1. Uzman
  2. Muhammed Cihad IŞIK
  3. Blog Yazıları
  4. FEMİNİST BAKIŞ AÇISIYLA FİLM OKUMASI -BEN SENİN BİLDİĞİN ERKEKLERDEN DEĞİLİM-

FEMİNİST BAKIŞ AÇISIYLA FİLM OKUMASI -BEN SENİN BİLDİĞİN ERKEKLERDEN DEĞİLİM-

İnsanlığın iki cinsi kadın ve erkek. Yıllarca sürmüş olan düzeni sağlamış olan erkeğin zamanla oluşturduğu düzenin bozulmasından sonra kadınların da bu düzende söz sahibi olmaya başlamasıyla sonuçlanmıştır. Bu düzen birçok alana sirayet etmiştir. Siyasi alanda kadınlar ülke yönetiminde kimi milletlerde söz sahibiyken örneğin Türkler kimi milletlerde söz sahibi olamamışlardır örneğin Avrupa. Oy kullanım hakkının kadınlara yıllarca verilmemesi de sosyal alanda kadını geri planda tutan önemli bir etkendi. Iş alanında ise ayrı rütbede çalışan kadın ve erkeğin farklı maaşlar alması ya da ayrı rütbede çalışmalarına rağmen kadının erkekten daha az saygınlık görmesi zamanla kadınların bütün alanlarda daha fazla söz sahibi olmasıyla sonuçlanmıştır.


 


Filmi Feminist Bakış Açısıyla Okumak

“Feminizm, temelde cinsiyet ayrımcılığına karşı tavır alan, kamu ve özel bütün alanlarda kadınların maruz kaldığı baskıların ve denetimlerin ortadan kaldırılması gerekliliğini savunan ve ataerkil yapılanmaların önüne geçerek kadınların meşru haklarına ulaşmada mücadele eden bir yaklaşımdır.”[1] Kadınların yıllardır dile getirmek istedikleri sözleri, açığa vuramadıkları duygularını erkeklere hatta tüm dünyaya göstermelerini sağlayan bir yol olmuştur feminizm. Kadınların ve erkeklerin her alanda eşit olduğu bir dünya tasavvurunu anlatan edebi eserler yazılmış yahut filmler çekilmiştir. Türk sinemasında kadın ve erkeğin rollerini değiştiği “Şendul Şaban” filmi ise buna verilebilecek bir örnektir. Ancak Şendul Şaban filminde sadece iki karakter, karı-koca rollerini değiştirmiştir. Bir de bu durumun tüm dünyaya sirayet etmiş halini düşündüğümüzde düzenin çok farklı olacağı açıktır. Bu durumun örneğini ise incelediğim filmde açıkça görülüyor.


Film Anlatımı ve Günümüz Dünyasıyla İlişkisi

Günümüz Fransa’sında geçen filmin adı “Ben Senin Bildiğin Erkeklerden Değilim”. Filmin henüz başında çeşitli kostümler giymiş çocukları görüyoruz. Cinsiyet ayrımının göze çarpmadığı kostümler giymişler. Pamuk prenses rolünü oynayacak kızın bir sebepten ötürü rolünü oynayamayacak olması sonucu erkek çocuklardan birisi ben oynarım diyerek kostümü giyiyor ancak sahneye çıktığında seyircilerin tamamı pamuk prenses giymiş çocuğa gülüyorlar. Bu durum çocukta travmatik bir etki bırakıyor. Bu travmatik olayı yaşayan çocuğun yıllar sonra psikologuyla yaptığı görüşmede anlatan filmin ana karakteri Damien olarak görüyoruz. Damien genç ve kadınların ilgisini çekebilen çapkın olarak nitelendirilebilecek bir erkek. Kadınlarla rahat bir şekilde iletişim kurabiliyor. Damien’in yazar arkadaşı Christophe’un bir kitabevindeki imza gününe katılan Damien orada etkili bir duruşa sahip olan Alexandra ile karşılaşıyor. Alexandra Christophe’un asistanı ve Damien’in karşılaştığı öteki kadınlardan farklı. Christophe ile oradan çıkan Damien sokakta yürürken göremediği bir direğe başını çarpıyor ve her şeyin değiştiği bir dünyaya uyanıyor. Alışık olduğumuz düzenin tam zıttı bir dünyada gözlerini açıyor. Kadınların doğum yaptığı ancak doğum iznine erkeklerin ayrıldığı, kasapta karı koca olarak çalışan çiftten kadının kasaplık yapıp erkeğin kasada durduğu bir dünya. Alışık olduğumuz dünyada hiç kadın çöpçü yoktur ancak bu dünyada çöpçülük yapanlar kadınlardır. Ağır işler kadının elindedir. Erkek bakıma muhtaç ve bir kadına sırtını yaslaması gereken konumdadır. Tarih boyunca kadının ve erkeğin kendilerine oluşturdukları tüm roller yer değiştirmiştir. Film kadınların yaşadıkları ayrımcılıkları göstermesi açısından faydalıdır. Örneğin bir bar sahnesinde Damien bardaki kadından içki ister ve içmeye başlar o sırada masada oturan başörtülü iki erkek vardır. Onlar da bardaki kadından servis isterler, iki kahve içmek istiyorlardır ancak başörtülü olmaları o barda servis almalarına imkan vermemektedir. Radikal feministler için ütopya olarak görülebilecek bir dünya gözümüzün önündedir ancak geniş perspektiften bakıldığı taktirde aslında yaşadığımız dünyadan bir farkının olmadığı görülmektedir çünkü değişen şey sadece roller. Feminizmin temeli kadın ve erkeğin eşit şartlarda olması üstünedir. Kadının üstün olması feminizmin ilkesi değildir. Bu noktada radikal feministleri dışarıda bırakarak filmde anlatılan dünyanın kadının ve erkeğin yaşadığı zorluklar konusunda empati yapmasını sağlamak olduğu düşünülebilir. Ataerkil dünyada erkeklerin herhangi bir zorluk yaşamadığı ve tüm zorlukları kadının yaşadığı anlatılır ancak doğumdan itibaren sosyal inşacı bir şekilde erkeğe yüklenen sorumluluklar ve zorunluluklar da erkeğin yaşamını güçleştirmektedir. Üstelik kadının yaşadığı zorlukları doğumdan itibaren seçemediği, toplumun ona yüklediği gibi toplum erkeğe de birçok zorluk yüklemektedir. Zeybekoğlu’nun sözleri bu durumu açıklar niteliktedir. Son yıllarda yapılan alan çalışmalarında, erkek olmanın bedellerine “imkansız erkeklik” kavramıyla dikkat çekilmeye başlanmıştır. Ataerkil sistem ile toplumsal cinsiyet pratiklerinin erkek bireye uyguladığı dayatmalardan bahsedilmiştir. “Erkek olabilmek” için bireyin neler yapması gerektiği ve dolayısıyla bütün bunların yalnızca kadınları değil erkekleri de olumsuz etkilediğine ilişkin somut deneyimler ortaya konulmuştur(Zeybekoğlu, 2010: 2). Filmin başındaki dünyada Damien’in kadın versiyonu olarak düşünülebilecek olan Alexandra’dan bahsetmek yerinde olacaktır.


