OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUK

Okb hastalığı kontrol edilmeyen, yineleyen ve düşünce ve fikirler ile bu düşüncelerin yarattığı anksiyeteyi bastırmak için gerçekleştirilen eylemlerden oluşur. Huzursuzluk yaratan düşüncelere obsesyon denirken, bu huzursuzluğu ortadan kaldırmak için yapılan yineleyici davranışlara kompülsiyondenir. Bu davranışlar takıntılı düşünceleri önlemek amacı ile gerçekleştirilir. Gerçekleştirilen eylemler geçici bir süre işe yarar, takıntılı düşünceler tekrar oluştuğunda bireyin bu eylemleri tekrar etmesi gerekir. 

Okb döngüsü kişinin hayatını fazlasıyla sekteye uğratır. Günlük hayatlarında rahatsızlık yaratıp işlerini yapmasına engel olabilirler. Okb olan kişiler bu takıntıların anlamsız olduğunun farkında olabilirler, fakat engel olamaz ve kendilerini durduramazlar. Kişi bu obsesyonlar yüzünden suçluluk hissedip olumsuz hisseder buda kompülsiyonları doğmasına sebep olur. 

OKB; orbitofrontal korteks, singulat girus, kaudat çekirdek ve bazal gangliya dahil olmak üzere beynin bilgiyi düşünüp eyleme dönüştüren bölümlerindeki iletim sorunlarıyla ilgilidir. Beynin bu saydığımız bölümleri sağlıklı ve normal işlev göstermediğinde, sistemden uygun olmayan bilgi akışı sağlanır ve kişi düşünce ve eylemlerinden büyük rahatsızlık, baskı hisseder. 

Obsesif kompülsif bozukluk, beyin bir düşünceye yapışmasına, takılı kalmasına sebep olur. Genellikle 20 30lu yaşlarda görülen bu hastalık ergenlik dönemi ve okul öncesi çocuklarda dahi görülebilir. Okb kadınlarda daha sık görülen bir hastalıktır, kadınlarda daha yaygın görülür. Stres etkeninin OKB’yi daha da arttırdığı görülmüştür. 

Obsesyonlar ve kompülsiyonlar gün içinde kişinin hayatına devam etmesine günlük işlerini yapmasına, iş hayatına, ikili ilişkilerine olumsuz yansımaktadır. Rahatsızlık veren yineleyici takıntılı düşünceler ile bu düşünceleri bastırmak ve bu düşüncelerin yarattığı anksiyeteyi dindirmek amacı ile yapılan davranışlar bir okb döngüsü oluşturur. Kişiler bazen bu döngünün farkında olup tedavi olmak isterken bazen ise farkında olmadan yada bu döngüden memnun olarak yaşamlarına devam etmeyi tercih etmektedirler. 

Her takıntılı düşünce yada davranış OKB değildir. Temiz ve düzenli olmanın, güvenlik amacı ile kapıyı kitleyip uyumadan önce kontrol etmek bunlar gibi gün içinde yapılan davranışlar hastalık sayılmamaktadır. Düşünceler ve bunların doğurduğu eylemler kişinin günlük işlevlerini bozup zarar veriyorsa, kısıtlayıp hayatını zorlaştırıyorsa ve fazlasıyla yoğun hissediliyorsa okbden şüphe edilir.


OKB’NİN BELİRTİLERİ

 

Obsesyon belirtileri;

• Sürekli mikrop, pislik, toz, leke, kir bulaşmasından korkmak

• Sürekli temiz, simetrik, düzenli, kusursuz olma hissiyatı ve ihtiyacı

• Aynı sayıları tekrar etme ya da cümle ve kelimeleri aynı sayıda tekrar etme ihtiyacı

• Bazı davranışları gerçekleştirmeden önce istedikleri ve kendilerine daha iyi hissettiren nesne ve eşyalara dokunma hissi

• Hata yapmaktan korkmak 

• Aşırı kuşku ve güvensiz hissetme 

• Dini içerikli düşünceleri sürekli düşünme

• Bir yeri, nesneyi ya da insanı sürekli kontrol etme ihtiyacı duyma ya da belli sayıda kontrol etmediğinde iyi hissedememe 

• Sürekli birilerine zarar verebileceğini düşünüp korkmak

• Cinsel içerikli hayaller kurmaktan kendini alamamak 

 

Kompülsiyon belirtileri;

• Belirli kelimeleri sayıları duaları sürekli tekrar etmek, söylemek 

• Eşyaları simetrik bir şekilde düzeltmek

• Sürekli duş almak, evi temizlemek, eşya ve nesneleri temizlemek 

• Dokunmadan önce silmek, el sıkışmaktan kaçınmak

• Kapıyı, pencereyi sürekli kontrol etmek 

• Bir yerden ayrılmadan önce sürekli arkasına unuttuğu bir şey var mı diye bakmak 

• Eski değersiz eşyaları sürekli biriktirmek ve toplamak

• Söylediği kelimeleri belirli sayıda tekrar etmek 

• İhtiyacı olmayan şeyleri satın almak 

• Belli bir sıraya göre konuşmak, yürümek, yemek yemek 

• Birine ya da birilerine zarar vermekten korktuğu için dokunmamak, eline keskin kesici aletler almamak

• Batıl inançlar dolayısı ile belli davranışları yapmaktan kaçınmak (örneğin: sol ayakla evden çıkmak uğursuz olduğu için sağ ayakla çıkmak, sol ayakla çıkınca geri dönüp sağ ayakla çıkmak)


OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUĞUN NEDENLERİ?

