1. Uzman
  2. Hidayet ÇALIŞKAN
  3. Blog Yazıları
  4. Durduk yere ağlamak: Sürekli ağlama isteği neden olur?

Durduk yere ağlamak: Sürekli ağlama isteği neden olur?

Her yaştan insan için ağlamak, nedeni belirsiz olsa bile duyguları ifade etmenin en doğal ve önemli bir yoludur. Fakat bazı zamanlarda gerçekten nedeni belirsiz olan bir anda ağlamaya başlamak ilginç olabiliyor. Buyurun içeriğimizde bunun nedenlerine göz atalım...

İnsanlar yaşamları boyunca birçok duygu durumunu yaşarlar; örnek verecek olursak bazen neşeli bazen hüzünlü bazen ise öfkeli olabilirler. Bu duyguların yaşanması çok doğaldır ancak bu duygu durumlarının aşırı ya da abartılı olması normal bir durum değildir. Sürekli mutsuzluk ve ağlama hissi birlikte ortaya çıktığında ilk akla gelen durum depresyondur. Depresyonun en belirgin özelliklerinden ikisi sürekli mutsuzluk ve ağlama hissidir ancak başka belirtileri de ortaya çıkmaktadır. Hamilelik gibi bir durumda da hormonlardaki değişiklikler sebebi ile sürekli mutsuzluk be ağlama hissi gibi durumlar ortaya çıkabilir. Bunun yanında regl dönemlerinde de hormonsal değişiklikler ortaya çıktığı için regl dönemi öncesi ya da sonrasında bu duygu durumları yaşanabilmektedir. Bugünkü yazımızda sürekli mutsuzluk ve ağlama hissinin ne olduğuna, nedenlerine, nasıl tedavi edilebileceğine değineceğiz. 

Depresyon Nedir? 

Depresyon bireyin sürekli mutsuzluk ve ağlamak hissiyle beraber ilgi kaybı yaşadığı yaşandığı duygu durum bozukluğu sürecidir. Depresyon majör depresif bozukluk ya da klinik depresyon şeklinde de isimlendirilebilir. Bu durumu yaşayan bireylerin hissettikleri, düşünceleri ve davranışları diğer bireylerden farklıdır ve bu yaşadıkları durumdan dolayı birçok duygusal ya da fiziksel sorun ortaya çıkabilir. Sıradan günlük olarak yaptıkları aktiviteleri yerine getirirken bile sorunlar yaşayabilir, bazı anlarda hayat çekilmez bir hal alabilir. Depresyon yalnızca bireylerin keyifsiz olduğu ya da anlık bir zayıflık durumu değildir. Aynı zamanda depresyon kısa sürede üstesinden geline bilecek kadar basit bir durum değildir.

Ancak depresyon alanında uzman kişilerce belirlenmiş terapi yöntemleri ile mutlaka düzeltilmesi gereken bir sorundur. Bu terapi süreci bazı bireyler için zaman alan bir süreç olabilir. Depresyon durumu ile mücadele eden bireylerin birçoğu düzenli terapiler sonucu kolayca iyileşebilirler. Depresyon durumu genel olarak 20’li ya da 30’lu yaşlarda başlar ama bu sorun her yaş gurubunda ortaya çıkabilmektedir. Erkeklere kıyas ile kadın bireylere daha fazla depresyon teşhisi konulmaktadır. Bu durumun sebebi olarak ise kadınların erkeklere oran ile daha yaygın olarak tıbbi yardım almak istemeleri gösterilebilir. 

Depresyonun Nedenleri Nelerdir? 

Depresyonun nedenlerinin ne olduğu konusu tam olarak bilinmemektedir. Çoğu zihinsel bozukluk gibi birçok sebepten kaynaklanıyor olabilir: 

Depresyon kalıtsal faktörlerden kaynaklanıyor olabilir. Depresyona sebep olabilecek genlerin belirlenmesi için çalışmalar yapılmaya devam etmektedir

Depresyon sorunu yaşayan bireylerin beyinlerinde fiziksel birçok değişiklik yaşandığı gözlemlenmektedir. Bu değişikliklerin ne kadar önemli olduğu hala belirsizliğini korumaktadır. Ancak araştırmalara göre depresyonun sebeplerinin belirlenmesi konusunda yardımcı olacağı düşünülmektedir. 

Hormonsal değişiklikler de depresyon durumunun ortaya çıkmasına sebep olabilir. Hormonsal değişiklikler gebelik ve doğumdan sonraki süreçte, tiroid sorunlarında, menopoz sürecinde ya da bambaşka durumlarda ortaya çıkabilir. 

