1. Uzman
  2. Muhammed Cihad IŞIK
  3. Blog Yazıları
  4. Aristoteles Psikolojisi ve Aristoteles’in Psikoloji Bilimine Katkıları

Aristoteles Psikolojisi ve Aristoteles’in Psikoloji Bilimine Katkıları


Özet


 


Bu çalışmada Aristoteles’in psikoloji bilimini ilgilendiren konularda görüşlerinin derlendiği bu çalışmada; ruh, akıl, duyumlar, ruh ve beden ilişkisi, iyi ve mutluluk kavramları açıklanarak bu kavramların modern psikoloji biliminin oluşmasında ne gibi katkılarının bulunduğunu açıklamak amaçlanmıştır. Özellikle psikoloji bölümüne katkısı bakımından duyum ve bilginin kaynağı üzerinde durularak öğrenme psikolojisinin temellerini hazırlayan Aristoteles görüşlerine yer verilmiştir.


Anahtar Kelimeler: Aristoteles, Etken ve Edilgin Akıl, Ruh ve Beden, Duyum


 

Yunan dünyasının Platon’dan sonraki en önemli düşünürü olan Aristoteles, döneminin bütün bilim alanlarıyla ilgilenmiş olan büyük bir bilgindir(Gökberk 1980:76). Aristoteles yaşadığı dönemde ahlak, siyaset, mantık, fizik, metafizik gibi bilgi alanlarında çeşitli çalışmalar yapmıştır. Aristoteles ayrıca psikoloji bilimini yakından ilgilendiren konulara da değinmiştir. Ruh ve beden, duyumlar, etken ve edilgen aklın varlığı, iyi ve mutluluk gibi çeşitli konularla ilgili kitaplar yazmş ve bu kavramları kendisinden önceki düşünürlerin de bilgilerinden yararlanarak yeni bir sisteme oturtmuştur. Özellikle hocası Platon’dan oldukça etkilenmiş, yıllarca Platon’un okulunda öğrenim görmüş ve hocalık yapmıştır. Ancak bilginin kaynağı, bilginin nasıl elde edileceği ve ruh-beden kavramlarını açıklaması bakımından görüşleri hocası Platon’un görüşlerinden farklıdır. Psikoloji bilimini yakından ilgilendiren bu görüşleri anlatmak ve açıklık getirmek için bu çalışmanın amacı Aristoteles’in psikoloji bilimine ne gibi katkılarının olduğunun anlaşılmasını sağlamaktır.  


 


İyi ve Mutluluk


Aristoteles iyi ve mutluluğun herkes için aynı anlama karşılık gelmediğini bu sebeple ortak bir iyi ve ortak bir mutluluktan bahsedilemeyeceğini belirtir(Aristoteles,2007). Nitekim bütün iyilerin altında toplanabileceği ortak bir iyi olamaz, çünkü var olan kaç şekilde dile getiriliyorsa –var olanı dile getirme biçimi olarak kategoriler- iyi de o kadar şekilde dile getirilebilir(Aristoteles, 2007: 1096a20-29).


İyi söz konusu olduğunda olanlardan yola çıkılacağından Platon’un ileri sürdüğü gibi tümel bir kavramdan hareket edilmesi, doğru bir başlangıç noktası değildir(Molacı,M, 2018 ss.41). Mutluluğun insan için ifade ettiği şeyin insanın erdemine bağlı olduğunu belirtir Aristoteles. Bu konuda insanı öteki canlılardan ayıran aklın varlığından söz etmek gerekir ki akıl mutluluğun kaynağını oluşturacak ruhtan bağımsız değildir. Erdemi ise Melike Molacı şöyle açıklamıştır: “Erdemli kişi gerektiği zaman, gerken şeylere, gereken kişilere karşı, gerektiği için, gerektiği gibi eyleyerek orta olanı ve en iyiyi yapandır.”(Molacı M, 2018 ss.45)


 


Ruh ve Beden


Beden kişinin organlarla oluşturulan maddi varlığını ifade ederken ruh ise bedenin ilk formunun temsil eder. Ruh canlı bir varlığın formu ya da edimselliğidir. Ruh, canlı bir cismin ilk edimselliğidir. Bir insan uykudayken bile ruha sahiptir, ama o bu durumda bütünüyle edimsel değildir, bitkisel işlevi hariç, onun işlevleri bu sırada uyku halindedir. Canlı bir cisim organlarla donatılmış, yani farklı etkinliklere ustalıkla uyarlanmış bir kısımlar çeşitliliği içeren bir cisimdir. Dolayısıyla ruh ‘organlarla donatılan doğal bir cismin ilk edimselliğidir(Aristoteles, 2000).


Aristoteles ruh ve bedeni dualistik bir bakış açısıyla ele almayıp beden ve ruhu bir bütün olarak ele alır ancak ruhun bedende önce ve bedenden sonra da yani bir forma dahil olmadan önce ve bir forma sahip olduktan sonra da asıl forma bağlı olduğunu söylemiştir(Aristoteles, 2007). Descartes’e kadar geçerliliğini sürdüren bu görüş Descartes’ten sonra yerini dualistik bakış açısına bırakmıştır. Aristoteles beden ve ruhu birbirinden ayırmamış, beden ve ruhu birbirlerini tamamlayan iki unsur olarak görmüştür. Ruhun ve bedenin dünya içinde bilgilerinin varlığı ise Platon’un ve Aristoteles’in görüşlerinde farklılık göstermektedir. Bu konuda Afşar Timuçin şöyle söylemiştir: “...ruh göçüne inanan ülkücü Platon’da ruh bilgiyle ilgili deneylerini düşünülür Dünya’da yapmakta, bu dünyaya bilgiyle yüklü olarak gelmektedir; oysa Aristoteles’de bilgi ancak ve ancak bu dünyanın bilgisidir.”(Timuçin, 1976, ss.111).


 


Ruh ve Yetileri


Aristoteles ruhun bitkilerde, hayvanlarda, insanlarda ve Tanrı’da bulunduğunu söylemiş ve ruhun yetileri olduğundan bahsetmiştir. Ruh bitki ve hayvanda basit haliyle insan ve Tanrı’da ise üst düzeyde vardır. Ruhun yetileri farklıdır ve farklı amaçlara hizmet ederler(Aristoteles, 2000). Ruhun yetileri canlılarda birbirlerine eklenerek ilerler. Bitkide olan yeti hayvanda da vardır bu sebeple hayvanda olan tüm yetiler insanda da vardır ve en son ruhun doruk noktasına ulaştığı Tanrı’da, ruhun bütün yetileri bulunmaktadır.


Aristoteles’in ruhu; bedeni hareket ettiren, onun doyumunu sağlayan, duyumlamasını ve düşünmesini sağlayan formdur. Bu bakımdan Aristoteles’in ruh tanımlamasının günümüzdeki zihin anlayışına benzerliği görülebilir. Elbette günümüzde zihnin işlevleri o zaman fark edilenden çok daha fazladır. Ruhun insanda bulunan yetileri sıralanırken algı, bellek ve tahayyülden bahseder Aristoteles ve bahsi geçen kavramlar günümüzde bilişsel psikolojinin uğraş alanlarıdır.