Baskın Kadın Karakter Alexandra

Alexandra, Christophe’un asistanıyken kadın egemen dünyada Alexandra ünlü bir yazar ve Christophe onun asistanıdır. Alexandra yalnız ve güçlü bir kadındır. Birçok günübirlik ilişki yaşar, parası vardır, şöhreti vardır. Ataerkil düzende viski içen erkek bu filmde Alexandradır. Filmlerin genelinde bir klişe olarak gözümüze çarpan durum bu filmde de vardır. Alexandra günübirlik ilişkiler yaşayan, bir kez görüştüğü ve ilişki yaşadığı bir erkekle yeniden görüşmeyen ve bu sebeple kendisine takıntılı erkeklerin olduğu bir kadındır. Yıllara bölünmüş olan kavanozları vardır ve her kavanozda bilyeler bulunmaktadır. Bilyeler beraber olduğu erkekleri simgeler. Bu yolla yıllar içerisinde kendisindeki cinsel dürtüyü hesaplayabilmektedir. İzlediğimizde farklı gelen bu durumda aslında hiçbir gariplik bulunmamaktadır. Toplum bir erkeğin cinsel deneyimlerini genel gelişmesinin belirtileri olarak görmektedir; buna karşılık bir kadının yaşamındaki benzer deneyimlere korkunç bir felaket, şerefin ve insanda iyi ve soylu olan her şeyin yitirilmesi olarak bakılır.[2] Çünkü erkek bunu yapabiliyorsa ve toplum tarafından garip karşılanmıyorsa kadın yaptığı zaman da garip karşılanmamalıdır. Filmin başında Damien’in birçok kadınla beraber olmaya çalışması ya da filmin devamında Alexandra’nın birçok erkekle beraber olması bir nevi fahişelik gibi algılanmamalıdır çünkü “fahişe gerektiği gibi tanımlanacak olursa cinsel ilişkilerini kazanç amacına bağlayan kişi’den başka bir anlama gelmeyecektir.”[3] Her iki karakterin yaşam tarzı günümüzde kadın ve erkeği anlayabilmek ve her iki cinsin empati yapabilmesi açısından önemli karakterlerdir.Ayrıca Alexandra’nın rahat bir şekilde ilişkiler yaşaması elbetteki yalnızlığına da bağlıdır. “Sırasında ilişkiye girebilmek için, kadın olsun erkek olsun insanın yalnız olabilmeyi de bilmesi gerek.”[4]syf 83 Yalnızlık ona birçok avantaj sağlamaktadır ancak filmlerde bulunan bir klişe bu filmde de bulunmaktadır. Bir sahnede Alexandra genç bir erkekle beraber olduktan sonra onu evinden kovar ve elinde içkisiyle pencereden dışarıyı seyrederken karşı dairede romantik bir akşam yemeği için hazırlandığı üzerinde mumun yandığı ve içkilerin hazırlandığı masanın yanında bir erkeği görür. Erkek masayı hazırlamıştır ancak bir kadın göremeyiz zaten birkaç saniye sonra da erkek sandalyeye oturup ağlamaya başlar. Bu sahne Alexandrayı etkiler. Her ne kadar hayatında duygulara pek yer vermeyen yalnız ve güçlü bir kadın portresi çizse de filmlerin klişesi olarak sevgi, yakınlık, bağlılık Alexandra’yı etkilemiştir.           


Christophe’un karısının doğum yapması üzerine Christophe doğum iznine ayrılmalıdır ve Alexandra kendisine asistanlık yapacak birisine ihtiyaç duymaktadır. Elbetteki bu iletişim ve organizasyon becerileri yüksek bir erkek olacaktır. Bu iş için Damien uygun görülür ve bir asistan gibi giyinir çünkü her ne kadar iş için orada bulunsa da toplum normları gereği erkekliğini ortaya koymalı, kısa bir şort ve vücut hatlarını ortaya çıkaran kıyafetler giymelidir. Damien’in öteki dünyada yaşadığı tüm hatıralar belleğindedir zaten bu sebeple yaşadığı dünya ona garip gelmektedir. Elinden bir şey gelmez ve o dünyanın normlarına uygun olarak giyinip gider iş yerine. Karşılaştığı kişi Alexandra’dır. Kitabevindeki imza gününde Alexandra’dan hoşlanmıştır ve bu yüzden onun için çalışmak Damien’e garip geliyordur. Damien’in öteki erkeklere benzememesi ve alışık olmadığı dünyada öteki erkeklere göre daha cüretkar hareketleri, kadını yaslanacak bir duvar olarak görmemesi ise Alexandra’nın Damien ile ilgilenmesini sağlar. Damien’in karşılaştığı her durum kendisine farklı görünmektedir. Sokakta üstsüz koşan kadınlar, bale yapan erkekler, akşam mumları yakıp şarap içen erkekler. Içinde bulunduğu dünyadaki erkeklerden farklı olması ve farklı konulardan bahsetmesi, olayları farklı yorumlaması Alexandra’ya ilgi çekici gelir ve Damien ile daha fazla ilgilenir. Damien ise kendisini gizlemesi ve ortama uyum sağlaması gerektiğini bilmez. Hoşlandığı kadına kendi dünyasından bahsetmektedir. O dünyada kadınların yaptıkları tüm işleri erkeklerin yaptığını, kadınların etek giydiğini anlatır. Anlattıkları o sırada yazacak bir şeyi olmayan Alexandra’ya ilginç gelir ve yeni kitap projesi olarak Damien’i görür. Damien’in hoşuna gidecek şekilde davranmaya başlar ve onu o dünyanın gey barına götürür. Kadınların dekolte giyindiği ve dans ettikleri bu sahnede -sahne her ne kadar abartılı olsa da- Damien kendini evinde gibi hisseder. Bu yolla Alexandra Damien’in gönlünü çalmayı başarır.


 


Filmdeki Erkeklik Rolleri

Film içerisinde küçük sürprizlerden mutlu olan erkek portresi çizilir. Bu duruma en büyük örnek Christophe’dur. O dünyadaki belki de en kabullenmiş erkektir. Karısı kendisini aldatır ancak çocuklarının olması ve sosyal statü sebebiyle karısını terk etmez. Elbette ki günümüzde bu durumu yaşasa bile karısını sevdiği ve bu durumu atlatabileceklerini düşündüğü için karısından ayrılmayan erkekler bulunacaktır. Her ne kadar yıllar içerisinde erkeklerin edindikleri bilgiler ve alıştıkları yaşam tarzı bu duruma ters düşse de dünya değişim halindedir ve erkekte de değişmektedir. Connell ve Messerschmidt’in (2005:836) belirttiği gibi, “erkeklikler bireylerin vücutlarına ya da kişilik özelliklerine gömülü sabir öğeler değildir; toplumsal eylem içerisinde edinilmiş pratiklerin düzenlenmesidir.” Damien’in ailesi kasaplık mesleğiyle uğraşırlar. Bir kasap dükkanları vardır ve anne et kesimi işleriyle uğraşırken boynuna sardığı şalıyla baba kasada durup müşterilerle para alışverişi yapmaktadır. Baba sürekli Damien’e bir kadın bulmasını ve hayatına bir düzen vermesi gerektiğinden bahseder. Baba, anneden çekinmektedir ve annenin sert görüntüsü babada kimi zaman hayranlık uyandırırken kimi zamanda ondan çekinmesine yol açmaktadır. Damien’in annesi babasını gençken aldatmıştır ancak baba bunu tolere etmiştir. Aynı şekilde filmin sonlarına doğru Christophe’un da aldatıldığını öğrenmesi bu üçlüyü şarapların içildiği bir ev oturmasında bir araya getirir. Kadınların arada böyle küçük kaçamaklar yapabileceğini ve bu durumu göz ardı etmek gerektiğinin konuşulduğu gecede Damien, Alexandra’dan bahseder ve bu duruma babanın verdiği duygusal tepkiler bakımveren konumunda olan erkeğin tepkileridir.


