1. Uzman
  2. Hidayet ÇALIŞKAN
  3. Blog Yazıları
  4. YETİŞKİNLİKTE VE ÇOCUKLUKTA TOKSİK EBEVEYNLERİNİZ OLDUĞUNU NASIL ANLARSINIZ?

YETİŞKİNLİKTE VE ÇOCUKLUKTA TOKSİK EBEVEYNLERİNİZ OLDUĞUNU NASIL ANLARSINIZ?

Yetişkin halinizle

  • Ebeveynleriniz size hala çocuk gibi davranıyor.
  • Çocuk gibi seviyor
  • Sınırlarınızı ihlal ediyor
  • Aile yaşantınıza müdahale ediyor
  • Fazla korumacı davranıyor
  • İstediklerini yapmanız için duygu sömürüsü yapıyor, size kendinizi suçlu hissettiriyor.
  • Para vererek
  • Para vermeyerek
  • Sizi manipüle ediyor
  • Ebeveynlerinizle bir araya geldikten sonra yoğun fiziksel ağrılar veya duygusal çökkünlük hissediyorsunuz.
  • Bir araya gelmek size iyi hissettirmiyor.
  • Ebeveynlerinizin beklentilerini hiçbir zaman karşılayamayacağınızı hissediyorsunuz.
  • Asla onların istediği mükemmel / hayırlı / başarılı / becerikli / duyarlı çocuk olamadınız.
  • Ebeveynlerinizin kendi hayatı var ve siz o hayatın hiçbir yerinde yoksunuz.
  • Sizi aramıyor, sormuyor.
  • Görmek istemiyor.
  • Duygularınızı yok sayıyor.
  • Artık bir yetişkin olduğunuz için anne babalık görevinin bittiğini düşünüyor.


Diyelim ki; toksik bir ailede yetiştiniz; ama bunu o kadar normalleştirdiniz ki içinizdeki yaraların farkında değilsiniz. Ya da farkındasınız; ama bir türlü  içinizdeki öfkeyi, hayal kırıklığını, üzüntüyü engelleyemiyorsunuz.

Artık bir yetişkinsiniz ve ailenizle belki de çok sıkı bir ilişkiniz olduğunu düşünüyorsunuz. Peki bu sıkı ilişki sağlıklı bir ilişki mi? Yoksa sizi büyümekten, gelişmekten alıkoyan, kendi çekirdek ailenizdeki huzurunuzu bozan bir ilişki mi? Ya da ailenizle hiçbir ilişkiniz yok mu?

Eğer paylaşımdaki sorunları yaşıyorsanız muhtemelen toksik ebeveynlere sahipsiniz. Sağlıklı ve gerekli olan dengeli, herkesin sınırlarını koruduğu, birbirinin sınırlarına saygı duyduğu, birbirine gönülden bağlı fakat birbirinden bağımsız bir ilişki kurabilmek. Biliyorum zor. Özellikle bizimki gibi bazı kültürlerde daha da zor.

Çocukların büyüdüğünü kabul etmemek, çocukken var olan bağımlı ilişkiyi sürdürmeye çalışmakta inat etmek, hayatlarına her türlü müdahaleyi kendine hak görmek birinci madde. Çocuk büyüdükçe anne babanın kontrolünün ve müdahalesinin azalması esas. Büyüdükçe kendi kararlarını verebileceğine inanmak, doğru kararlar alabildiğine güvenmek şart. Bu anne babaların en çok söylediği cümle “ben anneyim/babayım, sen de anne/baba olunca anlarsın”dır. Evet o çocuk anne/baba olunca anlar ama bu sağlıksız ilişki modelini aktarmamayı seçerse gelecek nesillere büyük bir iyilik yapmış olur.

Burada tabii önemli bir nokta anne babanın kendi hayatının olması, kendini sadece çocuklara, torunlara adamamış olmasıdır. Çünkü sadece çocuklara ve torunlara adanmış bir hayat beklentileri çoğaltır. Birbirine girmiş hayatlarda sınır koymak, sınırları korumak zorlaşır.

İkinci madde yetişkin olup anne babasıyla para ilişkisi olan kişiler için geçerli. Toksik anne baba bu maddi gücü çocuklarına istedikleri yönde davranmaları için bir manipülasyon aracı olarak kullanır. Onların istediği davranışları sergilemeyince parayı vermemekle tehdit ederler. Örneğin onların onayladığı kişiyle evlenirlerse ev alacaklarını söyleyebilirler. Çocukları olan kişi onaylamadıkları biriyle evlenirse “gider kirada oturursun, ne haliniz varsa görürsünüz” diyebilirler. Yetişkin olan çocuk da kendi içine sinen kararları değil; anne babasının onaylayacağı kararları alır ve asla kendi hayatını yaşayamaz, kendini gerçekleştiremez.

Benim söylediğim anne baba çocuk arasında hiç para ilişkisi olmasın değil; gerekiyorsa olabilir; ama bunu bir güç faktörü olarak kullanmak yanlıştır. Özellikle aile işletmelerinde para ilişkilerini sıklıkla görüyoruz. Bu ilişki anne babaya çocuklarının hayatını yönetme hakkını vermez.

Üçüncü maddede toksik ebeveynlerin beden üzerindeki olumsuz etkilerinden bahsettim. Onlarla bir araya gelince yargılayıcı tavırlarından ya da genel olarak etiketleyen, eleştiren, beklenti dolu, öfkeli, sevgisiz ortamdan dolayı ruhunuzun yorulduğunu hissedebilirsiniz. Migren ağrıları, omurga ağrıları, duygusal çökkünlük hissedebilirsiniz.

Toksik ebeveynlerin beklentileri bitmez. Bu ebeveynler asla “seninle gurur duyuyorum” demez. Çocuk ne yaparsa yapsın hep yetersizdir. Başkalarının çocuklarından övgüyle bahsederken kendi çocuklarının hep olumsuz yönlerini ön plana çıkarırlar. Bilmem kimin kızı bilmem nereye müdür olmuş, şu kadar maaş alıyormuş. Bilmem kimin oğlu çok iyi bir evlilik yapmış, gelinleri çok saygılıymış vs. Hep bir kıyaslama içindedirler. Kendi çocuklarının iyi yönlerini bilseler de söyleme gereği duymazlar. Hatta bazen çocuklarının yüzüne bile “yetiştiremedik biz seni” “olmadı, hayırlı çıkmadın sen” diyebilirler. Bunu duyan yetişkin kişi yeterince kendine güveni yoksa kendinden şüpheye düşer, hayatta kendini başarısız ve gereksiz hisseder.

Az önce ebeveynler kendini çocuklarına fazla adarsa sınırlar ihlal edilir, toksik etki yapabilir demiştim ya; bunun tam tersinde ebeveynler çok fazla kendi hayatını yaşıyor ve çocuklarına hiç yer açmıyorlarsa da aynı toksik etki olabilir. Ay öyle anne baba var mı dediğinizi duyar gibiyim; ama var. Çocukluktaki ihmalkar anne babalar yetişkinlikte de çocuklarını hiç aramayan sormayan, görme talebinde bulunmayan insanlara dönüşebilirler. Ya da “ben büyüttüm, artık kendi başının çaresine baksın, benim görevim bitti” diye düşünebilirler.

