1. Uzmanlar
  2. Özge ÖZ BATIR
  3. Blog Yazıları
  4. Disleksi ve Diğer Spesifik Ögrenme Güçlükleri Yaşayan Çocuklarda Eğitsel Sinirbilimi

Disleksi ve Diğer Spesifik Ögrenme Güçlükleri Yaşayan Çocuklarda Eğitsel Sinirbilimi

  Disleksi ve Diğer Spesifik Ögrenme Güçlükleri Yaşayan Çocuklarda Eğitsel Sinirbilimi Çalışmalarının İncelenmesi                                                                 

Sinirbilim ya da nörobilim insan beyin yapısının ve nöronların çalışma yöntemini davranışsal ve bilişsel olarak fonksiyonel yapısını inceleyen farklı disiplinlerin arasında bir alandır. Bir çok bilim alanlarında görüldüğü gibi eğitim alanında da görülmektedir. Eğitim alanı çok geniş bir alan olmakla farklı alanlardan da yaralanmaktadır. Günlük hayatta yanlış inanç olarak bilinen mitler beyin ve sinir bilim alanında yanlış inanışların geliştiğini nöromit kavramı ile açıklamaktadır. Beyinle ilgili bilimsel olmayan fikirler ilk kez 1980 li yıllarda beyin cerrahı olan Alan Crockard tarafından beyinle alakalı bilimsel olmayan fikirler için kullanılmıştır. Bilimsel gerçeklerin yanlış anlaşılması, yanlış okuma, yanlış anlaşılması ya da yanlış aktarılmasından dolayı kavramsal yanılgılar tanımlanmıştır. Sinirbilim temelli araştırmalar 20.yüzyılda başlayarak öğrenme ile ilgili veriler sağlamaktadır. 2000 li yılların başında beyin eğitimi temalı oyunlarla bilişsel becerileri öğretme ve geliştirilmeye çalışma çabalarında artış gerçekleşmiştir. Araştırmacılar beyin sağlığının korunmasında bilişsel ve sosyal bir hayatın etkinliğini önermektedir. Diğer yandan halen güncel olarak araştırmacılar beyin eğitimin önemini gösteren makaleler yayınlamaktadır (Çağıltay ve Tunga, 2022).

Sinirbilime ait bilgiler, moleküler düzeyde insanların bireysel sinir yapılarının incelenmesinde duyusal izlemlerine yönelik çeşitli görüntüleme tekniklerinde ele alınmaktadır. Beyin görüntüleme tekniklerinden basit manyetik rezonans (MR), 3 boyutlu beyin bağlantılarının canlı olarak görüntüleyen fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme (FMRI), NIRS, FNIRS, EEG gibi farklı tekniklerle gelişme göstermiştir. Bu görüntüleme teknikleri ile öğrenme ile ilgili genel bakış açısı değişmiş ve olumlu yönde beyinle ilgili fonksiyonel bilgi artışı olmuştur. Tekniklerle beyinin fonksiyonel analizinde öğrenme dışında davranış, duyu ve duygulara yönelik daha detaylı araştırmalara olanak sağlamıştır. İnsan beynindeki sistematik değişiklikler, nöron sayısı, sinaps ve miyelin bağlantıları bireyin öğrenme sürecinde çevresel durumlara göre farklılaşmakta ve değişmektedir. Çocuklarda motivasyon, duygular, dil ve konuşma, kavramsal anlama , problem çözme becerisi, toplumsal yaşam becerileri geçmiş deneyimsel kazanımları sonucu yeni bilgiler sonucunda sağlanabilir. Sinirbilim ve bu alanla ilgili eğitimci uzmanlar araştırma boyunca ekip halinde çalışması bilime katkıda sağlayabilir (Koyuncu, 2017).

Bireyler yaşamlarında bilinçli ya da bilinçsiz anlarında aktif olarak olarak zaman geçirmektedir. Bu zamanlarda bireylerde bilişsel, duygusal ve devinimsel değişimler gerçekleşirse bu durum öğrenme olarak tanımlanır. Birçok araştırma sonucunda öğrenmenin ortak tanımı kalıcı davranış değişikliği kazanılması gerekmektedir. Gelişimi açıklamak gerekirse eğitsel nörobilim bilişsel nörobilimden veriler alarak eğitim ortamlarına sunarak öğrenme ve öğrenmeyi etkileyen faktörleri açıklamaktadır. Beyinle ilgili çalışmaların artmasında Amerika Birleşik Devletleri’nin 1990-2000 yılları arasında “Beynin 10 yılı” olarak belirlenmesi üzerine beynin yapısal ve işlevsel çalışma prensibine önemli kaynaklar sağlanması gelişmelere ön adım olmuştur.

Nörobilim sinir sisteminin yapı ve işleyişini araştırırken beyin görüntüleme tekniklerini kullanır. Nörobilimin alt dallarından bilişsel nörobilim, eğitsel nörobilim sayılabilir. Bilişsel nörobilim hastalıkları açıklamada beyin görüntüleme tekniklerini kullanarak açıklar, eğitsel nörobilim ise öğrenme ve öğrenmeyi etkileyen nörofizyolojik faktörleri açıklamayı hedeflemektedir. Nörobilimin eğitim alanında entegre edilmesi ile beynin nörogenez kavramına açıklık getirilmesi beynin her yaşta öğrenmenin gelişimini bulgularla açıklamaktadır. Nörogenez sürecinde beyin yenilenmesi söz konusu olup bu durumun her yaşta gerçekleşebileceği düşünülmektedir (Şereflioğlu ve Mocan, 2021).

Eğitsel sinirbilim, sinirbilim ve eğitim alanlarında kesişen araştırma alanıdır. Eğitsel sinirbilim hafıza okuma, dil, bilişselve davranışsal bozuklukları üzerine çalışmaları ve bulguları eğitimde uygulama ve yorumlarını araştırmayı hedeflemektedir. Eğitsel sinirbilim hem teorik hem pratik konulara çözüm ve önerilerin ortaya çıkmasını sağlayabilir. Örnek olarak matematiksel düşünme, okuma ve disleksi, otizm spektrum bozukluğu gibi sorunlar üzerine yapılmış sinirbilim çalışmalarının ilgili alanlarındaki eğitim teorisi ve tasarımda etkisi olabilmektedir. Sinirbilim alanında birçok farklı beyin görüntüleme tekniğini kullanılmaktadır. Bu tekniklerin bazıları beynin fizyolojik süreçler ve bazıları da beynin yapısal özellikleri hakkında bilgi verir. Eğitimcilerin beyin görüntüleme tekniklerini yeterince anlama konusunda bilgi eksikliğinden kaynaklı yanlış anlama ve yorumlama meydana gelebilmektedir buna de nöromit denilmektedir.

Gelişimsel Dönem 

Çocukların gelişim dönemlerinden erken çocukluk dönemi 0-8 yaş arasını kapsamaktadır. Birey olmada erken çocukluk dönemi yaşamının büyük kısmının şekillenmesinde bu dönem büyük önem arz etmektedir. Çocukların gelişim dönemleri uygun ve doğru bir şekilde desteklenmelidir. Çocukları değerlendirirken kullanılacak yöntemin belirlenmesinde yapılacak değerlendirmeye uygun amaç belirlenmelidir. Çocuğun yani gelişim düzeyini belirlemek ve bu düzeye göre eğer risk grubunda ise uygun desteğin erken müdahale ile sağlanması ya da sahip olduğu potansiyeli, gelişime açık olduğu alanları belirleyerek desteklenmesi için uygun yöntemler kullanılmalıdır . Çocukların gelişimlerini bütüncül yöntemle değerlendiren, gözlemler yoluyla ve doğrudan çocuklarla çalışmanın birlikte olduğu, ailelerin ve öğretmenlerin de değerlendirme sürecinde yer aldığı, standardize edilmiş materyalleri olan ölçme araçlarının geliştirilmesi veya geçerlik güvenirlik çalışmaları yapılmış ölçme araçlarının kültürlere uygun şekilde adaptasyonu yoluyla çocukların değerlendirilmesinin daha uygun olmaktadır. (Tunçeli ve Zembat, 2017).


