CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI VE TEDAVİSİ
VAJİNİSMUS
Perine kaslarının bilinçdışı, istem dışı, refleks kasılmasına bağlı olarak vajinaya girişe izin vermeme durumudur. Kadın vajinaya girişi tehlike olarak algılar ve buna bağlı olarak korkar. Bu sürece fizyolojik tepkiler eşlik eder. Kalp atış ve nefes ritmi artar. Lokal olarak perine kasları ve vajina kasılır, vajinaya girişe izin vermez. Kadın bacakların bir birine yaklaştırır ve basenini arkaya çeker. Kendini koruma pozisyonuna alır ve vajinaya girişe izin vermez.
Vajinusmus fobi olarak tanımlanır ve fobilere uygulanan tedavi teknikleriyle kişiye özgü ele alınır.
İlk aşamada kadına korkuya hakkı olduğu ve korku karşısında refleks davranışların olabileceği anlatılarak korkusunu ve refleksini sahiplenmesi sağlanır. Korkuyla baş edebilmesi için gerçeklik terapisi teknikleri kullanılır. Bilişsel-davranışçı terapi çerçevesinde sistematik duyarsızlaştırma ve bilişsel yapılandırma teknikleri kullanılır.
Danışanın kendi vücudunu ve vajinasını tanıması ve sahiplenmesi çalışılır.
Parmak egzersizleri ve penisi vajinaya kabul etme ile terapi süreci bitirilir.
Örnek Vaka:
Kader, 3 yıldır evli olup cinsel ilişki yaşamamıştır. Çocukluğundan itibaren, annesi erkeklere dikkat etmesi ve kendini koruması gerektiğini söylemiştir. Eşi iyi eğitim almış, kadınlara saygılı ve çevresinde kibarlığıyla tanınan bir erkektir. Kader gerdek gecesi çok aşırı kaygılanmış ve vajinaya girişe izin vermemiştir. Eşi Kader'i üzmemek için 3 yıl cinsel ilişki talebinde bulunmamıştır. Kader “hep kendimi korumaya şartlandım, şimdi kendimi bırakamıyorum, hem de acı çekeceğimden korkuyorum” demiştir.
Yukarıda aktardığımız temel bilgiler dikkate alınarak Kader’in vajinusmusu ele alınmış, Kader vajinaya girişe izin vermiş ve terapi 10. seansta sonuçlanmıştır.
ERKEN BOŞALMA
Erken boşalma temel olarak erkek ve partnerinin istediği zamandan önce boşalma durumu olarak tanımlanır (de Carufel, 2008). Temel işlevsel nedeni bireyin cinsel uyarılmayı yönetememesidir. Genel olarak ön sevişme ve vajinaya giriş veya girişten hemen sonra boşalma görülür.
Örnek vaka:
Ali’nin (35) eşi cinsel birleşmede orgazm olamadığını ve cinsel birleşmeyi orgazmla bitirmek istediğini söyler. Karısını orgazma ulaştıramadığını anlayan Ali cinsel terapiste başvurur. Evliliğinin başından itibaren çok hızlı uyarıldığını, aldığı hazzın hemen doruk noktaya çıktığını, ön sevişmeye 3-5 dakika kadar zaman ayırdığını ve vajinaya girerken veya girdikten birkaç saniye sonra hemen boşaldığını anlatır.
Ali’nin cinsel uyarılma süreci, de Carufel’in (2008), M&J (1966) erkek uyarılma evreleri dikkate alınarak analiz edilmiştir. Bunlar (1) başlangıç, (2) plato, (3) boşalma bölgesine giriş, (4) orgazm-boşalma bölgeleridir.
Cinsel terapist erken boşalma tanısı koyar ve seksofonksiyonel terapi tekniklerine başvurur.
Terapide temel objektif boşalma refleksini geciktirme, yani cinsel uyarılmayı yönetebilme becerisi kazandırmaktır.
Seksofonksiyonel terapi yapılandırılmış 12 seanslık bir terapi programı sunar. Bu terapi programında her seans temel olarak cinsel bilgilendirme, vücudu kullanarak cinsel gerilimi düşürme egzersizleri ve ev ödevleri içerir.
Seksofonksiyonel terapi çerçevesinde Ali’nin erken boşalma sorunu ele alınmıştır. Ali düşük uyarılma seviyesinde vajinaya girmeyi, mola vererek cinsel gerilimi düşürmeyi, vücudunu en az gerginlikte tutmayı ve gerginliği düşürme tekniklerini cinselliğe entegre etmeyi öğrenmiştir. Ali ve eşi ön sevişme süresini 20 dakikaya, vajinada kalma süresini 10 dakikaya kadar uzatmayı başarmışlardır. Eşi orgazma ulaşmıştır. Çift hayatında cinsel beklentilere bağlı rahatlama olmuştur.
