Diğer bütün bilimlerin felsefeden ayrılıp bilim dalı olarak kabul görüldüğü gibi psikoloji bilimi de 19. Yüzyılda felsefeden ayrılıp kendini yeni bir bilim dalı olarak ilan etmiştir. İnsan ruh ve davranışına merak antik çağlardan beri devam etmektedir. Bu alanlar üzerinde bir çok gözlem ve çalışma yapılmış ancak çoğu felsefi yaklaşım olarak kalmış ve psikoloji biliminin temelini oluşturmuştur. Bir alanın bilim olabilmesi için o alan üzerinde çeşitli deneyler yapılıp teori, kuram, hipotez gibi etkenlerin oluşturulması gerekmektedir. Wilhelm Wundt 1876 yılında Almanya – Leipzig Üniversitesi’nde kurduğu psikoloji laboratuvarı ile psikolojinin bilim olmasında önemli bir rol oynamıştır.
Psikoloji biliminin kurucu olarak görülen Alman bilim adamı Wundt, psikolojiye bilim unvanını kazandırmakla beraber deneysel psikolojinin temelini oluşturan birçok çalışma yapmıştır. Özellikle “yapısalcılık” kuramını geliştirmiş ve “KBY” olarak kısaltılan “konfüzyonel beden algısı” konusunda ciddi araştırmalarla adından söz ettirmiştir. Fakat şu anda yaptığı çalışmaların bilimsel geçerliliği olmadığı bilinmektedir. Filozof olan ve akademide medikal anlamda anatomi, fizyoloji, ilaç ve kimya dersleri alan Wundt, felsefe alanında akademi de kürsü sahibi oldu. Diğer yandan felsefe ve psikolojinin ayrılması için birçok hamlede bulunmuş ve en sonunda psikoloji laboratuvarını açarak bilimsel olarak felsefeden ayırmıştır. Aynı zamanda psikoloji hakkındaki fikirlerine de ‘Duyusal Algılama Teorilerine Katkıları’ kitabında sıklıkla yer vermektedir. İlk çalışmalarına duyu algılaması konusu ile başlamış daha sonra deney ortamında insan zihnini incelemiş ve “içe bakış” yöntemini geliştirmiştir. İçe bakış yöntemi ise bireyin kendisine kendi ile ilgili sorular sorup analitik düşünmesini sağlayan bir yöntemdir. Yaşantılar Wundt için çok önemliydi. Daha sonra metronom ve toplar ile yaptığı deneyde kişinin dolaysız yaşantılarının önemine değinmiştir.
Bu deneyde katılımcıların metronomun sesini duyduktan sonra ya da topu yuvarladıkları zaman ne hissettiklerine dair analizler yapılmıştır. Kendi yarattığı üç boyutlu duygu teorisi ile de metronom sesinde çıkan seslere olan tepkileri 3 kategoriye ayırmıştır. Bunlar; “heyecan/çöküntü”, “gerilim/rahatlama”, “hoş/hoş olmayan” şeklinde gruplara ayırmıştır. Wundt’un şuan ortaya koyduğu çoğu kuram, ileri deneyler yapılarak ve psikoloji biliminin gelişmesi ile bilimsel gerçekliğini kaybetmiş olsa da geleceğe ışık tutmaktadır. Diğer yandan psikolojinin bilim unvanını almasında birçok etkili bilim insanı vardır. Bunlardan biri de hafıza teknikleri üzerine çalışmalar yapan Hermann Ebbinghaus’dur.
Deneysel psikolojinin gelişmesinde ve özellikle hafıza, anı, öğrenme ve zihin üzerinde birçok çalışması olan Alman psikolog Hermann Ebbinghaus, gelecek nesillere ve bilimsel araştırmalara köklü miraslar bırakmıştır. Belleğin hatırlama ve unutma süreleri ile alakalı çalışmalar yaparken aynı zamanda örenme eğrisini psikolojide tanımlayan ilk kişidir. Üzerinde çalıştığı unutma ve öğrenme eğrisi ile günümüzde hala desteklenen bulgular elde etmiştir. Bu eğriler kişinin öğrenme ve unutma sürelerini ifade eden çizelgelerdir. Ebbinghaus bu çalışmalarını “Bellek Üzerine” (sonradan “ Bellek” olarak çevirisi yapılmıştır) adlı kitabında anlatmaktadır. Bütün bunlarla birlikte Ebbinghaus, psikolojide illüzyon üzerine çalışmalar yapmıştır. Görecelilik ve büyüklük algısının nasıl değiştiğini kendi yaptığı optik illüzyon tablosu ile keşfetti. Şimdilerde “Ebbinghaus illüzyonu” olarak bilinen illüzyon, günümüzde hala büyüklük ve görecelilik algısını anlamada kullanılmaktadır. Bu çalışmalar devam ederken deneysel psikolojiye katkıda bulunan diğer çalışmalar da Ivan Pavlov tarafından sürdürülmekteydi. Özellikle psikoloji ve fizyolojiyi beraber incelerken, psikolojiye klasik şartlanma kavramını kazandıran kişi olmuştur.