Gerçek şu ki; çocuklar kaç yaşında olursa olsun, birer yetişkin de olsalar her zaman anne babalarının onayını, kabulünü, takdirini görmek, duymak, hissetmek ister. Çocukluktan itibaren bu ihtiyaçlar doyurulduysa, zaten güvenli bir ilişki kurabildilerse zaten kendine güvenli bir yetişkin olarak büyür ve kimden gelirse gelsin kendini her türlü toksik davranıştan korumayı bilir. Ancak zaten toksik ebeveynlerle büyüyen bir insan yetişkin olarak da bu toksik ortam içinde kalırsa içinde hep bir mutsuzluk, yetersizlik, çaresizlik hissedecektir.

Ne dersiniz? Bunları okumak sizde hangi duyguları oluşturdu?

Amacım anne babaları suçlamak değil; gelecek nesillerde sağlıklı ilişkiler kurabilmek için rehberlik etmek.

Bir yetişkin olarak anne babanızla ilişkinizde neler yaşıyorsunuz? Paylaşırsanız çok sevinirim. İçten sevgilerimle…



Çocukluğunuzda Toksik Ebeveynleriniz Olduğunu Nasıl Anlarsınız?

Çocukluğunuzda

  • Ebeveynleriniz size değersiz hissettirdi. Duygusal tacize maruz kaldınız.
  • Salak!
  • Ne beceriksizsin!
  • Off! Bıktım senden!
  • Sizi “disipline etmek” için fiziksel şiddet uyguladılar.
  • Kızınca tokat atmak
  • Canınızı acıtarak sürüklemek
  • Uzaklaştırmak için itmek, tekmelemek


  • Öfkelendiğinizi ya da rahatsız olduğunuz şeyleri ifade edemezdiniz. Onların tepkilerinden korkardınız.
  • Duygularınızı ifade edince kızdılar
  • Sizi terk etmekle tehdit ettiler
  • Sevgilerini geri çektiler. (küserek, surat asarak, odayı terk ederek)
  • Henüz çok küçükken onlarla ilgilenmek zorunda kaldınız.
  • Duygusal iniş çıkışlarında siz destek oldunuz.
  • Anne/babanız çok alkollü olduklarından başınızın çaresine baktınız.
  • Kavga edip eşyalara, birbirlerine zarar verdiler ve siz ilgilenmek / toplamak / temizlemek zorunda kaldınız.
  • Size yaptıkları kötü şeyler hakkında sır tutmanızı istediler. (fiziksel / cinsel taciz gibi)
  • Bu aramızda sır olarak kalacak.
  • Anne/Babalar böyle şeyler yapabilir.
  • Aile içinde olanlar kimseye anlatılmaz.

Beni tanıyanlar biliyor, ebeveynlik yolculuğunda hep kendimizi affetmemizi, bir yanlış yaparsak tamir etmemizi savunanlardanım. Tabii ki hepimiz insanız ve hatalar yapabiliriz. Ama bazı hatalar var ki; bunlar hiç yapılmamalı.

Özellikle son günlerde Elmalı Davası gibi haberler sonrasında bazı insanların hiç ebeveyn olmaması gerektiğini düşündüğüm zamanlar oluyor. Kan dondurucu Elmalı Davası ilk de değil; hepimiz biliyoruz ki ne yazık ki son da olmayacak. Bu tür haberler karşısında ister istemez ümitsizliğe kapılıyorum; ama sonra yeni nesillerde bir fark yaratabilmek için çalışmaya devam etmek gerek diye kendimi toparlamaya çalışıyorum.

Bilinçlenmek, bizlere çocukken yapılan hataları kendi çocuklarımıza aktarmamak için hiçbir zaman geç değil. Paylaşımda aktardığım bazı davranışlar çok sık gözlemlediğim şeyler. Özellikle hakaret etmek, fiziksel şiddet uygulamak, duygusal şiddete maruz bırakmak anne babaların kendi duygu regülasyonunu yapamaması sonucunda karşılaştığımız durumlar. Bunun sonucunda da duygu regülasyonunu öğrenemeyen ve dolayısıyla davranış problemleri gösteren çocuklar çıkıyor karşımıza. Böyle çocuklara ebeveynlik yapmak daha zorlayıcı oluyor, anne babalar zorlandıkça toksik davranışları daha da fazla ortaya koyuyor ve böylece bir kısır döngü yaşanıyor.

En kötüsü de yani toksik ebeveynleri “toksik” yapan şey bunları yapmaya hakları olduğunu düşünmeleri. Ortada bir haksızlık görmediklerinden sonrasında özür dilemek, ya da tamir etmek için bir motivasyonları da olmuyor. Dolayısıyla hasar kalıcı hale geliyor. Bunları sürekli yapıp, her yaptığında nasıl olsa tamir ederim diye düşünmek de bir çözüm değil. Bu davranışları yapmamak üzere kendimizi iyileştirmemiz gerekiyor.

Çocukluğunuza dönüp baktığınızda bu davranışların kendinize yapıldığını anımsıyor musunuz?

Evet, bana yapıldı, ben de çocuğuma yapıyorum dedikleriniz var mı?

Ya da evet bana yapıldı; ama ben sonuçlarını yaşadığım için asla kendi çocuğuma yapmam dedikleriniz var mı?

Şiddet deyince genelde fiziksel şiddeti düşünüyoruz; ancak duygusal şiddet de fiziksel şiddet kadar yaralayıcı çocuklar için. Bir ömür boyu benliklerini zedeleyen sonuçları var. Geçen yazıda sözcüklere yansımasını ele almıştık. Şimdi de davranışlarımıza ve ebeveynlik tarzımıza yansımasını konuşacağız.

  1. Çocuğu kendi malı ve uzantısı olarak görürler. – Toksik anne babalar çocuklarını fazla sahiplenerek kendi malı gibi üzerinde hak iddia ederler. Kendi yaşam tarzlarını, kendi doğrularını, kendi inançlarını mutlak doğru olarak kabul edip çocuğa da bunu empoze etmeye çalışırlar. “Benim çocuğum böyle dans etmez”, “Benim çocuğum zayıf not almaz”, “Benim çocuğum beni üzmez” gibi kendi yakıştırdıkları davranış kalıplarını ve mükemmeliyetçi beklentilerini çocuğun üzerine yüklerler. Böyle ailelerin çocukları hiçbir zaman kendi özgün benliklerini bulamaz, kendilerini gerçekleştirecek alan bulamazlar. Bazen de kendi hayallerini, isteklerini ve ideal yaşam hedeflerini çocukların üzerinden gerçekleştirmeye çalışırlar. Örneğin kendi Anadolu Lisesi kazanamamıştır, çocuğuna kazanması için baskı yapar. Tenis öğrenmek hep içinde kalmıştır, çocuk istemese de mutlaka onu tenis kursuna yazdırır ve devam etmesi için baskı yapar. Bu anne babaların söylediği cümle “Ne var? Kötü bir şey mi istiyorum? Çocuğum için en iyisini istiyorum”dur.. Tabii ki Anadolu Lisesi kazanmak ya da tenis öğrenmek kötü şeyler değil ama buradaki sıkıntı çocuğa kendi yetenekleri ve istekleri doğrultusunda alan açmayıp kendi isteklerini empoze etmektir. Çocuklardan da sıklıkla “ben sen değilim” savunmasını duyarız. Kendi tercihlerini yaşamak istese de çocuk çoğu zaman anne babasını üzmemek, hayal kırıklığına uğratmamak adına boyun eğer. Bazen de gizlice kendi istediklerini yapmaya çalışır; çünkü paylaşırsa asla kabul görmeyeceğini bilir. Ama o zaman da suçluluk duygusu içini kemirir. İç huzuruyla kendi seçimlerinin sonuçlarını yaşayamaz.