OKB hastalığının birkaç nedeni vardır;

Genetik nedenler; OKB’li hastaların yakın ailede yada birinci derece akrabalarda, anne ya da babada okb hastalığı görülmüşse genetik olarak görülme olasılığı yüksektir.

Psikolojik faktöler; Herhangi bir zihinsel hastalığı olan bireylerin okb hastalığına yakalanma ihtimali yüksektir. Anksiyete ve depresyon hastalarında okbye sık rastlandığı görülmüştür.

Serotonin; Serotonin maddesinin sağlıksız işlevinde yada işlevlerinde bozulma sonucunda okbye rastlandığı görülmüştür.

Çocukluk çağı travmaları yada travma sonrası stres bozukluğu; Kişinin yaşadığı travmada maruz kaldığı ve karşılaştığı olaylar sonrasında okb geliştirdiğine rastlanmıştır. Çocukluk çağı travmalarında çocukluk çağında maruz kalınan travmalar sonucunda okb geliştirdiği görülmüştür. 

Kişilik özellikleri; Kuralcı, mükemmeliyetçi, temiz ve titiz olan kişilerin okbye daha yatkın olduğu görülmüştür.

Bastırılmış bilinçdışına itişmiş düşünceler sonucunda okb ortaya çıkabilir. Geçmişte yaşanan maruz kalınan davranışlar, göç, şehir değiştirme, ölüm, yas, hastalık, okul, aile, iş gibi yaşamsal değişiklikler, stres ve sorunlarda OKB oluşumunda etkilidir.


OBSESYON VE KOMPULSİYON TÜRLERİ

• Kuşku obsesyonu ve kontrol kompülsiyonları 

Çok sık görülür. Kişi sürekli kuşku içindedir, ve kontrol ihtiyacı duyar. Ör; pencerelerin ve kapının kapalı olup olmadığını sürekli düşünme, kuşkuya düşme ve sonucunda emin olmak için defalarca kontrol etme. 

• Bulaşma obsesyonu ve temizlik kompülsiyonları 

Kişinin kendisini kirli hissetmesi, sürekli mikrop kapacağından, kirlenmekten korkması. Kendi bedeninin, evinin, dokunduğu yerlerin diğer kişilerin pis olduğunu düşünmesi ve temizleme eylemine girişmesi.

• Dini içerikli obsesyonlar 

Dini eylemleri sırasında ya da normal zamanlarda dini düşünceleri sürekli düşünmeleri.

• Cinsel içerikli obsesyonlar 

Kişinin sürekli hayal dünyasında cinsel fanteziler kurması, cinsel düşüncelerden kendini alıkoyamaması. 

• Biriktirme, satın alma, toplama kompülsiyonları 

Pis, eski, değersiz eşyaları toplamak biriktirmek ya da ihtiyacı olmamasına rağmen satın almaktan ve biriktirmekten alıkoyamamak. 

• Sayma kompülsiyonları

Kişinin günlük aktivitelerini bile belli sayılarda yapması, belli sayıları tekrar etmesi, kelimelerini belli sayılarda tekrarlaması. 

• Dokunma kompülsiyonları

Belli eşyalara, belli kişilere ya da nesnelere dokunma ihtiyacı duyma ve dokunduğunda kendini daha iyi hissetme. 

• Düzen ve simetri obsesyonları ve kompülsiyonları 

Kişinin eşyaları yada nesneleri belli bir düzende düzenleme ihtiyacı duyması simetrik yada istediği şekle göre değiştirmesi. 

• Batıl obsesyonlar ve kompülsiyonlar

Batıl inançların etkisi ile kişinin gündelik yaşamında değişlikler yapması. Ör: sol ayakla evden çıkmanın uğursuzluk getireceğine inanan bir kişinin sağ ayakla evden çıkması. Sol ayakla çıkmışsa geri dönüp sağ ayakla çıkması. Ya da kırmızı rengin uğursuzluk getirdiğine inanan birinin kırmızı renkli eşyalara dokunmaması kullanmaması.

 

OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUĞUN TEDAVİSİ 

OKB tedavisinde 2 tedavi kullanılır; ilaç tedavisi ve psikoterapi. Bu iki tedavi şekli birlikte kullanılabilirken, ayrı ayrı da kullanılabilir. Serotonine etki eden ilaçlar OKB tedavisinde kullanılır. 

