FEMİNİST BAKIŞ AÇISIYLA FİLM OKUMASI -BEN SENİN BİLDİĞİN ERKEKLERDEN DEĞİLİM-
İnsanlığın iki cinsi kadın ve erkek. Yıllarca sürmüş olan düzeni sağlamış olan erkeğin zamanla oluşturduğu düzenin bozulmasından sonra kadınların da bu düzende söz sahibi olmaya başlamasıyla sonuçlanmıştır. Bu düzen birçok alana sirayet etmiştir. Siyasi alanda kadınlar ülke yönetiminde kimi milletlerde söz sahibiyken örneğin Türkler kimi milletlerde söz sahibi olamamışlardır örneğin Avrupa. Oy kullanım hakkının kadınlara yıllarca verilmemesi de sosyal alanda kadını geri planda tutan önemli bir etkendi. Iş alanında ise ayrı rütbede çalışan kadın ve erkeğin farklı maaşlar alması ya da ayrı rütbede çalışmalarına rağmen kadının erkekten daha az saygınlık görmesi zamanla kadınların bütün alanlarda daha fazla söz sahibi olmasıyla sonuçlanmıştır.
Filmi Feminist Bakış Açısıyla Okumak
“Feminizm, temelde cinsiyet ayrımcılığına karşı tavır alan, kamu ve özel bütün alanlarda kadınların maruz kaldığı baskıların ve denetimlerin ortadan kaldırılması gerekliliğini savunan ve ataerkil yapılanmaların önüne geçerek kadınların meşru haklarına ulaşmada mücadele eden bir yaklaşımdır.”[1] Kadınların yıllardır dile getirmek istedikleri sözleri, açığa vuramadıkları duygularını erkeklere hatta tüm dünyaya göstermelerini sağlayan bir yol olmuştur feminizm. Kadınların ve erkeklerin her alanda eşit olduğu bir dünya tasavvurunu anlatan edebi eserler yazılmış yahut filmler çekilmiştir. Türk sinemasında kadın ve erkeğin rollerini değiştiği “Şendul Şaban” filmi ise buna verilebilecek bir örnektir. Ancak Şendul Şaban filminde sadece iki karakter, karı-koca rollerini değiştirmiştir. Bir de bu durumun tüm dünyaya sirayet etmiş halini düşündüğümüzde düzenin çok farklı olacağı açıktır. Bu durumun örneğini ise incelediğim filmde açıkça görülüyor.
Film Anlatımı ve Günümüz Dünyasıyla İlişkisi
Günümüz Fransa’sında geçen filmin adı “Ben Senin Bildiğin Erkeklerden Değilim”. Filmin henüz başında çeşitli kostümler giymiş çocukları görüyoruz. Cinsiyet ayrımının göze çarpmadığı kostümler giymişler. Pamuk prenses rolünü oynayacak kızın bir sebepten ötürü rolünü oynayamayacak olması sonucu erkek çocuklardan birisi ben oynarım diyerek kostümü giyiyor ancak sahneye çıktığında seyircilerin tamamı pamuk prenses giymiş çocuğa gülüyorlar. Bu durum çocukta travmatik bir etki bırakıyor. Bu travmatik olayı yaşayan çocuğun yıllar sonra psikologuyla yaptığı görüşmede anlatan filmin ana karakteri Damien olarak görüyoruz. Damien genç ve kadınların ilgisini çekebilen çapkın olarak nitelendirilebilecek bir erkek. Kadınlarla rahat bir şekilde iletişim kurabiliyor. Damien’in yazar arkadaşı Christophe’un bir kitabevindeki imza gününe katılan Damien orada etkili bir duruşa sahip olan Alexandra ile karşılaşıyor. Alexandra Christophe’un asistanı ve Damien’in karşılaştığı öteki kadınlardan farklı. Christophe ile oradan çıkan Damien sokakta yürürken göremediği bir direğe başını çarpıyor ve her şeyin değiştiği bir dünyaya uyanıyor. Alışık olduğumuz düzenin tam zıttı bir dünyada gözlerini açıyor. Kadınların doğum yaptığı ancak doğum iznine erkeklerin ayrıldığı, kasapta karı koca olarak çalışan çiftten kadının kasaplık yapıp erkeğin kasada durduğu bir dünya. Alışık olduğumuz dünyada hiç kadın çöpçü yoktur ancak bu dünyada çöpçülük yapanlar kadınlardır. Ağır işler kadının elindedir. Erkek bakıma muhtaç ve bir kadına sırtını yaslaması gereken konumdadır. Tarih boyunca kadının ve erkeğin kendilerine oluşturdukları tüm roller yer değiştirmiştir. Film kadınların yaşadıkları ayrımcılıkları göstermesi açısından faydalıdır. Örneğin bir bar sahnesinde Damien bardaki kadından içki ister ve içmeye başlar o sırada masada oturan başörtülü iki erkek vardır. Onlar da bardaki kadından servis isterler, iki kahve içmek istiyorlardır ancak başörtülü olmaları o barda servis almalarına imkan vermemektedir. Radikal feministler için ütopya olarak görülebilecek bir dünya gözümüzün önündedir ancak geniş perspektiften bakıldığı taktirde aslında yaşadığımız dünyadan bir farkının olmadığı görülmektedir çünkü değişen şey sadece roller. Feminizmin temeli kadın ve erkeğin eşit şartlarda olması üstünedir. Kadının üstün olması feminizmin ilkesi değildir. Bu noktada radikal feministleri dışarıda bırakarak filmde anlatılan dünyanın kadının ve erkeğin yaşadığı zorluklar konusunda empati yapmasını sağlamak olduğu düşünülebilir. Ataerkil dünyada erkeklerin herhangi bir zorluk yaşamadığı ve tüm zorlukları kadının yaşadığı anlatılır ancak doğumdan itibaren sosyal inşacı bir şekilde erkeğe yüklenen sorumluluklar ve zorunluluklar da erkeğin yaşamını güçleştirmektedir. Üstelik kadının yaşadığı zorlukları doğumdan itibaren seçemediği, toplumun ona yüklediği gibi toplum erkeğe de birçok zorluk yüklemektedir. Zeybekoğlu’nun sözleri bu durumu açıklar niteliktedir. Son yıllarda yapılan alan çalışmalarında, erkek olmanın bedellerine “imkansız erkeklik” kavramıyla dikkat çekilmeye başlanmıştır. Ataerkil sistem ile toplumsal cinsiyet pratiklerinin erkek bireye uyguladığı dayatmalardan bahsedilmiştir. “Erkek olabilmek” için bireyin neler yapması gerektiği ve dolayısıyla bütün bunların yalnızca kadınları değil erkekleri de olumsuz etkilediğine ilişkin somut deneyimler ortaya konulmuştur(Zeybekoğlu, 2010: 2). Filmin başındaki dünyada Damien’in kadın versiyonu olarak düşünülebilecek olan Alexandra’dan bahsetmek yerinde olacaktır.
