Sevim ARSLANKURT - Blog Yazıları
Vajinismus yineleyici ve sürekli olarak, cinsel ilişkinin birleşme aşamasına her gelindiğinde vajinanın dış üçte birlik kaslarında ortaya çıkan istem dışı kasılmalara bağlı olarak cinsel birleşmenin mümkün olamaması durumuna verilen bir adlandırmadır.Bir ya da birden fazla sebepten dolayı birleşme gerçekleştiremeyen çiftlere ise “birleşemeyen çiftler (unconsumated marriage)” adı verilmektedir. “Vajinismus; kadının penis ya da herhangi bir cismin, vajinaya girişine izin vermek istediğini ifade etmesine rağmen yaşadığı zorlukların bütünüdür. Penis, parmak ve/veya başka bir objenin vajinaya girişine sürekli veya yineleyici bir biçimde izin vermeme zorluğudur. Genellikle ağrı, fobik kaçınma, pelvik kas kontraksiyonu, ağrı beklentisi ve korkusu vardır. Yapısal ya da fiziksel herhangi bir anormallik ya da bozukluk eşlik etmez.VAJİNİSMUSUN ALT BAŞLIKLARI : Vajinismus; ilk geceye, sekse, penise veya hymene dair yüklenen abartılı anlam ve cinsel korkular doğrultusunda kadının kaçınma, erteleme gibi öz savunma amaçlı bilinçdışı bazı fobik reaksiyonlar göstermesidir.Korku ve kaygının kaynağı somut olarak penisin vajinaya girişi ile büyük bir ağrı acı duyacağına dair beklentinin kendisi olabileceği gibi psikodinamik açıdan bilinçdışında yaşanan kadın olmaya dair kaygılar veya kadınlığın reddi de olabilir. İlk cinsel deneyimde yaşanan kaygılı bekleyiş genital hazzın önüne geçerek vajinanın kuru kalmasına ve pelvik taban kaslarının kasılmasının güçlenmesine yol açar. Birleşme pozisyonunun alınması ile beklenen ağrı duyusunun kısmi olarak bedende ve çoğunlukla da beyinde gerçekleşmesiyle vajina ve pelvik taban kasları istemsizce kasılır. Süreç ilk seferde tetiklendiğinden sonraki her denemede kasılmalar aynı şekilde yeniden tekrarlanır. Bu süreç kısa süre içinde kadın için içinden çıkılması neredeyse olanaksız bir kısır döngüye dönüşür. Verilen bu bilgilerle beraber belirtilmelidir ki, Vajinismus sadece vajina kaslarının istemsiz kasılması ile karakterize bir sorun değil ruhsal ve bedensel süreçlerin birlikte yaşandığı bir kriz halidir. Vajinismus tablosu yaşayan çoğu kadında, vajina kaslarının yanı sıra pelvik taban, bacak iç yan ve beden iskelet kasları istemsiz biçimde kasılmaktadır. İleri aşamalarda kaygının ve fobik reaksiyonun yoğunluğuyla kadın, partnerine karşı bilinçdışı bir savunma olarak itme, uzaklaştırmaya çalışma gibi tepkilerin yanı sıra ağlama krizleri, bilinç bulanıklığı ve bilinç kaybı (konversiyon) gibi reaksiyonlar da gösterebilir.Cinsel davranış ve inançlar kültürel ve sosyal etkilere çok açık olduğundan cinsel işlev bozukluklarının yapısında kültürün etkileri açık bir şekilde görülebilir. Batıda yapılan çalışmalarda tüm kadın cinsel işlev bozuklukları içinde en sık rastlananı azalmış cinsel istek olarak ortaya çıkmasına karşın Doğu ülkelerinde vajinismus ilk sıralarda yer almaktadır. Ülkemizde görülen tüm cinsel işlev bozuklukları arasında vajinismusun % 43-73 arasında değişen oranlarda ve ilk sırada yer aldığı görülmektedir. Vajinusmusun batı toplumlarına kıyasla doğu toplumlarında daha yüksek oranda görülmesi yetersiz cinsel eğitim, doğru varsayılan abartılı cinsel bilgiler (cinsel mitler) ve bekarete ilişkin yerleşik tabular gibi nedenlere bağlanmaktadır. Bu farklılığın oluşumunu etkileyen birçok faktör vardır. Bunlardan bazıları ; erkek-merkezli doğu kültürleri genç