1. Uzman
  2. İrem AKKAN
  3. Blog Yazıları
  4. ÇOCUK PSİKOTERAPİSİNİN GÜNCEL YAKLAŞIMLARI ÜZERİNE BİR DERLEME ÇALIŞMASI

ÇOCUK PSİKOTERAPİSİNİN GÜNCEL YAKLAŞIMLARI ÜZERİNE BİR DERLEME ÇALIŞMASI


Özet


Bu makalenin amacı son 20 yılda çocuk terapisinin gelişimini gözlemlemektir. Bu çalışmada oyun terapisi ve çeşitleri üzerinden nelerin değiştiğine odaklanılmıştır. Çocuk psikoterapisinin temelleri S. Freud tarafından atılmış olsa da Anna Freud ve Melanie Klein gibi önemli isimler çocuk psikoterapisin gelişiminde önde gelen isimlerdir. Çocuk psikoterapisinin güncelliğini korumasının yanında kökeninin değişmediğini günümüzdeki teknoloji, kültürel değişiklikler gibi faktörler ile birlikte çocuk terapisinin de kendisini yenilediği sonucuna varmak mümkündür. Liteatürün kısıtlılığı nedeniyle bu çalışmada da sınırlılıklar mevcuttur.


Anahtar Kelimeler: çocuk, oyun terapisi, psikoterapi yaklaşımları, çocuk psikolojisi


Giriş


  Çocuk psikoterapisinin yetişkin psikoterapisinden kronolojik olarak daha geç uygulanmaya başlandığı söylenebilir. Çocuk psikoterapisinin temelleri yetişkinlere uygulanan yöntemlerin çocuklara uyarlanması ile gerçekleşmiştir. Psikanalitik yöntemden günümüz ekollerine kadar birçok yöntem çocuklarla da denenmiştir. En etkili yöntemlerin çocuklarla oyun üzerinden olduğunu söylemek mümkündür. Bu makalede çocuk psikoterapisinin güncel yaklaşımları ele alınmaktadır. Çalışmada, son 20 yılda çocuk psikoterapisinde nelerin değiştiği üzerinde durulmaya çalışılmaktadır.


1.     Çocuk Psikoterapisinin Temelleri   


  Psikoanalizin tarihçesi içerisinde çocuk ve ergen terapisi psikoanalizin üvey evladı tabiri ile anılmaktadır, bunun sebebi 1920lerden bu yana çocuk ve ergen terapisi hak ettiği değeri bulamamaktadır (Holder, 2005, s. 1). Çocuk ve ergenler için psikanaliz her ne kadar yetişkinlerden farklı da olsa uygulanabilirlik düzeyinin olduğu da iddia edilmektedir. Çocuklar yetişkinlere uygulanan şekilde uzanıp serbest çağırışım yöntemi ile analiz edilemeseler de çocukların analiz edilme yöntemi de oyun oynatılmasından ve resim yapılmasından geçer. Bu da bir nevi çocukların serbest çağırışım yöntemi olabilmektedir (Holder, 2005, s. 2). Çocuklarda psikoanalizin başlangıcını Sigmund Freud’un “Küçük Hans” (Beş Yaşında Bir Çocuğun Fobi Analizi, 1909) vakası ile başlandığı söylenebilir (Klein, 2020, s. 19). Bunun dışında Dr. H. Hug Hellmuth’da çocuk psikoanalizi üzerinde önemli çalışmalar yapmış isimlerdendir. MacLean’e göre, Hellmuth dünyadaki ilk çocuk psikanaliz uygulayıcısıdır aynı zamanda çocuk psikanalizine oyunu katan ve sistematik çocuk gözlemini psikanaliz çerçevesinde uygulayan ilk kişidir (MacLean, 1986). Bu bilgiler ışığında, ilerleyen çalışmalarda gelişen oyun terapisinin temellerini atan kişinin Hellmuth olduğu söylenebilir.


  Çocuk psikoterapisinin yapı taşlarının oluşmasında bir diğer önemli isim ise Anna Freud’dur. Anna Freud çocuğu benliği ile alakalı olarak ele almış ve de gizil dönemdeki çatışmalar üzerinde durmuştur (Klein, 2020, s. 20). Oyun terapisinin gelişimi Anne Freud ve Melanie Klein tarafından gerçekleştirildiği söylenebilir (Holder, 2005, s. 22). Anna Freud “ Çocuk Analizinin Kısa Tarihi” adlı bir çalışmaya sahiptir. Bu çalışmayı Amerikan Çocuk Psikanalizi Derneği’nin ilk bilimsel toplantısında sunduğu bir makaleden esinlenerek yazdığı bilinmektedir. Anna Freud’un Viyana Psikanaliz derneğinde verdiği eğitimlerin ardından 1920lerin sonunda Viyana’da da çocuk psikanalizinin gelişimi ilerlemiştir (Holder, 2005, s. 29). Anna Freud 1952 yılında ilk çocuk analizi eğitimi enstitüsünü kurmuştur. O zamanki adı “Hampstead Çocuk Terapisi Kursu” iken şu an “Anna Freud Merkezi” olarak bilinmektedir. Bu kuruluşun yetişkin eğitiminden bağımsız ve yalnızca çocuk eğitimi üzerine kurulan ilk kurum olduğu bilinmektedir (Holder, 2005, s. 30). Anna Freud çocukla terapötik bağın önemini vurgulamaktadır yani olumlu aktarımın öneminden bahsedilmektedir. Anna Freud çocuk ile terapist bağ kurduktan sonra serbest oyunların yorumlanabileceğini savunmuştur (Geldard, Geldard, & Foo, 2019, s. 41).