Diğer Depresyon Nedenleri

Düşük özgüven ya da çok bağımlı olma, aşırı derecede özeleştiri yapma ya da aşırı kötümser olma gibi bazı kişilik özellikleri, fiziksel ya da cinsel istismar, ölüm veya kayıp gibi birçok olaydan sonra, zor ilişkiler ya da parasal sorunlarının, anksiyete bozukluğu, yeme bozuklukları ya da travma sonrası yaşanan stres bozukluğu gibi diğer zihinsel sağlık bozukluklarının varlığı; aşırı alkol, sigara ya da uyuşturucu tüketimi; kanser, felç, kronik ağrı ya da kalp hastalığı dahil olmak üzere ciddi ya da kronik hastalıkların; yüksek tansiyon ilaçları ya da uyku hapları gibi birçok ilacın kullanımı, kişilerde depresyonun yaşanması riskini çok daha fazla artırdığı görülmektedir. 

Depresyon sorunu en kısa sürede tedavi edilmezse çok daha fazla ilerler bu durumda da bireyin hayatının her alanını etkileyen duygusal, davranışsal ya da birçok sağlık sorununa yol açmaktadır. Örneğin, kalp hastalıkları ve diyabete sebep olabilecek aşırı kilo veya obezite, ağrı ya da fiziksel hastalıklar, aşırı alkol ya da uyuşturucu kullanımı, anksiyete, panik bozukluğu ya da sosyal fobi ile beraber aile içerisinde yaşanan çatışmalar, ilişki zorlukları ve iş ortamında ya da okulda yaşanan sorunlar, sosyal izolasyon, intihar düşünceleri, girişimleri ya da intihar, kendini zarar verme ya da sakatlama, erken yaşta ölüm gibi sorunlar ortaya çıkabilir.

Depresyon Durumunun Önüne Nasıl Geçilir? 

Depresyon durumunu önlemenin kesin bir çözümü yoktur. Ancak stresi kontrol altına almak ve benlik saygısını güçlendirmek için adım atmak oldukça önemlidir. Depresyon sorununun ilerleyerek kötüleşmesinin önüne geçebilmeye yardımcı olabilmek amacı ile atılması gereken en büyük adımlardan birisi sorunun en erken belirtilerinin ortaya çıktığı an terapiye başlamaktır. Özellik ile ağır kriz zamanlarında, bireyin sürekli mutsuzluk ve ağlama hissi yaşadığı zorlu anları aşabilmek için aile üyelerine ve arkadaşları ile konuşmak, durumu onlara bildirmek gerekir. Son olarak da belirtilerin ortaya çıkmasını engellemek için uzun süreli bakım terapiler göz önüne alınmalıdır. 

Depresyonun Belirtileri Nelerdir? 

Depresyon sorununun sürekli mutsuzluk ve ağlama hissi gibi belirtileri genel olarak günler ya da haftalar içerisinde ortaya çıkar. Çok sevilen birinin ani ölümü, boşanma, önemli bir ilişkinin bitmesi, işsiz kalma gibi birçok travmatik psikososyal olay sonrasında çabuk bir şekilde gelişen depresyon nöbetleri de ortaya çıkabilmektedir. 

Depresyon döneminin erken belirtileri arasında yaygın bunaltı, panik atakları, yorgunluk, enerji kaybı ve uykusuzluk yer almaktadır. Bu durumların ardından hüzün, sürekli mutsuzluk ve ağlama hissi, neşesizlik, umutsuzluk, karamsarlık, gülememe gibi durumlar ile depresyonun temel belirtisi olan çökkün duygu durumu ortaya çıkar. 

Çökkün duygu durumu, depresyon tanısının konmasını sağlayan bir belirtidir, hasta olan birey her şeyin değersiz, hayatın anlamsız, geleceğin umutsuz olduğundan ve bunların düzelmeyeceğini düşünür ve dile getirir. Dile getirdiği bu normal dışı düşünceler sıradan bir sürekli mutsuzluk ve ağlama hissinden oldukça farklı bir durumdur. 

Çoğu uzman depresyon sorununun genel belirti olarak şu üçlüyü ileri sürmektedir: sürekli mutsuzluk ve ağlama hissi, zihinsel ya da bedensel etkinliklerde azalma, bilişsel inhibisyon yani akıl, hafıza, dikkat, dil, bilgi işlemede gerileme durumu. Depresyon durumundaki psikolojik belirti üçlüsü ise sürekli mutsuzluk, suçluluk ve değersizlik ile seyreden çökkün duygulanım, enerji kaybı ve içsel sıkıntı (anksiyete) olarak tanımlanmaktadır. 

