Stres

Stres, günlük yaşamda karşılaşılan olayların, insan ilişkilerindeki baskının sonucu hissedilen sıkıntı ya da zorlanma durumudur (Newbury-Birch ve Kamali, 2001) . Stres, bireyin kendisini tedirgin hissetmekten çok heyecanlı hissettiği ve çözülmesi gereken bir sorun şekli olarak durumu olumlu şekilde algıladığı pozitif özelliklere sahip olabilmesine rağmen, fiziksel ve psikolojik iyi oluşun yanısıra, yaşam kalitesine karşı bir tehdit oluşturduğu şeklinde betimlenmektedir (Duman, 2016) . Stres karmaşık bir konudur ama genelde bir bireyin çevresel gerilimlere, çatışmalara, baskılara ve benzer uyaranlara verdiği tepkiden kaynaklanan fiziksel, zihinsel ya da duygusal bir reaksiyon olarak tanımlanmaktadır (Newbury-Birch ve Kamali, 2001). Stres, bireyin yaşadığı anla, istediği yaşam arasındaki farka gösterdiği tepki olabilir. Ayrıca stres, tehdit ve istenmedik olarak algılanan uyaranlara ve olaylara karşı bireyin gösterdiği fiziksel ve psikolojik tepkilerdir (Madenoğlu, 2010; akt. Duman, 2016). “DSM-5 tanı ölçütleri ve klinisyenler için DSM-5”e göre ise, stres; anksiyete, gelişimsel ya da uyum bozukluğu şeklinde sıralanan belirli tanıları içerir. Semptomların kendini göstermesinde, bireyin geçmişteki travmatik ya da stres yaratan bir yaşantısının tamamen olmasa da etkin rol alması gerekir.


Stres yaşantısı, iç ve dış ortamdan kaynaklanan etkenlerin, birey tarafından tehdit edici ya da zararlı olarak değerlendirilmesi sonucunda, bedensel ve psikolojik boyutlarda ortaya çıkan aşırı uyarılma halidir. Maraşlı’ya (2005) göre stres, çevrenin beklentileri ile kişinin yapabileceği şeyler arasında dengesizlik olduğunda ortaya çıkar. Kişi başlangıçta strese karşı atağa geçer, daha sonra direnir ve sonunda tükenmişlik duygusu ile stres ciddi boyutlara ulaşabilir. Stres, iyi oluşu tehdit eden bir olgudur. Stres, organizmada psikolojik ve biyolojik değişimlere yol açan, organizmanın çevrenin beklentilerine yönelik uyum kapasitesini aştığında da ortaya çıkan bir süreçtir (Abdel Wahed ve Hassan, 2016). Stres yaratan bir durumdan bahsederken, o durumdan çok bireyin o durumu nasıl algıladığını ve yorumladığını, kullandığı savunma mekanizmalarını ve stresle başa çıkma becerilerini göz önünde bulundurmak gerekir (Aydın ve İmamoğlu,2001).

Stresin nedenleri arasında ise şunlar vardır (Aydın,2010):

 

1. Kontrol edilebilirlik

 

2. Yordanabilirlik

 

3. Sınırların zorlanması, baskı

4. İçsel çatışma

 

5. Engellenme

 

6. Tehdit

 

7. Değişme

 