  Melanie Klein da Anna Freud gibi çocuk analizi adına önemli çalışmalara sahip olan bir analisttir. Klein 1921 yılından itibaren çocuklarla çalışmaya başlamıştır. 1926 yılında Londra’ya yerleşene kadar birçok çocuk ile çalışmış ve bu yıllar içerisinde de serbest çağırışımın çocuklar için eşdeğer şekli olan oyun tekniğini geliştirmiştir (Holder, 2005, s. 37). Klein’a göre, çocuk zihninin daha ilkel oluşu çocuğa yönelik bir analiz yönteminin oluşmasını gerekli kılmaktadır bu da oyun analizini ortaya çıkartmıştır. Oyun analizi, çocuğun derinlerde kalmış ve bastırılmış deneyimlerini ortaya çıkartmak içindir (Klein, 2020, s. 40). Yetişkin analizi ve çocuk analizinin işleyişi aynıdır ancak sadece yaş ve kapasiteye yönelik yöntem farklarının olduğu söylenebilir. Klein’ın analizinin içeriğinde birçok oyuncak masanın üzerinde konulur ve çocuğun bunlardan hangisini seçtiği ve nasıl oyunlar kurduğu incelenerek analiz edilmektedir (Klein, 2020, s. 41). Klein, Anna Freud’dan farklı olarak terapötik bağın kurulmasını beklemeden oyunları yorumlamıştır. Bunu yaparken yönlendirmelerden uzak durarak serbest çağırışımı hedeflemektedir (Geldard, Geldard, & Foo, 2019, s. 41).


2.     Oyun Terapisi


  Oyun terapisi çocuğun yaşadığı zorluklar ve travmalarla başa çıkmasında destek olmaya ve iyileştirmeye yarayan bir ekol türüdür (Teke & Avşaroğlu, 2020). Çocuk psikoterapisi yıllar içerisinde değişimlere uğrayarak bugünkü halini almıştır. Çocuk terapisinin birçok farklı çeşidi de bulunmaktadır. Çocuk merkezli oyun terapisi, deneyimsel oyun terapisi, zaman sınırlı oyun terapisi, anlatmaya dayalı terapi (Narrative Terapi), bilişsel davranışçı terapi, EMDR, filial terapi gibi bir çok yöntem bulunmaktadır (Geldard, Geldard, & Foo, 2019, s. 54).


2.1 Çocuk Merkezli Oyun Terapi (ÇMOT)


  Çocuk merkezli oyun terapisinin temelleri Carl Rogers’ın “Birey Merkezli Terapi” ekolünden gelmektedir (Türe & Barut , 2020).Çocuk merkezli oyun terapisi yapılandırılmamış bir yöntemdir ve Virgina Axline tarafından bulunmuştur. ÇMOT yapılandırılmamış bir yöntem olmasının yanında çocuğa oyunu yönetmesi için sorumluluk verilen bir ekoldür. Ancak bu şekilde olduğunda ekolün en verimli halini aldığı öne sürülmektedir (Guerney, 2001). Axline’ın yarattığı bu ekolün çalışması için danışan ile koşulsuz kabulün olduğu ve empatinin yoğun olduğu bir ilişki kurulmuş olmalıdır (Türe & Barut , 2020).Bu yöntem çocuğun problemlerinden öte çocuğun kendisine odaklanmaktadır. 1947 yılından bu yana geçerliliğini koruyan bir yöntemdir. Kaynaklara bakıldığında çocuk merkezli oyun terapisinin sağlam temellerle oluşturulduğunu ve olumlu sonuçlar veren bir yöntem olduğunu söylemek mümkündür. Şizofreni ve ağır otizm dışında çocukların yaşadığı her probleme ağırlıklı olarak olumlu sonuç vermektedir. Şizofreni ve ağır otizmde bu oran hiç yok değildir ancak daha az etkili olduğu bilinmektedir (Guerney, 2001). Ancak ilerleyen yıllarda otizmli çocukların sosyal becerilerinin gelişiminde olumlu yönde önemli etkilerinin olduğu görülmektedir (Deniz, 2019).  


  Günümüzde oyun terapisi üzerinde fazlasıyla durulmaktadır. Bu durum var olan eğitimlerden ve materyallerden de anlaşılmaktadır (Teke & Avşaroğlu, 2020). Son yıllarda yapılan çalışmalarla oyun terapisi geliştirildiği söylenebilir.


2.2 Deneyimsel Oyun Terapisi


  Deneyimsel oyun terapisinde bilişsel yapılarla çalışmak yerine deneyimlere odaklanan bir ekoldür. Çocuk merkezli oyun terapisi ve ilişkisel oyun terapisinin geliştirilmiş ve harmanlanmış versiyonu olduğu söylenebilmektedir (Teke & Avşaroğlu, 2020). Eski yöntemlerin geliştirilerek ve birleştirilerek oluşturulmasından kaynaklı olarak deneyimsel oyun terapisi yönteminin yeni bir yöntem olduğu yorumunu yapmak mümkündür.


2.3 Anlatmaya Dayalı Terapi (Narrative Terapi)


  Anlatmaya dayalı terapi ekolü Michel White ve David Epston tarafından bulunmuştur (White & Epston, 1990). Bu ekolde çocuğa verilmeye çalışılan destekte dil kullanılmaktadır ve öyküleştirilme yapılmaktadır. Bu terapinin amacı sorun ve çocuğun kişiliğini birbirinden ayırmaktır yani sorun çocuktan ayrıştırılmak amaçlanmaktadır (Geldard, Geldard, & Foo, 2019). Anlatmaya bağlı terapinin birçok ekol ile benzer özelik göstermektedir (Payne, 2006, s. 6). Dilin kullanımı birçok ekolde önem arz etmektedir bu da diğer yöntemler ile benzerliğini açıklayabilir.


2.4 Bilişsel Davranışçı Oyun Terapisi


  Bilişsel davranışçı oyun terapisi Beck tarafından geliştirilen BDT ( Bilişsel Davranışçı Terapi) yönteminin çocuklar için uyarlanmış versiyonu olarak tanımlanabilir (Geldard, Geldard, & Foo, 2019, s. 48). BDT yönteminin yapı taşları bilişsel psikoloji ve öğrenme teorilerinin katkıları ile ortaya çıkmıştır (Karakaya & Öztop, 2013). Mary Cover Jones çocuklarda BDT ekolünü uygulayan ilk kişilerdendir. Başlarda eleştirel yaklaşılmış olsa da etkili olduğu görüldükçe yaygınlaşmaya başlamıştır. Başarılı olunduğunun duyulması 1960-1970lere dayanmasının yanında BDT ekolünün çocuk ve ergenlerde de uygulanabilir ve etkili olduğu inanışı net olarak 1990lı yılların sonrasında anlaşılmıştır (Karakaya & Öztop, 2013).


