Genç Werther Neler Yaşamış

Gençlik, canlı yaşamının en hareketli dönemi, en yoğun duyguların yaşandığı ve dünyadan tutunacak bir şeyler varlığının kabul veya reddedildiği dönemidir. Kimimiz dine, kimimiz aşka, kimimiz aileye, kimimiz ise işe-çalışmaya tutunuruz. Şanslı olanlarımız birden fazla şeye tutkun olarak yaşayabilenlerdir. Bir yandan ailenizle herhangi bir sorununuz yokken bir yandan da hayatınız boyunca seveceğinizi düşündüğünüz insanla karşılaşmış olmak sizi hayata bağlayan iki sebep olacaktır. Sevdiğiniz insanı kaybetseniz bile aileniz yanınızda olacaktır. İnsan kendine tutunacak bir dal arar yahut ayağını sağlam basacağı bir zemin. İnsan bir şeylerden emin olmak ister. Genç Werther’in ise elinde bir tek aşkı vardı.


Kimilerine göre Goethe kendi yaşamından bazı kesitler sunmuş kitapta, kimilerine göre ise bir başkasının hikayesini anlatmış. Bunun aslında bir önemi yok çünkü kitap basıldıktan sonra toplumda büyük yankı uyandırması ve bazı gençlerin kitabı okuduktan sonra intihara kalkışması-kimilerinin de başarılı olması- kitabın uyandırdığı yankıyı ve ne kadar içimizden birinin öyküsü olduğunu gösteriyor. Peki neydi Genç Werther’i bu kadar içimizden yapan? Tutkun olduğu şeyin peşinden delicesine koşması mı yoksa insana sadece insan olarak bakması mı ya da çocukları sevip insanların mutlu olması gerektiğine inanması mı? Belki de cevap hepsidir. Kitabın henüz başlarında yeni tanıştığı ve bu kadar delicesine aşık olacağını bilmediği Lotte ile beraber ziyaret ettikleri kilisenin yaşlı papazı ve eşiyle olan konuşmalarında Werther’in insanların mutlu olması gerektiğini söylediğini biliyoruz. Toplulukta bulunan papazın eşi karşı çıkıyor ve kişinin beden sağlığının iyi olmamasının mutlu olmasını engellediğini söylüyor. Werther ise -beden-ruh etkileşiminin en yoğun yaşandığı sağlık alanında- kaygılardan uzaklaşmanın, insana iyi gelecek şeyleri yapmanın beden sağlığını da olumlu olarak etkileyeceğini söylüyor. 1700’ lü yıllarda bedeni iyileştirmenin yolunun ruhu iyileştirmekten geçeceğini söylüyor Goethe. Descartes ile beraber zirveye ulaşan dualizm anlayışının emarelerini görmekteyiz. Günümüzde de stresin, kaygının birçok hastalığın semptomu hatta başlangıcı olduğunu biliyoruz. Kaygı bazen sosyal çevremiz tarafından bazen ebeveynlerimiz tarafından -ki anne-baba-çocuk üçgeninde kurulan psikanaliz disiplinini göz ardı etmemek gerekir- bazen de kendi yapmak istediklerimiz ile yaptıklarımızın çatışmasından meydana gelir. Sosyal psikoloji literatüründe bulunan “benlik sunumu” buna güzel bir örnek olacaktır.


