1. Uzmanlar
  2. Sena İĞDELİ SEVİNÇ
  3. Blog Yazıları
  4. Duygusal Yorgunluk (Tükenmişlik): Modern Yaşamın Gizli Maliyeti ve Yönetimi

Duygusal Yorgunluk (Tükenmişlik): Modern Yaşamın Gizli Maliyeti ve Yönetimi

Duygusal Yorgunluk (Tükenmişlik): Modern Yaşamın Gizli Maliyeti ve Yönetimi

Modern yaşamın sürekli artan talepleri, hızlı temposu ve yaygınlaşan stres faktörleri, bireylerin ruhsal ve fiziksel sağlığını derinden etkilemektedir. Bu durumun en belirgin sonuçlarından biri de duygusal yorgunlukya da daha yaygın adıyla duygusal tükenmişlik halidir. Duygusal yorgunluk, kişinin kendisini sürekli bitkin, enerjisiz ve duygusal rezervleri tamamen boşalmış hissetmesi durumudur. Bu kronik tükenme hali, yalnızca kişisel yaşam kalitesini düşürmekle kalmaz, aynı zamanda iş yaşamında ciddi performans düşüklüğüne, motivasyon kaybına ve sosyal ilişkilerde belirgin zorluklara yol açabilir.

Tükenmişlik Sendromunun Çekirdek Bileşeni Olarak Duygusal Yorgunluk

Christina Maslach ve Michael P. Leiter (2016), duygusal yorgunluğun, kökenleri iş yaşamındaki kronik stres kaynaklarına dayanan tükenmişlik sendromunun (burnout) üç temel bileşeninden biri olduğunu belirtirler. Tükenmişlik Sendromu şu üç temel boyutta incelenir:

  1. Duygusal Yorgunluk (Exhaustion): Kişinin iş veya yaşam talepleri karşısında duygusal ve fiziksel enerjisinin tükenmesi, kendini yorgun ve bitkin hissetmesi. Bu, tükenmişliğin birincil ve en yaygın hissedilen bileşenidir.
  2. Duyarsızlaşma/Soğuma (Depersonalization/Cynicism): Özellikle hizmet mesleklerinde, bireyin hizmet verdiği kişilere veya genel olarak işine karşı mesafeli, duyarsız ve olumsuz bir tutum geliştirmesidir. Bu, duygusal taleplere karşı bir savunma mekanizması olarak ortaya çıkar.
  3. Düşük Kişisel Başarı Hissi (Reduced Personal Accomplishment): Kişinin işindeki yeterliliğine dair olumsuz bir değerlendirme yapması, kendini yetersiz ve başarısız hissetmesidir.

Maslach ve Leiter'in (2016) çalışmaları, bu sendromun sadece bireysel bir sorun değil, aynı zamanda örgüt kültürü, iş yükü, kontrol eksikliği, adaletsizlik, ödüllendirme yetersizliği ve değer çatışmaları gibi altı ana örgütsel uyumsuzluk alanından kaynaklandığını vurgular.

Duygusal Yorgunluğun Yaygınlığı ve Risk Grupları

Duygusal yorgunluk, özellikle yoğun insan ilişkisi ve duygusal emek gerektiren mesleklerde (örneğin öğretmenlik, sağlık hizmetleri, sosyal hizmet uzmanlığı ve çağrı merkezi çalışanları) daha yaygın bir sorundur (Schaufeli et al., 2009). Bu mesleklerde çalışanlar, sürekli olarak başkalarının duygusal ihtiyaçlarını karşılamak zorundadırlar; bu da duygusal emeğin (emotional labor) yüksek maliyetine yol açar. Ancak günümüzün dijitalleşen, kesintisiz bağlantı gerektiren ve rekabetçi yapısı, serbest meslek sahiplerinden yöneticilere kadar hemen herkesin bu durumdan etkilenmesine neden olabilmektedir. "Sürekli açık olma kültürü" (always-on culture), özel yaşam ve iş yaşamı arasındaki sınırları belirsizleştirerek kronik stres yükünü artırmaktadır.

Belirtileri ve Fizyolojik Etkileri

Duygusal yorgunluğun belirtileri geniş bir yelpazeye yayılır ve sadece ruhsal değil, aynı zamanda fiziksel sağlığı da olumsuz etkileyebilir:

  • Duygusal Belirtiler: Kronik yorgunluk, sürekli gerginlik veya kaygı hissi, duygusal tepkisizlik (donukluk), ilgisizlik, çabuk sinirlenme, karamsarlık ve umutsuzluk.
  • Fiziksel Belirtiler: Açıklanamayan baş ağrıları, kas ağrıları, bağışıklık sisteminin zayıflaması sonucu sık hastalanma, mide-bağırsak sorunları ve kronik uyku problemleri (uykusuzluk veya aşırı uyuma isteği).
  • Davranışsal Belirtiler: Sosyal izolasyon, işten kaçınma, görevlere karşı erteleme eğilimi, dikkat dağınıklığı ve artan madde/alkol kullanımı.

Kronik stresin bir sonucu olarak, duygusal yorgunluk hipotalamus-hipofiz-adrenal (HPA) aksını sürekli aktive ederek kortizol gibi stres hormonlarının düzeyini yükseltir. Uzun süreli kortizol yüksekliği, bilişsel işlevlerde bozulmaya ve çeşitli kronik hastalıklara zemin hazırlayabilir (Gelsema et al., 2006).