Çocuk değerlendirme testleri ruh sağlığı uzmanlarının danışmanlığında çocuk ve ergenlerde kullanılan psikolojik testlerdendir. Testlerin veri toplama alanları dikkat, gelişim, kaba-ince motor gelişimi, dil gelişimi, sosyal beceriler gelişimi ve hafıza gibi bilgiler hakkındadır.Ön test – son test ile çocuğun gelişimi izlenebilir, Çocuğun kronolojik yaşının gelişim düzeyine paralel olup olmadığı düşünülebilmektedir. Çocuktaki gelişimsel sorun objektif bir şekilde tespit edilebilip rapor yazılabilmektedir. Testler vasıtasıyla çocuğun genel durumu ve gelişimi daha iyi analiz edilerek yol haritası çizilir ve uygulanan müdahale yönteminin sağaltımda ne kadar etkili olup olmadığı hakkında fikir edinmek için testler kullanılabilmektedir.Testlerin standart puanlamaları vardır ve sayısal sonuçlar vermektedirler. Ayrıca nesnel yargı tekniklerine sahiptir ve nesnel sonuçlara ulaşılmasını sağlamaktadırlar. Uygulamasının kolay olması, çok vakit almaması ve etkili sonuç vermesi dolayısıyla ruh sağlığı uzmanlarının kullanım tercihidir. Çocuk testleri eğitiminin diğer avantajı, bu testler okullarda, okul öncesi kurumlarda, klinik ve hastane ortamlarında sıklıkla kullanılan testlerdir (Naz, 2024).

Çocuk Objektif Testleri 

Testler Şunlardır;

1.   Agte Ankara Gelişim Envanteri

2.   Gessel Gelişim Figürleri Testi 

3.   Frankfurter Dikkat Testi

4.   Kinder Angst 

5.   Bir Ağaç Çiz

6.   Burdon Dikkat Testi

7.   Sınav Kaygısı Ölçeği

8.   Özgül Öğrenme Güçlüğü Gözlem Formu

9.   SCL-90

10.   Sorun Tarama Listesi

11.   Amerikan Hipekraktivite Ölçeği

12.   Metropolitan Okul Olgunluğu Testi

13.   Beier Cümle Tamamlama Testi

14.   Peabody Resim Kelime Testi

15.   Porteus Labirentleri Zeka Test

16.   Benton Görsel Bellek Testi

17.   Kente.G.Y Zeka Testi

18.   Goodenough - Harris İnsan Resmi Çizme Testi

19.   Psikolojik Orman Testi

20.   Değiştirilmiş Erken Çocukluk Dönemi Otizm Tarama Ölçeği (M-CHAT)

21.   Louisa Duss Psikanalitik Hikaye Testi

22.   Öğrenme Stilleri Envanteri

23.   Holland Mesleki Tercih Envanteri


Öğrenme 

İnsanın öğrenme düzeyinin nasıl olduğunu açıklamak için birçok öğrenme kuramı oluşturulmuştur. Genel olarak öğrenme bilgileri algılama, kaydetme, organize etme, hatırlama ve kullanma sürecidir. Öğrenme için tekrarlar yapılarak ya da yaşantılarla deneyimleyeme sonucunda davranışlarda kalıcı değişikliklerin yaşanma durumdur. Bilginin kısa süreli bellekten uzun süreli belleğe aktarılmasını sağlayan süreçler algı ve dikkattir. Kısa süreli bellekte bilgiyi saklamanın yollarından sürekli tekrar ve gruplama ile bilgilerin daha kalıcılığı sağlanır. Bilgilerin uzun süreli belleğe aktarılmasındaki süreçte; örtük ve açık tekrar, kodlama/anlamlandırma, genişletme/eklemleme, bellek destekleyici ipuçları kullanılır.

Basit Modelleme Bilgiyi İşleme Kuramına Göre Öğrenme 

Uyaran Bilgiler        Kısa Süreli Bellek        Tekrar Kodlama Organizasyon 


Uzun Süreli            Geri Çağırma               Uzun Süreli Bellek

   

   Bellek              Kullanma


ÖĞRENME


 

Şekil 1: Nörobiyolojik Öğrenme sinaptik aktivite artışı ve sinapsların oluşumu ile gerçekleşir.


Şekil 3: Doğumdan İtibaren Sinaptik Bağlantılar

Özgül Öğrenme Güçlüğü



Şekil 2: ÖÖG’si olan bir çocukta, yapılan bir beyin görüntüleme çalışmasında nöronal bağlantılar çok seyrekken, eğitim sürecinde bu bağlantıların arttığı görülmektedir.

Zekası normal ya da normalin üstünde olan çocukların; yaş, zeka düzeyi ve aldıkları eğitime göre okuma, yazma ve matematik öğrenmede beklenenden geride olmasıdır.Özel Öğrenme Güçlüğü özel eğitim alanında ilk olarak 1962 yılında Samuel Kirk tarafından tanımlanmıştır. Alman eğitim bilimci Adolf Berlin okuma ve yazma güçlüğünü tanımlamak için ilk kez disleksi tanımını kulanmıştır. Ülkemizde 1975 yılından bu zamana kadar literatürde yer almaktadır. Dünyada kabul edilen en yaygın tanı kriterleri DSM-5 kriterleridir.

Okul döneminde ÖÖG olan çocuklarda aşağıdaki alanlarda zorlanma, gecikme

görülebilir:

• Dil gelişimi ve okuma yazma

• Temel kavram kazanımları

• Matematik öğrenme

• Bellek

• Dikkat-Algı-Odaklanma

• Organizasyon

• Motor gelişim

• Psikososyal gelişim


Diskalkuli

Diskalkuli temel aritmetik gerçeklerin öğrenilmesinde, sayısal büyüklüğün işlenmesinde ve doğru ve akılcı hesaplamalar yapılmasında bozulmalarla karakterize edilen belirli bir öğrenme farklılığıdır. Bireyin performansında kronolojik yaşına göre niceliksel olarak beklenenden düşük olması ve aldığı eğitimin, çevresel faktörlerin yetersizliğinden ve zihinsel bir engelden kaynaklanmaması gerekir.

Disgrafi

Disgrafi yazmak için gerekli motor becerileri ve yazılı anlatım gereken düşünme becerilerini öğrenmekte gözlenen bir güçlüktür.

Yazı yazmak, karmaşık bir motor beceri ve bilgi işleme süreci gerektirdiğinden, bir kişinin sadece el yazısı bozukluğunun olması, disgrafi olduğunu söylemek için yeterli değildir. Bu durum okuma yeteneğiyle ilişkisizdir ve zeka geriliğinden kaynaklanmaz.

Dispraksi

Dispraksi, kişinin motor görevlerini planlama ve işleme kabiliyetini etkileyen nörolojik bir farklılıktır. Dispraksileri olan bireylerde genellikle dil problemleri vardır ve bazen düşünme ve algılamada bir miktar zorlanırlar. Dispraksi, bununla birlikte, kişinin zekasını etkilemez; ancak çocuklarda öğrenme problemlerine neden olabilir. Gelişimsel dispraksi hareket organizasyonunun bir olgunlaşmamışlığıdır. Beyin, bilgiyi sinirsel mesajların tam olarak aktarılmasına izin verecek şekilde işlemez.

Özgül öğrenme güçlüğü tıbbi bir tanıdır ve Çocuk ve Genç Ruh Sağlığı ve Hastalıkları alanında uzman doktorlar tarafından yapılan değerlendirmeler sonucunda sağlık kurulları tarafından verilmektedir.Resmi tanı raporu sadece resmi devlet hastaneleri ve tıp fakülteleri tarafından verilmektedir.Öğrenme bozukluklarının nedeni henüz aydınlığa kavuşamamıştır. Bununla beraber yapılan çok sayıda araştırmanın buluştuğu bazı etiyolojik etmenler vardır:

1-)Beyin Hasarı

2-)Genetik-Kalıtımsal Etmen 

3-) Nörolojik Fonksiyonlarda Bozukluk

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu

Çocuklarda okul öncesi ve sonrası dönemde belirgin hale gelen Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) kişinin davranışlarını kontol etmesini ve belli bir konu üzerinde odaklanmasını zorlaştıran psikiyatrik bir bozukluk şeklinde tanımlanabilir.Toplumda görülme sıklığı %4-8 arasında olan bu bozukluk ilk kez 1845 yılında Dr. Henrich Hoffman adlı bir hekim tarafından tanımlanmıştır.Hastalığın neden olduğu davranışlar aralıklı olarak seyrettiğinden tanı koymanın fazlasıyla zorlaştığı söylenebilir.