 Beslenme


Bitki ruhun fizyolojik, kimyasal, mekanik işlemlerinden sorumludur. Beslenme ise ruhun bitkilerde bulunan yetisi olmakla beraber en temel yetidir. Canlının hayatını sürdürmesi için ihtiyaç duyduğu gıdayı almasıdır. Bitki ihtiyaç duyduğu gıdayı bağlı olduğu topraktan alıp canlılığını sürdürmeye çalışır. Aristoteles beslenme yetisiyle beraber üreme yani neslin devamından da bahseder. Üreme, bireyselliğin devamından ayrı bir şey olup türün devamının sağlanmasıyla asıl form olan Tanrıyla bir olmanın bir yoludur. Aristoteles ruhun bir yanının akıldan yoksun olduğunu bir yanının ise akılla beraber olduğunu belirterek akıldan yoksun olan yanının bitkilerde bile bulunan beslenme gibi faaliyetlerden oluştuğunu akıldan yoksun olmayan, akılla beraber olan yanının ise hayvanlarla ortaklaşa sahip olunan iştiha yani arzular, hazlar isteklerdir. Canlılar âleminde bitkilerin sadece beslenme yetisine sahip olmalarına karşın, diğer canlılar beslenme yetisiyle birlikte duyum yetisine de sahiptirler(Aristoteles, 2000).


   


Dokunma ve Hareket


Farklı duyumlamalar arasında bütün hayvanlara ait temel bir duyumlama vardır: bu dokunmadır(Aristoteles, 2000, ss.73) Hayvanlarda ruhun beslenme yetisinin yanında dokunma yetisi de vardır. Öteki duyumlardan farklı olarak hayvanda dokunma duyumu bulunur. Hayvanlar dokunarak haz alır. Hareket etme vardır ve bu hareket her zaman belirli bir amaca yönelir ancak bu yönelme için aklın varlığı gerekli değildir. Dokunma ve beslenme hayvan ruhunun bir yetisidir ve ruhun işlevlerinden olan hareket etme sayesinde bitkilerden farklı olarak beslenmek için yiyeceğine doğru hareket eder. Dokunmada ise yine amaca yönelik hareket vardır. Amaç dokunsal ve arzusal hazdır.


 


Duyum ve Duyumdan Elde Edilen Bilgi


Aristoteles, sürekli değişim içinde olan dış dünya hakkında mutlak bilgiye deneyimler yoluyla ulaşılabileceğini savunmuştur. Bilgiye edinmek için tümevarımsal yöntemi tercih etmemiş, tümdengelimin daha önemli olduğunu savunmuştur(Timuçin, 1976). Tümdengelim, zihnin evrensel bir doğrudan yola çıkarak daha az evrensel bir doğruyu ortaya koyma işlemidir(Timuçin, 1976, ss.77).


Aristoteles’in İkinci Analitikler’in birinci kitabının ikinci bölümünü Afşar Timuçin şöyle özetler: “Bir şeyin bilimine sofistler gibi rastgele değil ama mutlak bir biçimde sahip olduğumuza inanıyoruz, bir şeyi var eden nedeni tanıdığımıza, bu nedenin o şeyin nedeni olduğunu bildiğimiz, ayrıca o şeyin olduğundan başka şey olmasının olanaksız olduğuna inandığımız zaman. Bilimsel bilginin yapısı budur işte.”(Timuçin, 1976, ss.82). Sofistler mutlak bilginin olmayacağını, değişen dünya ile birlikte algılarımızın da değiştiğini ileri süren eski Yunanda yaşayan öğretmenlerdir. Mutlak bilginin olmayacağını ancak yararlı bilginin olacağını düşünürler. Bu yüzden o dönemin Yunanlılarını ahlaklı, erdemli ve iyi olmaya davet etmiş, öğretilerde bulunmuşlardır. Aristoteles, sofistlerle bilginin deneyimlerle öğrenileceği görüşünü paylaşır ancak mutlak bilginin olmayacağı konusunda görüşleri farklılaşır.


  Aristoteles bilgi edinmenin yolunun deneyimler olduğunu ileri sürer ve bilgiyi işleyebilmek için kişinin doğuştan getirdiği aklın kullanılması gerektiğini de ekler. Nesnelerden gelecek etki, duyu organımızla duyumlar şeklinde aklımızda işlenir ve bu şekilde kişi aklını kullanarak mutlak bilgiye ulaşmış olur. Insan ruhu akıl sayesinde dış dünyayla ilgili duyumlarını organize edebilir.Deneyimleri kaydeder ve zihnindeki bu kayıtlı deneyimleri bilgiye dönüştürebilir. İnsan ruhunun yaratma(yeni bilgi elde etme) özelliği vardır ve bu yeni bilgiyi de kaydeder. Deneyimlerin kaydedilmesi ve hatırlanması ise belirli kurallara göre olur: yakınlık, zıtlık ve benzerlik.


a) Yakınlık: Kaydedilen son bilginin hatılanmasının daha kolay olması, zamansal olarak en yakın zamandaki işlenen bilginin daha kolay hatırlanmasını içerir.


b) Zıtlık: Nesnelerin, eylemlerin zıttıyla var olması ve kaydedip hatırlarken bu ilkenin kullanılmasını içerir. Aydınlığı hatırlayabilmek için karanlık bilinmelidir ya da güzel ancak çirkinlerin varlığında anlaşılır.


c) Benzerlik: Bir tözün kaydedilmesi aynı zamanda benzer olduğu başka tözlerin varlığıyla da ilgilidir. Daha önce duyumların işlenmesiyle zihnimize kaydettiğimiz bilgiye benzer bir duyumdan bilgi aldıysak, bu benzerle birlikte zihnimize kaydetmemiz ve hatırlamamız daha kolay olur. Çam ağacını zihnimize kaydettikten sonra çınar ağacını görüp zihnimize kaydetmemiz daha kolay olacaktır çünkü ikisinin de ortak özelliklerinin üstüne inşa edilen ve birbirinden ayrılan özellikleri bulunur. Bu ortak özellikler kaydetmemizi kolaylaştırır.


           Aristoteles ruhun yetilerinden bahsederken bir hiyerarşinin olduğundan ve en tepede yani doruk noktasında Tanrı’nın bulunduğundan bahseder. Tanrı’dan önce olan insan ruhunun yetilerinin içinde ortak bir duyu olduğundan bahseder. Aristoteles, ortak duyuyu çeşitli nesneleri algılayan beş duyuya bağlı bir duyuymuş gibi ele almaktadır. Ortak duyunun temel işlevi duyulabilir objelerin algılanmasıdır. Ortak duyunun faaliyeti zihnin üst bir faaliyeti gibi görünmektedir. Fakat bu faaliyet, diğer duyu organlarının duyumsamış olduğu şeylerden ve kendilerinde kalan izlenimlerden tamamen bağımsız, kendi başına bir faaliyet olmayıp, onlarla bir bağlantı içindedir. Üst bir faaliyete sahip olan ortak duyu, aynı zamanda deneyin oluşmasına da yardımcı olmaktadır. Kısacası ortak duyu, duyu organlarında meydana gelen duyumların üzerine bir duyumdur, yani duyumun duyumu durumundadır(Arslan,2007). 


 

Duyulardan Elde Edilen Bilginin Yanlışlığı ve Algı


Duyulardan elde edilen bilgi akıl süzgecinden geçer ve bu sayede kaydedilip daha sonra hatırlanmak üzere belleğe kaydedilir. Aristoteles aklın varlığını kabul eder ve mutlak bilginin duyulardan gelen duyumların akıl ile işlenmesiyle oluştuğu söyler. Ancak akıl o bilgiyi her zaman doğru işleyemeyebilir. Bu noktada algı önemli rol oynar. Bilginin yanlışlığı duyum veya algıdan oluşmaz, bu duyum ve algının yanlış yorumlanmasından oluşur. Bu konuda Ahmet Arslan şöyle söylemiştir: “ ... Aristoteles doğru ve yanlışın duyum veya algıdan değil, duyum veya algı hakkında bulunduğumuz yargıdan ileri geldiği görüşündedir. Güneş bize Dünya’dan daha küçük görünmektedir. Bu görme algımızın kendisinde herhangi bir hata yoktur. Güneş’in bize Dünya’dan daha küçük “göründüğü” doğrudur. Eğer Güneş’in bize Dünya’dan daha küçük görünmediğini söylersek bunun bir hata oalcağı kesindir.”(Arslan, 2007, ss.71-72). Görüyoruz ki hatalı olan algı değil, algıladığımız şeyi yanlış yorumlamamızdır.