Aylar geçiyor ve sevgili Werther’imiz Lotte’a gitgide aşık olmaya başlıyor. Elbette Lotte nişanlı yani Werther’le olmasına imkan yok ama aşık olmamak elde değil. Ailesinden uzakta yaşayan Werther mutluluk bulduğu kır gezintileri ve farklı insanlarla muhabbet etmenin geçiciliğinin farkına varıyor. Elbette bunu açıktan dile getirmiyor ancak her sabah uyanmak istemesi Lotte’la ilgili, her akşam uykuya dalarken aklında Lotte. Tabiri caizse onunla yatıp onunla kalkıyor. Bir insanla geçirilen vaktin, onunla paylaşılan şeylerin güzelliğinin insanı ne denli derinden etkileyebileceğini gösteriyor bize. Başlangıçta saf olan aşkı beraber vakit geçirerek yani bir nevi alışkanlık haline gelerek günden güne artıyor. Her gün beraber geçirilen saatler Werther’in aşkını arttırmaktan başka bir şey yapmıyor. Lotte’un nişanlısının gelmesi ise Werther’in acı günlerinin başlangıcı oluyor daha fazla dayanamayıp gidiyor. Hangimiz sevdiğimiz insanın yanında bir başkasını görmeye tahammül edebiliriz ki? Werther’de edemiyor ve en nefret ettiği devlet işine başlıyor. İnsanın iç yüzünü gösteriyor bize. Tek amaçları yükselmek olan ve yükselmek için her türlü yola başvuran insanı gösteriyor bize. Günümüzde de değişen pek bir şey yok. Herhangi bir kurumsal şirkette yahut devlet dairesinde görebileceğimiz gibi insanlar birbirlerinin arkasından konuşuyor, yükselmek için diğerlerini ezmek gerektiğini düşünüyor. Hassas tabiatlı bir insan için böylesi ahlaksız tutumlar dayanılmazdır. Genç Werther hassas ama güçlü bir yüreğe sahiptir ancak ailesinden ayrı olması -ki genç bir bireyin ailesinden ayrı olması haliyle yaralayıcı bir durumdur- ve kitapta bahsi çok az geçse de babasının olmaması -bu kitapta anlatılan tarihin 150 yıl sonrasında ortaya çıkan psikanalitik kuramın temelini oluşturan baba figürüyle de ele alındığında- Werther’in hayatla mücadele ederken zorlanmasına neden oluyor. Bir dönem prensin yanında kalıyor. Yaşlı papazla iyi anlaşıyor. Lotte’un babasıyla da iyi anlaşıyor. Werther’in tabiatındaki aşırılık ve zaman zaman Lotte’un ayaklarına kapanma isteği korunma ve güvende hissetme ihtiyacından ileri geliyor dersem yanılmam sanırım. Belki Lotte’u annesi yerine belki kaybettiği babasının yerine koydu ve duygusal ihtiyaçlarını karşılamak istedi. Ikincil nesneye yönelebilmesi her ne kadar iyi bir durum olsa da kendi egosunu yıkması ve artık her şeyin ötekiyle ilgili olmasına ne kadar dayabilir ki? Hangimiz görmek istediğimiz ilgi beklediğimiz insandan gelmeyince kötü hissetmeyiz ki?


Kitapta Werther’in kaç yaşında olduğunu bilmiyoruz ama benim zihnimde Werther 19-20 yaşlarında bir delikanlı. Kitabı okuduğum ilk zamanlar onun yaşında değildim ama kitabı okuyup intihar etmek isteyen onlarca genç gibi bende de bu etkiyi bırakmıştı. Lise yıllarında bu kitabı okumanın sakıncalı olduğunu elbette bilmiyordum ve kitabı okumaya başladıktan sonra elimden bırakamayıp bitirinceye kadar okumuştum. Bir yandan insana verilmiş en güzel duygunun aşk olduğunu bir yandan da en ölümcül duygunun aşk olduğunu o zamanlar henüz bilmiyordum. Werther benim bu bilmeyişimi çok güzel anlatmış ama. “Böyle mi olmalıydı, insanın mutluluğu aynı zamanda kederinin kaynağı mı olmalıydı?” Zaten çalkantılı olan ruh halim -ergenlik dönemimin her kimlik karmaşası hem ödipal nesnelerimden uzaklaşma çabam- daha o zamanlar bu cümleyi okuduğunda karmakarışık bir hal almıştı. Bu yaşımda yani ilk okuyuşumdan 5-6 yıl sonra yeniden okuduğumda yine aynı etkiyi bırakmaktan geri kalmadı.


