Gençlik, canlı yaşamının en hareketli dönemi, en yoğun duyguların yaşandığı ve dünyadan tutunacak bir şeyler varlığının kabul veya reddedildiği dönemidir. Kimimiz dine, kimimiz aşka, kimimiz aileye, kimimiz ise işe-çalışmaya tutunuruz. Şanslı olanlarımız birden fazla şeye tutkun olarak yaşayabilenlerdir. Bir yandan ailenizle herhangi bir sorununuz yokken bir yandan da hayatınız boyunca seveceğinizi düşündüğünüz insanla karşılaşmış olmak sizi hayata bağlayan iki sebep olacaktır. Sevdiğiniz insanı kaybetseniz bile aileniz yanınızda olacaktır. İnsan kendine tutunacak bir dal arar yahut ayağını sağlam basacağı bir zemin. İnsan bir şeylerden emin olmak ister. Genç Werther’in ise elinde bir tek aşkı vardı.
Kimilerine göre Goethe kendi yaşamından bazı kesitler sunmuş kitapta, kimilerine göre ise bir başkasının hikayesini anlatmış. Bunun aslında bir önemi yok çünkü kitap basıldıktan sonra toplumda büyük yankı uyandırması ve bazı gençlerin kitabı okuduktan sonra intihara kalkışması-kimilerinin de başarılı olması- kitabın uyandırdığı yankıyı ve ne kadar içimizden birinin öyküsü olduğunu gösteriyor. Peki neydi Genç Werther’i bu kadar içimizden yapan? Tutkun olduğu şeyin peşinden delicesine koşması mı yoksa insana sadece insan olarak bakması mı ya da çocukları sevip insanların mutlu olması gerektiğine inanması mı? Belki de cevap hepsidir. Kitabın henüz başlarında yeni tanıştığı ve bu kadar delicesine aşık olacağını bilmediği Lotte ile beraber ziyaret ettikleri kilisenin yaşlı papazı ve eşiyle olan konuşmalarında Werther’in insanların mutlu olması gerektiğini söylediğini biliyoruz. Toplulukta bulunan papazın eşi karşı çıkıyor ve kişinin beden sağlığının iyi olmamasının mutlu olmasını engellediğini söylüyor. Werther ise -beden-ruh etkileşiminin en yoğun yaşandığı sağlık alanında- kaygılardan uzaklaşmanın, insana iyi gelecek şeyleri yapmanın beden sağlığını da olumlu olarak etkileyeceğini söylüyor. 1700’ lü yıllarda bedeni iyileştirmenin yolunun ruhu iyileştirmekten geçeceğini söylüyor Goethe. Descartes ile beraber zirveye ulaşan dualizm anlayışının emarelerini görmekteyiz. Günümüzde de stresin, kaygının birçok hastalığın semptomu hatta başlangıcı olduğunu biliyoruz. Kaygı bazen sosyal çevremiz tarafından bazen ebeveynlerimiz tarafından -ki anne-baba-çocuk üçgeninde kurulan psikanaliz disiplinini göz ardı etmemek gerekir- bazen de kendi yapmak istediklerimiz ile yaptıklarımızın çatışmasından meydana gelir. Sosyal psikoloji literatüründe bulunan “benlik sunumu” buna güzel bir örnek olacaktır.
