1. Uzmanlar
  2. Muhammed Cihad IŞIK
  3. Blog Yazıları
  4. FEMİNİST BAKIŞ AÇISIYLA FİLM OKUMASI -BEN SENİN BİLDİĞİN ERKEKLERDEN DEĞİLİM-

FEMİNİST BAKIŞ AÇISIYLA FİLM OKUMASI -BEN SENİN BİLDİĞİN ERKEKLERDEN DEĞİLİM-

İnsanlığın iki cinsi kadın ve erkek. Yıllarca sürmüş olan düzeni sağlamış olan erkeğin zamanla oluşturduğu düzenin bozulmasından sonra kadınların da bu düzende söz sahibi olmaya başlamasıyla sonuçlanmıştır. Bu düzen birçok alana sirayet etmiştir. Siyasi alanda kadınlar ülke yönetiminde kimi milletlerde söz sahibiyken örneğin Türkler kimi milletlerde söz sahibi olamamışlardır örneğin Avrupa. Oy kullanım hakkının kadınlara yıllarca verilmemesi de sosyal alanda kadını geri planda tutan önemli bir etkendi. Iş alanında ise ayrı rütbede çalışan kadın ve erkeğin farklı maaşlar alması ya da ayrı rütbede çalışmalarına rağmen kadının erkekten daha az saygınlık görmesi zamanla kadınların bütün alanlarda daha fazla söz sahibi olmasıyla sonuçlanmıştır.


 


Filmi Feminist Bakış Açısıyla Okumak

“Feminizm, temelde cinsiyet ayrımcılığına karşı tavır alan, kamu ve özel bütün alanlarda kadınların maruz kaldığı baskıların ve denetimlerin ortadan kaldırılması gerekliliğini savunan ve ataerkil yapılanmaların önüne geçerek kadınların meşru haklarına ulaşmada mücadele eden bir yaklaşımdır.”[1] Kadınların yıllardır dile getirmek istedikleri sözleri, açığa vuramadıkları duygularını erkeklere hatta tüm dünyaya göstermelerini sağlayan bir yol olmuştur feminizm. Kadınların ve erkeklerin her alanda eşit olduğu bir dünya tasavvurunu anlatan edebi eserler yazılmış yahut filmler çekilmiştir. Türk sinemasında kadın ve erkeğin rollerini değiştiği “Şendul Şaban” filmi ise buna verilebilecek bir örnektir. Ancak Şendul Şaban filminde sadece iki karakter, karı-koca rollerini değiştirmiştir. Bir de bu durumun tüm dünyaya sirayet etmiş halini düşündüğümüzde düzenin çok farklı olacağı açıktır. Bu durumun örneğini ise incelediğim filmde açıkça görülüyor.


Film Anlatımı ve Günümüz Dünyasıyla İlişkisi

Günümüz Fransa’sında geçen filmin adı “Ben Senin Bildiğin Erkeklerden Değilim”. Filmin henüz başında çeşitli kostümler giymiş çocukları görüyoruz. Cinsiyet ayrımının göze çarpmadığı kostümler giymişler. Pamuk prenses rolünü oynayacak kızın bir sebepten ötürü rolünü oynayamayacak olması sonucu erkek çocuklardan birisi ben oynarım diyerek kostümü giyiyor ancak sahneye çıktığında seyircilerin tamamı pamuk prenses giymiş çocuğa gülüyorlar. Bu durum çocukta travmatik bir etki bırakıyor. Bu travmatik olayı yaşayan çocuğun yıllar sonra psikologuyla yaptığı görüşmede anlatan filmin ana karakteri Damien olarak görüyoruz. Damien genç ve kadınların ilgisini çekebilen çapkın olarak nitelendirilebilecek bir erkek. Kadınlarla rahat bir şekilde iletişim kurabiliyor. Damien’in yazar arkadaşı Christophe’un bir kitabevindeki imza gününe katılan Damien orada etkili bir duruşa sahip olan Alexandra ile karşılaşıyor. Alexandra Christophe’un asistanı ve Damien’in karşılaştığı öteki kadınlardan farklı. Christophe ile oradan çıkan Damien sokakta yürürken göremediği bir direğe başını çarpıyor ve her şeyin değiştiği bir dünyaya uyanıyor. Alışık olduğumuz düzenin tam zıttı bir dünyada gözlerini açıyor. Kadınların doğum yaptığı ancak doğum iznine erkeklerin ayrıldığı, kasapta karı koca olarak çalışan çiftten kadının kasaplık yapıp erkeğin kasada durduğu bir dünya. Alışık olduğumuz dünyada hiç kadın çöpçü yoktur ancak bu dünyada çöpçülük yapanlar kadınlardır. Ağır işler kadının elindedir. Erkek bakıma muhtaç ve bir kadına sırtını yaslaması gereken konumdadır. Tarih boyunca kadının ve erkeğin kendilerine oluşturdukları tüm roller yer değiştirmiştir. Film kadınların yaşadıkları ayrımcılıkları göstermesi açısından faydalıdır. Örneğin bir bar sahnesinde Damien bardaki kadından içki ister ve içmeye başlar o sırada masada oturan başörtülü iki erkek vardır. Onlar da bardaki kadından servis isterler, iki kahve içmek istiyorlardır ancak başörtülü olmaları o barda servis almalarına imkan vermemektedir. Radikal feministler için ütopya olarak görülebilecek bir dünya gözümüzün önündedir ancak geniş perspektiften bakıldığı taktirde aslında yaşadığımız dünyadan bir farkının olmadığı görülmektedir çünkü değişen şey sadece roller. Feminizmin temeli kadın ve erkeğin eşit şartlarda olması üstünedir. Kadının üstün olması feminizmin ilkesi değildir. Bu noktada radikal feministleri dışarıda bırakarak filmde anlatılan dünyanın kadının ve erkeğin yaşadığı zorluklar konusunda empati yapmasını sağlamak olduğu düşünülebilir. Ataerkil dünyada erkeklerin herhangi bir zorluk yaşamadığı ve tüm zorlukları kadının yaşadığı anlatılır ancak doğumdan itibaren sosyal inşacı bir şekilde erkeğe yüklenen sorumluluklar ve zorunluluklar da erkeğin yaşamını güçleştirmektedir. Üstelik kadının yaşadığı zorlukları doğumdan itibaren seçemediği, toplumun ona yüklediği gibi toplum erkeğe de birçok zorluk yüklemektedir. Zeybekoğlu’nun sözleri bu durumu açıklar niteliktedir. Son yıllarda yapılan alan çalışmalarında, erkek olmanın bedellerine “imkansız erkeklik” kavramıyla dikkat çekilmeye başlanmıştır. Ataerkil sistem ile toplumsal cinsiyet pratiklerinin erkek bireye uyguladığı dayatmalardan bahsedilmiştir. “Erkek olabilmek” için bireyin neler yapması gerektiği ve dolayısıyla bütün bunların yalnızca kadınları değil erkekleri de olumsuz etkilediğine ilişkin somut deneyimler ortaya konulmuştur(Zeybekoğlu, 2010: 2). Filmin başındaki dünyada Damien’in kadın versiyonu olarak düşünülebilecek olan Alexandra’dan bahsetmek yerinde olacaktır.