Stres, organizmanın bedensel ve ruhsal sınırlarının tehdit edilmesi ve zorlanması ile ortaya çıkan bir durumdur. Stres, onu zihninde taşıyan kişiye aittir. Stres tepkisi, ortamda ne olduğuna bağlı olarak değil, insanın olana nasıl tepki verdiğine bağlı olarak ortaya çıkar (Gibbons, 2012) . Stres endişe, gerginlik, çatışma, duygusal çöküntü, ağır dış şartlar, benlik tehdidi, engellenme, güvenliğin tehdidi, uyarılma vs. terimler yerine kullanılmaktadır (Baltaş ve Baltaş, 2012). Stres, akla ve bedene zarar veren aşırı uyarılmanın bir sonucu olabilir (Schafer 1992, s.14; akt. Gibbons, 2012). Stres yaşayan bireyde baş ağrısı, yüksek tansiyon, sindirim sorunları, nefes almada güçlük, aşırı terleme gibi fiziksel belirtiler görülebilir. Stresli bir birey, kaygılı olabilir, kendini öfkeli, gergin, keyifsiz, alıngan hissedebilir, bir şeye odaklanmada zorlanabilir, karamsar olabilir, bir şeye karar vermede güçlük yaşayabilir, bireyde düzensiz yemek yeme ve uyuma durumu olabilir (Demir,2014). İnsanların stresli veya zor durumlarla karşılaştıklarında kullandıkları iki temel başa çıkma stratejisi vardır. Problem odaklı başa çıkma, kişinin stresli durumu tanımladığı ve bunun üstesinden gelmek için etkin adımlar attığı stratejidir. Duygu odaklı başa çıkmada ise, kişi durumla uğraşmak veya durumu değiştirmekten çok durumu çevreleyen duygularla uğraşmaya odaklanma eğilimindedir (Hefferon ve Boniwell, 2014) . Duygu odaklı başa çıkma, başkalarına yönelme ve sosyal destek arayışı içinde olmayı içerir. Bu tür başa çıkma, kişinin mevcut durumu görmezden gelmesini ve problem çözmek adına herhangi bir etkileşimden kaçınmasını içerir (Hefferon ve Boniwell, 2014) . Üstelik temel yaşam stresörleri özellikle kişilerarası stres ve sosyal reddetme depresyon için en güçlü sorunlardır. Depresyonla ilgili birçok kuramın merkezinde stres, bozukluk riskini arttıran bilişsel ve biyolojik süreçleri başlattığı görüşü vardır (Blatt, 2004). Bu kuramlarla tutarlı olarak, temel stresli yaşam olayları depresyonun en önemli belirleyicilerindendir (Kendler, Karkowski, ve Prescott, 1999; Kessler, 1997). Sosyal reddi de kapsayan bazı yaşam olayları majör depresif bozukluk riskini %21.6 arttırmaktadır (Kendler ve diğ., 2003; akt. Slavich ve Irwin,2014).

Kişilerarası stres, romantik ilişki kurulan insanlarla, akranlarla, aileyle problemler olarak adlandırılırken, kişilerarası olmayan stres genelde mesleki, akademik ya da sağlık sorunlarıyla ilişkilendirilir (Shortt ve diğ., 2013). Kişilerarası stres, genç bireylerin aileden ayrı bireyselleştiği ve yeni sosyal destek ağları oluşturmaya çalıştığı ergenlikten yetişkinliğe geçiş sürecinde özellikle şiddetli olabilir. Stresli yaşam olayları sınırlı bir zaman zarfında meydana gelen ayrı ve psikolojik olarak endişe verici yaşantılar olarak kavramsallaştırılmaktadır (Sheets ve Craighead, 2014). Stresle başa çıkmanın ise üç temel amacı vardır (Yaşar, 2008; akt. Duman, 2016):


• Kısa vadede: stresi her yönüyle öğrenerek strese karşı etkin davranmak amacıyla izlenecek bütün yöntem ve kuralları öğrenmek.

• Orta vadede: stresin zararlarını ve nedenlerini öğrenerek stresin belirtilerinin önceden farkına vararak stresin zararlı yönlerinin etkilemeyeceği bir yaşam biçimi şekillendirmek, stresin olumlu yönlerini gerektiği yerde kullanabilmek.

• Uzun vadede: Stresin kontrol altına alındığı, huzur dolu, sağlıklı, düzen içerisinde ve verimli bir yaşam sürebilmek.


Ayrıca stres; bireyin çevreye uyum göstermesi içsel ve dışsal unsurlarca zor hale getirilirse, birey fiziksel ve psikolojik sınırının üstünde çabalamaya başladığında sergilediği tepkidir. Ayrıca, stres bireyin beklemediği anda ortaya çıkan ve kriz yaratan bir olaydır (Erdoğan, 2015). Problemler ise, tamamlanmamış çözümlerdir. Stres altındaki birey problem olarak algıladığı bir durumun farkına varabilir ve onunla ilgilenebilir ancak bu yeterli olmayan bir çözümdür. Çözüm odaklı yaklaşım, bireylerin problemlerine çözüm olabilecek işaretlerin izini sürer (O’Connell, 2004). Dolayısıyla, çözüm odaklı düşünce biçimini edinen, yapıcı bir şekilde olumsuzluklardan sıyrılıp olumluya yönelebilen bir birey yaşadığı strese hakim olabilir.




Yayınlanma: 06.06.2021 21:14

Son Güncelleme: 03.11.2021 14:33

#stres#onlineterapi#çözüm odaklı kısa süreli terapi#terapi#psikolojik danışma
Psikolog

Yasin

KÖKMEN

Psikolojik Danışman

Uzmanlıklar:

İlişki / Evlilik Problemleri, Kişilerarası İletişim Problemleri, Depresyon ve Mutsuzluk
Online TerapiOnline Ter...
süre 40 dk
ücret 95
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
Hizmet vermiyor
Yapay zeka ile, kişiselleştirilmiş destek:
Menta AI
Yapay zeka ile,
kişiselleştirilmiş destek: Menta AI

Şimdi indir, konuşmaya başla

App Store'dan İndirGoogle Play'den İndir
Bunları da sevebilirsiniz...