kızlara cinselliği, sadece üreme için gerçekleştirilen, eşin memnuniyeti ve tatmini için çok önemli bir olgu olarak sunar ve cinselliğin zevk veren bir aktivite olmadığını öğretirler. Bu faktöre ilaveten cinsel eğitimsizlik, kadınların kendi cinsel organlarını tanımamaları, bekaret kavramına verilen abartılı önem, cinsel deneyimin aşamalı gelişmeyip doğrudan cinsel birleşme ile başlaması ve genel cinsellik anlayışındaki tabular, vajinismusa doğu kültürlerinde daha sık rastlanılmasının nedenleri olarak görülmektedir Cinsel bilgisizlik veya yanlış bilgilenme sonucu oluşan önyargıların; cinselliğe ilişkin aşırı kaygı, suçluluk duyguları, gerçekçi olmayan beklentiler veya başaramama korkusuna ve dolayısıyla cinsel işlev bozukluklarına yol açtığı bilinmektedir . Paralel olarak, cinselliğe karşı olumsuz tutumların ve cinsel bilgisizliğin vajinismusa da yol açtığı düşünülmektedir. Kültürel etkenlerin getirdiği faktörlerin olgularının büyük çoğunluğunda -vajinismusun ortaya çıkışında - fazlaca rol oynadığı görüldüğü için psikososyal risk faktörlerinin daha çok göze çarptığı söylenebilir. . Bu durum göz önüne alındığında vajinismusun evrensel bir hastalık mı yoksa kültüre özgü ortaya çıkan bir sorun mu olduğu konusunu oldukça tartışmalıdır. Kültürel faktörlerin dışında Cinsel ihmal ve istismar gibi çocukluk çağı ruhsal travmalarının da vajinusmus etiyolojisinde önemli yerinin olduğu bilinmektedir.Vajinismus erkeklerine baktığımızda ise bu erkeklerin yüksek oranda cinsel ilişki deneyimi ya hiç yoktur ya da oldukça azdır. Vajinismus erkeklerinde vajinismusa yanıt olarak erken boşalma ve erektil disfonksiyona rastlanabilmektedir. Vajinismus erkeğinin kendisinde herhangi bir işlev bozukluğu gözlemlediğinde vakit kaybetmeden tedavi olması süreç açısından çok önem arz etmektedir.VAJİNİSMUS TEDAVİ SÜRECİNİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER Çiftler tarafından vajinismusun ruhsal nedenlerle ortaya çıktığının açıklanması, vajinismik yanıt geliştiren kadının genital yapıları hakkında olumlu düşüncelere sahip olması, güçlü gebe kalma arzusu, daha sağlam cinsel bilgilere sahip olma,en az üçüncü cinsel tedavi seansına kadar psikiyatrik görüşmelere ve verilen ev ödevlerine iyi bir uyumun olması, tedavi öncesi evlilik ilişkilerinin iyi ve evlilik stres skorlarının düşük olması tedaviyi olumlu etkiler. Tedavi öncesi cinsel uyarılma ve ve istek sorunları olması, evlilik ilişkilerinde sorunlar, histrionik ya da narsistlik kişilik özelliklerinin olması, cinsel yolla bulaşan hastalıklara yakalanma korkusu, vajinismus tedavisi için önceden ameliyat geçirme, Organik bozuklukların ve anne babalarının cinselliğe karşı olumsuz tutumları tedaviyi kötü etkiler. Ülkemizde cinselliğe yüklenen anlamdan ötürü, çiftler karşılaştıkları cinsel problemlerde destek alabilmek, tedavi arayışına girmek yerine maalesef pasif bir duruş sergileyebiliyorlar. Çevre ya da aileye de içinde bulundukları durumu utanç olarak yorumladıkları için aktaramayıp sancılı ve yıpratıcı döngünün içerisinde kalabiliyorlar.Oysa ki yaşanılan tüm bu güçlüklere karşın vajinismus en kolay tedavi edilebilen cinsel işlev bozukluğudur. Cinsel terapi ile bu sorun 10-15 seansta %90'ı aşan bir başarı oranı ile tedavi edilebilmektedir. Cinsel Terapi ile anatomi, cinsel işlev döngüleri, çeşitli cinsel birliktelikler gibi bilgiler de aktarılarak penis ve vajina birlikteliğinin sağlanmasına ilaveten çiftlerin cinsel repertuarlarının zenginleşip daha kaliteli birlikteliklere sahip olmaları da amaçlar arasındadır.Ben'in sahip olduğu başta vücudunuz ve cinsel organlarınız olmak üzere tüm bileşenlerle barışık olmanız dileğiyle.. Devamını oku