Prensle beraber daha fazla yaşayamayacığını anlayan Werther’in yeniden Lotte’un yanına dönmesi ise hikayenin sonuna bizi yaklaştıran olay oldu. Werther bunu biliyordu ama. Lotte’a gitmesinin kendisi için iyi olmayacağını biliyordu. Öyle değil midir zaten bazen bizim için kötü olacağını bilsek de tutkumuzun peşinden koşarız. Bu tutkumuz bizi yakıp küle çevirecek bir yangının içinde olsa bile o yangına hiç düşünmeden atlarız. Sağduyulu düşündüğümüzde garip gelecektir. Insan neden zarar göreceğini bile bile bir şeylerin peşinden gider diye düşünmeden edemiyorum. Olmayacağını bile bile bir aşkın peşinden koşmak niye mesela? Bence burada araya giren önemli bir duygu var. Umut. Umut etmek insanların bir şeylerin peşinden koşmasını kolaylaştırıyor. Labaratuvar fareleriyle yapılan şöyle bir deney okumuştum. Normalde bir farenin boğulmadan suda kalma süresi 15 dakikaymış. Deneyci üç tane fareyi üç ayrı su kabına koyup çırpınmalarını izliyor. 14. dakikada fareleri sudan çıkarıyor. Belli bir süre bekledikten sonra yeniden suya koyuyor ve farelerin ne kadar süre suda kalabileceğini bakıyorlar. Benim beklediğim sonuç 15 dakika daha dayanabilirler en fazlaydı ama fareler 75 dakika suda kalabiliyorlar çünkü birisinin onları sudan kurtaracağı umutları var. Werther’de böyleydi Lotte’un kendisine en ufak bir güzel sözü, bir gülümseyişi onun yeniden umutlanmasını sağlamaya yetiyordu. Bu konuda Werther’e haksızlık yapılmasını istemem. İnsan en ufacık bir gülüşe kanıp kendine acı çektirir mi dememeliyiz. Sevgiliden gelecek en ufak bir gülümseyiş uğruna koca Divan Edebiyatı ortaya çıkmıştır. Öğrenme psikolojisini düşündüğümüzde mesela bir ödül sürekli verildiğinde herhangi bir anlam ifade etmemeye başlar ancak -endüstri ve örgüt psikolojisinde de kullanılan ödül tarifeleri buna örnektir- ödülü bazen verip bazen vermediğinizde koşullama daha kalıcı olur. Öyle ki bazen alamadığımız o gülümseme bile aşkı arttırmaya yeter. Aslında bir noktada hiçbirimizin Werther’den bir farkı yok. İnandığımız şey her ne ise onun peşinden koşarız. Elbette bazen koşmayı bıraktığımız olur ama o zaman bir gariplik olduğunu fark ederiz. Rotası belli olmayan bir geminin denizde savrulup gitmesi gibi biz de inandığımız şeyin peşinden koşmayı bıraktığımızda savrulup gideriz. Yıllar geçer ve psikoloji bölümüne niye geldiğimizi unutabiliriz mesela ya da başkalarında şikayet ettiğimiz insanlara eşit bakma mazlum olanı hor görmeme düsturumuzu unutmuşuzdur. Ama bu kadar karamsar olmaya gerek yok çünkü bir süreliğine durup kendimizi dinlediğimizde kim olduğumuzu hatırlamaya başlarız. Bir süre sadece beklemek, kendimizi dizilerle, filmlerle yahut sırf zaman geçsin diye yaptığımız aktivitelerden sıyırıp bir süreliğine kendimizi dinlediğimizde kim olduğumuzu, ne yapmak istediğimizi hatırlarız. Werther’in belki de şanslı olduğu nadir durumlardan birisiydi bu. Kendini dinleyebiliyordu ve dolayısıyla kendisini analiz edebiliyordu. Içgörüsü yüksek bir karakterdi Wether. Üstelik kendisi hakkında fikirlerini ve zamanını nasıl geçirdiğini anlattığı dostu Wilhelm vardı. Ona karşı dürüst olup yaşadıklarını ve hissettiklerini anlatıyordu. Hislerimiz konusunda kendimizi kolayca kandırabiliriz ancak açık yüreklilikle bir dostumuza hislerimizi anlatırken dürüstüzdür. Wilhelm, Werther’in kötü gidişatıyla ilgili kendisine öğütler verdiğinde Werther onu geri çeviriyordu çünkü aşkı onu çağırıyordu ve gitmekten başka elinden bir şey gelmiyordu. Sonunun kötü olduğunu bile bile bunu yapmak istiyordu.


İntihar eylemi zaman zaman bir anda verilen bir karar olsada evveliyatını iyi anlamak gerektiğini düşünüyorum. Nitekim Werther’de bunları söylüyor. Bir anda karar verdiği bir şey değildi dünyadan ayrılmak. Zaten son dönemlerde yaşadığı şeyler ruh hali şu anda bizlerin tabiriyle tam bir depresyon ve melankoli halini gösteriyor. Zaman zaman kuvvet buldukça Lotte’a ulaşmak için bir şeyler yapıyor ve belki de hayatı boyunca en mutlu olduğu anı Lotte ile yaşadıktan sonra bu dünyadan ayrılıyor. En güzel an sevgiliyle geçirilen ruhların iç içe geçtiği an değil midir? Werther’in de dediği gibi “İnsanı gerekli kılan tek şey sevgidir kuşkusuz.”


Yayınlanma: 24.11.2021 12:32

Son Güncelleme: 24.11.2021 12:48

Uzmanlıklar:

Çocuk ve Ergenlik Dönemi Ruhsal Sorunları, Kaygı (Anksiyete) Bozuklukları, Varoluşsal Anlam Arayışı / Değersizlik Sorunları
Online TerapiOnline Ter...
süre 50 dk
ücret 450
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
süre 50 dk
ücret 450
Yapay zeka ile, kişiselleştirilmiş destek:
Menta AI
Yapay zeka ile,
kişiselleştirilmiş destek: Menta AI

Şimdi indir, konuşmaya başla

App Store'dan İndirGoogle Play'den İndir
Bunları da sevebilirsiniz...

BASTIRILAN DUYGULAR NE KILIĞA GİRER?