Genel olarak psikiyatriye göre; 

  1. Bir birey her zaman olduğundan daha az üretici ise, 
  2. Hayattan eskiden olduğu kadar zevk alamıyorsa, 
  3. Toplum, olaylar ve eşyalar ile (ev, araba gibi) ilgilenme konusunda yetersiz ya da onlardan uzaklaşma durumu yaşıyorsa yüksek olasılık ile depresyon tanısı konur. 

Depresyon Halinden Nasıl Kurtulunur? 

Depresyon sorunu olan birçok birey terapi görmektedir. Sürekli mutsuzluk ve ağlama hissi olan kişilerin ilk olarak uzman bir psikolog üzerinden online terapi yardımı almak gerekmektedir.

Bunun yanı sıra, depresyonu olan sürekli mutsuzluk ve ağlama hissi yaşayan çoğu insan evden çıkmak istemeyebilir ama aynı zamanda uzman bir psikologdan ya da psikiyatristten yardım alması gerekebilir. Bu zor süreci kolaylaştırmak için direy online terapi yöntemini kullanarak bir uzmandan yardım alabilir. Online Psikolojik Danışmanlık Merkezi‘nden veya Online psikolog hizmetinden yararlanıp profesyonel birinin görüşünü kolayca alabilirsiniz. 

Yayınlanma: 20.11.2023 11:12

Son Güncelleme: 16.08.2024 17:44

Psikolog

Hidayet

ÇALIŞKAN

Psikolog

(*)(*)(*)(*)(*)

Uzmanlıklar:

İlişki / Evlilik Problemleri, Çocuk ve Ergenlik Dönemi Ruhsal Sorunları, Depresyon ve Mutsuzluk
Online TerapiOnline Ter...
süre 45 dk
ücret 2100
Yüz Yüze TerapiY. Yüze Ter..
Hizmet vermiyor
Yapay zeka ile, kişiselleştirilmiş destek:
Menta AI
Yapay zeka ile,
kişiselleştirilmiş destek: Menta AI

Şimdi indir, konuşmaya başla

App Store'dan İndirGoogle Play'den İndir
Bunları da sevebilirsiniz...

Kaygı mı, Yoksa Kontrol İhtiyacı mı?