Psikoterapi 

Amaç; kişide huzursuzluk yaratan, rahatsızlık veren, anksiyete yaratan obsesyonlar ile kişiyi yüzleştirip kompülsiyonları engellemeye çalışmaktır. Kaygı oluşturan olumsuz, uygunsuz düşünce ve inançları, olumlu ve uygun düşünceler ile değiştirmeye çalışılır. 

Bilişsel Davranışçı Tedavi

Bilişsel davranışçı terapide amaç obsesif kompülsif bozukluk olan hastalarda hastayı kaygı yaratan obsesyonlar ile yüzleştirip, karşı karşıya getirmek ve yineleyici davranışları kompülsiyonları engellemektir. Obsesyonların gerçek dışı olduğunu ve hastanın bu obsesyonları abartılı bir şekilde algıladığını hastayla beraber çalışarak anlatmayı hedefler. Huzursuzluk ve rahatsızlık veren düşünce ve inançlara kişiyi alıştırmak bu düşünceleri normalleştirmek ve söndürmeye çalışmak üzerinde durur. Bu tedaviye alıştırma tedavileri denir.

Yayınlanma: 06.09.2021 14:11

Son Güncelleme: 06.09.2021 14:11

Psikolog

Nazlı Nur

KUŞ

Psikolog

(*)(*)(*)(*)(*)

Uzmanlıklar:

Kişilik Bozuklukları , Psikotik Bozukluklar , Depresif Bozukluklar
Online TerapiOnline Ter...
süre 45 dk
ücret 250
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
süre 45 dk
ücret 250
Bunları da sevebilirsiniz...

