DİSOSİYATİF KİMLİK BOZUKLUĞU

BİR BEN VAR, BENDEN İÇERİ! (ÇOKLU KİŞİLİK BOZUKLUĞU)

 

Hepimiz hayatımız boyunca mutlaka bizi sarsacak bazı olaylar yaşamışızdır. Ölüm, kayıp, ayrılık, doğal afet, istismar… Kimimizin çok etkilendiği bir olaydan kimimiz daha az etkilenebiliriz. Belki de kötü bir olaydan ne kadar etkilendiğimizi belirleyen etken başa çıkma gücümüzle ilgilidir. Beynimiz zor durumlarda çözüm üretmeye programlanmış bir sisteme bağlıdır. Genelde böyle anlarda savunma mekanizmalarımız devreye girer ve duruma el atar. Bazen de bizim dışımızda gelişen psikolojik rahatsızlıklar devreye girebilir. Bunlardan biri ‘Disosiyatif Kimlik Bozukluğu’dur. Disosiyatif Kimlik Bozukluğu, tek bir kişide davranışı kontrol eden iki veya daha çok ayrı kimliğin ya da kişiliğin var olması durumudur. Genellikle her kişilik kendi adına, yaşına ve de kendine özgü hatıra ve karakteristik davranışlara sahiptir. (APA,2000)

Disosiyatif Kimlik Bozukluğu’nda;

* Kişinin en az 2 tane birbirinden ayrı kişiliklere, farklı var oluşlara, düşünce, duygu ve davranışlara sahip olması ve bu kişiliklerin de birbirinden habersiz olması ve farklı zamanlarda belirmesi gerekir.

* Hangi kişiliğin kontrolünde ise kişinin aktivitesini ve doğasını o belirler.

* Her bir kişilik, kendi davranış örüntüleri, bellekleri ve ilişkileri ile oldukça karmaşık olabilir.

* Genellikle tüm kişiliklerin özellikleri birbirinden oldukça farklıdır.

 

Psikodinamik teoriye göre, Disosiyatif Kimlik Bozukluğu travma oluşturan olayların bastırılması sonucunda oluşurlar. Bu modele göre hatıralar unutulur ya da disosiye olur. Çünkü bunlar istenmeyen hatıralardır.

Tek bir bedeni paylaşan farklı kişilikler her açıdan birbirinden farklı olabilir. Asıl karakteri 40 yaşında bir öğretmen olan birinin alt karakterleri farklı yaşlarda, farklı meslek gruplarına sahip kişilikler olabilir. Üstelik bu kişilikler farklı fiziksel görünümlere sahip de olabilirler. Hatta birinin gözleri bozukken, bir diğerinin gözleri oldukça keskin bir görüş açısına sahip olabilir. Bununla beraber çoğu zaman bu karakterler birbirinden habersizdir.

Bu kişilik bozukluğu mutlaka bir travma ya da sarsıntı sonucu ortaya çıkar. Daha çok çocukluk döneminde yaşanan travmalar sonucu kendini gösterir. Kişilik bozukluğunu yaşayan kişilerde birden fazla benlik, beyinde faaliyet gösterir. Peki kaç karakter mümkündür? Bunun için net bir şey söylemek mümkün değildir. Çünkü şu ana kadar görülmüş vakalar bu sayının 100’e kadar varabileceğini ortaya koymaktadır. Ancak bu rakamlara ulaşan kişilik sayıları genel olarak yanıltıcıdır. Çünkü bir noktadan sonra sahte kişiliklerde yaratabilmektedir. Hastaları içinde bulunduğu kişilik durumlarından en az ikisi sürekli olarak denetim altında tutar. Hastaları etkileyen bu kişilik sayıları genelde 5-10 kadardır. Bunların sayısı hastanın yaşadığı travmanın şiddetiyle orantılıdır. Travma şiddeti ne kadar büyükse kişilik sayısı da o kadar artabilmektedir. Bir kişilikten diğerine geçiş genellikle çok ani olur.

 

İlk Çoklu Kişilik Bozukluğu Vakası:Louis Vivet

Çoklu kişilik bozukluğuna dair tıp tarihindeki ilk kayıt Louis Vivet’e ait. 12 Şubat 1863 tarihinde doğan bu Fransız çocuk, tüm çocukluğu boyunca ihmal edildi. 8 yaşına geldiğinde ise Vivet artık bir suçluydu. İlk gençlik yıllarında tutuklanan Vivet bir süre ıslah evinde kaldı. 17 yaşında bir üzüm bağında çalışmaya başlayan Vivet, burada bir engerek yılanıyla karşılaştı. Yılan onu sokmamasına rağmen o an yaşadığı şok ile bir çeşit felç geçirdi. 1 yıl boyunca yürüyemeyen Vivet bu süre boyunca bir bakım evinde kaldı. 18 yaşındayken bakım evinden ayrıldı ve çok uzun süre boyunca bakım evlerinden uzakta kalamadı.

