1. Uzman
  2. İrem AKKAN
  3. Blog Yazıları
  4. ÇOCUK PSİKOTERAPİSİNİN GÜNCEL YAKLAŞIMLARI ÜZERİNE BİR DERLEME ÇALIŞMASI

ÇOCUK PSİKOTERAPİSİNİN GÜNCEL YAKLAŞIMLARI ÜZERİNE BİR DERLEME ÇALIŞMASI


Özet


Bu makalenin amacı son 20 yılda çocuk terapisinin gelişimini gözlemlemektir. Bu çalışmada oyun terapisi ve çeşitleri üzerinden nelerin değiştiğine odaklanılmıştır. Çocuk psikoterapisinin temelleri S. Freud tarafından atılmış olsa da Anna Freud ve Melanie Klein gibi önemli isimler çocuk psikoterapisin gelişiminde önde gelen isimlerdir. Çocuk psikoterapisinin güncelliğini korumasının yanında kökeninin değişmediğini günümüzdeki teknoloji, kültürel değişiklikler gibi faktörler ile birlikte çocuk terapisinin de kendisini yenilediği sonucuna varmak mümkündür. Liteatürün kısıtlılığı nedeniyle bu çalışmada da sınırlılıklar mevcuttur.


Anahtar Kelimeler: çocuk, oyun terapisi, psikoterapi yaklaşımları, çocuk psikolojisi


Giriş


  Çocuk psikoterapisinin yetişkin psikoterapisinden kronolojik olarak daha geç uygulanmaya başlandığı söylenebilir. Çocuk psikoterapisinin temelleri yetişkinlere uygulanan yöntemlerin çocuklara uyarlanması ile gerçekleşmiştir. Psikanalitik yöntemden günümüz ekollerine kadar birçok yöntem çocuklarla da denenmiştir. En etkili yöntemlerin çocuklarla oyun üzerinden olduğunu söylemek mümkündür. Bu makalede çocuk psikoterapisinin güncel yaklaşımları ele alınmaktadır. Çalışmada, son 20 yılda çocuk psikoterapisinde nelerin değiştiği üzerinde durulmaya çalışılmaktadır.


1.     Çocuk Psikoterapisinin Temelleri   


  Psikoanalizin tarihçesi içerisinde çocuk ve ergen terapisi psikoanalizin üvey evladı tabiri ile anılmaktadır, bunun sebebi 1920lerden bu yana çocuk ve ergen terapisi hak ettiği değeri bulamamaktadır (Holder, 2005, s. 1). Çocuk ve ergenler için psikanaliz her ne kadar yetişkinlerden farklı da olsa uygulanabilirlik düzeyinin olduğu da iddia edilmektedir. Çocuklar yetişkinlere uygulanan şekilde uzanıp serbest çağırışım yöntemi ile analiz edilemeseler de çocukların analiz edilme yöntemi de oyun oynatılmasından ve resim yapılmasından geçer. Bu da bir nevi çocukların serbest çağırışım yöntemi olabilmektedir (Holder, 2005, s. 2). Çocuklarda psikoanalizin başlangıcını Sigmund Freud’un “Küçük Hans” (Beş Yaşında Bir Çocuğun Fobi Analizi, 1909) vakası ile başlandığı söylenebilir (Klein, 2020, s. 19). Bunun dışında Dr. H. Hug Hellmuth’da çocuk psikoanalizi üzerinde önemli çalışmalar yapmış isimlerdendir. MacLean’e göre, Hellmuth dünyadaki ilk çocuk psikanaliz uygulayıcısıdır aynı zamanda çocuk psikanalizine oyunu katan ve sistematik çocuk gözlemini psikanaliz çerçevesinde uygulayan ilk kişidir (MacLean, 1986). Bu bilgiler ışığında, ilerleyen çalışmalarda gelişen oyun terapisinin temellerini atan kişinin Hellmuth olduğu söylenebilir.


  Çocuk psikoterapisinin yapı taşlarının oluşmasında bir diğer önemli isim ise Anna Freud’dur. Anna Freud çocuğu benliği ile alakalı olarak ele almış ve de gizil dönemdeki çatışmalar üzerinde durmuştur (Klein, 2020, s. 20). Oyun terapisinin gelişimi Anne Freud ve Melanie Klein tarafından gerçekleştirildiği söylenebilir (Holder, 2005, s. 22). Anna Freud “ Çocuk Analizinin Kısa Tarihi” adlı bir çalışmaya sahiptir. Bu çalışmayı Amerikan Çocuk Psikanalizi Derneği’nin ilk bilimsel toplantısında sunduğu bir makaleden esinlenerek yazdığı bilinmektedir. Anna Freud’un Viyana Psikanaliz derneğinde verdiği eğitimlerin ardından 1920lerin sonunda Viyana’da da çocuk psikanalizinin gelişimi ilerlemiştir (Holder, 2005, s. 29). Anna Freud 1952 yılında ilk çocuk analizi eğitimi enstitüsünü kurmuştur. O zamanki adı “Hampstead Çocuk Terapisi Kursu” iken şu an “Anna Freud Merkezi” olarak bilinmektedir. Bu kuruluşun yetişkin eğitiminden bağımsız ve yalnızca çocuk eğitimi üzerine kurulan ilk kurum olduğu bilinmektedir (Holder, 2005, s. 30). Anna Freud çocukla terapötik bağın önemini vurgulamaktadır yani olumlu aktarımın öneminden bahsedilmektedir. Anna Freud çocuk ile terapist bağ kurduktan sonra serbest oyunların yorumlanabileceğini savunmuştur (Geldard, Geldard, & Foo, 2019, s. 41).