Toplum İçinde Kadın ve Erkek Rollerinin Değişkenliği

Kadının ve erkeğin toplumda edindikleri rolleri ve statüleri değişim içindedir. Sabit roller bebekliğimizden hatta çocukluğumuzdan itibaren bizlere öğretilir. Bebekken kızlara pembe renk içerikli kıyafet ve oyuncakların alınması, erkeklere ise mavi renkli kıyafet ve oyuncakların alınması daha o yaşlarda bizi ayrıştımaya doğru götüren bir durumdur. Bebeklikten çocukluğa geçen dönemde kızlar daha çok ev işlerinde annelerine yardımcı olmaya eğitilirler, erkekler ise daha çok dışarıdadırlar. Evin dışında yapılacak sorumlulukları yerine getirirler. Bu durum bir zaman sonra aslında güvenli alan olarak düşünülen evin içinde kalan kızın dışarı özlemini tetikler. Erkek ise sınırlı alanı olan ve yapacak şeyleri sınırlı olan kadını zamanla küçümsemeye başlar. Söz sahibi olan erkek olmaya başlar. Yeni insanlarla tanışan ve hayata karışan erkek zamanla kadını küçümsemeye başlar. Bu konuda Freud’un ataerkil yaklaşmı kadının penis kıskançlığından geldiğini, penisi olan erkeğin daha girişken ve daha toplumun içine karışan cins olduğunu ancak penisi bulunmayan kadının ise daha edilgen yapısı olduğunu söylemesi hem kadın analistler hem de feminist ve profeminist analistler tarafından sürekli eleştirilmiştir. Profeministler ise feminizme destek veren erkekler için kullanılır. Bu konuda Kimmel “Profeminist erkekler, kadın mücadelesinde ilk olarak özellikle oy hakkı,doğum kontrolü, cinsellik gibi konularda kadınların yanında yer alarak onlara destek olmuşlardır(Kimmel, 1987).          


Freud’un penis konusunda söyledikleri cinsellikle alakalıdır ancak örtük manada sosyal olarak kadının daha geri planda kalması gerektiğini dile getirmiş olur. Kadının olaylara bakış açısı belki anaçlığından belki kadınlığın getirdiği hormonal düzenlemelerden dolayı daha ılımlı ve yumuşaktır ancak erkekler mücadelenin gereğinin sertlikten ileri geldiğini düşünebilirler ve bu kadın yaşayış yapısına ters düşebilmektedir. Bu konuda Anne Rupie “Yumuşaklık ve sevgi içermeyen hiç bir ölçü olamaz... Küçük kız penisi görür ve kendi organını araştırmaya başlar. Fakat penis kıskançlığının aynı zamanda sosyolojik anlamı vardır.”[5] Freud’un bahsettiği penis kıskançlığının sosyolojik olarak kadını geri plana ittiğini savunan bir görüş olduğundan bahseder. Freud’un kuramının ilerleyen safhalarında önceki görüşlerinden sapmaya başladığını ataerkil olan kuramını düzeltme yoluna gittiğini görürüz. Freud “Feminist bakış açısına sahip erkek ve kadın analistlerin benim burda söylediklerime karşı çıkması beklenir. Bu tür kavramların erkeklik kompleksinden kaynaklandığı ve erkekte doğuştan varolan kadınları küçümseme ve baskı altında tutma eğilimini kuramsal tabanda haklı çıkarabilmek için ortaya atıldığı düşüncesine karşı çıkmakta da güçlük çekmeyeceklerdir.”[6] Filmde ise aslında penisin varlığının hiçbir önemi yoktur. Kadın ve erkeğin dış görünüş olarak içinde bulunduğumuz dünyadan bir farklılığı yoktur. Kadın doğum yapmaktadır, vajinaya sahip olan kadındır, erkeğin penisi vardır. En temel düzeyde baktığımızda organların varlığı olarak hiçbir farklılık görülmez ancak sahip olunan özellikleri kullanma açısından içerisinde bulunduğumuz dünyadan ayrılır film. Penisin varlığı erkeği üstün yapmaz çünkü sosyal statü de üstünlük kadındadır. Bu durum cinsel ilişki biçimine de yansır. Cinsel ilişki yaşanırken baskın olan taraf kadındır.


Maskulinizm

Filmde göze çarpan bir diğer nokta ezilen erkeğin haklarıyla mücadele eden maskülinist gruplardır. Dünya düzeni insanlığın hangi cinsinin elinde olsa da ezilen tarafta olan cinsin bir şekilde isyan ettiğini görebilmekteyiz. Filmin başında Damien’in erkeğin yıl içerisinde kaç kez cinsel ilişkiye girdiğini ölçen bir telefon uygulaması geliştirmesi ve erkek iş arkadaşlarının takdirini topladığını ancak kadın iş arkadaşının bu uygulamayı saçma bulduğunu görüyoruz. Bu proje sayesinde Damien işinde ilerleme fırsatı kazanacaktır ancak kafasını direğe çarpıp uyandığı yeni dünyada bu uygulamayı saçma bulan iş arkadaşının patron olduğu kendi asıl patronunun ise şirkette düşük rütbeli bir çalışan olduğunu görür. Yeni patronuna karşı agresif tavırlar sergileyen Damien bu tavırlarından dolayı işinden atılır. Bu durumu Christophe ile paylaşır ve Christophe ona maskülinist derneklere başvurmayı önerir. Filmde ilk kez o zaman maskülinist dernek ile karşı karşıya geliriz. Maskülinistler erkeğin sosyal ve iş alanında ezilmişliği ile savaşırlar ve yapay göğüs takarak eylem yaparlar. Günümüzdeki feminist grupların bir benzerlerini de filmde görmekteyiz. Bu durum dünya düzeni kimin elinde olursa olsun eşitlik olmadığı takdirde bozulmaların olacağını göstermektedir.


Filmin Sonu

Filmin sonunda Alexandra ile Damien arasındaki yakınlaşma giderek artar. Beraber arabada giderken kiliseden çıkan bir çifti görürler ve evlenmeyi düşünürler iki tarafta evlenmek istediklerini söylerler ancak daha sonra Damien Alexandra’nın kendisini kandırdığını fark etmiş, Alexandra’nın zaten evli olduğunu öğrenmiştir. Bir bara gidip içerek bu durumu atlatmaya çalışır. Günümüzde de bir kadının yalnız başına bir bara gidip oturması ne derece zor ise filmde de aynısı olur ve birkaç kadın Damien ile konuşmaya çalışır. Onu taciz ederler. Bardaki kadının tanıdık bir kadındır ve Christope’un eşi Lolo’ya haber verir. Lolo, Christophe ve Alexandra Damien’i kurtarmak için bara giderler. Damien’i kurtarırlar ancak Alexandra ve Damien arasında bir tartışma başlar. Tartışma kavgaya dönüşür ve birbirlerine kafa atmaları sonucu bayılırlar. Alexandra tek başına uyanır ve gözünü açtığı dünyanın kendi dünyasından farklı olduğunu görür. Sokakta etek giyen kadınlar olduğunu ve güç gerektiren işleri erkeklerin yaptığını görür. Feminist bir grup kadının yaptığı eylemi şaşkınlıkla izlerken karşıdan seslenen Damien’i görür ve film biter.