Baskın Kadın Karakter Alexandra
Alexandra, Christophe’un asistanıyken kadın egemen dünyada Alexandra ünlü bir yazar ve Christophe onun asistanıdır. Alexandra yalnız ve güçlü bir kadındır. Birçok günübirlik ilişki yaşar, parası vardır, şöhreti vardır. Ataerkil düzende viski içen erkek bu filmde Alexandradır. Filmlerin genelinde bir klişe olarak gözümüze çarpan durum bu filmde de vardır. Alexandra günübirlik ilişkiler yaşayan, bir kez görüştüğü ve ilişki yaşadığı bir erkekle yeniden görüşmeyen ve bu sebeple kendisine takıntılı erkeklerin olduğu bir kadındır. Yıllara bölünmüş olan kavanozları vardır ve her kavanozda bilyeler bulunmaktadır. Bilyeler beraber olduğu erkekleri simgeler. Bu yolla yıllar içerisinde kendisindeki cinsel dürtüyü hesaplayabilmektedir. İzlediğimizde farklı gelen bu durumda aslında hiçbir gariplik bulunmamaktadır. Toplum bir erkeğin cinsel deneyimlerini genel gelişmesinin belirtileri olarak görmektedir; buna karşılık bir kadının yaşamındaki benzer deneyimlere korkunç bir felaket, şerefin ve insanda iyi ve soylu olan her şeyin yitirilmesi olarak bakılır.[2] Çünkü erkek bunu yapabiliyorsa ve toplum tarafından garip karşılanmıyorsa kadın yaptığı zaman da garip karşılanmamalıdır. Filmin başında Damien’in birçok kadınla beraber olmaya çalışması ya da filmin devamında Alexandra’nın birçok erkekle beraber olması bir nevi fahişelik gibi algılanmamalıdır çünkü “fahişe gerektiği gibi tanımlanacak olursa cinsel ilişkilerini kazanç amacına bağlayan kişi’den başka bir anlama gelmeyecektir.”[3] Her iki karakterin yaşam tarzı günümüzde kadın ve erkeği anlayabilmek ve her iki cinsin empati yapabilmesi açısından önemli karakterlerdir.Ayrıca Alexandra’nın rahat bir şekilde ilişkiler yaşaması elbetteki yalnızlığına da bağlıdır. “Sırasında ilişkiye girebilmek için, kadın olsun erkek olsun insanın yalnız olabilmeyi de bilmesi gerek.”[4]syf 83 Yalnızlık ona birçok avantaj sağlamaktadır ancak filmlerde bulunan bir klişe bu filmde de bulunmaktadır. Bir sahnede Alexandra genç bir erkekle beraber olduktan sonra onu evinden kovar ve elinde içkisiyle pencereden dışarıyı seyrederken karşı dairede romantik bir akşam yemeği için hazırlandığı üzerinde mumun yandığı ve içkilerin hazırlandığı masanın yanında bir erkeği görür. Erkek masayı hazırlamıştır ancak bir kadın göremeyiz zaten birkaç saniye sonra da erkek sandalyeye oturup ağlamaya başlar. Bu sahne Alexandrayı etkiler. Her ne kadar hayatında duygulara pek yer vermeyen yalnız ve güçlü bir kadın portresi çizse de filmlerin klişesi olarak sevgi, yakınlık, bağlılık Alexandra’yı etkilemiştir.
Christophe’un karısının doğum yapması üzerine Christophe doğum iznine ayrılmalıdır ve Alexandra kendisine asistanlık yapacak birisine ihtiyaç duymaktadır. Elbetteki bu iletişim ve organizasyon becerileri yüksek bir erkek olacaktır. Bu iş için Damien uygun görülür ve bir asistan gibi giyinir çünkü her ne kadar iş için orada bulunsa da toplum normları gereği erkekliğini ortaya koymalı, kısa bir şort ve vücut hatlarını ortaya çıkaran kıyafetler giymelidir. Damien’in öteki dünyada yaşadığı tüm hatıralar belleğindedir zaten bu sebeple yaşadığı dünya ona garip gelmektedir. Elinden bir şey gelmez ve o dünyanın normlarına uygun olarak giyinip gider iş yerine. Karşılaştığı kişi Alexandra’dır. Kitabevindeki imza gününde Alexandra’dan hoşlanmıştır ve bu yüzden onun için çalışmak Damien’e garip geliyordur. Damien’in öteki erkeklere benzememesi ve alışık olmadığı dünyada öteki erkeklere göre daha cüretkar hareketleri, kadını yaslanacak bir duvar olarak görmemesi ise Alexandra’nın Damien ile ilgilenmesini sağlar. Damien’in karşılaştığı her durum kendisine farklı görünmektedir. Sokakta üstsüz koşan kadınlar, bale yapan erkekler, akşam mumları yakıp şarap içen erkekler. Içinde bulunduğu dünyadaki erkeklerden farklı olması ve farklı konulardan bahsetmesi, olayları farklı yorumlaması Alexandra’ya ilgi çekici gelir ve Damien ile daha fazla ilgilenir. Damien ise kendisini gizlemesi ve ortama uyum sağlaması gerektiğini bilmez. Hoşlandığı kadına kendi dünyasından bahsetmektedir. O dünyada kadınların yaptıkları tüm işleri erkeklerin yaptığını, kadınların etek giydiğini anlatır. Anlattıkları o sırada yazacak bir şeyi olmayan Alexandra’ya ilginç gelir ve yeni kitap projesi olarak Damien’i görür. Damien’in hoşuna gidecek şekilde davranmaya başlar ve onu o dünyanın gey barına götürür. Kadınların dekolte giyindiği ve dans ettikleri bu sahnede -sahne her ne kadar abartılı olsa da- Damien kendini evinde gibi hisseder. Bu yolla Alexandra Damien’in gönlünü çalmayı başarır.