  Melanie Klein da Anna Freud gibi çocuk analizi adına önemli çalışmalara sahip olan bir analisttir. Klein 1921 yılından itibaren çocuklarla çalışmaya başlamıştır. 1926 yılında Londra’ya yerleşene kadar birçok çocuk ile çalışmış ve bu yıllar içerisinde de serbest çağırışımın çocuklar için eşdeğer şekli olan oyun tekniğini geliştirmiştir (Holder, 2005, s. 37). Klein’a göre, çocuk zihninin daha ilkel oluşu çocuğa yönelik bir analiz yönteminin oluşmasını gerekli kılmaktadır bu da oyun analizini ortaya çıkartmıştır. Oyun analizi, çocuğun derinlerde kalmış ve bastırılmış deneyimlerini ortaya çıkartmak içindir (Klein, 2020, s. 40). Yetişkin analizi ve çocuk analizinin işleyişi aynıdır ancak sadece yaş ve kapasiteye yönelik yöntem farklarının olduğu söylenebilir. Klein’ın analizinin içeriğinde birçok oyuncak masanın üzerinde konulur ve çocuğun bunlardan hangisini seçtiği ve nasıl oyunlar kurduğu incelenerek analiz edilmektedir (Klein, 2020, s. 41). Klein, Anna Freud’dan farklı olarak terapötik bağın kurulmasını beklemeden oyunları yorumlamıştır. Bunu yaparken yönlendirmelerden uzak durarak serbest çağırışımı hedeflemektedir (Geldard, Geldard, & Foo, 2019, s. 41).


2.     Oyun Terapisi


  Oyun terapisi çocuğun yaşadığı zorluklar ve travmalarla başa çıkmasında destek olmaya ve iyileştirmeye yarayan bir ekol türüdür (Teke & Avşaroğlu, 2020). Çocuk psikoterapisi yıllar içerisinde değişimlere uğrayarak bugünkü halini almıştır. Çocuk terapisinin birçok farklı çeşidi de bulunmaktadır. Çocuk merkezli oyun terapisi, deneyimsel oyun terapisi, zaman sınırlı oyun terapisi, anlatmaya dayalı terapi (Narrative Terapi), bilişsel davranışçı terapi, EMDR, filial terapi gibi bir çok yöntem bulunmaktadır (Geldard, Geldard, & Foo, 2019, s. 54).


2.1 Çocuk Merkezli Oyun Terapi (ÇMOT)


  Çocuk merkezli oyun terapisinin temelleri Carl Rogers’ın “Birey Merkezli Terapi” ekolünden gelmektedir (Türe & Barut , 2020).Çocuk merkezli oyun terapisi yapılandırılmamış bir yöntemdir ve Virgina Axline tarafından bulunmuştur. ÇMOT yapılandırılmamış bir yöntem olmasının yanında çocuğa oyunu yönetmesi için sorumluluk verilen bir ekoldür. Ancak bu şekilde olduğunda ekolün en verimli halini aldığı öne sürülmektedir (Guerney, 2001). Axline’ın yarattığı bu ekolün çalışması için danışan ile koşulsuz kabulün olduğu ve empatinin yoğun olduğu bir ilişki kurulmuş olmalıdır (Türe & Barut , 2020).Bu yöntem çocuğun problemlerinden öte çocuğun kendisine odaklanmaktadır. 1947 yılından bu yana geçerliliğini koruyan bir yöntemdir. Kaynaklara bakıldığında çocuk merkezli oyun terapisinin sağlam temellerle oluşturulduğunu ve olumlu sonuçlar veren bir yöntem olduğunu söylemek mümkündür. Şizofreni ve ağır otizm dışında çocukların yaşadığı her probleme ağırlıklı olarak olumlu sonuç vermektedir. Şizofreni ve ağır otizmde bu oran hiç yok değildir ancak daha az etkili olduğu bilinmektedir (Guerney, 2001). Ancak ilerleyen yıllarda otizmli çocukların sosyal becerilerinin gelişiminde olumlu yönde önemli etkilerinin olduğu görülmektedir (Deniz, 2019).  


  Günümüzde oyun terapisi üzerinde fazlasıyla durulmaktadır. Bu durum var olan eğitimlerden ve materyallerden de anlaşılmaktadır (Teke & Avşaroğlu, 2020). Son yıllarda yapılan çalışmalarla oyun terapisi geliştirildiği söylenebilir.


2.2 Deneyimsel Oyun Terapisi


  Deneyimsel oyun terapisinde bilişsel yapılarla çalışmak yerine deneyimlere odaklanan bir ekoldür. Çocuk merkezli oyun terapisi ve ilişkisel oyun terapisinin geliştirilmiş ve harmanlanmış versiyonu olduğu söylenebilmektedir (Teke & Avşaroğlu, 2020). Eski yöntemlerin geliştirilerek ve birleştirilerek oluşturulmasından kaynaklı olarak deneyimsel oyun terapisi yönteminin yeni bir yöntem olduğu yorumunu yapmak mümkündür.


2.3 Anlatmaya Dayalı Terapi (Narrative Terapi)


  Anlatmaya dayalı terapi ekolü Michel White ve David Epston tarafından bulunmuştur (White & Epston, 1990). Bu ekolde çocuğa verilmeye çalışılan destekte dil kullanılmaktadır ve öyküleştirilme yapılmaktadır. Bu terapinin amacı sorun ve çocuğun kişiliğini birbirinden ayırmaktır yani sorun çocuktan ayrıştırılmak amaçlanmaktadır (Geldard, Geldard, & Foo, 2019). Anlatmaya bağlı terapinin birçok ekol ile benzer özelik göstermektedir (Payne, 2006, s. 6). Dilin kullanımı birçok ekolde önem arz etmektedir bu da diğer yöntemler ile benzerliğini açıklayabilir.


2.4 Bilişsel Davranışçı Oyun Terapisi


  Bilişsel davranışçı oyun terapisi Beck tarafından geliştirilen BDT ( Bilişsel Davranışçı Terapi) yönteminin çocuklar için uyarlanmış versiyonu olarak tanımlanabilir (Geldard, Geldard, & Foo, 2019, s. 48). BDT yönteminin yapı taşları bilişsel psikoloji ve öğrenme teorilerinin katkıları ile ortaya çıkmıştır (Karakaya & Öztop, 2013). Mary Cover Jones çocuklarda BDT ekolünü uygulayan ilk kişilerdendir. Başlarda eleştirel yaklaşılmış olsa da etkili olduğu görüldükçe yaygınlaşmaya başlamıştır. Başarılı olunduğunun duyulması 1960-1970lere dayanmasının yanında BDT ekolünün çocuk ve ergenlerde de uygulanabilir ve etkili olduğu inanışı net olarak 1990lı yılların sonrasında anlaşılmıştır (Karakaya & Öztop, 2013).


  Çocuk merkezli ve deneyimsel oyun terapisinden farklı olarak bu yöntem yapılandırılmış bir yöntemdir (Türe & Barut , 2020). Burada yıllar içerisinde yeni yöntemler geliştikçe çocuklar için de farklı yöntemlerin kullanılmaya başladığı söylenebilir. Oyun terapisinin temeli yapılandırılmamış oluşuydu ancak bu yöntem ile yapılandırılmış bir terapi yönteminin de çocuklar üzerinde etkili olacağının yıllar içerisinde gelişmiş olduğu söylenebilir.