Baskın Kadın Karakter Alexandra

Alexandra, Christophe’un asistanıyken kadın egemen dünyada Alexandra ünlü bir yazar ve Christophe onun asistanıdır. Alexandra yalnız ve güçlü bir kadındır. Birçok günübirlik ilişki yaşar, parası vardır, şöhreti vardır. Ataerkil düzende viski içen erkek bu filmde Alexandradır. Filmlerin genelinde bir klişe olarak gözümüze çarpan durum bu filmde de vardır. Alexandra günübirlik ilişkiler yaşayan, bir kez görüştüğü ve ilişki yaşadığı bir erkekle yeniden görüşmeyen ve bu sebeple kendisine takıntılı erkeklerin olduğu bir kadındır. Yıllara bölünmüş olan kavanozları vardır ve her kavanozda bilyeler bulunmaktadır. Bilyeler beraber olduğu erkekleri simgeler. Bu yolla yıllar içerisinde kendisindeki cinsel dürtüyü hesaplayabilmektedir. İzlediğimizde farklı gelen bu durumda aslında hiçbir gariplik bulunmamaktadır. Toplum bir erkeğin cinsel deneyimlerini genel gelişmesinin belirtileri olarak görmektedir; buna karşılık bir kadının yaşamındaki benzer deneyimlere korkunç bir felaket, şerefin ve insanda iyi ve soylu olan her şeyin yitirilmesi olarak bakılır.[2] Çünkü erkek bunu yapabiliyorsa ve toplum tarafından garip karşılanmıyorsa kadın yaptığı zaman da garip karşılanmamalıdır. Filmin başında Damien’in birçok kadınla beraber olmaya çalışması ya da filmin devamında Alexandra’nın birçok erkekle beraber olması bir nevi fahişelik gibi algılanmamalıdır çünkü “fahişe gerektiği gibi tanımlanacak olursa cinsel ilişkilerini kazanç amacına bağlayan kişi’den başka bir anlama gelmeyecektir.”[3] Her iki karakterin yaşam tarzı günümüzde kadın ve erkeği anlayabilmek ve her iki cinsin empati yapabilmesi açısından önemli karakterlerdir.Ayrıca Alexandra’nın rahat bir şekilde ilişkiler yaşaması elbetteki yalnızlığına da bağlıdır. “Sırasında ilişkiye girebilmek için, kadın olsun erkek olsun insanın yalnız olabilmeyi de bilmesi gerek.”[4]syf 83 Yalnızlık ona birçok avantaj sağlamaktadır ancak filmlerde bulunan bir klişe bu filmde de bulunmaktadır. Bir sahnede Alexandra genç bir erkekle beraber olduktan sonra onu evinden kovar ve elinde içkisiyle pencereden dışarıyı seyrederken karşı dairede romantik bir akşam yemeği için hazırlandığı üzerinde mumun yandığı ve içkilerin hazırlandığı masanın yanında bir erkeği görür. Erkek masayı hazırlamıştır ancak bir kadın göremeyiz zaten birkaç saniye sonra da erkek sandalyeye oturup ağlamaya başlar. Bu sahne Alexandrayı etkiler. Her ne kadar hayatında duygulara pek yer vermeyen yalnız ve güçlü bir kadın portresi çizse de filmlerin klişesi olarak sevgi, yakınlık, bağlılık Alexandra’yı etkilemiştir.           


Christophe’un karısının doğum yapması üzerine Christophe doğum iznine ayrılmalıdır ve Alexandra kendisine asistanlık yapacak birisine ihtiyaç duymaktadır. Elbetteki bu iletişim ve organizasyon becerileri yüksek bir erkek olacaktır. Bu iş için Damien uygun görülür ve bir asistan gibi giyinir çünkü her ne kadar iş için orada bulunsa da toplum normları gereği erkekliğini ortaya koymalı, kısa bir şort ve vücut hatlarını ortaya çıkaran kıyafetler giymelidir. Damien’in öteki dünyada yaşadığı tüm hatıralar belleğindedir zaten bu sebeple yaşadığı dünya ona garip gelmektedir. Elinden bir şey gelmez ve o dünyanın normlarına uygun olarak giyinip gider iş yerine. Karşılaştığı kişi Alexandra’dır. Kitabevindeki imza gününde Alexandra’dan hoşlanmıştır ve bu yüzden onun için çalışmak Damien’e garip geliyordur. Damien’in öteki erkeklere benzememesi ve alışık olmadığı dünyada öteki erkeklere göre daha cüretkar hareketleri, kadını yaslanacak bir duvar olarak görmemesi ise Alexandra’nın Damien ile ilgilenmesini sağlar. Damien’in karşılaştığı her durum kendisine farklı görünmektedir. Sokakta üstsüz koşan kadınlar, bale yapan erkekler, akşam mumları yakıp şarap içen erkekler. Içinde bulunduğu dünyadaki erkeklerden farklı olması ve farklı konulardan bahsetmesi, olayları farklı yorumlaması Alexandra’ya ilgi çekici gelir ve Damien ile daha fazla ilgilenir. Damien ise kendisini gizlemesi ve ortama uyum sağlaması gerektiğini bilmez. Hoşlandığı kadına kendi dünyasından bahsetmektedir. O dünyada kadınların yaptıkları tüm işleri erkeklerin yaptığını, kadınların etek giydiğini anlatır. Anlattıkları o sırada yazacak bir şeyi olmayan Alexandra’ya ilginç gelir ve yeni kitap projesi olarak Damien’i görür. Damien’in hoşuna gidecek şekilde davranmaya başlar ve onu o dünyanın gey barına götürür. Kadınların dekolte giyindiği ve dans ettikleri bu sahnede -sahne her ne kadar abartılı olsa da- Damien kendini evinde gibi hisseder. Bu yolla Alexandra Damien’in gönlünü çalmayı başarır.