Yayınlanma: 26.12.2022 19:49
Son Güncelleme: 26.12.2022 19:49
İnsanı diğer canlılardan ayıran en temel özelliklerden biri şüphesiz ki düşünme, ifade etme ve yorumlama yetisidir. Bu ayırıcı özellik insan yaşamını zenginleştirip, ona özgün bir biçim verir, kendine özgü oluş dediğimiz forma zemin hazırlar. Ancak birçok etmen de olduğu gibi düşünme süreci de insana denge bozulduğunda olumsuzluklar getirebilmektedir. Düşüncenin insan yaşamında olumsuzluklar olarak algılandığı biçimi ; kişiyi rahatsız edici düzeyde ısrarla yinelenmesi, kişide kaygı, gerginlik, üzüntüye neden olmalarıdır. Kontrol edilemeyen ya da kontrol edilemediği kanısında olunan, ısrarla zihne gelip, kişide olumsuz duygulara neden olan hatta bu olumsuz duyguların da dürtüleyici bir hal alıp kişiyi belli eylemler yapılması yönünde itici güç oluşturmasıdır. Bu tarz düşünce-duygu ya da düşünce-duygu-davranış döngüsü içerisinde yer almak çaresizlik, pişmanlık, hayatın üzerinde kontrol yetisini kaybetme ve bir çıkmazda sıkışıp kalma hissine neden olmaktadır. Yaşanan bu problemle beraber kişilerin günlük yaşamlarındaki kişisel, sosyal ve mesleki/eğitim rollerinde ciddi işlevsel bozukluklara rastlanmaktadır. Yaşamda eskisi gibi günlük rutinleri yerine getirememe durumları altı aydan fazla gözleniyorsa bir uzmandan yardım alınmalıdır. Bu problemle karşı karşıya kalındığında kişilerin ilk aklına gelen sorulardan biri ''Ben neden diğer insanlar gibi yaşamıma kaldığım yerden devam edemiyorum, neden bu düşünceler benim hayatıma böylesine etki edebiliyorlar?'' Bu sorunun yanıtı düşünmenin içeriğinde barındırdığı yorumlama biçimidir. Her birey, doğduğu günden bu yana birçok faktörle harmanlanıp, bugün var olan kendiliğini inşa etmiş ve yaşamı sonlanana dek inşa ediyor olmaktadır. Karşılaşılan faktörler yani bizi birbirimizden ayıran etmenler ise içinde büyüdüğümüz aile, ebeveynlerimizle olan ilişki biçimlerimiz, bize doğrudan ya da dolaylı olarak aktarılan kültür, değerler, inançlar, karşılaştığımız zorlu yaşam olayları, seçimlerimiz ve seçimlerimizin yaşamımıza getirileridir. Dolayısı ile her birimiz dünyaya bu etmenlerin toplamının oluşturduğu bir gözlüğün ardından bakmaktayız. Bu nedenle her birey aynı olay karşısında farklı tepkiler vermekte ve olayı her birey farklı yorumlamaktadır. Bir yanardağın yakınına insanlar götürülse yüksek ihtimalle tüm insanlar da yoğun bir kaygı, endişe, korku ortaya çıkacaktır. Ve bu verilen tepkiler durumla uyumludur, olağandır. Ancak ellerini yıkama durumunda bir kere yıkamada tatmin olmayıp 3 kez yıkama, kalabalık ortamlardan kaçınma, olumsuz bir olayı güne başladıktan sonra uyuyana dek çokça ve her gün düşünme, olayı tekrar tekrar zihinde canlandırma, yorumlama, değerlerimizle bağlantılı inançlarımıza ters düşen eylemlerimiz sonrası yoğun suçlulukla beraber olumsuz duygulanım, geleceğe yönelik endişelerin bugünü yaşamanın önünde engel teşkil etmesi gibi durumlarda görüldüğü üzere bu tarz tepkiler en az üç ay ve altı ay içerisinde süreklilik arz ederek yaşanması uyumlu ve sağlıklı değildir. Kişilerin an'la etkileşim halinde olmalarını, an'ı yaşamalarını