KADIN VE ERKEKLERDE İSTEK BOZUKLUĞU
Kadın veya erkek genel olarak cinselliğe karşı ilgi duymaz. Hormonlar, hastalıklar, madde bağımlılığı (biyolojik yapı ve işleyişi), kişinin ebeveyn ilişkileri, çift hayatı (ilişki), çevre ve kültür, cinsel bilgi eksikliği (cinsel boyut) ve cinselliği negatif kodlama, hayal dünyasının fakir olması ve fantezi eksikliği (biliş), kaçınma (davranış), benlik değeri eksikliği, performans kaygısı, psikopatolojiler, yaş (kişisel boyut) gibi faktörler temel nedenleridir (Trudel, 2000). Cinsel uyarılma ve devamında fizyolojik uyarılmanın başlaması için kişinin cinsel istek duyması gerekir.
Örnek vaka:
Fatma (32) çocukluğundan belli yorgun olduğunu söylemiştir. 18 yaşında liseyi bitirir ve evlenir. 5 yıl eşinin ailesiyle yaşar, bu sırada bir çocuk dünyaya getirir. Maddi sıkıntılar nedeniyle bir temizlik firmasında çalışmaya başlar. 30 yaşında ikinci çocuğunu dünyaya getirir. Yorgunluğu artar. Genç kızlık döneminde ve evliliğinde cinselliğe karşı hep ilgisiz kalır. Son 2 yıldır cinselliğe hiçbir şekilde ilgi duymaz. Kocası yanına yaklaşınca işi olduğunu söyleyerek kaçınır. Kocası duruma kızar ve “yoksa başka birimi var” diyerek baskı uygular. Fatma kocasından korktuğu için mecburen cinsel ilişkiye girer. Fatma cinsel istek duymaz ve buna bağlı olarak cinsel ve fizyolojik uyarılma olmaz. Dolayısıyla vajina cinsel ilişkiye kendini hazırlamaz (yağlanma ve nemlenme yok) ve cinsel ilişki sırasında acı hisseder. Çift cinsel terapiste başvurur ve yardım ister. Fatma durumundan rahatsız olduğunu ve kocasının kendisini boşamasından korktuğunu, tedavi olmak için elinden geleni yapmak istediğini dile getirir.
Cinsel terapi çerçevesinde cinsel istek ele alınırken danışanın motivasyonu öncelikli olarak değerlendirilir. Eşin veya başkalarının zorlamasıyla terapiye gelen danışanlar terapiyi terk etme eğilimi gösterirler. Dolayısıyla terapi sürecinin başarısız olma olasılığı yüksektir. Terapi sürecinin başarılı olması danışana ve ortaya koyduğu motivasyona bağlıdır. Danışanın cinsellikten kaçınma davranışları ortaya koyma olasılığı yüksek olup cinsel ilişki baskısını kaldırmak için cinsel ilişki yasağı konulur. Eş (kadın veya erkek) danışan talep edene kadar cinsel ilişki talebinde bulunmaz, duygusal etkileşimleri ön plana çıkartır ve cinsel organa dokunmaz. Cinsel içerikli ve partneri aşağılayıcı konuşmalar yapmaz. Dolayısıyla danışan eşin cinsel uyarılmasından korkmaz.
Evlilik dışı ilişki olup olmadığı, uyku, yorgunluk, internet, televizyon bağımlılığı gibi konular çalışılır.
Terapi sürecinde uyarıcılar ele alınır. Cinsel istek uyarıcıya bağlıdır. Uyarıcı ise çevre, partner ve kişinin kendisi olmak üzere üç alandan gelir.
Bununla birlikte, danışanın yaşam hijyeni, içinde yaşadığı ortam, sosyal çevresi, aktiviteleri, kendi benlik ve vücut algısı, vücudunu duyumlaması, partnerin uyarıcı olarak kodlanması ele alınır.
Çift olarak zaman geçirme, farklı ortamlara girme, tatile gitme, iletişim teknikleri, pozitif ve negatif duyguları dile getirme gibi konular işlenir.
Son aşamada cinsel konular terapiye entegre edilir. Cinsle düşünceler ve fanteziler çalışılır. Cinsel konuları ve fantezileri konuşabilme, erotik masaj gibi tekniklere başvurulur. Danışandan talep gelmesi halinde cinsel ilişkiye girilir. Cinsel isteğin aktifleşmesiyle birlikte terapi sonlandırılır.
Bu temel bilgiler dikkate alınarak Fatma’nın terapi süreci tanımlanmıştır. Cinsel uyarılma ve fizyolojik aktivasyon tekrar başlamış ve cinsel ilişki yaşayabilmiştir.
SERTLEŞME SORUNU
Sertleşme bozukluğunda penis vajinaya girecek sertliğe ulaşamaz. Sertleşme olsa da sertliğini cinsel ilişkinin başından sonuna kadar muhafaza edemez. Cinselliğin başlangıcından itibaren karşılaşılacağı gibi sonradan da görülebilir. Genel sertleşme bozukluğu olabileceği gibi bazı partnerlere karşı veya bazı ortamlarda görülebilir. Özellikle 40 yaş sonrası görülme olasılığı yüksektir.
Etiyolojisinde biyofizyolojik yapı ve işleyiş (hormonlar, diyabet, kan-damar hastalıkları), psikolojik (travma, depresyon, suçluluk) ve cinsel (bilgi eksikliği, performans kaygısı) nedenler gözlemlenebilir.