 


Filmdeki Erkeklik Rolleri

Film içerisinde küçük sürprizlerden mutlu olan erkek portresi çizilir. Bu duruma en büyük örnek Christophe’dur. O dünyadaki belki de en kabullenmiş erkektir. Karısı kendisini aldatır ancak çocuklarının olması ve sosyal statü sebebiyle karısını terk etmez. Elbette ki günümüzde bu durumu yaşasa bile karısını sevdiği ve bu durumu atlatabileceklerini düşündüğü için karısından ayrılmayan erkekler bulunacaktır. Her ne kadar yıllar içerisinde erkeklerin edindikleri bilgiler ve alıştıkları yaşam tarzı bu duruma ters düşse de dünya değişim halindedir ve erkekte de değişmektedir. Connell ve Messerschmidt’in (2005:836) belirttiği gibi, “erkeklikler bireylerin vücutlarına ya da kişilik özelliklerine gömülü sabir öğeler değildir; toplumsal eylem içerisinde edinilmiş pratiklerin düzenlenmesidir.” Damien’in ailesi kasaplık mesleğiyle uğraşırlar. Bir kasap dükkanları vardır ve anne et kesimi işleriyle uğraşırken boynuna sardığı şalıyla baba kasada durup müşterilerle para alışverişi yapmaktadır. Baba sürekli Damien’e bir kadın bulmasını ve hayatına bir düzen vermesi gerektiğinden bahseder. Baba, anneden çekinmektedir ve annenin sert görüntüsü babada kimi zaman hayranlık uyandırırken kimi zamanda ondan çekinmesine yol açmaktadır. Damien’in annesi babasını gençken aldatmıştır ancak baba bunu tolere etmiştir. Aynı şekilde filmin sonlarına doğru Christophe’un da aldatıldığını öğrenmesi bu üçlüyü şarapların içildiği bir ev oturmasında bir araya getirir. Kadınların arada böyle küçük kaçamaklar yapabileceğini ve bu durumu göz ardı etmek gerektiğinin konuşulduğu gecede Damien, Alexandra’dan bahseder ve bu duruma babanın verdiği duygusal tepkiler bakımveren konumunda olan erkeğin tepkileridir.


Toplum İçinde Kadın ve Erkek Rollerinin Değişkenliği

Kadının ve erkeğin toplumda edindikleri rolleri ve statüleri değişim içindedir. Sabit roller bebekliğimizden hatta çocukluğumuzdan itibaren bizlere öğretilir. Bebekken kızlara pembe renk içerikli kıyafet ve oyuncakların alınması, erkeklere ise mavi renkli kıyafet ve oyuncakların alınması daha o yaşlarda bizi ayrıştımaya doğru götüren bir durumdur. Bebeklikten çocukluğa geçen dönemde kızlar daha çok ev işlerinde annelerine yardımcı olmaya eğitilirler, erkekler ise daha çok dışarıdadırlar. Evin dışında yapılacak sorumlulukları yerine getirirler. Bu durum bir zaman sonra aslında güvenli alan olarak düşünülen evin içinde kalan kızın dışarı özlemini tetikler. Erkek ise sınırlı alanı olan ve yapacak şeyleri sınırlı olan kadını zamanla küçümsemeye başlar. Söz sahibi olan erkek olmaya başlar. Yeni insanlarla tanışan ve hayata karışan erkek zamanla kadını küçümsemeye başlar. Bu konuda Freud’un ataerkil yaklaşmı kadının penis kıskançlığından geldiğini, penisi olan erkeğin daha girişken ve daha toplumun içine karışan cins olduğunu ancak penisi bulunmayan kadının ise daha edilgen yapısı olduğunu söylemesi hem kadın analistler hem de feminist ve profeminist analistler tarafından sürekli eleştirilmiştir. Profeministler ise feminizme destek veren erkekler için kullanılır. Bu konuda Kimmel “Profeminist erkekler, kadın mücadelesinde ilk olarak özellikle oy hakkı,doğum kontrolü, cinsellik gibi konularda kadınların yanında yer alarak onlara destek olmuşlardır(Kimmel, 1987).          


Freud’un penis konusunda söyledikleri cinsellikle alakalıdır ancak örtük manada sosyal olarak kadının daha geri planda kalması gerektiğini dile getirmiş olur. Kadının olaylara bakış açısı belki anaçlığından belki kadınlığın getirdiği hormonal düzenlemelerden dolayı daha ılımlı ve yumuşaktır ancak erkekler mücadelenin gereğinin sertlikten ileri geldiğini düşünebilirler ve bu kadın yaşayış yapısına ters düşebilmektedir. Bu konuda Anne Rupie “Yumuşaklık ve sevgi içermeyen hiç bir ölçü olamaz... Küçük kız penisi görür ve kendi organını araştırmaya başlar. Fakat penis kıskançlığının aynı zamanda sosyolojik anlamı vardır.”[5] Freud’un bahsettiği penis kıskançlığının sosyolojik olarak kadını geri plana ittiğini savunan bir görüş olduğundan bahseder. Freud’un kuramının ilerleyen safhalarında önceki görüşlerinden sapmaya başladığını ataerkil olan kuramını düzeltme yoluna gittiğini görürüz. Freud “Feminist bakış açısına sahip erkek ve kadın analistlerin benim burda söylediklerime karşı çıkması beklenir. Bu tür kavramların erkeklik kompleksinden kaynaklandığı ve erkekte doğuştan varolan kadınları küçümseme ve baskı altında tutma eğilimini kuramsal tabanda haklı çıkarabilmek için ortaya atıldığı düşüncesine karşı çıkmakta da güçlük çekmeyeceklerdir.”[6] Filmde ise aslında penisin varlığının hiçbir önemi yoktur. Kadın ve erkeğin dış görünüş olarak içinde bulunduğumuz dünyadan bir farklılığı yoktur. Kadın doğum yapmaktadır, vajinaya sahip olan kadındır, erkeğin penisi vardır. En temel düzeyde baktığımızda organların varlığı olarak hiçbir farklılık görülmez ancak sahip olunan özellikleri kullanma açısından içerisinde bulunduğumuz dünyadan ayrılır film. Penisin varlığı erkeği üstün yapmaz çünkü sosyal statü de üstünlük kadındadır. Bu durum cinsel ilişki biçimine de yansır. Cinsel ilişki yaşanırken baskın olan taraf kadındır.