Sonuç

Filmi erkek egemen dünyaya bir eleştiri yahut dünya düzeni kimin elinde olursa olsun bozuk bir düzen olur şeklinde okuyabiliriz. Film içerisinde erkeklerin birçok sıkıntı yaşadığını ve aslında o sorunları günümüzde kadınların yaşadığını görebiliyoruz. Günümüzde her kadın ve her erkek toplumun onlara öğrettiği şekilde yaşamıyor. Toplumun onlara öğrettikleri cinsiyet rollerinin gerekliliklerini uygulamayabiliyor çünkü aslında bizlere öğretilen roller aynı zamanda bizi zorunluluklarla başbaşa bırakan rollerdir. Simon de Beauvoir’ın meşhur “kadın doğulmaz, kadın olunur” sözü cinsiyetin toplumsal inşasını en güzel açıklayan örneklerden biridir.[7] Aynı sözü elbette ki erkekler için de söyleyebiliriz. Sonuçta insanlığı kadın ve erkek diye iki cinse ayırıp herkesin belirli rolleri olduğunu belirtmek yerine eşitliğin olduğu bir dünyanın en yaşanılası dünya olacağı düşünülmelidir.


 


 


 


 


KAYNAKÇA


Feminizm 19. Yüzyıl Klasiklerinden Seçmeler, çev., AFA Yayıncılık (İstanbul: AFA      Yayıncılık,          1987).


Freud, Sigmund, “Kadın Cinselliği,” op. cit. 230Kepekçi, Egemen, “(Hegemonik) Bir Erkek Eleştirisi ve Feminizm Birlikteliği    Mümkün                             mü?”Kadın Araştırmaları Dergisi, 2012.

Mitcel, J. Psikanaliz ve Feminizm. çev., Ayşe Kurtulmuş. İstanbul: Yaprak Yayınları: 1984.

Rupie, Anne, “ Kadın Psikanalistler Kadın Özgürlüğü İçin Ne Diyor?” New York             Times, Şubat, 1972.

Taş, Gün, “Feminizm Üzerine Genel Bir Değerlendirme: Kavramsal Analizi, Tarihsel      Süreçleri ve          Dönüşümleri”, Akademik Hassasiyetler, Mayıs, 2016.


 [1]Gün Taş, “Feminizm Üzerine Genel Bir Değerlendirme: Kavramsal Analizi, Tarihsel Süreçleri ve Dönüşümleri”, Akademik Hassasiyetler, Mayıs, 2016, 163.

[2]Feminizm 19. Yüzyıl Klasiklerinden Seçmeler, çev., AFA Yayıncılık (İstanbul: AFA Yayıncılık, 1987), 139.

[3]Feminizm 19. Yüzyıl Klasiklerinden Seçmeler, çev., AFA Yayıncılık (İstanbul: AFA Yayıncılık, 1987), 138-139.

[4]Feminizm 19. Yüzyıl Klasiklerinden Seçmeler, çev., AFA Yayıncılık (İstanbul: AFA Yayıncılık, 1987), 83.

[5]Anne Rupie, “ Kadın Psikanalistler Kadın Özgürlüğü İçin Ne Diyor?” New York Times, Şubat, 1972.

[6]Sigmund Freud “Kadın Cinselliği, op. cit. 230.

[7]Egemen Kepekçi, “(Hegemonik) Bir Erkek Eleştirisi ve Feminizm Birlikteliği Mümkün mü?”, Kadın Araştırmaları Dergisi, 2012, 71.




Yayınlanma: 24.11.2021 12:47

Son Güncelleme: 24.11.2021 12:47

Muhammed Cihad IŞIK
Muhammed Cihad IŞIK
Psikolog
Uzmanlıklar: Çocuk ve Ergenlik Dönemi Ruhsal Sorunları , Kaygı (Anksiyete) Bozuklukları , Varoluşsal Anlam Arayışı / Değersizlik Sorunları
"Herkesin bir hikayesi vardır." anl Devamını oku
Online Terapi
süre 50 dk
ücret 450
Yüz Yüze Terapi
süre 50 dk
ücret 450
Bunları da sevebilirsiniz...
asktan-kurtulmak