Ereksiyon sorunu yaşayan erkek cinsel uyarılma grafiğinin başlangıç noktasında veya plato evresinde kalır, uyarılmayı daha yukarı taşıyamaz. Eşinin tatmin olmama olasılığı yüksektir.
Hasta genç, sağlıklı ve sertleşme nedenleri psikoseksüel ise, cinsel terapi ön plana çıkartılabilir. Cinsel terapi temel olarak danışana göre 10-15 seans kademeli olarak yapılandırılır.
Danışana erkek uyarılma evreleri, sertleşme ve boşalma mekanizması hakkında bilgi verilir. Cinsel etkileşimin hangi aşamasında sertleşme sorununun görüldüğü tespit edilir ve kapsamlı olarak ele alınır.
Danışanın vücudunu duyumlamasına izin veren egzersizler verilir. Erkekle zorlayıcı “mecburi” olarak cinsellikle ilgili kodlanmış konular ele alınır. Danışanın mecburiyet baskısından çıkması sağlanır.
Erkek için önemli uyarıcılar, cinsel pratikler ve fanteziler ele alınır. Erkeğin evlilik hayatında güç oyunları analiz edilir. Çift hayatında olası denge ihtiyacı varsa tespit edilip çift hayatı desteklenir.
Erkek kendi ereksiyonuna odaklanmak yerine partnerin reaksiyonlarına odaklanır. Kadının haz aldığını gören erkek uyarılır.
Sağlıklı cinsel saldırganlığı ifade etmeyi öğrenir. Erkeğe güçlü vajinaya girme hareketleri gösterilir ve cinsel davranışına entegre eder. Erkek erkliğini, iktidarını cinsellik dışında alanlarda gözlemler ve geliştirir.
Erkeğin iyimserliğini geliştirmesi sağlanır. “Penisim yarı yumuşak” yerine “penisim yarı sert” gibi cümleleri kurma becerisi kazandırılır. Böylece erkek bardağın dolu tarafına bakmayı öğrenir.
ORGAZM SORUNU(ANORGAZMİ)
Anorgazmi de kadın orgazm refleksini başlatacak düzeye kadar cinsel uyarılmayı taşıyamaz. Biyolojik yapı ve işleyişinde bozukluk anorgazmi nedeni olabilir. Endokrinopati, (şeker hastalığı, hiperprolaktinemi-doğum sonrası istek azlığı, hipertroidi), kronik hastalıklar (kalp-damar hastalıkları, kanser, nörolojik hastalıklar vb.), ilaç kullanma (nöroleptikler, projestatifler vb.) örnek verilebilir. Psikiyatrik hastalıklar (depresyon, travma, psikoz vb.) cinsel uyarılma bozukluğu nedenleri arasında sıklıkla görülür. Bunların dışında temel olarak cinsel bilgi eksikliği, vajinusmus, disparoni, istek eksikliği gibi cinsel bozukluklar, cinsel kimlik, benlik imajı, vücut algısı, partneri uyarıcı olarak kodlayamama, cinsel düşünce ve fantezilerin zayıf olması vb. durumlara bağlı olarak görülür.
Not: Kullanılan isimler gerçek danışan isimleri değildir. Hayali isimler kullanılmıştır.
SEKSOFONKSİYONEL TERAPİ ENSTİTÜSÜ
Yayınlanma: 27.07.2021 06:49
Son Güncelleme: 25.10.2022 09:28

Bunları da sevebilirsiniz...
Hayatta bazen beklemediğimiz, bizi şaşırtan olaylarla karşılaşabiliriz. Bu bazen bir kayıp, bazen bir kaza, bazen bir ayrılık veya bambaşka bir şey olabilir. Bu da bizi derinden etkileyecek duygu yüklüsonuçlara yol açabilir ve bu duygularımız bizimle uzun süre var olabilir. Ayrıca yaşanılan olay sadece duygusal olarak değil, zihinsel ve fiziksel olarak da çeşitli etkilere neden olabilir. Her türlü etki geçici olabileceği gibi bazen geçmesi uzun süreler de alabilir. İşte bu uzun, yoğun ve bizi sarsıcı yaşantılarımıza “travma” adı verilir.Yaşanılan her türlü olay, bu olayı yaşayan bireyleri çeşitli şekillerde ve farklı duygular doğurarak etkileyebilir. Aynı olay birini mutlu edebilirken diğer kişiyi üzebilir, bir başkası için sıradan bir durum iken farklı bir insan için derin ve kolay kolay atlatılamayacak bir etkiye neden olabilir.Her insan farklıdır; her insanın yaşantısı, beklentisi, psikolojik sağlamlığı, destek arayışı, etkilendiği ve etkilenmediği durumlar farklı ve çeşitlidir. Bu da herkesin her olaydan farklı şekillerde sonuçlar çıkarmasını açıklayabilir.Travma Nedir?Travma, bireyde fizikseli, duygusal ya da psikolojik olarak normal olaylardan farklı ve derin bir etki bırakan durumlardır. Bu durumlar genellikle beklenmedik, aşırı stres yaratan olaylar ile oluşurve