Başa Çıkma ve Önleme Stratejileri

Duygusal yorgunlukla başa çıkmak ve onu önlemek için hem bireysel hem de örgütsel düzeyde çok boyutlu stratejiler geliştirmek kritik öneme sahiptir.

1. Bireysel Stratejiler (Öz Bakım)

  • Sınır Koyma Becerisi: İş ve özel yaşam arasında net ve katı sınırlar belirlemek. Örneğin, mesai saatleri dışında iş e-postalarına bakmamak gibi dijital detoks uygulamaları.
  • Öz Bakım (Self-Care): Düzenli egzersiz (stres hormonlarını düşürmede etkilidir), kaliteli ve yeterli uyku (yetişkinler için 7-9 saat) ve dengeli beslenme alışkanlıkları oluşturmak.
  • Mindfulness ve Gevşeme Teknikleri: Bilinçli farkındalık uygulamaları, meditasyon ve derin nefes egzersizleri, duygusal düzenlemeyi artırarak stres tepkisini hafifletir.
  • Sosyal Destek: Güvenilir arkadaşlar, aile üyeleri veya destek grupları ile düzenli iletişim kurmak. Sosyal destek, psikolojik esnekliği (rezilyans) önemli ölçüde artırır.

2. Örgütsel ve Profesyonel Stratejiler

  • İş Yükü Yönetimi: İşletmelerin adil ve sürdürülebilir iş yükü dağılımı sağlaması, çalışanların kontrol hissini artıracak özerklik sağlaması.
  • Eğitim ve Gelişim: Çalışanlara stres yönetimi, zaman yönetimi ve özellikle duygusal düzenleme becerileri konusunda eğitimler verilmesi.
  • Profesyonel Destek: Duygusal yorgunluğun ileri düzeyde olduğu durumlarda, bir psikolog veya psikiyatristten profesyonel destek almak, bireyin stresle başa çıkma becerilerini artırmasına ve tükenmiş kaynaklarını yeniden yapılandırmasına yardımcı olur. Kognitif Davranışçı Terapi (KDT) gibi yaklaşımlar, tükenmişliğe yol açan işlevsiz düşünce kalıplarını değiştirmede etkili olabilir (Maslach & Leiter, 2016).

Sonuç

Duygusal yorgunluk, modern toplumun görmezden gelinemeyecek bir halk sağlığı sorunudur. Bu durum, bireyin kendisine ve çevresine karşı duygusal enerjisini yitirmesiyle karakterize olup, Maslach ve Leiter'in (2016) tanımladığı tükenmişlik sendromunun temelini oluşturur. Kronik stres, örgütsel uyumsuzluklar ve yüksek duygusal emek gereksinimi bu yorgunluğu tetikler. Erken tanıma, güçlü öz bakım stratejileri, sağlıklı sınır koyma becerileri ve gerektiğinde profesyonel yardım almak, bireylerin bu durumla etkili bir şekilde başa çıkmasını ve yaşam kalitelerini yeniden kazanmasını sağlayacak temel adımlardır. Duygusal yorgunlukla mücadele, sadece kişisel bir sorumluluk değil, aynı zamanda daha sağlıklı ve sürdürülebilir çalışma ortamları yaratmak adına örgütsel bir gerekliliktir.

Kaynakça

Gelsema, Y. E., Van der Doef, M. P., Maes, S., & Janssen, T. (2006). A longitudinal study of psychological and physiological changes in relation to burnout among nursing staff. Journal of Advanced Nursing, 56(3), 322–331.

Maslach, C., & Leiter, M. P. (2016). Understanding the burnout experience: Recent research and its implications for psychiatry. World Psychiatry, 15(2), 103-111. https://doi.org/10.1002/wps.20311

Schaufeli, W. B., Leiter, M. P., & Maslach, C. (2009). Burnout: Thirty-five years of research and practice. Career Development International, 14(3), 204–220.

Daha bilinçli ve anlam dolu bir yaşam sürmek için farkındalık kazanma yolculuğunda size eşlik etmek üzere seanslara davet ediyorum.Randevu oluşturmak ve size uygun saat dilimlerini görmek için takvime göz atabilirsiniz.

Sevgilerle…

Uzman Psikolojik Danışman Sena İğdeli Sevinç

Yayınlanma: 16.12.2025 19:05

Son Güncelleme: 16.12.2025 19:10

Psikolog

Sena

İĞDELİ SEVİNÇ

Uzman Psikolojik Danışman

(*)(*)(*)(*)(*)
29 Yorum
Kaygı (Anksiyete) Bozuklukları
Depresyon ve Mutsuzluk
Doğum Sonrası Depresyon
Güven Kaybı / Aldatma / Aldatılma
+7
Online TerapiOnline Ter...
süre 50 dk
ücret 1500
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
süre 50 dk
ücret 1500
Yapay zeka ile, kişiselleştirilmiş destek:
Menta AI
Yapay zeka ile,
kişiselleştirilmiş destek: Menta AI

Şimdi indir, konuşmaya başla

App Store'dan İndirGoogle Play'den İndir
Bunları da sevebilirsiniz...