Çocuklarda Teknoloji Bağımlılığı

Elinden tableti düşürmüyor…Vermezsem ağlıyor, huysuzluk yapıyor…Süre sınırı koyuyorum ama uymuyor…Ekrandan başını kaldırmıyor ki…Neler izlediklerini nasıl kontrol edebilirim ? Ben ne oynadıklarından anlamıyorum ki… Yemeğini yerken bile telefon ya da tabletini bırakmıyor.Merhabalar, bu yazımda çocuklara bilinçli teknoloji kullanımı nasıl öğretilmeli? , nelere dikkat edilmeli?,dijital ebeveynlik nedir ve nasıl olunur? Sorularına cevap veriyor olacağım.EBEVEYNLER NELER YAPMALI ?Günümüz dijital çağın çocukları olan, nerede ise teknolojiye bizden daha hâkim olan evlatlarımızı ekranlardan tamamen uzak tutmak, hiç tanıştırmamak, kullanmalarına izin verememek mümkün mü?Elbette ki HAYIR ! O zaman NE YAPILACAK?ØÇocuklar, ebeveynlerini rol model alarak öğrenirler. Bu nedenle yapılması gereken ilk şey, söylediklerinizi sizin de uygulamanızdır. Çünkü çocuklarınız sizi taklit edecek ve sizden gördüklerini yapacaklardır.Bu nedenle ‘’Dijital Çağda Bağımlı Birey Olmamak’’ isimli yazımı okuyarak sizler de kendiniz için farkındalık oluşturabilir ve yapılması gerekenleri okuyabilirsiniz.ØYaşlarına göre değişen boş zaman süreleri planlanmalı ve ekran süresi belirlenmelidir. Süre sınırı çocuklara yaşlarına uygun olacak şekilde öğretilmelidir.ØEbeveynler kendi aralarında kararlı ve tutarlı olmalıdır.ØAlınan kararlar ya da süre sınırları için istisna uygulanmamalıdır, çünkü çocuklar istisnaları çok sever ve araladığınız o kapıyı sonuna kadar açmak isterler.ØEkransız şekilde geçirilecek süreler de mutlaka çocuğun hareket edebileceği, sosyalleşeceği ve yapmaktan keyif aldığı bir etkinliğe yer verilmelidir.ØYatma saatinden 1 saat önce teknolojik cihazlardan uzaklaşılmalı mümkünse kapatılmalı ve kaldırılmalıdır.ØAilecek birlikte vakit geçirilmeli. Bu, günün genel özetini yapmak, yarının yapılacakları ya da tatil günlerinde yapılması istenenleri konuşmak ve planlamak, masal ya da hikâye okumak, aile oyunları oynamak, kitap okuma saati yapmak ve benzeri şeyler olabilir. Ancak, buradaki önemli nokta hiçbir teknolojik alete bu süre zarfında bakılmıyor olmasıdır !ØÇocuk odasına ekran (tv, tablet ve telefon vb. ) sokmayın var ise çıkarın. Özellikle ergenlik dönemine kadar odalarına ekran bulunmaması çocukların gelişimleri için daha doğrudur.ØYatağa ekran ile girmesine izin verilmemeli ve örnek olmak adına sizlerde yatağa ekran ile girmemelisiniz.ØEkran kullanımını yasaklamayın ama kurallar koyun. Örneğin, cihazların dijital sağlık ve rehberlik bölümlerden zaman sınırlayıcıları oluşturun.ØZamanının çoğunu ekran ile geçiren bir çocuğun bu alışkanlığını birden bırakması imkânsızdır bu sebeple sabırla ve adım adım ilerlemeniz gerektiğini unutmayın.ØDijital ebeveyn olun !*Ekran Kullanımı için Zaman Formülü*Her yaştaki çocuk için uzmanların belirlediği en uzun süreli ekran kullanım süresi mevcuttur. Ancak, pratik olarak hangi yaştaki çocuğun ne kadar ekrana maruz kalabileceğine yönelik bir formül vermek gerekir ise kısaca;Çocuğun yaşı * 10 Dakika Şeklinde özetleyebiliriz. Yani, 6 yaşındaki bir çocuk için 6 * 10 = 60 dakika ekran kullanım süresi belirlenebilir. Bu sürenin bitimine 10 dakika kala çocuklar sürenin bitimi ile ilgili bilgilendirilmeli ve 5 dakika kala son hatırlatma yapılmalıdır.Dijital Ebeveynlik Nedir?UNUTMAYIN, çocuklarınızdan daha iyi bilmediğiniz konular karşısında çocuklarınızı korumakta yetersiz kalırsınız. Çocuklarınızı teknolojik cihazlara bağımlı birer birey olmasını önlemek için