kontrol edilemez. Yaşanan travmatik durumlar kişide çeşitli etkilere yol açar. Fizikseltravma; yaralanma, doğal afetler gibi durumlarda etkili olur. Psikolojiktravmaise; ciddi duygusal etki yaratan şiddet, istismar, ani kayıplar veya savaş gibi durumlarda ortaya çıkarNeden Travma Yaşarız?Her türlütravma, herkeste farklı nedenlerle ortaya çıkabilir.Fizikseltravmalargenellikle dışsal bir kuvvetin ani bir durumda şiddetli bir şekilde fiziki etkisi sonucunda meydana gelir. Trafik kazaları, düşme, yaralanma, spor kazaları, iş kazaları, doğal afetler, saldırı ve fiziksel şiddet, fizikseltravmalaraörnek gösterilebilir. Butravmalarhızlı tıbbi müdahale gerektiren sonuçlara da yol açabilir.Psikolojiktravmalarise kişinin fiziksel durumundan önce duygusal ve zihinsel dengesini etkiler. Cinsel, psikolojik veya fiziksel istismar, doğal afetler sonucu yaşam şekilleri, savaşlar, krizler, sevilen birinin kaybı gibi durumlar psikolojiktravmayaneden olabilir. Çocukluk döneminde yaşanan ihmal ve istismar, ebeveyn ayrılığı, duygusal taciz gibi durumlar da yetişkinlikte psikolojiktravmanedeni olabilir.Travmanın Belirtileri Nelerdir?Travmanın etkileri kişileri farklı şekillerde etkileyebilir. Bazı kişilertravmalarındanolay sonrasında etkilenirken bazıları uzun yıllar sonra etkilerini hissedebilir.Hafıza sorunları, sosyal ilişkilerde problemler gibi durumlar uzun süreli etkileri iken, uykusuzluk vekabuslarkısa süreli etkilerdendir. Travma, kişilerin günlük yaşamına ve sosyal hayatına devam etmesini zorlaştırabilir.Travmanın etkileripsikolojik, zihinsel, duygusal veya fizikselgözlemlenebilir. Bu etkiler ve etkilerin şiddeti kişiden kişiye değişiklik gösterebilir. En sık karşılaşılantravmabelirtileri şu şekildedir:•Uyuyamamak,•Tetikte olma ve aşırı irkilmek,•Sürekli korku ve endişe halinde olmak,•Kas spazmları,•Uzuvlarda ağrı ve yaralanmalar,•Konsantrasyon ve dikkat sorunları,•Kabusgörmek,•Sinirlilik, öfke patlamaları,•Belirli olay, durum, yer ya da kişilerden kaçınmak,•Başağrıları ya da mide sorunlarıgibi çeşitlietkilerioluşabilir.Travmalar Kalıcı Mıdır?Etkilerinden ve çocukluk yaşantısındanaktarılantravmalardansöz ettikten sonra, travmaların kalıcı olduğunu düşünmek kaçınılmazdır. Ancaktravmalarkalıcı etkilere yol açsa da, bu durum kişiye bağlıdır diyebiliriz. Kişi iyileşmeye açıksa, profesyonel destek alıyorsatravmanınetkileri azaltılabilir ya da kişi bu süreci kontrol edebilir hale gelebilir. Travmanın kişiye etkisi, şiddeti, kişinin psikolojik dayanıklılığı ve kişinin stres karşısında baş etme becerileri,travmalarınkalıcılığını etkileyen faktörlerdendir.Travma tedavi edilmediği durumlarda kişideanksiyete, yoğun depresyon vetravmasonrası stres bozukluğu gibi sorunlara veya fiziksel rahatsızlıklara yol açabilir. Ayrıca bu süreçte kişinin iş, sosyal ve kişisel hayatında da aksamalar meydana gelebilir.İyileşme Mümkün Müdür?Travma, kısa vadeli etkilere yol açacağı gibi uzun soluklu etkilere de neden olabilir. Hemen oluşabileceği gibi uzun zaman sonra da ortaya çıkabilir. Ancaktravmafark edildikten sonra müdahale edildiği takdirde iyileşmek mümkündür. Travma, değişikliğe neden olur, olumsuz etkiler göstererek kişiyi değiştirebileceği gibi müdahale edildiğinde vetravmanınzihinsel olarak yeniden yapılandırılması gibi değişikliklere de neden olur.Travma yaşayan kişinin, iyileşme talebi ve bu doğrultudaki arayışı iyileşmenin en önemli basamağıdır. Buna ek olarak zaman ve doğru destekle kişi,travmanınetkilerini en aza indirebilir, işlevsel hayatına dönüş yapabilir, ilişkiler kurmaya başlayarak hayata yeniden umutla bakabilir.