Maskulinizm

Filmde göze çarpan bir diğer nokta ezilen erkeğin haklarıyla mücadele eden maskülinist gruplardır. Dünya düzeni insanlığın hangi cinsinin elinde olsa da ezilen tarafta olan cinsin bir şekilde isyan ettiğini görebilmekteyiz. Filmin başında Damien’in erkeğin yıl içerisinde kaç kez cinsel ilişkiye girdiğini ölçen bir telefon uygulaması geliştirmesi ve erkek iş arkadaşlarının takdirini topladığını ancak kadın iş arkadaşının bu uygulamayı saçma bulduğunu görüyoruz. Bu proje sayesinde Damien işinde ilerleme fırsatı kazanacaktır ancak kafasını direğe çarpıp uyandığı yeni dünyada bu uygulamayı saçma bulan iş arkadaşının patron olduğu kendi asıl patronunun ise şirkette düşük rütbeli bir çalışan olduğunu görür. Yeni patronuna karşı agresif tavırlar sergileyen Damien bu tavırlarından dolayı işinden atılır. Bu durumu Christophe ile paylaşır ve Christophe ona maskülinist derneklere başvurmayı önerir. Filmde ilk kez o zaman maskülinist dernek ile karşı karşıya geliriz. Maskülinistler erkeğin sosyal ve iş alanında ezilmişliği ile savaşırlar ve yapay göğüs takarak eylem yaparlar. Günümüzdeki feminist grupların bir benzerlerini de filmde görmekteyiz. Bu durum dünya düzeni kimin elinde olursa olsun eşitlik olmadığı takdirde bozulmaların olacağını göstermektedir.


Filmin Sonu

Filmin sonunda Alexandra ile Damien arasındaki yakınlaşma giderek artar. Beraber arabada giderken kiliseden çıkan bir çifti görürler ve evlenmeyi düşünürler iki tarafta evlenmek istediklerini söylerler ancak daha sonra Damien Alexandra’nın kendisini kandırdığını fark etmiş, Alexandra’nın zaten evli olduğunu öğrenmiştir. Bir bara gidip içerek bu durumu atlatmaya çalışır. Günümüzde de bir kadının yalnız başına bir bara gidip oturması ne derece zor ise filmde de aynısı olur ve birkaç kadın Damien ile konuşmaya çalışır. Onu taciz ederler. Bardaki kadının tanıdık bir kadındır ve Christope’un eşi Lolo’ya haber verir. Lolo, Christophe ve Alexandra Damien’i kurtarmak için bara giderler. Damien’i kurtarırlar ancak Alexandra ve Damien arasında bir tartışma başlar. Tartışma kavgaya dönüşür ve birbirlerine kafa atmaları sonucu bayılırlar. Alexandra tek başına uyanır ve gözünü açtığı dünyanın kendi dünyasından farklı olduğunu görür. Sokakta etek giyen kadınlar olduğunu ve güç gerektiren işleri erkeklerin yaptığını görür. Feminist bir grup kadının yaptığı eylemi şaşkınlıkla izlerken karşıdan seslenen Damien’i görür ve film biter.


Sonuç

Filmi erkek egemen dünyaya bir eleştiri yahut dünya düzeni kimin elinde olursa olsun bozuk bir düzen olur şeklinde okuyabiliriz. Film içerisinde erkeklerin birçok sıkıntı yaşadığını ve aslında o sorunları günümüzde kadınların yaşadığını görebiliyoruz. Günümüzde her kadın ve her erkek toplumun onlara öğrettiği şekilde yaşamıyor. Toplumun onlara öğrettikleri cinsiyet rollerinin gerekliliklerini uygulamayabiliyor çünkü aslında bizlere öğretilen roller aynı zamanda bizi zorunluluklarla başbaşa bırakan rollerdir. Simon de Beauvoir’ın meşhur “kadın doğulmaz, kadın olunur” sözü cinsiyetin toplumsal inşasını en güzel açıklayan örneklerden biridir.[7] Aynı sözü elbette ki erkekler için de söyleyebiliriz. Sonuçta insanlığı kadın ve erkek diye iki cinse ayırıp herkesin belirli rolleri olduğunu belirtmek yerine eşitliğin olduğu bir dünyanın en yaşanılası dünya olacağı düşünülmelidir.


 


 


 


 


KAYNAKÇA


Feminizm 19. Yüzyıl Klasiklerinden Seçmeler, çev., AFA Yayıncılık (İstanbul: AFA      Yayıncılık,          1987).


Freud, Sigmund, “Kadın Cinselliği,” op. cit. 230Kepekçi, Egemen, “(Hegemonik) Bir Erkek Eleştirisi ve Feminizm Birlikteliği    Mümkün                             mü?”Kadın Araştırmaları Dergisi, 2012.

Mitcel, J. Psikanaliz ve Feminizm. çev., Ayşe Kurtulmuş. İstanbul: Yaprak Yayınları: 1984.

Rupie, Anne, “ Kadın Psikanalistler Kadın Özgürlüğü İçin Ne Diyor?” New York             Times, Şubat, 1972.

Taş, Gün, “Feminizm Üzerine Genel Bir Değerlendirme: Kavramsal Analizi, Tarihsel      Süreçleri ve          Dönüşümleri”, Akademik Hassasiyetler, Mayıs, 2016.


 [1]Gün Taş, “Feminizm Üzerine Genel Bir Değerlendirme: Kavramsal Analizi, Tarihsel Süreçleri ve Dönüşümleri”, Akademik Hassasiyetler, Mayıs, 2016, 163.

[2]Feminizm 19. Yüzyıl Klasiklerinden Seçmeler, çev., AFA Yayıncılık (İstanbul: AFA Yayıncılık, 1987), 139.

[3]Feminizm 19. Yüzyıl Klasiklerinden Seçmeler, çev., AFA Yayıncılık (İstanbul: AFA Yayıncılık, 1987), 138-139.

[4]Feminizm 19. Yüzyıl Klasiklerinden Seçmeler, çev., AFA Yayıncılık (İstanbul: AFA Yayıncılık, 1987), 83.

[5]Anne Rupie, “ Kadın Psikanalistler Kadın Özgürlüğü İçin Ne Diyor?” New York Times, Şubat, 1972.

[6]Sigmund Freud “Kadın Cinselliği, op. cit. 230.

[7]Egemen Kepekçi, “(Hegemonik) Bir Erkek Eleştirisi ve Feminizm Birlikteliği Mümkün mü?”, Kadın Araştırmaları Dergisi, 2012, 71.




Yayınlanma: 24.11.2021 12:47

Son Güncelleme: 24.11.2021 12:47

Kaygı (Anksiyete) Bozuklukları
Varoluşsal Anlam Arayışı
Online TerapiOnline Ter...
süre 50 dk
ücret 450
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
süre 50 dk
ücret 450
Yapay zeka ile, kişiselleştirilmiş destek:
Menta AI
Yapay zeka ile,
kişiselleştirilmiş destek: Menta AI

Şimdi indir, konuşmaya başla

App Store'dan İndirGoogle Play'den İndir
Bunları da sevebilirsiniz...