Bu dönemde Vivet’in karakterinde de farklılıklar görülmeye başlandı. Artık daha karanlık ve soğuk bir karaktere sahipti. Uzun yıllar boyunca sık sık hastaneye yatan genç adama çoklu kişilik teşhisi konuldu. Hipnoz ve metallotheraphy (vücuda konulan metallerle uygulanan bir çeşit terapi) uygulanan genç adamın 10 farklı karakteri olduğu tespit edildi. İlerleyen yıllarda ise doktorlar Vivet’in sadece 3 karakteri olduğunu iddia ettiler.

 

Chris Costner Sizemore Vakası

Chris’in ilk hatırladığı kişilik bölünmesi 2 yaşına kadar uzanıyor. 2 yaşındayken bir adamın bir çukurun içinden çekildiğini görmüş ve onun öldüğünü düşünmüş. Aynı olayı izleyen başka bir küçük kızı gördüğünü de belirtiyor. Bu olay Chris’in ilk kişilik bölünmesi olarak biliniyor.

Şu ana kadar gördüğümüz diğer örneklerden farklı olan, Sizemore küçükken herhangi bir suistimale maruz kalmamış bir isim. Oldukça sevgi dolu bir ailede büyüyen Sizemore için gördüğü bir işyeri kazası biraz çarpıcı olmuş. Kendisinin bu olaydan sonra oldukça tuhaf davranmaya başladığı söyleyen Sizemore’un hafızasında bazı kayıplar oluşmaya başlamış.

İlk kızı Taffy’i 20’li yaşlarında doğuran Sizemore oldukça trajik bir olay yaşamış. Bir gün Sizemore’un karakterlerinden biri olan Eve Black çocuğu boğmaya kalmış. Çocuğu kurtaransa bir başka karakter olan Eve White olmuş.

Bu olaydan sonra 1950’lerin başında Corbett H. Thigpen isimli terapiste görünmeye başlayan Sizemore’a çoklu kişilik bozukluğu teşhisi konmuş. Terapiler sırasında ismi Jane olan 3. bir kişilik daha ortaya çıkmış. 25 yıl boyunca 8 farklı psikiyatristle birlikte çalışan Sizemore toplamda 22 farklı kişilik yaratmış. Bu karakterlerin tamamı birbirinden farklı kilo, yaş ve karakterdeydi. 1974 yılına gelindiğindeyse en sonunda tüm karakterler bir araya gelmeyi başarmış.

 

Beynimizi ve kalbimizi parçalara ayıran bu hastalığın temel tedavi yöntemi psikoterapidir. Psikoterapi bir arayışla ilgilidir; kişinin kendisine dönük bir arayış. İçinde bir merak taşır, içten içe bir umut… Hepimizin zor zamanları olmuştur, büyük küçük travmatik olaylar yaşamışızdır. Yapmamız gereken zor zamanlarla baş etmek için çaba harcamayı seçmektir. Kimi zamanlar istemeden kendimiz olmaktan çıkarız. Arkamıza dönüp “Bunu ben mi yaptım? Bu sözleri ben mi söyledim?” dediğimiz zamanlar olmuştur. Önemli olan bunu fark ettiğimizde duruma müdahale etmektir.

 

“Herkesin kalbinde karanlık bir bodrum vardır. Eğer onu görmezden gelir ve terk edilmiş halde bırakırsanız karanlık koyulaşır. Cesur olmalı ve aşağı inip ışıkları yakmalısınız! Eğer tek başına yapmaya korkuyorsanız, biri elinizi tutabilir.”

Yayınlanma: 20.02.2021 18:51

Son Güncelleme: 20.02.2021 18:51

Psikolog

İclal Havva

KÖPRÜCÜ DUVAR

Psikolog

(*)(*)(*)(*)(*)

Uzmanlıklar:

İlişki / Evlilik Problemleri, Kaygı (Anksiyete) Bozuklukları, Depresyon ve Mutsuzluk
Online TerapiOnline Ter...
süre 45 dk
ücret 2000
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
Hizmet vermiyor
Yapay zeka ile, kişiselleştirilmiş destek:
Menta AI
Yapay zeka ile,
kişiselleştirilmiş destek: Menta AI

Şimdi indir, konuşmaya başla

App Store'dan İndirGoogle Play'den İndir
Bunları da sevebilirsiniz...