Hiperaktivite sözcüğü tanım olarak "aşırı fiziksel hareketlilik" anlamına gelir ancak bu tüm DEHB hastalarını kapsayan bir belirti değildir. Yapılan araştırmalar sonucunda aşırı fiziksel

hareketliliğin görülmediği pek çok DEHB olgusunun varlığından söz edilebilir. Bu olgularda gözlemlenen en belirgin şikâyet dikkat süresinin fazlasıyla kısa olmasıdır. Yani DEHB tanılı

kişilerin bir kısmında aşırı fiziksel hareketlilik ve dürtüsellik ön planda olurken bir kısmında dikkat eksikliği ve azalmış dikkat süresi gibi şikâyetler ön planda olabilir. DEHB, anne-babaların veya öğretmenlerin tutum hatalarından kaynaklanmaz. DEHB genetik nedenli, nörobiyolojik bir hastalıktır. DEHB’de ÖÖG görülebilir ama ikisi iki ayrı alandaki güçlükleri tarif eden bozukluklardır ve ayırt edici özellikleri vardır. Bunlar şunlardır;

• DEHB belirtileri gösteren çocukta her alandaki işler bu bozukluğun yarattığı engellemeler nedeniyle etkilenir. Ama ÖÖG’de bir ya da iki alanda sorun varken diğer alanlar bundan bağımsız olabilir.

• ÖÖG olan çocuklar sadece okumada ya da yazmada zorlanırken DEHB olan çocuklar özelliklede hiperaktivite varsa hem okuma hem yazmada sorun yaşayabilir. Zihinsel kapasitelerinden beklenen başarıyı tüm alanlarda gösteremeyebilirler.

• DEHB'nda sıklıkla dil sorunu görülmez. ÖÖG’de dil sorunu daha sık görülür.• DEHB olan çocuklar daha çok ince motor becerilerde zorlanırlar. ÖÖG’de, her ikisi de sorun olarak ortaya çıkabilir.

• Hem DEHB'nda hem ÖÖG’de dikkat sorunu gözlenir. ÖÖG olan çocuklar seçici dikkat sorunu yaşar. Örneğin: ders çalışırken yoğunlaştırmaları gereken noktaya dikkatlerini yoğunlaştıramaz. Dağınık bir çekmeceden istediğini bulamaz ama buna rağmen dikkatini belli bir konuda yoğunlaştırmada sorun olmaz. DEHB olan çocuklar bir materyalle uzun süre uğraşmakta zorlanır.

• ÖÖG’de okul başarısızlığı; görsel, işitsel, dokunsal algı, ayrımlaştırma ve bellek alanlarında ortaya çıkarken, DEHB’de daha çok dikkatini bir konuya yoğunlaştıramamak nedeni ile başarısızlık yaşanır

• Dikkat eksikliği olan çocuk okuma\yazma hatası yaptığında uyarıldığında hatasını düzeltir. Ama ÖÖG olan çocuk hatasını düzeltse bile bu hatayı çok sık yapar.

• DEHB’liler okul öncesinde aşırı hareketlilikleri nedeni ile çabuk tanınır, ÖÖG olan çocuklar okul dönemine kadar fark edilmeyebilir. ÖÖG yaşam boyu sürer, DEHB yaşla değişerek ve azalarak devam eder (Düzbel, 2024).

Gelişimsel Koordinasyon Bozukluğu 

Günlük yaşam aktivitelerini ve akademik başarıyı etkileyen motor koordinayon problemlerini içeren nörogelişimsel bir bozukluktur.Genellikle sakar ve dengesiz eylemleri olabilmektedir. En yaygın kabul görmüş tanı ölçütlerinden Amerikan Psikiyatri Birliği’nin Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı’nın son baskısı (DSM-5) ve tanı-tedavi konusundaki ortak görüş kılavuzlarında “Gelişimsel Koordinasyon Bozukluğu” tercih edilen tanı ismi olarak ortaya çıkmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü, “Hastalıkların Uluslararası Sınıflandırılması” el kitabının 10. baskısında (International Classification of Diseases-ICD-10) GKB’nin tanım ve tanısında DSM-5 kriterlerini kabul eder, GKB’yi “Motor Fonksiyonun Spesifik Gelişimsel Bir Bozukluğu” olarak sınıflandırmaktadır ve bu duruma uygun olarak “Beceriksiz Çocuk Sendromu” ve “Gelişimsel Dispraksi” terimlerini eklemektedir. Dünya Sağlık Örgütü, ICD- 11’de “Gelişimsel Motor Koordinasyon Bozukluğu” olarak sınıflandırmaktadır GKB’nin çeşitli duygusal, sosyal ve öğrenme sorunlarıyla birliktelik gösterdiğine dair güçlü kanıtlar mevcuttur . Ama bazı çocuklarda; davranışsal sorunların ne ölçüde eşlik eden bozukluklara bağlı olduğu ya da uzun süredir devam eden olumsuz deneyimlerin günlük yaşamdaki motor becerilerde zorluklarla sonuçlanmasına bağlı olduğu her zaman belirlenemeyebilir. 2018 yılında yapılan bir çalışmada, 6-12 yaş aralığındaki GKB olan 96 çocuğun hepsinde 2 tane psikiyatrik eş tanısı olduğu saptanmıştır . GKB, Öğrenme Bozuklukları ve Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) arasında büyük bir çakışma olduğu için “eş tanı” terimini sorgulamakta ve “Atipik Beyin Gelişimi” terimini tercih etmektedir (Tunçtürk ve ark., 2019).


Beyin Görüntüleme Teknikleri 

Beyin görüntüleme yöntemleri temel olarak yapısal ve işlevsel (fonksiyonel) olarak ikiye ayrılır. Yapısal yöntemler beyindeki, hücre gruplarından oluşan gri madde ve hücreler arasındaki bağlardan oluşan beyaz madde gibi, yapıların ve bu yapıların bilişsel ve duygusal işlevlerle ilişkisinin incelenmesini sağlar. İşlevsel yöntemler ise beynin belli görevler sırasındaki işlevinin, yani beyin hücrelerinin çalışmasıyla meydana gelen fizyolojik değişikliklerin (ör. yerel damarlardaki oksijenlenme, postsinaptik potansiyellerin neden olduğu elektriksel değişiklikler) ve dolaylı olarak beyinde hangi hücre gruplarının belirli bilişsel süreçleri desteklediğinin, çalışılmasına olanak tanır.

Eğitimsel ve bilişsel sinirbilim çalışmalarında en yaygın olarak kullanılan beyin görüntüleme metotları; beyinde kanın oksijenlenmesi (BOLD sinyali) üzerinden, hangi beyin bölgeleri ve ağlarının belli bilişsel işlevlerde kullanıldığının çalışılmasını sağlayan fMRI (Fonksiyonel Manyetik Rezonans Görüntüleme), beyindeki hücre toplulukları (gri madde) ve hücreler arasındaki bağlantı (beyaz madde) dokuları gibi yapısal özellikler ve bunların bilişsel yetilerle ilişkisinin çalışılmasında kullanılan yapısal MR ve kafatasındaki elektriksel değişimler üzerinden beyinsel işlevlerin çalışılmasını sağlayan elektroensefalografidir (EEG). Bunların dışında, özellikle çocuklarla yapılan çalışmalarda, kızılötesi ışınlar yardımıyla kortekste kanın oksijenlenmesini gösteren ve bilişsel işlevlerin çalışılmasına izin veren işlevsel kızılötesine yakın spektroskopi (functional near-infrared spectroscopy; fNIRS) yöntemi kullanılır.

Metodolojik kısıtlamalardan ötürü laboratuvar çalışmaları gerçekçi ortamlarda yer almadıkları ve doğal görevler kullanmadıkları için, bu çalışmalardan elde eden bulguların, insanların özgün ortamdaki davranışlarını ve bilişsel süreçlerini açıklama gücü, yâni ekolojik geçerliliği, sınırlıdır( Keleş, 2015).

Yapısal MR Yöntemleri 

VBM yapısal MR veri analiz metotlarından en yaygın olarak kullanılanıdır. Segmentasyon ismi verilen bir teknik kullanılarak, beyaz madde, gri madde ve beyin-omurilik sıvısı olmak üzere üç kısma ayrılır. Gri madde çoğunlukla beyin hücre çekirdeklerinden oluşan dokulardır. Beyaz madde ise beyin hücrelerini birbirlerine bağlayan sinir demetlerinden oluşur. Sinir liflerini (aksonları) saran ve elektiriksel iletimi kolaylaştıran miyelin kılıf bu dokulara beyaz rengini verir. Soylu ve diğerleri (2019) VBM metodunu kullanarak çocuklarda parmak hissi ile ilişkili gri madde bölgeleri ve bu bağıntıda cinsiyet farklılıkları ile ilgili bulgular ortaya koymuştur. Suárez- Pellicioni ve diğerleri (2021) ise VBM metodunu kullanarak beyinde gri madde hacminin matematiksel gelişim ile ilgisini incelemişlerdir. Beynin yapısal özellikleri gelişimsel olarak da çalışılır. Çocukların gelişimi sı- rasında beynin birçok bölgesinde bir sinaptik budama süreci gerçekleşir Beynin yapısal özellikleri gelişimsel olarak da çalışılır. Çocukların gelişimi sı- rasında beynin birçok bölgesinde bir sinaptik budama süreci gerçekleşir .