İyileşme her zaman bir doğrultuda ilerlemez. Bu süreçte iniş ve çıkışların olması normaldir. İyileşme sürecindetravmayayönelik anılar gün yüzüne çıkabilir. Bu dalgalanmalar sürecin kaçınılmaz bir parçasıdır. Önemli olan bu iniş ve çıkışları kabullenerek iyileşme çabasıdır.Travmaya Yönelik Destek Almak İyileşme Sürecini Nasıl Etkiler?Zaman, bazı yaraların ilacıdır. Ancak bazı durumlar ve yaşantılar karşısında zaman yeterli olmayabilir. Travma, kişilerde büyük etkilere neden olabilir. Bu sebeple kişinin birileriyle budurumu konuşma isteği oluşabilir. Bu konuşulan kişiler bazen aile dostu bazen arkadaşlar olabilir. Yakın ve sosyal çevrenin,travmalarkarşısında etkileri azımsanamayacak kadar büyüktür. Ancakuzun süreli çözümlere ulaşmak için profesyonel bir destek almak gerekir. Uzman desteği almak, büyük ve önemli bir adımdır. Sürecin etkililiği ve uzunluğu, kişide etkili ve geliştirici sonuçlar doğurur. Kişinin öz saygısının artmasında, özgüveninin yeniden oluşmasında; kısaca iyileşme sürecinin başlaması yönünde etkili bir adımdır.Bedenimiz Bize Ne Söyler?Travma, sadece duygularımızda, zihnimizde yer almaz; bedenimiz detravmadanetkilenir. Kalp ritminin artması, kas ağrıları, mide sorunları, nefes alma zorluğu gibi fiziksel belirtiler;travmanınbedene yansımış şekli olabilir. Bu nedenle bedenimizde meydana gelen bu değişiklikleri tanımak, anlamak ve iyileştirme yönünde adım atmak,travmanıniyileşmesine yardımcı olur. Rahatlama egzersizleri, yoga, yürüyüş, temiz hava almak gibi basit ama etkili yöntemler, kişinin bedenini ve iyileşme sürecini olumlu yönde etkilemektedir.Travmada ve Sonrasında İyileşme SüreciTravmalar bize kötü anılar çağrıştırsa da bunlar bizim için olumlu deneyimlere çevrilebilir. Kişinintravması, başa çıkma şekli ve bu süreçlerde öğrendikleri, hayatının her anında her zaman kullanabileceği bilgi ve deneyimlerdir. Bu süreç,kişide çeşitli değişikliklere yol açar. Bu değişiklikler kimi zaman öğrendiği şeyler, kimi zaman kaybettiği şeyler olabilir. Bazen ilişkileri değişir, bazen hayata bakış açısı değişir, bazen de kişi, kendisi değişir. Yaşanılanlar veya öğrenilenler, her zaman bizi zayıflatmaz; aksine bazen bizim yeniden şekillenmemizde yardımcı olur.Travma, her zaman olumsuz sonuçlanmaz; iyileşme süreciyle birlikte olumsuz parçaların olumlu şekle gelmesi mümkündür. Yazıyı Oku
Uzman: Pelin BAYINYayınlanma: 06.05.2025
Oyun Terapisi Nedir?Oyun, çocukların iletişim dili, oyuncaklar ise bu dilin aracıdır. Oyun Terapisi, çocukların duygu, düşünce ve deneyimlerini oyuncaklar aracılığıyla bir uzmana daha iyi ifade etmelerini sağlayan bir terapi türüdür. Bu terapi oyuncak oynama çağındaki, 2-12 yaş aralığındaki çocuklarda kullanılabilir. Terapistler de, çocuğun oyuncaklarla ve oyunla kurduğu iletişimi, davranışsal ve duygusal sorunları anlayabilir.Oyun Terapisinin Faydaları Nelerdir?Oyun terapisinde, terapist ve çocuk oyun odasında yalnız bulunurlar. Bu sayede çocuk, ebeveynlerinden ve bakım verenlerinden ayrılmayı ve onlardan bağımsız bir birey olmayı deneyimlemiş olur. Oyun odasında kendisini ifade ederek dil gelişiminde ve olayları aktarma becerisinde zamanla gelişmeler görülür. Bu terapi seansları ona, özgüven geliştirmesine, özsaygısının artmasına ve kendisini daha iyi ifade etmesine olanak verir.Bunlara ek olarak, oyun terapisine gelen çocuğun sorun veya travması üzerine yoğunlaşılarak bunun iyileştirilmesi ve bu durum karşısında başa çıkma stratejilerinin geliştirilmesi üzerine çalışılır. Bütün bunlar oyuncaklar ve oyunlar aracılığı ile yapıldığından bu süreç çocuklar için hem daha eğlenceli hem de daha verimli geçmektedir.Oyun Terapisi Süreci Nasıldır?Oyun terapisi çocuktan çocuğa değişen süreçleri içerse de, temelinde aynı aşamalardan geçmektedir. Terapist ve çocuğun yalnız kaldığı oyun odasında ilk aşama olarak çocuğun yani danışanın terapiste güvenerek onunla rahat zaman geçirmesi gerekmektedir.Terapist ve danışan bağ kurduktan sonra danışanın yavaş yavaş problemlerinden bahsetmesi veya bunu oyuna dökmesi beklenir. Bu süreçte danışanın rahat olması önemlidir. Herhangi bir zorlama yapılması, danışan için olumsuz bir süreç olarak devam etmesine