2.5 Çocuklarda EMDR Terapisi


  Yetişkinlere oranlar çocukların yaşam olaylarından etkilenme düzeyi daha yüksektir. Çocukların travma ile baş etme düzeyleri düşük olduğundan onlarla çalışılan bir çok yöntemin yanında EMDR yönteminin de çocuklar üzerinde uygulanması üzerine çalışmalar 1999 yılından itibaren başlamıştır (Merdan Yıldız, Kumpasoğlu, Eltan , & Tutarel Kışlak , 2020).


  Yetişkin ve çocuklarda uygulanan EMDR tedavisinde en önemli farkın çocukların ebeveynlerinin de dahil edilişi olduğu söylenmektedir. EMDR 8 aşamadan oluşan bir sistematik duyarsızlaştırma işlemi olarak tanımlanabilir (Merdan Yıldız, Kumpasoğlu, Eltan , & Tutarel Kışlak , 2020). Çocuklarda kullanılan farklı yöntemler mevcuttur çünkü onların algı kapasitesi ve soyut düşünme yetenekleri yetişkinlere oranla daha az gelişmiştir. Çocuklarda resim çizme, tüy üfleme, küpler ve kartlar, kelebek dokunuşu, baget vuruşu gibi yöntemler kullanılmaktadır. En çok başvurulan ise kelebek dokunuşudur (Merdan Yıldız, Kumpasoğlu, Eltan , & Tutarel Kışlak , 2020). EMDR yöntemi çok eski yıllara dayanmayan bir yöntemdir. Çocuk psikoterapisinin başladığı yıllardan bu yana düşünecek olunursa çok yeni bir yöntem olduğunu söylemek mümkündür. Özellikle çocuklarla ilgili olarak kullanımı son 20-25 yıla dayanmaktadır. Birçok çalışmanın gösterdiği üzere EMDR yöntemi yetişkinlerde olduğu gibi çocuk ve ergenler üzerinde de etkili bir biçimde çalışmaktadır (Merdan Yıldız, Kumpasoğlu, Eltan , & Tutarel Kışlak , 2020).


2.6 Filial Terapi


  Filial terapi, çocuk merkezli oyun terapisi uygulanan çocukların ailelerine psikoeğitim vermek ve bu terapi süresince çocuklarına rehberlik edebilmek adına oluşturulmuş bir terapi yöntemidir. Bu yöntem yapılandırılmış ve de kısa süreli bir terapi modelidir (Özkaya, 2015). Diğer oyun terapisi yöntemlerinden farklı olarak bu yöntemde terapötik değişimden sorumlu olan kişiler terapistler değil ebeveynlerdir (Özkaya, 2015). Filial terapi yöntemi genellikle 2,5- 12 yaş grubuna uygulanmaktadır ancak bazen daha büyük yaş grupları için de yeniden düzenlemeler ile uygulanabilmektedir. Bu yöntemin kökeni 1960 yıllarına dayanmaktadır ancak yıllar içerisinde gelişim ve değişim göstererek oyun terapisine dahil edilmiş kanıta dayalı bir terapi yöntemi halini almıştır (Özkaya, 2015). Filial terapinin yıllar içerisinde değişip ÇMOT ile çalışmasıyla bugünkü halini aldığını ve güncel bir yöntem olduğunu söylemek mümkündür.


2.7 Zaman Sınırlı Oyun Terapisi


  Zaman sınırlı oyun terapisi psikodinamik kökenli bir yöntemdir. Çocuklarda bu yöntemin uygulanışı psikodinamik kökenli kısa terapi bilgilerinin çocuklar üzerinde kullanılması ile oluşmuştur (Geldard, Geldard, & Foo, 2019, s. 50). 1990lı yılların ortalarında geliştirilmiş yeni bir yöntemdir. 12 seans şeklinde planlanan ve de geleceğe odaklanan bir yapıya sahiptir. Çocuğun getirdiği gündem konu ile çalışılmaktadır (Geldard, Geldard, & Foo, 2019, s. 50). Her terapi yönteminde olduğu gibi bu yöntem de her çocukta etkili olmayabilir. Zaman sınırlı oyun terapisinin özellikle TSSB (Travma sonrası stres bozukluğu), uyum sorunları, ebeveyn kaybı gibi konularda iyi çalıştığı açıklanmaktadır (Geldard, Geldard, & Foo, 2019, s. 50).


 


Tartışma ve Sonuç


  Bu makalede güncel çocuk psikoterapisi yaklaşımları ile ilgili literatür taraması yapılmaktadır. Literatüre göre çocuk psikoterapisinde son 20-30 yılda gelişim gösteren birçok ekol bulunduğunu söylemek mümkündür. Çocuk terapisi yetişkin terapisi kadar geçmişe dayalı görülmese de aslında Freud’un “Küçük Hans” vakasından itibaren çocuk psikoterapisinin temellerinin atıldığı görülmektedir (Klein, 2020). Çocuk psikoterapisi birçok ekolün çocuklara göre değiştirilerek uyarlanmış hallerini içermektedir. ÇMOT itibari ile çocuk ve oyun kavramının daha fazla üzerinde durulduğu yorumunu yapmak mümkündür.


  Çocuklar duygularını yetişkinler gibi ifade edememektedirler. Onlar resimlerle ve oyunlarla yaşadıklarını ifade etmeye çalışmaktadırlar. Bu durumdan kaynaklı olarak son yıllarda gelişen ve geliştirilen çalışmaların çoğunda terapinin yapı taşına oyunun koyulduğu gözlemlenmektedir. Sonuç olarak, çocuk psikoterapisinin tarihçesine ve günümüzdeki duruşuna bakıldığında, gelişen teknoloji kültürel yapılar ve de entelektüellik seviyesinin gelişimi ile doğru orantıda çocuk psikoterapisi de kendini güncellemektedir. Bunun yanında temellerde köklü değişimler olduğu söylenemez eski bilgilerin üzerine yeni teknikler ve güncel bilgiler katarak gelişmeye devam etmektedir.