öncelikle sizin bu konuda bilinçli olmanız gerekmektedir. Bu neden ile dijital ebeveyn olmanız bu süreçte en kritik maddedir.Dijital ebeveynlik kavramı,temel düzeyde dijital araçları kullanmayı bilen ve tanıyan, dijital ortamlardaki risk faktörlerini ve sağlanabilecek olanakları farkında olarak çocuğuna rol model olan teknolojik gelişmeleri takip eden ebeveynler için kullanılan bir kavram olarak tanımlanabilmektedir.Yaşlara Göre Dijital Cihazları KullanmaBebeklik dönem:0-2 yaş dönemindeki çocukları ekrana maruz bırakmak çocuğunuzun ağzını ve burnunu kapatıp nefes almasını beklemek kadar tehlikelidir. Nefes alamayan çocuğun başına neler gelebileceğini bir düşünün… İşte teknoloji karşısında savunmasız şeklide bırakılan çocukların beyin gelişimleri için de aynı şeyleri düşünebilirsiniz.Okul Öncesi Dönem: Artık daha hareketli, daha meraklı ve daha özgür olmak isteyen çocuklar ile karşı karşıya kaldığımız bu dönemde çocuklar ile başa çıkabilmenin yolu tablet ya da telefonlar mıdır? Peki, artık sussun diye, anne ya da babasını rahat bıraksın diye veya oyalamak için ekranlar ile baş başa bıraktığımız çocukları daha sonra o ekranlardan nasıl kaldırabiliriz? Aslında yapılacak şey belli. Çocuklarımızın yaşına uygun olan ve gelişim süreçlerine hitap eden oyuncakları çocuklarımıza sunmak, eğlence ile beraber çocuklar da düşünme ve sorgulama yeteneği oluşturacak programları önce bizim ebeveynler olarak izleyerek çocuklar ile tanıştırmamızdır.Elbette bu tanışma sürecinin bir sınırı olmalı, çocuk tüm boş zaman faaliyetini verimli şeyler izlediği için ekran başında geçirmemeli ve bu süre zarfında ebeveyn gözetimi devam etmelidir.İlkokul Dönemi: Bu dönemdeki çocuklar için gerçek ve hayal ayrımını yapmak güç olabilmektedir. Bu neden ile çocuklarınıza ekranda gördükleri her şeyin gerçek olmadığı anlatmalı,merakları giderilmeli ve sorularına sabır ile cevap verilmelidir.Ergenlik Dönemi: Kızınız ya da oğlunuzun gece saatlerine belki de sabahlara kadar size haber vermeden,nerede olduğunu ve kimler ile görüştüğünü size söylemeden dolaşmasına izin verir misiniz?Cevabınız her ne olursa olsun,aslında EVET! Çünkü birçok ebeveyn, ergenlik dönemindeki çocuklarının internette nerelerde gezindiğini? , neler yaptığını?, hangi oyunları oynadığını?ya da kimler ile görüştüğünü? Bilmiyor…Çocuklarınıza oynadığı oyunları sorun, anlatmalarına müsaade edin, onları geçiştirmeyin, dinleyin, sıkılsanız saçma bulsanız da merak ile dinleyin, Çünkü o sırada çocuğunuz size kendi dünyasını açıyor.Hatta bazı oyunları oynarken ona eşlik etmeyi veberaber oynamayı teklif edin ! İşte o zaman, onların nerede, kimler ile neler yaptığını öğrenmek için şansınız olabilir.Çocuklar için 3 temel Uyarı1.İnternetteki her bilginin doğru olmadığı,2.Ebeveynlerinden habersiz olarak özel bilgilerin hiçbir uygulama için verilmemesi gerektiği ve3.İnternette yazdığı ya da paylaştığı her şeyin orada kalacağı ve silinmeyeceği bilgisi ebeveynler tarafından çocuklara anlatılmalıdır.Eğer, çocuklarınıza bilinçli teknoloji kullanımını öğretmekte zorlanıyor, sorunlar yaşıyor ve dijital ebeveynlik konusunda destek almak istiyorsanız ya da neler yapmanız gerektiği ile ilgili bilgilenmeye ihtiyaç duyuyorsanız benimle buradan iletişime geçebilir ve aklınızdaki soruları her zaman ücretsiz olarak sorabilirsiniz.Sağlıcakla…FATMA İZEL ŞAHİNPSİKOLOG & AİLE DANIŞMANIKaynakça:Uyan, S. (2020).Dijital dünyada e-beveyn olmak. Timaş Yayınları.Yay, M. (2019).Dijital ebeveynlik. Yeşilay Yayınları.