  1. Sınır tanımazlar – Toksik ebeveynler çocuklarının sınırlarına saygı duymazlar. Kendi sınırları da yoktur. Çocuk giyinirken odasına dalmak, tuvalette/banyoda bile içeri girmek, günlüklerini okumak, özel eşyalarını karıştırmak, arkadaşlarından çocuğu hakkında gizlice bilgi almak gibi davranışları kendilerine hak görürler. Çocuklarının özel hayatını, sadece kendisiyle güven içinde paylaştığı duygu ve düşüncelerini başkalarına rahatça anlatırlar. Çocuk bunları duyunca annesine/babasına güvenemeyeceğini, hayatıyla ilgili önemli bilgileri paylaşmaması gerektiğini hisseder. Derin bir yalnızlıkla birlikte anne/babasına bile güvenemiyorsa hayatta kimseye güvenilemeyeceğini düşünür. Sınır tanımayan ailelerde “ben” diye bir şeyin varlığına izin verilmez. Kimsenin bağımsızlığı ve ayrı bir hayatı, hobileri olmasına izin verilmez. Sürekli hep birlikte hareket edilmesi, aynı şeylerden keyif alınması beklenir ve bu empoze edilir. Çocuk kendine ait bir zaman ayırmak isterse bunun için suçlanır, dışlanır, duygu sömürüsü yapılır. Böylelikle kimsenin kendine ait bir dünyasının olamayacağını, ailenin bağımlı ilişkilerle bir arada kalabileceğini öğrenir. Yetişkinlik hayatında da bunu modellemiş olduğundan çekirdek ailesinden bunu bekleyebilir ya da bu durumdan çok sıkılarak bir savunma mekanizması geliştirir ve böyle olmaması gerektiğine de inanabilir. Sınır tanımayan toksik ailelerde çocuk yetişkin olup kendi evinde olsa bile çat kapı gidilebilir; çocuk misafirim var ya da işim var dese bile özel hayata saygı duyulmadığından dolayı içeri girip özel alana müdahale edilir. Farklı şehirdeyse de habersiz gelip ne kadar kalacağı belirsiz bir süreyle o evde kalmak kendine hak görülebilir. “Ne var ki kızımın evi, oğlumun evi” mantığı vardır. Kızının ya da oğlunun özel alanının ya da hayatının olması önemsizdir.
  2. Ellerindeki güçle manipüle ederler – Anne babaların doğal olarak çocukları üzerinde bir güçleri vardır. Maddi kaynaklar en küçük yaştan itibaren önemli bir güç kaynağıdır. Toksik ebeveynler var olan güçlerini çocuğu manipüle etmek için kullanırlar. Bu sınavı geç sana tablet alalım, üniversitede şurayı kazan sana araba alalım gibi kendi istediklerini yaptırma yöntemleri kullanırlar. “Bir anne babanın çocuğuna araba almak istemesinde ne sakınca var, keşke imkanı olsa da herkes alsa” diyebilirsiniz. Buradaki sıkıntı çocuğa bu maddi ödüllerin koşullu sunulmasıdır. Çocuklarının sevgisini ve ilgisini satın aldıklarını düşünen anne babalar var. Onlara bırakacaları miras için yaşlılıklarında kendilerine bakmaları ya da iyi davranmalarını bekleyen anne babalar tanıyor musunuz? Özellikle maddi olarak yetişkinlikte çocuklarına destek olmaya devam eden ya da bir aile işini çocuklarının devam ettirdiği toksik anne babalar kendisinin istediği gibi davranmazsa bu maddi desteği kesmekle tehdit ederler. Böylece çocuklarının onların istediği doğrultuda bir hayat yaşamalarını, belki onların doğru bulduğu kriterde bir eş seçmelerini sağlayarak seçimlerini manipüle ederler. Bu manipülasyon maddi kaynakla olmak zorunda değil, toksik aileler psikolojik olarak da manipüle eder çocuklarını. Örneğin çocukları onaylamadığı bir kişiyle arkadaşlık ederse küser, her hafta pazar kahvaltısına gelmezse surat asar, onun istediği davranış kalıplarına uymadığında kapris yapar, duygu sömürüsü yapar vs. Bu davranış modeli çocukta bir yorgunluğa yılgınlığa sebep olur. Anne babayla iletişim keyifli bir zaman alışverişi olmaktan çıkar, bir zorunluluk haline gelir. Çocuk kendi özgün varlığıyla kabul görmediğini, sevilmediğini, değerli olmadığını bilir.
  3. Fazla kontrol ederler – “Sen hala benim bebeğimsin” “Çocuklar annelerinin/babalarının gözünde büyümez” Bu ebeveynler yaşı kaç olursa olsun çocuğa çocuk gibi davranmaya devam ederler. Çocukken uyguladıkları kontrol mekanizmalarını hiç bırakmazlar. Savunmaları da “sen benim gözümde hala çocuksun, anne/baba olunca anlarsın”dır. Bu düşünceyi fikren anlasam da pratikte bu davranış şeklinin çocuğa zarar verici ve sağlıksız olduğunu bilmenizi ve görmenizi isterim. Tabii ki çocuğa duyulan sevgi ilk yıllardaki kadar derin ve sonsuz; ancak nasıl çocuk büyürken onların üzerindeki kontrolümüzü zaman içinde azaltmamız ve onların özerkliğine alan açmamız gerekiyorsa büyüyüp yetişkin olduklarında da onları yetişkin olarak görmek, artık kararlarına güvenmek, onları kontrol etme içgüdüsünü bırakmak gerekiyor. Yani çocuğu kontrol değil; anne babanın kendisini kontrol etmesi gerekiyor. Toksik anne babalar çocuklarının yetişkin olduklarında bile doğru kararlar alabileceğine güvenmez, sürekli sorgular, yargılar ve kendi doğru bildiklerini empoze ederek çocuklarının hayatlarını kontrol etmeye çalışırlar. Bu çocuklar ne karar alırlarsa alsınlar kabul görmeyeceklerini bildiklerinden ya gizli işler çevirirler ya da tamamen boyun eğip bağımlı kişiler haline gelirler.