"Hayır" Diyememek: Sağlıklı Sınır Çizememenin Psikolojik Kökenleri ve Etkili Çözüm Yollar

"Hayır" Diyememek: Sağlıklı Sınır Çizememenin Psikolojik Kökenleri ve Etkili Çözüm Yolları"Hayır" demek, bireyin kendi özerkliğini, ruh sağlığını ve yaşam kalitesini koruyabilmesi için hayati öneme sahip, temel bir psikososyal beceridir. Ancak modern psikoloji ve ilişki dinamikleri üzerine yapılan çalışmalar, pek çok insanın bu kritik kelimeyi söylemekte büyük zorluk çektiğini göstermektedir. Bu zorluk, genellikle aşırı empati sahibi, başkalarının beklentilerine aşırı öncelik veren ya da çocuklukta sağlıklı sınır koyma örüntüleri geliştirememiş bireylerde gözlemlenir. Sınır koyma eksikliği, kişinin kendi ihtiyaçlarını ihmal etmesine, aşırı sorumluluk yüklenmesine ve nihayetinde psikolojik stres, tükenmişlik ve ilişkisel doyumsuzluğa yol açan bir döngü yaratır.Sınır Koyma Eksikliğinin KökenleriSınır koyma yeteneğinin gelişimi büyük ölçüde erken dönem yaşam deneyimlerine dayanır. Lammers (2019), çocukluk döneminde ebeveynlerin sergilediği belli başlı örüntülerin, bireyin ileriki yaşamında "hayır" deme becerisini olumsuz etkilediğini vurgular:Aşırı Koruyucu Ebeveyn Yaklaşımları: Çocuklarına kendi başlarına karar verme ve sınır çizme fırsatı tanınmayan bireyler, yetişkinlikte de başkalarının talep ve beklentilerine karşı kendi alanlarını savunmakta zorlanırlar. Kendi ihtiyaçlarının geçerliliğini öğrenemezler.Aşırı Eleştirel Ebeveyn Yaklaşımları: Hata yaptığında veya ebeveynlerinin beklentilerine uymadığında sert eleştiriye maruz kalan çocuklar, reddedilme ve sevgiyi kaybetme korkusu geliştirirler. Bu korku, yetişkinlikte başkalarını memnun etme (people-pleasing) davranışına ve "hayır" demenin getireceği olası çatışmadan kaçınmaya neden olur.Duygusal İhtiyaçların Geçersiz Kılınması: Çocuğun duygusal ihtiyaçları sürekli olarak görmezden gelindiğinde veya ebeveynin ihtiyaçlarına tabi kılındığında, birey kendi duygularının ve ihtiyaçlarının ikincil olduğunu öğrenir. Bu, başkalarının taleplerini kendi ihtiyaçlarının önüne koyma eğilimini pekiştirir.Bu erken dönem yaşantıları, bireyde Reddedilme Korkusu (Fear of Rejection) ve Çatışma Kaçınma (Conflict Avoidance) gibi temel şemaların yerleşmesine neden olur. Dolayısıyla "hayır" demek, bilinçaltında sevgiyi veya ait olmayı kaybetme riski olarak algılanır.Sınır Çizememenin Psikolojik ve İlişkisel MaliyetleriSınır koyma becerisinin eksikliği, bireyin psikolojik dayanıklılığını aşındıran ciddi sonuçlar doğurur (Roth & Cohen, 2021):Duygusal Tükenmişlik (Burnout): Sürekli olarak başkalarının taleplerini kendi kaynaklarının önüne koymak, enerji ve duygusal rezervlerin tükenmesine yol açar. Bu durum, Maslach'ın tükenmişlik modeline uygun olarak, yüksek duygusal yorgunluk hissi ile sonuçlanır.Gizli Öfke ve Pişmanlık: "Evet" denilen her istenmeyen talep, bireyde biriken gizli bir öfkeye dönüşür. Zamanla bu öfke, pasif-agresif davranışlar, ilişkiden soğuma veya depresif belirtiler olarak ortaya çıkabilir.Değersizlik Hissi: Kendi ihtiyaçlarını sürekli göz ardı eden birey, zamanla kendisine değer vermediği mesajını hem kendisine hem de çevresine verir. Bu durum özsaygı düzeyini düşürür.