Çevrimiçi Psikolojik Danışma

Online terapi, e-terapi, çevrimiçi terapi gibi pek çok isimle daha anabildiğimiz çevrimiçi psikolojik danışma; pandemi dönemiyle birlikte yaygın hâle gelse de tarihi, Sigmund Freud’un mektup aracılığıyla gerçekleştirdiği terapilere kadar uzanır. "Mektup mu? Nasıl yani?" dediğinizi duyar gibiyim... Çocuklukta Fobininin Analizi adlı kitabıyla öğrendiğimiz Küçük Hans Vakası'nda Freud da aslında geleneksel terapi yöntemlerinin dışına çıkıyor. Neyse ki günümüzde, terapistimize mektup gönderip günlerce yanıtını beklemek zorunda değiliz. Artık görüntülü görüşmeler sayesinde daha akıcı, hızlı, verimli ve eş zamanlı olacak şekilde gerçekleştirebiliyoruz. Hatta seanslarımızı; seyahat, taşınma, hastalık gibi durumlarda dahi sürdürebiliyoruz.Çevrimiçi psikolojik danışma, yüz yüze psikolojik danışmayla benzer etkiye sahip olmasına rağmen, yaygınlaşmaya ilk başladığı zamanlarda, hem kimi uzmanlar hem de kimi danışanlar tarafından ön yargıyla karşılandı. Dürüst olmak gerekirse; ilk öğrendiğimde ben de fayda sağlamanın pek mümkün olmadığını düşünmüştüm. Sonrasında hem danışan hem de danışman olma deneyimlerim ön yargılarımı boşa çıkardı. Psikoterapi dendiğinde zihnimizde beliren "Freud'un Divanı" imgesinin de bunda bir etkisinin olabileceğini düşünüyorum. Çevrimiçi psikolojik danışma, bu geleneksel imgenin epey uzağında olsa da muhtemelen yıllar içinde kendi geleneğini oluşturacak.Hem danışanlarımız hem de biz uzmanlar tarafından gizliliğin sağlanabileceği, internet bağlantılarımızın mümkün olduğunca istikrarını sürdürebileceği, danışanlarımızın güvende hissedebileceği ve danışanımızın seanslara taşımak istediği problemin uygunluğu göz önünde bulundurulduğunda, çevrimiçi psikolojik danışma pekâla fayda sağlayabilir.Çevrimiçi Psikolojik Danışma Etkili mi?Barak, Hen, Boniel-Nissim ve Shapira (2008)’nın 9764 danışanı ele alarak yaptıkları bir araştırma gösteriyor ki; çevrimiçi psikolojik danışma ile empati, koşulsuz kabul, danışan-terapist ilişkisi bakımından yüz yüze psikolojik danışma ile aynı sonuçlar elde ediliyor. Elbette hem danışan hem danışman olarak, sözel olmayan ifadeleri algılamamız nispeten zorlaşıyor; ancak açık ve etkili bir iletişimle kapanmayacak bir açık değil gibi... Hatta danışanların pek çoğu çevrimiçi ortamda kendilerini daha rahat açabiliyorlar; zannediyorum ki burada, danışanların kendi ortamlarında bulunmalarının önemli bir etkisi var. Sonuçta evimizdeki herhangi bir nesneyi görmek, düşünürken gözlerimizin daldığı perdeyle bakışmak, bir sesi duymak; duygularımızı, anılarımızı ve düşüncelerimizi canlı tutabileceğinden daha derin bir ilişkiyi ve iletişimi yakalamak da mümkün.Eh, elbette burada bireyselliği göz ardı etmiyoruz. Kimi danışanlarımızın kendilerini açabilmeleri için veya başka sebeplerden ötürü evlerinden, ev ahalisinden veya bulundukları yerden uzaklaşmaya ihtiyaçları olabiliyor. Bu gibi durumlar danışman ve danışanın işbirliğiyle değerlendirilmeye açık olup, danışana en yüksek fayda sağlayacak müdahalenin uygulanmasını gerektirir.Yüz yüze psikolojik danışma süreci yürüttüğümüz danışanlarımızla, ihtiyaç hâlinde online seanslar da gerçekleştirebiliyoruz. Deneyimlerimden yola çıkarak söyleyebilirim ki; bu bir kopukluğa mahal vermemekle birlikte, sürecimiz için destekleyici etki de gösterebiliyor.Yani… Hiç mi Dezavantajı Yok?Çevrimiçi psikolojik danışmanın bir dezavantajı varsa da bence bu, olası internet kesintileridir. Seans esnasında yaşanan kesintiler, odakta kopmaya yol açabiliyor olsa da, bu kopuklukların çözümleri de bulunuyor. Örneğin bulunulan konumu değiştirmek, seansı başka bir platform üzerinden devam ettirmek, sesli görüşme sürdürmek veya son çare olarak seansı ertelemek mümkün. Bununla birlikte istikrarlı bir internet bağlantısına sahip olmayan danışanlarımıza yüz yüze psikolojik danışma alternatiflerini bir kez daha düşünmelerini öneriyoruz.