engellemektedir. Birde yaşanan problemleri tetikleyici unsurlar vardır. Kişisel, sosyal ve ilişkisel olmak üzere üçe ayrılır. Bu tetikleyiciler arkasından dünyaya baktığımız gözlüğün içinde barındırdığı etmenler de olabilmekte, Çevremizdeki bireyler ve durumlar da olabilmekte... Peki ne vakit düşüncelerle uyumsuz bir ilişki içerisine giriyoruz? Olayları, durumları yorumlama biçimimiz gerçeklikle ne denli uyumlu olursa o denli ruhsal olarak sağlıklı bireyler oluruz, gerçeklikten ne denli uzaklaşırsak o denli de ruhsal sıkıntılar yaşarız. Düşüncelerimizi gerçekliğin ta kendisi, yansımaları olarak görmek, onları kişiliğimizle, benliğimizle özdeşleştirmek, onlarla doğrudan yaşamımızla özdeşim kurmak gibi durumlar düşüncelere sıkı sıkıya tutunmamıza ve hayatımızın kontrolünü eline vermemize neden olabilmektedir. Düşüncelere bu denli kıymet verip, onları gerçekliğimiz olarak kabul etme durumu şu şekilde açıklanabilir : Varsayalım bir tiyatrodasınız, oyunda insanlara kötülükler yapan bir kötü adam var ve yanınızdaki koltukta da 6 yaşında bir çocuk oturuyor. Bir süre sonra çocuğun kötü adamın çıktığı sahnelerde korkup koltuğun arkasına saklandığını ve ağladığını fark ederseniz, çocuğu rahatlatmak için ona tiyatroyla oyunla ilgili nasıl bir açıklama yaparsınız? Düşünce dediğimiz şey de zihnimizde oynayan bir tür tiyatrodur. Bu tiyatronun oyun yazarı da biziz. Bizi çok etkilemesinin nedeni de aynen o çocuk gibi bizim onu gerçek sanmamızdır. Oyun, konusunu gerçeklerden alsa da, sonuçta oyundur. Bizim zihnimizin sevdiği oyun türü başrolünde bizim olduğumuz, konusunu hayatımızdan ve geleceğimizden alan oyunlardır. Ancak bütün bunlar, konusu ne olursa olsun veya ne kadar gerçeği konu alırsa alsın, eninde sonunda düşüncedir. Mühim olan nokta açıklamada da aktarıldığı üzere, düşüncelerle aramızda sağlıklı bir mesafe oluşturmak, düşüncelere yaşamın gerçekliğine dair bir anlam yüklemekten kaçınmaktır.Düşünceler, duygu ve davranışlarımızla bağlantılı yapılardır, adeta birbiri içine girmiş halkanın parçalarıdır. Bu nedenle düşünceleri masaya yatırdığımız bu yazıda duygu ve davranışlarla olan bağlantısına değinmemek bir eksiklik yaratacaktır. Kendimizi kötü hissettiğimiz zamanlar dikkat edersek o gün içinde ya da o anlarda zihnimizde olumsuz resimler canlanabilmekte, olumsuz düşünceler bizi sarmalamaktadır. Bir iş görüşmesine gideceksiniz varsayalım. Yolda zihninizden 'Toplantıda ellerim terleyip, titreyecek, sesim titreyecek, yüzüm kızaracak ve muhtemelen bunu insanlar fark edecek onların gözünde özgüvensiz, zavallı biri olarak gözükeceğim' geçse neler hissedersiniz ; 'Toplantıda kendimi elimden geldiğince iyi ve yetkin şekilde ifade etmeye çalışacağım, arada ufak tefek problemler olabilir ancak bunları tolere edebileceğime inanıyorum' geçse neler hissedersiniz? İlk düşünce yapısına sahip olan biri muhtemelen görüşmeden çok kendine odaklanacak, vücudunu dinleyecek ve en ufak bir olumsuz durumda olumsuz tepkilerde bulunup kendini kötü hissedecektir. Diğer birey ise görüşmeye, görüşmenin atmosferine ve kişilere hakim olmaya çalışıp, ufak pürüzlere takılmayıp, sunumuna odaklanacaktır. Aynı durum karşısında iki farklı tepki ve iki farklı deneyimle karşı karşıya gelinebilmektedir. İkisi arasındaki fark düşünceler, olumlu/ olumsuz beklenti ve şartlanmadır.Düşüncelerimizle sağlıklı bir mesafede yaşam sürüp, onlara savaş açmayıp, ne mesaj vermek istediğini, hangi açmazımıza kulak kabartmamız gerektiğini keşfedip, açmazlarımızı yolumuza çiçek olarak serpiştirmek ümidiyle...Bu blog yazımı başta site ziyaretçilerine olmak üzere ve C. O.'ya Teknik bir problemden kaynaklı olarak sorusunu sorular bölümünden yanıtlayamamış olduğum için yanıt olabilmesi amacıyla yazmış bulunmaktayım. Keyifli okumalar dilerim Devamını oku