Aşk; tanımı yapılması oldukça zor kelimelerden biridir. Ben bu noktada romantik aşktan bahsetmek istiyorum. Aşk; birine karşı hissedilen güçlü bağlılık, sevgi ve çekim duygusudur. Aşık olma; bireylerin birbirine güçlü şekilde çekilmesi ve duygularını derinleştirmeleriyle birlikte ilişkiyi sürdürmek istemeleriyle başlar. Aşık olma; yüksek fiziksel çekimi, yoğun duygusallığı ve sevdiğin kişiyi sık sık düşünmeyi ve bunların sonucunda bağlılığı içinde barındırır. Bağlanma birey için bir ihtiyaç olmakla birlikte ait olma gereksiniminin yansımasıdır, bu nedenle evrimsel kalıtımımızın bir parçasıdır. Ruhumuzun sevmeye ve bağ kurmaya ihtiyacı vardır. Her birimizin bağlanma biçemleri vardır. Üç geleneksel bağlanma biçemi güvenli, kaygılı ve kaçıngan bağlanmadır. Bağlanma ilişkileri bebeklikte başlar fakat yaşam boyunca önemlidir ve aile arkadaşlarla olduğu kadar partnerle olan ilişkileri de kapsar. Bağlanma; duygusal düzenleme, ilişki tutarlılığı, ilişkisel nitelik ve iletişim, çatışma ve yakınlık olmak üzere zamanla romantik ilişkilerin birçok yönüyle ilişkilendirilmiştir. Örneğin; güvenli bağlanan kişiler yakınlığı hoş karşılarken, kaçınmacı kişiler bundan korkabilir. Kaygılı kişiler ise terk edilmekten korkabilirler. İnsanlar; ilişki partnerlerinde belirli bağlanma niteliklerini arayabilirler ya da belirli bağlanma biçemine sahip olan partnerle yaşadığı birliktelik kendi bağlanma biçemini değiştirebilir. Bir partnerin ihaneti güvenli bağlanma biçemimizi sarsarken, sürekli ve kestirebilir biçimde seven partner kaçıngan bağlanma biçemimizi güvenli hale getirebilir. Aşk yaşamımıza bambaşka şekilde yansımaktadır. Bazen bu yansıyış canımızı yakabilir.. AŞK kurtulunması gereken bir şey olmaktan çok tadına varılması gereken bir şey olarak düşünülür nitekim keşke her zaman böyle olsa fakat birçok kez en çok gereksinimi duyulan ayakta kalma ve iyileşmedir. Aşk ve ilişki de hayat gibi inişli çıkışlı bir yolculuktur. Günümüzde sıkça duyduğumuz kavramlar arasına sevginin bir anda yoğun bir şekilde gösterilmesiyle başlayan " Love Bombing", aniden ortadan kaybolmalarla tanımlanan "Ghosting" ve gerçeklik algısını sarsacak kadar etkili bir manipülasyon yöntemi olan "Gaslighting" eklendi. Bu kavramlar sağlıklı ilişki dinamiklerini sarsan ciddi unsurlar olarak önümüze çıkmaktadır. Bunları yaşadıktan sonra aşkın yitik haline tanıklık etmemiz kaçınılmaz olmaktadır. Bu noktada yitik bir aşktan kurtulmak pek kolay olmamasına rağmen değişik stratejiler ile süreci kolaylaştırabiliriz.İlki ve en önemlisi bunun zaman alacak olmasıdır. Bu yüzden sabırlı davranmalıyız. İlişkide bağlanma gereksinimi varsa bunu yitirmek bireyi sarsan olumsuz bir deneyim olmaktadır. Aslında ilişkiler bittiğinde belki de canımızı en çok yakan şeylerden biri o bağı kaybetmiş olmamızdır. Bundan kaynaklı bireyler bir anda iyileşme beklememelidir. Bireyler bu süreçte kendisine bakım ilkelerini hatırlatmalıdır. İyi beslenme ve uyuma, bedenimiz ve işimiz üzerine odaklanma iyileşme sürecinde yardımcı olabilir. Ve en önemlilerinden bir tanesi de destek sistemidir. Bu destek sistemine güvenmek önemlidir. Onarım sürecinde olan birey için toplumsal yaşama dönmesini sağlayacak etkinlikler önermeden duyarlı ve yargısız bir dinleyici olmaya kadar arkadaşlar ve aile sık sık yardımcı olabiilir.Ayrıca bireyin onarımını hızlandırmak için yapılması ve yapılmaması gereken bazı özgül davranış stratejileri vardır. Yapılmaması gerekenler oldukça açıktır:Partneri anımsatıcı şeyleri çevrenizde tutmayın. (resimler,hediyeler..)Eski partneri aramayın ve evinin veya apartmanının yakınlarından geçmeyin.Ortak arkadaşlarınıza partneriniz hakkında soru sormayın. Eğer iyileşmekte olan birey eski partnerini düşünmeye başlarsa, gözünün önünde bu düşünceyi durduracak bir DUR işareti canlanmalıdır.Eğer bir şarkı veya müzik parçası partneri hatırlatıyorsa o şarkı veya müzik parçası dinlenmemelidir.Son olarak o ilişki hiç yaşanmamış gibi davranmak pek sağlıklı bir yöntem değildir. Acınızın farkında olun ve ileriye bakın. Yapılması gerekenlerden daha önce de bahsettiğimiz gibi kişinin görünümüne özen göstermesi, bir destek sistemine güvenmesi gerekmektedir. Ek olarak birey çalışma yaşamında veya okulda başarılı olmaya odaklanabilir veyahut kendisine yeni bir ilgi alanı bulup oraya yoğunlaşabilir. Gönüllü çalışmalara katılım sağlayıp insanlara yardım edebilir. Başkasına yardım etmek insanı kendisi hakkında düşünmekten uzaklaştırabilir ve iyileşme sürecinde fayda sağlayabilir. Bu süreç bir spor veya boş zaman etkinliğine başlamanın tam zamanıdır. Sanat bu noktada size fayda sağlayabilir. Sanat terapisi uygulayıcısı olarak şunu söyleyebilirim ki yazmak, boyamak, çizmek insan ruhunu en rahatlatan şeylerden biridir. Onun haricinde nefes egzersizleri, yoga, meditasyon. Hayatta her şey bir nefesle başlar. Doğru nefes alıp vermeye başladığınızda, bedeninizin dengeye girmesi korku ve endişelerinizden kurtulmanız, duygularınızı kontrol edebilmeniz, zihninizin ve düşüncelerinizin berraklaşması, hayatınızı kısıtlayan, yerleşmiş inanç ve davranış kalıplarının salıverilmesi; kısaca yenilenmeniz mümkün olacaktır. Bir düşünün.. En son ne zaman derin, uzun bir nefes aldınız? Eğer uzun zamandır derin bir nefes almadıysanız şimdi derin bir nefes alın ve sonrasında kendinize şu soruyu sorun: Sana kendine ne kadar değer verdiğini ilişkine baktığım zaman anlıyorum deseydim bu sana nasıl hissettirirdi? Eğer cevabın olumsuzsa onarıma kendimizden başlayarak en doğru kararı vermişiz demektir. İnsan kendine nasıl davranıyorsa karşısındaki de öyle davranır. Önce sen kendini sevmeli ve kendine değer vermelisin. Son olarak onarımda olan kişi aşk ilişkisini kaybettiğinde şu an çekmekte olduğu acıya neden olan, ait olma gereksiniminin ileride büyük olasılıkla yeni ve umut edilir daha başarılı bir aşk ilişkisine çekeceğini anımsamalıdır. Bu ilişki sana ne öğretti?, Belki de ilişkiden beklediklerini ve beklemediklerini öğretti. Dilersen bunları yepyeni bir sayfaya yazıp değerlendirebilirsin. Sen ilişkiden ne bekliyorsun? Sınırların neler? Seni neler rahatsız ve mutsuz eder? Sen ne olduğu zaman kendini seviliyor hissediyorsun? Senin sevgi dilin ne? Bütün bunlara verdiğin cevap seni yeniliğe hazırlayacak. Onarımını tamamlama yolculuğunda kendini daha iyi tanıman, anlaman ve yeni başlangıçlara hazırlanmanda yardımcı olabilmek dileğimle.. PSİKOLOG HANDE İPEK TEMEL.KAYNAKÇA YAKIN İLİŞKİLER PSİKOLOJİSİ, S. HENDRİCK. Yazıyı Oku