Zihnimiz çoğu zaman sessiz değildir. Gün içinde belki farkında bile olmadan, “Ya böyle olursa?”, “Ya işler ters giderse?”, “Ya kontrolü kaybedersem?” gibi düşünceler zihnimizin içinde dönüp durur. Bu düşünceler genellikle kaygı olarak adlandırılır. Ancak çoğu zaman kaygının kalbinde bambaşka bir duygu yatar: kontrol etme isteği.Psikoloji literatürüne göre kaygı, insanın olası tehditlere karşı uyarı sistemidir (Beck, 2011). Yani yaşamın doğal bir parçasıdır; bir tehlike anında bizi harekete geçirir. Ancak bazen bu sistem, gerçek bir tehlike yokken de devreye girer. Zihin, olasılıklar üzerinden çalışmaya başlar: “Ya hata yaparsam?” veya “Ya beklenmedik bir şey olursa?” gibi düşünceler, kaygının yakıtıdır.Bu noktada kaygı, işlevsel olmaktan çıkar ve kontrol etme ihtiyacını tetikler. Çünkü insan zihni belirsizliği sevmez. Bilinmeyen karşısında kendini güvende hissetmekte zorlanır. Bu yüzden kontrol etmek, zihnin güvenlik stratejilerinden biridir (APA, 2023). “Hazırlıklı olmalıyım, her şeyi önceden bilmeliyim” diye düşünürüz. Ancak bu çaba, hayatın doğal akışına direnç gösterdiğimiz anlamına gelir.Zihin, bir yandan huzur bulmak isterken diğer yandan tetikte kalır. “Ya yanlış karar verirsem?”, “Ya kötü bir şey olursa?” gibi düşünceler, kişiyi geleceğe hapseder. Bu durum kontrol kaybı korkusu dediğimiz içsel bir sıkışmaya yol açar. Aslında kişi kontrolü kaybetmez; ama kaybetme ihtimali bile kaygıyı artırır.Zamanla bu döngü, bedende de kendini göstermeye başlar. Kalp çarpıntısı, mide ağrısı, kas gerginliği ya da nefes darlığı gibi belirtiler ortaya çıkabilir. Çünkü kaygı sadece zihinde yaşanmaz; beden de bu duygusal yükü taşır. Kontrol etmeye çalıştıkça, bedensel sıkışma hissi artar.Burada fark etmemiz gereken temel şey şudur:Kaygı çoğu zaman “tehlike” ile değil, “belirsizlik” ile ilgilidir.Gerçek bir tehdit olmasa bile, belirsizlikte güvende hissedememek zihni yorar.Kontrol ihtiyacı, çoğu zaman geçmiş deneyimlerden beslenir. Belki çocuklukta güvende hissetmediğimiz bir ortamda büyümüşüzdür. Belki de her şeyi kontrol etmek zorunda kaldığımız dönemlerde “kontrol bende olursa huzurlu olurum” diye öğrenmişizdir. Bu düşünce bir dönem işe yaramış olabilir. Ancak yetişkinlikte aynı strateji, kaygının kaynağı haline gelir.Bu noktada yapılabilecek en önemli şey, kendine anlayışla yaklaşmaktır. Zihnin seni kontrol etmeye itmesinin altında kötü bir niyet yoktur; aslında seni korumaya çalışan bir parça vardır. Ancak bu parça zamanla aşırı koruyucu hale gelmiştir.Zihninin seni yönlendirdiği anlarda ona savaş açmak yerine gözlemci olmayı dene.“Şu anda gerçekten tehlikede miyim, yoksa sadece kontrol edemediğim için huzursuz mu hissediyorum?” diye sormak bile döngüyü kırar.Bir başka adım ise belirsizliği kabul etmeyi öğrenmektir.Bu, insan doğasına zıt gibi görünse de aslında özgürlüğün anahtarıdır. Küçük şeyleri akışına bırakmak, büyük değişimlerin başlangıcı olabilir. “Bakalım ne olacak?” diyebilmek, zihnin üzerindeki baskıyı hafifletir.Zihni tamamen susturmak ya da kontrol ihtiyacını kökten yok etmek gerekmez. Ama onunla sağlıklı bir ilişki kurmak mümkündür.Kendine şu cümleyi hatırlatabilirsin: “Kontrolü kaybetmek, her şeyi kaybetmek değildir. Bazen akışa güvenmek de bir güç