1. Uzman
  2. Hidayet ÇALIŞKAN
  3. Blog Yazıları
  4. Çocuk ve Ergenlerde Kaygı Bozukluklarının Belirtileri Nelerdir?

Çocuk ve Ergenlerde Kaygı Bozukluklarının Belirtileri Nelerdir?

Kaygı, yaşamımızın olağan bir parçasıdır. Stresli bir durumla karşılaşıldığında yaşantılanan kaygı doğal bir tepkidir. Aşırı olmadığı takdirde kaygı, gelişim sürecinde neredeyse her çocukta görülen normal bir duygusal deneyimdir. Sınavlar, yeni kişilerle tanışmak, bir topluluk önünde konuşma yapmak, bir köpeği sevmek, biriyle randevulaşmak ya da bir yarışmada yarışmak hemen hemen her çocuk için biraz kaygı uyandırıcı olabilir ama bazı çocuklar bu gibi durumlarda aşırı endişe ve korku yaşarlar, yoğun kaygıları günlük yaşamlarını birçok açıdan olumsuz yönde etkiler.

Kaygı Bozukluğu Nedir?

Çocuklar yüksek sesten yabancılara, okula gitmekten sunum yapmaya, açık havuzda yüzmekten büyük köpeklere kadar birçok şey nedeniyle kaygılanabilirler. Kaygı Bozukluğu; çocuğun ne hakkında kaygılandığına bakılarak değil, çocuğun kaygısının onun hayatını ne şekilde etkilediğine bakılarak karar verilen bir rahatsızlıktır. Kaygı duyulan içerik “normal” olsa da yoğun kaygı çocuğun sosyal ve akademik hayatını kısıtlıyorsa Kaygı Bozukluğundan şüphelenilebilir. Kaygı Bozukluğunun farklı belirtiler gösteren farklı türleri vardır, fakat hepsinde ortak olan şey mevcut durumla orantılı olmayan, uzun süreli, yoğun kaygıdır.

Kaygı Bozuklukları gelişme döneminde en sık görülen rahatsızlıklardan biridir ve genellikle 11 yaş civarında ortaya çıkmaktadır. İstatistikler, her 8 çocuktan birinde Kaygı Bozukluğu olduğuna işaret etmektedir.

13-18 yaş arasındakilerin yaklaşık %25’inde hafif ya da orta düzeyde kaygı bozukluklarına rastlanmaktadır. Erkek çocuklara kıyasla daha çok kız çocukları kaygı bozukluğu tanısı almaktadır.

Kaygı Bozukluğu yaşayan çocuk ve ergenlerin ne yazık ki yalnızca %20’si tedavi görmektedir; oysa araştırmalar Kaygı Bozukluğu tedavi edilmeyen çocukların akademik performanslarında düşüş yaşadıklarını, önemli sosyal deneyimlerden mahrum kaldıklarını ve kimi zaman kaygıyla başa çıkmak için madde kullanımı gibi uygunsuz yöntemlere başvurduklarını göstermektedir.

Çocuk ve Ergenlerde Kaygı Bozukluğunun Farklı Türleri Var mıdır? Bunlar Nelerdir?

Kaygı Bozukluğunun farklı türleri vardır. Genç yaşlarda görülen kaygı bozukluklarının başında Ayrılma Kaygısı, Yaygın Kaygı Bozukluğu, Sosyal Fobi ve Özgül Fobi gelmektedir. Çocuk ve ergenlerde görülen kaygı bozuklukları şunlardır:

1) Ayrılık Kaygısı

Çocuğun hayatındaki önemli figürlerden ya da evden ayrılmaya karşı duyduğu isteksizlik ile karakterize olan bir kaygı bozukluğudur. Ayrılık Kaygısı olan çocuklar; önemli figürlerden ayrılmak üzere olduklarında ya da ayrıldıklarında baş ağrısı, karın ağrısı ya da mide bulantısı gibi fiziksel şikayetler yaşayabilirler. Ayrılık Kaygısı, çoğu zaman küçük yaştaki çocuklarda görülse de ergenlerde de bu kaygı bozukluğuna rastlanabilmektedir.

2) Yaygın Kaygı Bozukluğu

Birçok farklı alanda görülebilen ve durumla uygun olmayan, sürekli ve aşırı yoğun bir kaygıyla karakterize olan bir kaygı bozukluğudur. Yaygın Kaygı Bozukluğu olan çocuk ve ergenler; geçmişteki konuşmalar ya da davranışlar, yaklaşmakta olan olaylar, okul, ailevi sorunlar, sağlık ve benzeri birçok konuda endişelenirler. Endişelerinin aşırı olduğunu ve hayatlarını olumsuz yönde etkilediğinin farkında olsalar da bu endişelerini denetlemekte ve sakinleşmekte güçlük çekerler.

3) Panik Bozukluk

Tekrarlayan panik ataklar ve yoğun bir şekilde tekrar bir panik atak geçirme korkusu ile karakterize olan bir kaygı bozukluğudur. Panik Bozukluğu olan çocuk ve ergenler; başka bir atak geçirme ihtimallerine ilişkin oldukça endişeli bir beklenti içine girerler. Buna ek olarak, tekrar bir panik atak yaşayacakları endişesi nedeniyle dışarı çıkmaktan, okula gitmekten ya da çeşitli aktivitelere katılmaktan kaçınma davranışı gösterebilirler.

4) Sosyal Fobi

Başkalarıyla etkileşim gerektiren sosyal durumlarda mahcup ya da rezil olma korkusu ile karakterize olan bir kaygı bozukluğudur. Sosyal Fobisi olan çocuk ve ergenler; kaygılandıkları durumla karşı karşıya kaldıklarında yüz kızarması, çarpıntı, nefes darlığı ya da bağırsak sorunları gibi fiziksel şikayetler yaşayabilir. Sosyal Fobi nedeniyle arkadaş buluşmalarına katılmama, okulda sunum yapmama ya da derste söz almama, otorite figürleriyle konuşmama, toplum içinde yemek yememe gibi kaçınmacı davranışlar geliştirilebilir.