 


İmgelem(Tahayyül)


İmgelem(tahayyül) yani hayal etme, duyumlardan ve düşünmeden farklıdır ancak bunlar olmadan imgelemden de bahsedemeyiz. İmgelem aslında var olmayan bir durumdur. Duyumlar gerçek hayatın yansımalarıdır ancak imgelemin gerçekle bir bağlantısı olmayabilir. Gerçek olan şey hayal edilebileceği gibi gerçek olmayan şeyler de hayal edilebilir. Hayaller de zihinde belirli bir yeri kaplar ve kendine ait geçmiş bir hafıza oluşturur böylece aslında sadece hayal ettiğiniz ve hiç var olmamış bir şeyi düşünüp hazırlayabilirsiniz. Aristoteles rüyaları da tahayyülün içerisinde kabul etmiştir. Bu durum bilinçli olarak duyumlanmayan ya da düşünülmeyen imgelemin uyku esnasında açığa çıkması olarak yorumlanabilir(Arslan, 2007; Aristoteles, 2000).


 

Etkin Akıl ve Edilgin Akıl


Etkin ve edilgin akıl Aristoteles’in görüşlerinin doruk noktasıdır. Etkin ve edilgin aklı aklın iki ayrı yönü olarak düşünmek yanlış olacaktır. Bu ayrımı yapmak iki ayrı aklın da üstünde bir aklın varlığını kabulü mecbur kılar. Etkin akıl tam manasıyla Tanrısal akıl olarak görülmez ancak Tanrısal aklın insan ruhunda bulunan -algılama ve düşünme yetilerinin üstünde- tezahürüdür. Edilgin aklı ise kavrama terimiyle açıklamak yerindedir. Edilgin akıl dış dünyanın bilgisini kavrar ancak bu arada etkin akıl zaten bu bilgiyi biliyordur, denilebilir. Etkin akıl ruhta varlığını sürdürürken edilgin akıl insanın dış dünya duyumlarının farkına varmasını ve işleyip bilgi haline dönüştürmesini sağlar(Aristoteles, 2000). Aristoteles etkin aklın bedenden bağımsız olduğunu, ruhta olduğunu belirtir ve gerçekleşmemiş hiçbir potansiyel içermediğini, bir zaman bildiği şeyi her zaman bildiğini söyler.


 


Sonuç


Aristoteles’in tartıştığımız kavramlar hakkındaki görüşlerine günümüz psikoloji bilimi de açıklamalar getirmiştir. Psikoloji biliminin, özellikle öğrenme psikolojisinin temel aldığı esasları Aristoteles döneminin şartlarında belirlemiş ve kendi görüşleri çerçevesinde harmanlayarak bir sisteme oturtmuştur. Özellikle duyum ve algı konusundaki görüşlerinin öğrenme psikologlarını, iyi-mutluluk kavramları, etkin ve edilgin akıl kavramları ve duyulardan gelen bilginin işlenmesi hakkındaki görüşlerinin adli psikologları ilgilendirmesi bakımından önemlidir.


 


Tartışma


 Aristoteles’in bakış açısının; Platonla ve sofistlerle karşılaştırılması Aristoteles’in görüşleri dışında görüşlerin varlığının görülmesi ve Aristoteles’in diğer düşünürlerden hangi bakımlardan farklılaştığını görmek açısından yararlı olduğu düşünülüyor. Aristoteles’in psikolojiye yaptığı katkılarının anlaşılması açısından önemli olan bu çalışma, alandaki görüşleri anlamak, yorumlayabilmek ve tarihçesini anlayabilmek açısından yararlı görülüyor. Ancak ileriki çalışmalar için genel hatlarıyla anlatılan kavramların daha derinlemesine açıklanması ve psikolojiyi ilgilendirdiği düşünülen başka kavramların da eklenmesi; ileride bu alanda çalışma yürütecekler için yararlı olacaktır.


 


KAYNAKÇA


Aristoteles, (2001) Ruh Üzerine (Zeki Özcan, Çev.). İstanbul: Alfa Yayınları.


Arslan, A. (2007). İlkçağ Felsefe Tarihi. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.


Köz, İ.(2002). Aristoteles Mantığı ile Felsefe-Bilim İlişkisi. AÜİFD, 2, 355-374


Molacı, M.(2018). Aristoteles’in Etik Görüşü. Medeniyet ve Toplum/ Bahar, 32-57


Timuçin, A. (1976). Aristoteles Felsefesi. İstanbul: Kavram Yayınları.


 


Yayınlanma: 24.11.2021 12:40

Son Güncelleme: 24.11.2021 12:40

Muhammed Cihad IŞIK
Muhammed Cihad IŞIK
Psikolog
Uzmanlıklar: Çocuk ve Ergenlik Dönemi Ruhsal Sorunları , Kaygı (Anksiyete) Bozuklukları , Varoluşsal Anlam Arayışı / Değersizlik Sorunları
"Herkesin bir hikayesi vardır." anl Devamını oku
Online Terapi
süre 50 dk
ücret 450
Yüz Yüze Terapi
süre 50 dk
ücret 450
Bunları da sevebilirsiniz...