  Çocuk merkezli ve deneyimsel oyun terapisinden farklı olarak bu yöntem yapılandırılmış bir yöntemdir (Türe & Barut , 2020). Burada yıllar içerisinde yeni yöntemler geliştikçe çocuklar için de farklı yöntemlerin kullanılmaya başladığı söylenebilir. Oyun terapisinin temeli yapılandırılmamış oluşuydu ancak bu yöntem ile yapılandırılmış bir terapi yönteminin de çocuklar üzerinde etkili olacağının yıllar içerisinde gelişmiş olduğu söylenebilir.


2.5 Çocuklarda EMDR Terapisi


  Yetişkinlere oranlar çocukların yaşam olaylarından etkilenme düzeyi daha yüksektir. Çocukların travma ile baş etme düzeyleri düşük olduğundan onlarla çalışılan bir çok yöntemin yanında EMDR yönteminin de çocuklar üzerinde uygulanması üzerine çalışmalar 1999 yılından itibaren başlamıştır (Merdan Yıldız, Kumpasoğlu, Eltan , & Tutarel Kışlak , 2020).


  Yetişkin ve çocuklarda uygulanan EMDR tedavisinde en önemli farkın çocukların ebeveynlerinin de dahil edilişi olduğu söylenmektedir. EMDR 8 aşamadan oluşan bir sistematik duyarsızlaştırma işlemi olarak tanımlanabilir (Merdan Yıldız, Kumpasoğlu, Eltan , & Tutarel Kışlak , 2020). Çocuklarda kullanılan farklı yöntemler mevcuttur çünkü onların algı kapasitesi ve soyut düşünme yetenekleri yetişkinlere oranla daha az gelişmiştir. Çocuklarda resim çizme, tüy üfleme, küpler ve kartlar, kelebek dokunuşu, baget vuruşu gibi yöntemler kullanılmaktadır. En çok başvurulan ise kelebek dokunuşudur (Merdan Yıldız, Kumpasoğlu, Eltan , & Tutarel Kışlak , 2020). EMDR yöntemi çok eski yıllara dayanmayan bir yöntemdir. Çocuk psikoterapisinin başladığı yıllardan bu yana düşünecek olunursa çok yeni bir yöntem olduğunu söylemek mümkündür. Özellikle çocuklarla ilgili olarak kullanımı son 20-25 yıla dayanmaktadır. Birçok çalışmanın gösterdiği üzere EMDR yöntemi yetişkinlerde olduğu gibi çocuk ve ergenler üzerinde de etkili bir biçimde çalışmaktadır (Merdan Yıldız, Kumpasoğlu, Eltan , & Tutarel Kışlak , 2020).


2.6 Filial Terapi


  Filial terapi, çocuk merkezli oyun terapisi uygulanan çocukların ailelerine psikoeğitim vermek ve bu terapi süresince çocuklarına rehberlik edebilmek adına oluşturulmuş bir terapi yöntemidir. Bu yöntem yapılandırılmış ve de kısa süreli bir terapi modelidir (Özkaya, 2015). Diğer oyun terapisi yöntemlerinden farklı olarak bu yöntemde terapötik değişimden sorumlu olan kişiler terapistler değil ebeveynlerdir (Özkaya, 2015). Filial terapi yöntemi genellikle 2,5- 12 yaş grubuna uygulanmaktadır ancak bazen daha büyük yaş grupları için de yeniden düzenlemeler ile uygulanabilmektedir. Bu yöntemin kökeni 1960 yıllarına dayanmaktadır ancak yıllar içerisinde gelişim ve değişim göstererek oyun terapisine dahil edilmiş kanıta dayalı bir terapi yöntemi halini almıştır (Özkaya, 2015). Filial terapinin yıllar içerisinde değişip ÇMOT ile çalışmasıyla bugünkü halini aldığını ve güncel bir yöntem olduğunu söylemek mümkündür.


2.7 Zaman Sınırlı Oyun Terapisi


  Zaman sınırlı oyun terapisi psikodinamik kökenli bir yöntemdir. Çocuklarda bu yöntemin uygulanışı psikodinamik kökenli kısa terapi bilgilerinin çocuklar üzerinde kullanılması ile oluşmuştur (Geldard, Geldard, & Foo, 2019, s. 50). 1990lı yılların ortalarında geliştirilmiş yeni bir yöntemdir. 12 seans şeklinde planlanan ve de geleceğe odaklanan bir yapıya sahiptir. Çocuğun getirdiği gündem konu ile çalışılmaktadır (Geldard, Geldard, & Foo, 2019, s. 50). Her terapi yönteminde olduğu gibi bu yöntem de her çocukta etkili olmayabilir. Zaman sınırlı oyun terapisinin özellikle TSSB (Travma sonrası stres bozukluğu), uyum sorunları, ebeveyn kaybı gibi konularda iyi çalıştığı açıklanmaktadır (Geldard, Geldard, & Foo, 2019, s. 50).


 


Tartışma ve Sonuç


  Bu makalede güncel çocuk psikoterapisi yaklaşımları ile ilgili literatür taraması yapılmaktadır. Literatüre göre çocuk psikoterapisinde son 20-30 yılda gelişim gösteren birçok ekol bulunduğunu söylemek mümkündür. Çocuk terapisi yetişkin terapisi kadar geçmişe dayalı görülmese de aslında Freud’un “Küçük Hans” vakasından itibaren çocuk psikoterapisinin temellerinin atıldığı görülmektedir (Klein, 2020). Çocuk psikoterapisi birçok ekolün çocuklara göre değiştirilerek uyarlanmış hallerini içermektedir. ÇMOT itibari ile çocuk ve oyun kavramının daha fazla üzerinde durulduğu yorumunu yapmak mümkündür.