5) Selektif Mutizm

Çocuğun belirli bazı sosyal durumlarda konuşmaması fakat diğer durumlarda konuşması ile karakterize olan bir kaygı bozukluğudur. Selektif mutizm genellikle küçük yaştaki çocuklarda görülmektedir. Selektif Mutizmi olan çocuklar; bazı sosyal durumlarda kendilerine soru sorulduğunda ya da konuşmaları gerektiğinde donup kalmış gibi görünebilirler, konuşmak yerine işaret etmek ya da kafa sallamak gibi jestleri kullanabilirler.

6) Özgül Fobi

Belirli nesne ya da durumlara karşı duyulan ve gerçekçi olmayan, yoğun korku ile karakterize olan bir kaygı bozukluğudur. Örümcek ya da köpekten korkma gibi hayvan fobisi, gök gürültüsü fobisi, su fobisi, yükseklik fobisi, kan fobisi, uçak fobisi, kapalı alan fobisi çocuk ve ergenlerde rastlanan başlıca özgül fobilerdir. Özgül Fobisi olan çocuk ve ergenler; bu korkularının mantıksız ve abartılı olduğunu fark edemeyebilirler ve genellikle yoğun kaygıları nedeniyle korkulan nesne ya da duruma karşı kaçınmacı bir tutum sergileyebilirler.

7) Travma Sonrası Stres Bozukluğu

Travmatik ya da dehşet verici bir deneyim sonrası yaşanan flashbackler, kabuslar ve korkular ile karakterize olan bir kaygı bozukluğudur.

8) Obsesif – Kompülsif Bozukluk

Obsesyonlar –yani istenmeyen, zihinden uzaklaştırmakta zorlanılan düşünceler– ve kompülsiyonlar –obsesyonların yarattığı yoğun kaygıyı azaltmak için yapılan tekrarlayıcı davranışsal ya da zihinsel eylemler– ile karakterize olan bir kaygı bozukluğudur. Obsesif – Kompülsif Bozukluğu olan çocuk ve ergenlerde; ellerini yıkama, bir şeyleri kontrol etme ve sıralama yapma gibi ritüellere sık rastlanır.

Çocuk ve Ergenlerde Kaygı Bozukluklarının Belirtileri Nelerdir?

Kaygı Bozukluğu olan çocuk ve ergenler; yoğun korku, gerginlik ve çekingenlik yaşayabilirler, ayrıca kaygıları nedeniyle bazı yerlere gitmekten ya da bazı aktivitelere katılmaktan kaçınabilirler. Kaygı Bozukluklarında yaygın görülen ortak belirtilerden bazıları şunlardır:

  • Stresli durum karşısında aşırı rahatsızlık duyma ve ajite hale gelme
  • Panik ve korku yaşama, sakin kalamama
  • Nefes darlığı hissi
  • Ürperme ya da sıcak basması ve uyuşma ya da karıncalanma hissi
  • Baş ağrısı ya da karın ağrısı, mide bulantısı
  • “Ya şöyle şöyle olursa…” benzeri zihinden kolayca uzaklaştırılamayan ve pek de gerçekçi olmayan düşünceler
  • Kaygı yaratan nesne ya da duruma karşı kaçınmacı davranışlar
  • Uykuya dalmada ve uyumakta güçlükler
  • Başka şeylere odaklanmakta ve dikkatini sürdürmekte zorlanma
  • Saatlerce, günlerce ya da haftalarca süren yoğun kaygı hali
  • Yoğun kaygı nedeniyle sosyal ilişkilerin ve akademik hayatın olumsuz etkilenmesi

Çocuk ve Ergenlerde Kaygı Bozukluklarının Nedenleri Nelerdir?

Diğer birçok rahatsızlıkta olduğu gibi Kaygı Bozukluklarının da tek bir nedeni yoktur. Birçok genetik, çevresel, psikolojik ve gelişimsel faktörün kaygı bozukluklarının ortaya çıkmasında etkili olduğu düşünülmektedir.

Ailesindekilerden birinde kaygı bozukluğu olan çocuklarda kaygı bozukluğuna rastlanma ihtimalinin yüksek olması beyin kimyasına ilişkin genlerin bu rahatsızlıkla ilgili olabileceğine işaret etmektedir. Ayrıca diğer aile üyelerinin aşırı kaygılı olduğu bir ortamda büyümek çocuğa dünyayı “çok tehlikeli” bir yer olarak görmeyi ve birçok şeyden korkmayı öğretebilir. Benzer şekilde, gerçekten de tehlikeli bir ortamda büyüyen çocuklar için kaygılı olmak ve her şeyin en kötüsünü beklemek öğrenilmiş alışkanlıklar olabilir. Sevilen bir kişinin ölümü ya da ebeveynlerin boşanması gibi kayıplar ve yeni bir şehre taşınmak gibi çocuğun hayatındaki büyük değişimler de yaygın rastlanan tetikleyicilerden bazılarıdır. İstismara maruz kalan çocukların da kaygıya daha meyilli olduğu düşünülmektedir.

Çocuk ve Ergenlerde Kaygı Bozukluklarının Etkileri Nelerdir?

Çocuk ve ergenlerde görülen Kaygı Bozuklukları terapötik yaklaşımlarla kontrol altına alınabilirler ancak maalesef Kaygı Bozukluğu yaşayan çocukların büyük bir kısmı tedavi görmemektedir. Tedavi edilmedikleri takdirde Kaygı Bozukluklarının kişinin hayatına uzun süreli olumsuz etkileri olabilir.

Kaygı Bozukluklarına bağlı olarak çocuk ve ergenlerde akademik performansta düşüş ve hatta okulu bırakma görülebilir; kaygı bozukluğu yaşayan çocuk ve ergenler okula gitmek istemeyebilir, derste söz almayabilir, sunum yapmayabilirler. Kaygı Bozukluğu olan çocuklar sosyal ortamlardan kaçınabilir, diğer insanlarla ilişki kurmakta zorlanabilir ve kendilerini yalnız hissedebilirler. Bu çocukların kendilerine olan güvenleri zedelenebilir. Kaygı Bozukluğu olan çocuklar; yaşadıkları yoğun kaygıyla doğru şekilde başa çıkmayı öğrenemediklerinde bu kaygıyı yatıştırmak için alkol ya da madde kullanımına yönelebilirler. Ayrıca çocuk ve ergenlerdeki kaygı bozuklukları sıklıkla yetişkinlikte de devam etmekte ve bu kişilerin hayatını kısıtlamaktadır.