veya terapinin sonlanmasına neden olabilir. Problemlerin açığa çıkmasının ardından oyun aracılığıyla danışan ve terapist bu probleme uygun başa çıkma becerileri geliştirmeye çalışırlar.Ebeveynlerin/ ailenin/bakım verenlerin bu süreçte rolü; sabırlı ve destekçi olmaktır. Terapi zaman alır. Bu süreçte acele etmemek, beklemek, sabırlı olmak, zorlamamak; yapılabilecek en büyük yardımlardandır.Bu süreçte hem terapisti hem de çocuğu zorlamamaları acele ettirmemeleri gerekir. Yapılan her türlü hata terapiyi olumsuz etkileyebilir.Oyun Terapisi Süresi Ne Kadardır?Oyun terapileri seans olarak 50 dakika sürmektedir. Bir terapinin başarıyla tamamlanması ortalama 20 seans sürebilir. Ancak her çocuk biriciktir. Bu sebeple her çocuğun seans süresi de değişiklik göstermektedir. Bazı çocuklar için bu süreç daha uzun aşamalardan geçebilir, güven bağı hemen oluşmayabilir, problemi aktarmak zor gelebilir ya da çözümler hemen uygulanamayabilir. Bu durumlardan seans süresi artabilir. Ancak bazı çocuklar için bağ kurmak, problemlerini tanımak ve aktarmak ve çözüm konusunda daha uygulayıcı olmak daha kolaydır. Böyle durumlarda ise seanslar daha az sürebilir.Bu farklılıklar çocukları daha zeki ya da daha zorlu çocuklar yapmaz. Her çocuk özeldir ve her çocuğun farklı bireylere yaklaşımı, yaşam deneyimleri ve problemlerle başa çıkma becerisi farklıdır. Terapiye gelmek onlar için çok başarılı birer adımdır. Ve geçirdikleri her seansta attıkları adımlar da bu başarıyı destekler nitelikte olacaktır.Oyun Terapisinin Çocuk Üzerindeki Etkileri Nelerdir?Oyun terapisi, çocuğu geliştirici bir nitelik taşır. Çocuklukta kazanılan her beceri, bireyin ilerleyen yaşantısında da ona katkıda bulunur. Bu açıdan bakıldığında oyun terapisinde kazanılan baş etme stratejileri, çocuğun ilerleyen dönemlerde sorunlarla karşılaştığında bu problemleri tanımasına, farkında olmasına ve bunların nasıl üstesinden geleceğini bilmesine yardımcı olur.Oyun terapisi çocuk için olumlu yaşam deneyimleri sunar. Kendisini ifade edebilmeyierken yaştaöğrenen çocuk, ilerleyen yaşta daha sosyal, daha girişken ve daha özgür ruhlu birey haline gelir, kendisini her koşulda rahatça açıklayabilir. Kendi sorunlarının farkında olması ve bunların üstesinden gelmesini deneyimleyen çocuk, başarılarının farkında olur ve özsaygısı artar.Psikolojik destek almak, gelişen neslimizle birlikte yavaş yavaş artış göstermektedir. Bu sebeple çocuk yaşta terapi alan bireyler, ilerleyen yaşantılarında da başa çıkamadığı, farkında olamadığı veya destek almak istediği durumlarda psikolojik destek almaktan kaçınmaz. Bu durum onu psikolojik olarak daha sağlıklı birey yapar. Bu da hem psikolojik hem fiziksel hem de ruhsal olarak onu daha ileriye taşır. Psikolojik destek almanın faydasını deneyimlemiş biri olarak, hem kendi neslini hem de kendisinden sonra gelecek nesli bu konuda psikolojik desteğe ve psikolojik iyi oluşa teşvik edebilir; bu durum daha sağlıklı bir çevrede yetişip gelişmesine yardımcı olabilir. Kısaca oyun terapisi, hem çocuğun güncel durumunu hem de ilerleyen yaşantısını kurtaracak bir terapi haline gelebilmektedir.Oyun Terapisi Ne ZamanKullanılır?Her çocuğun özel olduğundan bahsetmiştir. Bu durumda her çocuğun yaşantısı ve deneyimi de özeldir diyebiliriz. Her çocuk farklı sorunlar yaşayabilir ve farklı alanlardan terapi ihtiyacı duyabilir. Oyun terapisine gelme nedenleri arasında en çok; ailevi sorunlar, öfke sorunları, vurma, küfür etme gibi davranışsal problemler, kardeş kıskançlığı,travmalar, korkular, çekingenlik, asosyallik ve içe kapanıklık, uyku problemleri, yeme problemleri, tuvalet problemleri, okula alışma sorunu, uyum problemleri, dikkat eksikliği ve hiperaktivite yer almaktadır. Bunların dışında farklı sorunlar karşısında baş etme becerileri geliştirmek için de oyun terapisi kullanılabilir.Oyun Terapisi Normal Oyundan Farklı Mıdır?Oyun terapisinde, çocuktan beklenilen sadece oyuncakları kullanarak oyunlar oynamasıdır. Kullanılan oyuncaklar ve oynanan oyun temelde aynı olabilir. Ancak terapist, oyun odasında oynanan oyuna anlam yüklemektedir. Her oyuncağın her davranışın ilişkilendirilmesi terapist tarafından yapılır. Bu da sorunların anlaşılır olmasına ve çözümlerin üretilmesine yol açar. İçerik olarak aynı oyuncaklar veya aynı oyun olmasına rağmen oyun terapi odasındaki oyun ve normal oyunun işlevleri farklıdır.