Terapiye Nasıl Başlanır? İlk Adımı Atmanın Psikolojisi ve Bilimsel Temelleri

Terapiye başlama düşüncesi çoğu insan için hem umut hem de belirsizlik barındırır. “Nereden başlamalıyım?”, “Doğru terapisti nasıl bulacağım?” veya “Ya konuşacak bir şey bulamazsam?” gibi sorular ilk adımın önündeki görünmez duvarları oluşturur. Oysa psikolojide kabul edilen en önemli ilkelerden biri şudur: Yardım arayışının kendisi, değişimin başlangıcıdır. Carl Rogers’ın (1961) ifadesiyle, “Değişim, kişinin kendini olduğu gibi kabul etmeye başladığı noktada başlar.” Terapiye başlamak tam olarak böyle bir kabulün somutlaşmış hâlidir.Terapiye Başlama İhtiyacı Nasıl Fark Edilir?Çoğu insan terapi ihtiyacını büyük bir krizle fark ettiğini düşünse de, süreç genellikle daha sessiz başlar. Uykusuzluk, iştah değişimleri, sürekli stres, motivasyon kaybı, sosyal geri çekilme, unutkanlık, öfke patlamaları veya duygusal dalgalanmalar… Bunlar zihnin “Yalnız değilsin, destek alabilirsin” diyen işaretleridir.American Psychological Association (2022) verilerine göre terapiye başvuran kişilerin büyük kısmını kaygı, ilişki problemleri, tükenmişlik, dikkat sorunları ve kronik stres yaşamış bireyler oluşturuyor. Baumeister & Leary’nin (1995) “aidiyet ve anlaşılma ihtiyacının temel bir insan motivasyonu olduğu” bulgusu da terapi arayışını güçlendiren psikolojik altyapıyı açıklar.Yani terapiye başlamak için “daha kötü” olmayı beklemek gerekmez. Aksine erken başvuru, duygusal yükü hafifletir ve sürecin etkinliğini artırır.Doğru Terapisti Seçmek: Yöntemden Daha Önemli Bir FaktörTerapide iyileşmenin temel itici gücü kullanılan teknikler değil, terapist ile kurulan bağdır. Bordin (1979), terapötik ittifakı şöyle tanımlar:“İyileştirici olan yöntem değil, o yöntemi taşıyan ilişkidir.”Bu nedenle terapiye başlamadan önce birkaç kritik soruyu sormak önemlidir:Bu terapistin yanında kendimi güvende hissediyor muyum?Yargılanmadan konuşabileceğime inanıyor muyum?Terapötik yaklaşımı (BDT, şema terapi, EMDR vb.) bana uygun mu?Duygusal hızımı gözetebilecek bir uzman mı?Smith & Glass’ın (1977) geniş kapsamlı meta-analizinde, terapinin olumlu sonuçlarının %30’unun terapötik ilişkiye bağlı olduğunun bulunması, bu durumun önemini bilimsel olarak da doğrular.İlk Seans: Ne Söylenir, Ne Olur?Birçok danışan ilk seansa girerken “Ne anlatacağım?” endişesi duyar. Oysa ilk görüşmenin amacı, kişinin hayat hikâyesini mükemmel bir sırayla aktarması değildir; güvenli bir zemin oluşturmaktır.Terapist genellikle şu alanlarda sorular sorar:Terapiye başlama sebebiGüncel belirtilerAile yapısıKişinin ilişki ve bağlanma örüntüleriGünlük yaşam döngüsüTerapi hedefleriLinehan’ın (1993) bu konudaki klasik cümlesi şudur:“Danışanın duyulmuş hissetmesi, terapötik çalışmanın kapısını açar.”Bu yüzden ilk seans bir “tanışma ve güven inşası seansı”dır.Terapiye Hazırlık: Öncesi ve SonrasıTerapiye başlamadan önce kişinin kendini birkaç soru ile yoklaması süreci kolaylaştırır:Bu süreçten ne bekliyorum?Hayatımın hangi alanında değişim istiyorum?Şu an en çok zorlayan duygu ne?Daha önce hangi yöntemleri denedim?Seans sonrası ise şu sorular farkındalığı güçlendirir:Bugün beni en çok ne etkiledi?Ne hissettim?