Kontrol Etme İhtiyacı Nereden Gelir ve Neden Bu Kadar Yorar

Günlük hayatta birçok kişi, farkında olmadan kontrol etmeye çalışarak yaşamını sürdürür. Planların aksamasına tahammül edememek, belirsizlik karşısında yoğun kaygı yaşamak, başkalarının davranışlarını sürekli takip etmek ya da her şeyin “doğru” şekilde ilerlemesini istemek bu ihtiyacın farklı görünümleridir. Kontrol etme çabası çoğu zaman dışarıdan güçlü, düzenli ve sorumluluk sahibi bir duruş gibi algılansa da, iç dünyada ciddi bir zihinsel ve duygusal yorgunluk yaratabilir.Kontrol ihtiyacının temelinde genellikle güvenlik arayışı yatar. Kişi, yaşadığı belirsizlikleri ya da geçmişte deneyimlediği kontrol kayıplarını telafi etmek için çevresini, ilişkilerini ve hatta kendi duygularını yönetmeye çalışır. Bu durum kısa vadede rahatlatıcı bir etki yaratsa da uzun vadede kaygıyı azaltmak yerine artırabilir. Çünkü yaşam, tüm değişkenleriyle kontrol edilebilecek bir yapı değildir.Kontrol ihtiyacı arttıkça kişinin esneklik alanı daralır. Beklenmedik bir durumla karşılaşıldığında yoğun huzursuzluk, öfke ya da çaresizlik hissi ortaya çıkabilir. Kişi, her şeyin planlandığı gibi gitmemesini kişisel bir tehdit olarak algılayabilir. Bu algı, hem kişinin kendisiyle hem de çevresiyle kurduğu ilişkileri zorlayabilir. Özellikle yakın ilişkilerde kontrol etme eğilimi, zamanla çatışmalara ve duygusal mesafeye yol açabilir.Birçok kişi kontrol etme ihtiyacını fark etmez; bunu “tedbirli olmak”, “sorumluluk almak” ya da “işleri yolunda tutmak” olarak tanımlar. Oysa kontrol ile sağlıklı sorumluluk arasındaki fark, niyette değil duygusal tepkide gizlidir. Kontrol ihtiyacı, kişinin rahatlayabilmesi için her şeyin belirli bir şekilde olmasına ihtiyaç duymasını içerir. Bu ihtiyaç karşılanmadığında ise yoğun bir içsel gerilim ortaya çıkar.Kontrol etmeye çalışılan alanlar çoğu zaman kişinin kendi iç dünyasını da kapsar. Bazı kişiler duygularını kontrol etmeye çalışır; üzülmemek, kızmamak ya da kırılmamak için duygularını bastırır. Ancak bastırılan duygular ortadan kaybolmaz. Zamanla bedensel belirtiler, ani duygusal patlamalar ya da tükenmişlik hissi şeklinde kendini gösterebilir. Kontrol etmeye çalıştıkça duygular daha yönetilemez bir hale gelebilir.Terapi süreci, kontrol etme ihtiyacını doğrudan ortadan kaldırmayı değil; bu ihtiyacın neyi telafi ettiğini anlamayı hedefler. Kişi, kontrol etmeye çalıştığı alanların arkasında hangi korkuların, inançların ya da geçmiş deneyimlerin bulunduğunu fark etmeye başlar. Bu farkındalık, kişinin kendisine karşı daha gerçekçi ve şefkatli bir tutum geliştirmesine yardımcı olur.Terapi ortamında kişi, her şeyin kontrol altında olmadığı durumlarda da güvende olabileceğini deneyimleme fırsatı bulur. Bu deneyim, yalnızca konuşarak değil; duygularla temas ederek ve yeni baş etme yolları geliştirerek gerçekleşir. Kişi, belirsizlikle kalabilme becerisini güçlendirdikçe kontrol ihtiyacının doğal olarak azaldığını fark edebilir.Kontrol ihtiyacının azalması, kişinin pasifleşmesi ya da sorumluluk almaması anlamına gelmez. Aksine, kişi kontrol edemeyeceği alanlarla edebileceği alanları ayırt etmeyi öğrenir. Bu ayrım, zihinsel enerjinin daha verimli kullanılmasını sağlar. Kişi, sürekli tetikte olmak yerine anda kalabilmeye başlar. Bu durum hem ruhsal hem de bedensel rahatlama yaratabilir.Zamanla kişi, kontrol etmeye çalışmak yerine esnek olabilmenin de bir güç olduğunu fark eder. Her şeyin mükemmel olması gerekmediğini, bazı belirsizliklerin yaşamın doğal bir parçası olduğunu kabul edebilmek psikolojik dayanıklılığı artırır. Bu kabul, kişinin kendisiyle ve çevresiyle daha dengeli bir ilişki kurmasına katkı sağlar.Sonuç olarak kontrol etme ihtiyacı, kişinin zayıflığını değil; güvende olma arzusunu yansıtır. Ancak bu ihtiyacın yaşamı yönetmesine izin vermek, uzun vadede kişinin yükünü ağırlaştırabilir. Terapi, kontrol etme çabasının ardındaki ihtiyaçları anlamak ve daha esnek baş etme yolları geliştirmek için güvenli bir alan sunar. Kişi, her şeyi kontrol etmek zorunda olmadığını fark ettikçe, yaşamla kurduğu ilişki daha akışkan ve sürdürülebilir hale gelir.Kontrol etme ihtiyacıyla yaşamak, çoğu zaman kişinin kendi sınırlarını fark etmesini de zorlaştırır. Sürekli tetikte olmak, zihnin dinlenmesine izin vermez ve kişi fark etmeden kendisiyle sert bir ilişki kurmaya başlar. Bu sertlik, zamanla hem duygusal hem de fiziksel yorgunluk olarak kendini gösterebilir. Baş ağrıları, uyku problemleri, kas gerginliği ya da sürekli bir huzursuzluk hali, kontrol ihtiyacının bedende bıraktığı izlerden bazılarıdır. Kişi çoğu zaman bu belirtileri yalnızca yoğun tempoya ya da dış koşullara bağlasa da, altta yatan içsel baskı gözden kaçabilir.Terapi süreci, bu içsel baskıyı fark edebilmek ve yumuşatabilmek için bir durma alanı sunar. Kişi, kontrol etme çabasının ardındaki duyguları tanımaya başladıkça kendisine karşı daha esnek bir tutum geliştirebilir. Belirsizlikle temas etmek, ilk etapta zorlayıcı gelse de, zamanla kişinin dayanıklılığını artırır. Her şeyi yönetmeye çalışmak yerine, yönetilemeyen alanlarla birlikte var olabilmeyi öğrenmek, içsel dengeyi güçlendirir. Bu denge, yalnızca zorlayıcı dönemlerde değil; gündelik yaşamın içinde de daha sakin ve bilinçli tepkiler verebilmeyi mümkün kılar.Zamanla kişi, kontrolün azalmasının bir kayıp değil; aksine bir hafifleme olduğunu fark eder. Enerji, sürekli olası riskleri hesaplamaya değil; yaşamın içinde kalmaya yönelir. Kişi, kendisiyle daha şefkatli bir ilişki kurabildiğinde, çevresiyle olan ilişkileri de daha gerçekçi ve sürdürülebilir bir hale gelir. Terapi, bu dönüşümü dayatarak değil; adım adım ve güvenli bir çerçevede destekler. Böylece kişi, her şeyi kontrol etmek zorunda kalmadan da güçlü olabileceğini deneyimleyerek öğrenir.Sonuç olarak kontrol etme ihtiyacı, kişinin kendini güvende hissetme çabasının bir yansımasıdır. Ancak bu çaba yaşamın her alanını yönettiğinde, kişiyi korumak yerine sınırlandırmaya başlar. Terapi, bu ihtiyacı yargılamadan ele alarak daha esnek ve sürdürülebilir baş etme yolları geliştirmeyi destekler. Kişi, kontrol edemediklerine rağmen ilerleyebileceğini fark ettikçe içsel güveni güçlenir. Bu güven, mükemmel olma zorunluluğundan değil; belirsizlikle birlikte hareket edebilme becerisinden doğar. Terapi süreci, tam da bu beceriyi inşa etmeye alan açar.