Filmdeki Erkeklik Rolleri
Film içerisinde küçük sürprizlerden mutlu olan erkek portresi çizilir. Bu duruma en büyük örnek Christophe’dur. O dünyadaki belki de en kabullenmiş erkektir. Karısı kendisini aldatır ancak çocuklarının olması ve sosyal statü sebebiyle karısını terk etmez. Elbette ki günümüzde bu durumu yaşasa bile karısını sevdiği ve bu durumu atlatabileceklerini düşündüğü için karısından ayrılmayan erkekler bulunacaktır. Her ne kadar yıllar içerisinde erkeklerin edindikleri bilgiler ve alıştıkları yaşam tarzı bu duruma ters düşse de dünya değişim halindedir ve erkekte de değişmektedir. Connell ve Messerschmidt’in (2005:836) belirttiği gibi, “erkeklikler bireylerin vücutlarına ya da kişilik özelliklerine gömülü sabir öğeler değildir; toplumsal eylem içerisinde edinilmiş pratiklerin düzenlenmesidir.” Damien’in ailesi kasaplık mesleğiyle uğraşırlar. Bir kasap dükkanları vardır ve anne et kesimi işleriyle uğraşırken boynuna sardığı şalıyla baba kasada durup müşterilerle para alışverişi yapmaktadır. Baba sürekli Damien’e bir kadın bulmasını ve hayatına bir düzen vermesi gerektiğinden bahseder. Baba, anneden çekinmektedir ve annenin sert görüntüsü babada kimi zaman hayranlık uyandırırken kimi zamanda ondan çekinmesine yol açmaktadır. Damien’in annesi babasını gençken aldatmıştır ancak baba bunu tolere etmiştir. Aynı şekilde filmin sonlarına doğru Christophe’un da aldatıldığını öğrenmesi bu üçlüyü şarapların içildiği bir ev oturmasında bir araya getirir. Kadınların arada böyle küçük kaçamaklar yapabileceğini ve bu durumu göz ardı etmek gerektiğinin konuşulduğu gecede Damien, Alexandra’dan bahseder ve bu duruma babanın verdiği duygusal tepkiler bakımveren konumunda olan erkeğin tepkileridir.
Toplum İçinde Kadın ve Erkek Rollerinin Değişkenliği
Kadının ve erkeğin toplumda edindikleri rolleri ve statüleri değişim içindedir. Sabit roller bebekliğimizden hatta çocukluğumuzdan itibaren bizlere öğretilir. Bebekken kızlara pembe renk içerikli kıyafet ve oyuncakların alınması, erkeklere ise mavi renkli kıyafet ve oyuncakların alınması daha o yaşlarda bizi ayrıştımaya doğru götüren bir durumdur. Bebeklikten çocukluğa geçen dönemde kızlar daha çok ev işlerinde annelerine yardımcı olmaya eğitilirler, erkekler ise daha çok dışarıdadırlar. Evin dışında yapılacak sorumlulukları yerine getirirler. Bu durum bir zaman sonra aslında güvenli alan olarak düşünülen evin içinde kalan kızın dışarı özlemini tetikler. Erkek ise sınırlı alanı olan ve yapacak şeyleri sınırlı olan kadını zamanla küçümsemeye başlar. Söz sahibi olan erkek olmaya başlar. Yeni insanlarla tanışan ve hayata karışan erkek zamanla kadını küçümsemeye başlar. Bu konuda Freud’un ataerkil yaklaşmı kadının penis kıskançlığından geldiğini, penisi olan erkeğin daha girişken ve daha toplumun içine karışan cins olduğunu ancak penisi bulunmayan kadının ise daha edilgen yapısı olduğunu söylemesi hem kadın analistler hem de feminist ve profeminist analistler tarafından sürekli eleştirilmiştir. Profeministler ise feminizme destek veren erkekler için kullanılır. Bu konuda Kimmel “Profeminist erkekler, kadın mücadelesinde ilk olarak özellikle oy hakkı,doğum kontrolü, cinsellik gibi konularda kadınların yanında yer alarak onlara destek olmuşlardır(Kimmel, 1987).
Freud’un penis konusunda söyledikleri cinsellikle alakalıdır ancak örtük manada sosyal olarak kadının daha geri planda kalması gerektiğini dile getirmiş olur. Kadının olaylara bakış açısı belki anaçlığından belki kadınlığın getirdiği hormonal düzenlemelerden dolayı daha ılımlı ve yumuşaktır ancak erkekler mücadelenin gereğinin sertlikten ileri geldiğini düşünebilirler ve bu kadın yaşayış yapısına ters düşebilmektedir. Bu konuda Anne Rupie “Yumuşaklık ve sevgi içermeyen hiç bir ölçü olamaz... Küçük kız penisi görür ve kendi organını araştırmaya başlar. Fakat penis kıskançlığının aynı zamanda sosyolojik anlamı vardır.”[5] Freud’un bahsettiği penis kıskançlığının sosyolojik olarak kadını geri plana ittiğini savunan bir görüş olduğundan bahseder. Freud’un kuramının ilerleyen safhalarında önceki görüşlerinden sapmaya başladığını ataerkil olan kuramını düzeltme yoluna gittiğini görürüz. Freud “Feminist bakış açısına sahip erkek ve kadın analistlerin benim burda söylediklerime karşı çıkması beklenir. Bu tür kavramların erkeklik kompleksinden kaynaklandığı ve erkekte doğuştan varolan kadınları küçümseme ve baskı altında tutma eğilimini kuramsal tabanda haklı çıkarabilmek için ortaya atıldığı düşüncesine karşı çıkmakta da güçlük çekmeyeceklerdir.”[6] Filmde ise aslında penisin varlığının hiçbir önemi yoktur. Kadın ve erkeğin dış görünüş olarak içinde bulunduğumuz dünyadan bir farklılığı yoktur. Kadın doğum yapmaktadır, vajinaya sahip olan kadındır, erkeğin penisi vardır. En temel düzeyde baktığımızda organların varlığı olarak hiçbir farklılık görülmez ancak sahip olunan özellikleri kullanma açısından içerisinde bulunduğumuz dünyadan ayrılır film. Penisin varlığı erkeği üstün yapmaz çünkü sosyal statü de üstünlük kadındadır. Bu durum cinsel ilişki biçimine de yansır. Cinsel ilişki yaşanırken baskın olan taraf kadındır.
Maskulinizm
Filmde göze çarpan bir diğer nokta ezilen erkeğin haklarıyla mücadele eden maskülinist gruplardır. Dünya düzeni insanlığın hangi cinsinin elinde olsa da ezilen tarafta olan cinsin bir şekilde isyan ettiğini görebilmekteyiz. Filmin başında Damien’in erkeğin yıl içerisinde kaç kez cinsel ilişkiye girdiğini ölçen bir telefon uygulaması geliştirmesi ve erkek iş arkadaşlarının takdirini topladığını ancak kadın iş arkadaşının bu uygulamayı saçma bulduğunu görüyoruz. Bu proje sayesinde Damien işinde ilerleme fırsatı kazanacaktır ancak kafasını direğe çarpıp uyandığı yeni dünyada bu uygulamayı saçma bulan iş arkadaşının patron olduğu kendi asıl patronunun ise şirkette düşük rütbeli bir çalışan olduğunu görür. Yeni patronuna karşı agresif tavırlar sergileyen Damien bu tavırlarından dolayı işinden atılır. Bu durumu Christophe ile paylaşır ve Christophe ona maskülinist derneklere başvurmayı önerir. Filmde ilk kez o zaman maskülinist dernek ile karşı karşıya geliriz. Maskülinistler erkeğin sosyal ve iş alanında ezilmişliği ile savaşırlar ve yapay göğüs takarak eylem yaparlar. Günümüzdeki feminist grupların bir benzerlerini de filmde görmekteyiz. Bu durum dünya düzeni kimin elinde olursa olsun eşitlik olmadığı takdirde bozulmaların olacağını göstermektedir.