Kabullenememek: Görmezden Geldikçe Büyüyen Bir Acı

Hayatta bazen öyle anlar olur ki, olanı olduğu gibi kabul etmek en zor şey haline gelir. Yaşadığımız bir olay, hissettiğimiz bir duygu ya da içimize sinmeyen bir gerçekle yüzleşmek… Bazen o kadar ağır gelir ki, zihnimiz hemen devreye girer:Bu gerçek olamaz...Bunu hak etmedim...Böyle olmamalıydı...İşte tam da burada başlar içsel savaş. Zihin bir yandan inkâr eder, kalp bir yandan ağrır. Ve biz bu ikisinin arasında kalakalırız. Kabullenememek bir savunmadır aslında. Bizi korumaya çalışan, acıyı biraz daha ertelemeye çalışan bir refleks. Ancak her bastırılan duygu gibi, bu da içimizde büyür. Göz ardı ettikçe bizi daha çok zorlayan bir yük haline gelir.“Bu böyle olmamalıydı…”Kabullenemediğimiz şey sadece yaşadıklarımız değil; bazen kendimiz de olabiliriz. Bir davranışımız, bir seçimimiz, bir özelliğimiz... “Ben böyle biri değilim” deriz, “Bunu nasıl yaptım?” deriz ya da “Keşke öyle olmasaydı.” Bu sözlerin arkasında pişmanlık da olabilir, hayal kırıklığı da hatta öfke bile…Kabullenemediğimiz şeyler çoğu zaman günlük hayatımıza da yansır. Örneğin, biten bir ilişkiyi kabullenemediğimizde kendimizi sürekli geçmişte yaşarken buluruz. İş yerinde yaşanan bir haksızlığı kabullenemediğimizde içten içe öfkemizi büyütürüz. Sevdiğimiz birinin artık hayatımızda olmadığını kabullenemediğimizde yas sürecine adım atamaz, içimize kapanırız. Bu örnekler çoğaltılabilir çünkü kabullenememek hayattan uzaklaştırır. Gerçeklikten koparır. Olanla barışamayınca, olmayana tutunuruz.Kabullenmek, pes etmek değildir!Çoğu kişi kabullenmeyi bir yenilgi gibi görür. Oysa kabullenmek, olanı olduğu gibi görmek ve onunla birlikte yaşamanın yollarını bulmaktır. Direnmeyi bırakıp, yavaş yavaş iyileşmeye yer açmaktır. “Evet, bu oldu. Ama ben bununla ne yapabilirim?” sorusunu sorabildiğimiz anda başlar aslında değişim.Kabullenmek, hayata yeniden temas etmektir. Kendini olduğu gibi görmeye, hissettiklerini tanımaya ve içinden geçtiğin süreçlere saygı duymaya başlamak demektir. Bu, çok kıymetli bir adımdır.Peki, neden bu kadar zor?Çünkü insanız. Ve insan olmak bazen acı verir. Her şey kontrolümüzde olsun isteriz. Kalbimiz kırılmasın, hatalar yapmayalım, sevdiğimiz insanlar hep yanımızda olsun... Ama hayat böyle değildir. Ve bu gerçek, her zaman kolay kabullenilmez.Ayrıca çoğu zaman kendimizi güçlü hissetmek zorunda hissederiz. "Ben böyle bir şeyle baş edemem" demek, zayıflık gibi gelir. Oysa en büyük güç bazen çaresizliğimizi kabul edebilmektir. Çünkü ancak kabul ettiğimiz şeyleri dönüştürebiliriz.Duygularla yüzleşmek, içsel direnci kırmak kolay değildir. Bu yüzden birçok kişi, acıyı bastırmak için meşguliyet üretir. Yoğun çalışır, duygulardan uzak durur, eğlencenin içinde kaybolur. Ama ertelenen hiçbir duygu yok olmaz. Uygun bir zaman, bir tetikleyiciyle yeniden kendini hatırlatır. Bu da zamanla daha büyük bir zihinsel yük oluşturur.Unutulmamalıdır ki:Bazen insanlar dışarıdan bakıldığında son derece güçlü, sakin ve kontrollü görünebilir. Ancak iç dünyasında neler olup bittiğini kimse bilmez. “İyiyim” demek kolaydır çünkü gerçek duyguları anlatmak, bazen onları kendine bile itiraf etmek zordur. Ama bastırılan her şey bir yerde kendini gösterir: bir gece aniden gelen ağlama hissinde, durduk yere ortaya çıkan öfke patlamalarında ya da hiçbir şeyden keyif alamadığın o sessiz günlerde…Kabullenememek çoğu zaman duyguların üzerini örtmek gibi görünür, ama aslında o duygular içimizde kendi yolunu bulup dışarı çıkmanın bir yolunu arar. Oysa her duygunun görülmeye, duyulmaya ve anlaşılmaya ihtiyacı vardır. Bu yüzden kabullenmek, sadece zihinsel bir süreç değil, aynı zamanda kalbe de temas eden bir içsel yolculuktur.Hayatın bazı dönemleri zordur ve insan bazen nereye tutunacağını bilemez. İşte o anlarda biriyle konuşmak, sadece dinlenmek bile çok şey değiştirebilir. İçinden çıkamadığın duyguları paylaşabildiğinde, o yük hafifler. Ve bu hafiflik, zamanla yerini daha sağlam bir iç dengeye bırakır. Zamanla fark edersin ki; bu denge seni aradığın huzura biraz daha yakınlaştırmış ve kara bulutlar artık senin üzerinden kalkmaya başlamıştır.Kabullenmek, psikolojik sağlamlığımız açısından etkili bir nokta olmakla beraber, insanı olgunlaştıran da bir eylemdir. Bu süreç; kişinin kendini tanımasını, duygularıyla yüzleşmesini ve gerçeklerle barışmasını sağlar. Ancak bazı durumlarda bu eylemi gerçekleştirmek, bireyin destek almadan üstesinden gelemeyeceği kadar zorlayıcı olabilir. Özellikle birey bu süreci yaşarken denge kavramını unutmamalıdır; zira bu denge, hem içsel huzur hem de sağlıklı ilerleyiş için temel bir gerekliliktir.Değiştiremeyeceklerimizi kabullenmek bir olgunluksa, değiştirebileceklerimizi fark etmek bir gelişimdir. Hayat, bu ikisi arasındaki dengeyi kurabilme sanatıdır ve bu dengeyi kurabilen birey, yaşamın zorlukları karşısında daha dirençli ve esnek bir duruş sergileyebilir.Terapi bu noktada ne sağlar?İçinde taşıdığın ama adını koyamadığın duygularla yüzleşmek, çoğu zaman tek başına zorlayıcıdır. Bu noktada terapi, sana yargılanmadan dinleneceğin, duygularını anlamlandırabileceğin ve kendi hızında ilerleyebileceğin güvenli bir alan sunar.Ben seanslarımda bilişsel davranışçı terapi ve çözüm odaklı terapi yaklaşımlarını esas alıyor, her süreci danışanın ihtiyacına göre esnek bir şekilde yapılandırıyorum. Terapiye başlamadan önce 5-10 dakikalık kısa bir ön görüşme fırsatı tanıyorum. Bu süreç, senin neye ihtiyaç duyduğunu birlikte anlamak için ilk adımdır. Seanslarımız ortalama 50 dakika sürer.Güven, açıklık ve birlikte yol alma duygusu benim için bu sürecin temelini oluşturur. Çünkü biliyorum ki birinin sadece seni anlamaya çalışması bile bazen çok şey değiştirir.Belki de ilk adım sadece fark etmektir...Kendine sormayı deneyebilirsin: “Hayatımda kabullenmekte zorlandığım ne var?”, “Beni en çok yoran duygu ne?”, “Ne zaman gerçekten kendimle yüzleştim?”Eğer bu sorular sende bir şeyleri harekete geçiriyorsa, yalnız olmadığını bilmeni isterim. Bu duygularla birlikte yaşamanın daha sağlıklı yolları var. Ve bu yolları birlikte keşfetmek mümkün.Hazır hissettiğinde, bu yolculukta sana eşlik etmekten memnuniyet duyarım :)

Tayfun AKGÜN 01.08.2025

Hiçbir Şey Yapmak İstememek: Depresyon mu, Geçici Bir Durum mu?