Tetikleyiciler: Travmatik Belleğin Yeniden Canlanması ve Kendini Koruma Stratejileri

Tetikleyiciler: Travmatik Belleğin Yeniden Canlanması ve Kendini Koruma StratejileriTetikleyiciler (Triggers), geçmişte yaşanan travmatik veya zorlayıcı deneyimlerin anılarını, duygularını ve bedensel duyumlarını beklenmedik bir şekilde yeniden canlandıran çevresel veya içsel uyaranlardır. Bu uyarıcılar, bir ses, bir koku, belirli bir görüntü, bir durum, hatta bir duygu hali olabilir. Tetiklendiğinde, kişi mevcut güvenli ortamda bulunmasına rağmen, adeta geçmişteki travmatik olayı tekrar yaşıyormuş gibi yoğun kaygı, panik, öfke, çaresizlik veya aşırı uyarılmışlık (hyperarousal) duyguları deneyimleyebilir (Van der Kolk, 2014).Bessel van der Kolk’un (2014) öncü eseri Beden Kayıt Tutar: Travmanın İyileşmesinde Beyin, Zihin ve Beden’de vurguladığı gibi, travmatik bellek genellikle açık, sözlü bir anlatı (narrative memory) şeklinde depolanmaz. Bunun yerine, bedensel duyumlar, duygusal durumlar ve algısal parçalar halinde depolanır. Tetikleyiciler, beynin normal bilişsel filtrelerini atlayarak doğrudan duygusal merkez olan amigdalayı harekete geçirir ve bu durum, kişinin aniden "savaş, kaç ya da don" (fight, flight, or freeze) tepkisi vermesine neden olur.Tetikleyicilerin Psikolojik MekanizmasıTetikleyicilerin gücü, beynin travma sırasındaki işleyiş biçimiyle yakından ilişkilidir. Travma anında, beynin mantık ve zaman algısından sorumlu bölgesi olan prefrontal korteks ve olayları sıraya koyan hipokampüs düzgün çalışamaz. Duygusal alarm merkezi olan amigdala ise aşırı aktif hale gelir. Tetikleyici, bu parçalı ve duygusal yüklü anı parçacıklarını yeniden etkinleştirdiğinde, beyin, tehlikenin şu an gerçekleştiği yanılsamasına kapılır.Tetikleyiciler genellikle iki ana kategoriye ayrılır:Dışsal Tetikleyiciler (External Triggers): Çevreyle ilgili uyaranlardır.İnsanlar: Travmatik olayı hatırlatan biri, belirli bir yüz ifadesi veya ses tonu.Yer ve Zaman: Kazanın veya olayın olduğu yer, yıl dönümleri, belirli saatler.Duyusal Uyaranlar: Bir koku (örneğin yangın kokusu), yüksek ses, belirli bir müzik.İçsel Tetikleyiciler (Internal Triggers): Kişinin kendi düşünce ve beden durumuyla ilgilidir.Duygular: Çaresizlik, utanç, öfke veya yoğun kaygı hissetmek.Bedensel Duyumlar: Kalp çarpıntısı, nefes darlığı, kas gerginliği (panik atak hisleri).Düşünceler: Olumsuz otomatik düşünceler veya travmayla ilgili çarpıtılmış inançlar.Kendini Koruma ve Başa Çıkma StratejileriTetikleyicilerle başa çıkmak, sadece onlardan kaçınmak değil, aynı zamanda onlarla karşılaşıldığında duygusal tepkiyi düzenlemeyi öğrenmeyi de içerir. İyileşme yolunda, bireyin kendine şefkatle yaklaşması ve travma sonrası stres tepkilerini anlaması kritik adımlardır.1. Tetikleyicileri Tanıma ve Farkındalık GeliştirmeTetikleyicilerle başa çıkmanın ilk adımı, kişinin bu uyarıcıları ve onlara verdiği tipik tepkileri (savaş, kaç, don) tanımasıdır.Günlük Tutma: Hangi olayların, yerlerin veya duyguların yoğun tepkilere yol açtığını kaydetmek, örüntüleri belirlemeyi sağlar.Erken Uyarı İşaretlerini Öğrenme: Yoğun duygusal tepki tam olarak ortaya çıkmadan önce hissedilen bedensel duyumları (örn. mide kasılması, nefesin hızlanması) tanımak, müdahale için zaman kazanmayı sağlar.2. Güvenli Alanlar Yaratma ve Sınır KoymaFarkındalık geliştirildikten sonra, birey kendisini korumak için çevresel ve ilişkisel sınırlar koymalıdır.Fiziksel Güvenlik: Tetikleyicilerden (mümkün olduğunca) uzak durmak veya onlara maruz kalmayı en aza indirmek. Evde veya işte, kendini güvende hissettiği "güvenli bir köşe" veya zihinsel bir sığınak belirlemek.