Uzman: Hande İPEK TEMEL

Yayınlanma: 15.04.2025

nerede-hata-yapiyoruz

Günlük hayatın karmaşası ve yaşadığımız olumsuz olayların ağırlığını ölçerken ilk adımda duygularımıza odaklanabiliyoruz. Bir olayın bizi ne ölçüde etkilediğini anlamak için öncelikle ne hissettiğimize bakıyoruz. Peki hissettiğimiz bu duygular nereden geliyor? Sadece yaşadığımız olay mı bu duygular üzerinde etkili? Aslında cevap düşüncelerimizde saklı. Yaşadığımız olumlu veya olumsuz durumlara bakış açımız nedir? Olayları algılama biçimimiz sağlıklı mı yoksa tüm yaşananları bizi daha çok yıpratacak şekilde mi algılıyoruz? Bilişsel davranışçı bakış açısı der ki; bize sıkıntı veren veya sorun olan olayın kendisi değil, olay hakkında düşündüklerimizdir. Bir durumun yaşam zorluğu mu yoksa sorun mu olduğunu belirleyen olaylara bakış açımızdır. Bireylerin duygu ve davranışlarının kaynağı ise düşüncelerdir. Yani ne düşünürsek sonuç olarak da onu hissederiz. Düşüncelerimiz değişirse duygu ve davranışlarımız da aynı şekilde değişecektir.Geçmiş yaşantılarımızdan getirdiğimiz düşüncelerimiz, olaylara bakış açımızı belirler. Bir olay karşısında ortaya çıkan olumsuz duygulanımımıza bağlı olarak durumu/olayı değerlendiririz. Bu olumsuz duyguya neden olan düşüncelerimizi gözden geçiririz. Örneğin; bireyin sürekli fiziksel ya da psikolojik şiddet gördüğü, aldatıldığı partnerleri olmuş ise bireyin zihnindeki çarpık ve işlevsiz düşünce hatası ne olabilir? Yazımızın temel sorusunda da olduğu gibi “Nerede Hata Yapıyoruz?”. Cevabın ne olabileceğini yavaş yavaş tahmin etmeye başladığınızı sanıyorum. Hata pekala düşüncelerimizde, yaşadıklarımızı algılayış biçimimizde. Bilişsel Davranışçı bakış açısına göre düşünce hatalarımız, sahip olduğumuz bir takım otomatik düşüncelerden kaynaklanır. Otomatik düşünceler, bilinçli bir yargılama olmaksızın ortaya çıkan, eylemlerimiz ve duygularımızı derinden etkileyen zihinsel işlevlerdir. Otomatik düşüncelerimiz neredeyse tüm işlevlerimizden sorumludurlar ve tahmin edebileceğiniz gibi sayısal anlamda da bir hayli fazladırlar. Depresyon, kaygı bozukluğu gibi psikiyatrik rahatsızlığı olan kişilerde uyumsuz ve çarpıtılmış otomatik düşüncelerin arttığı gözlenir. Otomatik düşünceler, kişiye acı veren duygusal tepkilere ve işlevsel olmayan davranışlara da yol açarlar. Otomatik düşünceler ile ilgili en önemli ipuçlarından biri, yoğun duygulanımın yaşandığı esnada ortaya çıkmalarıdır. En yaygın görülen düşünce hatalarımıza, otomatik düşüncelerimize göz atalım.Seçici Algılama; "Yaşanılan bir durumun seçici olarak belirli bir ayrıntısının algılanması, diğer önemli noktaların ise göz ardı edilmesidir. Örneğin, hayatta başardığınız birçok an, hedefleriniz ve hayalleriniz var. Ancak bir isteğinizi gerçekleştirme noktasında başarısız oldunuz ve kendiniz hakkında “başarısız/beceriksiz” şeklinde düşünceleriniz oluşmaya başladı. Yani tüm hayatınıza kıyasla sadece başarısız olduğunuz anlara odaklandınız ve hatalı otomatik bir düşünceyle kendilik algınıza olumsuz bir özellik yüklediniz."Abartma; "Yaşanan olumsuz olaydan kendimiz, çevremiz ve geleceğimiz ile ilgili abartılı sonuçlar çıkarmaktır. Herhangi bir olumsuz deneyimde duyguların abartılması bu düşünce hatasının en sık rastlandığı durumlardandır. Örneğin, bir sunum ya da topluluk önünde konuşma anında “heyecandan tek bir kelime bile edemeyeceğim” düşüncesi. Başka bir örneği ele alacak olursak romantik ilişkilerimizde maalesef ki her türlü olumlu ve olumsuz duygumuzu/düşüncemizi abartma eğiliminde oluruz. “Hiç kimseyi seni sevdiğim gibi sevemem.”, “Sensiz yaşayamam.”, “Sen benim her şeyimsin.” Eminim ki hepimizin aşina olduğu bir düşünce kalıbıdır."Küçümseme; "Bazı diğer otomatik düşüncelerin aksine özellikle olumlu durumlarda karşımıza çıkar. Yaşanan olumlu olayları ya da bireyin başarılarını küçümsemesidir, tüm yaşananlar şans eseri meydana gelmiştir. “İyi notu herkes alabilir / bu okulu herkes kazanabilir”, “Kim olsa aynı şeyi yapardı..." vb."Aşırı Genelleme; "Yaşanılan tek bir olaydan genel kurallar çıkartmaktadır. Günlük hayat içinde belki de fark etmeden en sık başvurduğumuz otomatik düşüncelerden biridir. O gün sadece gideceğimiz yere geç kalmışızdır, belki saçımızı istediğim şekle sokamamışızdır ya da kıyafetimizin renklerini tutturamamışızdır ancak tüm günümüz kötü geçer/ kötü geçeceğine inanırız. Bu olumsuz inanca sahip olduğumuz için de davranışlarımız gerçekten o günün kötü geçmesine neden olacak biçimde şekillenir. “Bu tür şeyler hep benim başıma gelir”, “Nereye elimi atsam kurutuyorum”, “Bütün erkekler aynı” ve sayabileceğimizden emin olduğum daha nice aşırı genelleme inançlarımız."Kişiselleştirme; "Çevrede olan olaylar ve kişilerle ilgili kişisel karşılaştırmalar yapılır veya kişisel bağlantılar kurulur. Örneğin; çalıştığınız yerde takdir edilen bir elemansınız ve performansınız çok beğeniliyor. Herhangi sıradan bir iş gününde patronunuz size selam vermedi veya her zamankinden farklı bir ses tonuyla sizinle konuştu. Patronunuzun bu tavrının sizinle hiçbir ilgisi yokken “Acaba ne yaptım, neyi yanlış yapmış olabilirim, acaba bana mı kızgın” düşünceleriyle kaygı verici şekilde ele almanız kişiselleştirme yaptığınız çarpık bir düşüncedir. Çünkü belki de insanların sadece kötü geçirdiği bir güne denk geldiniz ve olayların sizinle uzaktan yakından hiçbir bağlantısı yok."Ya Hep Ya Hiç; "Olaylar siyah-beyaz, iyi-kötü gibi iki uçta algılanır. Hayat sizin için kesin doğru ve kesin yanlışlardan ibarettir. Siyah ve beyazdır, kesinlikle grilere yer yoktur. “Her şey boşa gitti”, “Bunu anlamadım, hiçbir şeyi anlamayacağım” … Sanılanın aksine hayat grilerle doludur. Tek bir doğru ve yanlış, tek bir siyah ve beyaz yoktur. "Akıl Okuma; "Karşımızdaki kişinin veya kişilerin zihninden geçenleri tahmin etmeye dayanan bir düşünce hatasıdır. Bu hata özellikle de insanlarla ilk tanışma deneyimlerimizde sıklıkla kendini gösterir. “Mesaj atmadığına göre kesin beni beğenmedi”, “Randevumuzu ertelediğine göre kesin vazgeçti”, “Beni zavallı buldu"...Duygusal Kararlar; "Kişinin olay veya insanlar hakkında hissettiklerinin doğru olacağı inancından doğan çarpık ve işlevsiz düşüncedir. Kendi kendini doğrulama ya da haklı çıkarma olarak da ele alabileceğimiz bu düşünce hatasında birey, nasıl hissederse olayları da bu şekilde algılar ve davranışlarını biçimlendirir. “Eğer korkuyorsam demek ki korkulacak bir şey var”, “Ben şüpheleniyorsam kesinlikle doğru çıkar” …Kontrol Yanılgısı; "Bireyin kendisi dışında olup bitenleri denetleme kapasitesine dair abartılı bir inanç beslemesidir. Örneğin, başkalarına göre daha şanslı olduğunu düşünerek şans oyunu oynamak. Sevdiğimiz insanların üzüntü ve endişelerini, başlarına gelebilecek kötü olayları engelleyebileceğimizi düşünmek. Çocuklarımızı kötü insanlarla tanışmaları konusunda koruyabileceğimizi sanmak."Tüm bu düşünce hataları geçmişte yaşadığımız olumsuz olayların sonucu oluşurlar. Bir takım olumsuz inançlarımızı kırmak ve belki de fark etmek zordur çünkü bunlar egomuzun alışmış olduğu bakış açılarıdır. Bazı olayları tüm gerçekliğiyle algılamak bize daha ağır gelebilir ve tam da bu noktada çarpık düşüncelerimiz devreye girerek otomatik duygular ve eylemlerle tepki vermemizi sağlar. Eğer siz de kendinizde bu düşünce hatalarına sık rastlıyorsanız ve işlevselliğinizi sekteye uğratacak yoğunlukta sizi etkiliyorsa, profesyonel bir destek almaktan çekinmeyin.Uzm. Psk. Dan. M. Behice AL CANKI KaynakçaTürkçapar H, (2008). Bilişsel terapi: temel ilkeler ve uygulama, 3. Baskı, Ankara. HYB yayıncılık.Türkçapar H, (2022). Bilişsel davranışçı terapi: temel ilkeler ve uygulama, 21.Baskı, İstanbul. Epsilon yayınevi. Yazıyı Oku