Çocuk ve Ergenlerde Kaygı Bozuklukları ile Birlikte Seyreden Diğer Problemler Nelerdir?

Çocuk ve ergenlerdeki Kaygı Bozukluklarına çoğu zaman başka rahatsızlıklar eşlik edebilir. Kaygı Bozukluklarıyla birlikte seyreden rahatsızlıkların başında depresyon, yeme bozuklukları, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu gelmektedir.

Kaygı Bozuklukları ve depresyon; çocuk ve ergenlerde sık sık hem eş zamanlı olarak hem de birbirini takip ederek birlikte seyretmektedir ve genellikle birinin ortaya çıkışı diğerinin de zamanla ortaya çıkması riskini artırmaktadır. Birlikte seyreden kaygı bozukluğu ve depresyon; yüksek nüksetme riski, daha uzun sürme riski, intihar teşebbüsleri, daha ağır zarar ve tedaviye daha az yanıt ile ilişkili bulunmuştur.
Çocuğunuzda Kaygı Bozukluğu Var mı?

Dünyayı keşfetmeye çalışırken yeni şeylerle karşılaştıkça bazı şeyler çocuklar için aslında olduklarından daha karmaşık ve korkutucu hale gelebilir. Çocukluktan ergenliğe geçişte, birçok yeni zorluk ve fırsat ortaya çıkmaktadır. Özellikle çeşitli değişimlerin yaşandığı ergenlik dönemi; çocuğunuz için yoğun strese maruz kaldığı ve bazı kaygıları yoğun deneyimlediği bir dönem olabilir. Ancak iki haftadan uzun bir süredir orantısız bir kaygı yaşıyorsa çocuğunuzda Kaygı Bozukluğu olmasından şüphelenebilirsiniz.

Çocuğunuz

  • Kendini çoğu zaman gergin ve huzursuz hissediyorsa,
  • Kaygıyı durduramayacak ya da kontrol edemeyecek gibi hissediyorsa,
  • Eleştiriye karşı çok hassassa ve sosyal durumlarda rahatsızlık hissediyorsa,
  • Neredeyse her zaman her şeyin en kötüsünün gerçekleşmesini bekliyorsa,
  • Durumla orantısız derecede yoğun bir korku hissediyorsa,
  • Zor ya da yeni durumlardan kaçınıyorsa,
  • Çekingen ya da utangaç davranıyorsa, sosyal etkileşimden kaçınıyorsa,
  • Zihninden uzaklaştıramadığı saplantılı düşüncelere sahipse,
  • Belirli ritüel davranışları yapmaktan kendini alamıyorsa,
  • Normalden daha sık tuvalete gidiyorsa,
  • Uyku problemleri yaşıyorsa ya da tek başına uyumaktan korkuyorsa,
  • Odaklanmakta sorun yaşıyorsa,
  • Çoğunlukla unutkan ya da dikkatsiz görünüyorsa,
  • Yapması gerekenleri yapmaya başlayamıyor ya da bunları tamamlayamıyorsa

çocuğunuzda Kaygı Bozukluğu olabilir. Ayrıntılı değerlendirme için bir psikologa, psikolojik danışmana ya da psikiyatriste başvurun ve ebeveyn olarak yapabilecekleriniz hakkında bilgi edinin.

Kaygı Bozukluğu Nasıl Tedavi Edilir?

Nasıl hissettiği hakkında konuşmak çocuğunuz için zor olabilir. Çocuğunuz sizin onu anlamayacağınızdan, yargılayacağınızdan ya da onu güçsüz ve zayıf göreceğinizden korkabilir. Kaygı Bozukluğu çoğunlukla kendiliğinden geçmez ve yetişkinlikte de devam eder; bu nedenle çocuğunuzla konuşup onu anlamaya çalışmanız ve profesyonel yardım almanız oldukça önemlidir. Çocuğunuz için tedavi seçenekleri bulmanız çocuğunuza onunla ilgilendiğinizi ve yalnız olmadığını hissettirir. Uygun bir tedaviyle çocuğunuz kaygı bozukluğu belirtilerini kontrol etmeyi öğrenebilir ve sağlıklı bir gelişim dönemi geçirebilir. Tedaviye mümkün olduğunca erken başlamak başarılı bir sonuç almakta etkilidir. Genellikle ilk tercih olmasa da bazı durumlarda Kaygı Bozukluğu tedavisinde ilaç kullanımı gerekebilir.

Bilişsel Davranışçı Terapi; Kaygı Bozukluklarının tedavisinde önerilen ve çocuklarda etkisi araştırmalara kanıtlanmış bir yaklaşımdır. Bilişsel Davranışçı Terapi gören çocuklarda tedaviye yanıt alma oranı yaklaşık %80’dir ve tedavinin kazanımları gelecekte de devam etmektedir. Bilişsel Davranışçı Terapi, çocuklara kaygılarına meydan okumalarını öğretir ve durumları daha gerçekçi değerlendirmeleri için çocukları teşvik eder. Çocuklar genellikle 4. seanstan itibaren tedaviye cevap vermeye başlarlar ve tedavi yaklaşık 6 ay kadar sürer.