Filmin Sonu
Filmin sonunda Alexandra ile Damien arasındaki yakınlaşma giderek artar. Beraber arabada giderken kiliseden çıkan bir çifti görürler ve evlenmeyi düşünürler iki tarafta evlenmek istediklerini söylerler ancak daha sonra Damien Alexandra’nın kendisini kandırdığını fark etmiş, Alexandra’nın zaten evli olduğunu öğrenmiştir. Bir bara gidip içerek bu durumu atlatmaya çalışır. Günümüzde de bir kadının yalnız başına bir bara gidip oturması ne derece zor ise filmde de aynısı olur ve birkaç kadın Damien ile konuşmaya çalışır. Onu taciz ederler. Bardaki kadının tanıdık bir kadındır ve Christope’un eşi Lolo’ya haber verir. Lolo, Christophe ve Alexandra Damien’i kurtarmak için bara giderler. Damien’i kurtarırlar ancak Alexandra ve Damien arasında bir tartışma başlar. Tartışma kavgaya dönüşür ve birbirlerine kafa atmaları sonucu bayılırlar. Alexandra tek başına uyanır ve gözünü açtığı dünyanın kendi dünyasından farklı olduğunu görür. Sokakta etek giyen kadınlar olduğunu ve güç gerektiren işleri erkeklerin yaptığını görür. Feminist bir grup kadının yaptığı eylemi şaşkınlıkla izlerken karşıdan seslenen Damien’i görür ve film biter.
Sonuç
Filmi erkek egemen dünyaya bir eleştiri yahut dünya düzeni kimin elinde olursa olsun bozuk bir düzen olur şeklinde okuyabiliriz. Film içerisinde erkeklerin birçok sıkıntı yaşadığını ve aslında o sorunları günümüzde kadınların yaşadığını görebiliyoruz. Günümüzde her kadın ve her erkek toplumun onlara öğrettiği şekilde yaşamıyor. Toplumun onlara öğrettikleri cinsiyet rollerinin gerekliliklerini uygulamayabiliyor çünkü aslında bizlere öğretilen roller aynı zamanda bizi zorunluluklarla başbaşa bırakan rollerdir. Simon de Beauvoir’ın meşhur “kadın doğulmaz, kadın olunur” sözü cinsiyetin toplumsal inşasını en güzel açıklayan örneklerden biridir.[7] Aynı sözü elbette ki erkekler için de söyleyebiliriz. Sonuçta insanlığı kadın ve erkek diye iki cinse ayırıp herkesin belirli rolleri olduğunu belirtmek yerine eşitliğin olduğu bir dünyanın en yaşanılası dünya olacağı düşünülmelidir.
KAYNAKÇA
Feminizm 19. Yüzyıl Klasiklerinden Seçmeler, çev., AFA Yayıncılık (İstanbul: AFA Yayıncılık, 1987).
Freud, Sigmund, “Kadın Cinselliği,” op. cit. 230Kepekçi, Egemen, “(Hegemonik) Bir Erkek Eleştirisi ve Feminizm Birlikteliği Mümkün mü?”Kadın Araştırmaları Dergisi, 2012.
Mitcel, J. Psikanaliz ve Feminizm. çev., Ayşe Kurtulmuş. İstanbul: Yaprak Yayınları: 1984.
Rupie, Anne, “ Kadın Psikanalistler Kadın Özgürlüğü İçin Ne Diyor?” New York Times, Şubat, 1972.
Taş, Gün, “Feminizm Üzerine Genel Bir Değerlendirme: Kavramsal Analizi, Tarihsel Süreçleri ve Dönüşümleri”, Akademik Hassasiyetler, Mayıs, 2016.
[1]Gün Taş, “Feminizm Üzerine Genel Bir Değerlendirme: Kavramsal Analizi, Tarihsel Süreçleri ve Dönüşümleri”, Akademik Hassasiyetler, Mayıs, 2016, 163.
[2]Feminizm 19. Yüzyıl Klasiklerinden Seçmeler, çev., AFA Yayıncılık (İstanbul: AFA Yayıncılık, 1987), 139.
[3]Feminizm 19. Yüzyıl Klasiklerinden Seçmeler, çev., AFA Yayıncılık (İstanbul: AFA Yayıncılık, 1987), 138-139.
[4]Feminizm 19. Yüzyıl Klasiklerinden Seçmeler, çev., AFA Yayıncılık (İstanbul: AFA Yayıncılık, 1987), 83.
[5]Anne Rupie, “ Kadın Psikanalistler Kadın Özgürlüğü İçin Ne Diyor?” New York Times, Şubat, 1972.
[6]Sigmund Freud “Kadın Cinselliği, op. cit. 230.
[7]Egemen Kepekçi, “(Hegemonik) Bir Erkek Eleştirisi ve Feminizm Birlikteliği Mümkün mü?”, Kadın Araştırmaları Dergisi, 2012, 71.
Yayınlanma: 24.11.2021 12:47
Son Güncelleme: 24.11.2021 12:47

Bunları da sevebilirsiniz...