Çocuğunuz Neden Oyun Terapisi Almalıdır?Terapi, genel olarak herkes için iyileştirici ve geliştirici bir süreçtir. Çocuklar için bu süreç oyun terapisiyle sağlanabilir. Hem daha iyi bir çocukluk hem de daha iyi bir gelecek için, yaşadığıproblemlerin üstesinden gelinemediği takdirde, çocuğun terapiye ihtiyaç duyduğu zamanlarda bu destek sağlanmalıdır.Çocuğunuzun terapiye ihtiyacı olduğunu düşünüyorsanız, biruzmanabaşvurunuz.Psikolog Pelin Bayın Yazıyı Oku
Uzman: Pelin BAYINYayınlanma: 04.05.2025
Kaygı'ya filozof Kierkegaard'ın bakış açısıyla bakmaya ne dersiniz? Kaygıyı özgürlüğün bir olanağı olarak gören Kierkegaard; kaygıya yüklenen olumsuz anlamları yeniden sorgulamaya açıyor. Diyor ki; kaygı insanın olağan bir duygusudur ve asıl olağandışı olan varoluşun kendisidir. Ve kaygı ile korku arasında bir ayrım yaparak kaygının insana has olduğu ve hayvanlarda rastlanmayacağını ifade ediyor.Biz de olağan nedir, onu inceleyelim. Böylece biz ve varlığımız neden olağandışıyız, düşünebiliriz. Doğada olağan olarak açıkladığımız olayların neden sonuç ilişkisi içinde gerçekleşiyor olması; doğayı bizim için "olağan" kılıyor. İnsanı olağandışı yapan şey, doğayı; nedeni ve ardından gelen sonucu izleyerek açıklarken, insan kendisini, bir sonuç olarak var olmuş haliyle fark ediyor. Doğup doğmadığımızı ya da var olup olmadığımızı bilmeye başladıktan sonra (örn: "kendimi bildim bileli") insanın ölebileceğini fark etmesi, doğadaki varolan ve sürdürülen canlılığa uymamayı seçebileceğini keşfetmesi ile kendi etkinliğini belirleme zorunluluğunun ve kendi etkinliğindeki nedenlerin belirsizliğinin yaşattığı duyguya kaygı diyebiliriz. Özgürlük de bu noktada kaygı ile birlikte ele alınıyor. Kendi etkinliğini belirleme zorunluluğuna özgürlük diyebilir miyiz? Bir zorunluluktan bahsederek özgürlük nasıl açıklanabilir? İnsan özgür olmamayı seçme özgürlüğüne de sahiptir ve bunu da yine özgürlüğüyle seçmiş olacağı için özgür olmamayı seçememiş de olur. Bu paradoksu şimdilik kenara bırakırsak, Kierkegaard'ın ifadesiyle özgürlüğün olanağı olarak kaygıyı yaşıyoruz. Mevcut etkinliklerimiz, örneğin en temel olarak var olma etkinliğimize kadar varoluşsal bir kaygı başlıyor. Bu ontolojik kaygı; var olma etkinliğimizi fark etmemiz ve bunun bizim belirleyeceğimiz nedenler zinciri ile bir olağanlığa kavuşacağını fark etmemizle ortaya çıkıyor.Farkındalığın getirdiği; etkinliklerimizi ve bunları sürdürmedeki nedenlerimizin belirsizliğini belirgin hale getirme aşaması da özgürlüğün keşfedildiği aşama. Ancak dilemma şurda; bunu seçmemeyi seçmek mümkün değil. Yani özgür olmamayı seçmen bile özgürlüğünün eseri bir seçimin ve dolayısıyla sorumluluğu sana ait. Üstelik seçim aşamasında yaşanan kaygı ve zorunlu seçim olanağı olan özgürlük aynı anda sona eriyor olabilir mi? Yani bir etkinliği ve ona atfettiğiniz neden'i seçtiğinizde diğer seçimlerden de mahrum olmayı seçmiş oluyorsunuz. Kierkegaard şöyle açıklıyor: "Özgürlüğün olanağı kendini kaygı içinde ortaya çıkarır. Ancak insan özgürlüğün kendisini gösterdiği aynı anda özgür olmayandır da. Bu karşıtlık içerisinde kaygı kendisini insanın içinde muğlak bir güç olarak gösterir. Kişi kendisi olabilmek için öncelikle bu muğlak güçle yaşamayı, kaygı içinde olabilmeyi öğrenmelidir."Gelelim korku ile; yalnızca insanlarda rastlanan kaygının arasındaki farka:Korkunun bir nesnesi varken, kaygının nesnesi