İlişkisel Dengesizlik: Sınırları olmayan ilişkilerde güç dengesizliği oluşur. Talepte bulunan kişi sınırların ihlal edilebileceğini öğrenirken, "hayır" diyemeyen kişi istismar edilme riskiyle karşı karşıya kalır.Sınır Koyma Becerilerini Geliştirme YollarıSınır koyma, öğrenilebilir ve geliştirilebilir bir beceridir. Bu süreç, bireyin hem kendisiyle hem de çevresiyle olan ilişkisini yeniden yapılandırmasını gerektirir.1. Öz Farkındalık ve İhtiyaçları TanımaSınır koymanın ilk adımı, kendi kişisel değerlerini, önceliklerini ve duygusal ihtiyaçlarını belirlemektir. Birey, hangi aktivitelerin kendisine enerji verdiğini (ya da aldığını), ne kadar zamanın kendisine ait olması gerektiğini netleştirmelidir. Bu netlik, hangi taleplere "hayır" denileceğini doğal olarak belirler.2. “Hayır”ı Yeniden Çerçevelemek (Reframing)"Hayır" kelimesi, suçluluk veya bencillikle ilişkilendirilmek yerine, saygı ve kendine değer verme eylemi olarak yeniden kavranmalıdır. Bir talebe "hayır" demek, o kişiye değil, o anki talebe "hayır" demektir. Lammers (2019), "Hayır" demenin, "Evet, bu benim sınırımdır ve değerlerim için önemli" anlamına geldiğini kabul etmenin önemini vurgular.3. Etkili ve Güvenli İletişim TeknikleriSınırların iletilmesi sırasında iddialı (assertive) iletişim stratejileri kullanılmalıdır:Netlik ve Doğrudanlık: Sınırı dolandırmadan, net bir dille ifade etmek ("Şu anda o görevi alamam").Gerekçe Sunma Zorunluluğundan Kaçınma: Detaylı bahaneler sunmak yerine, kısa ve kesin bir ifade kullanmak ("Hayır, bugün için başka planlarım var")."Sandviç Tekniği": Reddi yumuşatmak için kibar bir açılış, ardından net sınır ve isteğe bağlı olarak alternatif bir öneri sunmak (Örn: "Yardım teklifin için teşekkür ederim (pozitif), ancak bu hafta sonu işi bitiremem (sınır). Gelecek hafta yardım edebilirim (alternatif)").4. Profesyonel Destek AlmakSınır koyma konusunda köklü zorluklar yaşayan bireyler için profesyonel psikolojik destek almak, genellikle en etkili çözümdür. Terapötik süreçte kişiler, özellikle Şema Danışmanlığı veya Diyalektik Davranış Danışmanlığı gibi yaklaşımlarla, çocuklukta yerleşmiş olan reddedilme ve terk edilme şemalarını çalışabilirler. Danışman rehberliğinde, sağlıklı sınırlar oluşturma, çatışma yönetimi ve etkili iletişim stratejileri üzerine çalışılarak daha doyurucu ve sağlıklı ilişkiler kurma becerileri kazanılır.Sonuç"Hayır" diyememek, bireyin kendi hayatının direksiyonunu başkalarının eline vermesi anlamına gelir. Sınır koyma becerisi, bireyin psikolojik dayanıklılığını artırır ve hem kendisine hem de ilişkilerine saygı gösterdiğinin bir göstergesidir. Sınır koyma, bir saldırganlık eylemi değil, bir öz-koruma eylemidir. Bu becerinin kazanılması, kişinin kendisiyle barışık olmasını, aşırı sorumluluk yükünden kurtulmasını ve böylece hem kişisel hem de sosyal ilişkilerinde daha doyurucu ve sağlıklı deneyimler yaratmasını sağlayan temel bir adımdır. KaynakçaLammers, J. (2019). The psychology of saying no: How to set boundaries effectively. Journal of Behavioral Sciences, 45(3), 275-290.Roth, M. D., & Cohen, R. A. (2021). The relationship between boundary setting and burnout in high-demand professions. Psychology Research and Behavior Management, 14, 455–468.Scharff, D. (2018). The importance of boundaries in intimate relationships. Routledge.Daha bilinçli ve anlam dolu bir yaşam sürmek için farkındalık kazanma yolculuğunda size eşlik etmek üzere seanslara davet ediyorum.Randevu oluşturmak ve size uygun saat dilimlerini görmek için takvime göz atabilirsiniz.Sevgilerle…Uzman Psikolojik Danışman Sena İğdeli Sevinç