Tükenmişlik sendromu nedir?Tükenmişlik sendromu adı verilen psikolojik hastalık, 1974 yılında ilk olarak Herbert Freudenberger tarafından başarısızlık, yıpranmışlık, güç ve enerji düzeyinin azalması, tatmin edilmez isteklerin oluşması sonucunda bireyin içsel kaynaklarında oluşan tükenmişlik durumu olarak tanımlanmıştır.Christina Maslach tarafından ise hastalık " İş yaşantısı gereği yoğun duygusal taleplere maruz kalan ve devamlı olarak insanlarla yüz yüze olan bireylerde görülen fiziksel bitkinlik, uzun süren yorgunluk, çaresizlik ve umutsuzluk duygularının, yapılan işe, hayata ve diğer insanlara karşı olumsuz tutumlarla yansıması ile oluşan bir sendrom" olarak tanımlanmıştır.Özellikle bir bireyin kaldırabileceği iş yoğunluğunun üzerinde bir tempo ile çalışan kişiler ve yoğun stres altındaki bireylerde görülen tükenmişlik sendromunda bireyin kendini bu koşullar altında çalışmaya zorlaması sonucunda belirli bir evreden sonra çöküş başlar ve hastalık kendisini belli etmeye başlar. Günümüz toplumuna bakıldığında bu hastalığın tanınırlığı,ünlü kişilerde görülmesi ile atmıştır. Buna bağlı olarak sendromla mücadele eden pek çok kişide hastalıkları hakkında şüphe ve farkındalık oluştuğu görülür.Tükenmişlik sendromu belirtileri nelerdir?Bedensel tükenmişlik hissi,Duygusal tükenmişlik hissi,Kişiyi esir alan olumsuz düşünceler,Karamsarlık,Basit işleri bitirmekte zorlanma,İşten soğuma,Umutsuzluk,Kendini değersiz hissetme,Azalmış mesleki özgüven,Unutkanlık ve dalgınlık,Sürekli yorgunluk ve bitkinlik hissiyatı,Dikkat dağınıklığı,Uyku Problemleri,Sindirim sistemine ilişkin problemler,Kalp çarpıntısı,Solunum güçlüğü,Baş, sırt ve bacaklar olmak üzere vücudun belli bölgelerinde ağrıBu nedenlerin haricindetükenmişlik sendromunun daha pek çok kişiye özgü semptomu ile karşılaşmak mümkündür. Bu nedenle yukarıda verilen belirtilerden birkaçını kendisinde gören kişilermutlaka tükenmişlik sendromuna ilişkin testlerden geçmelidir.Tükenmişlik Sendromu Neden Olur?Tükenmişlik sendromu daha çok işle ve iş stresiyle ilgilidir, kişi işinde keyifsizken iş dışındaki yaşamında kendini keyifli hissedebilir. Depresyondaki olumsuz duygular ise hayatın tümüne yayılır. Ancak ikisi birbirini tetikleyebilir. Depresyonda olan kişinin tükenmişlik yaşama ihtimali güçlüyken, tükenmişliğin artarak devam etmesi ve başka olumsuz olaylarla birleşmesi de kişiyi depresyona sokabilir.Sürekli olarak yüksek düzeyde strese maruz kalan herkestükenmişlik sendromugeliştirebilir. Özellikle mesleki olarak başkalarına müdahale etme konumunda olan bireyler, örneğin acil durumlara ilk müdahale ekipleri, doktorlar ve hemşireler gibi profesyoneller tükenmişlik sendromuna karşı normalden daha savunmasızdır.Kariyer kaynaklı tükenmişlik sendromunun yanı sıra, çocuklara, hastalara ya da yaşlılara bakan bireylerde de bu tür aşırı yorgunluk gözlemlenebilir. Yakın zamanda yapılan bilimsel araştırmalar tıpkı doktorlar veya işletme yöneticileri gibi anneler ve babaların da tükenmişlik sendromundan etkilenebileceğini saptamıştır.Tükenmişlik sendromu tedavi yöntemleri nelerdir?Tükenmişlik sendromuher ne kadar bireyin sosyal ve psikolojik yaşamını altüst etse de tedavisi kolay ve oldukça etkilidir. Sendromun ilerlemişlik düzeyine bağlı olarak hastalığın tedavi süreci de değişkenlik gösterir. Şiddetli olmayan durumlarda sendrom bireyin kendi kendine alacağı önlemler, iş yaşamında ve sosyal hayatında yapacağı düzenlemeler ile büyük ölçüde ortadan kaldırılabilir. Bunun sağlanabilmesi için mutlaka ruh sağlığına ilişkin muayenelerin yapılmış olması gerekir. Bu görüşmeler esnasında sendromun ortaya çıkışında rol oynayan faktörler belirlenerek tedavi sürecinde bu faktörlere yönelikönlem almak hedeflenir. Sendromun aşırı şekilde şiddetlenmiş ve ilerlemiş olduğu, kişinin iş yaşantısına veya günlük hayatına devam edememesine neden olduğu durumlarda hekim tarafından önerildiği takdirde ilaç tedavisi gerekli olabilir. Psikolojik tedavi sürecinde hastalığa yol açan etkenlere yönelik düzenlemelerin ardından bireyler kendilerine yeterli miktarda vakit ayırmaya, hobiler edinmeye ve bunları hayatının bir parçası haline getirmeye özen göstermelidir. İş hayatına ilişkin kafasında büyüttüğü sorunlar var ise iş saatleri haricinde bu konuları kafasından uzaklaştırmayı, bir diğer deyişle işi işte bırakmayı denemelidir. Yeterli miktarda dinlenmek, uyku düzenine gereken hassasiyeti göstermek ve dengeli beslenmek de tedavi sürecinde oldukça önemlidir. Ayrıca düzenli olarak spor yapmak da mutluluk hissi veren hormonların kandaki düzeylerinin yükselmesine neden olarak tükenmişlik sendromu ile mücadele sürecine destekte bulunur. Bu nedenle düzenli bir egzersiz planı belirlenerek buna sadık kalmak faydalı olacaktır.Tükenmişlik sendromu, başlangıçta küçük önlemler ile kendi kendine iyileşebilir bir durum olmakla birlikte tedavi edilmediği takdirde ilerleyerek çok daha ciddi boyutlu sağlık sorunlarına yol açabilir. Bu nedenleeğer bir bireyde tükenmişlik sendromu mevcut ise bu sorunun erken dönemde teşhis edilmesi ve bir an önce tedavi planının belirlenmesinin tedavi başarısı açısından çok büyük bir öneme sahip olduğu unutulmamalıdır. Eğer siz de tükenmişlik sendromuna yakalandığınızı düşünüyorsanız, derhal bir sağlık kuruluşuna başvurarak alanında uzman bir psikiyatr ile görüşebilirsinizTükenmişlik Sendromu yaşayan kişilerin ortak özelliklerine baktığımızda;Stresli bir yaşama sahip olmaları,İş sorunları yaşamaları,Aile problemlerinin meydana gelmesi,Ün ve şöhret problemleri,Ruhsal bozukluklara yatkın olma durumu,Özel hayatla ilgili (partner sorunları) sorunların olması,Yalnızlık hissinden çıkamama gibi pek çok nedeni vardır.Peki bu sendrom ile nasıl başa çıkabiliriz?En