  Çocuklar duygularını yetişkinler gibi ifade edememektedirler. Onlar resimlerle ve oyunlarla yaşadıklarını ifade etmeye çalışmaktadırlar. Bu durumdan kaynaklı olarak son yıllarda gelişen ve geliştirilen çalışmaların çoğunda terapinin yapı taşına oyunun koyulduğu gözlemlenmektedir. Sonuç olarak, çocuk psikoterapisinin tarihçesine ve günümüzdeki duruşuna bakıldığında, gelişen teknoloji kültürel yapılar ve de entelektüellik seviyesinin gelişimi ile doğru orantıda çocuk psikoterapisi de kendini güncellemektedir. Bunun yanında temellerde köklü değişimler olduğu söylenemez eski bilgilerin üzerine yeni teknikler ve güncel bilgiler katarak gelişmeye devam etmektedir.


  Literatürede bu alan ile ilgili eksikler olduğunu söylemek mümkündür. Özellikle Türkçe kaynakların kısıtlılığından dolayı, son 20 yıl içerisinde çocuk terapisinin gelişimini ele almak konusunda kısıtlayıcı bir etken oluşturmaktadır. Bu makalede spesifik olarak çocuk terapisinin güncel gelişimi ele alındığından gelecekteki çalışmalara ışık tutabileceği ön görülmektedir.


 


 


 


 


 


 


 


KAYNAKÇA


 


Bartholomew, K., & Horowitz, L. M. (1991). Attachment Styles Among \bung Adults: A Test of a Four-Category Model. Journal of Personality and Social Psychology, 226-244.


Deniz, E. A. (2019). Çocuk Merkezli Oyun Terapisinin Otizmli Çocuklarda Sosyal Becerilerin Gelişimine Etkisinin İncelenmesi. Konya, Türkiye: Necmettin Erbakan Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü .


Geldard, K., Geldard, D., & Foo, R. Y. (2019). Çocuk Psikoterapisi Giriş Niteliğinde Uygulamalı Bir Rehber (5. b.). (G. Erden , & Ç. Kudiaki, Çev.) Ankara: Nobel.


Guerney, L. (2001). Child-Centred Play Therapy . International Journal of Play Therapy, 13-31.


Holder, A. (2005). Anna Freud, Melanie Klein and The Psychoanalysis of Children and Adolescents. (P. Slotkin, Çev.) Great Britain: Karnac.


Karakaya, E., & Öztop, D. B. (2013). Kaygı Bozukluğu Olan Çocuk ve Ergenlerde Bilişsel Davranışçı Terapi. Bilişsel Davranışçı Psikoterapi ve Araştırmalar Dergisi 2, 10-24.


Klein, M. (2020). Çocuk Psikanalizi (2. b.). (A. Demir, Çev.) İstanbul: Pinhan.


MacLean, G. (1986). A Brief Story About Dr. Hermine Huq-Hellmuth. CANADIAN JOURNALOF PSYCHIATRY, 586-589.


Merdan Yıldız, E., Kumpasoğlu, G. B., Eltan , S., & Tutarel Kışlak , Ş. (2020). Çocuk ve ergenlerde EMDR: Travma sonrası stres bozukluğu tedavisindeki etkililiği üzerine bir derleme. Klinik Psikoloji Dergisi, 213-228. doi:https://doi.org/10.5455/kpd.26024438m000041


Özkaya, B. T. (2015). Ebeveyn-Çocuk İlişkisi Üzerine Odaklanan Bir Oyun Terapisi Yaklaşımı: Filial Terapi. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 208-220. doi:10.5455/cap.20140825122141


Payne, M. (2006). Narrative Therapy : An Introduction for Counsellors . London: Sage Publication.


Teke , E., & Avşaroğlu, S. (2020). Çocuklarda Oyunun ve Oyun Terapisinin Terapötik Kullanımı ve İyileştirici Etkileri: Kavramsal Bir Analiz. Smart Journal , 1078-1087.


Türe , E., & Barut , Y. (2020). Türkiye'de Yapılan Oyun Terapisi Çalışmalarının İncelenmesi. Yaşam Becerileri Psikoloji Dergisi, 127-138. doi: 10.31461/ybpd.837024


White, M., & Epston, D. (1990). Narrative Means To Therapeutic Ends . London : Norton.


 


 


 


Yayınlanma: 28.06.2022 17:59

Son Güncelleme: 28.06.2022 17:59

Psikolog

İrem

AKKAN

Psikolog

Uzmanlıklar:

Kaygı (Anksiyete) Bozuklukları, Depresif Bozukluklar, Yeme Bozuklukları
Online TerapiOnline Ter...
süre 55 dk
ücret 200
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
süre 55 dk
ücret 300
Yapay zeka ile, kişiselleştirilmiş destek:
Menta AI
Yapay zeka ile,
kişiselleştirilmiş destek: Menta AI

Şimdi indir, konuşmaya başla

App Store'dan İndirGoogle Play'den İndir
Bunları da sevebilirsiniz...

Kaygı mı, Yoksa Kontrol İhtiyacı mı?