Şemalar Nedir, Kusurluluk Şeması Nedir, Belirtileri Nelerdir, Sebepleri Nelerdir ve Nasıl Başa Çıkılır?Psikoloji dünyası, bireylerin düşünce, duygu ve davranışlarını anlamaya yönelik birçok teorik yaklaşım sunar. Bu yaklaşımlardan biri olan şema terapisi, bireyin hayatını derinden etkileyen temel inançlarını (şemaları) anlamayı ve değiştirmeyi hedefler. Şemalar, bireyin yaşamını şekillendiren otomatik ve derin duygusal yapıları ifade eder. Bu yazıda, şemaların ne olduğunu, kusurluluk şemasının tanımını, belirtilerini, oluşum sebeplerini ve bu şema ile başa çıkma yollarını ele alacağız.Şemalar Nedir?Şemalar, bireyin dünyayı algılama ve deneyimleme biçimini şekillendiren temel inançlardır. Jeffrey Young tarafından geliştirilen şema terapi yaklaşımına göre, şemalar çocukluk döneminde gelişir ve bireyin yaşamı boyunca etkili olabilir. Bu yapılar, bireyin aile, çevre ve yaşadığı diğer deneyimler sonucu oluşur. Şemaların pozitif ya da negatif etkileri olabilir; ancak problemli şemalar, bireyin mutluluğunu ve ilişkilerini olumsuz yönde etkileyebilir.Young’a göre 18 temel şema vardır. Bunlar arasında kusurluluk, terk edilme, duygusal yoksunluk, mükemmeliyetçilik gibi şemalar yer alır. Her bir şema, farklı bir ihtiyacın karşılanmaması sonucu ortaya çıkar ve bireyin gelecekteki davranışlarını şekillendirir.Kusurluluk Şeması Nedir?Kusurluluk şeması (“faultiness schema”), bireyin kendisini eksik, hatalı, sevilemez ya da yetersiz hissettiği bir düşünce yapısıdır. Bu şema, bireyin kendi benliğine yönelik aşırı eleştiriler yapması ve yoğun bir utanç duygusu yaşaması ile karakterizedir. Kusurluluk şemasına sahip bireyler, kendi değerlerini düşük görme eğilimindedir ve başkaları tarafından beğenilmeme ya da reddedilme korkusu yaşarlar.Bu şema genellikle şu düşüncelerle kendini gösterir:“Başkaları benim hatalarımı görse, beni asla sevmezler.”“Yeterince iyi değilim.”“Kendi kusurlarımı saklamazsam insanlar beni yargılar.”Kusurluluk Şemasının BelirtileriKusurluluk şemasına sahip bireylerde, farklı düzeylerde şu belirtiler ortaya çıkabilir:Yoğun Eleştiri ve Kendini Suçlama: Birey, kendi hatalarına karşı olağanüstü derecede eleştirel olur. Bu eleştiriler genellikle orantısız ve aşırıdır.Mükemmeliyetçilik: Kusurlarını gizlemek ya da telafi etmek için mükemmeliyetçi davranışlar sergilerler. Bu durum, sürekli bir tatminsizlik ve yetersizlik hissi yaratabilir.Yakın İlişkilerde Sorunlar: Kusurluluk şeması, bireyin yakın ilişkilerde açık olmasını engeller. Kendi kusurlarını gizleme ihtiyacı, samimi bağlar kurmalarını zorlaştırabilir.Utandırılma ve Red Edilme Korkusu: Bu bireyler, başkaları tarafından yargılanmaktan ya da eleştirilmekten yoğun bir şekilde korkarlar.Kendi Değerini Aşağı Görme: Kendi başarılarını ve olumlu yanlarını fark etmekte zorlanırlar.Kusurluluk Şemasının SebepleriKusurluluk şemasının kökenleri genellikle çocukluk dönemine dayanır. Bu dönemde bireyin karşılaştığı olumsuz deneyimler, şemanın oluşmasında etkili olabilir. Bu deneyimler şunlar olabilir:Eleştirel Ebeveyn Tutumları: Aşırı eleştirel ya da yargılayıcı ebeveynler, çocuğun kendini yetersiz hissetmesine yol açabilir.Duygusal Yoksunluk: Sevgi, destek ya da takdir eksikliği, bireyin kendini sevilmez ya da değersiz hissetmesine neden olabilir.Travmatik Deneyimler: Fiziksel, duygusal ya da cinsel istismar gibi travmatik olaylar, bireyin kendi değerini sorgulamasına yol açabilir.Kıyaslama: Aile ya da çevre tarafından sürekli başkalarıyla kıyaslanmak, bireyin kendi değerini düşürmesine neden olabilir.Kusurluluk Şeması ile Başa Çıkma YollarıKusurluluk şeması, bireyin yaşamını olumsuz yönde etkileyen bir zihinsel yapıdır; ancak bu şema ile başa çıkmak mümkün. Şu stratejiler, kusurluluk şemasının etkilerini azaltmaya yardımcı olabilir:1. Şemayı Fark EtmeŞemaların farkında olmak, değişim sürecinin ilk adımıdır. Birey, kendi düşünce ve davranış kalıplarını sorgulayarak kusurluluk şemasını tanıyabilir. Bu noktada bir psikologdan destek almak faydalı olabilir.2. Olumsuz Düşünceleri Yeniden ÇerçevelemeKusurluluk şeması, büyüktükçe kendini doğrulayan bir kehanet haline gelebilir. Olumsuz düşünceleri sorgulamak ve yeniden çerçevelemek, bu şemanın etkisini azaltabilir. Örneğin, “Ben yetersizim” düşüncesi yerine, “Herkesin gelişmesi gereken yanları vardır” gibi bir düşünce benimsenebilir.3. Kendi Kendine ŞefkatBirey, kusurlarını ve hatalarını insani deneyimler olarak kabul etmeyi öğrenmelidir. Kendine şefkat geliştirmek, şemanın etkisini azaltabilir ve bireyin daha olumlu bir öz imaj oluşturmasına yardımcı olabilir.4. Destekleyici İlişkiler KurmaSağlıklı ve destekleyici ilişkiler, kusurluluk şemasının etkilerini azaltabilir. Bu tür ilişkiler, bireyin gerçek benliğini ifade etmesine ve kabul edilme hissini yaşamasına olanak tanır.5. Profesyonel Yardım AlmaBir psikolog ya da terapist ile çalışmak, kusurluluk şemasının kök nedenlerini anlamaya ve bu şemayı dönüştürmeye yardımcı olabilir. Şema terapisi, bu noktada etkili bir yaklaşımdır. Şema terapisi, Jeffrey Young tarafından geliştirilen ve bilişsel davranışçı terapi, bağlanma teorisi, psikodinamik terapi ve gestalt terapi gibi farklı yaklaşımları bir araya getiren bütüncül bir psikoterapi yöntemidir. Bu terapi yöntemi, bireylerin çocukluk ve ergenlik döneminde oluşan ve yaşamları boyunca tekrarlayan olumsuz düşünce, duygu ve davranış kalıplarını (şemaları) ele almayı amaçlar. Şema terapisi, özellikle kronik psikolojik sorunlar yaşayan bireylerde etkili bir yöntemdir.SonuçKusurluluk şeması, bireyin kendisiyle ilgili olumsuz yargılara sahip olduğu ve bu yargılar nedeniyle yaşam kalitesinin etkilendiği önemli bir zihinsel süreçtir. Bu şema, bireyin hem kişisel mutluluğunu hem de sosyal ilişkilerini olumsuz yönde etkileyebilir. Ancak, kusurluluk şemasıyla başa çıkmanın mümkün olduğunu unutmamak gerekir.Kendi kusurlarını kabul etmek ve mükemmel olma çabasından vazgeçmek, bu süreçte atılabilecek en büyük adımlardan biridir. Bu, bireyin kendine daha fazla şefkat göstermesi ve kendisini olduğu gibi kabul etmesi anlamına gelir. Psikolojik destek almak, şemanın kökenine inmek ve geçmişte oluşan olumsuz deneyimlerin etkilerini anlamak için son derece önemlidir.Unutulmamalıdır ki herkes zaman zaman kendisini yetersiz veya eksik hissedebilir. Ancak bu duyguların hayatımızı kontrol etmesine izin vermek yerine, onların üzerine gitmek ve sağlıklı baş etme mekanizmaları geliştirmek mümkündür. Bu nedenle, kusurluluk şeması gibi olumsuz düşünce kalıplarını fark etmek ve değiştirmek, daha sağlıklı ve mutlu bir yaşam için önemli bir adımdır. Yazıyı Oku