Günlük yaşamda zaman zaman kendimizi hiçbir şey yapmak istemezken bulmamız oldukça doğaldır. Hayatın temposu, üst üste gelen sorumluluklar, yaşanan duygusal zorluklar ya da fiziksel yorgunluklar kimi günleri daha ağır geçirmemize neden olabilir. Ancak bu durumun süresi uzadığında, kişinin işlevselliğini etkilemeye başladığında ve bazı başka belirtilerle birlikte ortaya çıktığında, altta yatan daha ciddi bir durumun, özellikle de majör depresif bozukluğun habercisi olabilir.Depresyon Belirtisi Olabilir mi?Hiçbir şey yapmak istememe hali, depresyonun en yaygın ve en çok göz ardı edilen belirtilerinden biridir. Kişi, sabahları yataktan kalkmakta zorlanabilir, gün içinde yaptığı işler anlamını yitirmiş gibi hissedebilir ve bir zamanlar ona keyif veren şeyler artık anlamsız ya da yük gibi gelebilir. Özellikle aşağıdaki belirtilerle birlikte görülüyorsa, bu tablo profesyonel bir değerlendirmeyi gerektirebilir: • En az iki haftadır devam eden isteksizlik ve keyif alamama hali • Günlük işleri yerine getirmekte zorlanma • Sabah yataktan kalkmada güçlük • Daha önce zevk alınan aktivitelere karşı ilgi kaybı • Sürekli yorgunluk hissi, enerji düşüklüğü • Dikkat dağınıklığı, karar vermede zorlanma • İştah ya da uyku düzeninde belirgin değişiklikler • Umutsuzluk, değersizlik veya suçluluk duyguları • Ölüm ya da intihar düşünceleriBu belirtiler, kişinin ruhsal sağlığını ciddi ölçüde etkileyebilir ve yaşam kalitesini gözle görülür şekilde düşürebilir. Bu noktada bir uzmandan destek almak, kişinin içinden çıkamadığını düşündüğü bu döngüyü kırmak adına çok önemli bir adımdır.Her İsteksizlik Depresyon Anlamına GelmezBununla birlikte, her “hiçbir şey yapmak istememe” hali depresyonla açıklanamaz. Günümüzde birçok birey; • Yoğun iş ve yaşam stresi • Tükenmişlik sendromu • Mevsimsel geçişler ve hava değişimleri • Uzun süreli fiziksel yorgunluk • Hormonal değişiklikler (örneğin tiroid sorunları, regl döngüsü, menopoz) • Travmatik olaylar (ayrılık, kayıp, taşınma vb.)sonucunda da geçici olarak motivasyon kaybı, isteksizlik, durgunluk ve duygusal yorgunluk yaşayabilir. Bu duygular çoğunlukla normal ve geçici bir süreçtir. Doğru dinlenme, sosyal destek, duygulara alan açma ve bazı yaşam düzenlemeleriyle kişi bu dönemleri atlatabilir.Ancak sürecin uzaması, şiddetlenmesi ve yaşamı aksatacak düzeye ulaşması durumunda bu duygular artık klinik değerlendirme gerektiren bir ruhsal duruma işaret edebilir.Ne Zaman Yardım Alınmalı?İsteksizlik hali sürekli hale geldiyse, kişinin kendine, çevresine ya da yaşamına ilgisi giderek azalıyorsa, günlük sorumlulukları yerine getirmekte zorlanıyorsa ve yukarıda sayılan diğer belirtilerle beraber görülüyorsa, bir uzmana başvurmak ertelenmemelidir. Unutulmamalıdır ki, depresyon zamanla derinleşebilir ve kişinin sosyal, akademik, mesleki ya da ailevi alanlarını olumsuz etkileyebilir. Bu nedenle erken müdahale, tedavi sürecini kolaylaştırır ve kişinin yaşadığı duygusal yükü hafifletir.Terapi Süreci Neyi Değiştirir?Birçok kişi, “Geçer,” “Herkesin başına geliyor,” ya da “Biraz daha sabretmeliyim,” gibi düşüncelerle yardım almaktan kaçınabilir. Oysa profesyonel destek, kişinin yaşadığı süreci anlamlandırmasına, duygularını düzenlemesine, düşünce kalıplarını fark etmesine ve içsel kaynaklarını yeniden hatırlamasına yardımcı olur.Terapi, sadece tanı koymak ya da semptomları hafifletmek için değil; aynı zamanda kişinin kendini daha iyi tanıması, ihtiyaçlarını fark etmesi ve yaşamla kurduğu ilişkiyi yeniden yapılandırması için güvenli ve destekleyici bir alandır.Yorgunluk Mu, Depresyon Mu?Her isteksizlik depresyon değildir; ama her isteksizlik de hafife alınmamalıdır. Bu farkı anlayabilmek çoğu zaman dışarıdan bakıldığında kolay değildir. Kimi zaman kişi sadece kötü bir dönemden geçmektedir ve bu dönemi destekle, dinlenmeyle ve duygusal farkındalıkla atlatabilir. Kimi zaman ise bu hislerin altında daha derin ve sürekli bir duygusal yük vardır.