Aylar geçiyor ve sevgili Werther’imiz Lotte’a gitgide aşık olmaya başlıyor. Elbette Lotte nişanlı yani Werther’le olmasına imkan yok ama aşık olmamak elde değil. Ailesinden uzakta yaşayan Werther mutluluk bulduğu kır gezintileri ve farklı insanlarla muhabbet etmenin geçiciliğinin farkına varıyor. Elbette bunu açıktan dile getirmiyor ancak her sabah uyanmak istemesi Lotte’la ilgili, her akşam uykuya dalarken aklında Lotte. Tabiri caizse onunla yatıp onunla kalkıyor. Bir insanla geçirilen vaktin, onunla paylaşılan şeylerin güzelliğinin insanı ne denli derinden etkileyebileceğini gösteriyor bize. Başlangıçta saf olan aşkı beraber vakit geçirerek yani bir nevi alışkanlık haline gelerek günden güne artıyor. Her gün beraber geçirilen saatler Werther’in aşkını arttırmaktan başka bir şey yapmıyor. Lotte’un nişanlısının gelmesi ise Werther’in acı günlerinin başlangıcı oluyor daha fazla dayanamayıp gidiyor. Hangimiz sevdiğimiz insanın yanında bir başkasını görmeye tahammül edebiliriz ki? Werther’de edemiyor ve en nefret ettiği devlet işine başlıyor. İnsanın iç yüzünü gösteriyor bize. Tek amaçları yükselmek olan ve yükselmek için her türlü yola başvuran insanı gösteriyor bize. Günümüzde de değişen pek bir şey yok. Herhangi bir kurumsal şirkette yahut devlet dairesinde görebileceğimiz gibi insanlar birbirlerinin arkasından konuşuyor, yükselmek için diğerlerini ezmek gerektiğini düşünüyor. Hassas tabiatlı bir insan için böylesi ahlaksız tutumlar dayanılmazdır. Genç Werther hassas ama güçlü bir yüreğe sahiptir ancak ailesinden ayrı olması -ki genç bir bireyin ailesinden ayrı olması haliyle yaralayıcı bir durumdur- ve kitapta bahsi çok az geçse de babasının olmaması -bu kitapta anlatılan tarihin 150 yıl sonrasında ortaya çıkan psikanalitik kuramın temelini oluşturan baba figürüyle de ele alındığında- Werther’in hayatla mücadele ederken zorlanmasına neden oluyor. Bir dönem prensin yanında kalıyor. Yaşlı papazla iyi anlaşıyor. Lotte’un babasıyla da iyi anlaşıyor. Werther’in tabiatındaki aşırılık ve zaman zaman Lotte’un ayaklarına kapanma isteği korunma ve güvende hissetme ihtiyacından ileri geliyor dersem yanılmam sanırım. Belki Lotte’u annesi yerine belki kaybettiği babasının yerine koydu ve duygusal ihtiyaçlarını karşılamak istedi. Ikincil nesneye yönelebilmesi her ne kadar iyi bir durum olsa da kendi egosunu yıkması ve artık her şeyin ötekiyle ilgili olmasına ne kadar dayabilir ki? Hangimiz görmek istediğimiz ilgi beklediğimiz insandan gelmeyince kötü hissetmeyiz ki?
Kitapta Werther’in kaç yaşında olduğunu bilmiyoruz ama benim zihnimde Werther 19-20 yaşlarında bir delikanlı. Kitabı okuduğum ilk zamanlar onun yaşında değildim ama kitabı okuyup intihar etmek isteyen onlarca genç gibi bende de bu etkiyi bırakmıştı. Lise yıllarında bu kitabı okumanın sakıncalı olduğunu elbette bilmiyordum ve kitabı okumaya başladıktan sonra elimden bırakamayıp bitirinceye kadar okumuştum. Bir yandan insana verilmiş en güzel duygunun aşk olduğunu bir yandan da en ölümcül duygunun aşk olduğunu o zamanlar henüz bilmiyordum. Werther benim bu bilmeyişimi çok güzel anlatmış ama. “Böyle mi olmalıydı, insanın mutluluğu aynı zamanda kederinin kaynağı mı olmalıydı?” Zaten çalkantılı olan ruh halim -ergenlik dönemimin her kimlik karmaşası hem ödipal nesnelerimden uzaklaşma çabam- daha o zamanlar bu cümleyi okuduğunda karmakarışık bir hal almıştı. Bu yaşımda yani ilk okuyuşumdan 5-6 yıl sonra yeniden okuduğumda yine aynı etkiyi bırakmaktan geri kalmadı.