Çocuğunuzun Kaygı Bozukluğu ile başa çıkabilmesine yardımcı olmak için evde yapabileceklerinizden bazıları şunlar:

  • Çocuğunuzun hislerine önem verin
  • Çocuğunuzun kaygılarını paylaşabilmesi için alan yaratın
  • Çocuğunuzla konuşun, onu dinleyin ve anlamaya çalışın
  • Çocuğunuzun kaygılarını küçümsemeyin, çocuğunuzu yargılamayın
  • Çocuğunuza “korkulacak bir şey yok” güvencesi vermekten vazgeçin
  • Çocuğunuz bir durum ya da olay karşısında kaygılandığında siz sakin kalın
  • Çocuğunuza model olun, kaçınmacı davranışlardan uzak durun
  • Çocuğunuzu korkularıyla yüzleşmesi için cesaretlendirin
  • Çocuğunuza mükemmel olmak zorunda olmadığını hatırlatın
  • Çocuğunuzun küçük başarılarını fark edin ve bunları övün
  • Çocuğunuzun cesur hareketlerini ödüllendirin
  • Çocuğunuzun hatalarını ya da ilerleme gösterememesini cezalandırmayın
  • Çocuğunuza hisleri hakkında “Bu sınav hakkında kaygılanıyor musun?” gibi yönlendirici sorular yerine “Bu sınavla ilgili ne hissediyorsun?” gibi açık uçlu sorular sorun
  • Çocuğunuzun dinlenebileceği aktiviteler için imkan yaratın
  • Çocuğunuzu bisiklete binmek, yüzmek, yürüyüş yapmak gibi fiziksel aktivitelere teşvik edin
  • Çocuğunuzla birlikte kaygı hakkında kitaplar okuyun ve bunlar üzerine sohbet edin
  • Çocuğunuzla birlikte sakinleşme egzersizleri yapın
  • Çocuğunuzun tedavisi için bir psikolog ya da psikiyatristten yardım alın
  • Çocuğunuzdan asla vazgeçmeyin

kaynak :elikapsikoloji.com

Yayınlanma: 27.07.2024 14:29

Son Güncelleme: 16.08.2024 17:30

Psikolog

Hidayet

ÇALIŞKAN

Psikolog

(*)(*)(*)(*)(*)

Uzmanlıklar:

İlişki / Evlilik Problemleri , Çocuk ve Ergenlik Dönemi Ruhsal Sorunları , Depresyon ve Mutsuzluk
Online TerapiOnline Ter...
süre 45 dk
ücret 1799
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
Hizmet vermiyor
Bunları da sevebilirsiniz...