Zihnimiz çoğu zaman sessiz değildir. Gün içinde belki farkında bile olmadan, “Ya böyle olursa?”, “Ya işler ters giderse?”, “Ya kontrolü kaybedersem?” gibi düşünceler zihnimizin içinde dönüp durur. Bu düşünceler genellikle kaygı olarak adlandırılır. Ancak çoğu zaman kaygının kalbinde bambaşka bir duygu yatar: kontrol etme isteği.Psikoloji literatürüne göre kaygı, insanın olası tehditlere karşı uyarı sistemidir (Beck, 2011). Yani yaşamın doğal bir parçasıdır; bir tehlike anında bizi harekete geçirir. Ancak bazen bu sistem, gerçek bir tehlike yokken de devreye girer. Zihin, olasılıklar üzerinden çalışmaya başlar: “Ya hata yaparsam?” veya “Ya beklenmedik bir şey olursa?” gibi düşünceler, kaygının yakıtıdır.Bu noktada kaygı, işlevsel olmaktan çıkar ve kontrol etme ihtiyacını tetikler. Çünkü insan zihni belirsizliği sevmez. Bilinmeyen karşısında kendini güvende hissetmekte zorlanır. Bu yüzden kontrol etmek, zihnin güvenlik stratejilerinden biridir (APA, 2023). “Hazırlıklı olmalıyım, her şeyi önceden bilmeliyim” diye düşünürüz. Ancak bu çaba, hayatın doğal akışına direnç gösterdiğimiz anlamına gelir.Zihin, bir yandan huzur bulmak isterken diğer yandan tetikte kalır. “Ya yanlış karar verirsem?”, “Ya kötü bir şey olursa?” gibi düşünceler, kişiyi geleceğe hapseder. Bu durum kontrol kaybı korkusu dediğimiz içsel bir sıkışmaya yol açar. Aslında kişi kontrolü kaybetmez; ama kaybetme ihtimali bile kaygıyı artırır.Zamanla bu döngü, bedende de kendini göstermeye başlar. Kalp çarpıntısı, mide ağrısı, kas gerginliği ya da nefes darlığı gibi belirtiler ortaya çıkabilir. Çünkü kaygı sadece zihinde yaşanmaz; beden de bu duygusal yükü taşır. Kontrol etmeye çalıştıkça, bedensel sıkışma hissi artar.Burada fark etmemiz gereken temel şey şudur:Kaygı çoğu zaman “tehlike” ile değil, “belirsizlik” ile ilgilidir.Gerçek bir tehdit olmasa bile, belirsizlikte güvende hissedememek zihni yorar.Kontrol ihtiyacı, çoğu zaman geçmiş deneyimlerden beslenir. Belki çocuklukta güvende hissetmediğimiz bir ortamda büyümüşüzdür. Belki de her şeyi kontrol etmek zorunda kaldığımız dönemlerde “kontrol bende olursa huzurlu olurum” diye öğrenmişizdir. Bu düşünce bir dönem işe yaramış olabilir. Ancak yetişkinlikte aynı strateji, kaygının kaynağı haline gelir.Bu noktada yapılabilecek en önemli şey, kendine anlayışla yaklaşmaktır. Zihnin seni kontrol etmeye itmesinin altında kötü bir niyet yoktur; aslında seni korumaya çalışan bir parça vardır. Ancak bu parça zamanla aşırı koruyucu hale gelmiştir.Zihninin seni yönlendirdiği anlarda ona savaş açmak yerine gözlemci olmayı dene.“Şu anda gerçekten tehlikede miyim, yoksa sadece kontrol edemediğim için huzursuz mu hissediyorum?” diye sormak bile döngüyü kırar.Bir başka adım ise belirsizliği kabul etmeyi öğrenmektir.Bu, insan doğasına zıt gibi görünse de aslında özgürlüğün anahtarıdır. Küçük şeyleri akışına bırakmak, büyük değişimlerin başlangıcı olabilir. “Bakalım ne olacak?” diyebilmek, zihnin üzerindeki baskıyı hafifletir.Zihni tamamen susturmak ya da kontrol ihtiyacını kökten yok etmek gerekmez. Ama onunla sağlıklı bir ilişki kurmak mümkündür.Kendine şu cümleyi hatırlatabilirsin: “Kontrolü kaybetmek, her şeyi kaybetmek değildir. Bazen akışa güvenmek de bir güç göstergesidir.”Kaygının tamamen ortadan kalkması gerekmez. Çünkü kaygı, doğru yönetildiğinde yol göstericidir. Bizi hazırlıklı kılar, bazen sınırlarımızı fark etmemizi sağlar. Ancak kaygının direksiyona geçmesine izin vermek, yaşam kalitemizi düşürür.Bu yüzden kontrol ihtiyacını bastırmak yerine onunla iletişim kurmak önemlidir.Zihninin “her şeyi ben halletmeliyim” diyen kısmına şefkatle yaklaş: “Evet, beni korumaya çalışıyorsun, farkındayım. Ama artık her şeyi ben çözmek zorunda değilim.”Bu içsel diyalog, hem kaygıyı yumuşatır hem de güven hissini güçlendirir.Çünkü kontrolün altında her zaman bir güven ihtiyacı yatar. Kendine ve yaşama duyulan güven arttıkça, kontrol etme isteği azalır.Unutma; hayatın tümünü kontrol etmek mümkün değildir. Ama kendi içsel tutumunu şekillendirmek senin elindedir.Ve bazen en büyük kontrol, kontrol etmeyi bırakabilme cesaretinde gizlidir.Zihnimiz bazen bizi korumak isterken farkında olmadan sınırlar. “Kontrol etmezsem bir şeyler kötü gider” düşüncesi, bir süre sonra içsel baskıya dönüşür. Oysa kontrolü gevşetmek, her şeyi boş vermek değil; yaşamın kendi ritmine güvenmeyi öğrenmektir.Her insanın kontrol ihtiyacı farklı bir hikâyeden gelir. Kimi geçmişte belirsizlik yaşadığı için, kimi güvensizlikle baş etmek için kontrolü elinde tutmak ister. Bu yüzden kaygıyla baş etmek, aslında geçmişte öğrendiğimiz bir korkuyla şimdi barışmaktır.Ve belki de en güzel farkındalık şudur:Kaygıyı yönetmek, onu susturmak değil onunla yaşamayı öğrenmektir. Çünkü zihin sakinleştiğinde, içimizde hep var olan o güven hissi kendiliğinden ortaya çıkar. Zihinsel süreçler üzerine yapılan araştırmalar, kontrol ihtiyacının yalnızca kişisel bir özellik değil, aynı zamanda öğrenilmiş bir baş etme biçimi olduğunu gösteriyor (APA, 2023). Yani kişi aslında kendini korumak için kontrol etmeye çalışıyor. Ancak bu strateji uzun vadede işe yaramıyor; çünkü sürekli tetikte kalmak sinir sistemini yoran bir döngüye dönüşüyor.Özellikle mükemmeliyetçi eğilimleri olan bireylerde bu durum daha belirgin olur. “Her şeyi doğru yapmalıyım.” düşüncesi, bir süre sonra içsel bir zorunluluğa dönüşür. Bu noktada kişi, hata yapma ihtimaline değil, hata yapma düşüncesine bile tahammül edemez hale gelir. Oysa hata, öğrenmenin doğal bir parçasıdır. Hataları tolere etmeyi öğrenmek, kaygının azalmasında güçlü bir adımdır.Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) yaklaşımlarına göre (Beck, 2011), kaygıyı azaltmanın yolu düşünceleri bastırmak değil, onları yeniden değerlendirmektir. “Ya kontrolü kaybedersem?” düşüncesini fark ettiğinde, onun yerine “Kontrolü tamamen elimde tutmasam da birçok şey yolunda gidebilir.” düşüncesini koymak bile zihinde yeni bir denge yaratır.Bu farkındalıkla hareket etmek, kişinin kendi yaşamına daha esnek bir bakışla yaklaşmasını sağlar. Çünkü esneklik, psikolojik dayanıklılığın en güçlü göstergelerinden biridir. Hayatın akışına güvenmeyi öğrenmek, yalnızca kaygıyı değil, aynı zamanda ilişkilerdeki gerginliği de azaltır.KaynakçaAmerican Psychological Association (APA). (2023). Understanding Anxiety and Control.Beck, A. T. (2011). Cognitive Therapy of Anxiety Disorders.Türk Psikologlar Derneği (2022). Ruh Sağlığı ve Psikolojik Destek İlkeleri.
Beyza TOSUN 06.11.2025