İçimde yeni bir farkındalık oluştu mu?Bu mikro değerlendirmeler, terapinin verimliliğini artırır.Terapiye Başlamayı Zorlaştıran Engeller1. Damgalanma KaygısıBazı kişiler terapiyi “zayıflık göstergesi” olarak görür, oysa bilim bunun tam tersini söyler. Neff (2003), “kendine şefkat geliştiren bireylerin daha sağlıklı psikolojik iyilik hâline sahip olduğunu” belirtir.2. Kontrol Kaybetme KorkusuBazı bireyler duygularını açtığında “kontrolü kaybedeceğini” düşünür. Rogers (1961), terapinin güvenli bir alan yarattığını ve duyguları düzenlediğini vurgular.3. Değişim EndişesiFreud’un “tanıdık acı” kavramı, kişinin bildiği acıyı değiştirmekten daha kolay bulduğunu açıklar. Bu nedenle yeni bir sürece adım atmak zorlayıcı gelebilir.Bilimsel Araştırmalar: Terapi Neden İşe Yarar?Duygu düzenleme gelişir.Gross & Thompson (2007), terapi ile duygu düzenleme becerilerinin belirgin şekilde arttığını gösterir.Bilişsel çarpıtmalar azalır.Beck (1979), kişinin kendi düşünce kalıplarını fark etmesinin duygusal iyileşmeyi tetiklediğini belirtir.Sosyal destek hissi güçlenir.Baumeister & Leary (1995), terapötik ilişkiyi “güvenli bir bağ” olarak tanımlar.Beyin yapısı değişir.Goldapple (2004), bilişsel davranışçı terapinin prefrontal korteks aktivitesini artırdığını göstermiştir.Terapiye Başlamak: Kendine Açılan Yeni Bir KapıTerapiye başlamak aynı zamanda kişinin kendine şefkat göstermeyi öğrenmesidir. Yıllarca güçlü görünmeye çalışıp duygularını bastıran birçok kişi, terapide bu duyguların yumuşak bir yüzeye çıkmasına izin verir. Kişi kırılganlığını artık bir tehdit değil, insan olmanın doğal bir parçası olarak görmeye başlar. Bu farkındalık bile başlı başına iyileştirici bir deneyimdir.Değişim Aşamaları: İçsel Direncin BilimiTerapiye başlamak, yalnızca bir karar değil; aynı zamanda bir süreçtir. Prochaska & DiClemente’nin (1983) “Değişim Aşamaları Modeli”ne göre bireyler önce farkındalık geliştirir, ardından hazırlık yapar, eyleme geçer ve değişimi sürdürür.Bu modele göre terapiye başlama kararı hem cesaret hem de içsel direncin doğal bir bileşimidir.Kişi bir yandan değişmek isterken, diğer yandan alıştığı davranış kalıplarını bırakmakta zorlanabilir. Terapide bu direnç yargılanmaz; aksine değişimin doğal bir parçası olarak kabul edilir. Birey kendi hızına saygı duydukça sürdürülebilir bir iyileşme sürecine adım atar.Sonuç: Terapiye Başlamak Bir Cesaret HikâyesidirTerapiye başlamak bir zayıflık değil, kişinin kendine verdiği en büyük değerdir.Bir terapistle kurulan güvenli ilişki sayesinde kişi zihinsel yüklerini paylaşır, duygularını düzenlemeyi öğrenir ve yaşamının kontrolünü yeniden eline alır.Her yolculuk bir adımla başlar.O adımın mükemmel olması gerekmez — önemli olan atılmasıdır.KaynakçaAPA (2022). Mental Health Statistics Report.Baumeister, R. F., & Leary, M. R. (1995). The need to belong. Psychological Bulletin.Beck, A. T. (1979). Cognitive Therapy of Depression.Bordin, E. (1979). The generalizability of the working alliance. Psychotherapy.Goldapple, K. et al. (2004). Modulation of emotion circuits in depression by CBT. Archives of General Psychiatry.Linehan, M. (1993). Skills Training Manual for Treating Borderline Personality Disorder.Neff, K. (2003). Self-compassion. Self and Identity.Rogers, C. (1961). On Becoming a Person.Smith, M. L., & Glass, G. V. (1977). Meta-analysis of psychotherapy outcome studies. American Psychologist.