göstergesidir.”Kaygının tamamen ortadan kalkması gerekmez. Çünkü kaygı, doğru yönetildiğinde yol göstericidir. Bizi hazırlıklı kılar, bazen sınırlarımızı fark etmemizi sağlar. Ancak kaygının direksiyona geçmesine izin vermek, yaşam kalitemizi düşürür.Bu yüzden kontrol ihtiyacını bastırmak yerine onunla iletişim kurmak önemlidir.Zihninin “her şeyi ben halletmeliyim” diyen kısmına şefkatle yaklaş: “Evet, beni korumaya çalışıyorsun, farkındayım. Ama artık her şeyi ben çözmek zorunda değilim.”Bu içsel diyalog, hem kaygıyı yumuşatır hem de güven hissini güçlendirir.Çünkü kontrolün altında her zaman bir güven ihtiyacı yatar. Kendine ve yaşama duyulan güven arttıkça, kontrol etme isteği azalır.Unutma; hayatın tümünü kontrol etmek mümkün değildir. Ama kendi içsel tutumunu şekillendirmek senin elindedir.Ve bazen en büyük kontrol, kontrol etmeyi bırakabilme cesaretinde gizlidir.Zihnimiz bazen bizi korumak isterken farkında olmadan sınırlar. “Kontrol etmezsem bir şeyler kötü gider” düşüncesi, bir süre sonra içsel baskıya dönüşür. Oysa kontrolü gevşetmek, her şeyi boş vermek değil; yaşamın kendi ritmine güvenmeyi öğrenmektir.Her insanın kontrol ihtiyacı farklı bir hikâyeden gelir. Kimi geçmişte belirsizlik yaşadığı için, kimi güvensizlikle baş etmek için kontrolü elinde tutmak ister. Bu yüzden kaygıyla baş etmek, aslında geçmişte öğrendiğimiz bir korkuyla şimdi barışmaktır.Ve belki de en güzel farkındalık şudur:Kaygıyı yönetmek, onu susturmak değil onunla yaşamayı öğrenmektir. Çünkü zihin sakinleştiğinde, içimizde hep var olan o güven hissi kendiliğinden ortaya çıkar. Zihinsel süreçler üzerine yapılan araştırmalar, kontrol ihtiyacının yalnızca kişisel bir özellik değil, aynı zamanda öğrenilmiş bir baş etme biçimi olduğunu gösteriyor (APA, 2023). Yani kişi aslında kendini korumak için kontrol etmeye çalışıyor. Ancak bu strateji uzun vadede işe yaramıyor; çünkü sürekli tetikte kalmak sinir sistemini yoran bir döngüye dönüşüyor.Özellikle mükemmeliyetçi eğilimleri olan bireylerde bu durum daha belirgin olur. “Her şeyi doğru yapmalıyım.” düşüncesi, bir süre sonra içsel bir zorunluluğa dönüşür. Bu noktada kişi, hata yapma ihtimaline değil, hata yapma düşüncesine bile tahammül edemez hale gelir. Oysa hata, öğrenmenin doğal bir parçasıdır. Hataları tolere etmeyi öğrenmek, kaygının azalmasında güçlü bir adımdır.Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) yaklaşımlarına göre (Beck, 2011), kaygıyı azaltmanın yolu düşünceleri bastırmak değil, onları yeniden değerlendirmektir. “Ya kontrolü kaybedersem?” düşüncesini fark ettiğinde, onun yerine “Kontrolü tamamen elimde tutmasam da birçok şey yolunda gidebilir.” düşüncesini koymak bile zihinde yeni bir denge yaratır.Bu farkındalıkla hareket etmek, kişinin kendi yaşamına daha esnek bir bakışla yaklaşmasını sağlar. Çünkü esneklik, psikolojik dayanıklılığın en güçlü göstergelerinden biridir. Hayatın akışına güvenmeyi öğrenmek, yalnızca kaygıyı değil, aynı zamanda ilişkilerdeki gerginliği de azaltır.KaynakçaAmerican Psychological Association (APA). (2023). Understanding Anxiety and Control.Beck, A. T. (2011). Cognitive Therapy of Anxiety Disorders.Türk Psikologlar Derneği (2022). Ruh Sağlığı ve Psikolojik Destek İlkeleri.
Beyza TOSUN 06.11.2025