Yayınlanma: 21.07.2022 13:02
Son Güncelleme: 21.07.2022 13:02
Farklı kültürden insanlara sorulsa, en genel geçer yaşam kuralları nedir diye, büyük ihtimalle çoğunluk şu ibarelerde birleşir : ''Daima başarılı olmaya, en iyiye koşmaya, güçlü olmaya, kimseye muhtaç olmamaya çalışmak''. Kimlerden duyuyoruz bu cümleleri, bu gereklilik kalıplarını; Ailelerimizden, arkadaşlarımızdan, yakın dostlardan, sosyal medyadan, kısacası toplumdan ve toplumun ürünlerinden...Empoze edilmiş bu bilgilerle birçok insan yaşamın birçok alanında azimle, sabırla mücadele etmeye girişiyor. Elbette her alanda her birey başarı sağlayamıyor çünkü bu doğamıza ters bir durum. Ama bazılarımız başarının basamaklarını tırmanıyor, bazıları zirveye çıkıyor, bazısı gerisin geri iniyor bazısı ise hiç basamaklara yanaşmıyor. Bu hayattaki yaşam mücadelesini birçok açıdan incelersek varoluşsal mücadelemize ışık tutabileceğimize inanıyorum.Güce, başarıya olan tutkumuz varlığımızın derinliklerinden var olduğumuz ilk günden bu yana bize ilham veriyor, yoldaşlık ediyor. Güç arayışının ilk adımları ise çocukluk dönemlerimize rastlamaktadır. Başımız sıkıştığında, dara düştüğümüzde, kendimizi güvende hissetmediğimizde sığınacak bir dağ ararız. Bu dağ ilk olarak babadır. Babaya bu nedenle çocuklar 'süper kahraman, aslan' gibi benzetmeler yakıştırırlar. Baba, dünyayı yeni tanımaya çalışan çocuğun dünyasında karşılaştığı zorlukları aşabilme cesareti aşılayan bir figürdür. Anne ise özel olma, biricik olma duygusunu veren bir işlev görür. Yetişkin yaşama baktığımızda ise bu güç arayışı bireylerin karşısına iki seçenek çıkarmaktadır. İlki ; Bu gücü, başarıyı elde etmek, gücü kendinde bulundurmak. İkincisi ; Hayatımızda 'güçlü, başarılı' bir duruşa sahip insan veya insanlarla yakın ilişki oluşturmak, bu gücü başka bir insandan doyum sağlayarak dolaylı olarak tatmak.Öncelikle ilk seçeneği inceleyelim. Başarıya ulaşmak son derece güzel hisleri beraberinde getiren, ulaşılması arzulanan bir noktadır. Böyle olmasına karşın bu başarının insan hayatına getirileri bu denli olumlu olmayabilmektedir. Çünkü kendini tamamen güce, ilerlemeye, sivrilmeye ve kendisi için bir isim yapmaya adayan başarılı insan bir noktada bireyselleşmenin yapısında bulunan yalnızlık ve yaralanabilirlikle yüz yüze gelmek zorundadır. Derin bir yalıtılmışlığın içine gömülüp, yalnızlığın yarattığı anksiyete ile karşı karşıya kalabilmektedir. Hiç kimseye hiçbir şeye bağımlı olmayıp, bireysel olarak var olabilme mücadelenin sonu tam da bu nedenlerle bireysel çıkmaz olabilmektedir.İkinci seçenekte ise ; Birey güce kendisi yaşamında ulaşamadığında ulaşmış bireylerin gücünden kendine pay çıkararak, tatmin olur. Bu; Bir tarikat lideri, bir parti lideri, bir savaşçı, devrimci, eş, terapist olabilir. Varlığından güç alınır, zorluklar karşısındaki direncimizi arttırabilir, gücün varlığı ile hayata anlam yüklenebilir, öyle ki ölümden korkmayıp, korkusuzca ölüme dahi gidilebilir, hatta o kişinin varlığı sona erdiğinde hayata son verilebilmektedir. Bu duruma en belirgin örnek : Bir siyasi liderin ortaya attığı ideolojiye sıkı sıkıya tutunan bireyler, bir savaşın sonunda gelecek olan ideolojik ve siyasi başarının gücüne inanan askerlerin büyük bir özveri ile savaşması verilebilir.