Zihinsel Geviş Getirme (Ruminasyon)

Zihinsel Geviş Getirme (Ruminasyon): Sürekli Düşünmenin Psikolojik Maliyeti ve Tükenmişlik İlişkisiZihinsel geviş getirme (ruminasyon) veya halk arasındaki yaygın kullanımıyla “overthinking” (aşırı düşünme), bireyin aynı konu üzerinde durmadan düşünmesi, olumsuz olasılıkları kurcalaması ve geçmişte yaşananları defalarca zihinde tekrar etmesi durumudur. Bu bilişsel davranış biçimi, Nolen-Hoeksema’nın (2000) çığır açan çalışmasıyla modern psikoloji alanında merkezi bir odak noktası haline gelmiş ve özellikle majör depresif bozukluklar, kaygı ve karma anksiyete/depresif belirtilerin önemli bir yordayıcısı olarak tanımlanmıştır.Zihinsel geviş getirmenin temel problemi, bu düşünce sürecinin yapısal olarak işlevsiz olmasıdır. Düşünceler, çözüm üretmek, durumu analiz edip aksiyon almak yerine, kişiyi mevcut sıkıntı, çaresizlik ve bitkinlik duygusu içinde sabitler. Birey, sürekli düşündüğü için zihinsel olarak yorgun düşer, bilişsel kaynakları tükenir ve bu durum hem karar alma süreçlerinde zorlanmaya hem de genel işlevsellikte düşüşe yol açar. Bu süreç, kişinin sosyal ilişkilerini, iş performansını ve genel yaşam kalitesini olumsuz etkileyen kronik bir zihinsel yük yaratır.Ruminasyonun Bilişsel-Duygusal MekanizmasıSusan Nolen-Hoeksema (2000), ruminasyonu sadece bir semptom değil, aynı zamanda depresyonu sürdüren ve şiddetlendiren bir tepki tarzı olarak tanımlamıştır. Araştırmacı, ruminasyonu problem çözmeye odaklanan sağlıklı bir iç gözlem olan yansıtma (reflection) eyleminden kesin olarak ayırır.ÖzellikRuminasyon (Geviş Getirme)Yansıtma (Reflection)Odak NoktasıAcının nedenleri, sonuçları ve kişisel başarısızlıklar ("Neden ben?", "Neden böyle oldu?")Sorunun çözümü, aksiyon planları ve gelecekteki davranışlar ("Ne yapabilirim?", "Nasıl düzeltebilirim?")Duygusal SonuçYoğunlaşmış üzüntü, çaresizlik, pasiflik ve tükenmişlikYapıcı hisler, motivasyon, kontrol hissi ve duygusal rahatlamaRuminasyonun işleyişi şöyledir: Olumsuz bir olay yaşandığında (bir başarısızlık, bir kayıp vb.), ruminatif tepki veren birey, bu olayın nedenlerini dışarıda aramak yerine, kendi yetersizlikleri ve duygusal durumu üzerine odaklanır. Bu süreç, olayla ilişkili olumsuz anıları ve duygusal durumları aktif tutarak, bireyin bilişsel alanını meşgul eder ve çözüm odaklı düşünme kapasitesini bloke eder. Kaygıya odaklanan ruminasyon (worry) ise, genellikle gelecekteki potansiyel tehlikeler ve olumsuz sonuçlar üzerine yoğunlaşır; ancak her iki biçim de kişinin "şimdi ve burada"ki işlevselliğini bozar (Watkins, 2008).Sürekli Düşünmenin Tükenmişlik ve Duygusal Yorgunlukla İlişkisiZihinsel geviş getirme, doğrudan duygusal yorgunluğun ana kaynaklarından biri haline gelir. Tükenmişlik (burnout), uzun süreli ve çözülemeyen stres sonucunda ortaya çıkan, duygusal yorgunluk, duyarsızlaşma ve düşük kişisel başarı hissi ile karakterize bir sendromdur. Ruminasyon bu sürece şu şekillerde katkıda bulunur:Bilişsel Kaynakların Tükenmesi: Zihin sürekli olarak aynı düşünce döngüsünü çalıştırdığında, beyin tıpkı fiziksel bir kas gibi yorulur. Çalışma belleği (working memory) sürekli olumsuz içeriklerle meşgul edilir. Bu durum, günlük işleri yapma, yeni bilgileri öğrenme ve yaratıcı problem çözme gibi görevler için gereken bilişsel yükü aşırı derecede artırır. Bu sürekli bilişsel tüketim hali, kişinin kendini bitkin ve "beyni dolu" hissetmesine neden olur.Kronik Stres Tepkisinin Sürdürülmesi: Ruminasyon, sadece düşünmek değil, aynı zamanda bu düşüncelere eşlik eden olumsuz duyguları ve fiziksel stres tepkilerini (artan kalp atışı, gergin kaslar, yüksek kortizol seviyeleri) sürekli olarak aktive etmektir. Bedenin savaş ya da kaç tepkisi sürekli olarak tetikte tutulduğu için, birey kronik bir fizyolojik stres altında kalır. Bu durum, uzun vadede fiziksel ve duygusal