BASTIRILAN DUYGULAR NE KILIĞA GİRER?Günlük hayatın temposu içinde birçok insan “güçlü” kalabilmek adına duygularını bastırmayı öğrenir. Küçük yaşlardan itibaren ağlamamak, sessiz olmak, uyumlu olmak ve sorun çıkarmamak öğretilir. Zamanla bu davranışlar birer tercih olmaktan çıkar ve bir yaşam stratejisine dönüşür. Oysa insan ruhu bastırılan hiçbir duyguyu gerçekten silmez. Sadece onu derinlere iter ve zamanı geldiğinde bambaşka şekillerde karşısına çıkarır.Toplum içinde “iyi çocuk”, “sorunsuz birey”, “olgun insan” olmak çoğu zaman duyguların bastırılmasıyla karıştırılır. Oysa olgunluk, duyguları bastırmak değil, onları anlayabilmektir. Çocukken üzüntüsüne yer açılmayan bir birey, ilerleyen yaşlarda kendi duygusuna yabancılaşabilir. Kızdığında dinlenmeyen bir çocuk, yetişkin olduğunda öfkesini ya kontrolsüz şekilde dışa vurabilir ya da tamamen içine gömebilir.Bastırılan duygular zihinden silinmez. Bilinçdışında birikir, büyür ve uygun bir zemin bulduğunda kendine başka bir çıkış yolu yaratır. Bu bazen tekrarlayan ilişki sorunlarıyla, bazen iş hayatında yaşanan tükenmişlikle, bazen de bedende ortaya çıkan ağrılarla kendini gösterir. Kişi bu belirtileri çoğu zaman anlamlandıramaz ve “Ben zaten böyleyim” diyerek kendini etiketler. Ancak çoğu zaman mesele kişilik değil, bastırılmış duyguların yüküdür.Her duygu aslında insanı korumak için vardır. Öfke, sınırların ihlal edildiğini haber verir. Üzüntü, bir kaybın sindirilmesine yardımcı olur. Korku, tehlikeye karşı bir alarm görevi görür. Utanç ve değersizlik hisleri ise kabul görme ve ait olma ihtiyacının izlerini taşır. Bu duygular bastırıldığında işlevini yitirir, ancak farklı kılıklara girerek yeniden kendini hatırlatır.Bastırılan öfke, en sık dönüştürülen duygulardan biridir. Açıkça ifade edilemeyen öfke, pasif-agresif davranışlara dönüşebilir. Kişi doğrudan konuşmak yerine iğneleyici sözler söyler, alttan alta karşısındakini suçlar ya da sessizlikle cezalandırır. Öfke biriktikçe, en küçük olayda büyük patlamalar yaşanabilir. Bu tür patlamalar çoğu zaman bugünün meselesi değil, yılların birikimidir.Bastırılan üzüntü ise çoğunlukla beden üzerinden kendini anlatır. Sürekli bir yorgunluk hali, isteksizlik, keyif alamama, boşluk hissi ve anlamsızlık duygusu bastırılmış üzüntünün işaretleri olabilir. Kimi zaman bu durum psikosomatik belirtilerle ortaya çıkar: mide ağrıları, kas gerginliği, baş ağrıları, uyku problemleri… Zihin üzülmemek için mücadele ederken, beden bu yükü taşımaya çalışır.Korkular bastırıldığında genellikle kontrol ihtiyacı şeklinde açığa çıkar. İnsan korktuğunu kabul etmek yerine her şeyi kontrol etmeye çalışır. Geleceği aşırı planlamak, sürprizlerden kaçınmak, belirsizliğe tahammül edememek bu durumun yaygın örnekleridir. Kontrol, kişiye kısa süreli bir güven hissi sağlasa da uzun vadede kaygıyı artırır. Çünkü hayatın doğası gereği her şey kontrol edilemez.Bastırılan değersizlik hissi ise sürekli onay arayışına dönüşür. Kişi kendi değerini içerden hissedemediğinde, bunu dışarıdan almaya çalışır. Takdir edilmek ister, beğenilmek ister, görülmek ister. Eleştiriler ise olduğundan çok daha derin yaralar açar. Çünkü eleştiri, sadece bugünkü davranışı değil, geçmişten taşınan “yetersizim” inancını da harekete geçirir. Bu yüzden kişi hep daha fazlasını yapar ama hiçbir zaman gerçekten yeterli hissetmez.Duygular bastırıldığında değil, hissedildiğinde dönüşür. Bir duyguyu bastırmak onu yok etmez, sadece erteler. Hissedilen duygu ise yavaş yavaş yumuşar ve insanın içinde bir akış başlar. Ağlamak rahatlatır. Kızmak sınırları fark ettirir. Korkmak, gerçekçi adımlar atmayı sağlar. Utanmak, insanın kendi hassas noktalarını görmesine yardımcı olur. İnsan duygularına alan açtıkça, kendiyle ilişkisi daha sahici bir hâl alır.Birçok insan için duyguları bastırmak bilinçli bir seçim değildir. Bu bir başa çıkma mekanizmasıdır. Çocukken duyguları görülmeyen, küçümsenen veya cezalandırılan bireyler, bastırmayı bir güvenlik yolu olarak öğrenir. Bu davranış biçimi o zamanlar işe yaramıştır; kişiyi hayatta tutmuştur. Ancak yetişkinlik döneminde aynı mekanizma artık zarar vermeye başlar.Bu noktada kişinin kendini suçlaması gerekmez. Bu senin “yanlış” olduğunun göstergesi değildir. Aksine, bugüne kadar elinden gelen en iyi şekilde hayatta kalmaya çalıştığının bir kanıtıdır. Asıl önemli olan, artık bu kalıpları fark edebilmek ve yavaş yavaş dönüştürmeye başlamaktır.Bazen dönüşüm büyük adımlarla gelmez. Bazen sadece bir durup nefes almakla başlar. “Ben şu an ne hissediyorum?” sorusu, sandığından çok daha güçlü bir kapıdır. Bu soruyu kendine sordukça, bastırılan duygular yavaş yavaş görünür hâle gelir. Ve görülen her duygu, biraz daha yumuşamaya başlar.Duyguların düşman olmadığını hatırlamak gerekir. Onlar, ruhun kendini korumak için kurduğu bir dil gibidir. Bastırıldıklarında daha karmaşık hâle gelirler. Hissedildiklerinde ise sadeleşirler. Her bastırılmış duygu, aslında görülmek isteyen bir parçandır. Bu parçalarla temas kurdukça, insan kendi bütünlüğüne biraz daha yaklaşır.Sonuç olarak, bastırılan duygular yok olmaz. Sadece kılık değiştirir. Bazen öfke olur, bazen korku olur, bazen bitmeyen bir yorgunluk, bazen de derin bir boşluk hissi… Ama hangi kılığa girerse girsin, hepsinin tek bir isteği vardır: Görülmek, anlaşılmak ve hissedilmek.Unutma:Duygular bastırıldığında değil, hissedildiğinde dönüşür.Ve sen, hissetmeye izin verdiğin ölçüde iyileşirsin.. . . . . . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .

Bağlanma Stilleri: Hayatımızı Sessizce Şekillendiren Görünmez Dinamikler

Kendimizi Tanımaya Çalışırken Atladığımız Gerçek: Bağlanma ModelimizBir insan neden ilişkilerde hep aynı döngüleri yaşar? Neden biri sevgiyi doyasıya yaşarken diğeri sürekli kaygı duyar? Neden bazı insanlar yakınlaşmaktan korkar, bazıları ise fazla bağlanır?Tüm bu soruların cevabı, çocukluk dönemimizde kurduğumuz bağlanma stilinde saklıdır. Üstelik bağlanma tarzımız, yalnızca romantik ilişkilerimizi değil; arkadaşlıklarımızı, iş hayatımızdaki davranışlarımızı, kriz anlarındaki tepkilerimizi ve duygusal dünyamızı da büyük ölçüde etkiler.İlginç olan şu: Birçok kişi kendi bağlanma stilini bilmeden yaşar. Sorunlarının sebebini karakter zanneder, oysa mesele karakter değil, öğrenilmiş bir duygusal kalıptır.Bu nedenle bağlanma stilleri, psikolojinin hem en derin hem de en gözden kaçırılan konularından biridir.Bağlanma Nedir ve Neden Bu Kadar Önemlidir?Bağlanma, çocuklukta bakım veren kişiyle kurulan ilişki biçimidir. Bebek için bakım veren kişi (çoğu zaman anne), dünyanın tamamı demektir. Onun sevgisi, dokunuşu, tepkisi ve tutarlılığı, bebeğin “Dünya güvenli bir yer mi?” sorusuna verdiği ilk cevaptır.Yani bağlanma, sadece “sevgi” değildir.Güven hissidir.Kendine değer duygusudur.Sevilmeye layık olduğumuza dair temel beklentidir.Başkalarına ne kadar güveneceğimizin temelidir.Ve bu bağlanma stili, yetişkinlikte aynen devam eder.Yetişkinlikte Dört Bağlanma Stili ve Hayata Etkileri1. Güvenli Bağlanma – Sevginin Sağlıklı HaliBu kişiler:Duygularını ifade etmekten çekinmez.Yakınlıktan korkmaz.Karşı tarafı kontrol etmeye çalışmaz.Sorunları konuşarak çözebilir.Sevildiğini bilir, sevdiğini hissettirebilir.Güvenli bağlanan yetişkinler, ilişkilerde en sağlıklı dinamiği kuran gruptur. Fakat toplumda oranı düşündüğünüz kadar yüksek değildir.2. Kaygılı Bağlanma – “Ya giderse?” Korkusunun Gölgesinde YaşamakKaygılı bağlanan bireyler genellikle şunları yaşar:Partnerinin sevgisinden emin olmakta zorlanır.Onay alma ihtiyacı yüksektir.Terk edilme korkusu yoğundur.Küçük davranışları bile büyük anlamlara yorar.Aşırı düşünme, mesaj bekleme, kuruntu yapma sık görülür.Bu insanlar aslında sevilmek ister; ama sevgiyi kaybetme ihtimali onları yorar. Çoğu kaygılı bağlanan kişi, “Neden hep beni yoran ilişkileri seçiyorum?” diye kendine sorar.3. Kaçıngan Bağlanma – Yakınlıktan KorkmakBu kişiler için ilişki demek:Kısıtlanmak,Yük hissetmek,Özgürlüğün tehdit edilmesi… anlamına gelebilir.Belirgin özellikleri:Hislerini kolay açamazlar.Aşırı bağımsız görünürler.Yakınlık artınca geri çekilirler.Duygusal mesafe onlar için güvenlik barikatıdır.Bu insanlar sevmeyi bilmez değildir; Sadece yakınlık onların sistemini alarma geçirir.4. Düzensiz Bağlanma – Kafası Karışık YakınlıkPsikolojide en karmaşık bağlanma stilidir. Çünkü kişi hem yakınlık ister hem de yakınlıktan korkar. Bir adım yaklaşır, iki adım uzaklaşır.Güvensiz çocukluk deneyimleri sebebiyle yetişkinlikte duyguları çok hızlı değişebilir. Hem kaygılı hem kaçıngan davranışlar aynı kişide görülebilir.Peki Bağlanma Stilim Yaşamımı Nasıl Etkiliyor?Bu soruyu birçok kişi terapide ilk kez sorar.Aslında bağlanma stiliniz:Kime aşık olacağınızı,Neden aynı tip ilişkileri yaşadığınızı,Kırıldığınızda nasıl tepki verdiğinizi,Güçlü bağlar kurup kuramayacağınızı,Kendinizi nasıl gördüğünüzü,Güven ve özgürlük dengenizi,Hayat boyu duygusal ihtiyaçlarınızı belirler.