İlişkisel Sınırlar: Başkalarına hangi konuların veya davranışların tetikleyici olduğunu açıkça ifade etmek ve bu sınırlara saygı gösterilmesini talep etmek. Bu, kişinin kendi kontrol hissini geri kazanmasına yardımcı olur.3. Zeminleme ve Düzenleme Teknikleri (Grounding and Regulation)Tetiklenme anında amaç, kişinin dikkatinin tehlike algısından mevcut ana, yani güvenli gerçekliğe geri çekilmesini sağlamaktır. Bu teknikler, hiper-uyanıklığı azaltarak amigdalanın aktivitesini sakinleştirmeye yardımcı olur.5-4-3-2-1 Tekniği: Kişinin çevredeki 5 şeyi görmesi, 4 şeyi hissetmesi, 3 şeyi duyması, 2 şeyi koklaması ve 1 şeyi tatması istenir. Bu, dikkati zorla şimdiki zamana ve duyulara yönlendirir.Nefes Çalışması: Yavaş, ritmik ve derin nefes alma (örneğin 4 saniye nefes alma, 6 saniye nefes verme), parasempatik sinir sistemini aktive ederek sakinleşmeye yardımcı olur.Dokunma: Soğuk su, buz veya rahatlatıcı bir doku (yumuşak bir kumaş) gibi dışsal bir uyarıcıya odaklanmak, bireyin bedeninde kalmasına yardımcı olur.Travma Odaklı Danışmanlık ve İyileşmeTetikleyicilerin kökeninde travmatik bir deneyim yattığı için, uzun vadeli iyileşme genellikle profesyonel destek gerektirir. Danışmanlık süreçlerinde, özellikle Travma Odaklı Bilişsel Davranışçı Danışmanlık (TF-CBT) ve EMDR (Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme) gibi travma odaklı danışmanlık yöntemleri kullanılır.Bu danışmanlıklarda tetikleyiciler güvenli, kontrollü ve destekleyici bir ortamda ele alınır. Amaç, tetikleyicileri tamamen ortadan kaldırmak değil, bireyin tetikleyiciye verdiği duygusal tepkinin yoğunluğunu azaltmaktır. Bu süreç, travmatik anıların duygusal yükünün boşaltılmasını ve mantıklı bir anlatıya entegre edilmesini sağlar. Kişi, artık geçmişten gelen uyarıcılar tarafından otomatik olarak yönetilmek yerine, bu uyarıcılara karşı bilinçli bir seçimle tepki verme yeteneği kazanır. Bu, kişinin yaşam kalitesini ve günlük işlevselliğini önemli ölçüde artırır.SonuçTetikleyiciler, beynin travmaya verdiği derin ve koruyucu bir tepkinin somutlaşmış halleridir. Van der Kolk’un (2014) belirttiği gibi, beden bu skorları tutar ve tetikleyiciler aracılığıyla geçmişi mevcut ana taşır. Ancak farkındalık geliştirme, kişisel sınırları netleştirme ve zeminleme gibi aktif başa çıkma stratejileri ile birey, tetiklenme döngüsünü kırabilir. Profesyonel travma odaklı danışmanlık, bu sürecin temelini oluşturur ve bireyin travmatik belleği güvenli bir şekilde işlemesine, böylece tetikleyicilerin gücünü azaltmasına ve özerk bir yaşam sürmesine olanak tanır. Kendini koruma, kişinin kendi deneyimlerini onaylaması ve kendine şefkatle yaklaşmasıyla başlar. KaynakçaOgden, P., & Fisher, J. (2015). Sensorimotor psychotherapy: Interventions for trauma and attachment. W. W. Norton & Company.Van der Kolk, B. A. (2014). The Body Keeps the Score: Brain, Mind, and Body in the Healing of Trauma.Viking.Zlotnick, C., Sprich, S., Johnson, J., & Dube, K. (2019). The efficacy of eye movement desensitization and reprocessing (EMDR) in the treatment of post-traumatic stress disorder (PTSD). Clinical Psychology Review, 71, 56–75.Daha bilinçli ve anlam dolu bir yaşam sürmek için farkındalık kazanma yolculuğunda size eşlik etmek üzere seanslara davet ediyorum.Randevu oluşturmak ve size uygun saat dilimlerini görmek için takvime göz atabilirsiniz.Sevgilerle…Uzman Psikolojik Danışman Sena İğdeli Sevinç