tükenmişliğe yol açar.Uyku Kalitesinin Bozulması: Ruminasyon, sıklıkla uykuya dalma veya uykuyu sürdürme zorluklarına (uykusuzluk) yol açan bir gecikme mekanizmasıdır. Yeterince dinlenemeyen bir zihin ve beden, ertesi gün daha yorgun ve daha az dirençli olur, bu da tükenmişlik döngüsünü hızlandırır (Harvey, 2008).Zihinsel Geviş Getirme Döngüsünü Kırma StratejileriZihinsel geviş getirme işlevsel olmayan bir alışkanlık olduğundan, bireyin bu döngüyü kırmak için yeni, yapıcı stratejiler öğrenmesi gerekmektedir.1. Farkındalık (Mindfulness) MeditasyonuÖzellikle "şimdi ve burada"ya odaklanmayı destekleyen mindfulness uygulamaları, ruminatif döngüyü kırmanın en etkili yollarından biridir. Meta-bilişsel farkındalığı artırarak, kişi düşüncelerinin içeriğiyle (ne düşündüğüm) değil, süreciyle (düşünme eylemi) ilgilenmeyi öğrenir. Bu, bireyin düşüncelerini bir "gerçek" olarak değil, zihinden geçen basit olaylar olarak görmesini sağlar (decentering). Bu farkındalık, ruminatif düşüncelere duygusal tepki verme eğilimini azaltır.2. Düşünceleri Yazıya Dökme (Expressive Writing)Düşünceleri zihinde sürekli evirip çevirmek yerine, onları yazıya dökme eylemi, bilişsel yükü azaltır ve düşünceyi somutlaştırarak onlara dışarıdan bakma imkânı sunar. Bu teknik, özellikle duygusal olarak yoğun ruminatif içeriğin nötralize edilmesine yardımcı olur. Yazı, düşüncelerin "serbest bırakılmasına" ve geçici bir çözüm üretilmese bile zihinsel meşguliyetin azalmasına olanak tanır.3. Yapıcı Problem Çözme ve Eylem OdaklılıkBilişsel Davranışçı Danışmanlık bu döngüye müdahalede kilit rol oynar. Danışman rehberliğinde, birey ruminatif "neden" sorularından (Neden ben?) uzaklaşarak, "nasıl" ve "ne" sorularına (Bu durumu düzeltmek için ne yapabilirim?) odaklanmayı öğrenir. Diğer etkili teknikler şunlardır:Düşünceyi Erteleme ve Planlı Endişe Zamanı: Birey, ruminasyon başladığında bunu hemen durdurur ve günün belirli bir saatine (örneğin 15:00-15:20 arası) erteler. Bu süre zarfında kişi endişe ve ruminasyon yapmaya izin verir, ancak bu süre dolduğunda dikkati başka bir eyleme yönlendirir. Bu, beynin kaygıya sürekli otomatik tepki verme alışkanlığını kırar.Kanıtları Test Etme (Thought Challenging): Ruminasyona neden olan olumsuz otomatik düşüncelerin gerçekçiliği, kanıtları ve işlevselliği sorgulanır.SonuçZihinsel geviş getirme (ruminasyon), depresyon ve kaygıya zemin hazırlayan ve kişinin bilişsel kaynaklarını tüketerek duygusal yorgunluğa yol açan işlevsiz bir bilişsel süreçtir. Nolen-Hoeksema’nın (2000) gösterdiği gibi, çözüm odaklı olmayan bu sürekli düşünme hali, bireyi pasif ve çaresiz bırakır. Ancak bu durum kalıcı bir kader değildir. Farkındalık meditasyonu ile düşüncelere mesafe koymak, düşünceleri yazıya dökerek zihinsel yükü hafifletmek ve bilişsel-davranışçı danışmanlık teknikleriyle düşünce içeriğini yapılandırmak, bu yıkıcı döngüyü kırmanın ve zihinsel dinginliği yeniden kazanmanın anahtarlarıdır. Zihinsel geviş getirmenin üstesinden gelmek, bireyin enerjisini ve odağını problem analizinden yapıcı eyleme kaydırarak, psikolojik dayanıklılığını önemli ölçüde artırır. KaynakçaHarvey, A. G. (2008). Insomnia, circadian rhythms, and rumination. Clinical Psychology Review, 28(7), 1184–1194.Nolen-Hoeksema, S. (2000). The role of rumination in depressive disorders and mixed anxiety/depressive symptoms. Journal of Abnormal Psychology, 109(3), 504–511. https://doi.org/10.1037/0021-843X.109.3.504Watkins, E. R. (2008). Constructive and unconstructive repetitive thought. Psychological Bulletin, 134(2), 163–206.Daha bilinçli ve anlam dolu bir yaşam sürmek için farkındalık kazanma yolculuğunda size eşlik etmek üzere seanslara davet ediyorum.Randevu oluşturmak ve size uygun saat dilimlerini görmek için takvime göz atabilirsiniz.Sevgilerle…Uzman Psikolojik Danışman Sena İğdeli Sevinç