hiçliktir, der Kierkegaard. Örneğin köpekten korkan kişi için köpek tehlikesi geçtiğinde korkusu da geçer. "Kaygı ise üstü örtük olarak da olsa daima, 'şimdi, burada'dır. Kaygı kişinin bütünlüğünü kaybetmesi, varoluşsal bir parçalanma haline girmesidir." Bütünlüğün parçalanmasını nasıl açıklayabiliriz? Olası koşullarda ortaya konulacak tepki ya da davranış seçeneklerinin; aklına gelen tüm ihtimaller dairesi kadar genişlediğini, genişlediği ölçüde özgürlüğün arttığını ancak aynı oranda kararsızlığın ve neyi neden seçeceğine ilişkin kendine dair belirsizliğin de arttığını görmek ile bu parçalanma kastediliyor olabilir. Kaygıyı bir uçurumun kenarında yaşadığımız baş dönmesine benzetir Kierkegaard. Bu varlığı fark edildikçe artan ihtimallerin önünde zorunlu olarak seçimde bulunan bireyin yaşadığı baş dönmesi... Kararı verirken, kendi özgürlüğümüz ile neden sonuç ilişkisi oluşturma, hatta oluşturmama özgürlüğümüz vardır. Etkinliğimizi (en basit manada varolma etkinliğimizi) nedene bağlayarak, bütünlüğün parçalanması hali tekrar bir zincirin halkası gibi görünür ve 'şimdi ve burada'lığı bir süreç içine dahil edilmiş olur. Seçimlerimizle ontolojik kaygıdan farklılaşır, seçimimizle kendimizi ve etkinliğimizi belirginleştiririz,neden sonuç ilişkisi içinde durumu olağanlaştırırız ancak artık o nedenin veya seçimin getirileri ve sorumlulukları ile özgürlüğümüzü kaybetmiş oluruz. Belirlenen seçimin tek nedeni kendimiz olması sebebiyle kendimizi bununla tanımlayabiliriz ve bir neden olarak bir benlik ediniriz. Bu hiçlikten bir şey olmaya ve bir kimlik ya da benlik inşa etmeye, bir tutarlılık içinde bir sonraki seçimi daha az belirsizlik dolayısıyla daha az kaygı yaşamaya olanak tanıyabilir. Bu benlik bizi hiçlikten bir şey olmaya taşır ancak aynı zamanda her şey olabilme özgürlüğünden de geri alarak herhangi ve bir şey olmaya taşımış olur. Oysa; "Ben şu'yum ve daha önce de tepkim şu idi" ile başlanılan bir durum anımsandığında parçalanma yerini tutarlılığa ve ihtimallerin daralmasına bırakıyor.Kierkegaard şöyle devam eder: "Bu anlamda psikoterapinin ontolojik kaygının üstesinden gelmesi mümkün değildir. Psikoterapi ancak korkuların sıklığını ve yoğunluğunu değiştirebilir. Kaygıyı ise ancak uygun bir yere yerleştirebilir; çünkü kaygı varoluşa ait bir özelliktir." Ergenlik döneminde yaşanan kimlik arayışı ve kaygı duygusu ile birlikte edinilen tutumlar, seçimler ya da alınan rol modeller sayesinde herhangi bir bütünlüğe sahip tutarlı bir çerçeve çizmeye çalışıyoruz. Peki bu süreçte kaygı neye dair yaşanıyor ve azalıyor? Kierkegaard: "Bazı koşullarda kendi tepkilerimizin ne olacağına dair belirsizlik daha açık bir ifadeyle “kendimizden korkmak” bizi kaygı haline sürükler. Çünkü burada sözü geçen “kendi” yani insan başlı başına belirsiz bir şeydir." der. Ergenlikle henüz etkinliklerimizi fark etmeye ve onları eyleyip eylememe kararına sahip olduğumuzu ve nasıl eyleme getireceğimize ilişkin farkındalıklarımız ile oluşan belirsizliklere "çünkü ben" ile başlayan sebepleri seçiyoruz ve bir sonraki olası koşullarda eski davranışımız ve seçimimiz bir referans görevi görerek "ben"lik inşa edilmeye başlanıyor. Böylece kaygının da bu "ben"e bağlı davranışların tutarlı olması ihtiyacı ile özgürlüğün de eş zamanlı azaldığını söyleyebilir miyiz? "İnsan, kaygı içinde kendisini birçok farklı şekillerde eyleyebilecek ve özgürlüğünü etkinleştirebilecek bir “kişi” olarak ortaya koyar, başka bir deyişle kendisini keşfeder. Kendisiyle yalnızca gelecekteki bir olasılık olarak değil, başka biri olmanın olasılığı olarak da ilişki kurar. İnsan varlığı olarak kendimizi özgürlüğün olanağı ile olan ilişkimiz içinde belirler ve aynı zamanda özgürlüğün olanağının kaygısıyla bu kararı veririz."Kaynakça:İncelenen Makale: Özgürlüğün Olanağı Olarak Kaygı, Yasemin Akış Yaman Yazıyı Oku
Uzman: Emine AYDOĞANYayınlanma: 29.04.2025