Hayır Diyememek: Sınır Koyamamanın Psikolojik Nedenleri ve Çözüm Yolları

Hayır diyememek, çoğu kişinin hayatında fark etmeden taşıdığı bir yük gibidir. Basit bir ricayı geri çevirememek, bir daveti reddedememek, istemediği halde birine yardım etmeyi kabul etmek… Bunların her biri kulağa küçük davranışlar gibi gelse de, kişinin iç dünyasında büyük çatışmaların işareti olabilir. Pek çok insan “hayır” dediğinde karşı tarafı kıracağını, egoist görüneceğini veya sevilmeyeceğini düşünür. Böylece “evet” demenin bedeli çoğu zaman kişinin kendi sınırlarından vazgeçmesi olur.Aslında hayır diyememek, tek başına bir sorun değildir; görünmeyen daha derin ihtiyaçların, korkuların ve inançların dışa vurumudur. Psikolojide bu durum genellikle onay ihtiyacı, reddedilme korkusu, yüksek sorumluluk duygusu, insanları memnun etme eğilimi (people pleasing) ve öz-değer problemleri ile ilişkilendirilir. Birey “hayır” dediğinde kaybedeceğini düşündüğü şeyi çoğu zaman “evet” dediğinde kaybettiğinin farkında bile değildir: kendi benliğini.“Evet” Demek Kolay, “Hayır” Demek Neden Bu Kadar Zor?Birçok kişi hayır diyememenin nedenini yalnızca “çekingenlik” ya da “utangaçlık” olarak düşünse de, konu bundan çok daha karmaşıktır. Kişinin hayır diyememesinin ardında sıklıkla şu inançlar yer alır:“Beni yanlış anlarlar.”“Kırıcı olmak istemem.”“İnsanlar benden uzaklaşır.”“Yardım etmezsem kötü bir insan olurum.”“Ben yapmazsam işler aksar.”“Karşı taraf benden daha önemli.”Bu düşüncelerin ortak noktası, bireyin kendi ihtiyaçlarını ikinci plana atmasıdır. Psikolojide buna koşullu özdeğerdenir; kişi kendi değerini başkalarının memnuniyetine, onayına ve mutluluğuna bağlamaya başlar. Böyle olunca “hayır” demek yalnızca bir kelime değil, kişinin değerini kaybetmesi riskini taşıyan tehdit gibi algılanır.Çocuklukta Atılan Görünmez TemellerHayır diyememe eğiliminin kökleri çoğu zaman çocuklukta atılır. Eğer bir çocuk:Duyguları bastırmaya zorlandıysa,“Kötü çocuk olma” korkusuyla büyüdüyse,Sürekli fedakâr olması beklendiyse,“Ayıp olur”, “Onu kırma”, “Ne derler?” gibi söylemlerle yetiştirildiyse,Ailede sınırlar net değildiyse,yetişkinlikte de kendi sınırlarını korumayı zor bir görev gibi görür.Ayrıca, aşırı sorumluluk verilen ya da ebeveyn rolüne itilen çocukların yetişkinlikte hayır demesi daha da güçleşir. Çünkü zihinsel şemaları “başkalarını öncelemek” üzerine kuruludur. Bu kişiler büyüdüklerinde bile kendilerini sürekli birilerinin yükünü taşımak zorundaymış gibi hissederler.Hayır Diyememenin BedelleriHayır diyememek kısa vadede “ilişkiyi koruyor gibi” görünse de, uzun vadede kişinin ruhsal sağlığını ve ilişkilerini olumsuz etkiler.1. Duygusal Yorgunluk ve TükenmişlikKendi sınırlarını koruyamayan birey, sürekli başkalarının ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırken kendi enerjisini tüketir. Uzun vadede tükenmişlik, öfke patlamaları, kaygı ve içsel sıkışmışlık yaşar.2. Pasif Agresif Davranışlarİfade edilemeyen hayır, içte birikir ve bazen dolaylı yollarla dışa vurulur. Unutmalar, geciktirmeler, isteksizce yapılan işler, kırgınlık… Bunların çoğu içte söylenemeyen “hayır”ın bir yansımasıdır.3. Kırgınlık ve İlişkilerde DengesizlikSürekli evet diyen birey, zamanla karşı tarafa öfke duymaya başlayabilir. Çünkü ilişki tek taraflı hale gelir ve kişi kendi içinden “Ben hep veriyorum, kimse bana sormuyor” diye düşünür.4. Düşük ÖzsaygıKişi kendi ihtiyaçlarını geri plana attıkça, farkında olmadan kendine şu mesajı verir: “Benim isteklerim önemli değil.” Bu da özgüven üzerinde yıpratıcı bir etki yaratır.Peki Hayır Demek Egoistlik mi?Hayır demek, sandığımızın aksine “bencillik” değildir. Sağlıklı sınır koymanın bir gereğidir. Bir kişi hayır diyebiliyorsa, evetlerinin de anlamı vardır. Aksi