Bu süreçte beynin yapısal özellikleri, beynin işlevlerini daha iyi destekle- mek üzere yeniden organize olur. Genel olarak çocuklukta gri/beyaz madde oranı yüksekken (görece olarak daha çok gri ve daha az beyaz madde), gelişimsel süreç neticesinde yetişkinlerde gri/beyaz madde oranı daha düşüktür (görece olarak daha az gri ve daha çok beyaz madde). Bunun sebeplerinden biri sinaptik budama süre- cinde gri maddenin azalması, ancak aynı zamanda nöronlar arasındaki bağlantıların ve bu bağlantıları teşkil eden beyaz maddenin artmasıdır ( Keleş, 2015).

Fonksiyonel Manyetik Rezonans Görüntüleme (fMRI) 

İşlevsel (fonksiyonel) MR çalışmaları bilişsel süreçler sırasında meydana gelen fizyolojik değişimlere yoğunlaşır. Bu fizyolojik değişimler, bilişsel süreçler sırasında beyinde hangi bölgelerin ve ağların kullanıldığına dair bilgi verir. Bu yöntemlerden en yaygını fMRI‘dır. fMRI yönteminde beyinde kan oksijen seviyesine bağlı olarak manyetik alanda meydana gelen değişimler izlenir ve buradan hangi bölgelerin kullanıldığı üzerine çıkarımlarda bulunulur. Beyin hücrelerinin faaliyetleri sırasında oksijene ihtiyaç duyulduğu için, hücrelere yakın kılcal damarlarda oksijen yoğunluğu azalır. Bu azalmadan birkaç saniye sonra bu bölgeye oksijenli kan hücum eder ve yaklaşık altı saniye sonra bu bölgedeki kanda oksijen yoğunluğu en yüksek noktasına ulaşır. Daha sonra da oksijen seviyesi normal seviyesine ulaşır. Sinir hücrelerinin faaliyeti sonucunda yerel olarak kanda meydana gelen oksijen bazlı bu değişikliklere hemodi- namik yanıt adı verilir. Oksijenli ve oksijensiz hemoglobin moleküllerinin manyetik özelliklerinin farklı olması, kandaki oksijen değişikliklerinin belli bir uzamsal ve zamansal çözünürlükle fMRI tekniği ile ölçülebilmesine izin verir. fMRI elektrofizyolojik metotlara nazaran daha yüksek uzamsal çözünürlüğe ve daha düşük zamansal çözünürlüğe sahiptir. fMRI veri analizi bize hemodinamik yanıt kullanılarak belli bilişsel işlemler sırasında beynin hangi bölgelerinin etkinleştiğini gösterir( Keleş, 2015).

İşlevsel Yakın Kızılötesi Spektroskopi (fNIRS) 

fNIRS, fMRI gibi hemodinamik yanıtı kullanarak beynin işlevsel faliyetlerinin çalışılması için kullanılan bir yöntemdir. fMRI‘dan farklı olarak hemoglobindeki oksijenlenmenin manyetik etkileri üzerinden değil, oksijenlenmeyle beraber kanın yakın kızılötesi ışığı yansıtmasındaki farklılıkları ölçer . fMRI‘a kıyasla, fNIRS‘da deneklerin vücut hareketleri verilerde daha az gü- rültüye neden olur. Dolayısıyla fNIRS‘ın bebekler, çocuklar ve klinik deneklerle kullanımı fMRI‘dan çok daha kolaydır. Üstelik denekler bir ekran karşısında oturarak ya da bir başka denek ya da araştırmacıyla sosyal olarak etkileşerek deneylere katılabilirler. Bu özellikleri fNIRS‘ın özgün testler ve görevler içeren eğitimsel çalışmalarda kullanımını kolaylaştırır. Ancak, fNIRS yalnızca kortikal bölgelerdeki işlevin ölçülmesine izin verdiği için kullanımı fMRI‘a göre kısıtlıdır ( Keleş, 2015).

Elektroensefalogram (EEG) ve Olayla İlişkili Potansiyeller (ERP) 

Bir beyin hücresinin (nöronun) bağlantılı olduğu diğer beyin hücrelerinden, nörotransmiterler vasıtasıyla, aldığı girdiler uyarıcı (depolorizasyona neden olan) ya da engelleyici (hiperpolarizasyona neden olan) etkilere neden olabilir. Burada depolarizasyon ve hiperpolarizasyon hücre içi ve dışı arasındaki iyonik potansiyel farkı karakterize eder. Eğer diğer hücrelerden gelen nörotransmiterlerin neden olduğu iyonik değişimler toplamı hücre içinde belli bir polarizasyon eşiğini aşarsa hücrede aksiyon potansiyeli oluşur, yani hücre ateşlenmiş olur (bağlı olduğu diğer hücrelere sinyal gönderir). Bir hücrenin içinde aksiyon potansiyelinin oluşmasından önce diğer hücrelerden aldığı girdiler neticesinde meydana gelen potansiyel farkına (hücre içi ve dışı fark) ise postsinaptik potansiyel fark adı verilir. 

EEG ve ERP teknikleri, beynin işlevsel özelliklerinin çalışılması için, birçok beyin hücresinin senkronize çalışması sırasında ortaya çıkan postsinaptik potansiyellerin toplamıyla meydana gelen elektriksel değişimleri inceler. Bu elektriksel değişimler kafatasının üzerine yerleştirilen elektrotlar vasıtasıyla ölçülür. Toplanan veriler zaman serileri (zaman üzerine yayılmış veri noktaları) üzerinde her bir elektrot için, belirli bir referans elektrota kıyasla, ölçülen voltaj değerlerini gösterir .Kas hareketleri neticesinde ortaya çıkan gürültünün azaltılması ve sinyal- gürültü oranının mümkün olduğunca yüksek tutulması için EEG ve ERP deneyleri sırasında deneklerden mümkün mertebe hareket etmemeleri istenir. EEG klinik (örn. Epilepsi) çalışmalarda da yaygın olarak kullanılır( Keleş, 2015).

Eğitim Alanında Gerçekleştirilen Bazı Örnek Beyin Görüntüleme Çalışmaları 

Son zamanlarda beyin görüntüleme teknikleri çocuklarda okuma ve dil becerilerinin sinirsel gelişimi hakkında bilgi edinmek için kullanılmaktadır .Okuma alanında farklı beyin görüntüleme tekniklerinden (PET, fMRI, MEG) elde edilen bulgular birleştirilmiş ve bu şekilde fonolojik (ses bilimi) işleme ve kelime tanımayla ilgili sinir ağları tespit edilmiştir. Bu işlemi gerçekleştirirken okuma başarısı yüksek ve düşük çocukların nöral aktiviteleri incelenmiş ve aralarında belirgin farklılıkların olduğu tespit edilmiştir. Okuma ve dil becerisi ile ilgili yapılan bu çalışmanın sonucuna göre; sorunun biyolojik temelli olduğu düşüncesinin yanında, beyinde bulunan okuma alanıyla ilgili bölgenin ve sosyal çevrenin arasında karmaşık etkileşimlerin olduğu görülmüştür .