Akran Zorbalığını Önlemek

Akran Zorbalığı: Sessiz Çığlıkların Hikayesi ve Çözüm YollarıAkran zorbalığı, günümüzde ne yazık ki birçok çocuğun ve gencin karşı karşıya kaldığı, fiziksel, sözel ya da psikolojik şiddet içeren bir davranış biçimidir. Genellikle okul çağında ortaya çıkan bu sorun, sadece mağdur olan bireyleri değil, tüm okul ve sosyal çevreyi etkileyen ciddi bir problemdir. Akran zorbalığını anlamak, yaygın görüldüğü yerleri belirlemek ve etkin şekilde önlemek, toplum olarak hepimize düşen önemli bir sorumluluktur.Akran Zorbalığı Nedir?Akran zorbalığı, bir bireyin yaşıtları tarafından sürekli olarak fiziksel, sözel, duygusal ya da siber yollarla tacize uğraması durumudur. Bu zorbalık türü; itme, vurma gibi fiziksel davranışları içerebildiği gibi, alay etme, lakap takma, dışlama ya da sosyal medyada küçük düşürme gibi psikolojik boyutlara da sahiptir. Özellikle tekrarlayan bir biçimde yaşanması ve mağdurun kendisini savunamayacak durumda olması, bu davranışları "zorbalık" olarak tanımlar.Akran Zorbalığı Nerelerde Görülür?Akran zorbalığı en sık olarak okul ortamlarında görülür. İlkokuldan lise yıllarına kadar öğrencilerin bir arada vakit geçirdiği sınıflar, koridorlar, tuvaletler, okul bahçeleri gibi alanlar, zorbalığın yaşandığı başlıca mekanlardır. Ancak bu durum yalnızca fiziksel mekânlarla sınırlı değildir. Günümüzde teknolojinin gelişmesiyle birlikte siber zorbalık da yaygın hale gelmiştir. Sosyal medya platformlarında, mesajlaşma uygulamalarında veya oyun platformlarında da zorbalık kolaylıkla gerçekleşebilmektedir.Ev ortamında ya da okul dışındaki sosyal alanlarda (örneğin spor kulüpleri, yaz kampları) da akran zorbalığı görülebilir. Bazı durumlarda öğretmenlerin, eğitmenlerin ya da diğer yetişkinlerin gözü önünde bile gerçekleşebilir, fakat çoğunlukla bu davranışlar gizli olarak yapılır ve fark edilmesi güç olabilir.Zorbalığın Birey Üzerindeki EtkileriAkran zorbalığına maruz kalan bireylerde ciddi psikolojik sorunlar ortaya çıkabilir. Kaygı, depresyon, özgüven kaybı, akademik başarıda düşüş, sosyal izolasyon, hatta intihar düşünceleri gibi ağır sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle zorbalığın sadece “çocukça bir şaka” ya da “büyüyünce geçer” şeklinde hafife alınmaması gerekir. Zorbalık, erken yaşta önlem alınmazsa, bireyin tüm hayatını etkileyen bir travmaya dönüşebilir.Akran Zorbalığını Önlemek İçin Neler Yapılabilir?1. Farkındalık Eğitimleri:Okullarda öğrencilere, öğretmenlere ve velilere yönelik akran zorbalığı hakkında bilgilendirici seminerler düzenlenmelidir. Öğrenciler, zorbalığın ne olduğu, etkileri ve nasıl müdahale edileceği konusunda eğitilmelidir. Farkındalık yaratmak, ilk adımdır.2. Açık İletişim Ortamı:Öğrencilerin kendilerini ifade edebilecekleri güvenli bir iletişim ortamı oluşturulmalıdır. Rehber öğretmenler ve okul psikologları, öğrencilerin yaşadıkları problemleri çekinmeden anlatabilecekleri kişiler haline gelmelidir. Aynı zamanda öğrencilere “yardım istemenin bir zayıflık değil, cesaret” olduğu öğretilmelidir.3. Zorbalık Karşıtı Politikalar:Okullarda zorbalıkla ilgili net kurallar ve yaptırımlar içeren bir politika oluşturulmalıdır. Bu kurallar hem öğrencilere hem velilere açık bir şekilde aktarılmalı ve herkes tarafından benimsenmelidir. Bu politikalar, yalnızca ceza vermeye değil, zorbalığı önlemeye ve zorba öğrencilerin de eğitilmesine yönelik olmalıdır.4. Empati ve Sosyal Beceri Eğitimi:Öğrencilerin empati kurma yeteneklerini geliştirecek drama, hikâye anlatımı ve takım oyunları gibi aktivitelerle sosyal becerileri desteklenmelidir. Empati kurabilen bireyler, başkasına zarar vermekten kaçınır. Ayrıca iletişim becerileri güçlü olan öğrenciler, zorbalık karşısında daha bilinçli tepkiler verebilirler.5. Ailelerin Rolü:Aileler, çocuklarının davranışlarını gözlemlemeli ve herhangi bir davranış değişikliği fark ettiklerinde bunu dikkate almalıdır. Çocukların evde kendilerini güvende ve anlaşılmış hissetmeleri, dışarıda yaşadıkları sorunları daha kolay paylaşmalarını sağlar. Ailelerin çocuklarıyla düzenli ve kaliteli vakit geçirmeleri, duygusal bağları güçlendirir.6. Siber Zorbalığa Karşı Önlem:Aileler ve öğretmenler, çocukların internet kullanımını denetlemeli, sosyal medyada maruz kalabilecekleri riskler hakkında onları bilinçlendirmelidir. Ayrıca dijital platformlarda karşılaşılan zorbalıkların nasıl rapor edileceği öğretilmelidir. Çocuklara dijital vatandaşlık eğitimi verilerek, interneti güvenli kullanmaları sağlanabilir.7. Pozitif Davranışları Teşvik Etmek:Zorbalıkla mücadele sadece kötü davranışları engellemekle kalmamalı, aynı zamanda olumlu sosyal davranışları da desteklemelidir. Yardımseverlik, iş birliği, destekleyici arkadaşlık gibi davranışlar ödüllendirilmeli; olumlu modeller sınıf içinde görünür kılınmalıdır. Bu, öğrenciler arasında sağlıklı ilişkilerin gelişmesini destekler.8.Öğretmenlerin Rolü Neden Önemlidir?Akran zorbalığını önlemede öğretmenlerin rolü kritik öneme sahiptir. Öğretmenler, öğrenciler arasındaki ilişkileri en yakından gözlemleyen ve ilk müdahaleyi yapabilecek kişiler olarak sürecin merkezindedir. Sınıf içinde güvenli bir ortam oluşturmak, öğrenciler arasında saygıya dayalı ilişkilerin gelişmesini sağlamak öğretmenlerin aktif çabalarıyla mümkün olabilir. Aynı zamanda zorbalık olaylarına karşı “sıfır tolerans” politikası uygulamaları ve tüm öğrencileri kapsayan olumlu davranış modelleri geliştirmeleri gerekir. Zorbalıkla ilgili olaylarda tarafsız ve duyarlı bir yaklaşım sergileyen öğretmenler, hem mağdurların hem tanık olan öğrencilerin sesini duyurmasında köprü görevi görebilir. Öğretmenlerin düzenli hizmet içi eğitimlerle desteklenmesi, onları bu alanda daha donanımlı hale getirir. Böylece eğitim ortamları yalnızca akademik değil, aynı zamanda duygusal açıdan da güvenli alanlara dönüşebilirAyrıca okul yönetimlerinin zorbalıkla ilgili olayları örtbas etmeden, şeffaflıkla ele alması önemlidir. Bu, hem öğrencilerin hem velilerin güvenini artırır. Okullarda öğrenci katılımını destekleyen zorbalık karşıtı öğrenci kulüpleri veya gönüllü destek grupları oluşturulması da sürece olumlu katkı sağlar. Öğrencilerin okul ortamında kendilerini daha güvende ve bağlı hissetmelerini vurgular.SonuçAkran zorbalığı, sadece mağduru değil, tanık olan bireyleri ve tüm okul iklimini olumsuz etkileyen ciddi bir sorundur. Bu nedenle bireysel değil, toplumsal bir mesele olarak ele alınmalı ve çözüm için iş birliği yapılmalıdır. Okullar, aileler ve toplum olarak farkındalıkla ve bilinçle hareket ettiğimizde, daha sağlıklı ve güvenli bir nesil yetiştirmek mümkündür. Unutmayalım: Sessiz kalmak, zorbalığı onaylamaktır. Hep birlikte ses olalım, çocuklarımızın yanında duralım ve onları dinleyelim. Çünkü bir çocuğun yalnız olmadığını bilmesi, bir ömrü kurtarabilir.

