak, zamanla çiftler arasında duygusal bağın zayıflaması, empati eksikliği ve ilgisizlik gibi sorunlar ortaya çıkabilir. Evlilikte duyarsızlık, partnerlerden birinin ya da her ikisinin de diğerinin duygularına, ihtiyaçlarına veya beklentilerine karşı kayıtsız kalması olarak tanımlanabilir. Bu durum, evliliğin temel taşlarından olan güven, sevgi ve iletişimi tehdit ederek ciddi çatışmalara yol açabilir. Bu makalede, evlilikte duyarsızlığın psikolojik nedenleri, etkileri ve çözüm yolları ele alınacaktır.Evlilikte Duyarsızlığın Psikolojik NedenleriEvlilikte duyarsızlığın kökeninde bireysel, ilişkisel ve çevresel faktörler yatabilir. İlk olarak, bireysel faktörler arasında kişinin geçmiş deneyimleri, duygusal olgunluk düzeyi ve stresle başa çıkma becerileri yer alır. Örneğin, çocukluk döneminde duygusal ihmale maruz kalmış bir birey, yetişkinlikte duygularını ifade etmekte zorlanabilir ve partnerinin ihtiyaçlarına karşı duyarsız kalabilir. Ayrıca, kişinin kendi duygularına yabancılaşması (aleksitimi) da empati kurma yeteneğini zayıflatabilir.İlişkisel faktörler, çiftler arasındaki iletişim kalitesine ve çatışma çözme becerilerine bağlıdır. Uzun süreli evliliklerde, çiftler rutinlere hapsolabilir ve birbirlerinin duygusal sinyallerini fark etmeyi bırakabilir. Örneğin, bir partnerin sürekli olarak iş stresiyle meşgul olması, diğer partnerin duygusal ihtiyaçlarını göz ardı etmesine neden olabilir. Ayrıca, çözülmemiş çatışmalar veya biriken kırgınlıklar, duygusal mesafe yaratabilir ve duyarsızlığı körükleyebilir.Çevresel faktörler arasında ise modern yaşamın getirdiği baskılar öne çıkar. Yoğun iş temposu, maddi sorunlar veya çocuk yetiştirme sorumlulukları, çiftlerin birbirine ayıracakları zamanı ve enerjiyi azaltabilir. Bu durumda, partnerler farkında olmadan birbirine karşı ilgisiz hale gelebilir.Duyarsızlığın Evliliğe EtkileriEvlilikte duyarsızlık, hem bireysel hem de ilişkisel düzeyde ciddi sonuçlar doğurabilir. Duyarsızlığın en yaygın etkilerinden biri, duygusal bağın zayıflamasıdır. Bir partnerin sürekli olarak diğerinin ihtiyaçlarına kayıtsız kalması, terk edilmişlik, değersizlik ve yalnızlık hislerini tetikleyebilir. Bu durum, zamanla öfke, hayal kırıklığı veya depresif belirtiler gibi duygusal sorunlara yol açabilir.Duyarsızlık, aynı zamanda iletişimde bozulmalara neden olur. Duygusal ihtiyaçları karşılanmayan bir partner, kendini ifade etmekten vazgeçebilir veya agresif bir iletişim tarzı benimseyebilir. Bu, çiftler arasında kısır döngüye dönüşen çatışmalara yol açar. Örneğin, bir partnerin "Seninle konuşmak anlamsız, zaten beni umursamıyorsun" gibi söylemleri, diğer partneri savunmaya geçirerek iletişimi daha da zorlaştırabilir.Duyarsızlığın uzun vadeli etkileri arasında ise evliliğin sürdürülebilirliğinin tehlikeye girmesi yer alır. Partnerlerden biri sürekli olarak ihmal edildiğini hissederse, bu durum sadakatsizlik, ayrılık veya boşanma gibi sonuçlara yol açabilir. Ayrıca, duyarsızlık çocukların da duygusal gelişimini etkileyebilir; ebeveynler arasındaki soğukluk, çocuklarda güvensizlik veya kaygı gibi sorunlara neden olabilir.### Çözüm Yolları: Duyarsızlığı Aşmak İçin Psikolojik StratejilerEvlilikte duyarsızlığı aşmak, çiftlerin bilinçli çabaları ve duygusal yatırımlarıyla mümkündür. Aşağıda, bu sorunu çözmek için uygulanabilecek psikolojik stratejiler sıralanmıştır:1. *Açık ve Yapıcı İletişim Kurma*: Çiftler, duygularını ve ihtiyaçlarını açıkça ifade etmeye özen göstermelidir. "Sen hep böyle yapıyorsun" gibi suçlayıcı ifadeler yerine, "Bazen ihtiyaçlarımı fark etmediğini hissediyorum, bu konuda konuşabilir miyiz?" gibi yapıcı bir dil kullanılabilir. İletişimde "ben