Kayıp ve Yas: Geri Dönülemez Bir Bitiş

Sevilen kişinin ölümü her birey için acı vericidir. Her insan bu acıyı kendine özgü yaşar ve bu yüzden yas tutmada birçok farklılık görülebilir. Bu yazıda kayıp ve yas kavramlarının tanım ve özellikleri, yasın boyutları, yas çeşitleri, yas belirti ve tepkileri, yas tedavisi konularına değineceğiz.Ölüm deneyimine ilişkin yas tutma ikiye ayrılır. Bu ayrım ise komplike ve komplike olmayan yas şeklindedir. Komplike olmayan yas, birey için önemli ilişkinin yitimi sonucu yaşanan normal süreçtir. Komplike yas ise kişinin uyumsuz davranışlara başvuracak derecede yoğun keder hissetmesidir. Bununla birlikte hayatın her aşamasında bireyler, bir ayrılık ve kayıp sonrasında yas ile yüzleşirler.Yas kavramı her zaman için “ölüm” sonrası yaşanan duyguyu tanımlamamaktadır. Yas duygusuna sevilen kişiyi kaybetmek, yakın bir bağın söz konusu olan ilişkinin bitimi (eş, sevgili, aile) , organ kaybı ya da iş kaybı gibi manevi değerlerin yitimi de örnek verilebilir. Ancak geri dönülemezliği ve bir bitiş olması açısından ölüm, yaşanabilecek en acı verici somut kayıptır.Kayıp sonrası yaşanan sürecin sonunda bireyler kurdukları yeni bağlar sayesinde yaşamını yeniden şekillendirebilir. Böylece yası bir gelişim için bir araç haline getirebilirler. Ancak bu doğal süreç aksi yönde işlerse, yas süreci tamamlanamaz ve kişinin işlevselliğinde bozulmalar meydana gelir.Kayıp sonrası yaşanan süreci açıklamak için üç farklı kavram vardır. (1) Kayıp yaşama ; bireyin “sevilen ve bağlanılan birinin” kaybı yüzünden yaşanılan durumdur. (2) Matem ; sevilen kişinin ölümü yüzünden üzüntü duyulan zamandır. (3). Yas (grief); ölüm nedenli kayıp yaşayan bireylerde, kayba karşı verilen uyum tepkileridir.Yas; kayba karşı tamamlanmamış planları, istek ve hayalleri içermektedir. Yukarıdaki üç kavramın ortak noktası ise yasın bireyin verdiği öznel bir tepki olmasıdır.Kayıp kavramı ise bireyi farklı şekilde etkileyen iki türe ayrılmaktadır. Olağan kayıp, ani olmayan kayıptır ve birey şok, keder ve iştah kaybı, uyku problemleri gibi tepkiler içeren yas sürecini yaşamaktadır. Olağan dışı kayıp ise, ani yaşanan, kayba sürekli maruz kalınan ya da kaybın travmatik şekilde algılanmasıyla oluşmaktadır.Yasın Boyutları Yas, birçok farklı insanda birçok farklı tepkilere sebep olmaktadır. Bu tepkiler bireysel farklılıklara, kişinin kaybı algılayış şekline ve kişinin kayıpla arasındaki bağın niteliğine göre çeşitlilik göstermektedir. Bireysel farklılıklar göz önüne alındığında yasın boyutları da dört farklı boyutta çeşitlenmektedir. Bu boyutlar;- Bilişsel boyut; bilgiye ihtiyaç duymak ve realiteyi anlamaya çalışmaktır. - Duygulanım boyutu, duygu dışavurumu için ihtiyaç duyulmaktadır. - Davranış boyutu, dış uyaranların etkisiyle ölümü fark etmeye ve anlamlandırmaya çalışmaktır.-Değer biçme boyutu, kayıpta bir mana bulmaya çalışmaktır.Yas ÇeşitleriPatolojik Yas: Patolojik yas, kaybın ardından minimum 6 ay geçmesine rağmen bireyin işlevselliğinde giderek artan bozulmalar yaşanmasıdır. Birey, normal yas evrelerinden herhangi birinde takılıp kalarak yas sürecini tamamlayamamaktadır ve bunun sonucunda patolojik tepkiler geliştirmektedir. Anormal ve komplike yas, çözümlenmemiş yas, kronik yas gibi değişik isimlerle de adlandırılmaktadır. Patolojik yas tipleri ise şunlardır; a) Karışık Yas: Kişinin kaybının ardından en az 6 ay geçmesine rağmen yaşamdaki işlevselliğinin giderek bozulmasıdır.b) Engellenmiş Yas: Yasa verilen tepki ya hiç yoktur ya da normalden azdır.c) Uzamış Yas: Yas tepkilerinin kayıp yaşantısından hemen sonra değil de uzun bir süre geçtikten sonra görülmesidir.d) Hipertrofik/Aşırı Büyüyen Yas: Çok büyük bir duygusal acı yaşanması söz konusudur ve bu acının süresinin kestirilmesi zordur.e) Kronik Yas: Birey tekrar tekrar üzüntü ve özlem duymakta ve kaybı yüceltmekten kendini alamamaktadır.f) Komplike Yas: Bireyin ruhsal yapısı üzerinde kalıcı etki bırakan olağan dışı bir kayıptan kaynaklanan rahatsızlık durumudur.Komplike Yas: Komplike yas belirtileri öfke, aşırı hareketlilik, psikosomatik belirtiler, kişinin çevresindekilerle olan ilişkilerinde bozulma olarak sıralanmaktadır. Bireylerde yoğun anksiyete, suçluluk, özgüven eksikliği, düşmancıl tepkiler, uyumsuzluk, ölen kişinin semptomlarına benzer semptomlar gösterme, ölen kişiyle aşırı zihinsel uğraş ve inkar gözlemlenmektedir.Travmatik Yas: Kaybedilen kişinin beklenmedik ve şiddetli biçimde ölmesi sonucu bireylerde gelişen belirti ve tepkilerdir. Kaybın beklenmedik olması ve şiddet içermesi yas sürecini etkilemektedir. Travmatik yas yaşayan bireylerde travmaya bağlı travma sonrası stres bozukluğu gelişebilmektedir. Olağan bir yas sürecinden ayrı olarak, ayrılık kaygısı kişinin işlevselliğinde bozulmalara sebep olacak şekilde yineleyici ve rahatsız edicidir (Bildik, 2013).Yas Belirtileri Tıpkı bireysel