İşte bu ayrımı yapabilmek çoğu zaman ancak terapi süreci ile mümkün olur.Duyguları Bastırmak Yerine AnlamlandırmakToplumda hâlâ depresyona dair birçok yanlış inanç var. “Güçlü olmalısın”, “Kafana takmazsan geçer” gibi ifadeler, kişilerin yaşadıkları zor duyguları bastırmalarına, utanç duymalarına veya yardım aramaktan çekinmelerine yol açabiliyor. Oysa duygularımız bize bir şey anlatmak ister; onları bastırmak yerine anlamlandırmak, uzun vadede çok daha iyileştirici bir süreçtir.Kendini halsiz, isteksiz, kopuk ya da boşlukta hisseden birey, aslında zihinsel ve duygusal düzeyde bir yük taşıyordur. Bu yükün kaynağı geçmiş travmalar, kronik stres, çocukluk dönemi deneyimleri veya yaşamda bir şeylerin anlamını yitirmiş olması olabilir. Kimi zaman kişi bu duyguların nedenini net şekilde bile tanımlayamayabilir. İşte bu noktada psikoterapi, yalnızca belirtileri hedef almaz; aynı zamanda bu içsel yüklerin kaynağına inmeyi ve kişiye yeniden yön buldurmayı amaçlar.Destek Almak Güçsüzlük Değil, Bilinçli Bir AdımdırDestek istemek, zayıf ya da başa çıkamaz olmak anlamına gelmez. Aksine, bu kişinin kendisine ve yaşamına gösterdiği bir özenin, iyileşme isteğinin göstergesidir. Psikolojik destek almak, sadece semptomları ortadan kaldırmakla kalmaz; bireyin içsel kaynaklarını fark etmesine, duygusal dayanıklılığını artırmasına ve hayatla kurduğu bağları onarmasına da katkı sağlar.Tıpkı fiziksel rahatsızlıklarda doktora başvurduğumuz gibi, ruhsal süreçlerde de profesyonel yardıma başvurmak en doğal haktır. İyileşmek, zaman alır ama mümkündür. Ve bu yolda atılan her adım değerlidir.Unutmayın:Kendinizi uzun süredir tükenmiş, anlamsız ya da yalnız hissediyorsanız, bu duyguların altında yatan nedenleri birlikte keşfetmek mümkün. Hayatın zorlayıcı dönemlerinde destek almak bir lüks değil, ihtiyaçtır. Unutmayın, iyileşmek bir süreçtir ve bu süreçte profesyonel bir eşlikçiyle yola çıkmak hem güven verici hem de dönüştürücü olabilir. Ruh sağlığı, beden sağlığı kadar gerçek ve önemlidir. Kendinizi kötü hissetmeniz, bir şeylerin ters gittiğini gösteriyor olabilir. Ve siz, bu konuda yalnız değilsiniz.Bu Süreçte Size İyi Gelebilecek Bazı ÖnerilerGünlük rutine küçük adımlarla geri dönün:Kendinizi motive hissetmeseniz bile her gün aynı saatte uyanmak, duş almak, kısa yürüyüşler yapmak gibi basit ama düzenli alışkanlıklar zihinsel toparlanmayı destekler.Kendinize karşı nazik olun:Bu dönemde kendinizi yargılamak yerine, yaşadığınız duygulara şefkatle yaklaşın. “Neden böyle hissediyorum?” yerine “Şu an kendime nasıl destek olabilirim?” sorusunu deneyin.Duygularınızı yazıya dökün:Günlük tutmak; bastırılan duyguları fark etmenize, düşünce kalıplarınızı gözlemlemenize ve zihninizi boşaltmanıza yardımcı olabilir.Sosyal izolasyona karşı küçük bağlantılar kurun:Tüm günü yalnız geçirmek yerine bir arkadaşınızla mesajlaşmak, sevdiğiniz biriyle kısa bir telefon görüşmesi yapmak bile ruh halinizi olumlu etkileyebilir.Gerçekçi hedefler belirleyin:Bu süreçte büyük planlar yerine küçük ve ulaşılabilir hedefler koymak, kendinize olan güveni yeniden inşa etmenize yardımcı olur.En önemlisi de çevrenizdeki yakınlarınızdan veya bir uzmandan destek almaktan çekinmeyin.Elif SEÇİLMİŞUzman Klinik Psikolog