İkinci seçenek verilen örneklerde de görüldüğü gibi , insanın biricikliğine, özgür oluşuna, yaşamına kendine özgü anlam katışına vurulan bir kilit gibidir. Çünkü birey, varlığına, varlığının işleyişine ve anlamına yaratıcılık katmaz, oluşturulmuş yaratıcılıktan kendine pay çıkartmaktadır. 'Ben şu partideyim, şu derneğin bir üyesiyim o dernek çok iyi, çok güçlü' yorumları bu durumun bir yansımasıdır. Kendi fikirlerinden ziyade derneğin/partinin fikirleri önceliklidir, doğrudur. Kendisi de o partide olduğu için' özeldir, güçlüdür 'inancı bu şekilde oluşmaktadır. İkili ilişkilerde eşin gücünden doyum sağlamada ise eşin yaşamın sorumluluklarının büyük çoğunluğunu sırtladığını görüyoruz.. Bunlar evin işleyişinin devam edebilmesi için yerine getirilmesi gereken görevlerin çoğunluğunu eşin karşılaması, o rolleri eşin sahiplenmesidir. Güçlü olan eştir, gücü elinde bulundura eştir, eşin varlığı varlığını anlamlı ve güçlü kılar. . Hayatın zorlukları ile mücadelede duygusal yıkılmazlığı kendine olan inancından güveninden değil eşinin varlığına olan güven ve inançtan sağlamak vardır. Bağımlılık söz konusu olabilmekte, eşi dünyanın merkezine alıp, o hayatında olmazsa yaşamının işlevinin duracağına olan yoğun bir inanç gelişebilir.Bu duruma bir alıntı ile açıklık getirmek gerekirse :Birey kendini ayırmaya, bireyselleşmeye, özerkliğini doğrulamaya, ileri gitmeye, potansiyelini gerçekleştirmeye çalışır. Fakat hayat karşısında korku geliştirdiği bir an gelir. Bireyselleşmenin bir bedeli vardır : Korku dolu ve yalnız bir korunmasızlık hissine neden olur. İnsanın yön değiştirerek azalttığı bir histir bu : İnsan geriye gider, bireyselleşmeden vazgeçer, birleşmede kendini bir başkasına bırakmada huzur bulur. Ancak bu rahatlık da sabit değildir,Belki de yaşam boyu her birimiz hem insanlara sıkı sıkıya tutunup, yaşam mücadelemizde bizi güçlü kılmalarını, varlıkları ile bize destek olmalarını istiyoruz; hem de kimsenin varlığı olmaksızın güçlü bir şekilde her türlü durumla mücadele edebilecek bir yapıyı oluşturmaya çalışıyoruz.Yakınlığı şiddetle arzuluyor fakat yakınlık önerildiğinde kaçıyoruz.Yakınlığı oluşturduğumuzda, gücü başkalarından sağladığımızda yaşadığımız hayatın özgün olmayışı bizi 'yaşanmamış bir hayat' çıkarımına götürebilmektedir. Yakınlıktan kaçtığımızda ise birey olarak başarı basamaklarını ne kadar tırmanırsak tırmanalım zirvede tek oluşumuz derin yalnızlığın ızdırabını hissettirir. Çünkü insanlar, kişiliklerini, benliklerini, düşüncelerini, duygularını, davranışlarını kısacası varlıklarını başka insanlarla olan birlikteliklerle oluştururlar. Kendine temas edebilmesi için, öncelikle insanın varoluşuna özgü etmenleri tanıması, anlamlandırması gereklidir. Bu da ancak kendi cinsinden varlıklar ile temastan geçmektedir. Bu iki farklı seçeneğin oluşu, insanları yaşamlarında gel-git'lere sevk etmekte, bireylerde her iki seçeneğin sonucunda da ızdıraba neden olabilmektedir.Her iki gereksinimi de -özerklik ile birleşme gereksinimi - tatmin etme ve her birinin yapısında bulunan korkuyla yüzleşme görevi insanın iç dünyasını yöneten, hayat boyu süren bir diyalektiktir. Belki de kontrolümüze olan en nihai durum ; bu diyalektikten her iki gereksinimde de yaşamımıza yüklediğimiz anlamdır. Belki de diyalektiğin kendisi, varlığımızı oluşturabilmemize kaynaklık eden yegane şey'dir...Varlığımızın içeriğindeki tüm bize ait şey'leri kucaklayabilme ümidiyle... Sevgiler.Devamını oku