dili" kullanmak, karşı tarafın savunmaya geçmesini önler.2. *Empati Geliştirme*: Empati, partnerin duygularını anlamak ve onun bakış açısını takdir etmek anlamına gelir. Çiftler, birbirlerinin duygusal sinyallerine daha fazla dikkat ederek empati becerilerini güçlendirebilir. Örneğin, partnerin stresli bir gün geçirdiğini fark eden bir eş, destekleyici bir tavır sergileyerek duygusal bağı güçlendirebilir.3. *Kaliteli Zaman Geçirme*: Yoğun yaşam temposunda çiftlerin birbirine ayırdığı zaman azalabilir. Birlikte geçirilen kaliteli zaman, duygusal yakınlığı artırır. Haftada bir akşam yemeği, ortak bir hobi veya basit bir yürüyüş bile ilişkiyi canlandırabilir.4. *Duygusal Farkındalığı Artırma*: Partnerler, kendi duygularını ve ihtiyaçlarını daha iyi anlamak için öz-yansıtma yapabilir. Meditasyon, günlük tutma veya terapi gibi yöntemler, duygusal farkındalığı artırarak duyarsızlığın azalmasına yardımcı olur.5. *Çift Terapisi*: Profesyonel destek, duyarsızlığın altında yatan nedenleri anlamak ve etkili iletişim stratejileri geliştirmek için faydalıdır. Çift terapisi, çiftlerin birbirine karşı daha duyarlı hale gelmesine ve ilişkilerini yeniden inşa etmesine olanak tanır.6. *Stresle Başa Çıkma Becerilerini Geliştirme*: Dışsal stres faktörleri duyarsızlığı tetikleyebilir. Çiftler, stres yönetimi teknikleri (örneğin, nefes egzersizleri veya zaman yönetimi) öğrenerek birbirine daha fazla enerji ayırabilir.Evlilik ve İlişki Terapisinin Temel PrensipleriEvlilik ve ilişki terapisi, çeşitli temel prensipler üzerine inşa edilmiştir. Bu prensipler, çiftlerin ilişkilerini anlamalarına ve sorunlarını çözmelerine yardımcı olur. İşte evlilik ve ilişki terapisinin temel prensiplerinden bazıları:İlişkiyi önceliklendirmeİlişki terapisi, çiftlerin ilişkilerini önceliklendirmelerini sağlar. İlişkideki sorunlar genellikle diğer yaşam stresleri tarafından gölgelenebilir. Terapistler, çiftlere ilişkilerini önemsemelerini ve ona zaman ayırmalarını öğütler. Bu, ilişkinin sağlıklı bir şekilde gelişmesini sağlar.Eşitlik ve saygıEvlilik ve ilişki terapisi, çiftler arasında eşitlik ve saygı temelinde kurulmuştur. Terapistler, çiftlere birbirlerine karşı saygılı olmayı, duygularını ifade etmeyi ve ihtiyaçlarını dile getirmeyi öğretir. Bu, sağlıklı bir iletişim ve karşılıklı anlayışın temelidir.İletişim becerileri geliştirmeİletişim, sağlıklı bir ilişkinin temel taşıdır. Evlilik ve ilişki terapisi, çiftlere etkili iletişim becerileri geliştirmeleri konusunda rehberlik eder. Terapistler, aktif dinleme, empati kurma ve açık bir şekilde ifade etme gibi becerileri öğretir. Böylece, çiftler duygularını daha iyi ifade edebilir ve birbirlerini daha iyi anlayabilir.Çatışma yönetimiHer ilişkide çatışmalar kaçınılmazdır. Evlilik ve ilişki terapisi, çiftlere çatışma yönetimi becerilerini öğretir. Terapistler, çiftlerin çatışmaları yapıcı bir şekilde ele almalarını sağlar. Bu, çiftler arasındaki anlaşmazlıkların daha sağlıklı bir şekilde çözülmesine yardımcı olur.#SonuçEvlilikte duyarsızlık, çiftlerin duygusal bağını zayıflatan ve ilişkiyi tehdit eden ciddi bir sorundur. Ancak, bu durum çözümsüz değildir. Duyarsızlığın kökeninde yatan bireysel, ilişkisel ve çevresel faktörleri anlamak, çözüm yollarını belirlemede ilk adımdır. Açık iletişim, empati, kaliteli zaman geçirme ve profesyonel destek gibi stratejiler, çiftlerin birbirine karşı duyarlılığını artırabilir. Evlilik, sürekli bir çaba ve özen gerektirir; duyarsızlığı aşmak ise bu çabanın en önemli parçalarından biridir. Çiftler, birbirine karşı duyarlılıklarını yeniden inşa ederek daha sağlıklı, tatmin edici ve sürdürülebilir bir ilişki kurabilirler. Yazıyı Oku