Uzman: Merve Behice AL CANKI

Yayınlanma: 15.04.2025

konusurken-heyecanlaniyorum-sosyal-fobik-miyim

“Sadece bir saniye için gözlerinizi kapatın ve bir odaya girdiğinizi ve orada bazı arkadaşlarınızı ve meslektaşlarınızı gördüğünüzü düşünün, birden yere doğru bakıyorsunuz ve üzerinizde hiçbir giysinin olmadığının farkına varıyorsunuz”. Sosyal fobisi olan kişilerin bir toplumsal durumla karşılaştıklarında neler hissettiklerini bu senaryo çok iyi anlatmaktadır. “Büyük bir utanç duyarsınız, odadan kaçıp gitmek istersiniz, sanki ölecekmiş gibi olduğunuzu hissederseniz, hiç kimseyi yeniden görmek istemezseniz”. SF bireyin başkaları tarafından yargılanabileceği kaygısını taşıdığı toplumsal ortamlarda mahcup ya da rezil olacağı konusunda belirgin ve sürekli korkusunun olduğu bir kaygı bozukluğudur. Kişiler başkalarıyla etkileşimde bulunmalarını gerektiren ya da bir eylemi başkalarının yanında yerine getirmeleri gereken durumlardan korkarlar ve bunlardan olabildiğince kaçınmaya çalışırlar. Başkalarının kendileriyle ilgili olarak anksiyeteli, zayıf, kaçık ya da aptal gibi yargılarda bulunacağını düşünürler. Ellerinin ya da seslerinin titrediğinin farkına varacaklarıyla ilgili kaygılarından ötürü toplum önünde konuşmaktan korkabilirler ya da düzgün bir biçimde konuşamıyor gibi görünmekten korktukları için başkalarıyla karşılıklı konuşurken aşırı kaygı duyabilirler. Diğer insanların ellerinin sallandığını görmesinden utanç duyacaklarından korktukları için başkalarının yanında yemekten, içmekten ya da yazı yazmaktan kaçınabilirler.Sosyal fobinin tipleri var mıdır?Sosyal fobi iki şekilde görülür. Korkular bir çok toplumsal durumları kapsıyorsa yaygın tip, bazı durumları kapsıyorsa (Başkalarının önünde imza atmak, yemek yemek, konuşma yapmak gibi) yaygın olmayan tiptir.“Konuşurken heyecanlanıyorum!”diyenlere sıklıkla rastlayabilir ve sizde bu heyecanı duyuyor olabilirsiniz. Aslında heyecan sağlıklı bir duygudur ve kontrol edilebildiğinde de performansa olumlu etki etmektedir. Ancak konuşurken heyecanlanmak kontrol edilemediğinde sosyal anksiyete yaşayan bireylerin sıklıkla yaşadığı olumsuz bir deneyime dönüşür.Sosyal anksiyeteyaşayan bireyler bir topluluğa hitap edeceklerinde kaygılanırlar. İlgi ve gözler üzerlerinde olduğunda, herkes onları dinlediğinde yoğun stres yaşarlar. Stres yaşamaları için ille de göz önünde olmalarına gerek yoktur. Heyecanlanmaları için seslerini başkalarının duyacağını bilmeleri de yeterlidir. Telefonla konuşmak, telekonferans yapmak, görüntülü konuşmak, mülakata girmek, sunum yapmak, sahnede olmak onlar için ürkütücü olabilir.“Konuşurken heyecanlanıyorum”diyenler tabi ki yaptıkları her konuşmada heyecan duymazlar. En azından mevcut heyecanlarını sağlıklı düzeyde tutabildikleri ortamlar da olmaktadır. Sıklıkla konuştukları, kendilerini güvende hissettikleri kişilerle görüşürken heyecanlanmazlar veya bu heyecanı kontrol edebilirler.Heyecanı tetikleyen çoğunlukla hata yapma, alay edilme, rezil olma korkularıdır. Bu korkularını tetikleyecek kişi ve ortamlar onlar için kaygı kaynağını oluşturmaktadır. Biri için bu kaygının nedeni anne-baba iken, başkası için akranları, öğretmeni, yöneticisi olabilir. İlerlemiş sosyal anksiyetede kişi konuşması gereken her ortamda ve kişiyle kaygı yaşayabilir.Kekelemekten, söyleyeceklerini unutmaktan, seslerinin titremesinden korkarlar. Bunu daha önce bir veya birkaç kez deneyimlemişlerse korkuları çok daha yüksek ve kontrol etmesi güç olabilir. Başkalarının kendileriyle ilgili değerlendirmelerinin çoğunlukla olumsuz olduğunu ve alay içerdiğini düşünmektedirler. Özsaygıları, öz değerleri ve özgüvenleri daha düşük bireylerdir.“Konuşurken Heyecanlanıyorum” Diyen Herkes Sosyal Anksiyete mi Yaşıyor?Konuşurken heyecanlanmak neredeyse hepimizin yaşadığı bir durumdur. Burada yaşanan heyecanın bir sorun haline gelmesine neden olan kişinin yaşadığı sıkıntının derecesidir. Kontrol edilebildiğinde heyecan kişinin performansını olumlu yönde etkilemektedir. Sağlıklı heyecan kişinin konuşmasına daha iyi hazırlanmasına, daha fazla özen göstermesine neden olmaktadır. Kişinin daha coşkulu, hazırlıklı ve enerjik olmasını sağlamaktadır. Dolayısıyla da heyecan kontrol edilebildiğinde olumlu etkiye sahiptir.Heyecanlanıyor ama bu heyecanın performansınızı olumlu yönde etkilemesini sağlıyorsanız heyecanınızı kontrol edebiliyorsunuz demektir. “Konuşurken heyecanlanıyorum” diyor ama önemli konuşmalar yapmaktan geri durmuyor, size verilen görevlerden kaçınmıyorsanız bununla baş edebiliyorsunuz demektir. Dolayısıyla konuşurken heyecan duymak sosyal anksiyete tanısı için yeterli değildir. Sıklığı, yoğunluğu ve derecesi tanı için belirleyicidir.“Konuşurken Heyecanlanıyorum” Diyen Bireylerde Görülen Diğer Sosyal Anksiyete Belirtileri Nelerdir?Konuşurken yoğun heyecan duymak sosyal anksiyetenin önemli bir belirtisidir. Anksiyete yaşayan bireylerin duydukları heyecanın yoğunluğu performanslarını düşürmektedir. Konuşurken terler, kızarır, titrerler. Ellerini kollarını nereye koyacaklarını şaşırabilir ya da tamamen hareketsiz kalabilirler. Beden dilleri ile konuştukları senkron içerisinde değildir. Konuşmaları akıcı değildir ve tonlamalarını da doğru yapamazlar. Heyecanlarını kontrol etmeye çalışırken kısa ve net konuşur uzun cümlelerden kaçınırlar.Uzun bir cümle kurmaları gerekirse cümleyi toparlamakta ve konuşmayı sonuca bağlamakta zorlanırlar. Çoğunlukla konuşma yapmalarını gerektirecek ortamlardan kaçınırlar. Alışveriş yaparken kasiyerle konuşmak, müşteri hizmetlerini aramak, mülakata katılıp kendilerini anlatmak onlar için oldukça zordur. Tanımadıkları insanlara bir şey sormaları gerektiğinde çok yoğun stres duyarlar. Otorite figürleriyle, öğretmen, müdür, yönetici gibi kişilerle konuşmakta zorlanırlar.