etkili yöntem psikoterapi sürecidir. Bunun dışında kendinize yeni rutinler oluşturabilirsiniz. Yeni rutinler oluştururken bazı şeylere dikkat etmelisiniz. Bu oluşturacağınız rutin mümkünse daha öncesinde deneyimlemediğiniz ama şu an deneyimlemeye çalışacağınız bir şey olmalı ve sizi bu rutini gerçekleştirme konusunda teşvik etmelidir. Teşvik edici olmayan her rutin yarıda bırakılabilir, bu durumda süreci olumsuz etkileyebilir. Yeni insanlar tanıyarak ve sosyalleşerek, eski arkadaşlar ile görüşme sıklığınızı arttırarak kendinize destek olabilirsiniz. Önemli olan süreç içerisinde neler yaptığınızdır. Mümkün olduğunca stres ve stresi yaratan/yaratabilecek ortamlardan uzak durmak sizin için oldukça iyi olacaktır. Kendinize yapacağınız en büyük iyilik, kendinize güzel bir hayat sunabilmektir.Sevgiler <3Psikolog ve Aile Danışmanı Yeliz Dilara KOÇAK . Yazıyı Oku
Uzman: Yeliz Dilara KOÇAKYayınlanma: 25.05.2023
KAFANIN İÇİNDE İÇ SES/İÇ KONUŞMALAR NORMAL MİDİR?Kafanın içerisinde iç ses duymak aslında normal değildir ve mutlaka ayırıcı tanısının yapılması gereklidir. 1. Muhakeme ile ayır etmek gerekir. Muhakeme, ben şu meseleyi böyle mi yapıyım, böyle mi, buradan çıkınca Üsküdar’a mı gideyim, Kadıköy’e mi gideyim, bu meselenin artısı, eksisi nedir diye tartmak bu bir muhakemedir, tamamen normaldir. Kişiler uykuya dalarken, veya uyanırken herhangi bir iç ses duyması tamamen normal kabul edilir. Kafanın içinde uğultu ve çınlama gibi sesler duyabiliriz, bunlar kulak, burun, boğaz veya nörolojik rahatsızlıklar içerir. Aslında iç seste ayırt edilmesi gerekilen en önemli şey psikotik bozukluklarda olan sesten ayırt etmektir. Psikotik rahatsızlıklarda olan sese biz halüsinasyon diyoruz. Halüsinasyon daha çok kulağımızla duyduğumuz, dışardan gelen, daha kısa cümleler şeklindedir. Halbuki, Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu’ndaki iç sesler daha iç konuşma şeklindedir, diyalog şeklindedir ve zihinsel bir mesaj şeklindedir. Dissosiyatif vakalardaki seste ayırt edilmesi gerekilen en önemli meselelerden biri din veya şeytandan ayırt etmektir. Bazı insanlar zihin içerisinde duyulan seslerin doğa üstü güçlerden olduğuna inanırlar, zihnin içine cinlerin girdiğine, üç harflilerin girdiğini düşünürler. Maalesef cinci hocalar bu yoruma katılıp, cin çıkarma işlemi yaparlar. Geçenlerde Vatikan’da daha fazla cin çıkarma işlemi yapacak personele ihtiyaç olduğuna dair bir gazete haberi vardı. Maalesef, Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu’ndaki bu iç sesin, cin veya üç harfli ile izah edilmesi hem hastaya zarar verir, hem cin çıkarma işlemi hastalığın daha karmaşık hale gelmesine sebep olur. tedavinin çok kısa bir döneminde kendini cin olarak tanımlayan sesler aslında nasıl var olduklarını, diğer alter kimliklerden farklarının olmadığını anlarlar ve kısa bir zaman içinde zihnin bütününe entegre olurlar. DİSSOSİYATİF KİMLİK BOZUKLUĞU NEDİR?Dissosiyatif kimlik bozukluğu psikiyatrik bir rahatsızlıktır. Zihin bölünmesi olarak çevirebiliriz. Çocukluk döneminden başlayan bir rahatsızlıktır. Aslında bir baş etme mekanizmasıdır. Şöyle düşünün: bir çocuk zor bir anı yaşıyor, travmatik bir olay yaşıyor. Dövülme, aşırı eleştirme, cinsel istismar, yalnız kalma, aile içinde zorlu yaşantılar, fiziksel bir rahatsızlık gibi, bu çocuğu o kadar çok etkiliyor ki çocuk, bu acıya dayanamıyor, bu acıyı zihnin bütünlüğünün dışına çıkarıyor. Bir nevi içinden bir fonksiyonu, zihinsel fonksiyonu bütünün dışına atmış oluyor. Bu ayrılan parça yapay zekâ gibi kendi içinde evrilerek ayrı bir zihin yapısına dönüşüyor. Böylece zaman içerisinde sanki kendisi ayrı bir kişiymiş gibi davranmaya başlıyor. Dolayısıyla hafızayı, düşünmeyi dolayısıyla davranışları bu ayrışmış kimlik etkilemeye başlıyor. Aslında baş etme mekanizması olan bir hal zamanla kendisi bir probleme dönüyor. Aslında hemen hemen tüm toplumlarda gözüküyor, evrensel bir rahatsızlık. Ağır haliyle, en klasik haliyle toplumun aşağı yukarı %1’inde var. Daha hafif haliyle %3-5 arasında bir sıklıkla görülüyor. Bu şekilde düşünürsek Türkiye’de aşağı, yukarı geniş anlamda bir milyona yakın kişinin bu rahatsızlığı yaşadığı söylenebilir.DİSSOSİYATİF KİMLİK BOZUKLUĞU BELİRTİLERİ NELERDİR?Dissosiyatif kimlik bozukluğunun belirtileri zihnin bölünmesi üzerinden anlamak lazım. Zihin bölününce bu ayrı fonksiyon haline gelen hale biz alter diyoruz. Eğer kişide birden fazla kimlik hali oluşursa bu kimlik değişimleri zihnin kontrolünü değişik zamanlarda yaptığı için bir dizi belirti oluyor. Aşağı yukarı 3 tane temel belirti oluyor. Bir, alter kimlikler kendi içlerinde bir konuşma veya kişiyle konuşma yapıyorlar. Bundan dolayı bir iç ses duyma hali oluşuyor. İkinci belirti kimlikler arasındaki değişimlere bağlı amnezi, yani unutkanlık oluyor. Şöyle düşünün, normalde orijinal kimlik bedeni kontrol ederken, alter diğer kimlik, bedeni kontrol ederse değişik düzeyde bir unutkanlık, dalıp gitme, olup bitenden haberdarlığın azalması hali oluşabilir. Bu unutma sanki ben yapmıyorum, uzaktan seyrediyorum gibi olabileceğinden, olup biteni hiç hatırlamama düzeyine kadar olabilir. Üçüncü, yine alter kimliklerin değişimine bağlı kişinin ruh halinde ve yüz ifadelerinde oldukça hızlı olan değişmelerdir. Kişi sanki gün içinde çok hızlı, olağandan fazla değişiyordur. Bu değişim ruh halinde sevinçliyken, abartılı hüzünlü hale geçip çok güçlü ağlamaya, ufak bir meseleye çok güçlü bir şekilde öfkelenmeye dönüşebilir. Bu kişiler kendilerini tanırken bu iç ses duyma ve sanki içimde birden fazla kişilik var, benim içimde sanki başka biri var hissi yaşayabilirler. Bu birden fazla kişiye sahip olmuş olma, içinde sanki başka biri varmış gibi hissi kişinin bu rahatsızlık bende