  Literatürede bu alan ile ilgili eksikler olduğunu söylemek mümkündür. Özellikle Türkçe kaynakların kısıtlılığından dolayı, son 20 yıl içerisinde çocuk terapisinin gelişimini ele almak konusunda kısıtlayıcı bir etken oluşturmaktadır. Bu makalede spesifik olarak çocuk terapisinin güncel gelişimi ele alındığından gelecekteki çalışmalara ışık tutabileceği ön görülmektedir.


 


 


 


 


 


 


 


KAYNAKÇA


 


Bartholomew, K., & Horowitz, L. M. (1991). Attachment Styles Among \bung Adults: A Test of a Four-Category Model. Journal of Personality and Social Psychology, 226-244.


Deniz, E. A. (2019). Çocuk Merkezli Oyun Terapisinin Otizmli Çocuklarda Sosyal Becerilerin Gelişimine Etkisinin İncelenmesi. Konya, Türkiye: Necmettin Erbakan Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü .


Geldard, K., Geldard, D., & Foo, R. Y. (2019). Çocuk Psikoterapisi Giriş Niteliğinde Uygulamalı Bir Rehber (5. b.). (G. Erden , & Ç. Kudiaki, Çev.) Ankara: Nobel.


Guerney, L. (2001). Child-Centred Play Therapy . International Journal of Play Therapy, 13-31.


Holder, A. (2005). Anna Freud, Melanie Klein and The Psychoanalysis of Children and Adolescents. (P. Slotkin, Çev.) Great Britain: Karnac.


Karakaya, E., & Öztop, D. B. (2013). Kaygı Bozukluğu Olan Çocuk ve Ergenlerde Bilişsel Davranışçı Terapi. Bilişsel Davranışçı Psikoterapi ve Araştırmalar Dergisi 2, 10-24.


Klein, M. (2020). Çocuk Psikanalizi (2. b.). (A. Demir, Çev.) İstanbul: Pinhan.


MacLean, G. (1986). A Brief Story About Dr. Hermine Huq-Hellmuth. CANADIAN JOURNALOF PSYCHIATRY, 586-589.


Merdan Yıldız, E., Kumpasoğlu, G. B., Eltan , S., & Tutarel Kışlak , Ş. (2020). Çocuk ve ergenlerde EMDR: Travma sonrası stres bozukluğu tedavisindeki etkililiği üzerine bir derleme. Klinik Psikoloji Dergisi, 213-228. doi:https://doi.org/10.5455/kpd.26024438m000041


Özkaya, B. T. (2015). Ebeveyn-Çocuk İlişkisi Üzerine Odaklanan Bir Oyun Terapisi Yaklaşımı: Filial Terapi. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 208-220. doi:10.5455/cap.20140825122141


Payne, M. (2006). Narrative Therapy : An Introduction for Counsellors . London: Sage Publication.


Teke , E., & Avşaroğlu, S. (2020). Çocuklarda Oyunun ve Oyun Terapisinin Terapötik Kullanımı ve İyileştirici Etkileri: Kavramsal Bir Analiz. Smart Journal , 1078-1087.


Türe , E., & Barut , Y. (2020). Türkiye'de Yapılan Oyun Terapisi Çalışmalarının İncelenmesi. Yaşam Becerileri Psikoloji Dergisi, 127-138. doi: 10.31461/ybpd.837024


White, M., & Epston, D. (1990). Narrative Means To Therapeutic Ends . London : Norton.


 


 


 


Yayınlanma: 28.06.2022 17:59

Son Güncelleme: 28.06.2022 17:59

Psikolog

İrem

AKKAN

Psikolog

Uzmanlıklar:

Kaygı (Anksiyete) Bozuklukları , Depresif Bozukluklar , Yeme Bozuklukları
Online TerapiOnline Ter...
süre 55 dk
ücret 200
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
süre 55 dk
ücret 300
Bunları da sevebilirsiniz...