Öz Şefkat: Kendinle Barışmanın Gücü ve Psikolojik Dayanıklılığın Anahtarı

Öz Şefkat: Kendinle Barışmanın Gücü ve Psikolojik Dayanıklılığın AnahtarıÖz şefkat, kişinin başarısızlık, hata ya da acı karşısında kendisine şefkatli, anlayışlı ve destekleyici yaklaşabilmesidir. Modern psikoloji literatüründe Dr. Kristin Neff’in öncülüğünü yaptığı çalışmalar, bu kavramın sadece duygusal bir destek mekanizması değil, aynı zamanda psikolojik iyi oluşun ve dayanıklılığın temelini oluşturan kritik bir beceri olduğunu göstermektedir (Neff, 2003). Öz şefkat, bireyin kendisine karşı eleştirel bir yargılayıcı olmak yerine, deneyimlediği zorlukları insan olmanın doğal ve evrensel bir parçası olarak kabul etmesini sağlayan içten bir anlayış geliştirme sürecidir.Öz Şefkatin Üç Temel BileşeniKristin Neff (2003) öz şefkati deneysel olarak ölçülebilir ve geliştirilebilir üç temel bileşen üzerinden tanımlamıştır:Şefkatli Özgörüş (Self-Kindness) ve Yargılamama: Bireyin acı çektiği anlarda kendisine karşı eleştirel ve sert olmak yerine, destekleyici, anlayışlı ve sabırlı bir tutum sergilemesidir. Bu, hataları kınamak yerine, bir öğrenme fırsatı olarak görmeyi ve kişinin kendisini aktif olarak rahatlatmasını içerir.Ortak İnsanlık (Common Humanity) ve İzolasyon: Yaşanan zorlukların ve kusurların yalnızca kişiye ait olmadığını, aksine insan olmanın evrensel ve ortak bir parçası olduğunu kabul etme bilincidir. Bu bileşen, başarısızlık anlarında hissedilen izolasyon ve "yalnızca ben" hissini azaltır; çünkü acı çekmenin ve kusurlu olmanın tüm insanlar için geçerli olduğu fark edilir.Bilinçli Farkındalık (Mindfulness) ve Aşırı Özdeşleşmeme: Acı ve zorlayıcı duyguların deneyimini olduğu gibi kabul etmek, ancak bu duygularla aşırı derecede özdeşleşmemektir. Bilinçli farkındalık, kişinin yaşadığı olumsuz duyguları ne bastırmasına ne de onları büyütmesine izin verir; bu duygulara dengeli ve yargılayıcı olmayan bir mesafeden yaklaşılmasını sağlar. Bu sayede duygusal tepkisellik azalır ve duyguların geçici doğası anlaşılır.Psikolojik İyi Oluş ve Dayanıklılık Üzerindeki EtkileriLiteratürdeki geniş kapsamlı araştırmalar, öz şefkatin psikolojik sağlığın hemen hemen her alanında önemli faydalar sağladığını tutarlı bir şekilde göstermektedir. Neff ve Germer’in (2013) Bilinçli Öz Şefkat Programı (Mindful Self-Compassion Program - MSC) üzerindeki çalışmaları, bu tür yapılandırılmış müdahalelerin bireylerin öz şefkat düzeylerini anlamlı ölçüde artırarak yaşam kalitelerini yükselttiğini ortaya koymuştur.Depresyon ve Anksiyeteyle İlişki: Araştırmalar, öz şefkat düzeyi yüksek bireylerin daha az depresif belirti ve anksiyete gösterdiğini ortaya koymuştur. Kendine şefkatli yaklaşım, ruminasyon (olumsuz düşünceleri sürekli zihinde evirip çevirme) eğilimini azaltarak duygusal düzenlemeye yardımcı olur (Barnard & Curry, 2011).Yaşam Doyumu ve Mutluluk: Öz şefkat, dışsal onay beklentisine olan bağımlılığı azaltır ve kişinin kendi iç kaynaklarına yönelmesini sağlar. Bu durum, bireylerin kendi değerlerini hatalarına rağmen koruyabilmelerini ve dolayısıyla daha yüksek yaşam doyumuna sahip olmalarını destekler.Motivasyon ve Başarı: Yaygın inanışın aksine, öz şefkat tembelliğe yol açmaz. Aksine, kendini eleştirme döngüsünün kırılması ile bireyler başarısızlık karşısında daha çabuk toparlanır ve yeni denemeler yapma konusunda daha motive olurlar (Breines & Chen, 2012). Öz şefkat, kişiyi "mükemmel olmak zorundasın" baskısından kurtararak, çabalamaya ve öğrenmeye odaklanmaya teşvik eder.Beden İmajı ve Sağlıklı Davranışlar: Özellikle yeme bozuklukları ve beden imajı kaygıları alanında, öz şefkatli bir yaklaşım, bireylerin kusurlu bedenlerini kabul etmelerine ve kendilerini yargılamadan sağlıklı beslenme ve egzersiz alışkanlıkları geliştirmelerine olanak tanır (Kelly et al., 2014).Terapötik Süreçte Öz Şefkatin RolüDanışmanlık süreçlerinde öz şefkat becerilerinin geliştirilmesi, danışanın kendisiyle barışmasını ve içsel kaynaklarını daha sağlıklı kullanmasını sağlayan merkezi bir araçtır. Geleneksel terapilerde bazen dolaylı olarak ele alınan bu kavram, üçüncü dalga davranışçı terapiler, özellikle de Şefkat Odaklı Danışmanlık ve Bilinçli Öz Şefkat Programı (MSC) gibi yaklaşımlarla doğrudan hedef alınmaktadır.Öz şefkatli bir bakış açısı, bireyin kendisini olduğu gibi kabul etmesini kolaylaştırır; bu kabul, değişim için zorunlu olan zemin hazırlar. Danışanlar, içlerindeki acımasız iç sesi (iç eleştirmeni) fark etmeyi ve bu sese karşı daha nazik ve destekleyici bir ses (öz şefkatli ses) geliştirmeyi öğrenirler. Bu süreç, danışanın hem kendisiyle hem de başkalarıyla daha sağlıklı, daha az savunmacı ve daha doyurucu ilişkiler kurmasına zemin hazırlar. Özellikle utanç ve suçluluk gibi duyguların yoğun olduğu travma ve bağımlılık tedavilerinde, öz şefkat, iyileşmenin önündeki en büyük duygusal engellerden biri olan kendi kendini suçlamayı etkili bir şekilde hafifletir.SonuçÖz şefkat, yalnızca zor zamanlarda uygulanan geçici bir rahatlama stratejisi değil, psikolojik sağlığın ve sağlamlığın kalıcı bir özelliğidir. Bireyin kendisine karşı sergilediği şefkat, onun duygusal olarak daha esnek, zorlayıcı yaşam olaylarında daha esnek tepkiler veren ve zorluklar karşısında daha hızlı toparlanabilen (rezilyans) bir yapıya sahip olmasını sağlar. Öz şefkatin geliştirilmesi, bireylerin insan olmanın kusurluluğunu kucaklayarak, kendileriyle barış içinde bir yaşam sürmelerinin anahtarını sunar. Bu güçlü beceri, kişinin kendi acısıyla yüzleşme gücünü artırır ve uzun vadede daha yüksek bir yaşam doyumuna ve psikolojik iyi oluş düzeyine ulaşmasına katkıda bulunur. Öz şefkat, bireyin en iyi dostu olmayı öğrenmesi, dolayısıyla kendisi için en büyük şifa kaynağını aktive etmesi anlamına gelir. KaynakçaBarnard, L. K., & Curry, J. F. (2011). The relationship of mindfulness and self-compassion to psychological adaptation. Mindfulness, 2(3), 165–171.Breines, J. G., & Chen, S. (2012). Self-compassion increases self-improvement motivation. Personality and Social Psychology Bulletin, 38(9), 1133–1143.Kelly, A. C., Zuroff, D. C., Leybman, M. J., & Gilbert, P. (2014). Self-compassion and psychological symptoms: When does the relationship hold? Journal of Social and Clinical Psychology, 33(9), 819–836.Neff, K. D. (2003). The development and validation of a scale to measure self-compassion. Self and Identity, 2(3), 223–250.Neff, K. D., & Germer, C. K. (2013). A pilot study and randomized controlled trial of the mindful self-compassion program. Journal of Clinical Psychology, 69(1), 28–44.Daha bilinçli ve anlam dolu bir yaşam sürmek için farkındalık kazanma yolculuğunda size eşlik etmek üzere seanslara davet ediyorum.Randevu oluşturmak ve size uygun saat dilimlerini görmek için takvime göz atabilirsiniz.Sevgilerle…Uzman Psikolojik Danışman Sena İğdeli Sevinç