  4. Bencil davranırlar – Bunlar da ihmalkar, kendi hayatına öncelik veren tipte toksik anne babalardır. Hayattaki yapılması gerekenler listesinde bir maddeyi daha tamamlamak için çocuk sahibi olmuşlardır. Çocuk sahibi olmanın sorumluluğunun farkında değillerdir. Çocuklarının hiçbir duygusal ihtiyacını karşılamazlar. Hiçbir ihtiyaç anında yanında olmazlar. Hep kendi işleri, kendi programları, kendi duygusal sorunları, kendi ihtiyaçları vardır. Hatta çocuklarından ilgi, sevgi, şefkat, saygı beklerler. Böyle anne babaların çocukları çok küçük yaşta kendi hayatlarının sorumluluğunu almak zorunda kalırlar hatta anne babalarına bakım vermek durumunda bile kalabilirler. Hiçbir zaman çocukluklarını yaşayamazlar. Bazen anneanne/babaanne bakımında olabilirler ya da ailenin maddi durumu elverişliyse bir bakıcı ile büyüyebilirler; ama o durumda da bakım verenin zaman zaman değişmesi ve anne babanın sevgi yoksunluğu nedeniyle ciddi güvensiz bağlanma sorunları yaşayabilirler.
  5. Hep borçlu hissettirirler – Bu tip anne babalar sürekli yaptıkları fedakarlıkları, verdikleri emeği, harcadıkları parayı çocuğa ifade ederek çocuğun kendisini borçlu ve minnettar hissetmesini isterler. “Seni tek başıma ne zorluklarla büyüttüm” “Seni ben okuttum” “Sizin için saçımı süpürge ettim” “Bu kötü evliliğe sizin için katlandım” gibi cümleleri sıklıkla söylerler. Aslında bu da manipüle etmelerinin bir yöntemidir. Genelde bu tip cümleler çocuklarından bir şey istediklerinde ortaya çıkar. Çocuğun kendini borçlu ve minnettar hissederek onların istediği yönde karar almasını sağlamaya çalışırlar. Bir kız çocuk dünyaya getirmenin onlara yaşlanınca bakması anlamına geldiğini düşünen pek çok anne babaya rastladım. “Ben sana baktım, yaşlanınca da sen bana bakacaksın” dayatmasına çok küçük yaşlardan başlarlar. Böyle söyleyerek çocuğa aileye karşı bir sorumluluk hissi verdiklerini düşünseler de aslında çocuğa hissettirdikleri şey bu değildir.
  6. Mükemmeliyet çıtaları çok yüksektir – Bazı toksik ebeveynler her şeyi kendilerinin çok mükemmel yaptığını düşündükleri ve kendi doğrularına gönülden inandıkları için çocuklarından da bu standartlarda davranışlar beklerler. Örneğin çok titiz ve mükemmeliyetçi bir anne çocuğunun yatak düzeltmesini beğenmez. Çocuk bir yapar, iki yapar her defasında beğenilmediğini görür, annesi arkasından kendi mükemmel standardında düzeltir. Düzeltirken de “yok öğretemedim ben size, olmadı, içinde yok zaten senin” filan gibi eleştirel, yargılayıcı cümleler kurar. Çocuğun içinde bir daha deneme hevesi kalmaz. Veya işinde çok başarılı olmuş bir baba aile işinde çalıştırdığı oğluna rehberlik edip işi öğretmek yerine sürekli eleştirir, her yaptığını yargılar, hakaret eder ve zamanla çocuk bırakın işi öğrenmeyi, o işin kapısından girmek dahi istemez. Toksik ebeveynler hatayı asla kendinde aramaz. Suçlu, beceremeyen, değersiz ve yetersiz olan her zaman çocuktur. Bu çocuklar bilirler ki ne yaparlarsa yapsınlar asla anne babalarını memnun edemezler, onların standardında bir başarı yakalayamazlar. Zaman içinde kendi başarılarını değersiz görürler; çünkü anne babalarından onay almaları mümkün değildir. Kendilerini küçümserler. Yaptıkları hiçbir işin övgüye layık olmadığına inanırlar.
  7. Fazla müsamaha gösterirler – Yukarıdaki mükemmeliyetçi toksik ebeveynlerin tam tersi olan bir tip daha var ki; onlar da çocukları ne yaparsa yapsın şak şak şak, bravo, süpersin, muhteşemsin diyerek çocuğu çok fazla pohpohlarlar. Çocuk ne yaparsa yapsın alkışlanmayı, onaylanmayı bekler. Gerçekçi bir dünyada yaşamaz. Bu evlerde kurallar, sınırlar pek yoktur. Çocuğa her istediği verilir, ağlamasına kıyılmaz, kafasını sehpaya vursa sehpa suçludur, arkadaşına vurduysa arkadaşın ne yaptı da hak etti diye sorulur. Çocuğun hiçbir hareketinin sorumluluğu alması beklenmez. Hep başkaları ve çevre suçlanır, çocuk göklere çıkarılır. Bu durum çocuğa aşırı bir özgüven verir ve kendini davranış bozuklukları ve sosyal ilişki bozukluklarıyla kendini ortaya koyan kişilik bozukluklarına sebep olur. Empati kuramaz, kurallara uymaz, saygı göstermez, eleştiri kaldırmaz, hatasını kabul etmez, saldırgan tepkiler verir.