farklılıklara göre yas boyutlarının çeşitlenmesi gibi yas belirtileri de duygusal, bedensel, bilişsel ve davranışsal olmak üzere çeşitlenmektedir. Duygusal belirtiler; öfke, üzüntü, suçluluk, şok, özlem, güvensizlik gibi duygulardır. Fiziksel belirtiler; ağızda kuruluk, nefes darlığı çekme, kalpte çarpıntı, midede boşluk hissetme, uyku problemleri, iştahsızlık ve yorgunluk. Zihinsel belirtiler; genellikle yas sürecinin ilk zamanlarında görülmekte ve kısa süre sonra kaybolmaktadır. Ancak devam edip depresyona da sebebiyet verebilmektedir. Bilişsel belirtiler; inkar, dikkat dağınıklığı, şaşkınlık, işitsel ve görsel varsanımlar, kaybedilen kişi ölmemiş gibi hissetme, kaybedilen kişi hakkında aşırı biçimde zihinsel meşguliyet yaşama. Davranışsal belirtiler ise; ağlama, aşırı hareketlilik, sosyal ilişkilerde bozulma ve içe kapanma, kayıpla ilgili rüyalar görme, kayıpla ilgili eşyaları saklama, kaybı hatırlatan şeyler yapmak ya da aksine hatırlatıcılardan kaçınmak şeklindedir.Yas Tepkileri Bireyin tepkileri, sakinlik ve kabulden ciddi kriz tepkilerine kadar değişkenlik gösterebilmektedir. Bazı bireyler açıkça tepkilerini ortaya koyabilmektedirler ancak bazıları bu tepkileri saklamaktadır. Bu yas tepkileri her bireyde farklı olmakla birlikte ortak birçok tepki de görülmektedir. Normal yas süreci genelde 6-24 ay sürmekte ve zamanla yatışmaktadır. Sürecin ilerleyen evrelerinde bu tepkilerin sürmesi patolojik yasın belirtisi olabilmektedir.Yas Süreci Yas, geri dönüşü olmayan kayba verilen olağan tepkidir. Bu tepki bireyin enerjisini kayıp dışı yaşama aktardığında tamamlanmış olur. Yas sürecinde bireysel farklılıklar olmasına rağmen, 3 dönemden oluşan bir süreç modeli öne sürülmektedir. Bu dönemler: 1- Şok ve inkâr 2- Sıkıntı, huzursuzluk hali ve sosyal geri çekilme 3- Yeniden yapılanmadır.Yas süreci, bireyin kişilik özelliklerinden, önceki deneyimlerinden, kaybın algılama biçiminden, kayıpla arasındaki ilişkinin niteliğinden ve sağlık durumundan etkilenmektedir. Yas sürecine ait genel beş özellik vardır. Bunlar; bedensel sıkıntılar, ölene ait şeylerle uğraşmak, suçluluk, düşmanca tepkiler ve davranış örüntülerinin değişmesidir. Aslında olağan işleyen yas süreci müdahaleyi gerektirmez ancak hiçbir yas sürecinin olağan olup olmayacağını kestirmek imkânsızdır.Yas Sürecini Etkileyen Faktörler1- Ölen kişinin kimliği2- Ölen kişi ile ilişkinin doğası3- Ölüm biçimi4- Geçmiş kayıpların varlığı5- Bireysel özellikler6- Sosyal destek7- Yas sürecinde meydana gelen sıkıntılarBunlarla birlikte 4 temel etken bireyin yas tutmasına engel olmaktadır. Birincisi, çocuklukta yeterince ihtiyaçları karşılanmayan kişilerin duygusal yapılarıdır. İkincisi, bireyin kayba aşırı bağımlı olması ve bitmemiş işlerin söz konusu olmasıdır. Üçüncüsü, kaybın ani olmasıdır. Dördüncüsü ise, bireyin toplumsal kısıtlama yüzünden tepkilerini bastırmasıdır.Yas TedavisiYas tedavisi konusunda birçok uzman farklı tedavi ve terapi yöntemi tanımlamışlardır. Bunlar ilaç tedavisi, destekleyici terapi, kısa dinamik terapi, bilişsel terapi, bilişsel davranışçı terapi, kişiler arası ilişkiler psikoterapisi, oyun terapisi, yazma terapisi, internet uygulamalı terapi ve hipnozdur. Yas tedavisinin amacı, ayrılıkla ilgili çatışmaları çözümlemek ve yas sürecinin uyumuna ilişkin görevlerin tamamlanmasıdır. Tedavi genellikle bireysel görüşmelerle yürütülmektedir. Terapi zamanı sınırlıdır ve haftada bir defa gerçekleştirilerek 8-10 haftada sonlandırılmaktadır.Peki çevremizde yas tutan insanlar var ise onlar için neler yapabiliriz?Öncelikle bireyin yaşadığı kaybı idrak etmesini sağlamalıyız. Yaşadığı duyguları ifade edebilmesine elimizden geldiğince destek olmaya çalışmalıyız. Her bireyin duygularını yaşama ve ifade ediş şekli farklıdır. Bizim istediğimiz gibi değil de kendisini en rahat nasıl ifade ediyorsa bu şekilde duygularını açmasına izin vermeliyiz. Ağlayarak, susarak ya da kaybedilen kişi hakkında sürekli konuşarak vb. Kişinin yasını yaşadıktan sonra hayatına devam edebilmesini mümkün olduğunca desteklemeliyiz. Özellikle de kayıp sonrası ilk yıl olmak üzere, yıl dönümü gibi önemli zamanlarda kişilerin yanında ve onlara destek olmalıyız. Eğer bir kayıp yaşadıysanız ve durumla baş etmekte zorlanıyorsanız veya kaybınızın ardından uzun bir süre geçmesine rağmen üzerinizdeki etkileri halen sürüyorsa profesyonel bir destek almaktan çekinmeyiniz.Uzm.Psk.Dan. M.Behice AL CANKIKaynakArıcı, N. (2014), Travmatik Yas Sorununda Aile Dayanıklılığı Programının Kadınlardaki Travma Sonrası Stres, Yas ve Aile Dayanıklılığı Düzeylerine Etkisi (Doktora Tezi). Sakarya Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Sakarya.Bildik, T. (2013). Ölüm, kayıp, yas ve patolojik yas. Ege Tıp Dergisi, 52(4), 223-229. Çelik, S. ve Sayıl, (2003). I. Patolojik Yas Kavramına Yeni Bir Yaklaşım: Travmatik Yas. Kriz Dergisi, 11 (2), 29-34.