Yakın zamanda ABD’deki Berkeley Üniversitesi’ndeki araştırmacılar beyin görüntüleme tekniklerini ve bilgisayar canlandırma tekniklerini kullanarak, beyin okumanın mümkün olup olmadığını araştırmıştır. Araştırma insanların izlemiş oldukları hareketli görüntülerin fMRI ve özel bir bilgisayar yazılımıyla beyinden okunabileceğini ortaya koymuştur. Ayrıca geliştirilen bu teknolojinin beyin-makine etkileşimine olanak sağlayacağı düşünülmektedir Günümüzde nörobilimciler tarafından merak edilen durumlardan biri, beynin pasif olduğu düşünüldüğü zamanlarda (uyurken, anestezi altındayken vb.), beyinde oluşan etkinliğin nasıl olduğudur. Geçmişte insan dinlenme durumundayken beyninde uyku durumunda olduğu düşünülmekteydi. Çünkü 1970’lerin sonunda geliştirilen PET ve 1992’lerde geliştirilen fMRI, beyin bir işe odaklansa da odaklanmasa da beyine dair ölçümler yapmayı sağlamıştır. Bu durum beynin odaklanmadığı zamanlarda pasif olduğu kurgusuna yol açmıştır. Ancak son yıllarda kullanılan beyin görüntüleme tekniklerine göre, aslında durumun hiç de düşünüldüğü gibi olmadığı ortaya çıkmıştır.Yapılan çalışmalara göre bir insan hayal kurarken, uyurken ve anestezi altındayken bile, beynindeki farklı bölgelerin birbiriyle iletişim halinde olduğu tespit edilmişti .Kudüs’te bulunan Hebrew Üniversitesi çalışanı Amir Amedi, okumayla ilgili beyin bölgesinin görme duyusundan bağımsız olup olmadığı üzerinde bir çalışma yapmıştır. Amedi ve ekibi bu çalışmada, daha önce hiç görme tecrübesi olmayan yani doğuştan görme duyusundan mahrum sekiz kişinin Braille alfabesiyle yazılmış kelimeleri veya harfleri okurken, bu kişilerde oluşan sinirsel etkinliği ölçmek için fMRI tekniğini kullanmıştır Bir araştırma sonucuna göre; görsel sözcük biçimi bölgesinin (Visual Word Form Area-VWFA) sahip olduğu ana işlevsel özelliklerin görme engellilerde de bulunduğu, hiçbir görsel deneyime ihtiyaç duymadığı ve okumanın duyusal şeklinden bağımsız olduğu ortaya çıkmıştır. Özetle beynin görsel okumadan sorumlu bölgesi, görme duyusuna ihtiyaç duymadan etkinleşebilmektedir. Başka bir deyişle beyinde bulunan görmeyle ilgili aktif bölgeler, görerek okuyan ve Braille ile okuyan kişilerde aynı oranda olduğu tespit edilmiştir Beyin görüntüleme teknikleri (fMRI, PET) ile müzik yapan veya dinleyen, hatta daha karmaşık bir durum olan, birlikte müzik yapan kişilerde de (örneğin bir orkestra üyeleri) beyin aktiviteleri incelenebilmektedir. Araştırmacılar, son zamanlarda müziğin eğitim üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu araştırmışlardır.Az sayıda yapılan çalışmalar sonucunda, müzik eğitimi alan çocukların zihinsel aktivitelerinin, müzik eğitimi almayan çocukların zihinsel aktivitelerine göre daha fazla olduğu ve müzik eğitiminin çocukların akademik başarısında olumlu etkisi olduğu tespit edilmiştir Beynin işleyişinin keşfedilmesiyle, insan yaşantısında karşılaşılan birçok sorunun üstesinden gelinebileceği düşünülmektedir. Bu düşünce beyin araştırmalarına son yıllarda önemli bir ivme kazandırmıştır. Örneğin eğitimde oluşan öğrenme güçlükleri sorunu, beyin görüntüleme teknikleriyle tespit edilip çözümler üretilebilir Öğrenme güçlüğü çeken kişilere verilmesi gereken eğitim-öğretim programları bu tekniklerin verileri doğrultusunda gözden geçirilerek tekrar düzenlenebilir. 

Chicago Üniversitesi’ndeki bilim insanları, matematik korkusu çeken insanlar üzerinde beyin görüntüleme tekniklerini kullanarak bir araştırma yapmıştır. Araştırmaya göre matematik korkusu yaşayan bireylerin matematik problemlerini çözerken dikkatini kontrol edemediği ve olumsuz duygularının ön plana çıktığı saptanmış; araştırmanın sonucunda matematik korkusu yaşayan bireylerin bu korkularını yenip başarılı olabilecekleri sonucuna varılmıştır. (Keleş,2015).

Sonuç

Alanyazındaki araştırmalara bakıldığında, gelecekte beyin görüntüleme tekniklerinin bizlere birçok alanda pek çok veri sağlayabileceği öngörülebilir. Ancak bu noktada bazı etik kaygıların varlığına da dikkat çekmek gerekmektedir. Nöroteknolojiler geliştirilirken; kişilerin özgür seçim ve iradesine saygılı olma ilkelerine göre şekillendirilmelidir. Ayrıca bilimsel ve etik yönünden değerlendirilirken insan sağlığı, toplum ve bireyin yararı ön planda tutulmalıdır .Beyin görüntüleme tekniklerinin, insan hayatını ferahlattığı , ilk yöntem olarak tıp alanında kullanıldığı,bir hastalık olarak veya oluşan bir soruna yönelik tanımlamada tespit etmek için cerrahi müdahaleye gerek kalmadan teşhise imkan sağlamaktadır.. Eğitim alanında da beyin görüntüleme tekniklerinin kullanılabileceği; böylece öğrenmenin nasıl gerçekleştiğini anlama ve öğrenme güçlüklerini tespit etmede eğitimcilere katkı sağlayabileceği düşünülmektedir.

Kaynakça


1.   Çağıltay, K., & Tunga, Y. (2022). Eğitsel nöromitler. In Eğitimsel sinirbilim. Nobel Yayın Dağıtım.

2.   Koyuncu, B. (2017). Eğitimsel Sinirbilim Neuroeducation: Eğitimciler Neden Sinirbilim Verilerinden Yararlanmalıdır?. Türk Akademik Yayınlar Dergisi (TAY Journal), 1(1), 22-34.

3.   Şereflioğlu, Y. T., & Mocan, D. K. (2021). Türkiye’de Eğitsel Nörobilim (Eğitimsel Sinirbilim) Konusunda Yapılmış Araştırmaların Analizi. Türkiye Bilimsel Araştırmalar Dergisi, 6(2), 468-480.

4.   Tunçeli, H. İ., & Zembat, R. (2017). Erken çocukluk döneminde gelişimin değerlendirilmesi ve önemi. Eğitim Kuram ve Uygulama Araştırmaları Dergisi, 3(3), 1-12.

5.   Naz, N. (2024).Çocuk Değerlenme Testleri Eğitimi (Word belgesi ).

6.   Düzbel, E. (2024).Disleksi Eğitici Eğitimi (PDF Sunum belgesi).

7.   Tunçtürk, M., Ermiş, Ç., & Mutlu, C. (2019). Gelişimsel koordinasyon bozukluğu. İKSSTD, 11(Ek sayı), 56-68.

8.   Keleş, E. (2022). EĞITIMSEL SINIRBILIM, 50-54.

9.   Keleş, E., & Kol, E. (2015). Eğitim penceresinden beyin görüntüleme tekniklerine genel bir bakış. İlköğretim Online, 14(1), 349-363.

Yayınlanma: 19.07.2025 11:50

Son Güncelleme: 22.07.2025 00:50

Kaygı (Anksiyete) Bozuklukları
Online TerapiOnline Ter...
süre 50 dk
ücret 1200
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
süre 50 dk
ücret 1500
Yapay zeka ile, kişiselleştirilmiş destek:
Menta AI
Yapay zeka ile,
kişiselleştirilmiş destek: Menta AI

Şimdi indir, konuşmaya başla

App Store'dan İndirGoogle Play'den İndir
Bunları da sevebilirsiniz...

Tetikleyiciler: Travmatik Belleğin Yeniden Canlanması ve Kendini Koruma Stratejileri