Eşler Arası Aldatma ve Aldatılma: Psikolojik, Sosyal ve Ekonomik Analizi

Eşler Arası Aldatma ve Aldatılma: Psikolojik, Sosyal ve Ekonomik Nedenlerin Derinlemesine AnaliziEşler arası aldatma ve aldatılma, insan ilişkilerinin en karmaşık ve duygusal açıdan sarsıcı konularından biridir. Bu durum, yalnızca bireylerin özel hayatlarını değil, aynı zamanda toplumsal yapıyı ve bireylerin ruhsal sağlığını derinden etkiler. Psikolojik, sosyal ve ekonomik faktörler, aldatma ve aldatılma süreçlerinde önemli roller oynar. Bu makalede, bilimsel olarak kabul edilen nedenleri ele alarak, duyarlı psikolog ve psikoterapist Hidayet Çalışkan’ın uzman görüşlerinden de faydalanarak konuyu ayrıntılı bir şekilde inceleyeceğiz.Psikolojik Nedenler: Zihnin ve Duyguların KarmaşasıAldatma ve aldatılma, bireylerin iç dünyasında derin izler bırakan psikolojik süreçlerle yakından ilişkilidir. Duyarlı psikolog ve psikoterapist Hidayet Çalışkan, aldatmanın genellikle bireyin duygusal tatminsizlik, özgüven eksikliği ve bağlanma sorunlarından kaynaklandığını belirtmektedir. Psikolojik açıdan, aldatma eylemi, bireyin kendi iç dünyasındaki boşlukları doldurma çabasının bir yansıması olabilir. Örneğin, depresyon veya anksiyete gibi ruhsal sorunlar, bireyi sağlıklı olmayan davranışlara yöneltebilir. Araştırmalar, narsisistik veya borderline kişilik özelliklerine sahip bireylerin aldatmaya daha yatkın olduğunu göstermektedir. Bu kişiler, genellikle kendilerini değerli hissetme ihtiyacı duyar ve bu ihtiyacı karşılamak için partnerleri dışında başka ilişkiler arayabilirler. Ayrıca, çocukluk döneminde yaşanan travmalar veya güvensiz bağlanma stilleri, bireylerin yetişkinlikte sadakatsiz davranışlar sergilemesine zemin hazırlayabilir.Aldatılma ise, aldatılan bireyde güvensizlik, değersizlik hissi ve travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) gibi ciddi psikolojik etkilere yol açabilir. Hidayet Çalışkan, aldatılan bireylerin sıklıkla “Yaşadığımız her şey yalan mıydı?” sorusuyla boğuştuğunu ve bu durumun özsaygı kaybına neden olduğunu ifade eder. Aldatma sonrası bireyler, partnerlerini başka biriyle kıyaslama, öfke, utanç ve kendine acıma gibi duygular yaşayabilir. Bu süreçte, duyarlı psikolog ve psikoterapist Hidayet Çalışkan’ın önerdiği gibi, çift terapisi ve bireysel terapi, bu duygusal yaraları iyileştirmek için etkili bir yöntem olabilir. Terapi, bireylerin kendilerini yeniden keşfetmelerine ve duygusal dengelerini sağlamalarına yardımcı olur.Sosyal Nedenler: Toplumun ve Kültürün EtkisiAldatma ve aldatılma, yalnızca bireysel bir mesele değil, aynı zamanda toplumsal normlar ve kültürel dinamiklerle şekillenen bir olgudur. Toplumun tek eşliliğe verdiği önem, aldatmayı bir ihanet olarak tanımlasa da, sosyal medya ve popüler kültür, aldatmayı dolaylı yoldan özendirebilir. Örneğin, sosyal medyanın yaygınlaşması, bireylerin yeni insanlarla tanışma fırsatını artırarak aldatma eğilimini güçlendirmiştir. Hidayet Çalışkan, sosyal medyanın, bireylerin partnerleri dışında duygusal veya cinsel bağlar kurmasını kolaylaştırdığını vurgular. Özellikle iş yerinde sosyalleşme, aldatma vakalarının önemli bir kısmını oluşturur; araştırmalar, aldatmaların en az %50’sinin iş arkadaşlarıyla gerçekleştiğini göstermektedir.Cinsiyet rolleri de aldatma davranışını etkiler. Geleneksel olarak, erkeklerin cinsel aldatmaya, kadınların ise duygusal aldatmaya daha yatkın olduğu düşünülse de, modern toplumda bu farklar azalmaktadır. Kadınların ekonomik bağımsızlık kazanması ve iş hayatında daha aktif rol alması, aldatma oranlarının cinsiyetler arasında eşitlenmesine katkıda bulunmuştur. Hidayet Çalışkan, bu değişimin, kadınların artık duygusal ve maddi ihtiyaçlarını karşılamak için