Ayşenur AKMAN - Blog Yazıları

İstisnasız hepimizin deneyimli olduğu bir konu var, Umut etmek. Yaşadığını hisseden herkes aşina bu gökyüzü gibi mavi, güneş gibi parlak ve sarı eyleme. Umut, sanki doğuştan bahşedilmiş, sistemimize işlenmiş bir yeti. Kimimiz hayatına geçirebildi, kimimiz yanlış anladı umut etmenin doğasını ve kimimiz bilinçli olarak bıraktı sigarayı bırakır gibi. Umudunu besleyip koruyanlara ne mutlu. Fakat diğer yandan, hayalini kurduğumuz pek çok şeyi askıya almak zorunda kaldığımız, önümüzü göremediğimiz, insanın gözüne ışık yanağına pembelik veren dostlarıyla eskisi gibi kalabalık olamadığı, her şeyin online ama heveslerimizin giderek offline olduğu ve gelecek güzel günlere olan inancımızın çatırdadığı şu günlerde umut etme yetisini pek kullanamayanlarımıza da şaşırmamak lazım. Fakat umut kavramını konuşmamız lazım zira umut etmek ruh sağlığımızı dengede tutmanın ve psikolojik sağlamlığı arttırmanın dolayısıyla yaşam kalitemizi yükseltmenin en güçlü yollarından biridir.Umut nedir, nasıl umut edilir?Türk Dil Kurumu “Ummaktan doğan güven duygusu” diye açıklamış umudu. Erik Erikson’a göre kişinin isteklerini elde edebileceğine dair kalıcı bir inançtır. Erich Fromm istemek, istekleri gerçekleştirmek için yeni yollar bulmak ve vazgeçmemektir demiş. Snyder ise amaca ulaşmak için güdü ve bilişsel enerji, hedefe ulaşma ile ilgili her yolu düşünme ve planlama diye tanımlamıştır. Böyle bakıldığı zaman umut, planlı, sistemi olan, aşama aşama yapılan son derece aktif bir süreç. Halbuki bir çoğumuzun yanlış anladığı haliyle, gerçekleşmesini istediğimiz bir konuyla ilgili sadece iyiyi güzeli umarak olumlu düşünelim olumlu olsunculuk yaptığımız, edilgen, pasif bir bekleyişti umut etmek. Bu yazının temel amacı umut etmedeki aktif umut-pasif umut farkındalığını uyandırmaya çalışmaktan ziyade başta bahsettiğim umut etme yetisi körelmiş, hayalini kurduğu ve bulmak istediğini aradığı yolda karşısına çıkan ilk engele acizlik göstren, ”ya hedefime ulaşamayıp çok üzülürsem” korkusuyla yada “zaten başaramazdım” kabulüyle kendi potansiyeline bir şans vermeden umut etme konusunda kendisini frenleyen hatta kötü bir alışkanlığı bırakır gibi bırakan kimilerimize “umut güzel şey” diyebilmek Nietzsche’nin aksine.“Umut kötülüklerin en fenasıdır” der Friedrich Nietzsche. Öyle midir sahi? Kötülük müdür umut sizce de? Bu sefer makalelere, filozoflara ya da istatistiklere bakmayalım da sonuçlar, dersler çıkarmaya değer büyüklükte görmediğimiz küçük detaylara bir çevirelim başımızı, içinde titizlikle yürütülmüş çalışmalar kadar güvenilir sonuçlar barındıran minnacık detaylara. Mesela bir bebeğin yüzlerce kez düşüp ama yine hevesle heyecanla kalkışına, yeterli olgunluğa gelince tıpış tıpış yürüyüşüne hatta pat pat koşuşuna bakalım ve şaşıralım öğrenmediği çaresizliğe. Başından ayrılmadan, umutsuzluk hastalığına kapılmadan emek verilen, vazgeçilmeyen işlere bakalım, aradığını bulanlara soralım umutsuz olur muydu diye. Evrene bakalım, evrendeki bizi, bizdeki evreni okuyalım. Doğaya, doğadaki ümitvâr olma haline bakalım. Baharda gelincikler açtığında Van Gölündeki İnci Kefali’nin yaşamını sürdürebilmek için akış yönünün tersine olan umut dolu hayat yolculuğuna bakalım. Bu balık Van gölünün tuzlu-sodalı sularında yumurta bırakamadığı için ilkbahar aylarında büyük sürüler halinde bazen tırmanarak bazen uçarak, ters yönde hızla akan suya aldırmadan akarsulara göç ediyor ve bu yolculuk öyle büyük dersler taşıyor ki bizler için. Sanmıyorum ki bir tane inci kefali bile “benim umudum yok nasıl olsa bu dereye varamam” diyip yola koyulmasın. Hepsi varacağı yeri bilen koca bir adam gibi umutla çıkıyor yola. İşte bu yüzden, çok da bilimsel olmayan bu yazıdan çokça güvenilir çıkarımlar yapabiliriz. Biz de İnci Kefali gibi içimizdeki umudu ve mücadelemizi yitirmeyelim ya da bebekler gibi popomuzun üstüne düşüversek de kalkalım yeniden. Diyeceğim o ki umut öyle bir yakıt ki, kaynağına para vermezsin, atığı yoktur, yenilenebilir ve hatta yenileyebilir enerji kaynağıdır, “güzel şeydir”.Psikolog & Aile Danışmanı Ayşenur Akman. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Devamını oku