Uzman: Selin ARSLAN

Yayınlanma: 23.01.2025

iliski-bagimliligi-nedir-belirtileri-nelerdir

Sağlıklı bir ilişki kişinin kendisini iyi hissetmesine neden olur. Birey kendini motive, sevgi dolu ve hayat dolu hisseder, fakat bu her zaman bu şekilde olmayabilir. Bazen bir ilişkide kontrolü kaybetmek endişeli, muhtaç ve bağımlı hissettirebilir. İlişki bağımlılığı inişli çıkışlıdır. Bu yüzden bütün bağımlılıklar kendini yetersiz hissetmenin getirdiği baş edememe kaygısı ve duygusal yoksunluklar yüzünden ortaya çıkar. Bazen kişi karşısındaki kişiye ihtiyaç duyabilir, ama bu durum sürekli hale gelirse kişide bağımlılık gelişir. Bu sağlıksız ihtiyaç hali kıskançlığa ve strese neden olabilir. Ayrıca bir bağımlının narsistik, bencil ve kendi odaklı birine bağlanma oranı çok daha yüksektir.İlişki Bağımlılığı Nedir, Belirtileri Nelerdir?Bağımlılık, kişinin kontrol etmek istemesine rağmen, davranışlarını, duygularını ve düşüncelerini kontrol edememesi, kendisiyle çatışma halidir. Son zamanlarda ilişkilerde yaşanan en büyük sorunların başında gelen, ilişki bağımlılığı, hem bağımlıyı, hem de bağımlı kılınan kişiyi mutsuz etmeye başlar. İlişki bağımlılığı gelişen ilişkilerde izole bir ilişki yaşama durumu vardır. Azalmış çevre, çiftin baş başa geçirdiği zaman artmış, aileler ile iletişim azalmış, arkadaşlar ile ilişkiler azalmıştır. Yani çift daha çok yalnız kalmaya başlamıştır.İlişki bağımlılığı, ilişkilerde, ilişki bağımlılığını daha da arttıracak şekilde ilerler, yani tarafların birbirine muhtaçlığı, izole edilmeye bağlı olarak artmıştır. Bu durum, bireylerin birbirine olan mecburiyetlerini arttırır. Bu durumlarda, bir taraftaki duygusal-düşünsel değişim, diğer tarafı direkt etkilemektedir. Yani bu kadar iç içe olmak, ilişkinin yürümesi için bir engel iken, bağımlılık oranını da arttırmaktadır. İlişkilerinizde bağımlı Olduğunuzu gösteren 9 tehlikeli işareti şu şekilde sıralayabiliriz;Kendini unutmakFazla tepki göstermekSürekli iletişimde kalmayı istemekAşırı kıskançlık duygusu geliştirmekÖzlem duygusundan yoksunlukSosyal medyada karşı tarafı sürekli incelemekİlişkinin başlangıcında o kişinin her alanına girmekSürekli onaylanma ihtiyacı hissetmekYukarıda belirtilen şekilde ilişki bağımlılığı yaşayan kişiler o ilişki içerisinde sağlıklı karar veremez ve sağlıklı düşünemez. Bu düşünce kişiyi zamanla daha da zor bir işin içerisinde sokar. Kişi, ilişki yaşadığı partnerini kaybetmemek adına, mükemmel sevgili olmak, her türlü beklentisini karşılamak, onun her anını doldurarak başkasına muhtaç olmamasını sağlamak ister. Bir süre sonra kişide ilişki bağımlılığı gelişir. Burada kişinin farkında olması gereken nokta, ilişkideki davranışlarını doğru yorumlamaktır. İlişkide karşı tarafı çok sevdiğini zannetmek ve onu çok özlemek, bazen farkında olmadan bir kaybetme kaygısının kendisidir. Kişi, bunun farkına varırsa, bu davranışlarını daha rahat kontrol etmektedir. Fakat farkına varamazsa bağımlılık düzeyi giderek günden güne artış gösterebilmektedir. Bu yüzden kişinin öncelikle bu durumun farkına varması gerekmektedir.Madde bağımlılığında olduğu gibi, ilişki bağımlılığında da bir noktadan sonra, kişiden beklentiniz git gide artmaktadır. Tolerans denilen bu arttırma süreci, karşıda kişinin pes etmesi, ben sana yetmiyorum demesi, sizden ayrılmak istemesi ile sonlanabilmektedir. İlişki bağımlılığı da diğer bağımlılıklar gibi tedavi edilebilir bir durumdur.İlişkiler kendinizi güvende hissedebildiğiniz, karşılıklı sevgi alışverişinin olduğu ve aidiyet duygunuzun oluştuğu ya da zaman zaman karşılıklı dengenin bozulduğu, güven duygusunun sarsıldığı, korku ve endişenin de hakim olduğu yerlerdir.Sağlıklı ilişkiler kişiye kendini iyi hissettirir. Fakat bazı ilişkilerde ise karşılıklı dengenin bozulduğu, bir tarafın sürekli aldığı diğer tarafın verici olduğu durum söz konusudur. Özellikle ilişkilerde, diğerini üzmemek ya da kaybetmemek için kendi öz değerlerinizden vazgeçiyor, onsuz olmayı yok saymak gibi kabul ediyor ve yaşamınızı ona göre şekillendiriyorsanız burada ilişki bağımlılığından söz edebiliriz.Bağımlılık, bir nesneye ya da bir kişiye ihtiyaç duymayla seyreden zararlı etkileri bilinmesine rağmen saplantılı bir biçimde devam eden psikolojik bozukluktur. Tıpkı alkol, madde ve kumar bağımlılığı gibi ilişkilerde yaşanan bağımlılık da ciddi sorun teşkil eder ve patolojik bir durumdur. Kişinin duygu ve davranışlarını kontrol etmek istemesine rağmen kontrol edememe halidir ve bu durum ilişkilerde yaşanan en büyük sorunların başında gelmektedir. Hem bağımlı kişiyi hem de bağımlılığa maruz kalan kişiyi mutsuz eden bir durumdur. İlişkideki bağımlılık, hayatta kalmak için diğerine adeta mecbur olduğunuzu hissettiren, herhangi bir ayrılık durumuna karşı kaçıngan davranışlar sergileten ve tamamen bağımlı olunan kişinin beklentilerini karşılamak üzere kurulan bir ilişki türüdür.Bağımlı ilişkilerde kişi, kaybetmemek için mükemmel olmaya çalışır. Karşısındakinin her türlü beklentisini yerine getirmeyi hedefler ve partnerinin başkasına muhtaç olmamasını sağlar. “O benim her şeyim, o olmadan asla yapamam” diyen bir sevgiliyi düşünün, çocuğuna çok ilgili bir anne ya da aşırı fedakar bir dost. Aslında kulağa ne kadar da olumlu tanımlarmış gibi gelse de temelde yaşadığı ilişkiyi kontrol altında tutarak kaybetme korkusunun önüne geçmektedir. Bu tip ilişkilerde diğerlerinden izole bir yaşam biçimi vardır. Çiftin baş başa geçirdiği zamanlar daha fazla, çevreyle özellikle arkadaş ve aileyle iletişim azdır. Çiftlerin birbirlerine olan mecburiyetleri zamanla daha da artmaktadır. Bu nedenle çiftlerden birinin yaşadığı duygusal değişim diğer kişiyi direkt olarak etkiler. Bu derece iç içe bir yaşam şekli ilişkideki bağımlılığı da artırmaktadır. Kişi partnerini herkesten kıskanır, ilişkide olumsuz bir durum söz konusu olduğunda dünya başına yıkılmış gibi hisseder ve tepkileri normalden fazla olur. Kişinin kendini unutması, fazla tepkiler göstermesi, sürekli iletişim halinde olmak istemesi, karşısındakinin her alanına girmeye çalışması, aşırı kıskançlık hissetmesi, sosyal platformlarda karşı tarafı sürekli incelemesi ve sürekli onaylanma ihtiyacı hissetmesi ilişkide bağımlılık belirtileridir.Öncelikle söz konusu ilişkilerdeki bağımlılıktan bahsederken “ bağlılık “ kavramına da değinmek gerekir. Bağlılık ve bağımlılık birbiriyle karıştırılan iki kavramdır. Sağlıklı bir ilişkide bağlılık durumunda; her konuda birlikte kararlar alınır. Eşitlik vardır. Derin bir duygusal bağ ve sevgi hakimdir. Partnerinin yanında olma isteği ve destek olma güdüsü vardır. Sağlıklı bir iletişim içinde çiftler arasında empati duygusu vardır. Herhangi bir problem olduğunda, çözüm odaklı yaklaşım sağlanır. İlişkide istekler ve sorunlar rahatlıkla dile getirilebilir. Çiftler zaman zaman kendi başına kalabilir ve partnerine alan tanımakta güçlük çekmez. İlişkiyi her koşulda sürdürebilmek için çaba gösterilir.Bağımlılık durumunda ise; kişinin kendini partneriyle özdeşleştirdiği, sağlıksız boyutta bir bağlanma durumu vardır. Güven problemleri ,kıskaçlık, sosyal çevreden izole bir yaşam, partnerini sürekli kontrol etme çabası ve düşük özgüven gibi belirtiler vardır. Bağımlı olan kişi partnerine her konuda ihtiyaç duyar ve partnerinin her zaman yanında olmasını ister. Partnerinin sevgisini ve onayını almadığında eksik hisseder. Partneri başka bir duruma zaman ayırdığında kendini kötü hisseder. Kısacası hem duygusal hem de fiziksel olarak partnerine bağımlılık geliştirir. Tüm bağımlılıklarda olduğu gibi kişi olumsuz etkilendiğini bilmesine rağmen ilişkiden kopamaz. Yaşanan tüm anlaşmazlıklara ve sorunlara rağmen ilişkisini sürdürmeye çalışır. İlişkisini sonlandırmayı çok ister ama başaramaz. Bu nedenle kendini sıkışıp kalmış ve huzursuz hisseder. Bağımlı ilişkilerde öfke, sinirlilik, içe kapanma, kronik anksiyete ve özgüven kaybı gibi psikolojik sorunlar görülür.İlişkideki bağımlılığı aşabilmek için; yaşadığınız ilişkiyi değerlendirmeniz önemlidir. “Sağlıklı bir ilişki midir yoksa size zarar veriyor mu ? “ bu ayrımı yapabilmek gerekir. Eğer bağımlı bir ilişkide olduğunuzu düşünüyorsanız, tıpkı diğer bağımlılıklarda olduğu gibi bu durumu kabul etmeniz önceliklidir. Bu süreçte psikoterapi desteği oldukça faydalı olacaktır.Size zarar veren bir ilişkiyi devam ettirmeniz ruh ve beden bütünlüğünüzü bozar ve yıpratır. Bu nedenle kendi ihtiyaçlarınızın farkına vararak, o ilişkiyi hayatınızın merkezine koymadan, kendinize öncelik verdiğiniz noktada sağlıklı iletişimler kurmaya başlarsınız.İlişki Bağımlılığı Nasıl Tedavi Edilir?Birçok bağımlılıkta kontrollü bir biçimde ilaç kullanılması gerekebilir, Fakat ilişkisel bir bağımlılık türünde aynı süreç işlemeyebilir. Bundan dolayı kişinin bir psikoterapi sürecinden geçmesi gerekebilir. Bu süreçte kişinin kendinin farkında olması ve bu sağlıklı ve bağlı ilişkiler kurmasına yardımcı olur. Psikoterapi ise insanın kendine yaptığı bu keşfetme yolcuğunun güvenli limanıdır. İlişki bağımlılığı olan kişi tedavi sürecine alındığında yavaş yavaş farkındalık başlar (yani kişi ilişki bağımlılığı olduğunu kabullenir) Bu süreçten sonra tedavi daha da kolaylaşır. Kişiye özel tedavi ve terapi programı uygulanmaktadır. kaynak: .psikologbaharkaya.com Yazıyı Oku