🧠 Düşünce Hataları: Zihnimizin Bize Oynadığı Küçük Oyunlar

Bazen bir olay yaşarız, ardından zihnimiz hızla yorum yapmaya başlar:“Beceremedim.”“Kesin bana kızdı.”“Zaten her şey hep benim yüzümden oluyor.”Bu cümleler o kadar tanıdık gelir ki, sanki bir gerçekmiş gibi kabul ederiz. Oysa çoğu zaman bu düşünceler, zihnimizin çarpıttığı hikâyelerdir. İşte bu çarpıtmalar, psikolojide “bilişsel çarpıtmalar” ya da “düşünce hataları” olarak adlandırılır. Gerçeği tam olarak yansıtmazlar, duygularımızı yoğunlaştırır, davranışlarımızı da etkilerler. Bu yazıda en yaygın düşünce hatalarına örneklerle değinip, her biri için nasıl farkındalık geliştirebileceğinizi birlikte inceleyeceğiz.1. FelaketleştirmeKüçük bir olayı en kötü senaryoya dönüştürmek. Bir sınavda beklediğin notu alamadığında “Kesin başarısızım, bir daha toparlayamam” demek,patronun mailine cevap vermediğinde “Beni beğenmedi, yakında işten çıkaracak” diye düşünmek… Felaketleştirme, zihnin “en kötü ihtimale” odaklanmasıdır.Nasıl Ele Alabilirsin:Dur ve kendine sor: “Gerçekten en kötü ihtimal bu mu, yoksa bir varsayım mı?”En kötü senaryoyu düşün, sonra “Bu olursa ne yapabilirim?” diye ekle. Bu, kontrol hissini geri kazandırır.“Şu anda elimde ne var, ne biliyorum?” diyerek mevcut veriye dön.Felaketleştirme, geleceği tahmin etmeye çalışmanın bir yoludur ama çoğu zaman gerçeklerle ilgisi yoktur.Zihin seni korumak ister, ama bunu abartılı senaryolarla yapar.2. Zihin OkumaKarşımızdakinin ne düşündüğünü bilmeden varsaymak. Arkadaşın sana kısa mesaj attı diye “Kesin bana kırıldı.” Toplantıda biri sessiz kaldı diye “Yetersiz buldu herhalde.” Zihin okuma, karşıdaki kişinin niyetini ya da düşüncesini kendi korkularımızla doldurmaktır. Bu düşünce biçimi, ilişkilerde yanlış anlamaları ve mesafeyi artırır.Nasıl Ele Alabilirsin:“Gerçekten bunu biliyor muyum, yoksa tahmin mi ediyorum?” diye sor.Eğer emin değilsen, açık iletişim kur: “Biraz sessizsin, bir şey mi var?”Hatırla: Sessizlik her zaman olumsuzluk anlamına gelmez.Zihin okumayı bırakmak, hem ilişkilerde hem içsel huzurda fark edilir bir rahatlama sağlar.3. Ya Hep Ya Hiç (Siyah-Beyaz) DüşünmeHer şeyi uçlarda görmek: “Ya mükemmelim, ya başarısız.”Bu düşünce biçimi özellikle mükemmeliyetçi kişilerde sık görülür.Bir proje yüzde 95 iyi gittiğinde bile o eksik yüzde 5’e takılmak, bir hata yaptı diye kendini tamamen yetersiz hissetmek…Nasıl Ele Alabilirsin:Hayatı “gri alanlar” üzerinden düşünmeyi dene: her şey mükemmel olmak zorunda değil.“Tam olarak doğru olmasa da, yine de iyi bir iş çıkardım.” gibi dengeli cümleler kur.Mükemmel yerine “yeterince iyi” olmayı hedefle.Zihin ya 0 ya 100 görmek ister ama yaşam 50 ton griden oluşur.4. Aşırı GenellemeBir olumsuz deneyimi tüm geleceğe yaymak. “Bir ilişkide incindim, bir daha kimseye güvenmem.” “Bu sınavdan kaldım, demek ki hiçbir şeyi başaramam.” Bir olaydan genelleme yapmak, zihnin “geçmiş = gelecek” varsayımına inanmasıdır. Oysa her yeni durum, yeni bir ihtimaldir.Nasıl Ele Alabilirsin:“Bu hep böyle mi oldu, yoksa sadece bu sefer mi?” diye sor.Geçmişte benzer durumları nasıl farklı yaşadığını hatırla.Her deneyimin seni biraz