Yayınlanma: 17.11.2021 20:54

Son Güncelleme: 17.11.2021 20:54

Unutmak bazen bir nimet bazen de lanetimiz. Eğer bir sınavda yada mülakatta isek unutmaktan öyle korkarız ki hatırlayamama korkusu ve beraberinde cezvede köpüren kahve gibi yükselen kaygı seviyesi , hatırlanması istenilen bilgiye odaklanmayı ve dolayısıyla o hatırlamaya iliştirdiğimiz pek çok hayali ve hedefi engeller.Fakat diğer yandan yaşadığımız travmatik anıları, ayrılıkları, kırgınlıkları, aldatılmaları, büyük acıları ya da öfkeden deliye döndüğümüz o olayı unutmak, yeni deneyimlere daha uyumlu tepkiler vermeyi, daha sağlıklı kararlar almayı sağlar. Yaşamın akışını yakalayabilmek, tekrar tat alabilmek çok büyük nimettir. Bunu farketmiş olacak ki “Her şeyi hatırlamak, bir tür deliliktir” der Freud.Peki nasıl çalışır bu unutmak?Bundan on sene öncesine kadar, araştırmacılar unutmanın, kullanılmayan bilgilerin ve anıların güneş ışığında kalan bir fotoğraf gibi zamanla solduğu, bozulduğu pasif bir süreç olduğunu düşünüyordu. Fakat daha sonra zihinsel süreçler üzerinde yakın zamanda yapılan çalışmalar istemediğimiz anıları da unutabileceğimizi gösterdi.Aktif unutma diye bir şey mümkün olabilir mi, bir şeyi önemsiz olduğu için değil de, hatırlamak istemediğimiz için unutmak diye bir şey?Teksas Üniversitesinde, hatırlama ve unutma sırasında beyin aktivitesini izlemek için fMRI (fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme) kullanarak bir çalışma yürütüldü ve Psikoloji ve Sinirbilim alanında yardımcı doçent Jarrod Lewis-Peacock, bilinçli ve aktif olarak bir şeyleri unutabilme yeteneğine sahip olduğumuzu, anıları silmenin pasif bir süreç olmadığını söyledi. Yine aynı ekipten psikolog Tracy Wang bilinçli olarak unutmanın, unutmak istediğimiz olaya tam bir odaklanma ile mümkün olduğunu söyledi. Bu çalışmada yapılan şaşırtıcı gözleme göre beyin bir olayı gerçekten unutmaya niyetlendiği anda hafızanın hareketliliği ciddi şekilde artıyor ve bu aktivasyon en üst düzeye geldiğinde aklımızdan çıkarmak istediğimiz anılar hızlı bir şekilde unutuluyor. Fakat beynin bunu nasıl yaptığı halâ bilinmiyor.Bu çalışma, unutmanın, dikkati istenmeyen deneyimlerden uzaklaştırarak veya hafızanın geri çağrılmasını bastırarak değil de unutmak istediğimiz o yapışkan anıları bütünüyle ele alıp dikkatimizi yoğunlaştırarak mümkün olabileceğini anlatıyor. Bu bana, çok sevdiğim bir yazar olan Elif Şafak’ın 2012’deki TED konuşmasında bahsettiği “çemberin gücü”nü anımsattı. Yazar orada anneannesinin, istenmeyen bir sivilcenin yada cilt lekesinin etrafına bir daire çizip problemli bölgeye odaklanınca kısa sürede o lekelerin yok olup gittiğinden bahsediyordu. Yöntemleri çok benzer. Eğer hayatınızda bir şeyi yok etmek, istiyorsanız, bir yara izini yada size kötü hissettiren bir olayı, yapmanız gereken onu bir çember ile çevreleyip, odaklanıp, tetikleyicilerini ortadan kaldırmak ve kurutmak. Çemberin gücünün aktif unutma ile daha net bir bağlantısını kuracak olursam; silmek istediğin anıyı bir çember içine al, üzerine derinlemesine düşün, onu besleyen kanalları keşfet ve tıka, o konuyla ilgili dile getirdiğin anılara dikkat et ki kendi dilin sana çelme takmasın ve unutuyorum derken daha da canlandırma, bu hafızayı kötüye kullanmak olur. Bilinçli ve aktif yürüttüğün tüm bu süreç sonucunda hatırlamak istemediğin o anı çizdiğin o çemberin içinde kuruyup gidecek.Kulağa mucizevi geliyor. Aktif unutma konusundaki araştırmalar çoğaldıkça ve biz beynin daha nelere muktedir olabileceğini öğrendikçe yaşanılan karmaşık deneyimlerin içinden daha az tahribatla çıkabileceğiz ve belki de birçok hastalığın tedavisi için inanılmaz atılımlar gerçekleştirilecek.Psikolog & Aile Danışmanı Ayşenur Akman. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Devamını oku