Örneğin kaygılı bağlanan biri “beni neden hep duygusal olarak ulaşılmaz insanlar çekiyor?” diye düşünür.Kaçıngan bağlanan biri “ilgi gösterince kaçıyorum ama yalnız kalınca üzülüyorum” der.Düzensiz bağlanan biri ise “kimseyi tam içeri alamıyorum, ama bensiz de yapamıyorum” duygusunu taşır.Tüm bu döngüler, çocuklukta öğrenilmiş bir bağlanma modelinin yetişkinlikteki yansımalarıdır.Bu yüzden bağlanma stilleri psikolojide hem çok özel hem de çok dönüştürücü bir alandır.Bağlanma Stili Değişebilir mi?Evet. Bu yazının en umut veren kısmı burası.Bağlanma stilimiz kader değildir. İnsan değişir. Beyin değişir. Duygusal örüntüler değişir.Ve en güçlü değişim, terapi ile gerçekleşir.Terapi, kişinin duygusal yaralarını fark etmesini, onları şefkatle iyileştirmesini ve kendi içinde güvenli bir bağ kurmasını sağlar.Daha güvenli bir bağlanma geliştikçe:Kaygı azalır,Duygusal istikrar artar,Sağlıklı ilişkiler kurmak kolaylaşır,Kişi kendini daha çok sever,Yakınlık korkusu hafifler,Duygusal iletişim güçlenir.Terapi Bağlanma Süreçlerini Nasıl İyileştirir?1. Güvenli Bir İlişki Alanı SunarTerapi, yargısız bir alandır. Kişi ilk kez “güvenli bir bağ” deneyimler. Bu deneyim, çocukluktan gelen kırılganlığı yumuşatır.2. Duyguları Tanımayı ÖğretirBirçok kişi aslında ne hissettiğini bile bilmez. Terapi, duyguların dilini öğretir.3. Geçmişin Görünmez İzlerini Ortaya ÇıkarırKişi, döngülerinin nereden geldiğini fark eder. “Demek ki problem bende değil, bağlanma stilimde.” diyerek suçluluk ortadan kalkar.4. Yeni İlişki Becerileri GeliştirirSınır koymak, kaygıyı yönetmek, yakınlığı artırmak, sağlıklı iletişim kurmak değişebilir becerilerdir.5. İçsel Güven İnşa EdilirEn önemlisi budur. Kişi “Ben sevilebilir biriyim.” duygusunu yeniden kazanır.Bu dönüşüm terapiyle mümkün olur ve hayatın her alanına yansır.Bağlanma Stilini Merak Eden Herkes Terapiye Bir Adım Daha YakındırBir insan kendi bağlanma stilini merak ediyorsa… İlişkilerindeki döngüleri sorguluyorsa… Geçmişiyle barışmak istiyorsa… Duygusal derinlik arıyorsa…Aslında terapiye hazırdır.Çünkü bağlanma çalışmaları, psikolojide en derin ve en dönüştürücü alanlardan biridir. Bu alanda uzman bir terapistle çalışmak, kişinin çocukluk yaralarını iyileştirmesine, yetişkinlikte daha sağlıklı ilişkiler kurmasına ve en önemlisi kendine güvenli bir alan yaratmasına yardımcı olur.Son Söz: Kendini Anlama Cesareti En Büyük DönüşümdürHerkes değişebilir. Hiçbir bağlanma stili “kader” değildir. Kırılganlıklar iyileştirilebilir, duygular düzenlenebilir, ilişkiler güzelleştirilebilir.Tek gereken ilk adımdır: bu ilk adımı atabilecek tek kişi sizsiniz. Kendi içsel dünyasını anlamaya cesaret etmek.Eğer sen de ilişkilerinde benzer döngüleri yaşıyorsan, duygularını anlamlandırmakta zorlanıyorsan veya kendini daha güvenli bir bağ içinde görmek istiyorsan…Bu alan üzerine çalışan bir terapist ile çalışmak, hayatında büyük bir fark yaratabilir.
Eylem CAN 06.12.2025