Tüm toksik ebeveynlerin çocuklarının güvensiz bağlanma yaşamaları ve kendilerini iyileştirmek için çalışmadıkları sürece ilişki sorunları yaşayacaklarını söylemek yanlış olmaz. Pek çoğumuz yaşadığımız sorunların yetişirken maruz kaldığımız toksik ebeveyn davranış modellerinden kaynaklandığının farkında bile olmayabiliriz.

Kendi anne babanızda ya da evlendiğiniz kişinin anne babasında bu davranışları ve sonuçlarını yaşıyor olabilirsiniz. Artık bir önceki jenerasyonun değişmesi zor olabilir; keşke kendileri fark etse ve bu yanlışlardan psikolojik destekle dönmeleri mümkün olsa. Bizim elimizden gelen sadece bu davranış modellerinin kendimizdeki yansımalarını fark etmek, kendi yaralarımızı sarmak, iyileşme yolculuğunda çaba göstermek ve böylece bu toksik modelleri kendi çocuklarımıza yaşatmamak.

Ne dersiniz? Yapabilir miyiz?

Daha sağlıklı nesiller yetişmesi için elimizden geleni yapmaya devam ederken bence bunu her şeyden çok sevdiğimiz çocuklarımıza borçluyuz.

Bu davranış modelleriyle ilgili deneyimleriniz nasıl?

Bu yazıyı okumak size neler düşündürdü? Neler hissettirdi?

Benimle paylaşırsanız çok sevinirim. İçten sevgilerimle… (Kaynak:ailedeiletisim.com)


Yayınlanma: 30.08.2024 18:04

Son Güncelleme: 30.08.2024 18:04

Psikolog

Hidayet

ÇALIŞKAN

Psikolog

(*)(*)(*)(*)(*)

Uzmanlıklar:

İlişki / Evlilik Problemleri , Çocuk ve Ergenlik Dönemi Ruhsal Sorunları , Depresyon ve Mutsuzluk
Online TerapiOnline Ter...
süre 45 dk
ücret 1799
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
Hizmet vermiyor
Bunları da sevebilirsiniz...