halde ilişkiler gerçeklikten uzaklaşır; aynı görünse bile duygusal bağ zayıflar.Psikolojide sağlıklı sınırlar, bireyin kendi ihtiyaçlarını fark ederek başkalarıyla ilişkisini dengeli bir biçimde sürdürmesi anlamına gelir. Sağlıklı sınırlar, ilişkileri daha “soğuk” değil, daha dürüst ve güvenli hâle getirir. Çünkü hayır diyebilmek, kişinin kendine saygı duyması kadar karşısındakine de açık ve net olması demektir.Hayır Demeyi Öğrenmek: Küçük Adımlarla Büyük DeğişimHayır demek öğrenilebilir bir beceridir. Önce zihinsel, sonra davranışsal adımlarla gelişir.1. Kendi İhtiyaçlarını Fark Etmek“Şu anda neye ihtiyacım var?”“Bu isteği gerçekten yapmak istiyor muyum?”Bu sorular hayır demenin ilk aşamasıdır.2. Suçluluk Duygusunu TanımakHayır demek çoğu kişide suçluluk hissi yaratır. Bu suçluluk aslında yanlış bir inancın sonucudur:“İyi bir insan herkesin isteğini karşılamalıdır.”Bu inancı fark etmek ve sorgulamak, sürecin kırılma noktasıdır.3. Kısa ve Net Cümleler KullanmakHayır demek açıklama yapmak zorunda olduğunuz anlamına gelmez.“Ne yazık ki şu an uygun değilim.”“Bu konuda yardımcı olamam.”“Hayır, teşekkür ederim.”Bu cümleler yeterlidir.4. Küçük İşlerden BaşlamakBir anda en zor kişiye hayır demek mümkün olmayabilir. Önce küçük isteklerle başlamak, kişinin kendine olan güvenini arttırır.5. Hangi Durumlarda Hayır Diyeceğini BelirlemekKendi sınırlarını bilmek, karar vermeyi kolaylaştırır. Kişi neyi kabul edeceğini, neyi etmeyeceğini önceden bilirse, anda yaşanan kaygı azalır.Sonuç: Hayır Demek Kendine Açılan Bir KapıdırHayır demek bir çatışma değil, kişinin kendine verdiği bir sözdür:“Ben de önemliyim.”İlişkilerin sağlıklı ve dengeli olabilmesi için bireyin kendine alan açması gerekir. Hayır diyememek çoğu zaman başkalarını korumak için yapılıyor gibi görünse de, uzun vadede hem kişiye hem ilişkiye zarar verir.Hayır diyebilmek ise kişinin kendi değerini korumasını, ilişkilerinde daha gerçek ve açık olmasını sağlar. Bir insan “hayır” diyebildiğinde aslında karşısındaki kişiye değil, kendi içsel sınırlarına sadık kalır.Ve bazen en büyük evet, kendimize söylediğimiz “hayır”dır.KaynakçaBaumeister, R. F., & Leary, M. R. (1995). The need to belong: Desire for interpersonal attachments as a fundamental human motivation. Psychological Bulletin, 117(3), 497–529.Burns, D. D. (1980). Feeling Good: The New Mood Therapy. HarperCollins. (Kişilerarası suçluluk, onay bağımlılığı ve çarpıtılmış düşünceler üzerine temel eser)Cohen, J. R., & Jackson, J. J. (2016). Personality traits and interpersonal boundaries. Journal of Personality.Crowne, D. P., & Marlowe, D. (1960). A new scale of social desirability and approval motivation. Journal of Consulting Psychology, 24(4), 349–354.Gilbert, P. (2009). Compassion Focused Therapy. Routledge. (Kendine şefkat, suçluluk ve kişilerarası ilişkiler)Kernis, M. H. (2003). Toward a conceptualization of optimal self-esteem. Psychological Inquiry, 14(1), 1–26.Leary, M. R., & Kowalski, R. M. (1995). Social anxiety and social desirability: The fear of negative evaluation. Personality and Social Psychology Bulletin.Linehan, M. M. (1993). Skills Training Manual for Treating Borderline Personality Disorder. Guilford Press. (Sınır koyma, karşı koyma ve kişilerarası etkinlik becerileri)Markowitz, J. C. (2014). Interpersonal psychotherapy and boundary setting. World Psychiatry.Neff, K. D. (2003). Self-compassion: An alternative conceptualization of a healthy attitude toward oneself. Self and Identity, 2(2), 85–101.Rogers, C. R. (1961). On Becoming a Person. Houghton Mifflin. (Öz-değer, koşulsuz kabul ve kendini ifade etme)Todorov, A., & Bargh, J. A. (2002). Automatic sources of aggression in boundary violations. Personality and Social Psychology Review.