“Konuşurken heyecanlanıyorum”diyen bireyler konuşacaklarını zihinlerinde toplamaya çalışırken çoğunlukla diyalogları kaçırırlar. Bunu çoğunlukla grup içerisinde yaşarlar. Bir toplantıda veya sosyal bir etkileşim ortamında açılan bir konuya dahil olmak istediklerinde sıkıntı yaşarlar. Onlar ne söyleyeceğine karar verene kadar diğerleri başka konulara geçmiş olurlar. Yapacakları esprileri de sıklıkla düşünürler. Bu yüzden doğal akışında konuşamaz ve konuşulanlara da doğal tepki veremezler.“Konuşurken heyecanlanıyorum”diyen bireyler bu heyecanlarını sessiz kalarak kamufle edebilirler. Heyecan yaşadıkları ortamlardan kaçınarak da kaygıyla baş etmeye çalışabilirler. Yüz yüze iletişim yerine mail veya mesaj ile iletişim kurabilirler. Alışverişlerini online yapabilirler. Banka işlerini ATM veya online uygulamalardan halledebilirler. Arkadaşlık kurmakta da zorluk yaşayabilirler. Bu ihtiyaçlarını da arkadaşlık sitelerinden karşılayabilirler.Meslek olarak da potansiyelleri ne kadar yüksek olursa olsun konuşmalarını gerektirmeyecek işlere yönelebilirler. Ön planda olmayacakları, geri planda çalışacakları meslekleri tercih edebilirler.İlerleyen durumlarda müdahale edilmezse yakın arkadaşlarla, aile bireyleriyle konuşurken de kişilerde bu heyecan açığa çıkabilir. Özellikle kendilerinden emin olmadıkları, eleştirilebilecekleri veya yeterince bilgi sahibi olmadıkları konular hakkında konuşurken heyecan yaşayabilirler.Sosyal Anksiyete Yaşayan Bireyler Neden Konuşurken Heyecanlanıyor?“Konuşurken heyecanlanıyorum”diyen bireyler konuşacakları konuyu önceden bildiklerinde ön hazırlık yapmaktadırlar. Kendileriyle baş başayken gayet akıcı konuşurlar. Yalnızken kendilerinden eminken yanlarına bir başkası geldiğinde bu güven ortadan kalkmaktadır. Konuşurken göz kontağı kurmaktan kaçınır, dikkatlerinin dağılmaması için çoğunlukla bakışlarını başka yerlere sabitlerler.Karşılarındaki kişinin beden dilini okumaya çalışırlar. Çoğunlukla her bir mesajı olumsuz algılar ve karşılarındakini sıktıklarını düşünürler. “Benimle dalga geçecek, şu an hakkında kim bilir ne düşünüyor, kesin rezil oldum.” Gibi olumsuz çıkarımlarda bulunurlar.“Konuşurken heyecanlanıyorum”diyen bireyler çoğunlukla mükemmeliyetçi ailede yetişmiş ve/veya aşırı korumacı tutumla büyütülmüştür. Çoğunlukla belirtiler ergenlik döneminde fark edilmeye başlanır. Okul fobisi yaşayan, çocukluğunda çoğunlukla arkadaşlık kuramayan, yalnız çocuklarda da sosyal anksiyete gelişmesi muhtemeldir.Ebeveynleri tarafından fazla eleştirilen, gerçek dışı beklentilerle performansları zorlanan, rekabetçi yetiştirilen çocuklarda sosyal anksiyete gelişebilir. Bu bireyler çoğunlukla akranlarıyla ve başkalarıyla kıyaslanarak büyütülmüştür. Yetersizlik duyguları oldukça yüksektir. Ne yaparlarsa yapsınlar başkalarının beklentilerini karşılayamayacaklarını düşünebilirler. Alay edilmekten, başarısız olmaktan ve hatalarının bulunmasından endişe duyarlar. Kendilerine karşı oldukça olumsuz eleştirilerde bulunurlar.Aile ve/veya öğretmenler tarafından çocuğun davranışları utangaçlık, çekingenlik veya terbiyeli, saygılı gibi değerlendirildiğinde tedavi gecikmektedir. Sosyal anksiyete ihmal edildiğinde farklı psikolojik rahatsızlıklara da neden olmaktadır. Depresyon sıklıkla ergenlikte ve yetişkinlikte sosyal anksiyeteye eşlik etmektedir.Sigara, alkol, madde ilerleyen durumlarda bireylerin kaygılarıyla başa çıkmaları için baş vurdukları zararlı alışkanlıklar olabilir. Arkadaş edinmekte, evlenmekte, iş bulmakta, terfi almakta zorluk yaşayabilirler. Sosyal becerilerde kendilerini geliştirmekte oldukça zorlanırlar.“Konuşurken Heyecanlanıyorum” Diyenler için Uygulanabilecek Öneriler“Konuşurken heyecanlanıyorum”diyen bireylerin konuşurken çoğunlukla sesleri titrer, çocuksu veya ağlamaklı bir sesle konuşabilirler. Bu sesi fark ettikleri anda heyecanları hızla kaygıya dönüşür ve “şu an herkes benimle alay ediyor, ağlayacağımı düşünüyorlar.” Gibi olumsuz değerlendirmeler yapmaya başlarlar. Bireylerin seslerini daha doğru kullanmayı öğrenmesi gerekir.İyi bir diksiyon konuşurken doğru nefesle konuşabilmeyi bilmekten geçer. Diksiyon eğitimi alarak bireyler yaşadıkları heyecanı da yönetmeyi öğrenirler. Kesintisiz konuşmak, nefes almadan konuşmak da konuşurken kişinin sesinde bozulmalara yol açar. Çabuk yorulur, nefessiz kalırlar. Konuşması akıcı olmaz. Diksiyon eğitimi ile birey diyafram nefesini kullanmayı ve daha uzun soluklu, akıcı konuşmalar yapmayı öğrenir. Tonlama ve doğru yerlerde es vermeyi de öğrenmiş olur.Bir diğer önerimiz ise kişinin bol bol kitap okuması ve kelime hazinesini geliştirmesidir. Sesli okumalar yapmak da konuşma akıcılığına destek olacaktır. Ayna karşısında okuma yapmak veya bir konu kapsamında ayna karşısında konuşmak da yaşanan heyecanla başa çıkılmasını kolaylaştırır. Kişi böylece hem konuşmalarının ön provasını yapar hem kendi sesini dinler.Ses kaydı yapmak, konuşmasını videoya alıp izlemekte kişinin heyecanını kontrol etmesini sağlar. Kişi kendi sesine ne kadar maruz kalırsa onu kabul etmesi de o kadar kolay olacaktır.Konuşurken hareket etmek ve beden dilini kullanmak da kişiye güven verecektir. Hem de dinleyenin dikkati konuşulanla beraber hareketlere de yönelecektir. Özellikle sahnede olacaksanız ve topluluğa hitap edecekseniz sahnede yürüyebilirsiniz. Bir alanda hareketsiz durmaktansa hareket edebilirsiniz. Hareketleriniz ayrıca dinleyenlere de orada hakimiyetiniz olduğunu hissettirecektir.Ayrıca konuşurken mümkünse ön hazırlık yapıp bir sunu hazırlayabilirsiniz. Sunumunuza görseller, konuşmanızı hatırlamanızı kolaylaştıracak kelimeler yazabilirsiniz. Videolarla, grafikler ve istatistiklerle dikkati üzerinizden alıp sunuma yönlendirebilirsiniz.Negatif enerjinizi atmak ve heyecanınızı boşaltmak için nefes egzersizleri öğrenebilir, kaygılandıkça uygulayabilirsiniz. Spor yapabilir, suyun iyileştirici ve rahatlatıcı gücünü kullanabilirsiniz.Konuşurken Heyecanlanıyorum Diyor ve Performansınızın Olumsuz Etkilendiğini Düşünüyorsanız Profesyonel Destek Almayı İhmal Etmeyin Kaynak:abapsikoloji Yazıyı Oku

Uzman: Hidayet ÇALIŞKAN

Yayınlanma: 11.04.2025