var mı sorusunu sormasına sebep olmalıdır.DİSSOSİYATİF KİMLİK BOZUKLUĞUNUN GÜNLÜK HAYATA ETKİLERİ NELERDİR?Dissosiyatif kimlik bozukluğunda hafıza ve kimliklerin sürekliliği bozulur. Alterler arasında sürekli bir etkileşim ve değişim olur. Zihnin bütünsel halinin devam edememesi, birçok soruna yol açar. Gündelik hayatı sürdürmek, kişi için oldukça zorlaşır. Okul başarısı bozulur, çünkü hafızayı etkiler. Eş ile ilişkileri olumsuz etkiler çünkü karşıdaki bir insanla uzun süreli yakın ilişkileri sürdürmek zor olur. Yaşam biçiminde değişimler, tutarsızlıklar oluşur. Örneğin bir alter kimlik dindar bir kimlik iken, başka diğer bir kimlik dindarlıktan oldukça uzak bir kimlik özelliğinde olabilir. Biri daha dindarlıkla ilgili ritüeller yaparken biri çok daha farklı yaşam tarzları oluşturabilir. Bu kişilerde sürekli bir acı olduğu için intihar girişimleri ve kendine zarar verme davranışları sıktır. Ayrıca “host kimlik”, ev sahibi kimlik, günü en fazla geçiren kimlik, genellikle depresiftir. O yüzden bu kişiler, gündelik hayatı sürdürebilecek enerjiyi çoğu zaman bulamaz olurlar. DİSSOSİYATİF KİMLİK BOZUKLUĞUNDA CİNSEL TACİZ ŞART MI?Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu için cinsel taciz şart değildir. Travmatik bir yaşantı 11 yaşından önce çocukluk döneminde olan bir yaşantı şarttır. Ama bunun illa bir cinsel taciz olması gerekmez. BİZ ÇOCUKLUK çağı travmalarını iki anma grupta özetliyoruz. Bir tanesi istismar, diğeri ihmal… İstismarın üç boyutu var. Cinsel, fiziksel ve duygusal… Cinsel istismar, 18 yaşından küçükken kişinin kendisinden beş yaş büyük veya iki yaş büyük bir aile üyesi tarafından istemediği bir cinsel yaşantıya zorlanmasıdır. Fiziksel istismar ise kişinin başkabiri tarafından, kendinden büyük biri tarafından dövülmesidir.Mahallede çocukların kendi arasındaki kavgalar fiziksel istismardan sayılmaz. Duygusal istismar ise kişi ile ilgili sürekli aşağılayıcı onu zora sokacak, kötüleyecek tarzda sözlere maruz kalmasıdır. İhmal ise –fiziksel ihmal- kişinin beden sağlığı, eğitim gibi fiziksel ihtiyaçlarının karşılanmaması halidir. Duygusal ihmal ise çocuğun ihtiyaç duyduğu sevgiyi, ilgiyi ve ihtimamı görememesidir. İstismar ve ihmal en önemli neden iken bazen erken dönemdeki fiziksel bir hastalık, anne babanın geçimsizliği, uzun süre akranlarından uzak kalma, yalnız kalma, anne ve babadan uzakta büyütülme gibi hallerde bölünmeye neden olabilir. Çocukluk çağı travmatik yaşantıları dissosiyatif kimlik bozukluğu oluştururken, gerekli şartlardan bir tanesi de dissosiyasyon kapasitesidir. dissosiyasyon kapasitesi çocuğun hayal kurma veya hipnoza yatkınlığıtla belirlenir ve kişiden kişiye değişir. Bir nevi iki şartın bir araya gelmesi gerekir. Dissosiyasyon kapasitesi yüksek olan bir kişide daha küçük travmatik yaşantılar dissosiyatif kimlik bozukluğu oluştururken, Dissosiyasyon kapasitesi daha düşük olan kişilerde ancak daha şiddetli travmatik yaşantılar dissosiyatif kimlik bozukluğu oluşturur.DİSSOSİYATİF KİMLİK BOZUKLUĞU TANISI NASIL KONULUR?Dissosiyatif kimlik bozukluğu psikiyatrik rahatsızlıklar içerisinde en fazla atlanan tanı grubudur çünkü sıklıkla akla gelip sorgulanmaz. Halbuki bu tanıdan şüphelenmek en önemlisidir. Özellikle, zihin içinde bir konuşma var ve kişi psikotik görünümde değil ise bu rahatsızlığı düşünmek lazım. Tanının konulması için şüphelenme ve bunun ile ilgili soruların sorulmasıdır. Genellikle tanı klinik görüşme ile konur ama yardımcı olarak da Dissosiyatif Yaşantılar Ölçeği (DYÖ) ve Dissosiyatif Görüşme Formu dediğimiz iki tane ölçek ve görüşme formu vardır. Bunlar da kullanılır. Ama en önemli şey özellikle, psikotik bozuklukta, depresyonda, bipolar bozuklukta ve sınırda kişilik bozukluğundan ayırt etmek gerekir çünkü sıklıkla bu rahatsızlıklarla karışır. Bence, Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu bir halk sağlığı sorunudur çünkü Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu’nun hem tanınmasında ciddi problem var hem de tedavi eden kişi sayısı nerdeyse bu ülkenin nüfusunda bir elin parmaklarından az. Bu ikisi bir araya geldiğinde aslında önemli bir halk sağlığı sorunu ile karşı karşıyayız. DİSSOSİYATİF KİMLİK BOZUKLUĞUNUN TEDAVİSİ NASIL YAPILIR?Dissosiyatif kimlik bozukluğunun temel tedavisi psikoterapidir. Psikiyatride ilaçların pek bir işe yaramadığı durumlardan biri budur. İlaçlar ancak belirtileri azaltır. Ana mekanizmayı, ayrışmış zihinleri bir araya getirmeyi, beceremez. O yüzden, kalıcı bir düzelme sağlamaz. Temel tedavi psikoterapi demiştik ve ne kadar süreceği konusu kişinin rahatsızlığının ne kadar şiddetli olduğuna ve bizim hangi yaş aralığında fark ettiğimize göre değişir. Spektrumun bir ucunda en hafif vakaları düşünün, orta ve ağır olarak düşünürsek eğer, hafif halinde ortalama 10 seans yeterli olabilir. Orta şiddetteki bir vakada 20 ila 40 seans devam edebilir. Eğer spektrumun en ağır ucundaysa kimlikler birbiriyle tamamen ayrışmışsa, aralarında unutkanlıklar var ise, travmatik yaşantılar ağır ise, kişi daha genç yaşta farkına varılmış ise, böyle bir durumda 50 seans veya daha fazlası gerekebilir. Bu 1 yıldan uzun, devamlı bir psikoterapi demektir. Kaynak:https://www.medaimyanikklinigi.com/dissosiyatif-kimlik-bozuklugunun-tedavisi-nasil-yapilir/ Yazıyı Oku
Uzman: Hidayet ÇALIŞKANYayınlanma: 25.05.2023