Akran Zorbalığını Önlemek

Akran Zorbalığı: Sessiz Çığlıkların Hikayesi ve Çözüm YollarıAkran zorbalığı, günümüzde ne yazık ki birçok çocuğun ve gencin karşı karşıya kaldığı, fiziksel, sözel ya da psikolojik şiddet içeren bir davranış biçimidir. Genellikle okul çağında ortaya çıkan bu sorun, sadece mağdur olan bireyleri değil, tüm okul ve sosyal çevreyi etkileyen ciddi bir problemdir. Akran zorbalığını anlamak, yaygın görüldüğü yerleri belirlemek ve etkin şekilde önlemek, toplum olarak hepimize düşen önemli bir sorumluluktur.Akran Zorbalığı Nedir?Akran zorbalığı, bir bireyin yaşıtları tarafından sürekli olarak fiziksel, sözel, duygusal ya da siber yollarla tacize uğraması durumudur. Bu zorbalık türü; itme, vurma gibi fiziksel davranışları içerebildiği gibi, alay etme, lakap takma, dışlama ya da sosyal medyada küçük düşürme gibi psikolojik boyutlara da sahiptir. Özellikle tekrarlayan bir biçimde yaşanması ve mağdurun kendisini savunamayacak durumda olması, bu davranışları "zorbalık" olarak tanımlar.Akran Zorbalığı Nerelerde Görülür?Akran zorbalığı en sık olarak okul ortamlarında görülür. İlkokuldan lise yıllarına kadar öğrencilerin bir arada vakit geçirdiği sınıflar, koridorlar, tuvaletler, okul bahçeleri gibi alanlar, zorbalığın yaşandığı başlıca mekanlardır. Ancak bu durum yalnızca fiziksel mekânlarla sınırlı değildir. Günümüzde teknolojinin gelişmesiyle birlikte siber zorbalık da yaygın hale gelmiştir. Sosyal medya platformlarında, mesajlaşma uygulamalarında veya oyun platformlarında da zorbalık kolaylıkla gerçekleşebilmektedir.Ev ortamında ya da okul dışındaki sosyal alanlarda (örneğin spor kulüpleri, yaz kampları) da akran zorbalığı görülebilir. Bazı durumlarda öğretmenlerin, eğitmenlerin ya da diğer yetişkinlerin gözü önünde bile gerçekleşebilir, fakat çoğunlukla bu davranışlar gizli olarak yapılır ve fark edilmesi güç olabilir.Zorbalığın Birey Üzerindeki EtkileriAkran zorbalığına maruz kalan bireylerde ciddi psikolojik sorunlar ortaya çıkabilir. Kaygı, depresyon, özgüven kaybı, akademik başarıda düşüş, sosyal izolasyon, hatta intihar düşünceleri gibi ağır sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle zorbalığın sadece “çocukça bir şaka” ya da “büyüyünce geçer” şeklinde hafife alınmaması gerekir. Zorbalık, erken yaşta önlem alınmazsa, bireyin tüm hayatını etkileyen bir travmaya dönüşebilir.Akran Zorbalığını Önlemek İçin Neler Yapılabilir?1. Farkındalık Eğitimleri:Okullarda öğrencilere, öğretmenlere ve velilere yönelik akran zorbalığı hakkında bilgilendirici seminerler düzenlenmelidir. Öğrenciler, zorbalığın ne olduğu, etkileri ve nasıl müdahale edileceği konusunda eğitilmelidir. Farkındalık yaratmak, ilk adımdır.2. Açık İletişim Ortamı:Öğrencilerin kendilerini ifade edebilecekleri güvenli bir iletişim ortamı oluşturulmalıdır. Rehber öğretmenler ve okul psikologları, öğrencilerin yaşadıkları problemleri çekinmeden anlatabilecekleri kişiler haline gelmelidir. Aynı zamanda öğrencilere “yardım istemenin bir zayıflık değil, cesaret” olduğu öğretilmelidir.3. Zorbalık Karşıtı Politikalar:Okullarda zorbalıkla ilgili net kurallar ve yaptırımlar içeren bir politika oluşturulmalıdır. Bu kurallar hem öğrencilere hem velilere açık bir şekilde aktarılmalı ve herkes tarafından benimsenmelidir. Bu politikalar, yalnızca ceza vermeye değil, zorbalığı önlemeye ve zorba öğrencilerin de eğitilmesine yönelik olmalıdır.4. Empati ve Sosyal Beceri Eğitimi:Öğrencilerin empati kurma yeteneklerini geliştirecek drama, hikâye anlatımı ve takım oyunları gibi aktivitelerle sosyal becerileri desteklenmelidir. Empati kurabilen bireyler, başkasına zarar vermekten kaçınır. Ayrıca iletişim becerileri güçlü olan öğrenciler, zorbalık karşısında daha bilinçli tepkiler verebilirler.5. Ailelerin Rolü:Aileler, çocuklarının davranışlarını gözlemlemeli ve herhangi bir davranış değişikliği fark ettiklerinde bunu dikkate almalıdır. Çocukların evde kendilerini güvende ve anlaşılmış hissetmeleri, dışarıda yaşadıkları sorunları daha kolay paylaşmalarını sağlar. Ailelerin çocuklarıyla düzenli ve kaliteli vakit geçirmeleri, duygusal bağları güçlendirir.6. Siber Zorbalığa Karşı Önlem:Aileler ve öğretmenler, çocukların internet kullanımını denetlemeli, sosyal medyada maruz kalabilecekleri riskler hakkında onları bilinçlendirmelidir. Ayrıca dijital platformlarda karşılaşılan zorbalıkların nasıl rapor edileceği öğretilmelidir. Çocuklara dijital vatandaşlık eğitimi verilerek, interneti güvenli kullanmaları sağlanabilir.7. Pozitif Davranışları Teşvik Etmek:Zorbalıkla mücadele sadece kötü davranışları engellemekle kalmamalı, aynı zamanda olumlu sosyal davranışları da desteklemelidir. Yardımseverlik, iş birliği, destekleyici arkadaşlık gibi davranışlar ödüllendirilmeli; olumlu modeller sınıf içinde görünür kılınmalıdır. Bu, öğrenciler arasında sağlıklı ilişkilerin gelişmesini destekler.8.Öğretmenlerin Rolü Neden Önemlidir?Akran zorbalığını önlemede öğretmenlerin rolü kritik öneme sahiptir. Öğretmenler, öğrenciler arasındaki ilişkileri en yakından gözlemleyen ve ilk müdahaleyi yapabilecek kişiler olarak sürecin merkezindedir. Sınıf içinde güvenli bir ortam oluşturmak, öğrenciler arasında saygıya dayalı ilişkilerin gelişmesini sağlamak öğretmenlerin aktif çabalarıyla mümkün olabilir. Aynı zamanda zorbalık olaylarına karşı “sıfır tolerans” politikası uygulamaları ve tüm öğrencileri kapsayan olumlu davranış modelleri geliştirmeleri gerekir. Zorbalıkla ilgili olaylarda tarafsız ve duyarlı bir yaklaşım sergileyen öğretmenler, hem mağdurların hem tanık olan öğrencilerin sesini duyurmasında köprü görevi görebilir. Öğretmenlerin düzenli hizmet içi eğitimlerle desteklenmesi, onları bu alanda daha donanımlı hale getirir. Böylece eğitim ortamları yalnızca akademik değil, aynı zamanda duygusal açıdan da güvenli alanlara dönüşebilirAyrıca okul yönetimlerinin zorbalıkla ilgili olayları örtbas etmeden, şeffaflıkla ele alması önemlidir. Bu, hem öğrencilerin hem velilerin güvenini artırır. Okullarda öğrenci katılımını destekleyen zorbalık karşıtı öğrenci kulüpleri veya gönüllü destek grupları oluşturulması da sürece olumlu katkı sağlar. Öğrencilerin okul ortamında kendilerini daha güvende ve bağlı hissetmelerini vurgular.SonuçAkran zorbalığı, sadece mağduru değil, tanık olan bireyleri ve tüm okul iklimini olumsuz etkileyen ciddi bir sorundur. Bu nedenle bireysel değil, toplumsal bir mesele olarak ele alınmalı ve çözüm için iş birliği yapılmalıdır. Okullar, aileler ve toplum olarak farkındalıkla ve bilinçle hareket ettiğimizde, daha sağlıklı ve güvenli bir nesil yetiştirmek mümkündür. Unutmayalım: Sessiz kalmak, zorbalığı onaylamaktır. Hep birlikte ses olalım, çocuklarımızın yanında duralım ve onları dinleyelim. Çünkü bir çocuğun yalnız olmadığını bilmesi, bir ömrü kurtarabilir.