Uzman: Hidayet ÇALIŞKAN

Yayınlanma: 21.04.2025

stockholm-sendromu-tanimi-belirtileri-ve-tedavi-yontemleri

Stockholm Sendromu, psikoloji literatüründe, mağdurların kendilerine zarar veren ya da onları esir tutan kişilere karşı duygusal bir bağ geliştirdiği bir durum olarak tanımlanır. Bu sendrom, adını 1973 yılında İsveç’in başkenti Stockholm’de yaşanan bir banka soygunu olayından almıştır. Soyguncular tarafından altı gün boyunca rehin tutulan dört banka çalışanı, kurtarılmalarına rağmen soygunculara karşı sempati geliştirmiş, hatta bazıları onların avukatlık masraflarını karşılamış ve biri soyguncudan biriyle evlenmek için nişanlısından ayrılmıştır. Psikiyatr Nils Bejerot tarafından ilk kez tanımlanan bu durum, sadece rehine durumlarıyla sınırlı kalmayıp, aile içi şiddet, cinsel taciz, insan ticareti ve tarikat gibi baskıcı ilişkilerde de gözlemlenmektedir. Bu makalede, Stockholm Sendromu’nun tanımı, belirtileri, nedenleri ve tedavi yöntemleri detaylı bir şekilde ele alınacaktır. Stockholm Sendromu Nedir?Stockholm Sendromu, bir mağdurun, kendisini fiziksel ya da psikolojik olarak tehdit eden kişiye karşı empati, sempati ve hatta bağlılık geliştirmesi durumudur. Bu durum, genellikle hayatta kalma içgüdüsüne dayanan bir savunma mekanizması olarak ortaya çıkar. Mağdur, tehdit altında olduğu bir ortamda, saldırganın küçük iyiliklerini abartarak ona karşı olumlu duygular besleyebilir. Örneğin, bir rehine, kendisine yemek veren veya zarar vermemeyi seçen bir soyguncuyu “iyi” biri olarak algılayabilir. Bu, mağdurun stresli ve tehlikeli bir durumda kontrol hissi kazanma çabasıdır.Sendrom, yalnızca rehine durumlarında değil, günlük hayatta da görülebilir. Örneğin, aile içi şiddet mağdurları, kendilerine zarar veren partnerlerine karşı bağlılık geliştirebilir. Benzer şekilde, tarikat üyeleri veya savaş esirleri de baskıcı figürlere karşı paradoksal bir bağlılık sergileyebilir. Bu durum, mağdurun dünyayı saldırganın perspektifinden görmeye başlaması ve kendi kimliğini kaybetmesiyle karakterizedir.Stockholm Sendromu’nun BelirtileriStockholm Sendromu’nun belirtileri, mağdurun psikolojik ve duygusal durumunda belirgin değişikliklerle kendini gösterir. En yaygın belirtiler şunlardır:1. *Saldırgana Karşı Sempati ve Empati*: Mağdur, kendisine zarar veren kişiyi suçlamak yerine onun davranışlarını haklı çıkarmaya çalışabilir. Örneğin, bir rehine, soyguncunun “zor bir hayatı” olduğunu düşünerek ona acıyabilir.2. *Duygusal Bağlılık*: Mağdur, saldırganla güçlü bir duygusal bağ kurabilir. Bu bağ, saldırganın mağduru koruduğu veya ona anlayış gösterdiği yanılsamasına dayanabilir.3. *Kurtarıcılara Karşı Olumsuz Tutum*: Mağdur, polise veya kendilerini kurtarmaya çalışan diğer kişilere karşı düşmanca bir tavır sergileyebilir. Örneğin, 1973 Stockholm olayında rehineler, polisin operasyon yapacağını öğrenince soyguncuları uyarmıştır.4. *Kendini Suçlama*: Mağdur, yaşadığı durumu kendi hatası olarak görebilir ve saldırganı suçlamaktan kaçınabilir.5. *İzolasyon Hissi*: Mağdur, yalnızca saldırgan tarafından anlaşıldığını düşünerek dış dünyadan kopabilir.6. *Anksiyete ve Depresyon*: Mağdurlarda uyku bozuklukları, kabuslar, odaklanma sorunları ve duygusal boşluk gibi belirtiler sıkça görülür.Bu belirtiler, mağdurun yaşadığı travmatik deneyimin bir sonucu olarak ortaya çıkar ve genellikle bilinçsiz bir şekilde gelişir. Stockholm Sendromu’nun NedenleriStockholm Sendromu’nun kesin nedenleri bilinmemekle birlikte, birkaç faktörün bu durumu tetiklediği düşünülmektedir. En temel neden, mağdurun hayatta kalma içgüdüsüdür. Tehdit altında olan bir birey, saldırganla bağ kurarak hayatta kalma şansını artırmaya çalışır. Diğer nedenler arasında şunlar yer alır:- *Uzun Süreli Temas*: Mağdur ile saldırgan arasındaki uzun süreli etkileşim, duygusal bağlanmayı kolaylaştırır.