Şizofreni, madde ve alkol bağımlılığı gibi durumlarda çevrimiçi psikolojik danışma uygun olmayabiliyor. Bunun yerine ilgili kurum ve kuruluşlardan alınan yüz yüze destekler ve gerekiyorsa yatılı bir tedavi süreci çok daha faydalı olabiliyor. Bunların dışında kalan hemen hemen her problem için çevrimiçi psikolojik danışma yeterli süre, terapist-danışan işbirliği ve çaba sonucunda etkisini gösterebiliyor.Danışanlarımızın teknolojiyle ne kadar içli dışlı olduğu da çevrimiçi psikolojik danışma alternatifini değerlendirirken göz önünde bulundurduğumuz bir nokta. Elbette üstün bir beceri ve yetenek gerektirmiyor; ancak tercih edilen cihazın temel kullanım becerilerini edinmiş olmak süreç içerisinde kolaylaştırıcı olabiliyor.Peki Avantajları Neler?Çevrimiçi psikolojik danışmanın belki de en büyük avantajları ekonomik, konum ve zaman bakımlarından sunduklarıdır. Takdir edersiniz ki psikoterapistlerin, ofislerinde görüşmelerini yapabilmeleri için kira, fatura, sekreter gibi pek çok gideri de bulunmaktadır. Çevrimiçi ortam bunları gerektirmediğinden, çevrimiçi psikolojik danışmanın ücreti çoğunlukla daha düşüktür.Özellikle küçük şehirlerde veya farklı bir ülkede yaşayan danışanlarımız, kendilerine yakın buldukları terapistlerle çevrimiçi ortamlar aracılığıyla bağ kurabilmektedirler. Bu da terapist tercihinde bulunurken alternatiflerin artması anlamına gelmektedir. Alternatiflerin çokluğu da istediğiniz terapistin nerede yaşadığı fark etmeksizin ondan psikolojik destek alabilme imkânı sunmaktadır. Farklı ülkelerde yaşayan ve aramızda saat farkı olan danışanlarımızla da her ikimiz için de uygun olan bir zaman dilimi için randevu oluşturabiliyoruz.Yüz yüze psikolojik danışma hizmeti almak için terapistimizin ofisine ulaşmak için çoğunlukla belli bir yol katetmemiz gerekmektedir; çevrimiçi psikolojik danışma bu yönde de bir rahatlık sunmaktadır. İşten çıktıktan sonra, hastalandığımızda veya başka nedenlerle evden çıkamadığımızda bize seans zamanları açısından avantaj sağlar. Örneğin; evden çıkmasına olanak sunmayan bir özel gereksinimi bulunan, evde ilgilenmesi gereken biri olan, evden çıkma konusunda kaygı duyan, işten geç çıkan ve bu nedenle terapistinin ofis saatlerine yetişemeyen, işten çıktığında farklı bir istikamete gidemeyecek kadar yorgun hisseden danışanlarımız için de çevrimiçi psikolojik danışma imdada yetişebiliyor.Tüm bunların yanı sıra Psikolog Merkezi'nin de sunmuş olduğu "Anında Terapi" seçeneği sayesinde danışanlarımız veya danışan adaylarımız, özellikle kriz anlarında, hemen psikolojik desteğe ulaşabilmektedirler. Pek çok danışanımın, bu alternatiften fayda sağladığına şahit olma şansı elde ettim.Ne Fark Ediyor Öyleyse?Hem yüz yüze hem de çevrimiçi psikolojik danışma hizmetlerinin pek çok faydası bulunmaktadır. Danışanlarımızın önceliklerine ve koşullarına bağlı olarak iki alternatiften birini veya hibrit yöntemi birlikte değerlendirmeyi önemseriz. Araç ne olursa olsun; en büyük amacımız, danışanımızın maksimum fayda ve ihtiyaç duyduğu kadarıyla süreklilik sağlamasına yardımcı olmaktır. Danışanımızın ihtiyacını ve beklentilerini hangi yöntem en iyi şekilde karşılayacaksa, elbette ki en sağlıklısı da odur.Yararlanılan Kaynaklar:Özdemir, M. B. & Barut, Y. (2020). Psikolojik Danışma Uygulamalarında Post Modern Bakış Açısı: Çevrimiçi Psikolojik Danışma . Kıbrıs Türk Psikiyatri ve Psikoloji Dergisi , 2 (3) , 192-199 . DOI: 10.35365/ctjpp.20.03.24Zeren, Ş. G. & Bulut, E. (2018). Çevrimiçi Psikolojik Danışmada Etik ve Standartlar: Bir Model Önerisi . Turkish Psychological Counseling and Guidance Journal , 8 (49) , 63-80 . Retrieved from https://dergipark.org.tr/en/pub/tpdrd/issue/40627/487343