Barış AYTAÇ 28.05.2025

Dijital Dünya ve Etkileri

Bilgisayarlar, akıllı telefonlar ve tabletler artık hayatımızın bir parçası olarak sürekli elimizin altında. İletişim kurmaktan eğlenmeye, çalışmaktan öğrenmeye kadar birçok alanda kullandığımız bu teknolojik cihazlar, bize fayda sağladığı kadar zarar da vermektedir. Sağladığı avantajlar çok büyük önem taşırken, bizler için yarattığı risk de görmezden gelinmemelidir. Çağımızın yeni ve giderek ciddileşen problemi: ekran ve teknoloji bağımlılığı.Ekran Bağımlılığı Nedir?Ekran bağımlılığı, dijital cihazların aşırı ve kontrolsüz kullanımı olarak tanımlanır. Telefona bakmadan birkaç saat geçirmek zor ve huzursuz ediciyse, sürekli sosyal medya bildirimleri kontrol ediliyorsa veya ekran süresi gerçek hayattaki sorumlulukların önüne geçiyorsa; bu durum bir alışkanlıktan çıkarak bağımlılık halini almış olabilir. Özellikle çocuk ve gençlerde görülen "internet oyun bozukluğu" , dijital bağımlılığın bilimsel olarak tanımlanmış bir versiyonudur.Teknoloji Hayatımızı Nasıl Ele Geçiriyor?Elimizin altında kolay ulaşılabilir olan teknoloji, birçok açıdan dikkatimizi çeker vaziyette. Uygulamalardan gelen bildirimler, yapılan araştırmalarda beynin dopamin salgılamasını tetiklemektedir. Bu da kişilerin sıklıkla telefonlarını kontrol etmelerini istemesine yol açmaktadır. Sosyal medyada sunulan sonsuz içerik akışı, dikkat tuzağı olarak kullanıcıyı ekrana kilitlemeyi amaçlar. Bunlara ek olarak uygulamalarda kazanılan rozet ve puan gibi ödüller, kullanıcıların uygulamalarda daha fazla vakit geçirmelerine neden olur. Kimler, Nasıl Etkileniyor?Her olay her bireyi farklı şekillerde etkileyebildiği gibi, ekran ve ekran bağımlılığı da benzer şekilde farklı yaş gruplarını farklı şekillerde etkileyebilir. Çocukların ve ergenlerin beyinleri gelişim aşamasında olduğundan, fazla ekrana maruz kaldıklarında beyinleri teknoloji ile biçimlenmektedir. Uzun süre ekranda vakit geçirilmesi çocuklarda dikkat eksikliği, hiperaktivite, sosyal izolasyon ve hatta agresif davranışlar görülmesine yol açabilir. Bunlara ek olarak öğrenme güçlükleri, dil gelişim problemleri ve hayal gücünde azalma durumları da gözlemlenebilir.Yetişkinlik döneminde ekran kullanımı, çoğunlukla iş gereci zorunlu olmaktadır. İş sebebiyle kullanım, kişisel kullanıma eklenince ekranda geçirilen süre bir hayli artmaktadır. Bunların hepsinin bir arada gerçekleşmesi de bağımlığı pekiştirmektedir. Bu yaş grubunda da ekran bağımlılığı, sosyal problemlere, ilişkilerde sorunlara ve yalnızlık duygusunun artmasına yol açabilir.Yaşlılar, teknolojiyi yeni keşfetme motivasyonu ile genellikle yalnızlıklarını giderme veya sosyalleşme ihtiyaçlarını karşılamak istemektedirler. Ancak teknolojinin fazla kullanımı yaşlılık dönemindeki kişilerde fiziksel hareketsizlik ve çeşitli fiziksel sorunlara yol açabilir. Günümüzde dijital dolandırıcılık ve bilgi kirliliği gibi risklere de en açık olanlar yaşlılardır. Belirtiler: Ekran Bağımlısı Olup Olmadığınızı Gösteren İşaretlerSabah uyandığınız anda telefon, tablet ya da bilgisayarı alıp kontrol etmek, ekran süresini sınırlamamak veya sınırlayamamak, sosyal bir ortamda bile teknolojik cihazları ve bildirimleri kontrol etmek istemek, teknolojik aletlerin yokluğunda boşluk hissi ve huzursuz olmak, günlük görevleri aksatacak şekilde sosyal medyada zaman geçirmek ve teknolojik aletleri kullanırken zamanın nasıl geçtiğini fark etmemek ekran bağımlılığının göstergelerindendir.Ekran Bağımlılığının Zihinsel ve Fiziksel EtkileriEkran başında sürekli uyarılma halindeki beyin yorulur ve karar verme becerisinde düşüş meydana gelir. Dijital ekranlar görme problemlerine ve göz kuruluğuna neden olur, baş ağrısı ve bulanık görmeye sebep olabilir. Masa