Tetikleyiciler: Travmatik Belleğin Yeniden Canlanması ve Kendini Koruma StratejileriTetikleyiciler (Triggers), geçmişte yaşanan travmatik veya zorlayıcı deneyimlerin anılarını, duygularını ve bedensel duyumlarını beklenmedik bir şekilde yeniden canlandıran çevresel veya içsel uyaranlardır. Bu uyarıcılar, bir ses, bir koku, belirli bir görüntü, bir durum, hatta bir duygu hali olabilir. Tetiklendiğinde, kişi mevcut güvenli ortamda bulunmasına rağmen, adeta geçmişteki travmatik olayı tekrar yaşıyormuş gibi yoğun kaygı, panik, öfke, çaresizlik veya aşırı uyarılmışlık (hyperarousal) duyguları deneyimleyebilir (Van der Kolk, 2014).Bessel van der Kolk’un (2014) öncü eseri Beden Kayıt Tutar: Travmanın İyileşmesinde Beyin, Zihin ve Beden’de vurguladığı gibi, travmatik bellek genellikle açık, sözlü bir anlatı (narrative memory) şeklinde depolanmaz. Bunun yerine, bedensel duyumlar, duygusal durumlar ve algısal parçalar halinde depolanır. Tetikleyiciler, beynin normal bilişsel filtrelerini atlayarak doğrudan duygusal merkez olan amigdalayı harekete geçirir ve bu durum, kişinin aniden "savaş, kaç ya da don" (fight, flight, or freeze) tepkisi vermesine neden olur.Tetikleyicilerin Psikolojik MekanizmasıTetikleyicilerin gücü, beynin travma sırasındaki işleyiş biçimiyle yakından ilişkilidir. Travma anında, beynin mantık ve zaman algısından sorumlu bölgesi olan prefrontal korteks ve olayları sıraya koyan hipokampüs düzgün çalışamaz. Duygusal alarm merkezi olan amigdala ise aşırı aktif hale gelir. Tetikleyici, bu parçalı ve duygusal yüklü anı parçacıklarını yeniden etkinleştirdiğinde, beyin, tehlikenin şu an gerçekleştiği yanılsamasına kapılır.Tetikleyiciler genellikle iki ana kategoriye ayrılır:Dışsal Tetikleyiciler (External Triggers): Çevreyle ilgili uyaranlardır.İnsanlar: Travmatik olayı hatırlatan biri, belirli bir yüz ifadesi veya ses tonu.Yer ve Zaman: Kazanın veya olayın olduğu yer, yıl dönümleri, belirli saatler.Duyusal Uyaranlar: Bir koku (örneğin yangın kokusu), yüksek ses, belirli bir müzik.İçsel Tetikleyiciler (Internal Triggers): Kişinin kendi düşünce ve beden durumuyla ilgilidir.Duygular: Çaresizlik, utanç, öfke veya yoğun kaygı hissetmek.Bedensel Duyumlar: Kalp çarpıntısı, nefes darlığı, kas gerginliği (panik atak hisleri).Düşünceler: Olumsuz otomatik düşünceler veya travmayla ilgili çarpıtılmış inançlar.Kendini Koruma ve Başa Çıkma StratejileriTetikleyicilerle başa çıkmak, sadece onlardan kaçınmak değil, aynı zamanda onlarla karşılaşıldığında duygusal tepkiyi düzenlemeyi öğrenmeyi de içerir. İyileşme yolunda, bireyin kendine şefkatle yaklaşması ve travma sonrası stres tepkilerini anlaması kritik adımlardır.1. Tetikleyicileri Tanıma ve Farkındalık GeliştirmeTetikleyicilerle başa çıkmanın ilk adımı, kişinin bu uyarıcıları ve onlara verdiği tipik tepkileri (savaş, kaç, don) tanımasıdır.Günlük Tutma: Hangi olayların, yerlerin veya duyguların yoğun tepkilere yol açtığını kaydetmek, örüntüleri belirlemeyi sağlar.Erken Uyarı İşaretlerini Öğrenme: Yoğun duygusal tepki tam olarak ortaya çıkmadan önce hissedilen bedensel duyumları (örn. mide kasılması, nefesin hızlanması) tanımak, müdahale için zaman kazanmayı sağlar.2. Güvenli Alanlar Yaratma ve Sınır KoymaFarkındalık geliştirildikten sonra, birey kendisini korumak için çevresel ve ilişkisel sınırlar koymalıdır.Fiziksel Güvenlik: Tetikleyicilerden (mümkün olduğunca) uzak durmak veya onlara maruz kalmayı en aza indirmek. Evde veya işte, kendini güvende hissettiği "güvenli bir köşe" veya zihinsel bir sığınak belirlemek.İlişkisel Sınırlar: Başkalarına hangi konuların veya davranışların tetikleyici olduğunu açıkça ifade etmek ve bu sınırlara saygı gösterilmesini talep etmek. Bu, kişinin kendi kontrol hissini geri kazanmasına yardımcı olur.3. Zeminleme ve Düzenleme Teknikleri (Grounding and Regulation)Tetiklenme anında amaç, kişinin dikkatinin tehlike algısından mevcut ana, yani güvenli gerçekliğe geri çekilmesini sağlamaktır. Bu teknikler, hiper-uyanıklığı azaltarak amigdalanın aktivitesini sakinleştirmeye yardımcı olur.5-4-3-2-1 Tekniği: Kişinin çevredeki 5 şeyi görmesi, 4 şeyi hissetmesi, 3 şeyi duyması, 2 şeyi koklaması ve 1 şeyi tatması istenir. Bu, dikkati zorla şimdiki zamana ve duyulara yönlendirir.Nefes Çalışması: Yavaş, ritmik ve derin nefes alma (örneğin 4 saniye nefes alma, 6 saniye nefes verme), parasempatik sinir sistemini aktive ederek sakinleşmeye yardımcı olur.Dokunma: Soğuk su, buz veya rahatlatıcı bir doku (yumuşak bir kumaş) gibi dışsal bir uyarıcıya odaklanmak, bireyin bedeninde kalmasına yardımcı olur.Travma Odaklı Danışmanlık ve İyileşmeTetikleyicilerin kökeninde travmatik bir deneyim yattığı için, uzun vadeli iyileşme genellikle profesyonel destek gerektirir. Danışmanlık süreçlerinde, özellikle Travma Odaklı Bilişsel Davranışçı Danışmanlık (TF-CBT) ve EMDR (Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme) gibi travma odaklı danışmanlık yöntemleri kullanılır.Bu danışmanlıklarda tetikleyiciler güvenli, kontrollü ve destekleyici bir ortamda ele alınır. Amaç, tetikleyicileri tamamen ortadan kaldırmak değil, bireyin tetikleyiciye verdiği duygusal tepkinin yoğunluğunu azaltmaktır. Bu süreç, travmatik anıların duygusal yükünün boşaltılmasını ve mantıklı bir anlatıya entegre edilmesini sağlar. Kişi, artık geçmişten gelen uyarıcılar tarafından otomatik olarak yönetilmek yerine, bu uyarıcılara karşı bilinçli bir seçimle tepki verme yeteneği kazanır. Bu, kişinin yaşam kalitesini ve günlük işlevselliğini önemli ölçüde artırır.SonuçTetikleyiciler, beynin travmaya verdiği derin ve koruyucu bir tepkinin somutlaşmış halleridir. Van der Kolk’un (2014) belirttiği gibi, beden bu skorları tutar ve tetikleyiciler aracılığıyla geçmişi mevcut ana taşır. Ancak farkındalık geliştirme, kişisel sınırları netleştirme ve zeminleme gibi aktif başa çıkma stratejileri ile birey, tetiklenme döngüsünü kırabilir. Profesyonel travma odaklı danışmanlık, bu sürecin temelini oluşturur ve bireyin travmatik belleği güvenli bir şekilde işlemesine, böylece tetikleyicilerin gücünü azaltmasına ve özerk bir yaşam sürmesine olanak tanır. Kendini koruma, kişinin kendi deneyimlerini onaylaması ve kendine şefkatle yaklaşmasıyla başlar. KaynakçaOgden, P., & Fisher, J. (2015). Sensorimotor psychotherapy: Interventions for trauma and attachment. W. W. Norton & Company.Van der Kolk, B. A. (2014). The Body Keeps the Score: Brain, Mind, and Body in the Healing of Trauma.Viking.Zlotnick, C., Sprich, S., Johnson, J., & Dube, K. (2019). The efficacy of eye movement desensitization and reprocessing (EMDR) in the treatment of post-traumatic stress disorder (PTSD). Clinical Psychology Review, 71, 56–75.Daha bilinçli ve anlam dolu bir yaşam sürmek için farkındalık kazanma yolculuğunda size eşlik etmek üzere seanslara davet ediyorum.Randevu oluşturmak ve size uygun saat dilimlerini görmek için takvime göz atabilirsiniz.Sevgilerle…Uzman Psikolojik Danışman Sena İğdeli Sevinç