🧠 Düşünce Hataları: Zihnimizin Bize Oynadığı Küçük Oyunlar

Bazen bir olay yaşarız, ardından zihnimiz hızla yorum yapmaya başlar:“Beceremedim.”“Kesin bana kızdı.”“Zaten her şey hep benim yüzümden oluyor.”Bu cümleler o kadar tanıdık gelir ki, sanki bir gerçekmiş gibi kabul ederiz. Oysa çoğu zaman bu düşünceler, zihnimizin çarpıttığı hikâyelerdir. İşte bu çarpıtmalar, psikolojide “bilişsel çarpıtmalar” ya da “düşünce hataları” olarak adlandırılır. Gerçeği tam olarak yansıtmazlar, duygularımızı yoğunlaştırır, davranışlarımızı da etkilerler. Bu yazıda en yaygın düşünce hatalarına örneklerle değinip, her biri için nasıl farkındalık geliştirebileceğinizi birlikte inceleyeceğiz.1. FelaketleştirmeKüçük bir olayı en kötü senaryoya dönüştürmek. Bir sınavda beklediğin notu alamadığında “Kesin başarısızım, bir daha toparlayamam” demek,patronun mailine cevap vermediğinde “Beni beğenmedi, yakında işten çıkaracak” diye düşünmek… Felaketleştirme, zihnin “en kötü ihtimale” odaklanmasıdır.Nasıl Ele Alabilirsin:Dur ve kendine sor: “Gerçekten en kötü ihtimal bu mu, yoksa bir varsayım mı?”En kötü senaryoyu düşün, sonra “Bu olursa ne yapabilirim?” diye ekle. Bu, kontrol hissini geri kazandırır.“Şu anda elimde ne var, ne biliyorum?” diyerek mevcut veriye dön.Felaketleştirme, geleceği tahmin etmeye çalışmanın bir yoludur ama çoğu zaman gerçeklerle ilgisi yoktur.Zihin seni korumak ister, ama bunu abartılı senaryolarla yapar.2. Zihin OkumaKarşımızdakinin ne düşündüğünü bilmeden varsaymak. Arkadaşın sana kısa mesaj attı diye “Kesin bana kırıldı.” Toplantıda biri sessiz kaldı diye “Yetersiz buldu herhalde.” Zihin okuma, karşıdaki kişinin niyetini ya da düşüncesini kendi korkularımızla doldurmaktır. Bu düşünce biçimi, ilişkilerde yanlış anlamaları ve mesafeyi artırır.Nasıl Ele Alabilirsin:“Gerçekten bunu biliyor muyum, yoksa tahmin mi ediyorum?” diye sor.Eğer emin değilsen, açık iletişim kur: “Biraz sessizsin, bir şey mi var?”Hatırla: Sessizlik her zaman olumsuzluk anlamına gelmez.Zihin okumayı bırakmak, hem ilişkilerde hem içsel huzurda fark edilir bir rahatlama sağlar.3. Ya Hep Ya Hiç (Siyah-Beyaz) DüşünmeHer şeyi uçlarda görmek: “Ya mükemmelim, ya başarısız.”Bu düşünce biçimi özellikle mükemmeliyetçi kişilerde sık görülür.Bir proje yüzde 95 iyi gittiğinde bile o eksik yüzde 5’e takılmak, bir hata yaptı diye kendini tamamen yetersiz hissetmek…Nasıl Ele Alabilirsin:Hayatı “gri alanlar” üzerinden düşünmeyi dene: her şey mükemmel olmak zorunda değil.“Tam olarak doğru olmasa da, yine de iyi bir iş çıkardım.” gibi dengeli cümleler kur.Mükemmel yerine “yeterince iyi” olmayı hedefle.Zihin ya 0 ya 100 görmek ister ama yaşam 50 ton griden oluşur.4. Aşırı GenellemeBir olumsuz deneyimi tüm geleceğe yaymak. “Bir ilişkide incindim, bir daha kimseye güvenmem.” “Bu sınavdan kaldım, demek ki hiçbir şeyi başaramam.” Bir olaydan genelleme yapmak, zihnin “geçmiş = gelecek” varsayımına inanmasıdır. Oysa her yeni durum, yeni bir ihtimaldir.Nasıl Ele Alabilirsin:“Bu hep böyle mi oldu, yoksa sadece bu sefer mi?” diye sor.Geçmişte benzer durumları nasıl farklı yaşadığını hatırla.Her deneyimin seni biraz