başında geçirilen uzun saatler, kambur duruşla, sırt ve boyun ağrılarıyla sonuçlanabilir. Sosyal medyada ve dijital dünyada geçirilen sürenin artması, gerçek dünya etkileşimlerin azalmasına, yalnızlığa, asosyalliğe yol açabilirken kaygı düzeyini artırabilir. Sosyal medyada görülen idealize edilen hayatlar, kişilerde özgüven düşürerek mutsuzluğa ve depresyona yol açabilir.Ekran Süresini Azaltmak İçin Pratik Öneriler1.Zaman Bloklama Tekniği kullanın.Ekran süresinin kısıtlanması birçok açıdan faydalı olabilir. Ekran kullanılması gereken saatleri ya da ekranın kullanılmayacağı süreleri belirlemek, sosyal ve işlevsel olarak kişiye fayda sağlar. Buna ek olarak ekran süresinin kısıtlanması da önemlidir.2. Bildirimleri KapatınUygulama bildirimlerini kapatmak, gereksiz bildirimlerden kaçınmaya ve ekranı gerekmedikçe kullanmamaya yardımcı olur. 3. Cihazsız Alanlar BelirleyinYatak odası, yemek masası gibi bazı alanlarda telefon kullanılmaması faydalı bir alışkanlık olacaktır.4. "Gerçek Dünya"ya DönüşSosyal etkinliklere, doğa yürüyüşlerine, hobilere, arkadaşlara daha fazla zaman ayırmak, ekran süresini doğal olarak azaltarak sosyalleşmeyi de beraberinde getirir.Neden Bu Kadar Kolay Bağımlı Oluyoruz?Ekran bağımlılığı; psikolojik, sosyal ve biyolojik değişkenlerin birleşimiyle oluşan bir bağımlılık biçimidir. Bu bağımlılığın başlıca nedenleri şu şekilde sıralanabilir:Ödül Sistemi: Her bildirim bizi mutlu eder, dopamin salgılatır ve bu da ödül alma hissi uyandırır.Kaçış Mekanizması: Gerçek hayatımızdaki zorluklardan, sorumluluklarımızdan veya yalnızlık hissimizden kaçmak için ekranlara yönelmiş olabiliriz.Toplumsal Baskı: Özellikle gençler arasında sosyal medya kullanımı bir "zorunluluk" olmaktadır. Dışlanmamak, kabul görmek ve beğenilmek için çevrim içi olmak bir sosyal norm haline gelmiştir.Boş Zaman Alışkanlığı: Boş zamanlarımızı geçirdiğimiz sosyal medya, artık hepimiz için alışkanlık konumuna gelmektedir.Bu nedenler, teknoloji kullanımını masum bir araçtan, kişinin günlük yaşamını etkileyen artarak devam eden bir bağımlılığa dönüştürebilmektedir. Ekran Bağımlılığında Psikolojik Destek Ne Zaman Alınmalı? Bazen ekran süresini azaltmak ve işlevsel hayata geri dönmek için bireysel çabalar yetersiz kalabilir. Özellikle bağımlılığın davranışsal ve duygusal etkileri yoğunlaştığında bir uzmandan yardım almak en doğru adımdır.Psikolojik destek alınması gereken durumlar:·Teknolojik cihazlardan uzak kalındığında anksiyete, öfke veya panik duyguları yoğunlaşıyorsa,·Sosyal ilişkilerde ve iş/okul yaşamında olumsuz değişimler varsa,·Uyku düzeni bozulmuş, fiziksel rahatsızlık belirtileri ortaya çıkmaya başlamışsa,·Gündelik yaşam kalitesinde ve hayat kalitesinde düşüklük varsa,·Ekransız zaman geçirirken boşluk hissediliyorsa,·Ekran bağımlılığı nedeniyle depresif düşünceler veya yalnızlık artıyorsa psikolojik destek alınmalıdır.Eğer ekran karşısında geçirdiğiniz zaman, sizi hayattan uzaklaştırıyor, sosyal ilişkilerinizi zayıflatıyor ve zihinsel sağlığınızı tehdit ediyorsa; artık bir uzmana başvurmanın zamanı gelmiş olabilir. Psikolojik destek almak bir zayıflık değil, bilinçli bir güç göstergesidir. Psikolojik destek alarak teknoloji bağımlılığıyla mücadele etmek ve yaşam kalitesini artırmak mümkündür.Teknolojiden tamamen kopmak ne gerçekçidir ne de gereklidir. Önemli olan, teknolojiyi nasıl kullandığımızdır. Teknolojiyle sağlıklı bir ilişki kurulmalıdır. Doğru sınırlar ve sağlıklı alışkanlıklar ile dijital dünyadan faydalanılabiliriz. Cihazlar bizim hayatımızı kolaylaştırmak için var; hayatımızın merkezi olmak için değil. Bunun farkında olmak gerekir. Peki sizin 24 saatte ekranda geçirdiğiniz vaktin ne kadarı size gerçekten yarar sağladı, sizi geliştirdi?