Kendini Anlamanın Gücü: Terapiye Başlamayı Düşünenler İçin

Terapi Neden Her Geçen Gün Daha Fazla İlgi Görüyor?Son yıllarda terapiye olan ilginin belirgin şekilde arttığını fark etmek zor değil. Artık insanlar yalnızca yaşadıkları sorunları çözmek için değil, kendilerini daha iyi anlamak ve hayatlarını daha bilinçli bir şekilde yönetmek için de terapi desteği alıyor. Modern yaşamın yoğun temposu, ilişkilerin karmaşıklığı, iş yükünün artması, sosyal çevrenin beklentileri ve kişisel hedeflerin baskısı, bireyleri içsel bir denge arayışına yönlendiriyor. Terapi ise bu arayışın en güvenli ve en etkili yollarından biri olarak öne çıkıyor.Birçok kişi terapiye başlamadan önce, “Acaba terapi bana iyi gelir mi?” diye düşünür. Bu soru, kişinin kendisiyle ilgili farkındalık geliştirmeye hazır olduğunun işaretidir. Çünkü terapi, sadece bir konuşma alanı değil; kişinin iç dünyasını keşfetmesine, duygularını anlamlandırmasına ve hayatındaki örüntüleri çözümlemesine yardımcı olan bir süreçtir.Terapi Yalnızca Problem Yaşayanlar İçin DeğildirToplumda sıkça karşılaşılan yanlış bir inanç vardır: Terapiye giden insanlar mutlaka ciddi bir sorun yaşıyordur. Oysa bu düşünce oldukça sınırlayıcıdır. Terapi, ruhsal bir “acil durum müdahalesi” değil; kişinin kendisiyle kurduğu ilişkiyi güçlendiren bir gelişim alanıdır.Kimi insan ilişkilerinde daha sağlıklı iletişim kurmak için, kimi karar vermede zorlandığı için, kimi kaygılarını anlamak için, kimi ise sadece hayatını daha dengeli yaşamak için terapiye başvurur.Bir kişinin terapiye gitmesi, zayıf olduğu anlamına gelmez. Tam aksine, kendine değer veren ve gelişime açık olan bireylerin tercih ettiği bir adımdır. Fiziksel sağlığımız için nasıl düzenli kontroller yaptırıyorsak, zihinsel ve duygusal sağlığımız için de profesyonel destek almak aynı derecede önemlidir.Terapiye Başlamadan Önce Zihni Meşgul Eden Sorular Çok DoğaldırTerapi sürecine girmeden önce pek çok kişinin zihninde soru işaretleri belirir. Bu sorular, sürecin anlaşılmaya çalışılmasının doğal bir parçasıdır.En yaygın sorulardan bazıları:“Terapide ne konuşacağım?” Belirli bir konuya sahip olmanıza gerek yoktur. Terapist, sizin duygularınızı ve düşüncelerinizi anlamlandırabilmeniz için doğru soruları sorarak süreci doğal akışında ilerletir.“Ya terapist beni yargılarsa?” Terapinin en temel prensiplerinden biri, yargısız bir alan yaratmaktır. Profesyonel bir terapist, danışanı koşulsuz kabul eder, dinler ve destekler.“Gerçekten işime yarayacak mı?” Terapinin etkisi kişiden kişiye değişse de, çoğu danışan süreç ilerledikçe duygularını daha net anlamaya, stresini yönetmeye ve davranışlarını bilinçli bir şekilde yönlendirmeye başlar.“Duygularımı açmakta zorlanıyorum, bu sorun olur mu?” Birçok insan terapiye ilk başladığında kendini ifade etmekte zorlanır. Bu çok normaldir. Zaman içinde duygularınızı paylaşmak daha kolay ve daha doğal hale gelir.Bu sorular, terapiye başlamak için bir engel değil; aksine kişinin süreç hakkında sağlıklı bir merak taşıdığının göstergesidir.Küçük Farkındalıklar, Büyük Yaşam Değişimlerine Kapı AçarTerapinin en güçlü taraflarından biri, kişinin zaman içinde yaşadığı farkındalık anlarıdır. Bu anlar bazen çok küçük görünür ama kişinin hayatında büyük bir dönüşüm yaratır.Örneğin:Yıllardır aynı ilişkisel hataları yaptığınızı fark edersiniz.Kaygılarınızın aslında bastırılmış bir korkudan kaynaklandığını görürsünüz.