daha güçlendirdiğini fark et.Bir başarısızlık tüm kimliğini tanımlamaz. Sadece bir andır, bir sonuç değil.5. KişiselleştirmeOlan her şeyin sorumluluğunu kendi üstüne almak. Arkadaşın keyifsizse “Kesin ben bir şey yaptım.” Toplantıda biri suratsızsa “Benim sunumum kötüydü.” Kişiselleştirme, başkalarının duygularını kendi davranışlarınla ilişkilendirmektir. Ancak insanların ruh hâllerini belirleyen sayısız faktör vardır — ve çoğu seninle ilgili değildir.Nasıl Ele Alabilirsin:“Bu durum gerçekten benimle mi ilgili?” diye kendine sor.Alternatif açıklamalar düşün: “Belki o da zor bir gün geçiriyordur.”Sınır koymayı öğren: Başkasının duygusu, senin sorumluluğun değildir.Empati değerli ama aşırı sorumluluk duygusu yıpratıcıdır.6. Olumluyu Görmezden Gelmeİyi olanları yok saymak, dikkati sadece olumsuza vermek. Bir projede herkes seni tebrik etti, ama bir kişi eleştirdi. O tek cümle gün boyunca zihninde dönüp durur. Olumluyu görmezden gelmek, beynin doğal “negatif önyargısı”yla ilgilidir yani beyin, tehlikeyi önceden fark etmek için olumsuza odaklanır. Ama artık hayatta kalma değil, dengeye ihtiyaç duyuyoruz.Nasıl Ele Alabilirsin:Günün sonunda kendine sor: “Bugün iyi giden üç şey neydi?”Takdir almayı küçümseme, “ama” ekini kullanmadan kabul et.Başarını gözden kaçırma, kendine hakkını ver.Olumlu olanı fark etmek, Pollyanna’lık değil; zihinsel dengeyi yeniden kurmaktır.7. EtiketlemeTek bir davranış üzerinden kendini (veya başkasını) tamamen tanımlamak. “Bir hata yaptım, demek ki beceriksizim.” “İşe geç kaldı, kesin sorumsuz biri.” Etiketleme, hem kendine hem başkalarına haksızlık eder. Davranışlar geçicidir; kimlikler değil.Nasıl Ele Alabilirsin:“Beceriksizim” yerine “O gün hata yaptım.” de.İnsanları bir özelliğe indirgeme; davranışı durumdan ayır.Herkesin güçlü ve zayıf yönleri olduğunu hatırla.Etiketler değil, deneyimler seni tanımlar.8. “Gereklilik” Cümleleri (Should Statements) “Yapmalıyım”, “Olmalıyım”, “Asla yapmamalıyım.” Bu tür cümleler, kendine karşı katı bir iç ses yaratır. “Daha başarılı olmalıyım.” “Hiç üzülmemeliyim.” “Daima güçlü durmalıyım.” Bu beklentiler karşılanmadığında suçluluk ve yetersizlik duygusu artar.Nasıl Ele Alabilirsin:“Yapmalıyım” yerine “Yapmak istiyorum çünkü…” demeyi dene.Gerçekçi beklentiler koy: İnsan olmak hata yapmayı da içerir.“Bugün elimden geleni yapıyorum.” cümlesiyle kendine şefkat göster.Kendini motive etmenin yolu, baskı kurmak değil; anlayışla yaklaşmaktır.🌱 Son Söz: Zihnini Gözlemle, Onunla SavaşmaDüşüncelerini tamamen susturmak mümkün değil. Ama onları tanımak, etiketlemek ve sorgulamak mümkün. Bir düşünce geldiğinde hemen inanmak yerine, “Bu gerçekten doğru mu, yoksa zihnimin oyunu mu?” diye sormak, düşüncelerle aranda bir mesafe oluşturur. Zihin bazen abartır, geneller, korkar. Ama sen fark ettiğinde, o düşüncenin esiri değil, gözlemcisi olursun. Eğer zihnin sık sık seni eleştiriyor, suçluyor veya kaygılandırıyorsa, bu döngüden çıkmak mümkündür. Düşünce hatalarını fark etmeyi ve duygularını daha dengeli yönetmeyi öğrenmek için profesyonel destek alabilirsin.📞 Yüz yüze veya online psikolojik destek için: 0505 011 69 59

Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB) ve Bilişsel Davranışçı Terapi

Zihnimiz, bizi korumak için sürekli çalışan bir sistemdir. Ancak bazen bu sistem fazla uyanık hale gelir; tehditleri olduğundan büyük görür, kontrol etme isteği artar ve kişi kendini bitmek bilmeyen düşünce ve davranış döngülerinin içinde bulur. Bu durum, psikolojide Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB) olarak tanımlanır. OKB, kişinin istenmeden gelen rahatsız edici düşünceler (obsesyonlar) ve bu düşüncelerin yarattığı kaygıyı azaltmak için yaptığı tekrarlayıcı davranışlarla (kompulsiyonlar) karakterizedir.OKB’nin merkezinde “kontrol” ve “belirsizliğe tahammülsüzlük” temaları bulunur. Kişi genellikle aklına gelen bir düşüncenin —örneğin “ocağı açık unuttum mu?”, “ellerim mikropla dolu olabilir mi?” veya “ya birine zarar verirsem?”— tehlikeli bir anlam taşıdığını varsayar. Bu düşünceyi uzaklaştırmaya, bastırmaya ya da nötralize etmeye çalışır. Ancak bu çaba, kısa süreli bir rahatlama sağlasa da zihne şu mesajı verir: “Bu düşünce gerçekten tehlikeli, o yüzden tekrar kontrol etmeliyim.” Böylece beyin “tehlike var” sinyalini öğrenir, düşünce tekrar gelir, kişi tekrar davranışı yapar ve kaygı döngüsü güçlenir. Bu döngü, zamanla kişinin günlük yaşamını daraltır. Evden çıkmadan kapı kilidini defalarca kontrol etmek, sürekli el yıkamak, düşüncelerden kaçınmak ya da “ya kötü bir şey olursa” ihtimaliyle hareket etmek yaşam kalitesini ciddi şekilde düşürür.OKB üç temel bileşenle ilerler: obsesyonlar, kompulsiyonlar ve bu ikisini bağlayan kaygı döngüsü. Obsesyonlar istem dışı, rahatsız edici, tekrar eden düşünceler, imgeler veya dürtülerdir. Kişi bu düşüncelerin mantıksız olduğunu bilir ama zihninden uzaklaştıramaz. Kompulsiyonlar ise bu düşüncelerin yarattığı kaygıyı azaltmak için yapılan tekrarlayıcı davranışlardır; örneğin sürekli el yıkamak, dua etmek, saymak ya da kontrol etmek gibi. Kısa süreli rahatlama sağlasa da, kompulsiyonlar uzun vadede kaygıyı güçlendirir.Bilimsel araştırmalar, OKB tedavisinde en etkili yaklaşımın Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) olduğunu göstermektedir. Özellikle “Maruz Bırakma ve Tepki Önleme” (ERP) yöntemi, OKB tedavisinde altın standart kabul edilir. BDT’nin OKB üzerindeki etkisi, bireyin düşünce-davranış döngüsünü fark etmesine ve değiştirmesine dayanır. Amaç, düşünceleri tamamen ortadan kaldırmak değil; onlara karşı kişinin tutumunu değiştirmektir.Maruz bırakma aşamasında kişi, korktuğu veya kaçındığı durumla kontrollü biçimde yüzleştirilir. Örneğin mikrop kapma korkusu olan biriyle, terapide kademeli olarak kirli bir yüzeye dokunma egzersizi yapılabilir. Bu süreç, beynin öğrenme sistemine yeni bir mesaj gönderir: “Evet, bu durum rahatsız edici, ama düşündüğüm kadar tehlikeli değil.” Kaygı dalgalanır ama sonunda azalır; kişi, korkulan durumun tahmin ettiği kadar yıkıcı olmadığını deneyimleyerek öğrenir.Tepki önleme aşamasında kişi, alışılmış kompulsiyonları yapmadan beklemeyi öğrenir. Bu, terapinin en zor ama en etkili kısmıdır. Kompulsiyon yapılmadığında kaygı artar ama kişi eylemi gerçekleştirmediğinde felaketin gerçekleşmediğini fark eder. Beyin yeni bir öğrenme yapar: “Kontrol etmezsem kötü bir şey olmuyor.” Böylece OKB’nin temelini oluşturan yanlış öğrenme tersine çevrilir.BDT’de yalnızca davranışlara değil, düşünce biçimlerine de odaklanılır. Terapide kişi, düşüncelerini mutlak gerçeklik gibi değil, zihinsel yorumlar olarak görmeyi öğrenir. OKB’de sık karşılaşılan düşünce hataları arasında aşırı sorumluluk alma (“Bir şey olursa suç bende olur”), düşünce-eylem birliği (“Bir şeyi düşünmek onu yapmakla eşdeğer”), kesinlik ihtiyacı (“%100 emin olmalıyım”) ve felaketleştirme (“Kontrol etmezsem kesin kötü bir şey olur”) bulunur. Terapist, bu düşünceleri sorgulamak ve yerine daha gerçekçi, esnek alternatifler yerleştirmek için bilişsel yeniden yapılandırma tekniklerini kullanır. Bu sayede kişi, “belirsizliği tolere etme” becerisi kazanır.BDT’nin etkisi yalnızca psikolojik düzeyde değil, nörobiyolojik düzeyde de gözlenmiştir. Araştırmalar, BDT’nin beynin ön singulat korteksi ve orbitofrontal korteks gibi alanlarında işlevsel değişikliklere yol açtığını göstermektedir. Yani kişi kaygısını düzenlemeyi öğrendikçe, beynin tehdit algısı sistemleri de yeniden yapılanır. Bu, terapinin “beyin düzeyinde yeniden öğrenme” sağladığının güçlü bir kanıtıdır.OKB için BDT süreci genellikle haftada bir seans şeklinde yürütülür. İlk aşamalarda döngünün fark edilmesi ve tetikleyicilerin belirlenmesi hedeflenir. Ardından maruz bırakma planı hazırlanır ve kişi, terapistin rehberliğinde aşamalı olarak korkularıyla yüzleşir. Ev ödevleri terapinin önemli bir parçasıdır; çünkü beyin yalnızca konuşarak değil, deneyimleyerek öğrenir. Maruz kalma egzersizleri, düşünce kayıtları ve kaygı toleransı çalışmaları, terapinin kalıcılığını artırır. Süre kişiye göre değişse de genellikle 12–20 seans arasında belirgin ilerleme sağlanır. Ancak OKB kronik bir yapıya sahip olabileceğinden, kişi kazandığı becerileri uzun vadede sürdürmeyi öğrenir.Bazı vakalarda BDT’ye ek olarak ilaç tedavisi de kullanılabilir. Özellikle SSRI grubu antidepresanlar beyindeki serotonin dengesini düzenleyerek kaygı düzeyini azaltır ve terapiye katılımı kolaylaştırır. Ancak kalıcı değişimi sağlayan unsur, düşünce ve davranış döngüsünün yeniden yapılandırılmasıdır. Bu nedenle BDT, OKB tedavisinin temel bileşeni olarak kabul edilir.BDT, düşünceleri yok etmeye değil, onlarla farklı bir ilişki kurmaya odaklanır. Zihin her zaman yeni düşünceler üretir; ama kişi artık bu düşüncelerin kölesi olmak zorunda değildir. OKB’den iyileşme, düşüncelerin hiç gelmemesiyle değil, geldiğinde sizi yönetememesiyle başlar. Terapinin sonunda kişi “Düşüncelerim benim gerçeğim değil; sadece zihnimden geçen olasılıklar.” diyebilmeyi öğrenir .Yani düşünce ve eylem ayrışması yapılır.OKB, yalnızca kaygı değil, kontrol ve güvenlik ihtiyacının aşırı hale gelmiş bir ifadesidir. Bilişsel Davranışçı Terapi, bu döngüyü kırmak için bilimsel ve pratik bir yol sunar. Kişi düşüncelerini bastırmak yerine onlarla yüzleşmeyi, davranışlarını kaçınma yerine seçerek yapmayı öğrenir. Terapi süreci zaman, sabır ve kararlılık ister; ancak her seans, beynin “tehdit” yerine “güven” algısını güçlendiren yeni bir öğrenmedir.OKB tedavi edilebilir bir rahatsızlıktır ve doğru yaklaşımla kişi zihninin karmaşasından özgürleşebilir. BDT, bu özgürleşme yolculuğunun en etkili ve kalıcı araçlarından biridir. Çünkü insan zihni, farkındalık ve deneyimle işlevsel olarak yeniden eğitilebilir.