Pelin BAYIN 26.05.2025

Duygularımız, İçinde Büyüdüğümüz Dünyadan İzler Taşır: Kültürel Bağlam

Duygular, insan deneyiminin temel yapı taşlarından biridir ve bireyin iç dünyasının dış dünyaya tepkisi olarak ortaya çıkar. Ancak, duyguların ne zaman, nasıl ve hangi bağlamda ifade edileceği, büyük ölçüde içinde büyüdüğümüz sosyokültürel ortamla şekillenir. Psikolog Hidayet Çalışkan, bu konuda yaptığı çalışmalarla, duyguların bireysel ve kültürel bağlamda nasıl anlam kazandığını derinlemesine ele almıştır. Bu makale, Psikolog Hidayet Çalışkan’ın duygusal süreçlere dair perspektiflerinden yola çıkarak, kültürel ortamın duygular üzerindeki etkisini bilimsel bir çerçevede incelemektedir.Duyguların Kültürel KökenleriDuygular, biyolojik temellere sahip olsa da, ifade biçimleri ve anlamları kültürel normlarla şekillenir. Psikolog Hidayet Çalışkan, duyguların evrensel bir doğası olduğunu, ancak bu evrenselliğin kültürel bağlamda farklılaşarak bireysel deneyime dönüştüğünü vurgular. Örneğin, bir kültürde sevinç yüksek sesle kutlamalarla ifade edilirken, başka bir kültürde sessiz bir tebessümle sınırlı kalabilir. Bu farklılıklar, bireyin sosyalizasyon süreciyle, yani içinde büyüdüğü aile, toplum ve kültürel değerlerle doğrudan bağlantılıdır. Psikolog Hidayet Çalışkan’a göre, duygusal tepkilerimizin şekillenmesinde çocukluk döneminde maruz kaldığımız kültürel normlar kritik bir rol oynar.Kültürel psikoloji alanında yapılan araştırmalar, duyguların yalnızca bireysel değil, aynı zamanda kolektif bir bağlamda anlam kazandığını gösterir. Örneğin, kolektivist toplumlarda (örneğin, Türkiye gibi), duygusal ifadeler genellikle grup uyumunu destekleyecek şekilde düzenlenirken, bireyci toplumlarda kişisel ifade ön plandadır. Psikolog Hidayet Çalışkan, bu bağlamda, Türk toplumunda duygusal düzenlemenin sıklıkla aile ve topluluk odaklı olduğunu belirtir. Bu, bireyin kendi duygularını ifade etmeden önce çevresindekilerin beklentilerini dikkate almasına neden olabilir.Duygu Düzenleme ve Kültürel EtkilerDuygu düzenleme, bireyin duygularını fark etme, adlandırma ve uygun şekilde ifade etme yeteneğidir. Psikolog Hidayet Çalışkan, duygu düzenlemenin kültürel normlarla şekillendiğini ve bu sürecin psikolojik iyi oluş için kritik olduğunu savunur. Örneğin, bazı kültürlerde öfke gibi negatif duyguların bastırılması teşvik edilirken, diğerlerinde bu duyguların açıkça ifade edilmesi kabul edilebilir. Psikolog Hidayet Çalışkan’ın terapi süreçlerinde vurguladığı gibi, bireyin duygu düzenleme stratejileri, çocuklukta öğrenilen kültürel kalıplarla doğrudan ilişkilidirBilişsel davranışçı terapi (BDT) yaklaşımında, Psikolog Hidayet Çalışkan, bireylerin kültürel bağlamdan gelen otomatik düşünce kalıplarını fark etmelerine yardımcı olur. Örneğin, bir birey, kültürel olarak “ağlamak zayıflıktır” inancıyla büyümüşse, üzüntüsünü ifade etmekte zorlanabilir. Bu durum, duygusal baskılanmaya ve uzun vadede psikolojik sorunlara yol açabilir. Psikolog Hidayet Çalışkan, bu tür kalıpların terapi sürecinde çözümlenmesiyle bireyin daha sağlıklı duygusal ifadeler geliştirebileceğini belirtir.Çocukluk Deneyimleri ve Duygusal ŞekillenmeÇocukluk, duygusal repertuarın oluştuğu kritik bir dönemdir. Psikolog Hidayet Çalışkan, aile dinamiklerinin ve ebeveyn tutumlarının duygusal gelişim üzerindeki etkisine dikkat çeker. Örneğin, bir çocuk, duygularını ifade ettiğinde sürekli eleştiriliyorsa, yetişkinlikte duygularını bastırma eğilimi gösterebilir. Öte yandan, duygusal ifadelerin desteklendiği bir ortamda büyüyen bireyler, daha esnek ve sağlıklı duygu düzenleme stratejileri geliştirir. Psikolog Hidayet Çalışkan’ın klinik gözlemleri, Türk toplumunda aile içi iletişimin genellikle duygusal ifadeleri sınırlayan bir yapıda olduğunu gösterir. Bu, özellikle kaygı ve stres yönetimi üzerinde olumsuz etkiler yaratabilirBağlanma teorisi açısından bakıldığında, Psikolog Hidayet Çalışkan, güvenli bağlanmanın duygusal esneklik ve psikolojik sağlamlık için temel oluşturduğunu vurgular. Güvensiz bağlanma stilleri (kaygılı veya kaçıngan), kültürel normlarla birleştiğinde, bireyin duygusal dünyasını daha karmaşık hale getirebilir. Örneğin, Türk kültüründe sıkça görülen “aYn aile bağları”, bireyin duygusal tepkilerini derinden etkiler. Psikolog Hidayet Çalışkan, bu bağlamda, terapi sürecinde bağlanma örüntülerinin duygusal tepkiler üzerindeki etkisini çözmenin önemine işaret ederPsikoterapide Kültürel DuyarlılıkPsikoterapi, bireyin duygusal dünyasını anlamayı ve dönüştürmeyi amaçlar. Psikolog Hidayet Çalışkan, terapi sürecinde kültürel duyarlılığın önemini vurgular. Her bireyin duygusal deneyimi, kültürel arka planıyla şekillenir; bu nedenle, etkili bir terapi süreci, bu arka planı dikkate almalıdır. Psikolog Hidayet Çalışkan’ın yaklaşımı, bireyin kültürel değerlerini ve aile dinamiklerini anlamayı merkeze alır. Örneğin, bir danışanın “aileye karşı sorumluluk” duygusu, Türk kültüründe güçlü bir şekilde kök salmış olabilir ve bu, terapi sürecinde ele alınması gereken bir faktördür.Psikolog Hidayet Çalışkan, psikodramanın kültürel olarak şekillenmiş duyguların ifade edilmesinde etkili bir yöntem olduğunu belirtir. Psikodrama, bireylerin kültürel normlar nedeniyle bastırılmış duygularını güvenli bir ortamda keşfetmelerine olanak tanır. Bu yöntem, özellikle duygusal ifadelerin kültürel olarak sınırlı olduğu toplumlarda, bireylerin iç dünyalarını anlamalarına yardımcı olurKültürel Normların Psikolojik İyi Oluş Üzerindeki EtkisiPsikolojik iyi oluş, bireyin duygusal dengeyi sürdürebilme yeteneğiyle yakından ilişkilidir. Psikolog Hidayet Çalışkan, kültürel normların psikolojik iyi oluş üzerindeki etkisini vurgularken, bireyin kültürel bağlamdan bağımsız düşünülemeyeceğini ifade eder. Örneğin, Türk toplumunda “elalem ne der” kaygısı, bireyin duygusal tepkilerini bastırmasına ve psikolojik stres yaşamasına neden olabilir. Psikolog Hidayet Çalışkan, bu tür kültürel baskıların terapi sürecinde ele alınması gerektiğini savunur.Araştırmalar, kültürel normların duygusal düzenleme stratejilerini etkilediğini göstermektedir. Örneğin, Gross ve John (2003) tarafından yapılan bir çalışma, kültürlerin duygu düzenleme stratejilerini şekillendirdiğini ve bu stratejilerin psikolojik iyi oluşla doğrudan ilişkili olduğunu ortaya koymuştur. Psikolog Hidayet Çalışkan, bu bulguları destekleyerek, bireyin kültürel bağlamını anlamadan etkili bir terapi sürecinin mümkün olmadığını belirtir.Duygularımız, içinde büyüdüğümüz dünyadan izler taşır. Psikolog Hidayet Çalışkan’ın çalışmaları, bu izlerin duygusal deneyimlerimizi nasıl şekillendirdiğini ve psikoterapi sürecinde nasıl ele alınması gerektiğini açıkça ortaya koyar. Kültürel normlar, çocukluk deneyimleri ve aile dinamikleri, duygusal repertuarımızın temelini oluşturur. Psikolog Hidayet Çalışkan’ın kültürel duyarlılığa dayalı terapi yaklaşımı, bireylerin duygusal dünyalarını anlamalarına ve daha sağlıklı duygusal düzenleme stratejileri geliştirmelerine olanak tanır. Bu süreç, bireyin hem kendisiyle hem de çevresiyle daha uyumlu bir ilişki kurmasını sağlar. Duygusal farkındalık ve kültürel bağlamın anlaşılması, psikolojik iyi oluşun temel taşlarıdır.*Kaynakça* Gross, J. J., & John, O. P. (2003). Individual differences in two emotion regulation processes: Implications for affect, relationships, and well-being. Journal of Personality and Social Psychology, 85(2), 348–362. İstanbul Psikodrama Enstitüsü: Psikodrama ve duygu düzenleme üzerine tezler. [](https://www.istpsikodrama.com.tr/tezler)