Barış AYTAÇ 28.05.2025

Dijital Dünya ve Etkileri

Bilgisayarlar, akıllı telefonlar ve tabletler artık hayatımızın bir parçası olarak sürekli elimizin altında. İletişim kurmaktan eğlenmeye, çalışmaktan öğrenmeye kadar birçok alanda kullandığımız bu teknolojik cihazlar, bize fayda sağladığı kadar zarar da vermektedir. Sağladığı avantajlar çok büyük önem taşırken, bizler için yarattığı risk de görmezden gelinmemelidir. Çağımızın yeni ve giderek ciddileşen problemi: ekran ve teknoloji bağımlılığı.Ekran Bağımlılığı Nedir?Ekran bağımlılığı, dijital cihazların aşırı ve kontrolsüz kullanımı olarak tanımlanır. Telefona bakmadan birkaç saat geçirmek zor ve huzursuz ediciyse, sürekli sosyal medya bildirimleri kontrol ediliyorsa veya ekran süresi gerçek hayattaki sorumlulukların önüne geçiyorsa; bu durum bir alışkanlıktan çıkarak bağımlılık halini almış olabilir. Özellikle çocuk ve gençlerde görülen "internet oyun bozukluğu" , dijital bağımlılığın bilimsel olarak tanımlanmış bir versiyonudur.Teknoloji Hayatımızı Nasıl Ele Geçiriyor?Elimizin altında kolay ulaşılabilir olan teknoloji, birçok açıdan dikkatimizi çeker vaziyette. Uygulamalardan gelen bildirimler, yapılan araştırmalarda beynin dopamin salgılamasını tetiklemektedir. Bu da kişilerin sıklıkla telefonlarını kontrol etmelerini istemesine yol açmaktadır. Sosyal medyada sunulan sonsuz içerik akışı, dikkat tuzağı olarak kullanıcıyı ekrana kilitlemeyi amaçlar. Bunlara ek olarak uygulamalarda kazanılan rozet ve puan gibi ödüller, kullanıcıların uygulamalarda daha fazla vakit geçirmelerine neden olur. Kimler, Nasıl Etkileniyor?Her olay her bireyi farklı şekillerde etkileyebildiği gibi, ekran ve ekran bağımlılığı da benzer şekilde farklı yaş gruplarını farklı şekillerde etkileyebilir. Çocukların ve ergenlerin beyinleri gelişim aşamasında olduğundan, fazla ekrana maruz kaldıklarında beyinleri teknoloji ile biçimlenmektedir. Uzun süre ekranda vakit geçirilmesi çocuklarda dikkat eksikliği, hiperaktivite, sosyal izolasyon ve hatta agresif davranışlar görülmesine yol açabilir. Bunlara ek olarak öğrenme güçlükleri, dil gelişim problemleri ve hayal gücünde azalma durumları da gözlemlenebilir.Yetişkinlik döneminde ekran kullanımı, çoğunlukla iş gereci zorunlu olmaktadır. İş sebebiyle kullanım, kişisel kullanıma eklenince ekranda geçirilen süre bir hayli artmaktadır. Bunların hepsinin bir arada gerçekleşmesi de bağımlığı pekiştirmektedir. Bu yaş grubunda da ekran bağımlılığı, sosyal problemlere, ilişkilerde sorunlara ve yalnızlık duygusunun artmasına yol açabilir.Yaşlılar, teknolojiyi yeni keşfetme motivasyonu ile genellikle yalnızlıklarını giderme veya sosyalleşme ihtiyaçlarını karşılamak istemektedirler. Ancak teknolojinin fazla kullanımı yaşlılık dönemindeki kişilerde fiziksel hareketsizlik ve çeşitli fiziksel sorunlara yol açabilir. Günümüzde dijital dolandırıcılık ve bilgi kirliliği gibi risklere de en açık olanlar yaşlılardır. Belirtiler: Ekran Bağımlısı Olup Olmadığınızı Gösteren İşaretlerSabah uyandığınız anda telefon, tablet ya da bilgisayarı alıp kontrol etmek, ekran süresini sınırlamamak veya sınırlayamamak, sosyal bir ortamda bile teknolojik cihazları ve bildirimleri kontrol etmek istemek, teknolojik aletlerin yokluğunda boşluk hissi ve huzursuz olmak, günlük görevleri aksatacak şekilde sosyal medyada zaman geçirmek ve teknolojik aletleri kullanırken zamanın nasıl geçtiğini fark etmemek ekran bağımlılığının göstergelerindendir.Ekran Bağımlılığının Zihinsel ve Fiziksel EtkileriEkran başında sürekli uyarılma halindeki beyin yorulur ve karar verme becerisinde düşüş meydana gelir. Dijital ekranlar görme problemlerine ve göz kuruluğuna neden olur, baş ağrısı ve bulanık görmeye sebep olabilir. Masa