Bağlanma , anne ve bebek arasında olan bebeğin 0-3 yaş arasında temelini oluşturduğu dönemdir . Bağlanma güvenli , güvensiz , kaçıngan şeklinde gerçekleşebilir. Benim üstünde durmak istediğim güvensiz bağlanma olacak çünkü güvensiz bağlanma olduğunda bireyler yetişkinlik dönemlerinde ilişkilerinin temelini güvensiz , bağımlı , sağlıksız bir şekilde gerçekleştirebilmektedir.Güvensiz bağlanma, bebeğin ağladığında , acıktığında , anneye ihtiyacı olduğunda annenin bebeğinin yanında olamaması durumunda bebeğin kaygılanması , anne tarafından terk edildiğini düşünmesi , ihtiyacı olduğunda annenin onun yanında olmayacağına dair düşünce sistemi geliştirmesine sebep olabilir. Özellikle 0-3 yaş arasında nesne sürekliliği dediğimiz kavram gelişmediği için annenin bebeğini yalnız bırakmaması , onunla göz teması kurması , fiziksel olarak ona sarılması sevgisini göstermesi bebeğin ihtiyacı olan duygulardır.Güvensiz bağlanma olduğunda ergenlik ve yetişkinlik dönemine gelindiği zaman birey ilişkilerini bağlanma problemi olması sebebiyle kaygılı, terk edilme korkusunu yoğun yaşadığı için partnerine karşı bağımlılık boyutuna varan bir bağ kurması , patolojik ( sağlıksız, zarar verici , aşırı ) kıskançlığın var olabilme durumu , kontrol etme isteğinin artması , güven problemlerinin olması bağlanma güvenli olmadığı zaman karşılaşılabilecek durumlardır.Güvensiz bağlanan biri ilişkilerini de güvensiz bir şekilde şekillendirir çoğu zaman bunu bilinçsiz farkında olmadan yapabilir. İlişkileri geçmişte çözülmemiş , üstü kapatılmış, yüzleşmekten kaçındığı , bilinç altına attığı hatırlamak istemediği anne ve kendi arasında olan süreçleri kapsamaktadır fakat burada bunu fark etmek ve destek almaktan kaçmamak gerekmektedir.Güvensiz bağlanan bir kadın veya erkek partnerine ‘sensiz yaşayamam ‘ , ‘sen yok isen ben bir hiçim ‘ , ‘sen olmayınca kendimi boşlukta hissediyorum ‘ , ‘ o yok ise ben yetersiz bir insanım ‘ , ya hep ya hiç düşünce tarzı kişiye hakim olmaktadır. Güvensiz bağlanan kişi kendini yetersiz, sevilmeye laik olmayan, kimse tarafından sevilecek bir yönü olmadığını düşünen biri olabilir.Güvensiz bir şekilde bağlanma problemi olan kişi ya ilişkisindeki partnerine çok bağımlı olabilir veya çok kaçıngan , mesafeli de durabilir. Bağımlı kişilik geliştiği zaman partnerine karşı hayır diyemez, sınır koymakta güçlük çeker , partneri ne diyorsa yapmaktan ve sorgusuz kabul etmekten çekinmez yeterki o yanında olsun düşüncesi söz konusudur . Bağımlı kişilik Kendinden , kendi özel alanında vermeye çok hazır bir şekilde beklemektedir. Partnerlerini seçer iken genelde başarılı , insanlara karşı üstten bakıp diğerlerini kendi becerilerinin altında gören , ben merkezci , mükemmeliyetçi , öz sever kişilerden seçebilmektedirler . Bu kişilik yapıları narsisistik kişilik yapılarıdır. Narsisistik bireyler ile bağımlı kişilik yapıları birlikte ilişki içerisinde görülebilir. Narsisistik kişi bağımlı kişinin kendinden ödün verici , ona karşı bağımlı yönünden tatmin olur ve bağımlı kişi ile olmak onun aradığı ilgiyi , onayı ve takdiri ona sunan kişi konumundadır.Bağımlı kişi ise narsisistik kişiyi seçmesinin nedeni onun için hayal edilemeyen , ulaşılamayacak beceri ve yeteneklere sahip olduğunu düşündüğü ve yüceleştirdiği narsisistik kişi onun için tatmin edici bir ilişki olmaktadır . Bağlanmanın sağlıksız olduğu romantik ilişkilerde ilişkiler kısır bir döngüye girebilir. Sevilmek, değer görülmek , saygı duyulmak , ait hissetmek , güvenmek gibi temel ihtiyaçları ilişkiden elde etmek giderek zorlaşabilir. Başlarda narsistik bir kişinin ilgisi bağlanma problemi olan partneri cezbedebilir onun için doyurucu da olabilir fakat zamanla bütün temel ihtiyaçların karşılanmadığı toksik bir ilişkinin de meydana gelmesi kaçınılmaz olabilir.Bağımlı kişinin sınır koyamadığı , hayır demekte güçlük çektiği , partnerini kaybetmekten korktuğu ve onu kaybetmemek adına sağlıksız ve mantıksız davranışlarda bulunduğunu görmek karşılaştığımız durumlardır . Burada önemli olan ilişkinin kalitesini bireylerin değerlendirmesi , olumsuz etkilerin farkında olmaları , ilişkinin toksik bir hale geldiğinin bilincinde olmaları terapi almaya ihtiyaç duyduklarını kabul etmeleri önem arz etmektedir.Terapiye bağlanma problemi olduğu için romantik ilişkiye de yansıma ihtimalinin yüksek olmasından dolayı çift şeklinde katılmak tedaviye iyi yanıt verme ihtimalini arttıracak olup iyileşme süresini de uzun süreli bir hale getirmektedir. Problem çiftler arası bir durum ise sadece çiftlerden birinin psikolojik destek alması , farkındalığın artması , sağlıksız durumları anlatması ve davranış ve düşüncesinin arasında bağlantı kurması çiftin birlikte aldığı desteğe kıyasla değişimi daha yavaş ve ilerlemesi de daha yavaş olacaktır.Güvensiz bağlanma olması yaşam boyunca bireyin kimseye güvenmediği , güvenmekte zorluk yaşadığı , korkuları sebebi ile kendisini bir ilişkiye hiç bir zaman hazır hissedemediği , denemeye karşı cesaretinin az olması , risk almaktan kaçınması , kararlarının sorumluluğunu almakta güçlük çekmesi gibi bir çok durum romantik ilişkilerinde varlığını sürdürebilir. Psikolojik destek aldığı zaman kişi bu kısır döngüyü nasıl kıracağının da farkında olup baş etme şeklini değiştirir ve psikolojik olarak güçlenmeye başlar. Terapi sayesinde birey , Psikolojik güçlenme ardından romantik ilişkilerini daha etkili bir biçimde yönetme becerisi kazanır.Bağlanmanın sağlıklı olmaması ilişkilerinizi sürekli bu şekilde olumsuz , yıpratıcı bir şekilde devam etmeniz , kaçınmanız anlamına gelmemektedir bu size kısa vadede stresten uzak tutacaktır fakat uzun vadede kişiliğinizden ödün verici konumda olmanız benlik saygınızı da düşmesine sebep olabilir.Romantik ilişkisinde de bağlanma problemi olan bireylerin 0-3 yaş arasını incelemek gerekiyor. Psikolojik destek almak çok gerekli ve ertelenmemeli . Siz de şu an ilişkinizde buna benzer problemler yaşıyor ve yönetemiyor ,baş etmekte zorluk çekiyor iseniz ruh sağlığı alanında uzman olan ( psikiyatri , psikolog) destek almanızı öneririm. Yazıyı Oku
Uzman: Nazife YÜCELYayınlanma: 22.05.2023