Kabullenememek: Görmezden Geldikçe Büyüyen Bir Acı

Hayatta bazen öyle anlar olur ki, olanı olduğu gibi kabul etmek en zor şey haline gelir. Yaşadığımız bir olay, hissettiğimiz bir duygu ya da içimize sinmeyen bir gerçekle yüzleşmek… Bazen o kadar ağır gelir ki, zihnimiz hemen devreye girer:Bu gerçek olamaz...Bunu hak etmedim...Böyle olmamalıydı...İşte tam da burada başlar içsel savaş. Zihin bir yandan inkâr eder, kalp bir yandan ağrır. Ve biz bu ikisinin arasında kalakalırız. Kabullenememek bir savunmadır aslında. Bizi korumaya çalışan, acıyı biraz daha ertelemeye çalışan bir refleks. Ancak her bastırılan duygu gibi, bu da içimizde büyür. Göz ardı ettikçe bizi daha çok zorlayan bir yük haline gelir.“Bu böyle olmamalıydı…”Kabullenemediğimiz şey sadece yaşadıklarımız değil; bazen kendimiz de olabiliriz. Bir davranışımız, bir seçimimiz, bir özelliğimiz... “Ben böyle biri değilim” deriz, “Bunu nasıl yaptım?” deriz ya da “Keşke öyle olmasaydı.” Bu sözlerin arkasında pişmanlık da olabilir, hayal kırıklığı da hatta öfke bile…Kabullenemediğimiz şeyler çoğu zaman günlük hayatımıza da yansır. Örneğin, biten bir ilişkiyi kabullenemediğimizde kendimizi sürekli geçmişte yaşarken buluruz. İş yerinde yaşanan bir haksızlığı kabullenemediğimizde içten içe öfkemizi büyütürüz. Sevdiğimiz birinin artık hayatımızda olmadığını kabullenemediğimizde yas sürecine adım atamaz, içimize kapanırız. Bu örnekler çoğaltılabilir çünkü kabullenememek hayattan uzaklaştırır. Gerçeklikten koparır. Olanla barışamayınca, olmayana tutunuruz.Kabullenmek, pes etmek değildir!Çoğu kişi kabullenmeyi bir yenilgi gibi görür. Oysa kabullenmek, olanı olduğu gibi görmek ve onunla birlikte yaşamanın yollarını bulmaktır. Direnmeyi bırakıp, yavaş yavaş iyileşmeye yer açmaktır. “Evet, bu oldu. Ama ben bununla ne yapabilirim?” sorusunu sorabildiğimiz anda başlar aslında değişim.Kabullenmek, hayata yeniden temas etmektir. Kendini olduğu gibi görmeye, hissettiklerini tanımaya ve içinden geçtiğin süreçlere saygı duymaya başlamak demektir. Bu, çok kıymetli bir adımdır.Peki, neden bu kadar zor?Çünkü insanız. Ve insan olmak bazen acı verir. Her şey kontrolümüzde olsun isteriz. Kalbimiz kırılmasın, hatalar yapmayalım, sevdiğimiz insanlar hep yanımızda olsun... Ama hayat böyle değildir. Ve bu gerçek, her zaman kolay kabullenilmez.Ayrıca çoğu zaman kendimizi güçlü hissetmek zorunda hissederiz. "Ben böyle bir şeyle baş edemem" demek, zayıflık gibi gelir. Oysa en büyük güç bazen çaresizliğimizi kabul edebilmektir. Çünkü ancak kabul ettiğimiz şeyleri dönüştürebiliriz.Duygularla yüzleşmek, içsel direnci kırmak kolay değildir. Bu yüzden birçok kişi, acıyı bastırmak için meşguliyet üretir. Yoğun çalışır, duygulardan uzak durur, eğlencenin içinde kaybolur. Ama ertelenen hiçbir duygu yok olmaz. Uygun bir zaman, bir tetikleyiciyle yeniden kendini hatırlatır. Bu da zamanla daha büyük bir zihinsel yük oluşturur.Unutulmamalıdır ki:Bazen insanlar dışarıdan bakıldığında son derece güçlü, sakin ve kontrollü görünebilir. Ancak iç dünyasında neler olup bittiğini kimse bilmez. “İyiyim” demek kolaydır