başında geçirilen uzun saatler, kambur duruşla, sırt ve boyun ağrılarıyla sonuçlanabilir. Sosyal medyada ve dijital dünyada geçirilen sürenin artması, gerçek dünya etkileşimlerin azalmasına, yalnızlığa, asosyalliğe yol açabilirken kaygı düzeyini artırabilir. Sosyal medyada görülen idealize edilen hayatlar, kişilerde özgüven düşürerek mutsuzluğa ve depresyona yol açabilir.Ekran Süresini Azaltmak İçin Pratik Öneriler1.Zaman Bloklama Tekniği kullanın.Ekran süresinin kısıtlanması birçok açıdan faydalı olabilir. Ekran kullanılması gereken saatleri ya da ekranın kullanılmayacağı süreleri belirlemek, sosyal ve işlevsel olarak kişiye fayda sağlar. Buna ek olarak ekran süresinin kısıtlanması da önemlidir.2. Bildirimleri KapatınUygulama bildirimlerini kapatmak, gereksiz bildirimlerden kaçınmaya ve ekranı gerekmedikçe kullanmamaya yardımcı olur. 3. Cihazsız Alanlar BelirleyinYatak odası, yemek masası gibi bazı alanlarda telefon kullanılmaması faydalı bir alışkanlık olacaktır.4. "Gerçek Dünya"ya DönüşSosyal etkinliklere, doğa yürüyüşlerine, hobilere, arkadaşlara daha fazla zaman ayırmak, ekran süresini doğal olarak azaltarak sosyalleşmeyi de beraberinde getirir.Neden Bu Kadar Kolay Bağımlı Oluyoruz?Ekran bağımlılığı; psikolojik, sosyal ve biyolojik değişkenlerin birleşimiyle oluşan bir bağımlılık biçimidir. Bu bağımlılığın başlıca nedenleri şu şekilde sıralanabilir:Ödül Sistemi: Her bildirim bizi mutlu eder, dopamin salgılatır ve bu da ödül alma hissi uyandırır.Kaçış Mekanizması: Gerçek hayatımızdaki zorluklardan, sorumluluklarımızdan veya yalnızlık hissimizden kaçmak için ekranlara yönelmiş olabiliriz.Toplumsal Baskı: Özellikle gençler arasında sosyal medya kullanımı bir "zorunluluk" olmaktadır. Dışlanmamak, kabul görmek ve beğenilmek için çevrim içi olmak bir sosyal norm haline gelmiştir.Boş Zaman Alışkanlığı: Boş zamanlarımızı geçirdiğimiz sosyal medya, artık hepimiz için alışkanlık konumuna gelmektedir.Bu nedenler, teknoloji kullanımını masum bir araçtan, kişinin günlük yaşamını etkileyen artarak devam eden bir bağımlılığa dönüştürebilmektedir. Ekran Bağımlılığında Psikolojik Destek Ne Zaman Alınmalı? Bazen ekran süresini azaltmak ve işlevsel hayata geri dönmek için bireysel çabalar yetersiz kalabilir. Özellikle bağımlılığın davranışsal ve duygusal etkileri yoğunlaştığında bir uzmandan yardım almak en doğru adımdır.Psikolojik destek alınması gereken durumlar:·Teknolojik cihazlardan uzak kalındığında anksiyete, öfke veya panik duyguları yoğunlaşıyorsa,·Sosyal ilişkilerde ve iş/okul yaşamında olumsuz değişimler varsa,·Uyku düzeni bozulmuş, fiziksel rahatsızlık belirtileri ortaya çıkmaya başlamışsa,·Gündelik yaşam kalitesinde ve hayat kalitesinde düşüklük varsa,·Ekransız zaman geçirirken boşluk hissediliyorsa,·Ekran bağımlılığı nedeniyle depresif düşünceler veya yalnızlık artıyorsa psikolojik destek alınmalıdır.Eğer ekran karşısında geçirdiğiniz zaman, sizi hayattan uzaklaştırıyor, sosyal ilişkilerinizi zayıflatıyor ve zihinsel sağlığınızı tehdit ediyorsa; artık bir uzmana başvurmanın zamanı gelmiş olabilir. Psikolojik destek almak bir zayıflık değil, bilinçli bir güç göstergesidir. Psikolojik destek alarak teknoloji bağımlılığıyla mücadele etmek ve yaşam kalitesini artırmak mümkündür.Teknolojiden tamamen kopmak ne gerçekçidir ne de gereklidir. Önemli olan, teknolojiyi nasıl kullandığımızdır. Teknolojiyle sağlıklı bir ilişki kurulmalıdır. Doğru sınırlar ve sağlıklı alışkanlıklar ile dijital dünyadan faydalanılabiliriz. Cihazlar bizim hayatımızı kolaylaştırmak için var; hayatımızın merkezi olmak için değil. Bunun farkında olmak gerekir. Peki sizin 24 saatte ekranda geçirdiğiniz vaktin ne kadarı size gerçekten yarar sağladı, sizi geliştirdi?