- *Güç Dengesizliği*: Saldırganın mağdur üzerindeki mutlak kontrolü, bağımlılık hissini artırır.- *İzolasyon*: Mağdurun dış dünyayla bağlantısının kesilmesi, saldırganı tek ot [belirtme] kaynağı haline getirir.- *Manipülasyon*: Saldırganın mağdura karşı hem tehditkar hem de “nazik” davranışları, mağdurda kafa karışıklığına yol açar.- *Biyolojik Faktörler*: Travmatik durumlar, beyin kimyasında değişikliklere neden olabilir ve bu da duygusal bağlanmayı tetikleyebilir.Stockholm Sendromu’nun TedavisiStockholm Sendromu, resmi bir psikiyatrik tanı olarak DSM-V’te yer almasa da, psikolojik bir durum olarak kabul edilir ve tedavi edilmesi gereken ciddi bir durumdur. Tedavi, genellikle mağdurun travmatik deneyimlerini anlaması, duygusal bağlarını sorgulaması ve sağlıklı başa çıkma mekanizmaları geliştirmesi üzerine odaklanır. Başlıca tedavi yöntemleri şunlardır:1. *Psikoterapi*: Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) ve travma odaklı terapi, mağdurun yanlış inançlarını sorgulamasına ve travmatik deneyimleriyle başa çıkmasına yardımcı olur. EMDR (Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme) terapisi de travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) belirtilerini hafifletmede etkilidir.2. *İlaç Tedavisi*: Anksiyete, depresyon veya uyku bozuklukları gibi belirtiler için psikiyatristler tarafından antidepresan veya anksiyolitik ilaçlar reçete edilebilir.3. *Destek Grupları*: Benzer deneyimler yaşayan kişilerle bir araya gelmek, mağdurun yalnız olmadığını hissetmesini sağlar ve iyileşme sürecini hızlandırır.4. *Aile ve Çevresel Destek*: Mağdurun ailesi ve arkadaşlarının destekleyici bir tutum sergilemesi, duygusal iyileşme için kritik öneme sahiptir.5. *Farkındalık ve Eğitim*: Mağdurun ve çevresinin Stockholm Sendromu hakkında bilgi sahibi olması, durumu tanımayı ve erken müdahale etmeyi kolaylaştırır.Tedavi süreci, mağdurun bireysel hikayesine ve klinik belirtilerine göre özelleştirilir. Amaç, mağdurun kendi duygularını tanıması, özgüvenini yeniden kazanması ve sağlıklı ilişkiler kurabilmesidir. SonuçStockholm Sendromu, insan psikolojisinin karmaşık ve çoğu zaman anlaşılması zor bir yönünü temsil eder. Mağdurun, kendisine zarar veren kişiye karşı geliştirdiği duygusal bağ, hayatta kalma içgüdüsünün bir sonucu olarak ortaya çıkar ve hem bireysel hem de toplumsal düzeyde ciddi sonuçlar doğurabilir. Sendromun belirtilerini tanımak, erken müdahale için kritik öneme sahiptir. Psikoterapi, ilaç tedavisi, destek grupları ve çevresel destek gibi yöntemlerle, mağdurlar travmatik deneyimlerini aşabilir ve sağlıklı bir yaşam sürebilir. Ancak, bu süreçte profesyonel yardım almak ve sabırlı bir yaklaşım benimsemek esastır. Stockholm Sendromu, sadece mağdurları değil, aynı zamanda toplumu da etkileyen bir durumdur ve bu nedenle farkındalık yaratmak, önleyici adımlar atmak ve destek sistemlerini güçlendirmek büyük önem taşır.*Kaynaklar*:- Memorial Tıbbi Yayın Kurulu, “Stockholm Sendromu Nedir? Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri,” 2024.[](https://www.memorial.com.tr/saglik-rehberi/stockholm-sendromu-nedir)- Acıbadem Web ve Yayın Kurulu, “Stockholm Sendromu Nedir? Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri,” 2024.[](https://www.acibadem.com.tr/ilgi-alani/stockholm-sendromu/)- NPİSTANBUL, “Stockholm Sendromu Nedir, Belirtileri Nelerdir?,” 2025.[](https://npistanbul.com/stockholm-sendromu-nedir-belirtileri-nelerdir) Yazıyı Oku

Uzman: Hidayet ÇALIŞKAN

Yayınlanma: 21.04.2025