Öfkenizin altında kimin ya da neyin yattığını keşfedersiniz.Kendinizi sürekli geri planda bırakmanızın sebebinin onaylanma ihtiyacı olduğunu anlarsınız.Hayatınızdaki döngülerin aslında çocukluk dönemindeki deneyimlerden beslendiğini fark edersiniz.Bu farkındalıklar kişiye bir şey öğretir: Otamatik davranmak yerine bilinçli davranmak mümkündür.Terapiden önce kişi çoğu davranışını refleksle yapar, neden böyle hissettiğini ya da böyle düşündüğünü fark etmez. Ancak terapi sayesinde kişi kendini daha iyi tanır, davranışlarını anlamlandırır ve yaşama daha bilinçli tepkiler vermeye başlar. Bu değişim, dışarıdan bakıldığında küçük görünse de, kişinin hayat kalitesini derin bir şekilde etkiler.Terapi, Duygusal ve Bilişsel Beceriler KazandırırTerapinin sadece konuşma üzerine kurulu bir süreç olduğu düşüncesi yanlıştır. Modern terapi yaklaşımları danışana çok sayıda duygusal ve bilişsel beceri kazandırmayı hedefler.Terapide kazanılabilecek beceriler arasında şunlar bulunur:Kaygı yönetimi teknikleri: Nefes egzersizleri, düşünce yeniden yapılandırma, beden farkındalığı.Duygu düzenleme becerileri: Yoğun duyguları tanıma, anlamlandırma ve sağlıklı şekilde ifade etme.İletişim becerileri: Kendini doğru ifade etmek, karşı tarafı dinlemek, empati kurmak.Sınır koyma: Kişinin kendi alanını koruması, gereksiz yükleri taşımayı bırakması.Stres yönetimi: Zihinsel ve duygusal yükleri hafifletme yöntemleri.Sağlıklı ilişki kurma: Bağ kurma, güven inşa etme ve ilişkisel kalıpları fark etme.Bu beceriler sadece terapi odasında kalmaz; kişinin günlük yaşamında aktif olarak yer bulur. Kişi zamanla daha sağlıklı kararlar verir, daha net iletişim kurar ve daha sakin bir ruh haline kavuşur.Terapi Bir Cesaret Yolculuğudur; Ama Sonu ÖzgürlüktürTerapinin en zor kısmı genellikle başlamaktır. Çünkü terapi, kişinin önce kendisiyle yüzleşmesini gerektirir. Bu yüzleşme bazen duygusal olarak zorlayıcı olabilir; ancak büyük bir özgürleşmenin başlangıcıdır.Birçok kişi birkaç seans sonra şu cümleyi kurar: “Keşke daha önce başlasaydım.”Çünkü terapi, kişinin zihinsel düğümlerini çözer, duygusal yüklerini hafifletir ve yaşamına daha sağlıklı bir yön vermesine yardımcı olur. Terapistin görevi yol göstermek, kişinin kendi iç sesini duymasına yardımcı olmaktır. Değişimi yaratan ise danışanın kendisidir.Terapinin sonunda kişi:Kendi değerini fark etmeye,Duygularını daha açık anlamaya,Sağlıklı ilişkiler kurmaya,Geçmiş yüklerini bırakmaya,Kendisiyle barışmaya başlar.Bu süreç hem derin hem dönüştürücüdür.Kendine Yapabileceğin En Değerli YatırımTerapi, kişinin kendine sunduğu en kıymetli hediyelerden biridir. Çünkü insan hayatı boyunca birçok duygu, olay ve düşünceyle karşılaşır. Zaman zaman bunların altında ezilmek mümkündür. Terapi ise bu yükü hafifletir, kişiye kendine dair daha net bir bakış açısı kazandırır ve hayatı daha anlamlı bir şekilde yaşamasına yardımcı olur.Eğer sen de duygularını daha iyi anlamak, davranışlarını düzenlemek, ilişkilerini iyileştirmek veya kendine yeni bir bakış açısı kazandırmak istiyorsan terapi bu yolculuğun en doğru başlangıcı olabilir.Kendini tanıyan biri, hem bugününü hem de geleceğini çok daha sağlıklı temellere oturtabilir. Terapi ise bu farkındalığın kapılarını açan güçlü bir araçtır.
Eylem CAN 06.12.2025