Uzman: Hidayet ÇALIŞKAN

Yayınlanma: 19.01.2025

birisi-sizi-onaylamazsa-bu-bir-felaket-midir

Onaylanmak, takdir görmek insanın duygusal ihtiyaçlarından biridir. İnsan yaptığı bir davranışın, söylediği güzel bir sözün, herhangi güzel bir jestin görülmesini, fark edilmesini ister ve ‘doğru yapmışsın, iyi düşünmüşsün’ onayını bekler. Bu durum insan olma özellikleri arasında yer alan bir durumdur fakat onay alma eğilimi sürekli olduğu zaman işler biraz karışmaya başlar. Başkalarının düşüncelerine veya fikirlerine sürekli başvurmak, diğerlerinin onayını almadan bir adım atamamaya başlamak insanı duygusal açıdan zorlamaya başlar bir süreden sonra; kendi benliği ile savaş başlamıştır. Onay alamadığı zaman duygusal olarak zorlanır, kaygısı yükselir, kendi öz değerini sorgulamaya başlar.Çocukluk döneminde yaşanılan deneyimler, kişisel özellikler ve duygusal süreçler, diğerleri ile kurulan ilişki türleri ve diğerleriyle bağlanma şekilleri, sosyal çevre ve içinde bulunulan kültürün özellikleri, gözlemlenen ve öğrenilen davranışlar, sosyal medya ve internet kullanımı onay alma ihtiyacını şekillendirmede etken olarak gösterilebilir.Onay alma ihtiyacının fazla olduğunu kendinizde şu noktaları fark ederek gözlemleyebilirsiniz;- Eğer eleştiriden korkuyor ve bu yüzden sadece çevrenizin hoşuna gidecek şeyler yaptığınızı gözlemliyorsanız,- İstemediğiniz bir şeyi bile sadece diğerleri istiyor diye yapma eğiliminiz varsa,- Kendi başınıza karar vermekte ve uygulamakta çok zorlanıyorsanız,- Hayır demek sizin için korkunç bir şeyse,- Kendi değerinizi bilemiyor ya da bunu belirlemekte zorlanıyorsanız,- Diğerlerinin ihtiyaçları ve talepleri için kendinizi geri planda tuttuğunuzu fark ediyorsanız,Eğer bunları ve buna benzer özellikleri kendinizde gözlemliyorsanız onay alma ihtiyacınızın çok olduğunu düşünebilirsiniz.Bu gibi durumlar zaman içerisinde sizi duygusal olarak zorlamaya, kaygı bozukluğu ve depresif belirtilerin artmasına neden olabilmektedir. Bu gibi durumlarda bir uzmandan destek almak, kendi öz benliğinizi keşfetmek, kendi değer mekanizmasını oluşturmak ve bağımsız hareket etmeyi kolaylaştırmada yardımcı olacaktır.Dışarı çıktığımızda, yeni bir şey giydiğimizde, konuşurken, yeni bir şey öğrendiğimizde insanların gözünün içine bakarız. Fark edilmeyi, takdir görmeyi, insanların gözlerinin içinin parlamasını bekleriz. “Harika görünüyorsun bugün”, “üzerindeki ne kadar yakışmış”, “Harika bir iş çıkarmışsın, bravo”…..Bu tarz cümleler duyduğumuzda günümüz çok güzel geçer, kendimizle gurur duyarız, özgüvenimiz artar. Değişimlerin, gelişimlerin, en önemlisi de birey olarak fark edilmenin hazzını yaşarız. Bizi takdir eden, beğenen insanlara karşı daha az sorgulayıcı ve daha fazla güven duyma eğiliminde oluruz.Onay alma ihtiyacı yaşayan bireyler, fark edilmesini istedikleri durumlar ve konular karşısında“iyi olmuş”, “hoş duruyor”, “güzel”gibi ifadeleri onay ya da iltifat olarak alamaz, geçiştirme cümleleri olarak görme eğilimindedirler. Bunun nedeni başkalarının düşüncelerine olması gerekenden fazla değer verirler ve onay cümleleri coşkulu değil ise beklentilerini karşılamaz ve “kötü” ve “eleştiri” olarak değerlendirilir. Bunun karşılığı olarak karşısındaki darılma, alınganlık, kabuğuna çekilme, yoğun öfke, pasif agresif davranışlar ve saldırganlık görülebilir.Onay almaya gerektiğinden fazla ihtiyaç duyan bireylerde ise kaçınma davranışı denilen davranış örüntülerine rastlanmaktadır; aşırı yemek yeme ve abur cubur tüketimi, alışveriş bağımlılığı, alkol- madde- sigara tüketimi, öfke patlamaları gibi dürtüsel davranışlar gözlemlenmektedir. Bazı insanlarda ise başka yansımaları görülmektedir; mükemmeliyetçilik geliştirme, yapabileceğinden fazla sorumluluk alma, aşırı vericilik ve fedakarlık, hayır diyememek, sosyal medyayı aktif olarak kullanmak ve içinden geldiği gibi değil beğeni ve popülerlik analizi yaparak paylaşımlarda ve takiplerde bulunmak….Onay alma ihtiyacı her bireyin duygusal ihtiyacıdır, ancak bazı insanları bu konuda daha hassas ve duyarlı olmasının nedeni öğrenilmiş duyguları ve kendisi hakkında sorgulamadığı düşünceleridir. Çocukluk döneminde önce anne- babadan, okul dönemi başladıktan sonra ise öğretmenden gelecek onaylar, iltifatlar, takdirler özgüvenin gelişmesinin temelini oluşturur. Çocukluk ve okul dönemindeki bu kaynaklardan sevgi, şefkat, onay ve kabul görmeyen bireyler yetişkinlikte bu konuda daha hassas olabiliyorlar. Yaptıkları hatalardan sonra, bazen nedenlerin bile bilmeden ceza alanlar, terk edilmekle, sevilmemekle tehdit edilen çocukların yaşadıkları utanç ve korku duyguları; başarısızlık, beğenilmemek, değersizlik, beceriksizlik ve aptal olmak gibi düşüncelerin oluşmasına neden oluyorlar. Yetişkinlikte kaygı bozuklukları, depresyon, umutsuzluk, mutsuzluk, korku, boşlukta gibi hissetme, hiçlik duygusu, mükemmeliyetçilik, bağımlılık ve yoksunluk belirtilerini sıkça yaşıyorlar. Özgüven eksikliği, içe kapanıklık yaşayabilir ya da tam tersi olarak aşırı özgüvenli olma, bağımsız ve dürtüsel davranışlarda bulunabilirler.Kısaca;onay ihtiyacı her yaştan bireyin ihtiyacı ve temel motivasyon kaynaklarından biridir. Çocukluk döneminde bu ihtiyaç yeteri kadar karşılanmazsa yetişkinlik döneminde bireyler kendin değerli hissedemez, eleştiriye tahammül etmekte zorlanırlar. Çünkü çocukluktaki onay, sevgi ve kabul çocuğun var olduğunu hissetmesine yardımcı olur, bunu hissetmeyi bilmeyen bireyler