Öz Şefkat: Kendinle Barışmanın Gücü ve Psikolojik Dayanıklılığın Anahtarı

Öz Şefkat: Kendinle Barışmanın Gücü ve Psikolojik Dayanıklılığın AnahtarıÖz şefkat, kişinin başarısızlık, hata ya da acı karşısında kendisine şefkatli, anlayışlı ve destekleyici yaklaşabilmesidir. Modern psikoloji literatüründe Dr. Kristin Neff’in öncülüğünü yaptığı çalışmalar, bu kavramın sadece duygusal bir destek mekanizması değil, aynı zamanda psikolojik iyi oluşun ve dayanıklılığın temelini oluşturan kritik bir beceri olduğunu göstermektedir (Neff, 2003). Öz şefkat, bireyin kendisine karşı eleştirel bir yargılayıcı olmak yerine, deneyimlediği zorlukları insan olmanın doğal ve evrensel bir parçası olarak kabul etmesini sağlayan içten bir anlayış geliştirme sürecidir.Öz Şefkatin Üç Temel BileşeniKristin Neff (2003) öz şefkati deneysel olarak ölçülebilir ve geliştirilebilir üç temel bileşen üzerinden tanımlamıştır:Şefkatli Özgörüş (Self-Kindness) ve Yargılamama: Bireyin acı çektiği anlarda kendisine karşı eleştirel ve sert olmak yerine, destekleyici, anlayışlı ve sabırlı bir tutum sergilemesidir. Bu, hataları kınamak yerine, bir öğrenme fırsatı olarak görmeyi ve kişinin kendisini aktif olarak rahatlatmasını içerir.Ortak İnsanlık (Common Humanity) ve İzolasyon: Yaşanan zorlukların ve kusurların yalnızca kişiye ait olmadığını, aksine insan olmanın evrensel ve ortak bir parçası olduğunu kabul etme bilincidir. Bu bileşen, başarısızlık anlarında hissedilen izolasyon ve "yalnızca ben" hissini azaltır; çünkü acı çekmenin ve kusurlu olmanın tüm insanlar için geçerli olduğu fark edilir.Bilinçli Farkındalık (Mindfulness) ve Aşırı Özdeşleşmeme: Acı ve zorlayıcı duyguların deneyimini olduğu gibi kabul etmek, ancak bu duygularla aşırı derecede özdeşleşmemektir. Bilinçli farkındalık, kişinin yaşadığı olumsuz duyguları ne bastırmasına ne de onları büyütmesine izin verir; bu duygulara dengeli ve yargılayıcı olmayan bir mesafeden yaklaşılmasını sağlar. Bu sayede duygusal tepkisellik azalır ve duyguların geçici doğası anlaşılır.Psikolojik İyi Oluş ve Dayanıklılık Üzerindeki EtkileriLiteratürdeki geniş kapsamlı araştırmalar, öz şefkatin psikolojik sağlığın hemen hemen her alanında önemli faydalar sağladığını tutarlı bir şekilde göstermektedir. Neff ve Germer’in (2013) Bilinçli Öz Şefkat Programı (Mindful Self-Compassion Program - MSC) üzerindeki çalışmaları, bu tür yapılandırılmış müdahalelerin bireylerin öz şefkat düzeylerini anlamlı ölçüde artırarak yaşam kalitelerini yükselttiğini ortaya koymuştur.Depresyon ve Anksiyeteyle İlişki: Araştırmalar, öz şefkat düzeyi yüksek bireylerin daha az depresif belirti ve anksiyete gösterdiğini ortaya koymuştur. Kendine şefkatli yaklaşım, ruminasyon (olumsuz düşünceleri sürekli zihinde evirip çevirme) eğilimini azaltarak duygusal düzenlemeye yardımcı olur (Barnard & Curry, 2011).Yaşam Doyumu ve Mutluluk: Öz şefkat, dışsal onay beklentisine olan bağımlılığı azaltır ve kişinin kendi iç kaynaklarına yönelmesini sağlar. Bu durum, bireylerin kendi değerlerini hatalarına rağmen koruyabilmelerini ve dolayısıyla daha yüksek yaşam doyumuna sahip olmalarını destekler.Motivasyon ve Başarı: Yaygın inanışın aksine, öz şefkat tembelliğe yol açmaz. Aksine, kendini eleştirme döngüsünün kırılması ile bireyler başarısızlık karşısında daha çabuk toparlanır ve yeni denemeler yapma konusunda daha motive olurlar (Breines & Chen, 2012). Öz şefkat, kişiyi "mükemmel olmak zorundasın" baskısından kurtararak, çabalamaya ve öğrenmeye odaklanmaya teşvik eder.Beden İmajı ve Sağlıklı Davranışlar: Özellikle yeme bozuklukları ve beden imajı kaygıları alanında, öz şefkatli bir yaklaşım, bireylerin kusurlu bedenlerini kabul etmelerine ve kendilerini yargılamadan sağlıklı beslenme ve egzersiz alışkanlıkları geliştirmelerine olanak tanır (Kelly et al., 2014).Terapötik Süreçte Öz Şefkatin RolüDanışmanlık süreçlerinde öz şefkat becerilerinin geliştirilmesi, danışanın kendisiyle barışmasını ve içsel kaynaklarını daha sağlıklı kullanmasını sağlayan merkezi bir araçtır. Geleneksel terapilerde bazen dolaylı olarak ele alınan bu kavram, üçüncü dalga davranışçı terapiler, özellikle de Şefkat Odaklı Danışmanlık ve Bilinçli Öz Şefkat Programı (MSC) gibi yaklaşımlarla doğrudan hedef alınmaktadır.Öz şefkatli bir bakış açısı, bireyin kendisini olduğu gibi kabul etmesini kolaylaştırır; bu kabul, değişim için zorunlu olan zemin hazırlar. Danışanlar, içlerindeki acımasız iç sesi (iç eleştirmeni) fark etmeyi ve bu sese karşı daha nazik ve destekleyici bir ses (öz şefkatli ses) geliştirmeyi öğrenirler. Bu süreç, danışanın hem kendisiyle hem de başkalarıyla daha sağlıklı, daha az savunmacı ve daha doyurucu ilişkiler kurmasına zemin hazırlar. Özellikle utanç ve suçluluk gibi duyguların yoğun olduğu travma ve bağımlılık tedavilerinde, öz şefkat, iyileşmenin önündeki en büyük duygusal engellerden biri olan kendi kendini suçlamayı etkili bir şekilde hafifletir.SonuçÖz şefkat, yalnızca zor zamanlarda uygulanan geçici bir rahatlama stratejisi değil, psikolojik sağlığın ve sağlamlığın kalıcı bir özelliğidir. Bireyin kendisine karşı sergilediği şefkat, onun duygusal olarak daha esnek, zorlayıcı yaşam olaylarında daha esnek tepkiler veren ve zorluklar karşısında daha hızlı toparlanabilen (rezilyans) bir yapıya sahip olmasını sağlar. Öz şefkatin geliştirilmesi, bireylerin insan olmanın kusurluluğunu kucaklayarak, kendileriyle barış içinde bir yaşam sürmelerinin anahtarını sunar. Bu güçlü beceri, kişinin kendi acısıyla yüzleşme gücünü artırır ve uzun vadede daha yüksek bir yaşam doyumuna ve psikolojik iyi oluş düzeyine ulaşmasına katkıda bulunur. Öz şefkat, bireyin en iyi dostu olmayı öğrenmesi, dolayısıyla kendisi için en büyük şifa kaynağını aktive etmesi anlamına gelir. KaynakçaBarnard, L. K., & Curry, J. F. (2011). The relationship of mindfulness and self-compassion to psychological adaptation. Mindfulness, 2(3), 165–171.Breines, J. G., & Chen, S. (2012). Self-compassion increases self-improvement motivation. Personality and Social Psychology Bulletin, 38(9), 1133–1143.Kelly, A. C., Zuroff, D. C., Leybman, M. J., & Gilbert, P. (2014). Self-compassion and psychological symptoms: When does the relationship hold? Journal of Social and Clinical Psychology, 33(9), 819–836.Neff, K. D. (2003). The development and validation of a scale to measure self-compassion. Self and Identity, 2(3), 223–250.Neff, K. D., & Germer, C. K. (2013). A pilot study and randomized controlled trial of the mindful self-compassion program. Journal of Clinical Psychology, 69(1), 28–44.Daha bilinçli ve anlam dolu bir yaşam sürmek için farkındalık kazanma yolculuğunda size eşlik etmek üzere seanslara davet ediyorum.Randevu oluşturmak ve size uygun saat dilimlerini görmek için takvime göz atabilirsiniz.Sevgilerle…Uzman Psikolojik Danışman Sena İğdeli Sevinç