partnerlerine bağımlı olmamasından kaynaklandığını belirtir. Toplumsal cinsiyet normlarının dönüşümü, aldatma ve aldatılma dinamiklerini yeniden şekillendirmiştir. Ayrıca, kültürel farklılıklar da aldatma davranışını etkiler; bazı toplumlarda aldatma daha az tolere edilirken, bazılarında daha kabul edilebilir görülür.Ekonomik Nedenler: Maddi Güç ve Statü ArayışıEkonomik faktörler, aldatma ve aldatılma süreçlerinde göz ardı edilemeyecek bir rol oynar. Maddi güç ve statü, özellikle kadınların partner seçiminde önemli bir kriterdir. Hidayet Çalışkan, ekonomik bağımsızlığın artmasıyla birlikte, kadınların eşlerini statü açısından değerlendirme eğiliminin güçlendiğini ifade eder. Örneğin, bir kadın, eşinin sosyal veya ekonomik statüsünün kendi beklentilerinin altında kaldığını düşünürse, daha yüksek statülü bir partner arayışına girebilir. Bu durum, özellikle iş hayatında aktif olan kadınlar arasında yaygındır.Erkekler için ise ekonomik baskılar, aldatma eğilimini tetikleyebilir. Örneğin, maddi sorunlar nedeniyle kendini yetersiz hisseden bir erkek, özgüvenini başka bir ilişkide arayabilir. Araştırmalar, ekonomik stresin çiftler arasındaki duygusal bağları zayıflatarak aldatmayı kolaylaştırdığını göstermektedir. Hidayet Çalışkan, ekonomik sorunların çiftler arasında iletişimi bozabileceğini ve bu durumun aldatmaya zemin hazırlayabileceğini vurgular. Ekonomik istikrar, sağlıklı bir ilişkinin sürdürülebilirliği için kritik bir öneme sahiptir. Finansal sorunlar, çiftlerin birbirine olan güvenini zedeleyebilir ve duygusal uzaklaşmaya yol açabilir.Aldatma ve Aldatılmanın SonuçlarıAldatma, hem aldatan hem de aldatılan bireyde derin duygusal yaralar bırakır. Aldatan bireyler, suçluluk, utanç ve kaybetme korkusu gibi duygularla mücadele ederken, aldatılan bireyler güvensizlik, öfke ve travma ile karşı karşıya kalır. Ancak, aldatma her zaman ilişkinin sonu anlamına gelmez. Hidayet Çalışkan, çiftlerin bu süreçte profesyonel destek alarak ilişkilerini yeniden yapılandırabileceğini ve hatta daha güçlü bir bağ kurabileceğini belirtir. Çift terapisi, aldatma sonrası güveni yeniden inşa etmek ve iletişimi güçlendirmek için etkili bir yöntemdir. Ayrıca, bireysel terapi, aldatılan bireyin özsaygısını yeniden kazanmasına ve travmayı işlemesine yardımcı olabilir.Sonuç: Çok Boyutlu Bir SorunEşler arası aldatma ve aldatılma, psikolojik, sosyal ve ekonomik faktörlerin karmaşık bir etkileşimiyle şekillenir. Duyarlı psikolog ve psikoterapist Hidayet Çalışkan’ın vurguladığı gibi, bu süreçte bireylerin içsel dinamikleri, toplumsal normlar ve ekonomik koşullar belirleyici rol oynar. Aldatmanın ardında yatan nedenleri anlamak, hem bireylerin kendilerini hem de ilişkilerini iyileştirmeleri için ilk adımdır. Profesyonel destek, bu zorlu süreçte çiftlere rehberlik ederek, sağlıklı bir ilişki dinamiği kurmalarına yardımcı olabilir. Unutulmamalıdır ki, her ilişki benzersizdir ve aldatma gibi karmaşık bir konuda genellemelerden kaçınılmalı, her bireyin hikayesi ayrı ayrı ele alınmalıdır.Eşler arası aldatma ve aldatılma, psikolojik, sosyal ve ekonomik faktörlerin karmaşık bir etkileşimiyle şekillenir. Duyarlı psikolog ve psikoterapist Hidayet Çalışkan’ın vurguladığı gibi, bu süreçte bireylerin içsel dinamikleri, toplumsal normlar ve ekonomik koşullar belirleyici rol oynar. Aldatmanın ardında yatan nedenleri anlamak, hem bireylerin kendilerini hem de ilişkilerini iyileştirmeleri için ilk adımdır. Profesyonel destek, bu zorlu süreçte çiftlere rehberlik ederek, sağlıklı bir ilişki dinamiği kurmalarına yardımcı olabilir. Unutulmamalıdır ki, her ilişki benzersizdir ve aldatma gibi karmaşık bir konuda genellemelerden kaçınılmalı, her bireyin hikayesi ayrı ayrı ele alınmalıdır.