başkalarından gelecek onaya karşı daha duyarlı ve hassas olurlar. Temeli çocuklukta atılan bu sorunun çözümü için en doğru yöntem psikoterapidir. Yaşanılan korku, kaygı, depresyon gibi belirtilerin üstesinden bir şekilde gelinse bile sorunun kökeni değişmediği için başka belirtiler ortaya çıkması olasıdır. Sorunun kökenine inmek ve bireye uygun yöntemlerle psikoterapidoğru ve sağlıklı çözüm yolu olmaktadır.Onay bağımlılığı, bireylerin kendilerini değerli hissetmek için sürekli olarak başkalarının onayını ve kabulünü arama eğiliminde oldukları bir durumu ifade eder. Bu durum, genellikle kişinin özgüven eksikliği, düşük benlik saygısı ve diğer kişisel güvensizliklerle bağlantılıdır.Psikolojik bağlamda, onay bağımlılığı, bireyin kararlarını, hislerini ve davranışlarını başkalarının beklentileri ve standartlarına göre şekillendirme eğilimi göstermesi nedeniyle önem taşır.Onay Bağımlılığının Psikolojik Bağlamda ÖnemiKişilik Gelişimi Üzerine Etkileri:Onay bağımlılığı, bireyin kendine has kimliğini geliştirme sürecini olumsuz etkileyebilir. Sürekli dış onaya ihtiyaç duyan kişiler, kendi gerçek benliklerini keşfetme ve ifade etme fırsatlarını kaçırabilir.İlişkilerde Dengesizlik:Bu tür bir bağımlılık, kişisel ilişkilerde sağlıksız dinamiklere yol açabilir. Birey, ilişkilerde sürekli onay aradığı için karşısındaki insanların gerçek duygu ve düşüncelerinden çok onların beklentilerine göre hareket etme eğiliminde olabilir.Duygusal Sağlık Sorunları:Onay bağımlılığı, anksiyete ve depresyon gibi duygusal sağlık sorunları ile yakından ilişkilidir. Kişinin kendini sürekli yetersiz hissetmesi, sürekli eleştiriye açık olması ve reddedilme korkusu yaşaması, psikolojik stresin artmasına neden olabilir.Başarı ve Başarısızlık Algısı:Onay bağımlıları genellikle başarılarını ve başarısızlıklarını başkalarının tepkileri üzerinden değerlendirir. Bu, kişinin kendi başarılarını tanıma ve içsel motivasyon geliştirme yeteneğini sınırlar.Mücadele ve Müdahale YollarıOnay bağımlılığı ile mücadele etmek, bireyin daha bağımsız ve özgür kararlar almasını, kendi değerlerini ve hedeflerini belirlemesini sağlayabilir. Bireysel veya grup terapisi, özgüven inşa etme teknikleri, ve mindfulness gibi stratejiler, bu bağımlılığı aşmada etkili olabilir. Terapi süreçleri, bireyin neden sürekli dış onay aradığını anlamasına ve daha sağlıklı öz-değerlendirme yolları geliştirmesine yardımcı olur.Onay Bağımlılığının BelirtileriOnay bağımlılığı, kişilerin sürekli olarak başkalarının onayını ve takdirini aradığı, bu durumun kişisel kararları ve özgüvenleri üzerinde derin etkiler bıraktığı bir psikolojik eğilimdir. İşte onay bağımlılığı yaşayan bireylerde görülen tipik belirtiler ve davranışlar:1. Karar Verme GüçlüğüOnay bağımlıları, kendi başlarına karar verme konusunda sıklıkla zorlanır. Bu kişiler, kararlarını almadan önce genellikle bir veya daha fazla kişiden onay veya rehberlik ararlar. Kendi seçimlerine güvenmek yerine, başkalarının fikirlerine ve yargılarına güvenme eğilimindedirler.2. Aşırı UyumlulukBaşkalarının beklentilerini karşılamak için kendi ihtiyaçlarını ve arzularını göz ardı etme eğilimi gösterirler. Bu, kişisel sınırların zayıflamasına ve başkalarını memnun etme çabasının kişisel mutluluğun önüne geçmesine yol açabilir.3. Sürekli Onay ve Takdir ArayışıOnay bağımlıları, yaptıkları işlerde veya sosyal etkileşimlerde sürekli olarak onay ve takdir ararlar. Başkalarından gelen olumlu geri bildirimlere aşırı bağımlıdırlar ve bu geri bildirimler olmadığında kendilerini değersiz hissedebilirler.4. Eleştiriye Aşırı DuyarlılıkOlumsuz geri bildirim veya eleştiri, onay bağımlıları için aşırı stres ve kaygıya neden olabilir. Eleştirildiklerinde aşırı savunmacı davranabilir veya derin üzüntü yaşayabilirler.5. Kendine GüvensizlikOnay bağımlıları, kendi yetenekleri ve değerleri hakkında sürekli şüphe duyarlar. Kendi başarılarını küçümseme veya başarıları başkalarına atfetme eğilimindedirler.6. Sosyal Durumlarda Aşırı EndişeSosyal etkileşimler, onay bağımlıları için stres kaynağı olabilir çünkü sürekli olarak başkalarının onları nasıl gördüğünü ve onaylayıp onaylamadıklarını düşünürler. Bu da sosyal kaygıya ve hatta sosyal izolasyona yol açabilir.7. Bağımlılık Yaratan İlişkilerOnay bağımlılığı, ilişkilerde bağımlılık yaratabilir. Birey, ilişkideki diğer kişi tarafından sürekli onaylanma ihtiyacı duyar, bu da sağlıksız ve dengesiz ilişki dinamiklerine yol açabilir.Bu belirtiler, onay bağımlılığının sadece kişisel düzeyde değil, ilişkisel ve sosyal düzeyde de ciddi etkilere sahip olduğunu gösterir. Eğer bu belirtiler günlük yaşamınızı etkiliyorsa, profesyonel bir psikolojik destek almak önemli olabilir.Onay Bağımlılığının EtkileriOnay bağımlılığı, bir kişinin kişisel, sosyal ve profesyonel yaşamını birçok açıdan olumsuz etkileyebilir. Bu durum, bireyin özgüvenini zayıflatarak, sağlıklı ilişkiler kurmasını engelleyebilir ve kariyer gelişimini olumsuz yönde etkileyebilir. İşte onay bağımlılığının etkilerine dair detaylı bir inceleme:Kişisel Yaşam Üzerindeki EtkileriDüşük Özsaygı ve Özgüven:Sürekli dış onaya ihtiyaç duymak, bireyin kendi yeteneklerine ve değerine olan inancını zayıflatabilir. Kendi kararlarına güvenmeme ve kendini sürekli sorgulama, düşük özsaygıya yol açabilir.Kararsızlık:Onay bağımlılığı olan kişiler, önemli kararlar alırken sürekli başkalarının görüşlerine başvurma ihtiyacı hisseder. Bu durum, kişisel karar alma yeteneğini sınırlar