Zihin Kuramı ve Empati: İnsanı İnsana Bağlayan Görünmez Ağ

“O Benden Farklı Düşünebilir” FarkındalığıBir çocuğun, arkadaşının oyuncağı yanlış bir yerde aradığını fark edip “O yanılıyor ama ben gerçeği biliyorum” diye düşünmesi basit bir gözlem gibi görünse de, aslında büyük bir zihinsel gelişimin habercisidir. Bu beceriye zihin kuramı denir. Zihin kuramı, başkalarının kendimizden farklı düşüncelere, niyetlere ve bilgi düzeylerine sahip olabileceğini anlayabilme yetisidir.Bu farkındalık sadece bir bilişsel başarı değildir; aynı zamanda sosyal hayatın temelini oluşturan ilk büyük adımlardan biridir. Çünkü başkalarının zihinsel durumlarını anlamak, onlarla sağlıklı ve uyumlu ilişkiler kurmanın anahtarıdır. Bir çocuğun bu farkındalığı kazanması, dünyayı artık sadece kendi gözlerinden değil, başkalarının gözlerinden de görebildiğini gösterir. Bu da empatiye giden yolun kapısını aralar.Empati: Bebek Ağlamasından Arkadaşını Teselliye Giden YolEmpati, yaşamın çok erken dönemlerinde filizlenir. Yeni doğmuş bir bebeğin başka bir bebeğin ağlamasına kendi ağlamasıyla tepki vermesi, duygusal bulaşma denilen ilkel bir empati biçimidir. Bu, bilerek yapılan bir davranış değildir; fakat insanın sosyal bir varlık olduğunun ilk göstergelerinden biridir.Yaş ilerledikçe empati daha bilinçli ve karmaşık bir hale gelir. İki yaşındaki bir çocuğun üzgün bir arkadaşını fark ederek onun yanına oturması, ona oyuncak uzatması ya da sessizce yanında durması sadece duyguyu hissettiğini değil, o duyguya anlam yüklediğini de gösterir. Yani çocuk artık sadece hissetmiyor, aynı zamanda ne hissettiğini anlıyor ve buna karşılık veriyor. Bu aşama, empatiyi pasif bir hissetme halinden çıkarıp aktif bir anlayış ve destek davranışına dönüştürür.Aynı Yolda Yan Yana İlerleyen İki BecerıZihin kuramı ve empati, genellikle ayrı ayrı öğretilen kavramlar olsa da aslında birbirinden beslenen ve birlikte gelişen iki güçlü alandır. Bir çocuk başkasının kendisinden farklı düşündüğünü kavradıkça, o kişinin duygularını da daha doğru yorumlamaya başlar.Bulgarelli’nin (2023) yaptığı derleme çalışması da bu ilişkiyi doğrular niteliktedir: Bilişsel empati geliştikçe zihin kuramı becerileri ilerliyor, zihin kuramı geliştikçe de empati daha derin bir boyut kazanıyor. 2025 yılında yürütülen uzunlamasına bir çalışma da bu iki becerinin adeta aynı ırmakta ilerleyen iki kol gibi birbirini desteklediğini gösteriyor.Çocuğun sosyal dünyayı anlama kapasitesi, hem karşısındakinin ne düşündüğünü hem de ne hissettiğini anlayabilmesiyle bütünleşir. Bu nedenle zihin kuramı empatiyi, empati ise zihin kuramını tamamlayan iki yapı taşını oluşturur.Türkiye’de Çocukların Hikâyesi: Kültürün İzleriTürkiye’de yapılan çalışmalar, zihin kuramı ve empati gelişimindeki kültürel etkileri anlamamız açısından önemli ipuçları sunuyor.Ekerim-Akbulut ve ekibinin (2019) araştırması, üzüntü duygusunu doğru tanımlayabilen ve başkalarının mutsuzluğunu fark edebilen çocukların daha empatik davrandığını ve daha az yıkıcı davranış sergilediğini ortaya koyuyor. Bu bulgu, empatiyi yalnızca bir duygu olarak değil, davranışları düzenleyen bir süreç olarak da değerlendirmemizi sağlıyor.Selçuk’un (2018) çalışması ise çocukların zihin kuramı kazanım sırasının kültürden bağımsız bir düzen izlediğini, ancak gelişim hızının sosyal ve ekonomik koşullara göre değişebildiğini gösteriyor. Yani her çocuk benzer basamaklardan geçiyor, fakat bu yolculuğun hızı içinde bulunduğu aile yapısına, çevresel uyaranlara ve kültürel değerlere bağlı olarak farklılaşabiliyor.Bu durum Türkiye’nin topluluk temelli yapısının etkilerini de gözler önüne seriyor. Sosyal ilişkilerin güçlü