Akran Zorbalığını Önlemek

Akran Zorbalığı: Sessiz Çığlıkların Hikayesi ve Çözüm YollarıAkran zorbalığı, günümüzde ne yazık ki birçok çocuğun ve gencin karşı karşıya kaldığı, fiziksel, sözel ya da psikolojik şiddet içeren bir davranış biçimidir. Genellikle okul çağında ortaya çıkan bu sorun, sadece mağdur olan bireyleri değil, tüm okul ve sosyal çevreyi etkileyen ciddi bir problemdir. Akran zorbalığını anlamak, yaygın görüldüğü yerleri belirlemek ve etkin şekilde önlemek, toplum olarak hepimize düşen önemli bir sorumluluktur.Akran Zorbalığı Nedir?Akran zorbalığı, bir bireyin yaşıtları tarafından sürekli olarak fiziksel, sözel, duygusal ya da siber yollarla tacize uğraması durumudur. Bu zorbalık türü; itme, vurma gibi fiziksel davranışları içerebildiği gibi, alay etme, lakap takma, dışlama ya da sosyal medyada küçük düşürme gibi psikolojik boyutlara da sahiptir. Özellikle tekrarlayan bir biçimde yaşanması ve mağdurun kendisini savunamayacak durumda olması, bu davranışları "zorbalık" olarak tanımlar.Akran Zorbalığı Nerelerde Görülür?Akran zorbalığı en sık olarak okul ortamlarında görülür. İlkokuldan lise yıllarına kadar öğrencilerin bir arada vakit geçirdiği sınıflar, koridorlar, tuvaletler, okul bahçeleri gibi alanlar, zorbalığın yaşandığı başlıca mekanlardır. Ancak bu durum yalnızca fiziksel mekânlarla sınırlı değildir. Günümüzde teknolojinin gelişmesiyle birlikte siber zorbalık da yaygın hale gelmiştir. Sosyal medya platformlarında, mesajlaşma uygulamalarında veya oyun platformlarında da zorbalık kolaylıkla gerçekleşebilmektedir.Ev ortamında ya da okul dışındaki sosyal alanlarda (örneğin spor kulüpleri, yaz kampları) da akran zorbalığı görülebilir. Bazı durumlarda öğretmenlerin, eğitmenlerin ya da diğer yetişkinlerin gözü önünde bile gerçekleşebilir, fakat çoğunlukla bu davranışlar gizli olarak yapılır ve fark edilmesi güç olabilir.Zorbalığın Birey Üzerindeki EtkileriAkran zorbalığına maruz kalan bireylerde ciddi psikolojik sorunlar ortaya çıkabilir. Kaygı, depresyon, özgüven kaybı, akademik başarıda düşüş, sosyal izolasyon, hatta intihar düşünceleri gibi ağır sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle zorbalığın sadece “çocukça bir şaka” ya da “büyüyünce geçer” şeklinde hafife alınmaması gerekir. Zorbalık, erken yaşta önlem alınmazsa, bireyin tüm hayatını etkileyen bir travmaya dönüşebilir.Akran Zorbalığını Önlemek İçin Neler Yapılabilir?1. Farkındalık Eğitimleri:Okullarda öğrencilere, öğretmenlere ve velilere yönelik akran zorbalığı hakkında bilgilendirici seminerler düzenlenmelidir. Öğrenciler, zorbalığın ne olduğu, etkileri ve nasıl müdahale edileceği konusunda eğitilmelidir. Farkındalık yaratmak, ilk adımdır.2. Açık İletişim Ortamı:Öğrencilerin kendilerini ifade edebilecekleri güvenli bir iletişim ortamı oluşturulmalıdır. Rehber öğretmenler ve okul psikologları, öğrencilerin yaşadıkları problemleri çekinmeden anlatabilecekleri kişiler haline gelmelidir. Aynı zamanda öğrencilere “yardım istemenin bir zayıflık değil, cesaret” olduğu öğretilmelidir.3. Zorbalık Karşıtı Politikalar:Okullarda zorbalıkla ilgili net kurallar ve yaptırımlar içeren bir politika oluşturulmalıdır. Bu kurallar hem öğrencilere hem velilere açık bir şekilde aktarılmalı ve herkes tarafından benimsenmelidir. Bu politikalar, yalnızca ceza vermeye değil, zorbalığı önlemeye ve zorba öğrencilerin de eğitilmesine yönelik olmalıdır.4. Empati ve Sosyal Beceri Eğitimi:Öğrencilerin empati kurma yeteneklerini geliştirecek drama, hikâye anlatımı ve takım oyunları gibi aktivitelerle sosyal becerileri desteklenmelidir. Empati kurabilen bireyler, başkasına zarar vermekten kaçınır. Ayrıca iletişim becerileri güçlü olan öğrenciler, zorbalık karşısında daha bilinçli tepkiler verebilirler.5. Ailelerin Rolü:Aileler, çocuklarının davranışlarını gözlemlemeli ve herhangi bir davranış değişikliği fark ettiklerinde bunu dikkate almalıdır. Çocukların evde kendilerini güvende ve anlaşılmış hissetmeleri, dışarıda yaşadıkları sorunları daha kolay paylaşmalarını sağlar. Ailelerin çocuklarıyla düzenli ve kaliteli vakit geçirmeleri, duygusal bağları güçlendirir.6. Siber Zorbalığa Karşı Önlem:Aileler ve öğretmenler, çocukların internet kullanımını denetlemeli, sosyal medyada maruz kalabilecekleri riskler hakkında onları bilinçlendirmelidir. Ayrıca dijital platformlarda karşılaşılan zorbalıkların nasıl rapor edileceği öğretilmelidir. Çocuklara dijital vatandaşlık eğitimi verilerek, interneti güvenli kullanmaları sağlanabilir.7. Pozitif Davranışları Teşvik Etmek:Zorbalıkla mücadele sadece kötü davranışları engellemekle kalmamalı, aynı zamanda olumlu sosyal davranışları da desteklemelidir. Yardımseverlik, iş birliği, destekleyici arkadaşlık gibi davranışlar ödüllendirilmeli; olumlu modeller sınıf içinde görünür kılınmalıdır. Bu, öğrenciler arasında sağlıklı ilişkilerin gelişmesini destekler.8.Öğretmenlerin Rolü Neden Önemlidir?Akran zorbalığını önlemede öğretmenlerin rolü kritik öneme sahiptir. Öğretmenler, öğrenciler arasındaki ilişkileri en yakından gözlemleyen ve ilk müdahaleyi yapabilecek kişiler olarak sürecin merkezindedir. Sınıf içinde güvenli bir ortam oluşturmak, öğrenciler arasında saygıya dayalı ilişkilerin gelişmesini sağlamak öğretmenlerin aktif çabalarıyla mümkün olabilir. Aynı zamanda zorbalık olaylarına karşı “sıfır tolerans” politikası uygulamaları ve tüm öğrencileri kapsayan olumlu davranış modelleri geliştirmeleri gerekir. Zorbalıkla ilgili olaylarda tarafsız ve duyarlı bir yaklaşım sergileyen öğretmenler, hem mağdurların hem tanık olan öğrencilerin sesini duyurmasında köprü görevi görebilir. Öğretmenlerin düzenli hizmet içi eğitimlerle desteklenmesi, onları bu alanda daha donanımlı hale getirir. Böylece eğitim ortamları yalnızca akademik değil, aynı zamanda duygusal açıdan da güvenli alanlara dönüşebilirAyrıca okul yönetimlerinin zorbalıkla ilgili olayları örtbas etmeden, şeffaflıkla ele alması önemlidir. Bu, hem öğrencilerin hem velilerin güvenini artırır. Okullarda öğrenci katılımını destekleyen zorbalık karşıtı öğrenci kulüpleri veya gönüllü destek grupları oluşturulması da sürece olumlu katkı sağlar. Öğrencilerin okul ortamında kendilerini daha güvende ve bağlı hissetmelerini vurgular.SonuçAkran zorbalığı, sadece mağduru değil, tanık olan bireyleri ve tüm okul iklimini olumsuz etkileyen ciddi bir sorundur. Bu nedenle bireysel değil, toplumsal bir mesele olarak ele alınmalı ve çözüm için iş birliği yapılmalıdır. Okullar, aileler ve toplum olarak farkındalıkla ve bilinçle hareket ettiğimizde, daha sağlıklı ve güvenli bir nesil yetiştirmek mümkündür. Unutmayalım: Sessiz kalmak, zorbalığı onaylamaktır. Hep birlikte ses olalım, çocuklarımızın yanında duralım ve onları dinleyelim. Çünkü bir çocuğun yalnız olmadığını bilmesi, bir ömrü kurtarabilir.