ve bireyin bağımsız hareket etme kapasitesini azaltır.Duygusal Bağımlılık:Başkalarının onayını alamadıklarında kendilerini kötü hissetme eğilimi, duygusal olarak başkalarına bağımlı hale gelmelerine neden olabilir. Bu, duygusal olarak kırılgan ve dengesiz bir yapıya yol açabilir.Sosyal Yaşam Üzerindeki Etkileriİlişkilerde Sağlıksız Dinamikler:Onay bağımlısı bireyler, ilişkilerinde sıklıkla fazla uyum sağlayıcı ve itaatkar olabilir. Bu, dengesiz ve tek taraflı ilişkilere sebep olabilir.Sosyal İzolasyon:Sürekli olarak başkalarının onayını arama ve eleştiriye aşırı duyarlılık, sosyal çevrelerinden çekilmeye ve izolasyona yol açabilir.Manipülasyona Açıklık:Sürekli onay arayışı, bu bireyleri manipülatif insanların hedefi haline getirebilir. Bu durum, kişinin duygusal ve sosyal açıdan sömürülmesine neden olabilir.Profesyonel Yaşam Üzerindeki EtkileriKariyer Gelişiminde Engeller:Onay bağımlısı kişiler, risk almaktan kaçınabilir ve yalnızca güvende hissettikleri alanlarda çalışmayı tercih edebilir. Bu, profesyonel gelişimlerini ve kariyerlerinde ilerlemelerini sınırlayabilir.Yaratıcılık ve İnovasyon Eksikliği:Başkalarının beğenisini ve onayını kazanma çabası, kişinin yaratıcı düşüncelerini ve yenilikçi fikirlerini ifade etmesini engelleyebilir.Liderlik ve Sorumluluk Almada Güçlük:Onay bağımlılığı olan kişiler, genellikle liderlik pozisyonlarında başarısız olabilirler çünkü bu tür roller, bağımsız karar verme ve eleştirilere açık olma gerektirir.Onay bağımlılığının etkileri kişisel gelişimi ciddi şekilde sınırlayabilir ve bireyin tam potansiyelini ortaya koymasını engelleyebilir. Bu nedenle, onay bağımlılığı belirtileri gösteren bireylerin profesyonel psikolojik destek alması önemlidir. Terapi ve özgelişim çalışmaları, bu bağımlılığı aşmalarına ve daha sağlıklı, bağımsız bir yaşam sürmelerine yardımcı olabilir.Onay Bağımlılığı ile Başa Çıkma YöntemleriOnay bağımlılığı, bireyin kendi değerini sürekli olarak başkalarının onayına bağlı olarak değerlendirmesi durumunu ifade eder. Bu durum uzun vadede özgüven problemleri ve kişisel gelişim engelleri yaratabilir. Onay bağımlılığı ile başa çıkmanın yolları, bireysel terapi, grup terapisi, kendine yardım teknikleri ve düzenli psikolojik danışmanlık içerebilir. İşte bu süreçte kullanılabilecek bazı yöntemler:1. Psikolojik Danışmanlık ve Terapi Seçenekleri:Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT):Bireyin düşünce kalıplarını ve bu düşüncelerin davranışlar üzerindeki etkilerini inceleyerek, olumsuz ve gerçek dışı düşünceleri sorgulamayı ve değiştirmeyi amaçlar. BDT, onay bağımlılığı ile başa çıkmada etkili olabilir çünkü kişinin kendine yönelik olumsuz düşüncelerini değiştirerek özsaygısını güçlendirmeye yardımcı olur.Psikodinamik Terapi:Bireyin geçmiş deneyimlerini ve bu deneyimlerin şimdiki duygu ve davranışlarını nasıl etkilediğini anlamaya çalışır. Bu terapi, onay bağımlılığının altında yatan nedenleri keşfetmeye yardımcı olabilir.Grup Terapisi:Benzer sorunlar yaşayan diğer bireylerle yapılan grup terapisi, katılımcılara destek sağlar ve başkalarının deneyimlerinden öğrenme fırsatı sunar.2. Kendine Yardım Teknikleri:Öz-şefkat Pratikleri:Kendine karşı nazik olmayı ve kendi hatalarını kabul etmeyi içeren pratikler. Mindfulness meditasyonu ve günlük tutma, bireyin kendine olan bakış açısını dengeli bir hale getirmeye yardımcı olabilir.Sınırlar Koyma:Kendi ihtiyaç ve değerlerini belirlemek ve bunlara saygı göstermek önemlidir. Hayır demeyi öğrenmek ve kişisel sınırları korumak, başkalarından sürekli onay arama ihtiyacını azaltabilir.Olumlamalar:Kendini olumlayıcı ifadeler kullanmak, özsaygıyı ve içsel gücü artırabilir. Olumlamalar, bireyin kendine olan inancını güçlendirerek, başkalarından onay alma ihtiyacını azaltmaya yardımcı olur.3. Eğitim ve Farkındalık Artırma:Eğitici Kitaplar ve Çalışmalar:Onay bağımlılığı ve özsaygı üzerine yazılmış kitaplar, bireye kendi durumunu daha iyi anlama ve başa çıkma stratejileri geliştirme konusunda yardımcı olabilir.Atölye ve Seminerler:Özsaygı, özgüven ve onay bağımlılığı üzerine düzenlenen atölye ve seminerler, bireylerin bu konularda bilgi edinmelerini ve deneyim paylaşımında bulunmalarını sağlar.Onay bağımlılığı ile başa çıkmak, sürekli bir öz farkındalık ve kişisel gelişim çabası gerektirir. Profesyonel yardım almak ve kendine yönelik çalışmalar yapmak, bu süreçte bireye büyük destek sağlayabilir.Başkalarından Onay AlmaBaşkalarından onay alma, bir bireyin kendi değerini, başkalarının onayı ve kabulüne bağlı olarak algıladığı, kendine güven ve özsaygı eksikliğinden kaynaklanan bir davranıştır. Bu durum, kişisel kararlar ve duygusal durum üzerinde yoğun bir etkiye sahip olabilir.Onay Bağımlılığı BelirtileriOnay bağımlılığının belirtileri arasında aşırı uyumluluk, karar vermede zorlanma, sürekli onay ve takdir arayışı, eleştiriye aşırı duyarlılık, düşük özsaygı ve sosyal çekingenlik yer alır. Bu belirtiler, kişisel, sosyal ve profesyonel yaşamı olumsuz etkileyebilir.Onay Bağımlılığı TedavisiOnay bağımlılığı tedavisi, Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT), Psikodinamik Terapi, ve grup terapisi gibi psikoterapi yöntemleri ile gerçekleştirilebilir. Bu terapiler, bireyin kendi içsel değerini keşfetmesine, sağlıklı özsaygı geliştirmesine ve başkalarının onayına olan bağımlılığını azaltmasına yardımcı olur. kaynak : artipsikoloji.com Yazıyı Oku

Uzman: Hidayet ÇALIŞKAN

Yayınlanma: 19.01.2025