daha güçlendirdiğini fark et.Bir başarısızlık tüm kimliğini tanımlamaz. Sadece bir andır, bir sonuç değil.5. KişiselleştirmeOlan her şeyin sorumluluğunu kendi üstüne almak. Arkadaşın keyifsizse “Kesin ben bir şey yaptım.” Toplantıda biri suratsızsa “Benim sunumum kötüydü.” Kişiselleştirme, başkalarının duygularını kendi davranışlarınla ilişkilendirmektir. Ancak insanların ruh hâllerini belirleyen sayısız faktör vardır — ve çoğu seninle ilgili değildir.Nasıl Ele Alabilirsin:“Bu durum gerçekten benimle mi ilgili?” diye kendine sor.Alternatif açıklamalar düşün: “Belki o da zor bir gün geçiriyordur.”Sınır koymayı öğren: Başkasının duygusu, senin sorumluluğun değildir.Empati değerli ama aşırı sorumluluk duygusu yıpratıcıdır.6. Olumluyu Görmezden Gelmeİyi olanları yok saymak, dikkati sadece olumsuza vermek. Bir projede herkes seni tebrik etti, ama bir kişi eleştirdi. O tek cümle gün boyunca zihninde dönüp durur. Olumluyu görmezden gelmek, beynin doğal “negatif önyargısı”yla ilgilidir yani beyin, tehlikeyi önceden fark etmek için olumsuza odaklanır. Ama artık hayatta kalma değil, dengeye ihtiyaç duyuyoruz.Nasıl Ele Alabilirsin:Günün sonunda kendine sor: “Bugün iyi giden üç şey neydi?”Takdir almayı küçümseme, “ama” ekini kullanmadan kabul et.Başarını gözden kaçırma, kendine hakkını ver.Olumlu olanı fark etmek, Pollyanna’lık değil; zihinsel dengeyi yeniden kurmaktır.7. EtiketlemeTek bir davranış üzerinden kendini (veya başkasını) tamamen tanımlamak. “Bir hata yaptım, demek ki beceriksizim.” “İşe geç kaldı, kesin sorumsuz biri.” Etiketleme, hem kendine hem başkalarına haksızlık eder. Davranışlar geçicidir; kimlikler değil.Nasıl Ele Alabilirsin:“Beceriksizim” yerine “O gün hata yaptım.” de.İnsanları bir özelliğe indirgeme; davranışı durumdan ayır.Herkesin güçlü ve zayıf yönleri olduğunu hatırla.Etiketler değil, deneyimler seni tanımlar.8. “Gereklilik” Cümleleri (Should Statements) “Yapmalıyım”, “Olmalıyım”, “Asla yapmamalıyım.” Bu tür cümleler, kendine karşı katı bir iç ses yaratır. “Daha başarılı olmalıyım.” “Hiç üzülmemeliyim.” “Daima güçlü durmalıyım.” Bu beklentiler karşılanmadığında suçluluk ve yetersizlik duygusu artar.Nasıl Ele Alabilirsin:“Yapmalıyım” yerine “Yapmak istiyorum çünkü…” demeyi dene.Gerçekçi beklentiler koy: İnsan olmak hata yapmayı da içerir.“Bugün elimden geleni yapıyorum.” cümlesiyle kendine şefkat göster.Kendini motive etmenin yolu, baskı kurmak değil; anlayışla yaklaşmaktır.🌱 Son Söz: Zihnini Gözlemle, Onunla SavaşmaDüşüncelerini tamamen susturmak mümkün değil. Ama onları tanımak, etiketlemek ve sorgulamak mümkün. Bir düşünce geldiğinde hemen inanmak yerine, “Bu gerçekten doğru mu, yoksa zihnimin oyunu mu?” diye sormak, düşüncelerle aranda bir mesafe oluşturur. Zihin bazen abartır, geneller, korkar. Ama sen fark ettiğinde, o düşüncenin esiri değil, gözlemcisi olursun. Eğer zihnin sık sık seni eleştiriyor, suçluyor veya kaygılandırıyorsa, bu döngüden çıkmak mümkündür. Düşünce hatalarını fark etmeyi ve duygularını daha dengeli yönetmeyi öğrenmek için profesyonel destek alabilirsin.📞 Yüz yüze veya online psikolojik destek için: 0505 011 69 59

Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB) ve Bilişsel Davranışçı Terapi

Zihnimiz, bizi korumak için sürekli çalışan bir sistemdir. Ancak bazen bu sistem fazla uyanık hale gelir; tehditleri olduğundan büyük görür, kontrol etme isteği artar ve kişi kendini bitmek bilmeyen düşünce ve davranış döngülerinin içinde bulur. Bu durum, psikolojide Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB) olarak tanımlanır. OKB, kişinin istenmeden gelen rahatsız edici düşünceler (obsesyonlar) ve bu düşüncelerin yarattığı kaygıyı azaltmak için yaptığı tekrarlayıcı davranışlarla (kompulsiyonlar) karakterizedir.OKB’nin merkezinde “kontrol” ve “belirsizliğe tahammülsüzlük” temaları bulunur. Kişi genellikle aklına gelen bir düşüncenin —örneğin “ocağı açık unuttum mu?”, “ellerim mikropla dolu olabilir mi?” veya “ya birine zarar verirsem?”— tehlikeli bir anlam taşıdığını varsayar. Bu düşünceyi uzaklaştırmaya, bastırmaya ya da nötralize etmeye çalışır. Ancak bu çaba, kısa süreli bir rahatlama sağlasa da zihne şu mesajı verir: “Bu düşünce gerçekten tehlikeli, o yüzden tekrar kontrol etmeliyim.” Böylece beyin “tehlike var” sinyalini öğrenir, düşünce tekrar gelir, kişi tekrar davranışı yapar ve kaygı döngüsü güçlenir. Bu döngü, zamanla kişinin günlük yaşamını daraltır. Evden çıkmadan kapı kilidini defalarca kontrol etmek, sürekli el yıkamak, düşüncelerden kaçınmak ya da “ya kötü bir şey olursa” ihtimaliyle hareket etmek yaşam kalitesini ciddi şekilde düşürür.OKB üç temel bileşenle ilerler: obsesyonlar, kompulsiyonlar ve bu ikisini bağlayan kaygı döngüsü. Obsesyonlar istem dışı, rahatsız edici, tekrar eden düşünceler, imgeler veya dürtülerdir. Kişi bu düşüncelerin mantıksız olduğunu bilir ama zihninden uzaklaştıramaz. Kompulsiyonlar ise bu düşüncelerin yarattığı kaygıyı azaltmak için yapılan tekrarlayıcı davranışlardır; örneğin sürekli el yıkamak, dua etmek, saymak ya da kontrol etmek gibi. Kısa süreli rahatlama sağlasa da, kompulsiyonlar uzun vadede kaygıyı güçlendirir.Bilimsel araştırmalar, OKB tedavisinde en etkili yaklaşımın Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) olduğunu göstermektedir. Özellikle “Maruz Bırakma ve Tepki Önleme” (ERP) yöntemi, OKB tedavisinde altın standart kabul edilir. BDT’nin OKB üzerindeki etkisi, bireyin düşünce-davranış döngüsünü fark etmesine ve değiştirmesine dayanır. Amaç, düşünceleri tamamen ortadan kaldırmak değil; onlara karşı kişinin tutumunu değiştirmektir.Maruz bırakma aşamasında kişi, korktuğu veya kaçındığı durumla kontrollü biçimde yüzleştirilir. Örneğin mikrop kapma korkusu olan biriyle, terapide kademeli olarak kirli bir yüzeye dokunma egzersizi yapılabilir. Bu süreç, beynin öğrenme sistemine yeni bir mesaj gönderir: “Evet, bu durum rahatsız edici, ama düşündüğüm kadar tehlikeli değil.” Kaygı dalgalanır ama sonunda azalır; kişi, korkulan durumun tahmin ettiği kadar yıkıcı olmadığını deneyimleyerek öğrenir.Tepki önleme aşamasında kişi, alışılmış kompulsiyonları yapmadan beklemeyi öğrenir. Bu, terapinin en zor ama en etkili kısmıdır. Kompulsiyon yapılmadığında kaygı artar ama kişi eylemi gerçekleştirmediğinde felaketin gerçekleşmediğini fark eder. Beyin yeni bir öğrenme yapar: “Kontrol etmezsem kötü bir şey olmuyor.” Böylece OKB’nin temelini oluşturan yanlış öğrenme tersine çevrilir.BDT’de yalnızca davranışlara değil, düşünce biçimlerine de odaklanılır. Terapide kişi, düşüncelerini mutlak gerçeklik gibi değil, zihinsel yorumlar olarak görmeyi öğrenir. OKB’de sık karşılaşılan düşünce hataları arasında aşırı sorumluluk alma (“Bir şey olursa suç bende olur”), düşünce-eylem birliği (“Bir şeyi düşünmek onu yapmakla eşdeğer”), kesinlik ihtiyacı (“%100 emin olmalıyım”) ve felaketleştirme (“Kontrol etmezsem kesin kötü bir şey olur”) bulunur. Terapist, bu düşünceleri sorgulamak ve yerine daha gerçekçi, esnek alternatifler yerleştirmek için bilişsel yeniden yapılandırma tekniklerini kullanır. Bu sayede kişi, “belirsizliği tolere etme” becerisi kazanır.BDT’nin etkisi yalnızca psikolojik düzeyde değil, nörobiyolojik düzeyde de gözlenmiştir. Araştırmalar, BDT’nin beynin ön singulat korteksi ve orbitofrontal korteks gibi alanlarında işlevsel değişikliklere yol açtığını göstermektedir. Yani kişi kaygısını düzenlemeyi öğrendikçe, beynin tehdit algısı sistemleri de yeniden yapılanır. Bu, terapinin “beyin düzeyinde yeniden öğrenme” sağladığının güçlü bir kanıtıdır.OKB için BDT süreci genellikle haftada bir seans şeklinde yürütülür. İlk aşamalarda döngünün fark edilmesi ve tetikleyicilerin belirlenmesi hedeflenir. Ardından maruz bırakma planı hazırlanır ve kişi, terapistin rehberliğinde aşamalı olarak korkularıyla yüzleşir. Ev ödevleri terapinin önemli bir parçasıdır; çünkü beyin yalnızca konuşarak değil, deneyimleyerek öğrenir. Maruz kalma egzersizleri, düşünce kayıtları ve kaygı toleransı çalışmaları, terapinin kalıcılığını artırır. Süre kişiye göre değişse de genellikle 12–20 seans arasında belirgin ilerleme sağlanır. Ancak OKB kronik bir yapıya sahip olabileceğinden, kişi kazandığı becerileri uzun vadede sürdürmeyi öğrenir.Bazı vakalarda BDT’ye ek olarak ilaç tedavisi de kullanılabilir. Özellikle SSRI grubu antidepresanlar beyindeki serotonin dengesini düzenleyerek kaygı düzeyini azaltır ve terapiye katılımı kolaylaştırır. Ancak kalıcı değişimi sağlayan unsur, düşünce ve davranış döngüsünün yeniden yapılandırılmasıdır. Bu nedenle BDT, OKB tedavisinin temel bileşeni olarak kabul edilir.BDT, düşünceleri yok etmeye değil, onlarla farklı bir ilişki kurmaya odaklanır. Zihin her zaman yeni düşünceler üretir; ama kişi artık bu düşüncelerin kölesi olmak zorunda değildir. OKB’den iyileşme, düşüncelerin hiç gelmemesiyle değil, geldiğinde sizi yönetememesiyle başlar. Terapinin sonunda kişi “Düşüncelerim benim gerçeğim değil; sadece zihnimden geçen olasılıklar.” diyebilmeyi öğrenir .Yani düşünce ve eylem ayrışması yapılır.OKB, yalnızca kaygı değil, kontrol ve güvenlik ihtiyacının aşırı hale gelmiş bir ifadesidir. Bilişsel Davranışçı Terapi, bu döngüyü kırmak için bilimsel ve pratik bir yol sunar. Kişi düşüncelerini bastırmak yerine onlarla yüzleşmeyi, davranışlarını kaçınma yerine seçerek yapmayı öğrenir. Terapi süreci zaman, sabır ve kararlılık ister; ancak her seans, beynin “tehdit” yerine “güven” algısını güçlendiren yeni bir öğrenmedir.OKB tedavi edilebilir bir rahatsızlıktır ve doğru yaklaşımla kişi zihninin karmaşasından özgürleşebilir. BDT, bu özgürleşme yolculuğunun en etkili ve kalıcı araçlarından biridir. Çünkü insan zihni, farkındalık ve deneyimle işlevsel olarak yeniden eğitilebilir.