Barış AYTAÇ 28.05.2025

Dijital Dünya ve Etkileri

Bilgisayarlar, akıllı telefonlar ve tabletler artık hayatımızın bir parçası olarak sürekli elimizin altında. İletişim kurmaktan eğlenmeye, çalışmaktan öğrenmeye kadar birçok alanda kullandığımız bu teknolojik cihazlar, bize fayda sağladığı kadar zarar da vermektedir. Sağladığı avantajlar çok büyük önem taşırken, bizler için yarattığı risk de görmezden gelinmemelidir. Çağımızın yeni ve giderek ciddileşen problemi: ekran ve teknoloji bağımlılığı.Ekran Bağımlılığı Nedir?Ekran bağımlılığı, dijital cihazların aşırı ve kontrolsüz kullanımı olarak tanımlanır. Telefona bakmadan birkaç saat geçirmek zor ve huzursuz ediciyse, sürekli sosyal medya bildirimleri kontrol ediliyorsa veya ekran süresi gerçek hayattaki sorumlulukların önüne geçiyorsa; bu durum bir alışkanlıktan çıkarak bağımlılık halini almış olabilir. Özellikle çocuk ve gençlerde görülen "internet oyun bozukluğu" , dijital bağımlılığın bilimsel olarak tanımlanmış bir versiyonudur.Teknoloji Hayatımızı Nasıl Ele Geçiriyor?Elimizin altında kolay ulaşılabilir olan teknoloji, birçok açıdan dikkatimizi çeker vaziyette. Uygulamalardan gelen bildirimler, yapılan araştırmalarda beynin dopamin salgılamasını tetiklemektedir. Bu da kişilerin sıklıkla telefonlarını kontrol etmelerini istemesine yol açmaktadır. Sosyal medyada sunulan sonsuz içerik akışı, dikkat tuzağı olarak kullanıcıyı ekrana kilitlemeyi amaçlar. Bunlara ek olarak uygulamalarda kazanılan rozet ve puan gibi ödüller, kullanıcıların uygulamalarda daha fazla vakit geçirmelerine neden olur. Kimler, Nasıl Etkileniyor?Her olay her bireyi farklı şekillerde etkileyebildiği gibi, ekran ve ekran bağımlılığı da benzer şekilde farklı yaş gruplarını farklı şekillerde etkileyebilir. Çocukların ve ergenlerin beyinleri gelişim aşamasında olduğundan, fazla ekrana maruz kaldıklarında beyinleri teknoloji ile biçimlenmektedir. Uzun süre ekranda vakit geçirilmesi çocuklarda dikkat eksikliği, hiperaktivite, sosyal izolasyon ve hatta agresif davranışlar görülmesine yol açabilir. Bunlara ek olarak öğrenme güçlükleri, dil gelişim problemleri ve hayal gücünde azalma durumları da gözlemlenebilir.Yetişkinlik döneminde ekran kullanımı, çoğunlukla iş gereci zorunlu olmaktadır. İş sebebiyle kullanım, kişisel kullanıma eklenince ekranda geçirilen süre bir hayli artmaktadır. Bunların hepsinin bir arada gerçekleşmesi de bağımlığı pekiştirmektedir. Bu yaş grubunda da ekran bağımlılığı, sosyal problemlere, ilişkilerde sorunlara ve yalnızlık duygusunun artmasına yol açabilir.Yaşlılar, teknolojiyi yeni keşfetme motivasyonu ile genellikle yalnızlıklarını giderme veya sosyalleşme ihtiyaçlarını karşılamak istemektedirler. Ancak teknolojinin fazla kullanımı yaşlılık dönemindeki kişilerde fiziksel hareketsizlik ve çeşitli fiziksel sorunlara yol açabilir. Günümüzde dijital dolandırıcılık ve bilgi kirliliği gibi risklere de en açık olanlar yaşlılardır. Belirtiler: Ekran Bağımlısı Olup Olmadığınızı Gösteren İşaretlerSabah uyandığınız anda telefon, tablet ya da bilgisayarı alıp kontrol etmek, ekran süresini sınırlamamak veya sınırlayamamak, sosyal bir ortamda bile teknolojik cihazları ve bildirimleri kontrol etmek istemek, teknolojik aletlerin yokluğunda boşluk hissi ve huzursuz olmak, günlük görevleri aksatacak şekilde sosyal medyada zaman geçirmek ve teknolojik aletleri kullanırken zamanın nasıl geçtiğini fark etmemek ekran bağımlılığının göstergelerindendir.Ekran Bağımlılığının Zihinsel ve Fiziksel EtkileriEkran başında sürekli uyarılma halindeki beyin yorulur ve karar verme becerisinde düşüş meydana gelir. Dijital ekranlar görme problemlerine ve göz kuruluğuna neden olur, baş ağrısı ve bulanık görmeye sebep olabilir. Masa başında geçirilen uzun saatler, kambur duruşla, sırt ve boyun ağrılarıyla sonuçlanabilir. Sosyal medyada ve dijital dünyada geçirilen sürenin artması, gerçek dünya etkileşimlerin azalmasına, yalnızlığa, asosyalliğe yol açabilirken kaygı düzeyini artırabilir. Sosyal medyada görülen idealize edilen hayatlar, kişilerde özgüven düşürerek mutsuzluğa ve depresyona yol açabilir.Ekran Süresini Azaltmak İçin Pratik Öneriler1.Zaman Bloklama Tekniği kullanın.Ekran süresinin kısıtlanması birçok açıdan faydalı olabilir. Ekran kullanılması gereken saatleri ya da ekranın kullanılmayacağı süreleri belirlemek, sosyal ve işlevsel olarak kişiye fayda sağlar. Buna ek olarak ekran süresinin kısıtlanması da önemlidir.2. Bildirimleri KapatınUygulama bildirimlerini kapatmak, gereksiz bildirimlerden kaçınmaya ve ekranı gerekmedikçe kullanmamaya yardımcı olur. 3. Cihazsız Alanlar BelirleyinYatak odası, yemek masası gibi bazı alanlarda telefon kullanılmaması faydalı bir alışkanlık olacaktır.4. "Gerçek Dünya"ya DönüşSosyal etkinliklere, doğa yürüyüşlerine, hobilere, arkadaşlara daha fazla zaman ayırmak, ekran süresini doğal olarak azaltarak sosyalleşmeyi de beraberinde getirir.Neden Bu Kadar Kolay Bağımlı Oluyoruz?Ekran bağımlılığı; psikolojik, sosyal ve biyolojik değişkenlerin birleşimiyle oluşan bir bağımlılık biçimidir. Bu bağımlılığın başlıca nedenleri şu şekilde sıralanabilir:Ödül Sistemi: Her bildirim bizi mutlu eder, dopamin salgılatır ve bu da ödül alma hissi uyandırır.Kaçış Mekanizması: Gerçek hayatımızdaki zorluklardan, sorumluluklarımızdan veya yalnızlık hissimizden kaçmak için ekranlara yönelmiş olabiliriz.Toplumsal Baskı: Özellikle gençler arasında sosyal medya kullanımı bir "zorunluluk" olmaktadır. Dışlanmamak, kabul görmek ve beğenilmek için çevrim içi olmak bir sosyal norm haline gelmiştir.Boş Zaman Alışkanlığı: Boş zamanlarımızı geçirdiğimiz sosyal medya, artık hepimiz için alışkanlık konumuna gelmektedir.Bu nedenler, teknoloji kullanımını masum bir araçtan, kişinin günlük yaşamını etkileyen artarak devam eden bir bağımlılığa dönüştürebilmektedir. Ekran Bağımlılığında Psikolojik Destek Ne Zaman Alınmalı? Bazen ekran süresini azaltmak ve işlevsel hayata geri dönmek için bireysel çabalar yetersiz kalabilir. Özellikle bağımlılığın davranışsal ve duygusal etkileri yoğunlaştığında bir uzmandan yardım almak en doğru adımdır.Psikolojik destek alınması gereken durumlar:·Teknolojik cihazlardan uzak kalındığında anksiyete, öfke veya panik duyguları yoğunlaşıyorsa,·Sosyal ilişkilerde ve iş/okul yaşamında olumsuz değişimler varsa,·Uyku düzeni bozulmuş, fiziksel rahatsızlık belirtileri ortaya çıkmaya başlamışsa,·Gündelik yaşam kalitesinde ve hayat kalitesinde düşüklük varsa,·Ekransız zaman geçirirken boşluk hissediliyorsa,·Ekran bağımlılığı nedeniyle depresif düşünceler veya yalnızlık artıyorsa psikolojik destek alınmalıdır.Eğer ekran karşısında geçirdiğiniz zaman, sizi hayattan uzaklaştırıyor, sosyal ilişkilerinizi zayıflatıyor ve zihinsel sağlığınızı tehdit ediyorsa; artık bir uzmana başvurmanın zamanı gelmiş olabilir. Psikolojik destek almak bir zayıflık değil, bilinçli bir güç göstergesidir. Psikolojik destek alarak teknoloji bağımlılığıyla mücadele etmek ve yaşam kalitesini artırmak mümkündür.Teknolojiden tamamen kopmak ne gerçekçidir ne de gereklidir. Önemli olan, teknolojiyi nasıl kullandığımızdır. Teknolojiyle sağlıklı bir ilişki kurulmalıdır. Doğru sınırlar ve sağlıklı alışkanlıklar ile dijital dünyadan faydalanılabiliriz. Cihazlar bizim hayatımızı kolaylaştırmak için var; hayatımızın merkezi olmak için değil. Bunun farkında olmak gerekir. Peki sizin 24 saatte ekranda geçirdiğiniz vaktin ne kadarı size gerçekten yarar sağladı, sizi geliştirdi?