1904 yılında tıp ve fizyoloji alanında Nobel ödülü kazanan Pavlov, fizyoloji ve psikoloji arasında bağlantı kurduğu, çalışmalar yaptığı psikofizyoloji alanını derinden sarsmış hem de deneysel psikolojinin oluşmasında büyük katkıları olmuştur. En ünlü deneyi, Pavlov’un köpekler ile yaptığı koşullanma ve öğrenme arasında ki ilişkiyi incelediği çalışmadır. Bu deneyi yaparken koşullu öğrenmenin fizyolojik olarak açıklamasını da yapmayı amaçlamıştı. Laboratuvarında mide üzerine çalışmalar yaparken, ayak sesi duyan köpeklerin salya akıttığını fark etti ve çalışmalarını koşullanma ve refleksler üzerine yöneltti. Öncelikle Pavlov köpeklerin salgı sistemlerini incelemiş ve böylelikle hem insan hem de hayvan fizyolojisi hakkında fikir sahibi olmuştu. Köpeğin önüne et konunca salyasının aktığını kaydetti çünkü bu normal biyolojik bir tepkiydi. Daha sonra o etin herhangi bir zil ya da ses sonrası köpeklerin önüne konacağı bir sistem yaptı. Böylelikle Pavlov’un köpekleri zil ve sese koşullanmış oldu. Artık köpekler et gördüğünde değil, zil sesini duyunca salya akıtmaya başlamışlardı. Çünkü köpek zilden sonra etin geleceğini biliyordu. Bu deney ile Nobel ödülüne layık görülen ve çok ses getiren Pavlov, psikolojiye şartlı refleks ve koşullu öğrenme durumlarını kazandırmış kişi olarak tarihe geçmiştir. Aynı zamanda hayvan fizyoloji bilimine de yeni araştırma olanakları açmıştır. Bunlarla birlikte içgüdüyü refleksler ile tanımlamış, insanlarda olan terbiye, gurur, onur gibi durumları şartlı reflekse bağlı olarak açıklamıştır. Pavlov, insan davranışlarını anlamada hayvanları incelemenin yararlı ve olumlu sonular vereceğine inanıyordu. Hayvan fizyolojisi ve psikolojinde edindiği bilgilerin insanlar içinde bilimsel geçerliliğini olduğunu savunuyordu. 'Şahsiyet Tipleri Teorisi' ile hayvan davranışlarındaki bozukluk ve normallik durumunu inceledi. Daha sonra ‘Sinir Sistemi Tipleri Teorisi’ni ortaya attı.
Dünyada psikoloji alanında çalışmalar ve insan zihnine olan merak daha da artarken psikolojide davranışsal konularda araştırmalar da başlamıştı. John B. Watson o sırada ilk davranışçılık ekolünün kurulmasına imza attı. Onun için psikolojinin teorik amacı davranışların belirlenebilmesi ve doğru şekilde yönetilebilmesiydi.
Okulda ders verdiği sıralarda Wundt’un çizgisinde dersler veriyor lakin gelenekselleşmiş içe bakış yöntemine pek sıcak bakamıyordu. Bu yöntemi her zaman sübjektif buluyor ve bu yüzden tutarlı sonuçlar veremediğini düşünüyordu. O psikolojik durumların belirlenmesinde zihin ve bilinç kavramlarına başvurmadan da saptanabileceğini savunuyordu. İnsanın davranışları, ayarlanma ve uyaranlara ilişkin bütünselliği durumu açıklıyordu. Watson için önemli olan davranıştı. Canlı davranışlarını tanımlamak için hayvan ve insan arasında birleştirici bir şekilde çalışmalarına devam etmeyi hedefledi. ‘Davranışçının Gözüyle Ruhbilim’ başlıklı yazısında ise insan ve hayvan davranışlarının ne ilgilisi olduğunu sorgulayanlara karşı sert bir tutum içerisinde açıklamalarda bulundu. Watson her zaman psikolojinin doğa bilimlerinde olduğu gibi gözlenebilir davranışlar ile sınırlı olması gerektiği düşüncesindeydi. Onun için bir davranışçının araştırma metotlarının laboratuvar ortamında incelenmesi için tamamen nesnel olması gerekiyordu. Araştırmada kullanılabilecek başlıca metotlar şunlardı;
Araçlı veya araçsız gözlem
Test metotları
Sözel anlatıma dayalı metotlar
Koşullu reflekse dayanan metotlar
Psikoloji dünyasında Watson’ın geliştirdiği davranışçılık modeli kavramsal ve metodolojik davranışçılık açısından çok büyük bir öneme sahip olduğu günümüzde de anlaşılmıştır. Davranışçılığın çalışma konusu ise, Davranışçılık modeli ile psikoloji adına bilimsel çalışmalar yapmak isteyen kişiler uyarı – tepki, alışkanlık kazanımı, şartlı öğrenme gibi nesnel sonuçlarla incelebilecek kavramlarla çalışmak zorundadır. Ruh bilimine başvurmadan davranışsal olarak hayvan ve insan psikolojisi açıklanabilir. Davranışçılık ekolünün asıl amacı diğer doğa bilimlerinde olduğu gibi öznel yargı ve düşüncelerden, arınmış fizik gibi oldukça nesnel bir çalışma alanı yaratmaktır.