Pelin BAYIN 26.05.2025

Duygularımız, İçinde Büyüdüğümüz Dünyadan İzler Taşır: Kültürel Bağlam

Duygular, insan deneyiminin temel yapı taşlarından biridir ve bireyin iç dünyasının dış dünyaya tepkisi olarak ortaya çıkar. Ancak, duyguların ne zaman, nasıl ve hangi bağlamda ifade edileceği, büyük ölçüde içinde büyüdüğümüz sosyokültürel ortamla şekillenir. Psikolog Hidayet Çalışkan, bu konuda yaptığı çalışmalarla, duyguların bireysel ve kültürel bağlamda nasıl anlam kazandığını derinlemesine ele almıştır. Bu makale, Psikolog Hidayet Çalışkan’ın duygusal süreçlere dair perspektiflerinden yola çıkarak, kültürel ortamın duygular üzerindeki etkisini bilimsel bir çerçevede incelemektedir.Duyguların Kültürel KökenleriDuygular, biyolojik temellere sahip olsa da, ifade biçimleri ve anlamları kültürel normlarla şekillenir. Psikolog Hidayet Çalışkan, duyguların evrensel bir doğası olduğunu, ancak bu evrenselliğin kültürel bağlamda farklılaşarak bireysel deneyime dönüştüğünü vurgular. Örneğin, bir kültürde sevinç yüksek sesle kutlamalarla ifade edilirken, başka bir kültürde sessiz bir tebessümle sınırlı kalabilir. Bu farklılıklar, bireyin sosyalizasyon süreciyle, yani içinde büyüdüğü aile, toplum ve kültürel değerlerle doğrudan bağlantılıdır. Psikolog Hidayet Çalışkan’a göre, duygusal tepkilerimizin şekillenmesinde çocukluk döneminde maruz kaldığımız kültürel normlar kritik bir rol oynar.Kültürel psikoloji alanında yapılan araştırmalar, duyguların yalnızca bireysel değil, aynı zamanda kolektif bir bağlamda anlam kazandığını gösterir. Örneğin, kolektivist toplumlarda (örneğin, Türkiye gibi), duygusal ifadeler genellikle grup uyumunu destekleyecek şekilde düzenlenirken, bireyci toplumlarda kişisel ifade ön plandadır. Psikolog Hidayet Çalışkan, bu bağlamda, Türk toplumunda duygusal düzenlemenin sıklıkla aile ve topluluk odaklı olduğunu belirtir. Bu, bireyin kendi duygularını ifade etmeden önce çevresindekilerin beklentilerini dikkate almasına neden olabilir.Duygu Düzenleme ve Kültürel EtkilerDuygu düzenleme, bireyin duygularını fark etme, adlandırma ve uygun şekilde ifade etme yeteneğidir. Psikolog Hidayet Çalışkan, duygu düzenlemenin kültürel normlarla şekillendiğini ve bu sürecin psikolojik iyi oluş için kritik olduğunu savunur. Örneğin, bazı kültürlerde öfke gibi negatif duyguların bastırılması teşvik edilirken, diğerlerinde bu duyguların açıkça ifade edilmesi kabul edilebilir. Psikolog Hidayet Çalışkan’ın terapi süreçlerinde vurguladığı gibi, bireyin duygu düzenleme stratejileri, çocuklukta öğrenilen kültürel kalıplarla doğrudan ilişkilidirBilişsel davranışçı terapi (BDT) yaklaşımında, Psikolog Hidayet Çalışkan, bireylerin kültürel bağlamdan gelen otomatik düşünce kalıplarını fark etmelerine yardımcı olur. Örneğin, bir birey, kültürel olarak “ağlamak zayıflıktır” inancıyla büyümüşse, üzüntüsünü ifade etmekte zorlanabilir. Bu durum, duygusal baskılanmaya ve uzun vadede psikolojik sorunlara yol açabilir. Psikolog Hidayet Çalışkan, bu tür kalıpların terapi sürecinde çözümlenmesiyle bireyin daha sağlıklı duygusal ifadeler geliştirebileceğini belirtir.Çocukluk Deneyimleri ve Duygusal ŞekillenmeÇocukluk, duygusal repertuarın oluştuğu kritik bir dönemdir. Psikolog Hidayet Çalışkan, aile dinamiklerinin ve ebeveyn tutumlarının duygusal gelişim üzerindeki etkisine dikkat çeker. Örneğin, bir çocuk, duygularını ifade ettiğinde sürekli eleştiriliyorsa, yetişkinlikte duygularını bastırma eğilimi gösterebilir. Öte yandan, duygusal ifadelerin desteklendiği bir ortamda büyüyen bireyler, daha esnek ve sağlıklı duygu düzenleme stratejileri geliştirir. Psikolog Hidayet Çalışkan’ın klinik gözlemleri, Türk toplumunda aile içi iletişimin genellikle duygusal ifadeleri sınırlayan bir yapıda olduğunu gösterir. Bu, özellikle kaygı ve stres yönetimi üzerinde olumsuz etkiler yaratabilirBağlanma teorisi açısından bakıldığında, Psikolog Hidayet Çalışkan, güvenli bağlanmanın duygusal esneklik ve psikolojik sağlamlık için temel oluşturduğunu vurgular. Güvensiz bağlanma stilleri (kaygılı veya kaçıngan), kültürel normlarla birleştiğinde, bireyin duygusal dünyasını daha karmaşık hale getirebilir. Örneğin, Türk kültüründe sıkça görülen “aYn aile bağları”, bireyin duygusal tepkilerini derinden etkiler. Psikolog Hidayet Çalışkan, bu bağlamda, terapi sürecinde bağlanma örüntülerinin duygusal tepkiler üzerindeki etkisini çözmenin önemine işaret ederPsikoterapide Kültürel DuyarlılıkPsikoterapi, bireyin duygusal dünyasını anlamayı ve dönüştürmeyi amaçlar. Psikolog Hidayet Çalışkan, terapi sürecinde kültürel duyarlılığın önemini vurgular. Her bireyin duygusal deneyimi, kültürel arka planıyla şekillenir; bu nedenle, etkili bir terapi süreci, bu arka planı dikkate almalıdır. Psikolog Hidayet Çalışkan’ın yaklaşımı, bireyin kültürel değerlerini ve aile dinamiklerini anlamayı merkeze alır. Örneğin, bir danışanın “aileye karşı sorumluluk” duygusu, Türk kültüründe güçlü bir şekilde kök salmış olabilir ve bu, terapi sürecinde ele alınması gereken bir faktördür.Psikolog Hidayet Çalışkan, psikodramanın kültürel olarak şekillenmiş duyguların ifade edilmesinde etkili bir yöntem olduğunu belirtir. Psikodrama, bireylerin kültürel normlar nedeniyle bastırılmış duygularını güvenli bir ortamda keşfetmelerine olanak tanır. Bu yöntem, özellikle duygusal ifadelerin kültürel olarak sınırlı olduğu toplumlarda, bireylerin iç dünyalarını anlamalarına yardımcı olurKültürel Normların Psikolojik İyi Oluş Üzerindeki EtkisiPsikolojik iyi oluş, bireyin duygusal dengeyi sürdürebilme yeteneğiyle yakından ilişkilidir. Psikolog Hidayet Çalışkan, kültürel normların psikolojik iyi oluş üzerindeki etkisini vurgularken, bireyin kültürel bağlamdan bağımsız düşünülemeyeceğini ifade eder. Örneğin, Türk toplumunda “elalem ne der” kaygısı, bireyin duygusal tepkilerini bastırmasına ve psikolojik stres yaşamasına neden olabilir. Psikolog Hidayet Çalışkan, bu tür kültürel baskıların terapi sürecinde ele alınması gerektiğini savunur.Araştırmalar, kültürel normların duygusal düzenleme stratejilerini etkilediğini göstermektedir. Örneğin, Gross ve John (2003) tarafından yapılan bir çalışma, kültürlerin duygu düzenleme stratejilerini şekillendirdiğini ve bu stratejilerin psikolojik iyi oluşla doğrudan ilişkili olduğunu ortaya koymuştur. Psikolog Hidayet Çalışkan, bu bulguları destekleyerek, bireyin kültürel bağlamını anlamadan etkili bir terapi sürecinin mümkün olmadığını belirtir.Duygularımız, içinde büyüdüğümüz dünyadan izler taşır. Psikolog Hidayet Çalışkan’ın çalışmaları, bu izlerin duygusal deneyimlerimizi nasıl şekillendirdiğini ve psikoterapi sürecinde nasıl ele alınması gerektiğini açıkça ortaya koyar. Kültürel normlar, çocukluk deneyimleri ve aile dinamikleri, duygusal repertuarımızın temelini oluşturur. Psikolog Hidayet Çalışkan’ın kültürel duyarlılığa dayalı terapi yaklaşımı, bireylerin duygusal dünyalarını anlamalarına ve daha sağlıklı duygusal düzenleme stratejileri geliştirmelerine olanak tanır. Bu süreç, bireyin hem kendisiyle hem de çevresiyle daha uyumlu bir ilişki kurmasını sağlar. Duygusal farkındalık ve kültürel bağlamın anlaşılması, psikolojik iyi oluşun temel taşlarıdır.*Kaynakça* Gross, J. J., & John, O. P. (2003). Individual differences in two emotion regulation processes: Implications for affect, relationships, and well-being. Journal of Personality and Social Psychology, 85(2), 348–362. İstanbul Psikodrama Enstitüsü: Psikodrama ve duygu düzenleme üzerine tezler. [](https://www.istpsikodrama.com.tr/tezler)