Yayınlanma: 29.06.2022 21:22
Son Güncelleme: 30.06.2022 09:21
Kişilerarası ilişkilerimizde bilhassa da ailemizdeki bireylerde gözlemlediğimiz türlü problemlerle zaman zaman karşı karşıya kalabiliyoruz. Söz konusu problemleri sıklıkla ilişki içerisinde olduğumuz bireylerle yaşadığımız için problemlerle çokça iç içe geçip sarmalanabiliyoruz. Bu ise geniş bir perspektiften veya dışardan nesnel bir bakış açısı ile olayları inceleyip, çözüme yönelik sağlıklı adımlar atabilmemizin önünde engeller oluşturabilmektedir. Aile yapıları ve işleyişleri incelendiğinde aileler problemle karşı karşıya kaldıklarında iki tür değişim yolunda olmaktalar. Bunlar : Birinci derece ve ikinci derece değişimdir. Birinci Derece Değişim ; Yapay bir değişimdir, kısa süreli rahatlık etkisi yaratır. Problemleri rafa kaldırma yöntemidir ancak problem halen var olduğu için sıkıntılar, çatışmalar her an tekrar nüksedebilir. Buna bir örnek verilecek olursa ; bir çift evlerinde bir durumdan ötürü tartışmıştır. Ancak o gün akşam çocuklarının doğum günü kutlanacağı için bu problemi çözebilmeye yönelik olarak adımlar atabilecek kadar vakitleri olmadığı için sorun çözülemeden ertesi günü konuşulmak üzere kapatılmıştır. Veyahut problemi yüzeysel inceleyip görünen nedene çözüm üretip esas nedeni göz ardı etmektir. Görüldüğü üzere bu örneklerde sorun kökenine inilip çözülmesi için çaba sarf edilememiş, problem ertelenmiştir.İkinci derece değişim ise kuralları değiştiren, sistemi adeta yerinden oynatıp daha sağlıklı hale getirmeye yönelik adımların atıldığı değişimdir. Bu süreçte var olan davranışsal repertuarlarına yeni kural ve davranışlar eklenir. Buna örnek verirsek ; Taraflardan birinin veya her ikisinin aile danışmanlığına başvurması ve katılımı, üçüncü bir kişinin- bu aile büyükleri veya olgun ve saygı uyandıran bir kişi oluyor çoğu zaman-arabuluculuğuna başvurma ve tartışma öncesinde ailenin sorunlarına çözüm olabilecek adımları atmak konusunda anlaşmak olabilir. Birinci düzey değişim pratik ve kolay olduğu için çoğunlukla tercih edilir. İkinci düzey değişim ise daha fazla çaba sarf etmeyi , birçok faktörü göz önünde bulundurup harekete geçirmeyi gerektirdiği için tercih edilme durumu daha seyrektir. Elbette ki sağlıklı ve dinamik olan süreç ikinci düzey değişimdir. Şimdi aile bireylerinin problem karşısında takındıkları tutum ve davranışları biraz daha yakından inceleyelim isterseniz. İkili ilişkilere yönelik bir örnek ile başlarsak ; Bir ailede erkek eş eve sıklıkla geç geliyor ve evde çok az vakit geçiriyor. Bu davranış karşısında kadın eş, eve geldiği an itibari ile olumsuz söylem, laf dokundurmaları, ses yüksekliği ile hesap sorma ile karşılık veriyor. Erkek eş de bu söylem ve davranışlardan çok bunalıp, rahatsız olup evde gittikçe daha az bulunmaya, eve daha geç gelmeye başlıyor. Bir başka örnek verelim ; Eşinin özgüvenli, birçok ortamda kendini ifade edebilen, bazı alanlarda kendini geliştirmesini isteyen erkek eş var. Ancak eşinin bu davranış ve tutumlarda olmasını isterken, insanların içinde onu eleştiriyor, araba sürmeyi öğretirken sürekli