çünkü gerçek duyguları anlatmak, bazen onları kendine bile itiraf etmek zordur. Ama bastırılan her şey bir yerde kendini gösterir: bir gece aniden gelen ağlama hissinde, durduk yere ortaya çıkan öfke patlamalarında ya da hiçbir şeyden keyif alamadığın o sessiz günlerde…Kabullenememek çoğu zaman duyguların üzerini örtmek gibi görünür, ama aslında o duygular içimizde kendi yolunu bulup dışarı çıkmanın bir yolunu arar. Oysa her duygunun görülmeye, duyulmaya ve anlaşılmaya ihtiyacı vardır. Bu yüzden kabullenmek, sadece zihinsel bir süreç değil, aynı zamanda kalbe de temas eden bir içsel yolculuktur.Hayatın bazı dönemleri zordur ve insan bazen nereye tutunacağını bilemez. İşte o anlarda biriyle konuşmak, sadece dinlenmek bile çok şey değiştirebilir. İçinden çıkamadığın duyguları paylaşabildiğinde, o yük hafifler. Ve bu hafiflik, zamanla yerini daha sağlam bir iç dengeye bırakır. Zamanla fark edersin ki; bu denge seni aradığın huzura biraz daha yakınlaştırmış ve kara bulutlar artık senin üzerinden kalkmaya başlamıştır.Kabullenmek, psikolojik sağlamlığımız açısından etkili bir nokta olmakla beraber, insanı olgunlaştıran da bir eylemdir. Bu süreç; kişinin kendini tanımasını, duygularıyla yüzleşmesini ve gerçeklerle barışmasını sağlar. Ancak bazı durumlarda bu eylemi gerçekleştirmek, bireyin destek almadan üstesinden gelemeyeceği kadar zorlayıcı olabilir. Özellikle birey bu süreci yaşarken denge kavramını unutmamalıdır; zira bu denge, hem içsel huzur hem de sağlıklı ilerleyiş için temel bir gerekliliktir.Değiştiremeyeceklerimizi kabullenmek bir olgunluksa, değiştirebileceklerimizi fark etmek bir gelişimdir. Hayat, bu ikisi arasındaki dengeyi kurabilme sanatıdır ve bu dengeyi kurabilen birey, yaşamın zorlukları karşısında daha dirençli ve esnek bir duruş sergileyebilir.Terapi bu noktada ne sağlar?İçinde taşıdığın ama adını koyamadığın duygularla yüzleşmek, çoğu zaman tek başına zorlayıcıdır. Bu noktada terapi, sana yargılanmadan dinleneceğin, duygularını anlamlandırabileceğin ve kendi hızında ilerleyebileceğin güvenli bir alan sunar.Ben seanslarımda bilişsel davranışçı terapi ve çözüm odaklı terapi yaklaşımlarını esas alıyor, her süreci danışanın ihtiyacına göre esnek bir şekilde yapılandırıyorum. Terapiye başlamadan önce 5-10 dakikalık kısa bir ön görüşme fırsatı tanıyorum. Bu süreç, senin neye ihtiyaç duyduğunu birlikte anlamak için ilk adımdır. Seanslarımız ortalama 50 dakika sürer.Güven, açıklık ve birlikte yol alma duygusu benim için bu sürecin temelini oluşturur. Çünkü biliyorum ki birinin sadece seni anlamaya çalışması bile bazen çok şey değiştirir.Belki de ilk adım sadece fark etmektir...Kendine sormayı deneyebilirsin: “Hayatımda kabullenmekte zorlandığım ne var?”, “Beni en çok yoran duygu ne?”, “Ne zaman gerçekten kendimle yüzleştim?”Eğer bu sorular sende bir şeyleri harekete geçiriyorsa, yalnız olmadığını bilmeni isterim. Bu duygularla birlikte yaşamanın daha sağlıklı yolları var. Ve bu yolları birlikte keşfetmek mümkün.Hazır hissettiğinde, bu yolculukta sana eşlik etmekten memnuniyet duyarım :)
Tayfun AKGÜN 01.08.2025