Prensle beraber daha fazla yaşayamayacığını anlayan Werther’in yeniden Lotte’un yanına dönmesi ise hikayenin sonuna bizi yaklaştıran olay oldu. Werther bunu biliyordu ama. Lotte’a gitmesinin kendisi için iyi olmayacağını biliyordu. Öyle değil midir zaten bazen bizim için kötü olacağını bilsek de tutkumuzun peşinden koşarız. Bu tutkumuz bizi yakıp küle çevirecek bir yangının içinde olsa bile o yangına hiç düşünmeden atlarız. Sağduyulu düşündüğümüzde garip gelecektir. Insan neden zarar göreceğini bile bile bir şeylerin peşinden gider diye düşünmeden edemiyorum. Olmayacağını bile bile bir aşkın peşinden koşmak niye mesela? Bence burada araya giren önemli bir duygu var. Umut. Umut etmek insanların bir şeylerin peşinden koşmasını kolaylaştırıyor. Labaratuvar fareleriyle yapılan şöyle bir deney okumuştum. Normalde bir farenin boğulmadan suda kalma süresi 15 dakikaymış. Deneyci üç tane fareyi üç ayrı su kabına koyup çırpınmalarını izliyor. 14. dakikada fareleri sudan çıkarıyor. Belli bir süre bekledikten sonra yeniden suya koyuyor ve farelerin ne kadar süre suda kalabileceğini bakıyorlar. Benim beklediğim sonuç 15 dakika daha dayanabilirler en fazlaydı ama fareler 75 dakika suda kalabiliyorlar çünkü birisinin onları sudan kurtaracağı umutları var. Werther’de böyleydi Lotte’un kendisine en ufak bir güzel sözü, bir gülümseyişi onun yeniden umutlanmasını sağlamaya yetiyordu. Bu konuda Werther’e haksızlık yapılmasını istemem. İnsan en ufacık bir gülüşe kanıp kendine acı çektirir mi dememeliyiz. Sevgiliden gelecek en ufak bir gülümseyiş uğruna koca Divan Edebiyatı ortaya çıkmıştır. Öğrenme psikolojisini düşündüğümüzde mesela bir ödül sürekli verildiğinde herhangi bir anlam ifade etmemeye başlar ancak -endüstri ve örgüt psikolojisinde de kullanılan ödül tarifeleri buna örnektir- ödülü bazen verip bazen vermediğinizde koşullama daha kalıcı olur. Öyle ki bazen alamadığımız o gülümseme bile aşkı arttırmaya yeter. Aslında bir noktada hiçbirimizin Werther’den bir farkı yok. İnandığımız şey her ne ise onun peşinden koşarız. Elbette bazen koşmayı bıraktığımız olur ama o zaman bir gariplik olduğunu fark ederiz. Rotası belli olmayan bir geminin denizde savrulup gitmesi gibi biz de inandığımız şeyin peşinden koşmayı bıraktığımızda savrulup gideriz. Yıllar geçer ve psikoloji bölümüne niye geldiğimizi unutabiliriz mesela ya da başkalarında şikayet ettiğimiz insanlara eşit bakma mazlum olanı hor görmeme düsturumuzu unutmuşuzdur. Ama bu kadar karamsar olmaya gerek yok çünkü bir süreliğine durup kendimizi dinlediğimizde kim olduğumuzu hatırlamaya başlarız. Bir süre sadece beklemek, kendimizi dizilerle, filmlerle yahut sırf zaman geçsin diye yaptığımız aktivitelerden sıyırıp bir süreliğine kendimizi dinlediğimizde kim olduğumuzu, ne yapmak istediğimizi hatırlarız. Werther’in belki de şanslı olduğu nadir durumlardan birisiydi bu. Kendini dinleyebiliyordu ve dolayısıyla kendisini analiz edebiliyordu. Içgörüsü yüksek bir karakterdi Wether. Üstelik kendisi hakkında fikirlerini ve zamanını nasıl geçirdiğini anlattığı dostu Wilhelm vardı. Ona karşı dürüst olup yaşadıklarını ve hissettiklerini anlatıyordu. Hislerimiz konusunda kendimizi kolayca kandırabiliriz ancak açık yüreklilikle bir dostumuza hislerimizi anlatırken dürüstüzdür. Wilhelm, Werther’in kötü gidişatıyla ilgili kendisine öğütler verdiğinde Werther onu geri çeviriyordu çünkü aşkı onu çağırıyordu ve gitmekten başka elinden bir şey gelmiyordu. Sonunun kötü olduğunu bile bile bunu yapmak istiyordu.
İntihar eylemi zaman zaman bir anda verilen bir karar olsada evveliyatını iyi anlamak gerektiğini düşünüyorum. Nitekim Werther’de bunları söylüyor. Bir anda karar verdiği bir şey değildi dünyadan ayrılmak. Zaten son dönemlerde yaşadığı şeyler ruh hali şu anda bizlerin tabiriyle tam bir depresyon ve melankoli halini gösteriyor. Zaman zaman kuvvet buldukça Lotte’a ulaşmak için bir şeyler yapıyor ve belki de hayatı boyunca en mutlu olduğu anı Lotte ile yaşadıktan sonra bu dünyadan ayrılıyor. En güzel an sevgiliyle geçirilen ruhların iç içe geçtiği an değil midir? Werther’in de dediği gibi “İnsanı gerekli kılan tek şey sevgidir kuşkusuz.”
Muhammed Cihad
IŞIK
Psikolog
Uzmanlıklar:
Çocuk ve Ergenlik Dönemi Ruhsal Sorunları , Kaygı (Anksiyete) Bozuklukları , Varoluşsal Anlam Arayışı / Değersizlik SorunlarıAkran Zorbalığını Önlemek
Barış AYTAÇ 28.05.2025
Dijital Dünya ve Etkileri
Pelin BAYIN 26.05.2025
Duygularımız, İçinde Büyüdüğümüz Dünyadan İzler Taşır: Kültürel Bağlam
Hidayet ÇALIŞKAN 26.05.2025