olumsuz söylemlerde bulunuyor ve kendine olan güvenini kırıyor. Tüm bunları söylerken ve yaparken ise onun daha iyi olmasını, onun daha da azimle mücadele etmesi için yaptığını söylüyor. Ancak eşinin kendine olan güvenini yükseltmek isterken, eşine sergilediği davranış ve tutumlar ile özgüvenini zedeliyor olduğunu görmekteyiz. Bu işleyişlere baktığımızda birbirini besleyen, birbirinden beslenen döngüler vardır.Evlilik iki kişinin birliktelik içinde olduğu aynı ritmi paylaştığı dans gibidir. Biri bir adım ileri gidince diğeri de onunla uyumlu olacak şekilde bir adım atmalı, biri bir adım geri gidince onunla o geri adımı destekleyici adımda olmalıdır. Dolayısı ile ortada bir problem varsa bunda iki bireyin de payı vardır. İkisi de problemin ortaya çıkardığı sonuçtan sorumludur. Verilen örneği incelediğimizde ise olumsuz eyleme karşı olumsuz bir eylem yer almaktadır. Sorunun çözümü konuşulmamakta, güç tartışması yaşanmakta, haklı-haksız durumu, problemi sen başlattın sen hatalısın söylemleri yer almaktadır. Eşler farkında olmadan birbirlerinin olumsuz davranışlarını pekiştirmekte, problemi döngüde devamlı kılacak tutumlar sergilemekteler. Oysa ki eşlerden biri bu döngünün dışına çıkıp, haklı-haksız, güç mücadelelerini bir kenara bırakıp çözümü konuşsa veya çözüme yönelik bir adım atsa bu zincir kırılabilmektedir. Ailede yer alan bir başka problem örneğini inceleyelim : Kendisini utangaç, çekingen, nerede nasıl davranacağını bilemeyen biri olarak tanımlayan 14 yaşında bir kız çocuğu var. Ve bu kız çocuğunun davranış ve tutumlarını inceleyen anne de kızının koruma altına alınıp, ona her ortam ve durumda kol kanat gerip, her türlü olumsuzluktan onu korumaya dönük bir tavır içerisine girmiştir. Adeta koruma altına alınmış ve denetlenen bu kız ortamlarda ve kişiler arasında yeni davranışlar ortaya koyacak, zorluklarla mücadele edebilme gücünü keşfedebileceği durumlarla karşılaşamadığı için utangaçlık durumu annenin ona sağladığı konfor ve güvenli alan ile pekişecek ve problem devam edecektir. Ayrıca bu durumda kız, annesinin ona takındığı aşırı koruyucu tutum ile dış dünyada kaçınması gereken durumlar ve insanlar olduğuna ve bunlarla mücadele edebilecek gücünün olmadığına inanabilir. Yetersizlik duygusu ve benzeri olumsuz duygular hissetmesine neden olabilir. Yani bir problem beslenerek bir başka problemleri beraberinde getirebilir. Davranışlar nedensellik gösteren bir zincirin parçasıdırlar ve hem birbirlerini etkiler hem de birbirlerinden etkilenirler. Problemin içinde sıkışıp kaldığınızı, sürekli kendinizi aynı durumun içerisinde buluyorsanız , çabalarınızın sonuçsuz kaldığını hissediyorsanız işlevsiz problem çözme yöntemleri kullanıyor olabilirsiniz. Birinci düzey değişimden ikinci düzey değişime geçiş yapabilmek için Psikolojik Danışmaya başvurabilirsiniz.Psikolojik Danışma ; Farklı seçenekleriniz olduğunun farkına varmanıza yönelik psikolojik danışma tekniklerinin uygulandığı , bu seçeneklerden hangisinin daha işlevsel olacağına karar verebileceğiniz süreci Psikolojik Danışman ile paylaştığınız bir süreçtir. Psikolojik Danışma ; Problemler ile bütünleşmiş halden çıkabilmenizi , Problem ile aranıza mesafe koyabilmenizi, Hayatınıza dışarıdan bir göz ile ve hayatınıza farklı ve yeni bir bakış açısı ile bakabilmenizi sağlar. Saygılarımla....Devamını oku
Yayınlanma: 26.06.2022 14:33
Son Güncelleme: 26.06.2022 14:39