olduğu, aile bağlarının ön planda bulunduğu kültürlerde empati ve zihin kuramı daha çok etkileşim yoluyla gelişiyor.Görünmeyen Zorluklar: Her Çocuğun Yolculuğu Aynı DeğilHer çocuğun zihin kuramı ve empati gelişimi aynı doğrultuda ilerlemez. Otizm spektrum bozukluğu (OSB) veya dil gelişiminde gecikme yaşayan çocuklar, bu alanlarda doğal olarak daha fazla zorluk yaşarlar. Kılıç-Tülü ve arkadaşlarının (2023) çalışması, OSB ve dil gecikmesi yaşayan çocukların hem zihin kuramı hem empati becerilerinde belirgin güçlükler yaşadığını göstermektedir.Bu sadece akademik bir tespit değildir; günlük yaşamda sosyal iletişimi, arkadaşlık kurmayı, grupla oyun oynamayı ve sosyal sinyalleri okumayı etkileyen önemli bir faktördür. Peterson’un (2014) bulguları, bu becerilerdeki yetersizliklerin sosyal izolasyon, yanlış anlaşılma ve dışlanma gibi sonuçlara yol açtığını açık bir şekilde ortaya koyuyor.Bu nedenle hem ailelerin hem eğitimcilerin çocuklardaki farklılıkları erken dönemde fark etmesi ve uygun destek mekanizmalarını devreye sokması oldukça önemlidir.Erken Destekle Açılan KapılarAraştırmalar, zihin kuramı ve empatinin gelişime açık ve desteklenebilir beceriler olduğunu göstermektedir. Çocuklarla yapılan rol oyunları, duyguları tanıma etkinlikleri, hikâye okuma ve karakterlerin hislerini tartışma gibi basit görünen aktiviteler bile bu becerileri güçlendirebilmektedir.Yagmurlu’nun (2005) çalışması, okul öncesi dönemde bu tür uygulamaların çocukların sosyal uyumunu belirgin biçimde artırdığını ortaya koyuyor. Çocuk duyguların dilini ne kadar iyi öğrenirse, hem kendini ifade etme hem de başkalarını anlama kapasitesi o kadar gelişiyor.Bu bulgular bize önemli bir mesaj veriyor: Zihin kuramı ve empati, yalnızca doğuştan gelen özellikler değil; doğru ortam sağlandığında geliştirilebilen sosyal ve duygusal yeteneklerdir.Sosyal Yaşamın İnce DokusuSonuç olarak, zihin kuramı ve empati, insan ilişkilerinin görünmeyen ama en güçlü bağlarını oluşturur. Bir çocuk başkasının ne düşündüğünü anlamaya başladığında, onun ne hissettiğini de daha doğru bir şekilde yorumlar. Empati ise bu bilişsel anlayışı duygusal bir bağla birleştirerek sosyal uyumu güçlendirir.Bu iki beceri bir araya geldiğinde yalnızca bireysel ilişkiler derinleşmez; toplumdaki anlayış ve dayanışma seviyesi de artar. İnsanları birbirine bağlayan görünmez ağ tam da bu noktada örülür.Kaynakça • Beaudoin, C., et al. (2020). Systematic review and inventory of Theory of Mind measures for age 0–5. Frontiers in Psychology. • Bulgarelli, C. (2023). The typical and atypical development of empathy. Frontiers in Psychology. • Decety, J. (2021). The emergence of empathy: A developmental neuroscience perspective. Developmental Review. • Ekerim-Akbulut, M., et al. (2019). The Role of Theory of Mind, Emotion Knowledge and Empathy in Disruptive Behaviors in Turkish Preschoolers. Journal of Child and Family Studies. • Kılıç-Tülü, B., et al. (2023). Theory of Mind Performances of Turkish Children with ASD and DLD. PubMed. • Peterson, C. (2014). Theory of mind understanding and empathic behavior in children with ASD. Journal of Autism and Developmental Disorders. • Premack, D., & Woodruff, G. (1978). Does the chimpanzee have a theory of mind? Behavioral and Brain Sciences. • Selçuk, B. (2018). Sequence of theory-of-mind acquisition in Turkish children. University of Michigan Dissertation. • Yagmurlu, B. (2005). The role of institution and home contexts in theory of mind development. Early Childhood Research Quarterly. • Tandfonline (2025). Theoretical and Affective Empathy in Preschool Age: Longitudinal study. European Journal of Developmental Psychology.