Pelin BAYIN 26.05.2025

Duygularımız, İçinde Büyüdüğümüz Dünyadan İzler Taşır: Kültürel Bağlam

Duygular, insan deneyiminin temel yapı taşlarından biridir ve bireyin iç dünyasının dış dünyaya tepkisi olarak ortaya çıkar. Ancak, duyguların ne zaman, nasıl ve hangi bağlamda ifade edileceği, büyük ölçüde içinde büyüdüğümüz sosyokültürel ortamla şekillenir. Psikolog Hidayet Çalışkan, bu konuda yaptığı çalışmalarla, duyguların bireysel ve kültürel bağlamda nasıl anlam kazandığını derinlemesine ele almıştır. Bu makale, Psikolog Hidayet Çalışkan’ın duygusal süreçlere dair perspektiflerinden yola çıkarak, kültürel ortamın duygular üzerindeki etkisini bilimsel bir çerçevede incelemektedir.Duyguların Kültürel KökenleriDuygular, biyolojik temellere sahip olsa da, ifade biçimleri ve anlamları kültürel normlarla şekillenir. Psikolog Hidayet Çalışkan, duyguların evrensel bir doğası olduğunu, ancak bu evrenselliğin kültürel bağlamda farklılaşarak bireysel deneyime dönüştüğünü vurgular. Örneğin, bir kültürde sevinç yüksek sesle kutlamalarla ifade edilirken, başka bir kültürde sessiz bir tebessümle sınırlı kalabilir. Bu farklılıklar, bireyin sosyalizasyon süreciyle, yani içinde büyüdüğü aile, toplum ve kültürel değerlerle doğrudan bağlantılıdır. Psikolog Hidayet Çalışkan’a göre, duygusal tepkilerimizin şekillenmesinde çocukluk döneminde maruz kaldığımız kültürel normlar kritik bir rol oynar.Kültürel psikoloji alanında yapılan araştırmalar, duyguların yalnızca bireysel değil, aynı zamanda kolektif bir bağlamda anlam kazandığını gösterir. Örneğin, kolektivist toplumlarda (örneğin, Türkiye gibi), duygusal ifadeler genellikle grup uyumunu destekleyecek şekilde düzenlenirken, bireyci toplumlarda kişisel ifade ön plandadır. Psikolog Hidayet Çalışkan, bu bağlamda, Türk toplumunda duygusal düzenlemenin sıklıkla aile ve topluluk odaklı olduğunu belirtir. Bu, bireyin kendi duygularını ifade etmeden önce çevresindekilerin beklentilerini dikkate almasına neden olabilir.Duygu Düzenleme ve Kültürel EtkilerDuygu düzenleme, bireyin duygularını fark etme, adlandırma ve uygun şekilde ifade etme yeteneğidir. Psikolog Hidayet Çalışkan, duygu düzenlemenin kültürel normlarla şekillendiğini ve bu sürecin psikolojik iyi oluş için kritik olduğunu savunur. Örneğin, bazı kültürlerde öfke gibi negatif duyguların bastırılması teşvik edilirken, diğerlerinde bu duyguların açıkça ifade edilmesi kabul edilebilir. Psikolog Hidayet Çalışkan’ın terapi süreçlerinde vurguladığı gibi, bireyin duygu düzenleme stratejileri, çocuklukta öğrenilen kültürel kalıplarla doğrudan ilişkilidirBilişsel davranışçı terapi (BDT) yaklaşımında, Psikolog Hidayet Çalışkan, bireylerin kültürel bağlamdan gelen otomatik düşünce kalıplarını fark etmelerine yardımcı olur. Örneğin, bir birey, kültürel olarak “ağlamak zayıflıktır” inancıyla büyümüşse, üzüntüsünü ifade etmekte zorlanabilir. Bu durum, duygusal baskılanmaya ve uzun vadede psikolojik sorunlara yol açabilir. Psikolog Hidayet Çalışkan, bu tür kalıpların terapi sürecinde çözümlenmesiyle bireyin daha sağlıklı duygusal ifadeler geliştirebileceğini belirtir.Çocukluk Deneyimleri ve Duygusal ŞekillenmeÇocukluk, duygusal repertuarın oluştuğu kritik bir dönemdir. Psikolog Hidayet Çalışkan, aile dinamiklerinin ve ebeveyn tutumlarının duygusal gelişim üzerindeki etkisine dikkat çeker. Örneğin, bir çocuk, duygularını ifade ettiğinde sürekli eleştiriliyorsa, yetişkinlikte duygularını bastırma eğilimi gösterebilir. Öte yandan, duygusal ifadelerin desteklendiği bir ortamda büyüyen bireyler, daha esnek ve sağlıklı duygu düzenleme stratejileri geliştirir. Psikolog Hidayet Çalışkan’ın klinik gözlemleri, Türk toplumunda aile içi iletişimin genellikle duygusal ifadeleri sınırlayan bir yapıda olduğunu gösterir. Bu, özellikle kaygı ve stres yönetimi üzerinde olumsuz etkiler yaratabilirBağlanma teorisi açısından bakıldığında, Psikolog Hidayet Çalışkan, güvenli bağlanmanın duygusal esneklik ve psikolojik sağlamlık için temel oluşturduğunu vurgular. Güvensiz bağlanma stilleri (kaygılı veya kaçıngan), kültürel normlarla birleştiğinde, bireyin duygusal dünyasını daha karmaşık hale getirebilir. Örneğin, Türk kültüründe sıkça görülen “aYn aile bağları”, bireyin duygusal tepkilerini derinden etkiler. Psikolog Hidayet Çalışkan, bu bağlamda, terapi sürecinde bağlanma örüntülerinin duygusal tepkiler üzerindeki etkisini çözmenin önemine işaret ederPsikoterapide Kültürel DuyarlılıkPsikoterapi, bireyin duygusal dünyasını anlamayı ve dönüştürmeyi amaçlar. Psikolog Hidayet Çalışkan, terapi sürecinde kültürel duyarlılığın önemini vurgular. Her bireyin duygusal deneyimi, kültürel arka planıyla şekillenir; bu nedenle, etkili bir terapi süreci, bu arka planı dikkate almalıdır. Psikolog Hidayet Çalışkan’ın yaklaşımı, bireyin kültürel değerlerini ve aile dinamiklerini anlamayı merkeze alır. Örneğin, bir danışanın “aileye karşı sorumluluk” duygusu, Türk kültüründe güçlü bir şekilde kök salmış olabilir ve bu, terapi sürecinde ele alınması gereken bir faktördür.Psikolog Hidayet Çalışkan, psikodramanın kültürel olarak şekillenmiş duyguların ifade edilmesinde etkili bir yöntem olduğunu belirtir. Psikodrama, bireylerin kültürel normlar nedeniyle bastırılmış duygularını güvenli bir ortamda keşfetmelerine olanak tanır. Bu yöntem, özellikle duygusal ifadelerin kültürel olarak sınırlı olduğu toplumlarda, bireylerin iç dünyalarını anlamalarına yardımcı olurKültürel Normların Psikolojik İyi Oluş Üzerindeki EtkisiPsikolojik iyi oluş, bireyin duygusal dengeyi sürdürebilme yeteneğiyle yakından ilişkilidir. Psikolog Hidayet Çalışkan, kültürel normların psikolojik iyi oluş üzerindeki etkisini vurgularken, bireyin kültürel bağlamdan bağımsız düşünülemeyeceğini ifade eder. Örneğin, Türk toplumunda “elalem ne der” kaygısı, bireyin duygusal tepkilerini bastırmasına ve psikolojik stres yaşamasına neden olabilir. Psikolog Hidayet Çalışkan, bu tür kültürel baskıların terapi sürecinde ele alınması gerektiğini savunur.Araştırmalar, kültürel normların duygusal düzenleme stratejilerini etkilediğini göstermektedir. Örneğin, Gross ve John (2003) tarafından yapılan bir çalışma, kültürlerin duygu düzenleme stratejilerini şekillendirdiğini ve bu stratejilerin psikolojik iyi oluşla doğrudan ilişkili olduğunu ortaya koymuştur. Psikolog Hidayet Çalışkan, bu bulguları destekleyerek, bireyin kültürel bağlamını anlamadan etkili bir terapi sürecinin mümkün olmadığını belirtir.Duygularımız, içinde büyüdüğümüz dünyadan izler taşır. Psikolog Hidayet Çalışkan’ın çalışmaları, bu izlerin duygusal deneyimlerimizi nasıl şekillendirdiğini ve psikoterapi sürecinde nasıl ele alınması gerektiğini açıkça ortaya koyar. Kültürel normlar, çocukluk deneyimleri ve aile dinamikleri, duygusal repertuarımızın temelini oluşturur. Psikolog Hidayet Çalışkan’ın kültürel duyarlılığa dayalı terapi yaklaşımı, bireylerin duygusal dünyalarını anlamalarına ve daha sağlıklı duygusal düzenleme stratejileri geliştirmelerine olanak tanır. Bu süreç, bireyin hem kendisiyle hem de çevresiyle daha uyumlu bir ilişki kurmasını sağlar. Duygusal farkındalık ve kültürel bağlamın anlaşılması, psikolojik iyi oluşun temel taşlarıdır.*Kaynakça* Gross, J. J., & John, O. P. (2003). Individual differences in two emotion regulation processes: Implications for affect, relationships, and well-being. Journal of Personality and Social Psychology, 85(2), 348–362. İstanbul Psikodrama Enstitüsü: Psikodrama ve duygu düzenleme üzerine tezler. [](https://www.istpsikodrama.com.tr/tezler)