Yayınlanma: 17.11.2021 20:42

Son Güncelleme: 17.11.2021 20:42

Hakkında yüzlerce konuşma dinlediğimiz, onlarca kitap, makale okuduğumuz bir konu; dilimize pelesenk olmuş bir kelime “stres”. Hepimizin fikri ve kuracak en az on cümlesi vardır bu konu hakkında. Çeşit çeşit tarif edebiliriz stresimizi çünkü yaşıyoruz onu ve beraberinde getirdiği duygusal ya da fiziksel harabiyeti. Stres anında vücudumuzun her noktasıalarm verir, ter bezi etkinliği artar, tükrük azalır, mide asidi artar, kan basıncı yükselir, sindirim yavaşlar, kalp atışı hızlanır vs. Stres ve kaygı insanın doğasında vardır ve belirli bir oranda yaşanması da gereklidir ancak kişi sürekli stresli bir hal içindeyse yani stresi kronik hale gelmişse işte o zaman bir saatli bomba harekete geçer. Psikolojik olarak başlayan sıkıntılar zaman içinde fizyolojik birer hastalığa dönüşür. Bu şekilde gelişen hastalıklara “psikosomatik hastalıklar” denir. Kalp rahatsızlıkları, sindirim bozuklukları (mide ülseri, onikiparmak bağırsağı ülseri, kolit), yüksek tansiyon, astım, uykusuzluk, migren, amfizem vs. gibi birçok işlevsel bozukluğun kökeninde kronik stres vardır.Stresin yönettiği bu psikosomatik hastalıkların ortak özelliği kişiyi lanetli bir kısır döngünün içine sokması. Mesela, stresli bir kişi mide rahatsızlığı için doktora gider, sıkıntı verici bir dizi tıbbi tahlil yapılır, ki bu gergin bir süreçtir stresi besler, ilaçlar kullanır ve hastalığın belirtileri hafifler. Ta ki kişi stres yaratıcı bir başka olayla karşılaşana dek. Yaşanılan herhangi bir kötü olay, işlerin yoğunluğu, üzüntü, ayrılık, yas vb. durumlarda mide sancıları geri gelir ya da bu sefer vücut yeni bir psikosomatik rahatsızlık icat ederve bu kısır döngü böyle sürer gider.Bu stresli insanları psikosomatik hastalıkların lanetli çemberinden dışarıya nasıl çıkarabilirz?Psikanaliz, psikoterapi, davranışçı teknikler, yatıştırıcılar, antidepresanlar, rahatlama teknikleri, yoga vs. Bu metotların hepsi değerli, yararlı ve bazen de etkilidirler ama bir yöntem daha var. Keyfe göre evde ya da toplum içinde uygulanabilen, psikolojik ve nöropsikolojik olarak dikkat çekici bir etkisi olan basit, doğal, hiçbir ön hazırlık gerektirmeyen, kolay bir yöntem: Gülmek.Gülmek sağlıktır. İnsanlık bu gerçeği tarihin en eski devirlerinden beri bilmektedir. Hatta Siyular, Apaçiler ve Komançiler gibi Kuzey Amerika yerlilerinde, hastalıkların sorumlusu olarak gördükleri kötü ruhları kovmak için kabilenin diğer üyelerini güldürmekle görevli olan “soytarı