İlişkilerde Bağımlılık ve Kendi Olma Hakkı: Özerklikten Ortak Büyümeye

İlişkilerde Bağımlılık ve Kendi Olma Hakkı: Özerklikten Ortak BüyümeyeDuygusal bağımlılık (dependent personality), kişinin kendi kendini düzenleme yeteneğini yitirerek, kendini partnerine veya başkalarına aşırı derecede bağlı hissetmesi, kendi ihtiyaç ve sınırlarını sürekli olarak ihmal etmesiyle karakterize edilen bir ilişki örüntüsüdür. Bu durum, bireysel gelişimi ciddi şekilde engellerken, ilişkinin kendisinin sağlığını ve sürdürülebilirliğini de zedeleyebilir. Robert F. Bornstein (2013) gibi önde gelen araştırmacılar, bağımlı kişilik özelliklerinin gelişimsel, sosyal ve klinik açılardan incelenmesinin, bu örüntünün karmaşık yapısını anlamak için elzem olduğunu vurgulamışlardır.Bağımlılığın Psikolojik ve Gelişimsel KökenleriDuygusal bağımlılık, genellikle çocukluk döneminde gelişir ve kişinin temel güven ve özerklik duygularının oluşumuyla yakından ilişkilidir. Bornstein (2013), bağımlı kişilik özelliklerinin temelinde iki ana gelişimsel faktörün yattığını belirtir:Erken Dönem Bağlanma Deneyimleri: Güvensiz bağlanma stilleri (özellikle kaygılı-kararsız bağlanma), bireyin yetişkinlikte ilişkilerde sürekli onay ve terk edilme korkusuyla hareket etmesine yol açar. Bu kişiler, sürekli olarak partnerin yakınlığını ve mevcudiyetini ararlar.Özerkliğin Gelişiminde Engeller: Ebeveynlerin aşırı koruyucu, aşırı baskıcı veya eleştirel olması, çocuğun kendi kendine yetme ve karar verme becerilerini köreltir. Birey, kendi iç kaynaklarına güvenmeyi öğrenemez ve yetişkinlikte hayat kararları dahil, duygusal düzenlemede dahi başkalarına bağımlı hale gelir.Bağımlı ilişkilerde kişi, kendi değerini ve özgüvenini, partnerin onayına ve kabulüne bağlar. Bu, adeta partnerin bir ayna görevi görmesi ve bireyin sadece o aynadaki yansıması aracılığıyla kendini görmesi demektir. Bu dışsal doğrulama ihtiyacı, kişinin özgüveninin zayıflamasına ve kendi iç sesini duymazdan gelmesine neden olur.Sağlıklı İlişki vs. Bağımlı İlişkiSağlıklı ve işlevsel ilişkiler ile bağımlı ilişkiler arasındaki en temel ayrım, bireysellik ve özerkliğe verilen değerde yatar.ÖzellikSağlıklı (Karşılıklı) İlişkiBağımlı İlişkiSınırlarEsnek ve saygılı; her iki partnerin de kendi sınırları ve ayrı alanları vardır.Sınırlar bulanıktır; bireysel ihtiyaçlar partnerin ihtiyaçlarına feda edilir.Özdeğer KaynağıKişinin özdeğeri içseldir; ilişkiden bağımsız olarak sabittir.Özdeğer dışsaldır; partnerin sevgisine, onayına ve mevcudiyetine bağlıdır.Karar VermeOrtak konularda işbirliği yapılır; bireysel konularda özerklik esastır.Kararlar genellikle bağımlı kişi adına partner tarafından alınır veya bağımlı kişi sürekli onay arar.GelişimHem birlikte büyümeyi hem de bireysel farklılıkları, hobileri ve kişisel hedefleri destekler.Bireysel gelişim ve hobiler, ilişkinin birliği tehdit ettiği düşüncesiyle engellenir veya ihmal edilir.Sağlıklı ilişkiler, iki tam ve özerk bireyin bir araya gelmesiyle oluşur; bu ilişkiler hem birlikte büyümeyi (interdependence) hem de bireysel farklılıkları destekler. Bağımlı ilişkilerde ise bir bütünleşme (fusion) hali vardır; iki birey, bir "biz" olmak adına kendi "ben"liğini feda eder.Duygusal Bağımlılığın Psikolojik MaliyetleriBağımlı ilişki örüntüsü uzun vadede hem bireyin psikolojik sağlığı hem de ilişkinin geleceği açısından yıkıcı sonuçlar doğurur:Duygusal Tükenmişlik ve Anksiyete: Partnerin sürekli mevcudiyetini ve onayını garantileme çabası, yüksek düzeyde kaygı ve tükenmişlik yaratır. Sürekli terk edilme korkusu (abandonment anxiety), bireyi aşırı kontrollü ve yapışkan davranışlara iter.Öz Benlik Kaybı: Kişi, kendi tercihlerini, değerlerini ve hayallerini ilişkinin beklentilerine uyum sağlamak için terk ettiğinde, zamanla kim olduğunu ve ne istediğini unutur. Bu durum, öz benlik (self) kaybına ve kimlik krizine yol açar.Öfke ve Gizli Pişmanlık: Kendi ihtiyaçlarını sürekli göz ardı eden birey, biriken öfke ve pişmanlık duygularını pasif-agresif davranışlarla veya aniden patlamalarla ifade edebilir. Bu da ilişkinin istikrarını bozar (Bornstein, 2013).Bağımlılıktan Kurtulma ve Kendi Olma Hakkını Kazanma YollarıBağımlılıktan kurtulmak ve sağlıklı bir ilişki kurmak, kişinin kendi değerini yeniden fark etmesi, sınırlarını belirlemesi ve bağımsızlık becerilerini geliştirmesiyle mümkündür.1. Özdeğeri İçselleştirmeKişi, kendi değerinin eylemlerine, dış görünüşüne veya partnerinin sevgisine bağlı olmadığını anlamalıdır. Öz şefkat uygulamaları (Kristin Neff’in çalışmalarına dayanarak), bireyin hatalarına ve kusurlarına rağmen kendisine şefkatli yaklaşmasını sağlayarak özdeğeri güçlendirir.2. Sağlıklı Sınırlar KoymaBireyin kendi ihtiyaçlarına saygı göstermesi ve bunu net bir dille partnerine iletmesi gerekir. Bu, sadece "hayır" diyebilmeyi değil, aynı zamanda yalnız kalma, kişisel ilgi alanlarına zaman ayırma ve partnerden farklı fikirlere sahip olma hakkını da içerir. İlişkideki bireysel sınırlar, ilişkinin dayanaklarını güçlendirir, zayıflatmaz (Scharff, 2018).3. Bireysel İlgi Alanlarını CanlandırmaBağımlılığın çözülmesi için, bireyin ilişki dışında kendisine ait bir yaşam alanı inşa etmesi gerekir. Eski hobileri canlandırmak, yeni beceriler öğrenmek ve ilişkiye partnerin dahil olmadığı sosyal çevrelerde zaman geçirmek, özdeğer ve özerklik duygusunu artırır.4. Profesyonel DestekDuygusal bağımlılığın kökenleri genellikle derin olduğundan, danışmanlık bu süreçte hayati önem taşır. Terapötik süreçte özellikle Bilişsel Davranışçı (BDT) veya Şema Danışmanlığı ile çalışılabilir:BDT: Bağımlılığa yol açan işlevsiz otomatik düşünceleri ("Onsuz yaşayamam," "Yalnız kalırsam değersizim") saptayıp değiştirmeye odaklanır.Şema Terapi: Terk edilme, başarısızlık veya itaat/boyun eğme gibi erken dönemde gelişmiş uyumsuz şemaları hedef alarak, bireyin özdeğerinin güçlenmesine ve sağlıklı ilişki modellerinin öğrenilmesine yardımcı olur.Sonuçİlişkilerde duygusal bağımlılık, kişinin kendi olma hakkından vazgeçmesinin maliyetli bir sonucudur. Bornstein'ın (2013) vurguladığı gibi, bu durum hem bireysel hem de ilişkisel düzeyde kronik sorunlara yol açar. Sağlıklı bir ilişkinin temeli, iki bireyin birbirine destek olurken aynı zamanda kendi kimliklerini ve özerkliklerini koruyabilmesidir. Bağımlılıktan kurtulmak, kişinin kendine ait bir hayatı olduğunu ve kendi değerinin başkasının onayına bağlı olmadığını kabul etmesiyle başlar. Bu özgürleşme, bireyin kendisiyle barışık olmasını ve nihayetinde partneriyle daha sağlıklı, daha doyurucu ve karşılıklı saygıya dayalı bir bağ kurmasını sağlar. KaynakçaBornstein, R. F. (2013). The dependent personality: Developmental, social, and clinical perspectives. Personality Disorders: Theory, Research, and Treatment, 4(3), 207-217.Johnson, S. M. (2019). Attachment theory in practice: Emotionally focused therapy (EFT) with individuals, couples, and families. Guilford Press.Scharff, D. (2018). The importance of boundaries in intimate relationships. Routledge.Daha bilinçli ve anlam dolu bir yaşam sürmek için farkındalık kazanma yolculuğunda size eşlik etmek üzere seanslara davet ediyorum.Randevu oluşturmak ve size uygun saat dilimlerini görmek için takvime göz atabilirsiniz.Sevgilerle…Uzman Psikolojik Danışman Sena İğdeli Sevinç