şifacılar” varmış. Gülmek, 1995 yılında da ilk defa bir terapi yöntemi olarak geliştirildi. Hindistanda bir tıp doktoru olan Madan Kataria “Gülmek en iyi ilaçtır” diyerek “Gülme Terapisi” programını hazırlamış.Bu terapi modeli nefes egzersizleriyle kişinin karın kaslarını kullanarak solumasını, diyaframın eğitilerek kahkaha atabilmesini öğretmeyi amaçlıyor ve temelde şunu söylüyor bize,Yaşamın bütün fiskeleri, strese girmek ya da gülmek için bir fırsattır. Biz gülmeyi seçelim. Mutluluğun ve zevkin hakkını verelim. Sağduyumuzu yardıma çağırıp günlük üzüntülerimizi, kaygılarımızı doğru değerlendirelim. Kendimizi yoksunluklarımızın, başarısızlıklarımızın, başımıza gelen kötü olayların komik yanlarını yakalamaya alıştıralım. Kaç yaşında olursak olalım oyun oynamayı ihmal etmeyelim. Mesela kim önce gülerse o kaybetmesin oyunlarımızda, ilk ve daha çok gülen kazansın. El kızartmaca oynayalım evdekilerle, fıkralar anlatalım olmadı gıdıklayalım kendimizi. Bu reçete çok komik gelecek size ama belki de mide sancılarınıza, kalp rahatsızlığınıza bu çok komik ve maliyetsiz reçete son verecek. Günde en az altı dakika karnımızı tuta tuta, katıla katıla, eğer becerebiliyorsak gözümüzden yaş gelene kadar gülelim. Niye mi? Çünkü iyi niyetli, içten, açık, zevkli bir gülme beynimizdeki doğal morfinimiz olan endorfinin salgılanmasını başlatır. Acının yatışmasını, yanma hissinin azalmasını sağlar. Gülmek kalp ritmimizi yavaşlatır, atar damardaki tansiyonu düşürür, hazmı düzenler; nefes almaya, beyin faaliyetine ve cinsel güce olumlu etkide bulunur. Gülmek, kaslarda ve nefes alma faaliyetinde gösterdiği etkiyle bizi boğan, saran ve sıkan stresten kurtarır. Gülmek kaslarda fırtınalar yaratır, yumuşak ve zinde kılıcı nefes alıp verme sağlar ve gerilime, öfkeye son verir. Strese karşı kesin bir silah olan sempatik ve parasempatik sistemin kaygılı kişilerde bozulmuş olan dengesini yeniden kurar. Günlerimizin içine serpiştirilmiş gülme, sağlığımızın koruyucu meleği, kalpleri yumuşatan mor milka ineğidir. :)Stresi kronikleşmiş olanlar, saatli bombası elinde patlayanlar, bu lanetli kısır döngüden çıkamayanlar size sesleniyorum : Beynimiz ne yaparsak inanıyor, mış gibi yapıyoruz gerçek oluyor. Bir İngiliz atasözü der ki “Fake it until you make it.” (Gerçeğini yapıncaya kadar taklidini yap.)Gülün yahu gülün! Patlatın kahkahayı ! Psikolog & Aile Danışmanı Ayşenur AKMAN . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .Devamını oku

Yayınlanma: 17.11.2021 19:28

Son Güncelleme: 17.11.2021 19:28